Sevgili Kur’an dostları Zuhruf
suresinin 40. ayeti ile dersimize kaldığımız yerden devam ediyoruz.
40-) Efeente tüsmi'us summe ev tehdil 'umye ve
men kâne fiy dalâlin mubiyn;
O
sağırlara sen mi işittireceksin? Yahut o âmâları ve apaçık sapma içinde
olanları sen mi hidâyet edeceksin? (A.Hulusi)
40 - O
halde sen mi işittireceksin o sağırlara? Yahut hidâyet edeceksin, o körlere ve
açık bir dalâl içinde bulunanlara. (Elmalı)
Efeente tüsmi'us summe ev tehdil 'umye ve men
kâne fiy dalâlin mubiyn şimdi sen ey peygamber sağıra işittirebilir,
köre, kalbi körleşmiş olana gösterebilir misin. Yani açıkça derin bir sapıklığa
gömülüp orada karar kılan birine gösterebilir misin hakikati.
Değerli dostlar, ayeti kerime
aslında geçen ders işlediğimiz son pasajla bağlantılı. Orada özellikle de 36.
ayette; Ve
men ya'şü an zikrir Rahmâni nukayyıd lehu şeytanen fehuve lehu kariyn
(36)Rahmanın uyarıcı vahyine kim kör davranırsa, tavuk karası bir gözle
bakarsa, yaklaşırsa ona şeytanı musallat ederiz. Yani onun içinde ki negatif
damarı ona musallat ederiz. Öteki kişilik haline getiririz. Nefsini başına bela
ederiz bir başka ifadesi ile. Fehuve lehu kariyn, kendisi onun yörüngesi olur,
yörüngesine girer. O kendisinin merkezi haline gelir ve etrafında döner. Artık
tüm hatta hareketini o belirler ayetiyle bağlantılı olarak okumak lazım.
Sağırlık ve körlük fiziki bir
olay değil Kur’an a göre Kur’an kendine has bir özürlü dili oluşturur. Onun
için gözü görmeyene Kur’an kör demez. O kör değil. Kulağı duymayana Kur’an
sağır demez. Asıl sağır yüreğinin kulağı duymayan, asıl kör, kalbi kör olandır.
..lâ ta'mel ebsaru ve lâkin ta'mel
kulubülletiy fiyssudur. (Hac/46)gözler değil kör olan, asıl kör olan
göğüstekilerdir. Yani Akleden kalptir. Eğer akletmiyorsa kördür, sağırdır,
dilsizdir.
41-) Feimma nezhebenne Bike feinna minhüm
müntekımun;
Eğer
seni (dünyadan)
götürsek dahi, doğrusu biz onlardan intikam alıcılarız. (A.Hulusi)
41 -
Şu halde şayet biz seni alır götürür isek elbette onlardan intikam alacağız.
(Elmalı)
Feimma nezhebenne Bike feinna minhüm müntekımun
biz ister seni çekip katımıza alalım, daha sonra onlardan öcümüzü nasıl olsa
alırız. Yani istersek seni katımıza alırız ve daha sonra da onlardan öcümüzü
alırız, devamı var;
42-) Ev nüriyennekelleziy ve'adnahüm feinna
aleyhim muktedirun;
Yahut
da onlara vadettiğimizi sana gösteririz... Biz onlar üzerinde istediğimizi
yapma gücüne sahibiz! (A.Hulusi)
42 -
Yahut onlara yaptığımız vaadi sana gösterirsek şüphe yok ki biz ona da
muktediriz. (Elmalı)
Ev nüriyennekelleziy ve'adnahüm feinna aleyhim
muktedirun isterse onları tehdit ettiğimiz azabı sana da gösterir,
yani onların başına gelen azabı senin de görmeni sağlarız. Her durumda felinna aleyhim muktedirun, her durumda
biz onlara güç yetiririz. Onlar üzerinde mutlak bir hükümranlık yürütürüz. Yani
onları alt edecek gücümüz vardır. Nitekim bu ayetin hükmü Bedir de tecelli
etti. Bedirde gördüler. Allah Resulü Bedirde bire birer yıkılan müşrik
reislerinin baş ucunda durmuş ve şöyle demişti
- Ben Allah’ın bana vaad ettiği
şeyi buldum ve gördüm. Siz de Allah’ın sizi tehdit ettiği şeyi buldunuz ve gördünüz
mü?
Evet, görmüştüler. O manzara
aslında bunun delili idi. Onun için rabbimiz yıllar öncesinden, ki bu olay 9.
yılda indiğini düşünürsek bu ayetlerin, daha Bedir’e yaklaşık 5 – 6 yıl var. 5
– 6 yıl önceden onlara bu uyarıyı bildirmişti. Oysa ki bu mucizevi uyarı
gerçekten mucizevi idi. Bedir bu mucizenin mütemmim cüzüydü, yani bir başka
mucizeydi.
Henüz Bedir öncesinde Allah
Resulü; “İlahi” diyordu. Allah’ım, “in tuhlik hazihil ıshabe, lâ tu’bet fiyl
ard.” Eğer şu bir avuç insanı da yok edecek olursan, ya da yok olmasına
izin verirsen, yer yüzünde layıkıyla sana kulluk eden kalmayacak.
Bu kadar hassas, bu kadar ince
bir noktadaydı imanın var olma savaşı. Ama gerçekten de Allah vaadini yerine
getirdi.
43-) Festemsik Billeziy ûhıye ileyk* inneke alâ
sıratın müstekıym;
Sana
vahyolunana sıkı sarıl! Muhakkak ki sen doğru yol üstündesin! (A.Hulusi)
43 -
Sen hemen o sana vahyolunana tutun muhakkak ki sen doğru bir yol üzerindesin.
(Elmalı)
Festemsik Billeziy ûhıye ileyk* inneke alâ
sıratın müstekıym sana vahy edilene sımsıkı sarıl, çünkü sen
dosdoğru bir yol üzeresin.
44-) Ve innehu lezikrun leke ve likavmik* ve
sevfe tüs'elun;
Muhakkak
ki O, sen ve toplumun için bir zikirdir (hatırlatma)! Yakında sorumluluğunuzdan sorgulanacaksınız! (A.Hulusi)
44 -
Ve muhakkak ki o, hem senin için, hem kavmin için bir şereftir ve ileride ondan
mesul olacaksınız. (Elmalı)
Ve innehu lezikrun leke ve likavmik* ve sevfe
tüs'elun kuşkusuz bu vahiy senin ve kavmin için bir şeref ve
itibardır. Bir uyarıdır diye de çevirebiliriz. Ama doğrusu İbn. Abbas ve Hz.
Ali’nin şeref ve itibar olarak anlaması çok daha hoş bir anlam. Yani Kur’an
vahyi bir şeref ve itibar. Hem Resul için, hem de o toplum için. Düşünsenize
bir eğer Kur’an vahyi olmasaydı yeryüzünün herhangi bir tarihinde herhangi bir
toplum olan, hatta çölün ortasında hiç kimsenin bilmediği, tanımadığı bir bölge
de mahsur kalmış gibi, tarihin dışında yaşayan bu insanlardan kimin haberi
olurdu. Hangimiz bilirdik.
Kur’an sadece kendisine iman
edenleri tarihte yaşatmakla kalmadı, kendisine küfredenleri bile yaşattı. Bugün
Ebu Cehil’i, Ebu Leheb’i, Ümeyye Bin Halef’i Ubey Bin Halefi, Utbe’yi, Şeybe’yi
kim bilir, kim duyar, kim hatırlardı. Ama Kur’an sadece dostlarına bir şeref ve
itibar olmakla kalmadı, düşmanlarının bile adını unutturmadı. İşte bu,
dolayısıyla vahiy aslında indiği toplum için dostu ve düşmanıyla, iman edeni ve
inkar edeniyle büyük bir nimet olduğunu gösterdi. Büyük bir devlet olduğunu
gösterdi.
ve sevfe tüs'elun fakat zamanı
gelince sorguya çekileceksiniz. Yorumumuzu destekleyen bir son cümle bu, ayetin
son cümlesi. Zamanı gelince sorguya çekileceksiniz. Yani hepiniz vahyin bir
biçimde ekmeğini yediniz. Vahiy hepinize şeref ve itibar getirdi. Zaten Utbe
öyle diyordu, hiçbir zaman da iman etmemişti Utbe ama öyle diyordu. “Bırakın
onu kendi davasıyla baş başa. Eğer başaramazsa zaten Araplar onun hakkından
gelir, siz de kurtulmuş olursunuz. Fakat başarırsa itibar sizin itibarınızdır.
Şeref sizin şerefinizdir. Onur sizin onurunuzdur. Dolayısıyla o onurdan siz de
payınızı almış olursunuz.” Diyordu Utbe. Ama dediğini tutmadılar tabii ve helak
oldular.
ve sevfe tüs'elun zamanı gelince
hesaba çekileceksiniz in karşılığı gerçekten de uhrevi olarak hayli anlamlı,
hayli manidar. Bu noktada aklıma bir başka ayet geliyor;
Felenes'elennelleziyne
ürsile ileyhim velenes'elennel murseliyn.(A’raf/6) Yemin olsun
kendilerine peygamber gönderilenlerden hesap soracağız, Ve yine and olsun ki
gönderilen peygamberlerden de hesap soracağız. Gönderilen peygamberlerden neden
hesap soracak diye sormayın, soracak, hepsinden hesap soracak. Soracağına
öylesine emindi ki Resul, bu kaygı onun saçlarını ağartmış, veda hutbeleri
sırasında her bir hutbenin sonunda cemaate dönerek;
- Ey
insanlar, tebliğ ettim mi? Onlar;
- Evet ya
Resulallah tebliğ ettin. Emaneti eda ettin, yerine getirdin görevini diye
şahitlik yaptıklarında gözlerini göğe dikerek;
- Allah’ım
sen de şahit ol..! demişti.
Bu bir
sorumluluk, bu ağır bir sorumluluktu. Gerçekten Resul o sorumluluğu yerine
getirdi ve bize mirası olduğu gibi aktardı. Asıl biz o mirası ne yaptık. Biz de
sorulacağız, bizden de hesap sorulacak. O peygamberliğini yerine getirdi siz de
ümmetliğinizi yerine getirdiniz mi denilecek. İşte onun kaygısını herkes duymak
zorunda. Ve bu ayet ve sevfe tüs'elun
derken sadece ilk muhataplarına hitap etmiyordu, son muhatabı olan bizlere de
hitap ediyor. Ve açıkça kendisine bakana gözlerinin içine baka baka hesap
sorulacaksınız, zamanı gelince hesaba çekileceksiniz diyor.
45-) Ves'el men erselna min kablike min
Rusulina ece'alna min dunirRahmâni aliheten yu'bedun;
Rasûllerimizden,
senden önce irsâl ettiklerimize sor (onlara
verilen bilgiyi incele)! Rahmân'dan gayrı,
kulluk yapılası tanrılar mı oluşturmuşuz? (A.Hulusi)
45 -
Senden evvel gönderdiklerimize sor Resullerimizden! biz Rahmandan başka ibadet
olunacak ilâhlar yapmış mıyız? (Elmalı)
Ves'el men erselna min kablike min Rusulina
senden önce gönderdiğimiz elçilerimizin hayatını araştır sorgula, ves’el. Sor
manasına gelir düz olarak. Fakat daha önce gelip geçmiş peygamberleri
kabirlerinden kaldırıp ta sormak söz konusu değil tabii. Hatta bu çerçevede
bazı rivayetler bile zikredilmiş. Fakat bu zorlama olur. Soruştur manasına da
zaten gelir. Yani düşün, tefekkür et, dinle, tarihi verileri kontrol et, geçmiş
kavimlerin hayatlarına bak. Geçmiş kitaplardan, ya da kitap ehlinden bu güne
kadar gelen verileri dikkate al ve sor bakalım. Senden önce gönderdiğimiz
elçilerimizin hayatını araştır.
ece'alna min dunirRahmâni aliheten yu'bedun
bak bakalım hiç Rahman’dan başka tapınılacak tanrılar tayin etmiş miyiz? Rahman
dışında kulluk edilecek bir başkasını tayin etmiş miyiz? Bu pasajın ilerde
gelecek ayetlerden yola çıkarak öncelikle Hz. İsa’ya işaret ettiğini, yani Hz.
İsa’yı tanrılaştıran Hıristiyanların bu yaptıklarından yola çıkarak peygambere
yamuk bakışı dile getirdiğini düşünebiliriz.
46-) Ve lekad erselna Musa Bi âyâtiNA ila
fir'avne ve meleihi fekale inniy Rasûlü Rabbil alemiyn;
Andolsun
ki Musa'yı işaretlerimizle Firavun ve onun ileri gelenlerine irsâl ettik de (Musa) dedi: "Ben
Rabb-ül âlemîn'in Rasûlüyüm." (A.Hulusi)
46 -
Celâlim hakkı için Musâ’yı âyetlerimizle Firavuna ve cemiyetine gönderdik,
vardı haberiniz olsun, dedi: ben bütün âlemlerin rabbinin Resulüyüm. (Elmalı)
Ve lekad erselna Musa Bi âyâtiNA ila fir'avne
ve meleii fekale inniy Rasûlü Rabbil alemiyn Burada Hz. Musa’yı ve
mücadelesini dile getirdi model olarak örnek olarak. Ve diyor ki ayet; Doğrusu
Musa’yı mucizevi mesajlarımızla firavuna ve kadrosuna böyle göndermiştik. İşte
böyle gönderdik, yani seni gönderdiğimiz gibi ve demişti ki; “Bakın ben
Alemlerin rabbinin elçisiyim.”
Bu pasajın amacı Resulallah’ı
teselli etmek. Hz. Musa ve mücadelesi bir model olarak sunuluyor. Resulallah’ın
tasavvuru inşa ediliyor. 9. yılı hatırlayalım. Hüzün yılı, sevdikler bir bir
yok olmuş. Ebu Talip gitmiş, büyük destek. Hz. Hatice gitmiş ve mü’minlerin bir
çoğu göç etmişler. Resulallah düşman bir okyanusun ortasında küçücük bir adada
kalmış, küçücük bir dost adasında, bir avuç dost insan. Ve işte böyle bir ahval
içre bu ayetler neyin tesellisini yaptığını daha iyi anlayabiliriz bu ayetleri.
Acaba olağan üstü bela silsilesi
şu Mekke’yi ve müşrikleri kuşatsa adam olurlar mıydı sorusu da aklına gelmiş
olabilir Resulallah’ın. Yani bunlar inkarda bu kadar direndiler, acaba bunları
Allah olağan dışı bir takım cezalarla kuşatsaydı adam olurlar mıydı sorusu
cevabını buluyor burada. Değişmezdi diyor o cevap. Hiçbir şey değişmezdi. Delil
mi arıyorsun değişmeyeceğine dair, al sana delil; Musa’nın ve Firavunun
örneğine bak. İşte burada o delilleri sıralayacak şimdi.
47-) Felemma caehüm Bi âyâtiNA izâhüm minha
yadhakûn;
Onlara
işaretlerimizle geldiğinde, onlar hemen bunlara güldüler! (A.Hulusi)
47 -
Vaktâ ki onlara böyle âyetlerimizle vardı, birdenbire onlar bunlara gülüverdiler.
(Elmalı)
Felemma caehüm Bi âyâtiNA izâhüm minha yadhakûn
fakat ardından onların önüne mucizevi ayetlerimizi sürünce onlar hemen alay
etmeye başladılar. Bu mucizevi ayetler içerisinde başlarına açılan belalar da
var. Ama alay etmeye başladılar. Yani ibret alacakları yerde dalga geçtiler.
48-) Ve ma nuriyhim min ayetin illâ hiye ekberu
min uhtiha* ve ehaznâhüm Bil azâbi leallehüm yerci'un;
Onlara
gösterdiğimiz her bir mucize, öncekinden daha büyüktü... Belki bize dönerler
diye onları azapla da yakaladık. (A.Hulusi)
48 -
Her ne âyet de gösteriyorsak onlara mutlak birbirinden büyüktü, tuttuk onları
azâba da çektik ki rücu' edeler. (Elmalı)
Ve ma nuriyhim min ayetin illâ hiye ekberu min
uhtiha oysa ki onlara gösterdiğimiz her mucizevi ayet, yani her bela
bir öncekinden daha büyüktü. ve ehaznâhüm Bil azâbi leallehüm yerci'un bir de
onları belki dönerler diye cezalarla kuşattık.
Demek ki hem mucizeler
gösteriliyor, hem cezalarla kuşatılıyorlar. Önce mucizeler gösteriliyor. Yani
önce iyilikle yola getirilmeye çalışılıyor. Önce peygamberin peygamberliğine
dair mucizeler gösteriliyor. Onunla destekleniyor peygamberlik, onunla
destekleniyor davet. Fakat kar etmiyor. Ondan sonra ceza silsilesi yağmaya
başlıyor. Ödülle de ceza ile de yola gelmiyorlar, zımnen bu ayetlerin söylediği
bu.
[Ek bilgi; FİRAVUNA
KARŞI GERÇEKLEŞEN BELÂLAR
1 – Kan belası
2 – Kurbağa belası,
3 – Sivrisinek belası,
4 – At sineği belası
5 – Hayvanların ölümü,
6 – Çıban belası,
7 – Dolu belası,
8 – Çekirge belası
9 – Karanlık belası.
{A’raf/133 ayetine bakınız}]
49-) Ve kalu ya eyyühes sahır ud'u lena Rabbeke
Bima ahide 'ındeke innena le mühtedun;
Dediler
ki: "Ey büyücü! Senin anlaşman dolayısıyla bizim için Rabbine dua et! Biz
doğru yolda olalım!" (A.Hulusi)
49 -
Bu halde diyorlardı ki: gel ey sâhir!( Büyücü, büyü
yapan, sihir yapan) bizim için rabbine bir
duâ et, sende olan ahdi hürmetine, çünkü biz artık yola geleceğiz. (Elmalı)
Ve kalu ya eyyühes sahır ud'u lena Rabbeke Bima
ahide 'ındeke innena le mühtedun sen ey sihirbaz dediler, seninle
yaptığı sözleşme hatırına Rabbine bizim için yalvar. Kesinlikle biz artık doğru
yola yöneleceğiz diye yalvar yakar oldular. Hz. Musa’ya yalvardılar.
Eski Mısır’da sihirbazlar
Mısır’ın bilge kişileri idi. Onun içinde ey sihirbaz, ey büyücü diyorlar. Bu
bir hakaret değildi o toplumda. Birine sihirbaz demek ona ikram etmek, ona
iltifat etmekti hatta. Bir konum biçmekti. Mısır’lıların yalvarırken böyle
hitap etmelerinde şaşılacak bir şey
yoktu dolayısıyla.
Burada eğer sen bizden bu
belaları def edersen biz de getirdiğin şeye inanırız diyorlardı. Yani zoru
görünce inanacaklarına söz verdiler. Peki ne oldu?
Devam ediyor B sayfasına geçiniz.
155. videoyu toplu olarak BURADA
bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder