28 Haziran 2013 Cuma

İslamoğlu Tef. Ders. ZUHRUF (31 - 39) (154-E)

D sayfasından devam


31-) Ve kalu levla nüzzile hazel Kur'ânu alâ racülin minel karyeteyni 'azıym;

Dediler ki: "Bu Kur'ân şu iki şehrin büyük adamlarından birine niye indirilmedi?" (A.Hulusi)

31 - Ve «ne olurdu şu Kur'an iki memleketten bir büyük adama indirilse idi» dediler. (Elmalı)


Ve kalu levla nüzzile hazel Kur'ânu alâ racülin minel karyeteyni 'azıym yine dönüp de dediler ki bu ilahi mesaj şu iki şehrin en büyük zenginlerine inmeli değil miydi,

Bu Mekke’den Velid Bin Mugıre. Kaynakların verdiği isim bu. Taif’ten ise farklı isimler veriyor kaynaklarımız, müfessirler. Habib Bin amr bin  Es-Sakafi mesela bir tanesi. Yine bir başkası Kinâne Bin Abdi Yaleyl. Veya daha bir başkası Urve Bin Mes’ud. Taif’ten olan isim galiba ihtilaflı. Yine Ümeyye bin Ebis Salt es-Sakafi. O da beklermiş peygamberliği kendisine.

Yani burada aslında ne demek istiyorlar? Neden bunu söylüyorlar? Şu iki şehrin en zenginlerinden birine gelmeli değil miydi. Bakış açıları bu. Allah birine servet vermişse onu destekliyor, onun hayatını onaylıyor demektir. Zaten Resulallah’a itirazları da buradan. Şu anda etrafımızın en zengini biziz. Biz Mekke’liler Allah bizi destekliyor niye uğraşıyorsun.

Ama çok daha derinde bir başka nüktesi daha var ayetin. Pasif tanrı inancı. Yani Allah’a statü dayatıyorlar. Allah’ın belirlediği statüyü kabul etmek yerine Allah’a statü dayatıyorlar. Yani bizim tayin ettiğimizi tayin eder Allah. Allah’ın tayin ettiğini biz kabul etmeyiz. İşte bu tam da pasif Allah inancı. Biz belirleriz, Allah’ta onu seçer. Akıllarını kullanmayan atalarının izi üzere bir sürü güdüsüyle giden şu insanlara bak. Yani kendilerini sürü yerine koyacaklar, fakat iş Allah’ın emirlerine gelince Allah’a statü dayatacaklar. Biz kimi gösteriyorsak aday, sen de onu seç diyecekler. Mantık bu, yaklaşım bu. Serveti kendi başına bir değer olarak görmek.


32-) Ehüm yaksimune rahmete Rabbik* nahnu kasemna beynehüm me'ıyşetehüm fiyl hayatid dünya ve refa'na ba'dahüm fevka ba'dın derecatin li yettehıze ba'duhüm ba'dan suhriyya* ve rahmetü Rabbike hayrun mimma yecme'un;

Rabbinin rahmetini onlar mı taksim ediyorlar? Dünya hayatında onların geçimlerini aralarında biz taksim ettik... Kimilerini kimilerinden (zenginlik ve etiket olarak) daha yüksek kıldık ki, bazısı bazısına boyun eğdirsin... Rabbinin rahmeti, onların toplayıp biriktirdikleri şeylerden (zenginlikten) daha hayırlıdır. (A.Hulusi)

32 - Rabbinin rahmetini onlar mı taksim ediyorlar? Onların o Dünya hayattaki maişetlerini aralarında biz taksim ettik ve bir kısmını diğerinin derecelerle üstüne çıkardık ki bazısı bazısını tutsun, çalıştırsın rabbinin rahmeti ise onların toplayıp durduklarından daha hayırlıdır. (Elmalı)


Ehüm yaksimune rahmete Rabbik rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Yani Allah’lığa mı soyundular (Haşa) Allah onlara yetki verdi de Allah yerine onlar mı paylaştırmaya başladı. Bu ne küstahlık demeye getiriyor ayet. Zımnen Allah’tan yetki gaspına mı kalkışıyorlar. Bu bir yetki gaspı.

nahnu kasemna beynehüm me'ıyşetehüm fiyl hayatid dünya ve refa'na ba'dahüm fevka ba'dın derecatin li yettehıze ba'duhüm ba'dan suhriyya asıl onlar arasında bu dünya hayatında ki geçimlerini paylaştıran ve bir kısmı diğer kısmını istihdam etsin diye birbirlerine farklı oran ve alanlarda üstün kılan biziz biz.

Farklılıkları övüne ya da dövünme gerekçesi kılmasınlar. Allah’ın yer yüzünde ki servet dağılımı gerçekten akıl ermez muhteşem bir ölçüye dayanır. Dolayısıyla servet, yani ele giren ve elden çıkan, insanın Allah nezdinde ki konumunu belirlemez. Yani eline girerse Allah nezdinde sevgili, Elinden çıkarsa Allah nezdinde sevgisiz değil. Böyle bir şey, ele giren ve elden çıkanın İnsanı ve Allah’ı belirlediğini düşünmektir ki bu korkunç bir küfür olur. Bu sadece bir imtihan sırrıdır. Ele giren de elden çıkanda aslında bütünden bağımsız olmayan küçük birer parçadır. Ve bu imtihan sürekli tekrarlanır. Varlıkla ve yoklukla sürekli sınar insanı.

Bunu bir paylaşma vesilesi bilirse eğer, bunu bir emanet bilirse eğer ve paylaşırsa, yani kendisine veren fazlalığın, kendisine istihdam için bir alan olarak görür ve paylaşmak için bir fırsat olarak görürse imtihanı doğru vermiş olur.

ve rahmetü Rabbike hayrun mimma yecme'un rabbinin rahmeti var ya, onların biriktirdiği her şeyden daha değerlidir. Evet, sonuç bu.


33-) Ve levla en yekûnen nasu ümmeten vahıdeten lece'alna limen yekfüru BirRahmâni li buyutihim sükufen min fiddatin ve me'arice aleyha yazherun;

Eğer insanların (zenginlikleri) tek bir anlayış toplumu hâline gelmeleri sonucunu getirmeseydi (zenginlik dışa dönük yaşamı getireceği için kişiyi içe dönük zenginlikten engeller), elbette Rahmân'ın hakikatleri olduğu gerçeğini inkâr edenlerin evlerini gümüşten tavanlar ve çıkacakları gümüşten merdivenlerle donatırdık. (A.Hulusi)

33 - Ve eğer insanlar hep (küfre sapacak) bir ümmet olacak olması idi biz. (Elmalı)


Ve levla en yekûnen nasu ümmeten vahıdeten eğer bütün insanlar tek tip bir toplum halini almayacak olsalardı, yani yalın haliyle metin bu. (Ama parantez içinde bir açıklama koymak gerekir, küfürde tek tip bir toplum. Küfürde birleşmiş tek tip bir toplum halini almayacak olsalardı.)

lece'alna limen yekfüru BirRahmâni li buyutihim sükufen min fiddatin ve me'arice aleyha yazherun O zaman Rahmanı inkar eden şu kimselerin konaklarını gümüşten damlarla ve üzerinde gösteriş yapacakları seyir teraslarıyla donatırdık.

Zaaflarla malûl insanın varlıkla sınandığında kendini kaybedeceği ve yabancılaşacağının en güzel ifadesi. Aslında insanoğlunu altın ve gümüşe boğardık diyor, bunun ifadesi bu. Altın ve gümüşe boğardık ama niye yapmadı? İnsanoğlu temelde zaaflıdır. Aslında sürekli acısız, sıkıntısız, dertsiz, tasasız, her istediğinin önüne geldiği bir hayat insanoğlunu kendinden koparır. Bu tabii bir sonuçtur. Yapısı buna müsaittir. Ve bu durum eğer insan oğluna dünyevi nimetlerinin önünü sonsuzca açsaydık herkes küfürde birleşirdi.

Görüyorsunuz müthiş ve aslında insanın yapısal tahlili yapılıyor burada. İnsan meyyal. Eğer böyle olsaydı cenneti özler miydi. Altın ve gümüşe boğsaydı Allah insan oğlunu o zaman mahrumiyet nimettir. Bu bunu diyor tek kelimeyle mahrumiyet nimettir.


34-) Ve libuyutihim ebvaben ve süruren aleyha yettekiun;

Evlerine (gümüşten) kapılar ve üzerlerinde yaslanacakları koltuklar. (A.Hulusi)

34 - Ve odalarına kapılar ve üzerlerine kurulacakları koltuklar kanepeler. (Elmalı)


Ve libuyutihim ebvaben ve süruren aleyha yettekiun dahası evlerini gümüş kapılarla, üzerinde yayıla yayıla oturacakları koltuklarla donatırdık.


35-) Ve zuhrufa* ve in küllü zâlike lemma meta'ul hayatid dünya* vel ahıretü 'ınde Rabbike lil müttekıyn;

Altından süs eşyaları! İşte bunların hepsi dünya hayatının geçici zevklerinden başka bir şey değildir! Sonsuz gelecek yaşam ise Rabbinin indînde korunanlar içindir. (A.Hulusi)

35 - Ve altın ziynetler yapardık ve doğrusu bütün bunlar Dünya hayatın geçici metaı, rabbinin indinde. Âhiret ise korunan müttefikiler içindir. (Elmalı)


Ve zuhrufen sureye adını veren ayet geldi; ve Altına boğardık onları. ve in küllü zâlike lemma meta'ul hayatid dünya ne ki bütün bunlar şu dünya hayatının geçici zevkinden başka bir şey değil..

Kur’an da sık kullanılan bir kavrandır meta’ul hayatid dünya. Meta’ aslında farklı anlamların içi içe olduğu bir kavramdır. Dile nispetle, yani duyuya nispetle lezzet manasına gelir. Nefse nispetle haz manasına gelir. Zamana nispetle az manasına gelir. Burada tadımlık bir haz, geçici bir lezzet. Tüm kullanıldığı yerlerde hep o dur. Dünyevi lezzetlerin niteliği meta’ dır. Dile nispetle lezzet, nefse nispetle haz, zamana nispetle az. Dolayısıyla meta’ geçici bir tadımlık bir lezzet. Hepsi o kadar.

vel ahıretü 'ınde Rabbike lil müttekıyn rabbinin katında daha değerli olan ahiret ise sorumluluğunu yerine getirenler içindir. Müttakıyn; kendini tutanlar, kendine sahip olanlar, tadımlık bir haz için kendini kaybetmeyenler. Evet, deveyi yardan atan bir tutam ottur derler değil mi halk dilinde. Güzel bir atalar sözü. Deveyi yardan atan bir tutam ot. Yani insan eğer aklını kullanmaz da deve gibi hareket ederse, bir tutam ota uçurumdan kendini aşağı atar.


36-) Ve men ya'şü an zikrir Rahmâni nukayyıd lehu şeytanen fehuve lehu kariyn;

Kim (dünyevî - dışa dönük şeylerle) Rahmân'ın zikrinden (Allâh Esmâ'sının hakikati olduğunu hatırlayarak bunun gereğini yaşamaktan) âmâ (kör) olursa, ona bir şeytan (vehim, kendini yalnızca beden kabulü ve beden zevkleri için yaşama fikri) takdir ederiz; bu (kabulleniş), onun (yeni) kişiliği olur! (A.Hulusi)

36 - Ve her kim Rahmanın zikrinden teâmî (Yalandan görmezliğe gelme.) ederse biz ona bir Şeytan sardırırız artık o ona arkadaştır. (Elmalı)


Ve men ya'şü an zikrir Rahmâni nukayyıd lehu şeytanen fehuve lehu kariyn İşte surenin berceste ayeti geldi. Kim Rahmanın bu muhteşem uyarı dolu mesajına karşı tavuk karası bir gözle bakarsa ona bir tür şeytani öteki kişilik musallat ederiz de kendisi onun uydusu haline gelir. Yani ona öyle bir şeytanı musallat ederiz ki, kişiliği şeytanın arkadaşı olur.

Fussilet/25 te geçmişti buna benzer bir ayet ve ayrıntılı olarak işlemiştik. ‘haşa, yağşu; tavuk karası demektir. Yani yamuk bakan doğru göremez, kötü bakan bakılan zerinde hiçbir kalıcı etki yapmaz. Siz yamuk bakın kötü görün ama gördüğünüz güzelse sizin kötü görüşünüz onun üzerinde hiçbir etki yapmaz. Sadece kendinizi yanıltmış olursunuz.

İnsanın iç dünyasında çift tohum var dostlar. Negatif tohum, pozitif tohum, biraz önce söyledim. Negatif tohum nefis, pozitif tohum ruh. Hangisini beslerseniz o büyür ve eğer negatif tohumu beslerse nefis şeytanlaşır ve insan onun uydusu haline gelir ve etrafında sürekli döner. Böyle olursa eğer, artık onun emrinden dışarı çıkamaz.


37-) Ve innehüm leyesuddunehüm 'anissebiyli ve yahsebune ennehüm mühtedun;

Muhakkak ki bunlar onları (hakikate erme) yolundan alıkoyarlar da, onlar hâlâ kendilerinin doğru yolda olduklarını zannederler! (A.Hulusi)

37 - Ve her halde onlar onları yoldan çıkarırlar, onlar ise onları doğru sanırlar. (Elmalı)


Ve innehüm leyesuddunehüm 'anissebiyl artık o, onları doğru yoldan çıkarır. Yani merkez oldu ya, kendisi de uydusu oldu ya, yörüngesine girdi ya, o, onu doğru yoldan çıkarır. ve yahsebune ennehüm mühtedun işin kötüsü de nedir biliyor musunuz? Berikiler de zanneder ki kendileri doğru yoldadırlar. İşin kötüsü budur.


38-) Hattâ izâ caena kale ya leyte beyniy ve beyneke bu'del meşrikayni fe bi'sel kariyn;

Nihayet bize geldiğinde: "Keşke benimle senin aranda iki doğunun uzaklığı (ulaşılmaz mesafe) olsaydı... Ne kötü bir arkadaşmışsın!" dedi. (A.Hulusi)

38 - Nihayet bize geldiği vakit ah, der: keşke benimle senin aranda iki maşrık bu'du (Can sıkılması) olsa idi! sen ne kötü arkadaşmışsın. (Elmalı)


Hattâ izâ caena kale ya leyte beyniy ve beyneke bu'del meşrikayni fe bi'sel kariyn en sonunda, tabii iş işten geçtikten sonra çıkıp huzurumuza geldiğinde şeytani kişiliğine der ki; Nolaydı keşke benimle senin aramda doğu ile batı kadar bir mesafe, fark olaydı. Yani doğu ile batı kadar birbirimize uzak olsaydık, bu kadar yakın olmasaydık. Meğer uydusu olduğum yoldaş ne kadar da fena imiş.

Evet, söylenecek söz yok aslında. Eğer günah kişiliğiniz haline gelmişse, nefsiniz yörüngesine girdiğiniz bir merkez olmuşsa, o zaman artık siz hakikat ve Hakka kapanmışsınız demektir. Artık gözünüz kör olmuş demektir.


39-) Ve len yenfe'akümül yevme iz zalemtüm enneküm fiyl azâbi müşterikûn;

Bu süreçte (pişmanlık, mazeret; telâfi arzusu) size asla fayda vermeyecektir! Çünkü zulmettiniz! Siz azapta ortaksınız (bilinç ve ruh beden)! (A.Hulusi)

39 - Böyle demek bugün size hiç de fayda vermez, çünkü zulmettiniz, hepiniz azâp da müştereksinizdir(Elmalı).


Ve len yenfe'akümül yevm ama o gün bunun hiçbir faydası olmaz. Bu itirafın size hiçbir faydası olmaz. İş işten geçmiştir. Yani doğu ile batı arasındaki kadar fark olsaydı aramızda demenizin hiçbir yararı olmaz. iz zalemtüm enneküm fiyl azâbi müşterikûn madem birbirinize zulmettiniz, şimdide azabı paylaşın bakalım denilir. Yani madem siz benim huzuruma ayrılmaz bir ikili olarak geldiniz, haydi buyurun birbirinizle azabı şimdi de paylaşın. Siz benden ayrılmayı ve birbirinizden ayrılmamayı tercih etmiştiniz. Şimdi de sizi benden ve rahmetimden mahrum bırakacağım, cehennem olarak bu yeter zaten denilir. Sadakallahül aziym.


Ve ahiru davahüm enil hamdülillahi rabbil alemiyn

Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır.


154. videonun sonu.
154. videoyu toplu olarak BURADA bulabilirsiniz.

27 Haziran 2013 Perşembe

İslamoğlu Tef. Ders. ZUHRUF (21 - 30) (154-D)



C sayfasından devam

21-) Em ateynahüm Kitaben min kablihi fehüm Bihi müstemsikûn;

Yoksa bundan önce onlara bir Bilgi (kitap) verdik de onlar Ona sarılarak mı bu iddiadalar? (A.Hulusi)

21 - Yoksa biz onlara bundan evvel bir kitab vermişiz de ona mı tutunuyorlar? (Elmalı)


Em ateynahüm Kitaben min kablihi fehüm Bihi müstemsikûn yoksa biz bundan önce onlara bir kitap göndermişiz de bu tavırlarıyla ona sımsıkı sarıldıklarını mı iddia ediyorlar. Bu dediğim şimdi gelecek ayeti kerime aslında. Sürü güdüsüyle hareket etmelerini neye bağlayabiliriz?


22-) Bel kalu inna vecedna abaena alâ ümmetin ve inna alâ asârihim mühtedun;

Bilakis, dediler ki: "Biz atalarımızı bu din anlayışında bulduk; biz onların eserleri (şartlandırmaları - genleri) doğrultusunda doğru yolu bulanlarız." (A.Hulusi)

22 - Hayır, şöyle dediler: bizler, atalarımızı bir ümmet üzerinde bulduk, biz de onların izlerince giderek murada ireriz. (Elmalı)


Bel kalu inna vecedna abaena alâ ümmetin ama hayır, veyahut ta “Bel” i ayrı olarak, edatı ayrı olarak manalandırabiliriz; Nerde..! öyle değil, onlar atalarımızın geleneksel bir inanç üzere bulduk atalarımızı, geleneksel bir inanca sahip bulduk ve inna alâ asârihim mühtedun kesinlikle biz de onların izinden giderek doğru yolu bulabiliriz dediler.

Evet, kader iradeydi değil mi, seçmek. Onu kullanmayınca ne yaptılar? Saptılar, sapıttılar. Allah’ın koyduğu kader olan iradeyi kullanmayıp sürü güdüsüyle hareket ettiler ve, biliyorsunuz sürü güdüsü şudur; Bir tutam ot bin tane koyunu peşimden sürükler. Aslında eğer yemeye kalksalar iki tanesine bile yetmez. Fakat bin koyun bir tutam otun peşinden gider mi? Aslında onlar otu bile gördüğü yok. Bir önceki koyunun izinden giderler bir arkadaki koyun. Sürü güdüsü budur. Onun içinde taklide saptılar, yani aklı kullanmayan taklide saptı, körü körüne itaat onun arkasından geldi, atalar dininin peşinden gittiler.


23-) Ve kezâlike ma erselna min kablike fiy karyetin min neziyrin illâ kale mütrefuha, inna vecedna abaena alâ ümmetin ve inna alâ asârihim muktedun;

İşte böyle. Senden önce hangi topluma bir uyarıcı irsâl ettiysek, oranın zengin ileri gelenleri şöyle dediler: "Biz atalarımızı bu din anlayışı üzere bulduk ve biz onların eserlerine (şartlanmaları, genleri) uyanlarız." (A.Hulusi)

23 - Yine böyle senden evvel hangi memlekette bir nezîr gönderdikse onun refahlı takımı demişti ki: bizler atalarımızı bir ümmet üzerinde bulduk biz de onların izlerine uyarız. (Elmalı)


Ve kezâlike ma erselna min kablike fiy karyetin min neziyrin illâ kale mütrefuha işte böyle Ve kezalik, işte böyle oldu. Yani her sapan toplum temelde böyle saptı. Biz senden önce hangi beldeye bir uyarıcı göndermişsek oranın mütrefleri; Refah içinde şımarmış ve küstahlaşmış seçkinleri hep şunu söylediler;

inna vecedna abaena alâ ümmetin ve inna alâ asârihim muktedun biz atalarımızı geleneksel bir inanç üzere bulduk, geleneksel bir din üzere bulduk. Şu halde bize düşen onların izini takip etmektir. Hep bunu dediler. Aslında bu yeni bir şey değil. Öteden beri sapmış tüm toplumlar böyle saptılar.

Alâ ümmetin, yani bir ümmet üzere bulduk, tam literal manası. Ümm kökünden gelir ümmet. Asıl kaynak toplum, din köklerine atfedilir. Asıl anlamı budur. Asıl kaynak toplum – din. Sonradan boy, zaman, maksat anlamlarını kazanmış. Bu yolu izleyerek kelime, daha sonra tür, nesil, çağ anlamlarına ulaşmış. Yani kelimenin uzun bir anlam yolculuğu var. Burada geleneksel inanç atalar dini olarak görülüyor. Allah’ın dininin karşıtı atalar dini olarak yer alıyor burada.

Tüm çağlarda ki çatışmanın ana tarafları bunlar. Bir tarafta Allah’ın dini, öbür tarafta atalar dini. Bir tarafta tahkik, bir tarafta taklit. Bir tarafta selim akıl öbür tarafta körlük, kör taklit. İşte aslında burada iki zıt kutbu ele alıyor Kur’an.


24-) Kale evelev ci'tüküm Bi ehda mimma vecedtüm aleyhi abaeküm* kalu inna Bima ürsiltüm Bihi kâfirun;

(Hz.Rasûlullâh) dedi ki: "Eğer size, atalarınızı üzerinde bulduğunuzdan daha doğruyu getirmişsem de mi?" Dediler ki: "İrsâl olunduğun bilgiyi reddederiz!" (A.Hulusi)

24 - Ya, dedi: size atalarınızı üzerinde bulunduğunuzdan daha doğrusunu getirdimse de mi? Ha! dediler: biz o sizin gönderildiğiniz şeylere inanmıyoruz. (Elmalı)


Kale evelev ci'tüküm Bi ehda mimma vecedtüm aleyhi abaeküm o peygamberler de; Ne yani ben size atalarınızı bulduğunuz yoldan daha doğrusunu göstersem de mi yine de atalarınızın yolunu takip edeceksiniz. Dediler.

Bakara/170. ayetini hatırlayalım; evelev kâne abâühüm lâ ya'kılune şey'en ve lâ yehtedûn. (Bakara/170)onların ataları hiçbir şey bilmiyor, akledemiyor, akletmekten aciz ve doğru yolda değilseler de mi onları takip edeceksiniz. Diyordu.

Müşrik akıl; hakikat sabık olanındır der. Yani kıdemli. Mü’min akıl ise hakikat sadık olanındır der. Onun için sabık olanla sadık olan arasında bir çatışma oluşur. Oysa bir şeyin eskiliği onun değerini artırmaz. Yeniliği de değerini artırmaz. Yani zaman bir şeyi değerli ya da değersiz yapmaz. O şey değerli ise, eski de olsa değerlidir, yeni de olsa değerlidir. Onun için onlar atalardan kaldı ise bir hikmeti vardır mantığıyla hareket ettiler. Oysa yeni gördükleri aslında insanoğlunun ilk atasına ait imandı ve gök kubbe altında aslında yeni bir şey yok.

Taklit makbul değildir. Taklit glade kökünden gelir. Glade iki manaya gelir hem zincir ve yular, hem de gerdanlık. Taklidin iyisi gerdanlığa benzer. Kötüsü yulara. Fakat iyi taklit bile sadece geçici bir süre ruhsat olarak kullanılabilir. Bunu ifade eden büyük imamlarımızın her birinden taklit aleyhine söz gelmiştir bize kadar.

Mesela büyük imam Ebu Hanife, İmamı azam der ki; Benden değil, benim aldığım yerden alın. Yine büyük imam; İmam Şafi der ki; eğer benim içtihadımı re’ yimi görüşümü Kur’an ve sünnet’e aykırı buluyorsanız fadrıbu bi kelami ardal haid. Kaldırın sözümü duvara çalın der. Bütün büyük otoritelerden taklidin aleyhine böyle sözler görmüşüzdür. Dolayısıyla burada Kur’an ın tahkike çağırması kadar doğal bir şey olamaz. Kur’an kendisini takip eden, inşa ettiği her akla, taklidi imana değil, tahkiki imana yönlendirir.

kalu inna Bima ürsiltüm Bihi kâfirun cevapları şu oldu sizinle, kime? Geçmişte gönderilen peygamberler öyle deyince onlara şöyle cevap verdiler. Sizinle gönderildiğini iddia ettiğiniz şeylerin gerçekliğini kabul etmiyoruz, reddediyoruz dediler.


25-) Fentekamna minhum fenzur keyfe kâne akıbetül mükezzibiyn;

Bunun üzerine onlardan intikam aldık... Yalanlayanların sonu nasıl oldu bir bak! (A.Hulusi)

25 - Onun üzerine biz de onlardan intikamını aldık da bak o tekzip edenlerin akıbeti nasıl oldu? (Elmalı)


Fentekamna minhum bizde onların yaptıklarının acısını kendilerine tattırdık. fenzur keyfe kâne akıbetül mükezzibiyn bakın işte hakikati yalanlayanların sonu ne olurmuş görün. Yani hep kafirlerin sonu birbirlerine benzedi. Siz de inkar ederseniz sonunuz onlara benzer.


26-) Ve iz kale İbrahiymü liebiyhi ve kavmihi inneniy beraün mimma ta'budun;

Hani İbrahim babasına ve kavmine dedi ki: "Muhakkak ki ben tapındıklarınızdan berîyim." (A.Hulusi)

26 - Bir vakit da İbrahim babasına ve kavmine dedi: haberiniz olsun ben o sizin taptıklarınızdan biriyim. (Elmalı)


Ve iz kale İbrahiymü liebiyhi ve kavmihi hani İbrahim babasına ve kavmine demişti ki; Özellikle babası zikrediliyor. Özellikle babasına ve kavmine. Aslında kavmine derken babasına da demişti. Ama ayrıca babasını zikretmesi atalar yolunu kendisine din edinenlere; İbrahim de sizin atanız, onu model alsanıza. İbrahim’i model alırsanız atalarınızın inancını sorgulamanız gerekir İbrahim gibi, onu yapmıyorsunuz değil mi diye zımnen tarizde bulunuyor.

inneniy beraün mimma ta'budun bir okunuşta beriun bakın sizin taptıklarınıza, uğruna ibadet ettiklerinize, ilah bildiklerinize tapmak benden fersah fersah uzak olsun. Yani beraün kelimesinin mübalağa yapısından kaynaklanan anlamın cümleye katkısı bu. Fersah fersah uzak olsun dedi.

Kur’an muhataplarını yine suçüstü yakaladı.

1 – İlle de atalar dini ise niçin İbrahim’im dini değil, o da sizin atanız.

2 – Eğer samimi olsaydınız en büyük atanızı örnek alır, model alırdınız. İbrahim gibi babanızın inancını sorgulamakla işe başlardınız, ama samimi değilsiniz. Bu iki şeyi söylüyor.


27-) İllelleziy fetareniy feinneHU seyehdiyn;

"Beni (fıtratımla - varoluş programımla) yaratan müstesna! Kesinlikle, beni hakikate erdirecek O'dur!" (A.Hulusi)

27 - O beni yaratandan başka, zira odur ki beni irdirecektir. (Elmalı)


İllelleziy fetareniy yalnız beni yaratan hariç. İbrahim’in sözü devam ediyor. Bu şu anlamı veriyor bize her pagan toplumda, putperest toplumda bile bir büyük tanrı, tanrılar tanrısı inancı vardır. Hz. İbrahim’in toplumunda da böyle tanrılar tanrısı, bir büyük tanrı olduğunu buradan anlıyoruz. feinneHU seyehdiyn zaten beni doğru yola iletecek olan da O’dur.


28-) Ve ce'aleha kelimeten bakıyeten fiy akıbihi leallehüm yerci'un;

Bu sözünü kendinden sonra gelecekler için kalıcı bir fikir olarak oluşturdu, belki o gerçeğe dönerler diye. (A.Hulusi)

28 - Ve onu ardında (zürriyetin de) kalan bir kelime yaptı gerek ki rücu' edeler. (Elmalı)


Ve ce'aleha kelimeten bakıyeten fiy akıbihi leallehüm yerci'un Bunu ardından gelenler arasında baki kılacak bir söz olarak söyledi. Bunu arkadan gelenlerin tamamında gök kubbede baki kalacak bir söze dönüştü. Bunun için söyledi. Belki bu Hakk söze dönerler diye. Yani ayetin sonu leallehüm yerci'un insanlar sapmaya kalkarlar, daha sonra, fakat bunu hatırlarlar da belki bu söze dönerler diye.


29-) Bel metta'tü haülai ve abaehüm hatta caehümül Hakku ve Rasûlün mubiyn;

Bunları ve onların atalarını, kendilerine Hak ve apaçık bir Rasûl gelinceye kadar dünyadan yararlandırdım. (A.Hulusi)

29 - Fakat şunları ve atalarını ta kendilerine Hakk ve bir Resulü mübîn gelinciye kadar müstefit edip yaşattım. (Elmalı)


Bel ama nerede..! metta'tü haülai ve abaehüm hatta caehümül Hakku ve Rasûlün mubiyn ben işte şunların ve atalarının hakikat ve onu apaçık ortaya koyan bir elçi gelinceye kadar safa sürmelerine izin verdim.

Fetrete bir atıf gibi geldi bu ayet. Daha derinde dünya nimetlerine boğulmuş olmak tek başına sevinilecek bir olay değil nüktesini veriyor. İşte bunları da bu arada nimete boğdum. Nimete boğulmuş bir hayat ile bu güne kadar geldiler. İlk inkarcı muhataplardan söz ediyor.


30-) Ve lemma caehümül Hakku kalu hazâ sıhrun ve inna Bihi kâfirun;

Hak onlara geldiğindeyse dediler: "Bu bir büyüdür... Biz Onu kabul etmeyiz!" (A.Hulusi)

30 - Yaşattım da kendilerine Hakk gelince «bu bir sihirdir, biz buna inanmayız» dediler. (Elmalı)


Ve lemma caehümül Hakku kalu hazâ sıhrun ve inna Bihi kâfirun ama hakikat ayaklarına kadar gelince ne yaptılar; Şöyle dediler; Bu bir sihirdir, biz bunu kesinlikle reddediyoruz dediler. Yani uzun yüz yıllar boyunca nimetin içinde yaşadılar ve bir de hakikat ayaklarına kadar geldi, ama bu kez de iftira ettiler. Bu bir sihirdir dediler. Yani karşılaştıkları olayın olağanüstü tabiatını aslında fark ettiler. Yani olağan üstü bir vahiy ile karşılaştıklarını kendileri de biliyorlardı. Sıradan bir söz değildi peygamberlerin kendilerine tebliğ ettiği, bunu fark etmelerine rağmen bu olağan üstülüğü Allah’a atfetmek yerine sihre atfettiler, sihirdir dediler. Ve daha ne dediler?


Devam ediyor E sayfasına geçiniz.
       154. videoyu toplu olarak BURADA bulabilirsiniz.

26 Haziran 2013 Çarşamba

İslamoğlu Tef. Ders. ZUHRUF (14 - 20) (154-C)



B sayfasından devam

14-) Ve innâ ilâ Rabbinâ le münkalibûn;

"Doğrusu biz (sürekli dönüşerek) Rabbimize ereceğiz!" (A.Hulusi)

14 - Ve her halde biz dönüp dolaşıp rabbimize varacağız. (Elmalı)


Ve innâ ilâ Rabbinâ le münkalibûn ve şu kesin ki biz elbette rabbimize döneceğiz. Biraz önceki duanın devamı aslında. Biz rabbimize döneceğiz, bakınız bir yerden bir yere yola çıkıyorsunuz, aslında dünyevi bir iş yaptığınız, bindiğiniz de dünyevi bir araç ama hemen aklınıza gelen, yani Müslüman olmuş bir aklın nasıl çalışması gerektiğini öğretiyor. İşte vahyin inşası bu, ilahi inşa bu. Tasavvur inşa ediyor.

Yolculuk mu var, her yolculuk size ebedi yolculuğu hatırlatmalı. Her dünyevi yolculuk, hayatın bir yolculuk olduğunu hatırlatmalı ve bu ömrün de bütünüyle yolcu olan insana verilmiş bir kredi olduğunu hatırlatmalı. Yani ey insan sen yolcusun yolun sahibi yolun sonunda değil ey insan yolun sahibidir o, yolun sonunda değildir. Dolayısıyla aramakla bulunmaz, fakat bulanlar arayanlardır. Yürümekle varılmaz lakin varanlar yürüyenlerdir. Her yolculuk sana ebedi yolculuğu hatırlatmalı ey insan. O zaman o akla Müslüman akıl denir. İşte zikir budur. Zikir insanın hatırından Allah’ın hiç çıkmamasıdır.


15-) Ve ce'alu leHU min ıbadiHİ cüz'a* innel İnsane lekefurun mubiyn;

O'na, O'nun kullarından bir cüz kıldılar (Ahad üs Samed oluşunu inkâr ile onu cüzlerden oluşmuş kabul ederek çocuğu olduğunu ileri sürdüler). Muhakkak ki insan apaçık bir nankördür! (A.Hulusi)

15 - Öyle iken tuttular kullarından ona bir cüz tasladılar, hakikat insan çok nankör, açık bir küfürbazdır. (Elmalı)


Ve ce'alu leHU min ıbadiHİ cüz'an ama kalkarlar kullarımdan birilerini O’ndan bir parçaymış gibi telakki ederler. Veya O’nun uluhiyetinden bir parçayı, O’nun bazı yaratıklarına yakıştırırlar. İki şekilde de anlaşılabilir.

innel İnsane lekefurun mubiyn Şu bir gerçek ki bunu yapan bir insan gerçekten de çok açık bir nankörlüğe sapmıştır.

Lekefurun mubıyn; İlginizi çekmedi mi? Surenin girişinde de Vel Kitabil mubiyn vardı. Kefurun mubıyn – Kitabil mubıyn. Açık nankörlük, ayan açık kitab. Kitabil mubiyn i inkar eden bir insan sıradan bir nankörlük yapmış olmaz. Kitabin mubiyn; özünde açık ve açıklayıcı bir kitaptı değil mi. Dolayısıyla böyle bir vahyi inkar ederse o sadece sıradan kefur, nankör olmaz, kefurun mubiyn olur. Yani katmerli nankör olur. Böyle anlayacağız.


16-) Emittehaze mimma yahlüku benatin ve asfâküm Bil beniyn;

Yoksa yarattıklarından kızlar edindi de erkek çocukları size mi bıraktı? (A.Hulusi)

16 - Yoksa o, yaratıp durduğu mahlûklarından kendine kızlar edindi de oğullarla imtiyazı size mi verdi? (Elmalı)


Emittehaze mimma yahlüku benatin ve asfâküm Bil beniyn yoksa O, yarattıklarından kız olanları kendisine, erkek olanları da size mi bıraktı?

Kur’an burada cinsiyete ilişkin bir hükümde ve tercihte bulunmuyor, asla. Sadece cinsiyet ayrımcılığına dayalı müşrik aklı suçüstü yakalıyor. Evet cürmü meşhut halinde yakalıyor. Suçüstü ediyor onları. Hani Elekümüzzekeru ve lehül ünsâ. (Necm/21) öyle diyordu ya; Kızlar O’na, erkekler size ha? Tilke izen kısmetun dıyza. (Necm/22) o halde bu nasıl bir taksimat, bu nasıl bir adalet.

Aslında burada da söylenen aynı şey. Kur’an; Kız ya da erkek olmayı övünmek ya da dövünme vesilesi bilmiyor. Ama muhatabın aklının nasıl ters çalıştığını gösteriyor. Allah’a inandığınızı söylüyorsunuz, Allah’ın en büyük tanrı olduğuna inandığınızı söylüyorsunuz, fakat sevmediğinizi Allah’a veriyorsunuz. Yani tam bir kabil kompleksi. Devam ediyoruz;


17-) Ve izâ büşşira ehadühüm Bima darebe lirRahmâni meselen zalle vechuhu müsvedden ve hüve kezıym;

Onlardan biri Rahmân'a nispet ettiği kızlar ile müjdelendiğinde, dertlenip yüzü simsiyah kesilir! (A.Hulusi)

17 - Halbuki içlerinden biri o Rahmana fırlattığı mesel ile kendisi tebşir kılındığı vakit yüzü simsiyah oluyor da kederinden yutkunup yutkunup dolukuyor. (Elmalı)


Ve izâ büşşira ehadühüm Bima darebe lirRahmâni meselen zalle vechuhu müsvedden ve hüve kezıym evet Ayete bakınız ayete dostlar. Ama onlardan birine, rahmana layık kız çocuğu müjdelenince hemen yüzü kapkara kesilir ve içi öfke ile karışık bir hüzün dolar. İçini öfke ile karışık bir hüzün kaplar.

Benzer bir ayet Nahl/58. ayeti. Kabil kompleksi dedim değil mi. Yani sahip olduğunun en kötüsünü Allah’a layık görmek. Sahip olduğu en değersizi Allah’a ayırmak. Tam bir Kabil kompleksi. Aslında değersiz olduğu için değil, değersiz gördüğünü, yoksa Allah katında değersiz değil. Ama kendisi değersiz görüyor. İşte bu suçüstü yakalanma hali.


18-) Evemen yüneşşeü fiyl hılyeti ve huve fiyl hısami ğayru mubiyn;

Yoksa süs içinde yetiştirilen ve tartışmada beyan gücü olmayan diye değerlendirdiğinizi (kız çocukları) mi (Allâh'a yakıştırıyorsunuz)! (A.Hulusi)

18 - Ya o ziynet içinde yetiştirilecek de muhasamaya (Muhalefet) gelince beceremeyecek olanı öyle mi? (Elmalı)


Evemen yüneşşeü fiyl hılyeti ve huve fiyl hısami ğayru mubiyn ne der, ne? Süs püs içinde yetiştirilmekten başka bir işe yaramayan biri daha mı. Yani süslenip püslenmekten başka bir işe yaramaz kız çocuğu der. Aynı zamanda cinsiyet ayırımcılığına bakışlarını da sorguluyor Kur’an. Böyle der ve kendini belli belirsiz bir çatışmanın fiyl hısami ğayru mubiyn belli belirsiz bir iç çatışmanın içinde bulur. Yüreğinde gelgitler oluşur, dehşetli bir çatışma içinde bulur. Yani ne yapsın mı, tutsun mu bir başka ayette ifade buyrulduğu gibi. Yani yanında alı mı koysun yoksa götürüp diri diri gömsün mü.

Neden? Neden böyle yapar bu akıl? İşte aslında bize bunu veriyor Kur’an. Müşrik aklın çalışma biçimini sorgulamamızı istiyor. Soyut düşünmekten aciz bedevi aklın işte durumu bu. Nedir bu durum? Bedevi akıl estetiği para etmediği için değer saymaz, güzelliği. Onun içinde süs püs içinde güzelleşmekten başka bir işe yaramayan diyor. O fiili ve fiziki olarak ne getirdiğine bakıyor. Erkek savaşır, kız savaşmaz. Ama kendisi de bir kadından doğmuştu onu unutuyor. Unutuyor eğer babası da ölen annesine yapsaydı kendisi doğmazdı. Onu unutuyor.

İşte böyle yani hayatının içinde güzelliğe yer yok. Çünkü güzellik peşin para getirmiyor onun dünyasında, bedevi dünyasında. Onun içinde kız doğunca yüzü kapkara kesiliyor ve içinde belli belirsiz öfke ile karışık duygular oluşuyor. Kime bu öfke? Kimse kendisi tercih etmediğine göre, Allah verdiğine göre elbette ki Allah’a öfke.

Peki yoksa bunlar aslında Kabil kompleksine kapılmaları yani melekleri Allah’ın kızları kabul etmelerinin ta temelinde, kendilerine kız çocuğu veren Allah’tan öç almaya mı kalkıyorlar. Galibe böyle bir şey olsa gerek. Madem kız veriyorsun biz de sana ulaşacak vesilelere dişilik yakıştırırız demeye getiriyorlar.


 19-) Ve ce'alül Melaiketelleziyne hüm 'ıbadur Rahmâni inasâ* eşehidu halkahüm* setüktebü şehadetühüm ve yüs'elun;

Onlar Rahmân'ın kulları olan melekleri dişiler olarak tanımladılar! Onların yaratılışına şahit miydiler? Onların (bu) şahitlikleri yazıldı; sorgulanacaklar! (A.Hulusi)

19 - Rahmanın kulları olan Melâikeyi de dişi yaptılar, yaradılışlarına şahit mi idiler? Şahadetleri yazılacak ve sorguya çekilecekler. (Elmalı)


Ve ce'alül Melaiketelleziyne hüm 'ıbadur Rahmâni inasân Onlar rahman tarafından yaratılmış varlıklar olan melekleri dişi olarak tasavvur ettiler.

Evet, çünkü soyut düşünmekten uzaktılar değil mi. Nûranî ve Ruhanî varlıklar olan meleklere cinsel kimlik yakıştırdılar. Oysa bırakın melekleri,, insan ruhunun cinselliği yoktur. İnsan ruhunun cinsiyeti yoktur. Ruhun cinsiyeti olmaz. Cinsiyet sadece bedene ilişkindir. Ruha ilişkin bir şey değildir. Dolayısıyla ruhun yoksa meleğin nasıl cinsiyeti olsun. Nûranî varlıkların nasıl cinsiyeti olur. Ama onlar soyut düşünemedikleri için soyut varlıkları bile somut dünyalarına indirgiyorlar. İndirgemeci bir mantıkla düşünüyorlar.

eşehidu halkahüm yoksa onların yaratılışına şahit mi oldular setüktebü şehadetühüm ve yüs'elun onların bu yalancı şahitlikleri kaydedilecek ve bundan dolayı elbet sorgulanacaklar.


20-) Ve kalu lev şaerRahmânu ma 'abednahüm* ma lehüm Bi zâlike min ılm* in hüm illâ yahrusun;

Dediler ki: "Eğer Rahmân dileseydi onlara kulluk yapmazdık"... Bununla ilgili onların bir ilmi (delilleri, yakînleri) yoktur... Onlar ancak tahmin üzere konuşup saçmalıyorlar. (A.Hulusi)

20 - Bir de dediler ki Rahman dilese idi biz onlara tapmazdık, bu babda onların bir ilimleri yoktur sâde atıyorlar. (Elmalı)


Ve kalu lev şaerRahmânu ma 'abednahüm bir de onlar Rahman dilemeseydi biz asla şirk koşmazdık. Asla onlara tapmazdık dediler.

Evet üzerinde durulması gereken bir tavır bu. Müşriklerin kader inancına dikkat edin. Şöyle diyorlar. Eğer O sonsuz rahmet sahibi istemeseydi biz O’na şirk koştuğumuz bu putlara tapmazdık. Yani onun meleklerinin simgesi ve sembolü ilan ettiğimiz bu şeylere tapmazdık.

Allah’a iftira ediyorlar. Yani vermeyi dilemeseydi, dilemeyi vermezdi. Bunu görmezden geliyorlar. İrade dahiline giren her hususta insanın kaderi seçmektir sevgili dostlar. İnsan iradesinin dahiline giren her hususta kaderi seçmektir. Allah’ın izin vermesi ile razı olması arasında ki fark işin sırrıdır. Allah’ın izin verdiği her şeyden razı olduğunu düşünmek, Allah’ı da iradeyi de anlamamak demektir. Zaten Allah’ın insana irade vermesi, izin vermesidir. Fakat verdiği iradeyi nerede kullanacağınıza imtihan etmesi bu işin sırrıdır. Yaratılışın sırrıdır. Zaten eğer irade kötüyü işlemeye mezun olmasaydı, iyiyi tercih etmesine ödül olmazdı. O zaman iradeye ne gerek vardı ki. İyiyi otomatiğe bağlamak yeterdi, iradeye gerek yoktu. İradenin bizatihi var olması için en az iki alternatif gerek. Yani iyinin karşısında kötü yoksa eğer, iradeye de gerek yoktur.

Dolayısıyla hem iradeyi yaratsın, hem de kötüye izin vermesin diyorsanız, işe yaramayacak bir şeyi yaratmış olur Allah. Allah batılla iştigal etmez, bu batıldır. Allah amaçsız bir şey yapmaz. Dolayısıyla iradeyi yaratmışsa onun iki tercih hakkını da yaratmalıdır, izin vermelidir. İşte bu noktada;

 Ve kulil Hakku min Rabbiküm.. (Kehf/29) De ki Hakk rabbinizdendir, gerçek rabbinizden gelmiştir. femen şâe felyu'min ve men şâe felyekfür. (Kehf/29) İsteyen artık iman etsini isteyen de inkar etsin. 18. surenin 89. ayeti (Hayır 29 olacak) açıkça söylüyor ki başka ayetlerde var.

Yine mesela Ve ma teşâune illâ en yeşâAllâhu Rabbül'alemiyn. (Tekviyr/29) nasıl anlayacağız. Allah dilemeden, Alemlerin rabbi olan Allah dilemeden siz hiçbir şey dileyemezsiniz. Evet, doğru, Zaten Alla dilediği için iradeyi verdi. Allah’ın dilemesi iradeyi vermesidir. Ama Allah diledi, dilemeden hiçbir şeyi dilemezdi, ama diledi. Dilediği içinde iradeyi verdi. Dolayısıyla iradeyi verdi ki iradenin şükrünü eda etsinler. İradenin şükrü doğruyu seçmektir. İradenin küfrü de yanlışı seçmektir.

ma lehüm Bi zâlike min ılm ne ki onlar buna dair bir bilgiye sahip değiller. Yani Allah’a iftira ediyorlar bilmeden. Allah’ın neyi tercih ettiğini gözden kaçırıyorlar. Bilmeden Allah’a iftira ediyorlar.

Bu bilmeden in altında şu da yatıyor olabilir, Allah; Melekler benim aracılarım, bana onlarla yaklaşın mı dedi? böyle bir şey demediği halde bilmeden Allah’a aracılar yakıştırıyorlar. Allah’ın aracıya ihtiyacı yok.

in hüm illâ yahrusun onlar sadece sürü güdüsüyle hareket ediyorlar. Yahrusun daha önce de lügavi tahlilini ayrıntılı olarak yaptığımı hatırlıyorum, tam açılımı sürü güdüsüyle, koyun sürüsü gibi iç güdüyle hareket etmek anlamına gelir. Güdü ile hareket ediyorlar, akılla değil. Neden? Güdü ile hareket ediyorlar? İşte bu:


Devam ediyor D sayfasına geçiniz.
      154. videoyu toplu olarak BURADA bulabilirsiniz.