30 Aralık 2010 Perşembe

İslamoğlu Tef. Ders. Bakara (234-248) (17)

“Euzübillahimineşşeytanirracim.”

“Bismillahirrahmanirrahim”


Sevgili dostlar dersimize bakara suresinin 234. ayeti ile devam ediyoruz.

234-) Velleziyne yüteveffevne minküm ve yezerûne ezvâcen yeterebbasne Bi enfüsihinne erbeate eşhürin ve aşra* feizâ belağne ecelehünne felâ cünâha aleyküm fiymâ fealne fiy enfüsihinne Bil ma'rûf* vAllâhu Bi mâ ta'melûne Habiyr;

İçinizden vefat edip de geride eşler bırakan kimselerin hanımları, kendi başlarına dört ay on gün beklerler. İddet (bekleme) sürelerini bitirdikleri zaman, artık kendileri hakkında meşru bir şekilde yapacakları hareketten size bir günah yoktur. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.(e.m.)

Sizden vefat edenlerin geriye bıraktıkları eşleri dört ay on gün beklerler (yeniden evlenmek isterlerse). Sürenin sonunda onların örfe göre yaptıkları davranışta (başkasıyla evlenmesinde) bir suç yoktur. Allâh tüm yaptıklarınızın oluşturucusu olarak Habiyr'dir. (A.Hulusi)

Velleziyne yüteveffevne minküm ve yezerûne ezvâcen yeterebbasne Bi enfüsihinne erbeate eşhürin ve aşra İçinizden vefat edipte geride eşler bırakan kimselerin eşleri yeterebbasne Bi enfüsihinne kendilerini gözetlesinler. Ne kadar? erbeate eşhürin ve aşra 4 ay 10 gün kendilerini gözetlesinler.

Tabii böyle bir ayet-i Kerimeyi anlamamız için sadece ne dediğini bilmemiz yetmez. Ne demek istediğini de bilmemiz lazım. Bir söz sadece kelimelerinden müteşekkil değildir. O sözün bir de arka planında söylenmek istenilen bir hakikat vardır. Onunla birlikte düşünüldüğünde sözler anlam kazanırlar. Kendi bütünlüğü içinde anlaşılırlar ve bağlamına göre yorumlanırlar. İşte bu ayetin de gerçek anlamını bilebilmek için öncelikle arka planı bilmek gerekiyor.

Şunu hemen ifade etmeliyim ki geçen dersimizde de işlediğimiz boşanmakla ilgili, özellikle boşanan ailelerde hanım tarafını ilgilendiren bir takım hükümler zikredilmişti. Neden hanım? Oysa ki boşanan ailede bir de erkek var. Kadın, özellikle o dönemde boşanan hanımlar, dul hanımlar hiçbir hakka sahip değildi. Boşanan hanım adeta diri diri öldürülüyordu, ölüme mahkum ediliyordu. Sahipsizdi, kimsesizdi, hiçbir şey verilmiyor, kocasının servetinde hiçbir paya sahip olmuyordu. Bazen çoluk çocuğuyla sokağa terk edilebiliyordu.

Bu ayeti iyi anlamamız için İla bahsinde açıkladığım gibi ila konusunda Araplarda cari olan kötü geleneği hatırlayacaksınız. Bir erkek hanımı yemin ile mevkuf tutuyor, yani mahpus tutuyordu. Ne boşuyor, ne bir başkası alabiliyordu. Ne de onu hanım olarak onunla birlikte oluyordu. Yani o iki arada bir derede dedikleri türden kala kalıyordu.

Bu bahiste de, bu ayette de böyle kötü bir geleneğe işaret var, o da şu. Kocası ölen bir hanım bir yıl Arap geleneklerine göre yas tutmak zorunda bırakılıyordu. Yine mahkum ediliyordu. Ne dışarı çıkabiliyor evinden, ne süslenebiliyor, hatta ona dünürcü bile gelemiyordu. Bir başkasıyla evlenemiyordu. Çünkü gelenekler bunu yasaklıyordu. Gelenekler kadını mahkum ediyordu.

İşte kadının bu mahkumiyetine son vermek için Kur’an yeni bir hüküm getiriyordu. O da kocası vefat etmiş bir kadın hiçbir zaman bir başkasının mahkumu değildir. Özgürce karar verebilir. Onun özgürce karar vermesinin önüne kimse geçemez. Onun bekleme süresi sadece ve sadece 4 ay 10 gündür.

Neden bu müddet? Bu müddetin hikmeti nedir? O da bir nesil kargaşası olmasın içindir. Çünkü bu süre zarfında o günün şartlarında hamile olup olmadığı bilinememektedir. Herkes tarafından görülecek bir süredir bu. Onun içinde 4 ay 10 gün vefat eden kocasından eğer bir çocuk sahibi olmuşsa bu süre içerisinde elbette bu çevresi tarafından görülüp bilinecek ve çocuğun babası belli olacaktı. Bir nesil kargaşası ortaya çıkmaması için bu süre konulmuş oluyordu.

feizâ belağne ecelehünne felâ cünâha aleyküm fiymâ fealne fiy enfüsihinne Bil ma'rûf Belirlenen sürenin sonuna ulaşıldığında o kadınların yani kocası vefat eden ve dul kalan kadınların kendileri hakkında verecekleri kararı, herhangi bir kararı yerine getirmelerinde, meşru olarak yerine getirmelerinde sizin için herhangi bir günah yoktur. Size bir vebal yoktur.

İşte biraz önce vurguladığım insanın karar verme özgürlüğüne Kur’an ın saygısını görüyoruz. Bir kadının, kocası vefat etmiş dul kalmış bir kadının kendi geleceği hakkında karar verme hakkını Kur’an ona teslim ediyor. Tabii bunu teslim ettiği tarihte kadınlar, özellikle dul kalan kadınlar adeta toplum içerisinde diri bir ölüden farksız, yaşayan bir ölüden farksız hale geliyordu. Onu düşündüğünüzde Kur’an ın medeni olarak ne büyük bir devrim yaptığını anlarsınız. Medeni hukukta cidden bundan 1400 yıl öncesinin şartlarında bu kurallar bir devrim sayılmalı.

Neden devrim sayılmalı? Çünkü bu kurallar o dönemdeki hem erkek egemenliğine yöneltilmiş bir tehdit, hem de o dönemde cari olan sistemin temeline konulmuş bir dinamittir. O gün erkek merkezli, erkek egemen toplum aynı zamanda kadını mahkum ve mahpus ederek kendi zevkinin, kendi neş’esinin, kendi basit duygu ve tutkularının esiri olarak kullanıyor. Kadını kendisi ile eşit bir varlık olarak algılayamıyor.

İşte Kur’an ın asıl yaptığı devrim budur. Onun için de kadını erkeğe, seninle eşit bir varlıktır, sen nasıl haklara sahipsen, o da öyle haklara sahiptir duygusunu vermeye çalışıyor. Burada bir kadının kendi lehinde alacağı meşru kararlarda kimsenin engel olamayacağı söyleniyor.

Bil ma'rûf deniliyor. Bu Bil ma'rûf makul ve meşru manasına gelir. Bir kadın kendisi için eğer makul ve meşru olan bir karar veriyorsa buna velisi de dahil kimse engel olamaz.

vAllâhu Bi mâ ta'melûne Habiyr; ve ayet bu cümle ile bitiyor. Allah iyi bilin ki, veya çünkü, veya zira Allah yaptığınız her bir şeyden haberdardır.

Tabii ki bu son cümlenin muhatabı hem kadınlardır. Hem kadınlara engel olan velilerdir ve hem de kocalardır. Eğer kocalar vefat etmeden önce kadınlarına; Ben ölürsem evlenmeyeceğine yemin et..! Gibi bir şey söylüyorlarsa, ki o günde mümkündü, bugün de doğru bir şey yapmış olmazlar bu ayete göre. Ama eğer aralarındaki sevgi bağı kıyamete kadar sürsün ve kimseyi bu bağa sokmayalım. Bu bağı kimse ile kesmeyelim diyorlarsa bu tamamen kendi özgür iradeleri ile veya hanımın, dul kalan eşin kendi özgür iradesi ile vereceği bir karar olmalıdır. Daha önce kocanın maddi ya da manevi baskısıyla alınan bir söz ya da ettirilen bir yemine dayalı olmamalıdır. Eğer böyle bir şey varsa Allah bundan haberdardır deniliyor.

235-) Ve lâ cünâha aleyküm fiymâ 'arradtüm Bihî min hıtbetin nisâi ev eknentüm fiy enfüsiküm* alimAllâhu enneküm setezkürûnehünne ve lâkin la tüvâ'ıdûhünne sirran illâ en tekulû kavlen ma'rûfa* ve lâ ta'zimû ukdeten nikâhı hattâ yeblüğal Kitâbu eceleh* va'lemu ennAllâhe ya'lemu mâ fiy enfüsiküm fahzerûh* va'lemû ennAllâhe Ğafûr'un Haliym;

Böyle kadınlara evlenme isteğinizi üstü kapalı biçimde çıtlatmanızda veya gönlünüzde tutmanızda size bir vebal yoktur. Allah biliyor ki siz onları mutlaka anacaksınız. Fakat meşru bir söz söylemekten başka bir şekilde kendileriyle gizlice sözleşmeyin. Farz olan iddet sona erinceye kadar da nikâh akdine azmetmeyin (kesin karar vermeyin). Bilin ki Allah gönlünüzdekini bilir. Öyle ise O'nun azabından sakının. Yine bilin ki Allah çok bağışlayıcıdır, çok yumuşaktır. (e.m.)

(Bekleme sürecindeki) kadınlara evlenme isteğinizi hissettirmenizde veya içinizde saklamanızda bir suç yoktur. Allâh bilir ki sizin onlara meyliniz olacaktır. Fakat örf dışında, gizlice beraberliğe yeltenmeyin. Bekleme süresi doluncaya kadar nikâh bağını kurmayın. Bilin ki Allâh bilinçlerinizdekini bilir; bundan dolayı O'ndan sakının. Bilin ki Allâh Ğafûr'dur, Haliym'dir. (A.Hulusi)

Ve lâ cünâha aleyküm fiymâ 'arradtüm Bihî min hıtbetin nisâi Böylesi kadınlar ki toplumsal bir olgudur bu boşanma,

- Boşanma Allah’ın en sevmediği helaldir..! Buyuruyor Resulallah efendimiz.

Ama vakıadır. Hayatın doğal gerçeklerin İslam yasaklamamıştır, ancak onları müspet yöne kanalize etmiştir. Onları kurallara bağlamıştır. İşte bu kurallardan bir kaçını zikrettikten sonra şimdi böyle bir kadının durumu ne olacak. Boşanmış dul bir hanımın durumu ne olacak. Bu böyle kaka kalacak mı. Bir çok kadim medeniyette olduğu gibi, örneğin kocası vefat eden kadını eski Hint’te kocası ile birlikte gömerlerdi. Çok ilginç.

Ve bu, biliyor musunuz, bu yy.da kaldırılmaya çalışılıyor, hatta geçen yıl böyle bir olay Hindistan’da yine vuku buldu ve birtakım insan hakları örgütleri ayaklanmıştı bunun üzerine. Düşünün bu güne kadar gelen bir gelenek, diri diri kocasıyla birlikte kocası ölen kadını diri diri mezara gömüyorlar. Evet, böyle bir geleneğin bu güne kadar gelen böyle bir geleneğin bir tarafa konulması durumunda, bundan 1400 yıl önceki dünyada bu ayetlerin ne anlama geldiğini daha iyi anlarsınız diye düşünüyorum.

Ve lâ cünâha aleyküm fiymâ 'arradtüm Bihî min hıtbetin nisâi Böyle bir durumda sizin için bu tür kadınlara evlenme teklif etmenizde, yani, evlenme teklifi demeyelim buna. Çünkü fiymâ 'arradtüm Bihî min hıtbetin nisâi buyuruluyor. Evlenme ima etmenizde. Benimle evlenir misin demeyi uygun bulmuyor Kur’an böyle bir durumda. Kocası ölmüş, iddet bitmemiş ne yapabilir? Ben evlenmeyi düşünüyorum diyebilir. İma edebilir. Ama teklif edemez. İma eder. Onun için ima etmenizde bir beis yoktur diyor bir mahsur yok.

ev eknentüm fiy enfüsiküm ya da böyle bir durumdaki hanıma karşı içinizde onunla evlenme isteği duymanızda bir beis yok. Yani bunu içinizde gizlemenizde bir beis yok. Sizin için herhangi bir günah yok bu konuda. alimAllâhu enneküm setezkürûnehünne Allah iyi biliyordu, sizin gelecekte ona evlenme teklif edeceğinizi Allah çok iyi biliyordu. Onun için Allah biliyor, bunu içinizde gizlemenizde, ya da ona ima etmenizde size herhangi bir günah yok.

ve lâkin la tüvâ'ıdûhünne sirran illâ en tekulû kavlen ma'rûfa Duygularınızı gizlice açmak yerine, yine de onlarla meşru yöntemlerle konuşun.

Kur’an ın sosyal ilişkilerde getirdiği o harika ilkelere bakın. Medeni ilkelere bakın. En medeni ilişkiler nasıl olur? Oradan yola çıkarak Kur’an ın bu getirdiği ilkeyi tartın. Göreceksiniz ki gerçekten de ilişkinin en saf, en sade, en temizi nasılsa onu teklif ediyor Kur’an. İçten pazarlık yapmayın, bir takım dil oyunlarına sapmayın, yanlış anlaşılacak bir takım yollar denemeyin. Etraf ve çevrede belki size laf gelmez ama evlenme teklif ettiğiniz insanın da şeref ve haysiyetini düşünün. Onun için de bir takım yer oyunlarıyla değil, medeni insanlar gibi yapın bu işi. Eğer samimi iseniz. Nasıl yapın?

ve lâkin la tüvâ'ıdûhünne sirran illâ en tekulû kavlen ma'rûfa Yine de duygularınızı gizlice açmak yerine onlarla meşru yöntemlerle konuşun. Diyaloga geçin.

ve lâ ta'zimû ukdeten nikâhı hattâ yeblüğal Kitâbu eceleh Yazılı olan belirlenen süre doluncaya kadar onlarla nikah bağını kesinlikle bağlamayın. Düğümlemeyin. Yani son sözü söylemeyin bu süre doluncaya kadar.

va'lemu ennAllâhe ya'lemu mâ fiy enfüsiküm fahzerûh ve şunu hiç unutmayın ki Allah içinizde ne taşıyorsanız onu çok iyi bilir. Kalbinizden geçirdiklerinizi. İyi bilir. Fahzerûh o halde O’ndan sakının.

va'lemû ennAllâhe Ğafûr'un Haliym; Ve yine iyi bilin ki, yani Allah sizin içinizden bir şeyler geçireceğinizi yine de biliyor. Yani içinizin dürüst durmayacağını biliyor. Onun için yine iyi bilmeniz gereken bir şey var bu noktada o da Allah’ın bağışlayan bir Allah olduğu ve haliym bir Allah olduğunu. va'lemû ennAllâhe Ğafûr'un Haliym; yani cezalandırmakta acele etmeyen, süre tanıyan, kuluna mümkün olduğu kadar yumuşak davranan, hoş görülü davranan bir Allah olduğunu hiç aklınızdan çıkarmayın.

Yani, şuna bakın, Kur’an ın davet ettiği dengeye bakın. Denge buna derim işte. Bi,r tarafta “O halde ondan sakının” diyor Fahzerûh hemen arkasından da yine unutmamanız gereken bir şey Allah’ın affedici ve cezalandırmakta acele etmeyen bir Allah olduğudur. beynel havfi vel reca Korku ile ümit arasında. İnsanı bir sarkaç gibi götürüp getiriyor. Ne hep korkutuyor, ne hep umutlandırıyor. Bir korku bir umut. İşte duygunun dengede olması budur.

236-) Lâ cünâha aleyküm in tallaktümün nisâe mâ lem temessûhünne ev tefridû lehünne feriydaten, ve metti'ûhünn* alel mûsi'ı kaderuhû ve alel muktiri kaderuh* metâ'an Bil ma'rûf* Hakkan alel muhsiniyn;

Eğer kadınları, kendilerine dokunmadan veya onlara bir mehir takdir etmeden boşarsanız (bunda) size bir vebal yoktur. Şu kadar ki onlara (mal verip) faydalandırın. Eli geniş olan hâline göre, eli dar olan da haline göre ve güzellikle faydalandırmalıdır. Bu, iyilik yapanlar üzerine bir borçtur.(e.m.)

Eğer kendileriyle yatmadan veya mehr tespit etmeden önce boşarsanız size bir suç yoktur. Onları faydalandırın. İmkânları geniş olan, kapasitesince, imkânları dar olan da kendi ölçüsünde örfte olduğu üzere faydalandırmalıdır (boşanan eşlerini). İhsan ediciler üzerine bir görevdir bu. (A.Hulusi)

Lâ cünâha aleyküm in tallaktümün nisâe mâ lem temessûhünne ev tefridû lehünne feriydaten, Yine sizin üzerinize kendilerine henüz dokunmadığınız, ya da bir mehir tespit etmediğiniz kadınları boşamanızda bir günah yoktur. Bir vebal yoktur.

Şimdi yeni bir konuya girdik. Aynı konunun yeni bir varyantı. Yukarıdan itibaren boşanmış hanımların, farklı farklı durumda olanların hükümlerini zikrediyor Kur’an. Burada da gerdeğe girilmemiş ve kendilerine bir mehir tespit edilmemiş hanımların boşanmasının hükmü nedir diye sorulursa eğer, o sorunun cevabı var.

4 tür seçenek var.

1 – Gerdeğe girilmiş ve mihir tespit edilmiş hanımların boşanmasının hükmü.

2 - Gerdeğe girilmemiş lakin mihir tespit edilmiş hanımların boşanmasının hükmü.

3 - Gerdeğe girilmiş lakin mihir tespit edilmemiş hanımların boşanmasının hükmü ki bu daha sonra gelecek,

4 - Gerdeğe girilmemiş, mihir de tespit edilmemiş ve buna rağmen boşanmış hanımların hükmü.

Bu dört durumun dördünün de cevabı var Kur’an da. İşte burada gerdeğe girilmemiş ve mihir de tespit edilmemiş hanımlar boşanırsa ne lazım gelir. Şimdi devam ediyoruz.

ve metti'ûhünn Burada tamamlayıcı bilgi geldi. Ne ki bu durumda dahi onlara destek olun. Yani onlara bir takım hayati ihtiyaçlarını karşılamak suretiyle destek olunuz.

alel mûsi'ı kaderuhû ve alel muktiri kaderuh Harika bir denge yine. Eli geniş olan elinde ki servet miktarınca versin, eli dar olan da yine gücü yettiği kadar versin. Ona makul bir biçimde destek olun, böyle boşanmış hanımlara. metâ'an Bil ma'rûf makul bir biçimde geçimlik tedarik edin. Geldi;

Hakkan alel muhsiniyn; Bunu yapmak Allah’ı görür gibi iman edenlerin üzerine bir vazifedir, görevdir.

Neden böyle meallendirdim muhsiniyn’i, Çünkü muhsiniyn Resulallah’ın dilindeki anlamı budur. Mel İhsan diye sorulunca Resulallah’ın verdiği cevapta;

- Allah’ı görür gibi ibadet etmendir. Evet,

- En Ta’bu dallahe ke enneke terahu. Feinlemte kün terahü feinnehu yerake. Allah’ı görür gibi kulluk etmen.

Her ne kadar sen onu görmüyorsan da diyor arkasındaki açıklamada O seni görüyor. Bu bilinçle yaşaman, bu bilinçle hareket etmen. Ben de ayetteki muhsiniyn kelimesini peygamberin tefsiri ile açıkladım. Allah’ı görür gibi yaşayanlar ve kulluk edenler üzerine bu bir haktır, vazifedir.

237-) Ve in tallaktümûhünne min kabli en temessûhünne ve kad feradtüm lehünne feriydaten fenısfü ma feradtüm illâ en ya'fûne ev ya'fuvelleziy Bi yedihi ukdetün nikâh* ve en ta'fû akrabu littakvâ* ve lâ tensevül fadle beyneküm* innAllâhe Bi mâ ta'melûne Basıyr;

Eğer onları, kendilerine dokunmadan önce boşar ve mehri de kesmiş bulunursanız, o zaman borç, o kestiğiniz miktarın yarısıdır. Ancak kadınlar veya nikâh akdini elinde bulunduran kimse bağışlarsa başka. Ey erkekler! sizin bağışlamanız ise takvaya daha yakındır. Aranızdaki fazileti unutmayın şüphesiz ki Allah, her ne yaparsanız hakkiyle görür.(e.m.)

Kendilerine bir mehr tayin ettikten sonra, onlarla yatmadan önce boşamışsanız, karar verdiğiniz mehrin yarısını kendilerine verin. Ancak kendileri veya nikâh akdi vekîlleri vazgeçerse bu haktan, o başka. Sizin (mehrin tümünü ona) bağışlamanız ise takvaya daha uygundur. Birbirinize faziletli davranmayı unutmayın. Muhakkak Allâh yaptıklarınızı Basıyr'dir (değerlendirmektedir). (A.Hulusi)

Ve in tallaktümûhünne min kabli en temessûhünne ve kad feradtüm lehünne feriydaten Bir başka şık geldi bu seferde. Boşanmada bir başka şık. Nedir o da; Dokunmadığınız, yani gerdeğe girmediğiniz ve fakat mihirlerini tespit ettiğiniz. Mihirleri tespit edilmiş, lakin gerdek vuku bulmamış, bu halde boşadığınız hanımlara, fenısfü ma feradtüm tespit ettiğiniz mihir bedelinin yarısını veriniz. Evet, tespit edilen mihir bedelinin yarısı, bu durumdaki boşanmış hanımlarındır.

illâ en ya'fûne ev ya'fuvelleziy Bi yedihi ukdetün nikâh Ancak, onların bundan vazgeçmeleri ya da nikah bağını ellerinde tutan kimselerin vazgeçmeleri, bundan müstesna. Yani ya boşanan eşler; Hakkımdan vazgeçiyorum derler ya da nikah bağını elinde tutan kimselerden kasıt herhalde o dönemde yaşı küçük ya da mümeyyiz olmadan evlendirilen kimselerin velileri, vasileri kastedilmekte. O kimselere ifade edilen şey şu; siz de vazgeçebilirsiniz.

Lakin hemen ayetin devamında bir başka tavsiye var. ve en ta'fû akrabu littakvâ Boşayan kimselere sesleniyor.

- Ey boşayanlar, sizin vazgeçmeniz takvaya daha uygundur. Çünkü aslında akdi bozan sizsiniz. Sizin vazgeçmeniz yani fedakarlıkta bulunmanız sorumluluk bilincinize daha uygundur.

ve lâ tensevül fadle beyneküm Birbirinize karşı fedakarlık yapmanız gerektiğini kesinlikle unutmayınız. Çünkü siz boşansanız da iman kardeşisiniz. Unutmayın ki müminler kardeştir ve bu noktada faziletli davranmak, karşınızdakine fedakarca davranmak size düşer. Bunu unutmayın.

innAllâhe Bi mâ ta'melûne Basıyr; Allah yaptığınız her bir şeyi görmektedir.

Medeni hukukun temel problemlerinden biri olan boşanma ile bunca ayet serdedildikten sonra, sanki hiç alakası yokmuş gibi duran bir konuya giriyor Kur’an. Bam başka bir konuya. Aslında bu Kur’an ın üslubudur. Üslubu vardır bunun.

Bu konu namaz konusu. Diyeceksiniz ki boşanma ile ilgili bunca ayetin arasına namazla ilgili böyle iki ayet neden girmiş? Sebebi şu; Hayta, gündelik hayatta yaptığınız her bir işin temelinde şuur olmalı, bilinç olmalı. Yani bir gayesi olmalı. Kulluk bilincinizi hiç aklınızdan çıkarmamalısınız. Eğer amaç aklınızdan çıkarsa, araçları amaçlaştırırsınız. Onun için de Kur’an burada böyle bir konuyu işledikten hemen sonra insanın kulluk bilincini diri tutan en birinci ibadet olan namaza sözü getiriyor. Ve gayeyi hatırlatıyor, hayatın gayesini hatırlatıyor. Hayatın amacını hatırlatıyor.

Yukarıda, hemen bir önceki ayette, tefsir ettiğimiz ayette fedakarlıktan söz edildi değil mi? Vazgeçmekten söz edildi. Karşısındakine ihsanla muamele etmekten söz edildi. Ve Allah yaptıklarınızı görmektedir denildi. İşte herkesin yaptığını bir bir gören Allah’ı karşısında kulun sorumluluğu hatırlatılıyor. Çünkü ibadet, kulun Allah’a karşı acziyyetini itiraftır.

Bu noktada ahlaki ilkeler insanda nasıl yerleşir, ne suretle yerleşir, yani bunu yapmak için, bu fedakarlığı yapmak için nasıl bir insan olmak gerekir ve neye sarılmak gerekir sorusunu sorarsanız; Ey müminler işte size şu yol gösteriyor;

238-) Hafizû ales Salevati ves Salâtil Vüsta ve kumu Lillahi kanitiyn;

Namazlara ve orta namaza devam edin ve Allah için boyun eğerek kalkıp namaza durun.(e.m.)

"Salât"lara (namaz - Allâh'a yöneliş), özellikle orta "salât"a (ikindi - şuurda her an bunu yaşamaya) dikkat edin. Kanitîn (tam teslim olmuşlar) olarak, Allâh için yaşayın. (A.Hulusi)

Hafizû ales Salevati ves Salâtil Vüsta namazlarınıza, özellikle de, en ideal namazı kılmaya özen gösterin. Gayret edin diyor. Aslında bu bir sorunun cevabı. Biraz önce sordum o soruyu. Ya Rabbi ben bu kadar güzel bir ahlaka, fedakarlık yapacak bir ahlaka, benim iken vazgeçebileceğim bir ahlaka, bir şey benim olduğu halde, olsun kardeşimin olsun diyebileceğim güzel bir ahlaka nasıl kavuşurum sorusunu soruyorsanız eğer diyor, ben size cevabını vereyim.

Hafizû ales Salevati ves Salâtil Vüsta Namazlarınıza, özellikle de en ideal namazı kılmaya özen gösterin, gayret edin.

Hafizû fiili müşareket (İkili tarafın da isteğini bildiren fiil) için kullanılır. Mutalla (Yaldızlanmış, yaldızlı.) babındandır. Yani iki taraf arasında kullanılır. Bu bab’tan gelen tüm fiiller iki tarafa ihtiyaç duyar. Peki burada iki taraf mı vardır ki diyeceksiniz..! Evet bir kere namazda iki taraf vardır. Namaz kılan, namaz kılınan. Allah ve kul. Ondan öte bir nüktesi daha var bu müşareket fiilinin. Siz namazı koruyun ki, namaz da sizi korusun. Siz namazı gözetin ki, namaz da sizi gözetsin.

Hafizû fiili dedim müşareket içindir. Mutaale bab’ından gelen fiiller müşareket, isneyn veylinden müşareket içindir yani, mesela katl savaş, karşılıklı bir fiil. Evet. Şarekum ortaklaşın, el birliği yapın gibi. İşte bu Bab’tan gelen fiillerdir bu da. Onun için bunun manası şu olsa gerek dedim; Siz namazı koruyun, namaz da sizi korusun. Siz namaza hürmet edin, siz namazın hakkını verin, namaz da size karşılığını versin.

Daha önce farklı meselelere değinmiştim. Vahiy; Allah’tan kula bir iletişim, ibadet, vahyin kuldan Allah’a geri dönüşü. Adeta vahiy ve ibadet, kulla Allah arasındaki iletişimin süreklilik halidir. Allah’tan kula vahiy biçiminde gelen mesaj, kuldan Allah’a ibadet biçiminde gidiyor. Vahiy Allah’ın kula mesajı, ibadet kulun Allah’a mesajıdır. Vahiy Allah’ın kula haberi, ibadet kulun Allah’a haberidir. İşte adeta bu da işaret ediliyor.

Siz namazı koruyunuz, namaz da sizi korusun. Hatırlayın, hemen hatırlayın Kur’an ın o ifadesini;

“..innes Salâte tenha anil fahşai vel münker..” Ankebut/45

Hiç kuşkusuz namaz insanı kötülüklerden ve aşırılıklardan koyar.

Görüyorsunuz. Yani siz namaza ehem niyet gösterin, namaz da sizi korusun. Karşılıklı namazla çıkar ilişkiniz var. Onun için Hafizû ales Salevati Namazları gözetin. Ki namazlar da sizi gözetsin. ves Salâtil Vüsta özellikle ideal olan namazı gözetin.

Şimdi tabii bu meal de nereden çıktı diyebilirsiniz. Elimizde ki meallerde böyle yazmıyor. Orta namazı yazıyor. İkindi namazı yazıyor. Onlar da kendilerine göre doğru diyebilirim. Ancak benim acizane son ulaştığım en doğru burada kastedilen şey; En ideal namazdır.

Bu ibareyi, Salâtil Vüsta yı ikindi namazı diye tefsir eden bir çok müfessir var. Niçin Çünkü Resulallah’san hadisler gelmiş bu konuda. Özellikle hendek savaşında müşriklere beddua ederken Resulallah;

- Allah onları kahretsin, Onlar bize orta namazını geçirttiler..! Diye beddua etmiş.

Bunu destek olarak gösteren bu görüşteki müfessirler bu Salâtil Vüsta ikindi namazıydı diyorlar. Ancak bu konuda eş-Şevkânî, Neylü'lEvtâr isimli o mükemmel eserinde 18 tane ayrı görüş zikretmiş.

Yine aynı tefsir kitaplarında bu namazın sabah namazı olduğu da geçer ve o konuda da hadisler zikredilir.

Öğle namazı olduğunu söylüyorlar. Çünkü Vüsta nın bir manası orta, en orta demektir. Evsat kelimesinin müennesidir bu Vüsta. Yani ismi tafdilin müennesi böyle gelir. Onun için de en ortada ki..! Şimdi en ortadakinden maksat nedir?

5 vakit namazı düşünenler en ortadaki olarak ikindiyi düşünmüşler.

Ancak günün ortasını, yani günü düşünenler, günün ortasındaki namaz olduğu için öğleyi düşünmüşler.

Rekat olarak orta diyenler olmuş birçok müfessir, onlar da akşam namazı Salâtil Vüsta dır demişler. Çünkü ne 4 ne 2 farzı. 3 olduğu için onlarda akşam namazıdır demişler.

Yatsı namazı diyen görüş var. Onlar da eşit miktarda delilleri.

Sabah namazı diyen var, öğle namazı diyen var, Cuma namazı diyen var, Kurban bayramı namazı diyen var, ramazan bayramı diyen var, gece namazı diyen, vitir namazı diyen var. Yani 18 görüş var.

Tabii ki bendenize göre bunlardan hiç birisi. Burada kastedilen; Namazlarınıza özen gösterin, ama özellikle tüm namazlar bir namaz içindir diyor. Her namaz bir namaz içindir. En ideal namazı kılmaya özen gösterin. Çünkü Vüsta kelimesinin sözlükteki en temel anlamı ideal demektir. En ideal. En güzel, mükemmel, eftal manalarına gelir sözlükte. En eftal olan namaz. En mükemmel olan namazı, en güzel namazı kılmaya gayret edin.

Şöyle ayet üzerinde sıkıca durduğunuzda bu manayı ayet size zaten veriyor. Kaldı ki Said bin Müseyyib gibi tabiinden bazı ulema ve yine sahabe içerisinden bazıları;

- Bu hiçbir vakit namazı değildir, 5 vakit namazın 5 i de buna girer. Demişlerdir.

Aslın bu bir tür benim söylediğim şeye delalet eder. Yani herhangi bir vakit değildir. Zaten bu noktada Razi’de sözü toparlarken özetle diyor ki;

- Hepsi de birbirine benzer, hiç biri diğerinden daha üstün değildir bu görüşlerin. Diyor.

Bu aslında şu demektir: Doğru bu kadar fazla olmayacağına göre bunların daha üstünde bir şey olsa gerek. O da bendenizin söylediğidir diyorum ve Salâtil Vüsta en ideal namaz. Bu sabahta olur, öğlede olur akşamda olur. Ki bunu destekleyen rivayetler var. Taberi’de de görmüştüm bunu diğer tefsirlerimde var,

- Allah nasıl kadir gecesini ramazanın içinde gizlediyse, nasıl dostlarını insanlar içinde gizlediyse, nasıl icabet anını Cuma içerisinde gizlediyse duaya icabet anını aynen onun gibi de en ideal namazı namazlar içinde gizlemiştir. Siz onu arayın, acaba bunu ideal kılabilir miyim, acaba şu namazda ideal kılabilir miyim, olabilir miyim, durabilir miyim diye düşünün ve her namazınız Allah’a bir adım daha yaklaştırsın.

Aslında Salâtil Vüsta mirac olan namazdır. Hangi namaz mirac oldu, o namaz Salâtil Vüstadır. Hangi namaz sizi Allah’la buluşturdu, o namaz Salâtil Vüstadır.

ve kumu Lillahi kanitiyn; Evet, gönülden bir bağlılıkla Allah’ın huzurunda durun. Ayet böyle bitti. Ki bu bitiş biraz önceki tefsire de uygun. Gönülden bir bağlılıkla Allah’ın huzurunda kanıtsız ve ivazsız, yürekten durun. Çünkü namaz kalbi bir eylemdir öncelikle. Namazın fiiliyle fiziki boyutu, kalbi boyutunu takviye içindir. Aslolan kalbi olan kısmıdır. Onun için de kalbin işin içinde olmadığı bir namaz, namaz olmaz.

İşte burada da kastedilen bu. ve kumu Lillahi kanitiyn; Gönülden bir bağlılıkla Allah’ın huzurunda kıyama durun. Gönülden bir bağlılıkla.

Yani şunu yapmayın, etinizi kemiğinizi Allah’ın huzuruna bırakıp a zihninizle, kalbinizle dışarıda dolaşmaya gitmeyin. Başka işler görmeyin. Alış verişe çıkmayın. Eşinizle kavga etmeyin, çocuklarla kavga etmeyin namazın içinde. Namazdayken namazda olun.

Yani yüreğinizin yanında cesediniz, cesedinizin bulunduğu yerde de yüreğiniz ve kafanız olsun. Öncelikle namazı yüreğinize ve kafanıza kıldırın. Onlar da namaz kılsınlar o zaman mirac olur namaz. İşte ves Salâtil Vüsta budur. İdeal namaz budur. İnsanın bedeni, aklı, fikri, muhayyilesi, zihni, kalbi, duygusu tüm bedeniyle birlikte kıldığı namazdır namaz.

239-) Fein hıftüm fericalen ev rükbana* feizâ emintüm fezkürullahe kema allemeküm ma lem tekünu ta'lemun;

Eğer bir korku hâlindeyseniz, yaya veya binekli olarak giderken kılın, (korkudan) emin olduğunuz zaman da böyle bilmediğiniz şeyleri size öğrettiği şekilde Allah'ı zikredin (namazlarınızı yine her zamanki gibi huşû ile kılın).(e.m.)

Sizi korkutacak tehlike söz konusu ise yürürken veya bineğiniz üstünde de (salâtı ikame edebilirsiniz)... Güvende olduğunuzda, bilmediklerinizi öğretenin öğretisince Allâh'ı zikredin (O'nun Esmâ'sının âlemlerde açığa çıkışını düşünün). (A.Hulusi)

Fein hıftüm fericalen ev rükbanen Namaz hayatın öyle gereğidir ki, öyle temelidir ki namazı, belli bir takım şartlar değişince, zora gelince bırakamazsınız. Eğer tehlikedeyseniz diyor Kur’an, Fein hıftüm eğer korkulu bir haldeyseniz, tehlikedeyseniz, durumunuz kritikse fericalen ev rükbanen yaya ya da binek üzerinde, herhangi bir araç üzerinde giderken de Allah’a karşı kulluk sorumluluğunuzu ihmal edemezsiniz. Etmeyin.

Yani namazın biçiminden bir takım terkler yapabilirsiniz, ama yüreğinizin Allah’a olan borcunu mutlaka eda etmelisiniz. Ama Allah’a karşı sorumluluğunuzu mutlaka eda etmelisiniz ama Allah’la verdiğiniz randevuya mutlaka yetişmelisiniz. Ayakta kılamadınız, oturarak kılabilirsiniz. Bir yere sefere gidiyorsunuz, gerçekten de şartlar sizi sıkıştırdı. Namazın biçiminden bir kaçını feda edebilirsiniz. Eğilemediniz, eğilemeden de kılabilirsiniz. Kalkamadınız, kalkmadan da kılabilirsiniz. Hatta oturamadınız, sandalyede de kılabilirsiniz. Ama mutlaka Allah’la randevunuza yetişmek zorundasınız. Çünkü bu sizin kulluk bilincinizin temelidir. Bunu geçemezsiniz, atlatamazsınız. Erteleyemezsiniz.

İşte burada hayatının en kritik durumu olan savaş örneği verilmiş. Fein hıftüm fericalen ev rükbanen Eğer hayatınızda gerçekten büyük bir tehlike belirmişse, savaş gibi ve mutlaka düşman karşısında olsanız dahi yine de ima ile, gözünüzle kaşınızla, ama yüreğinizden Rabbinize;

- Ya rabbi senden ilişkimi koparmadım. Demek zorundasınız. Namaz budur zaten.

feizâ emintüm fezkürullahe kema allemeküm ma lem tekünu ta'lemun; Eminliğe kavuştuktan sonra, artık tehlike geçtikten sonra, ya da o kritik durum bittikten sonra, size bilmediklerinizi öğreten Allah’ı kendi öğrettiği gibi anmaya devam edin. Burada ki fezkürullah dan kasıt namazı geri asli haliyle, biçimiyle kılmaya devam edin olduğu sanırım anlaşılıyor.

240-) Velleziyne yüteveffevne minküm ve yezerune ezvacen, vasıyyeten liezvacihim meta'an ilel havli ğayra ıhrac* fein haracne fela cünaha aleyküm fiy ma fealne fiy enfüsihinne min ma'ruf* vAllahu Aziyz'ün Hakiym;


İçinizden hanımlarını geride bırakarak vefat edecek olanlar, eşleri için senesine kadar evlerinden çıkarılmaksızın kendilerine yetecek bir malı vasiyet ederler. Bununla birlikte eğer kendileri çıkarlarsa, kendi haklarında yaptıkları meşru bir hareketten dolayı size bir sorumluluk yoktur. Allah çok güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.(e.m.)

Vefat edenlerin geride kalan eşleri için, yaşadıkları evden çıkmaksızın bir yıla kadar geçimleri temin edilmek üzere vasiyet edilsin. Eğer evden kendileri ayrılırlarsa, kendi haklarını kullanmaları dolayısıyla, size bir sorumluluk yoktur. Allâh Aziyz'dir, Hakiym'dir. (A.Hulusi)

Velleziyne yüteveffevne minküm ve yezerune ezvacen, İçinizden herhangi biri vefat ederde geride eşler bırakırsa, burada da farklı bir boşanma biçimi, hanımların farklı bir formuna işaret ediyor Dikkat edin. Velleziyne yüteveffevne minküm ve yezerune ezvacen, içinizden kim vefat ederde geride eşler bırakırsa; vasıyyeten liezvacihim meta'an ilel havli ğayra ıhrac evet, bu da farklı bir durum. Geride bıraktıkları eşlerine tam bir yıl geçine bilecek şekilde kendi evlerinden çıkarılmaksızın, yani oturdukları kocalarının evlerinden çıkarılmaksızın bir yıl geçine bilecekleri kadar bir miktarı vasiyet etsinler diyor ayet.

Bunun, bu günkü toplumda dahi çok büyük bir önemi var. Kaldı ki o günkü toplumda. Düşünün, çocuksuz bir hanım kocasını kaybettiğinde, kocasının kardeşleri tarafından oturduğu evden kapı dışarı edildiğini düşünün. Daha kaybının ertesi günü. Acısına mı yansın, sevdiği eşini kaybettiğine mi yansın, sokağa bırakılışa mı yansın. Bugün bile geçerli olan bir probleme çözüm.

Onun için burada özellikle bu ayeti bazı müfessirler ki bazı değil, müfessirlerin çoğu 240. ayeti 234. ayetle aynı konuda saymışlar. Onun içinde tabii aynı konuda sayınca birini diğeriyle nesh etmek zorunda kalmışlar. Çünkü aynı konuda ama farklı farklı. Aynı konuda ittihaz edince bu sefer çelişki gibi gözüküyor. Çünkü içinizden ölüp te geriye eşler bırakanların eşleri 4. ay 10 gün beklesin deniyordu.

234. ayette. Şimdi burada ise 1 yıllık geçimlerini vasiyet edin deniliyor. Tabii ki evlerinden çıkarılmaksızın. Oturdukları kocalarının evinden çıkarılmaksızın. Oysa ki 234. ayetle, 240. ayetin konuları farklı. Oradaki ayet iddet müddetinden söz ediyor, burada ki nafakadan söz ediyor. Geçimden söz ediyor. Oradaki verilen müddet iddet müddetidir, farklı bir konu. Buradaki ise tamamen nafakadır. Eğer kocamın evinde kalacağım ben, bir müddet oturmak zorundayım, gidecek yerim yok, diyorsa hiç kimse onun elinden o evi alamaz. Öyle bir şey yapılamaz. Kaldı ki, eğer vefat eden koca böyle bir vasiyeti yapmasa dahi, bu vasiyet yapılmış addedilir.

Yani bu vasiyet, el vasiyyetün vacibe cinsindendir. Vacip vasiyet cinsindendir. Zorunlu vasiyettir. Onun için yönetici böyle bir vasiyeti yapılmış gibi hükmeder ve kimse kocasının geriye bıraktığı mirastan, dul kalan eşinin, eğer evde hala oturuyor, evde oturmasından maksat şudur. Evlenmemişse. Bir başkası ile evliliğe kalkmamışsa budur aslında burada kastedilen. Bir başkasıyla evlenmemişse 1 yıl onun geçimi kocasının bıraktığı mirastan temin edilmek zorundadır.

vasıyyeten liezvacihim meta'an ilel havli ğayra ıhrac Evet, kendi evlerinden çıkarılmaksızın.

fein haracne fela cünaha aleyküm fiy ma fealne fiy enfüsihinne min ma'ruf Eğer kendiliklerinden çıkarlarsa onların kendileri için aldığı kararları, meşru kararları, kendileri için aldıkları makul ve meşru kararları uygulamalarında sizin için her hangi bir vebal yoktur. Yani kendileri için evlenme kararını alırlar, giderler, evlenirler, bu durumda size bir vebal yoktur. Lakin bunun tersi bir durumda çıkarılamazlar. vAllahu Aziyz'ün Hakiym; Allah aziyzdir, Allah Hakiymdir.

Aziyz ve hakiym ismi ile bitmesi ayeti kerimenin, aslında konunun sonuna yaklaştık nedendir, tesadüfen değildir tabii, Çünkü burada müthiş bir toplumsal gelenek alt üst ediliyor. Siz yerleşik bir kuralın toplumdan kazılıp atılmasının ne kadar zor bir iş olduğunu tahmin edebilir misiniz..! İşte burada Allah adeta topluma şunu söylüyor.

Allah sizin yüzyıllardır uyguladığınız bu yanlışlıkları söküp atmaya kadirdir. Gücü yeter. Çünkü Aziyzdir. Ha..! soruyorsanız kendinize gelip te Allah’ı suçlamak yerine kendinizi suçlayacak kadar akıllı iseniz, bu sefer de şunu iyi bilin, hikmeti vardır. Sizin lehinizedir. Onun için iyisi mi Allah’ın emirlerinde hikmet olduğunu sizin lehinize olduğunu bilin ve öyle davranın, kabul edin.

241-) Ve lil mütallekati metaun Bil ma'ruf* Hakkan alel müttekıyn;

Boşanmış kadınlar için de meşru ve geleneğe uygun şekilde bir meta'(intifa hakkı) vardır ki verilmesi, Allah'tan korkanlar üzerine bir borçtur.(E.M.)

Boşanmış kadınların örfe göre geçimlerini temin için nafaka alma hakkı vardır ki bu takva sahipleri için bir görevdir. (A.Hulusi)

Ve lil mütallekati metaun Bil ma'ruf

Şimdi tüm konuyu toparlayan bir ayet geldi. Bu ayet herhangi bir yaşanma konusuna özgü, yani şıklardan herhangi birini izah etmiyor. Tabii bizce. Onun için ayeti şöyle çevirmek çok daha doğru, Ve lil mütallekati metaun Bil ma'ruf meşru bir biçimde geçimlerini bu şekilde sağlamış olacaklar. Yani işte böylece yukarıda gelen hükümler neden gelmiştir diye sorarsanız Hanımlarda, boşanmış hanımlarda geçimlerini işte böyle sağlamış olacaklar.

Hakkan alel müttekıyn; Bu, sorumluluk bilincine sahip olan herkesin üzerine düşen bir görevdir. Diyor ve konuyu burada noktalıyor Kur’an.

242-) Kezâlike yübeyyinullahu leküm ayatihi lealleküm ta'kılun;

İşte akıllarınız ersin diye, Allah size âyetlerini böylece açıklıyor.(e.m.)

İşte Allâh sizler için yaşam kurallarını böylece açıklıyor ki belki akledersiniz. (A.Hulusi)

Diyerek te bitiriyor. İşte Allah ayetlerini size böylece açıklıyor lealleküm ta'kılun; Umulur ki siz aklınızı çalıştırır, kafanızı kullanırsınız. Allah’ın sizin lehinize getirdiği bu kuralları hayatınızda uygular ve mutluluğa kavuşursunuz.

243-) Elem tera ilelleziyne harecu min diyarihim ve hüm ülufün hazerel mevt* fekale lehümüllahu mutu sümme ahyahüm* innAllahe lezûfadlin alenNasi ve lâkinne ekseranNasi la yeşkürun;

Görmedin mi o kimseleri ki kendileri binlerce kişi iken ölüm korkusuyla yurtlarından çıktılar. Allah da kendilerine "ölün!" dedi, sonra da onlara bir hayat verdi. Şüphesiz ki Allah, insanlara karşı bir lütuf sahibidir. Fakat insanların pek çokları şükretmezler.(e.m.)

Ölüm korkusuyla yurtlarını terk eden binlerce kişiyi görmedin mi? Allâh onlara "Ölün" dedi; sonra da diriltti. Şüphesiz ki Allâh insanlara fazl sahibidir; ama insanların ekseriyeti değerlendirmezler (verilen nimeti). (A.Hulusi)

Elem tera ilelleziyne harecu min diyarihim ve hüm ülufün hazerel mevt Farklı bir konuya geçti, ama farklı bir konuya geçti derken alakasız bir konuya mı? Hayır..! İşte o değil. Farklı ama alakalı bir konuya geçti.

Hemen bir üstteki ayeti düşünün, son okuduğum ayeti;

Kezâlike yübeyyinullahu leküm ayatihi lealleküm ta'kılun; İşte Allah ayetlerini size böylece açıklıyor. Belki üzerinde kafa yorar, kafanızı kullanırda doğruyu bulursunuz.

Bu ayet hem yukarıyı görüyor, hem aşağıyı. Nasıl görüyor? Aşağıyı görüyor çünkü hadi gelin tarihe gidelim. Allah’ın ayetlerini dinlemeyenlerin, tutmayanların nasıl hale geldiğini görün.

Tarihten bir pencere açıyor. Belki bu pencere tarihten de değildir, geleceğin tarihindendir, onu da bilemiyoruz doğrusu. Onun için bir misal veriyor burada. İnsanı zamanın içine doğru çekiyor Kur’an burada ve gözünün önüne bir temsil getiriyor. O temsil de bu.

Elem tera diye başlıyor. Baksana, tam Türkçesi bunun bana göre bu olmalı. Baksana, görmedin mi? Manasına gelir kelime olarak harfiyen tercümesi. Lakin bu özellikle Tenebbüh (Aklını başına getirmek.) içindir, intibah (Uyanıklık, göz açıklığı) içindir. Yani uyarmak içindir. Karşısındakine bir ders vermek içindir. Onun içinde baksana, bilmiyor musun, şunun haberi sana gelmedi mi? Gözünle görmüş gibi farkında değil misin manalarına gelen Elem tera ile başlar bazı kıssalar. Biliyorsunuz Fil hadisesi de böyle anlatılıyordu.

Elem tera keyfe feale Rabbüke Bi ashabil fiyl; fiyl/1

Burada anlatılan daha farklı bir olay; Elem tera ilelleziyne harecu min diyarihim ve hüm ülufün hazerel mevt Binlerce, sayıları binlere bâli olduğu halde ölüm korkusuyla yurtlarından min diyarihim yurtlarından çıkanları görmedin mi. Şu yurtlarını terk edip ölüm korkusuyla sayıları binlerce olduğu halde yurtlarından çıkıp kaçan kimselere baksana. Bu adeta bir azar.

fekale lehümüllahu mutu sümme ahyahüm Allah onlara demişti ki ölün, belki de bu mutu biraz daha galiyz bir biçimde ifade edilirse, geberin. Çünkü onlar; Korkunun ecele faydası olmadığını bilmiyorlardı. Onlar ahlaki faziletlerini ölüm korkusuyla kaybettiler. Burada vurgu yapılan şey ölüm korkusu.

Sevgili dostlar, ölüme hazır olan bir kere ölür. Ölümden korkan her ölümü duyduğunda, gördüğünde ölür. Bu açlık korkusuna benzer. Aç olan doyar. Ancak açlık korkusu duyan, doyursanız da doymaz. Bu, buna benzer. Ölümden en çok korkanlar, ahirete imanı zayıf olanlar ya da inanmayanlar korkar. Çünkü ölüm onlar için bir bitiştir, tükeniştir. Ölüm bir bitiş olmayan, ölümün bir bitiş olmadığına inanan, hatta ölümün bir yeni başlangıç olduğunu bilen bir insan, eğer ahirete de hazırlıklı gidiyorsa, eğer Allah’la dostluğunu ilerletmişse o zaman şeb-i aruz diyebilir. Yani düğün gecesi. Kavuşma, buluşma günü. Ki Hz. peygamber;

- İlâ Rafıkıl âlâ..! Diyordu son sözü bu oldu.

Dostuma gidiyorum…!

Ölümle korkutabilir misiniz? Dostuma gidiyorum diye karşılayan birini ölümle korkutmak mümkün mü? Seni öldüreceğim deseniz ne ifade eder ona? “İyi..! Yap..!” demez mi. Onu kim ölümle korkutabilir ki.

İslam tarihinin büyük isimlerinden İbn. Temiyye ölümle tehdit edilir. Kendisini ölümle tehdit eden insana aynen şunu söyler.

- Öldürülmem şahadet, Hapsedilmem riyazat, sürülmem hicrettir. Bana düşmanlarım ne yapabilir ki..! Ben cennetimi yüreğimde taşıyorum.

Cennetinizi yüreğinizde taşıyorsanız size ne yapabilirler ki. Ölümle korkutamadıkları insanlardan korkar onlar. Çünkü kendileri ölümden tir tir titriyorlar. Ölümden çok korkanlar, ölümden korkmayanlardan da korkarlar. Onun için müminden çok korkarlar müminlere karşı savaş açanlar. Çok korkarlar. Çünkü ölümden korkmayanı hiçbir şeyle satın alamazsınız. Ölümden korkmayana cennetten aşağı fiyat biçilmez. Cennetten aşağı fiyat biçilmez..! Cenneti veremediğiniz sürece de onu alamazsınız. Onun için şehidin mertebesi yüksektir. Onun için şehit İslam’da bunca büyük bir rütbeye haizdir.

fekale lehümüllahu mutu Allah onlara demişti ki ölün, ya da dediğim gibi biraz önce eğer bu ölün ibaresi eğer kahren söylenmişse; Geberin..! sümme ahyahüm sonra onları diriltti.

innAllahe lezûfadlin alenNasi ve lâkinne ekseranNasi la yeşkürun; Hiç şüphesiz Allah insanlık üzerine fazilet ve kerem sahibidir. ve lâkinne ekseranNasi la yeşkürun; Lakin, fakat insanların çoğu bunun farkında değiller.

Burada anlatılan ne diyeceksiniz. Burada anlatılanların ne olduğu konusunda bir çok spekülasyon yapılmış. Tefsirlerde uzun uzun, farklı farklı birbiriyle çelişen rivayetler var. Bunların hepsini topladığımda gördüm ki genellikle Talmut’taki hikayelere benzer bir İsrailiyyat gördüm. Ve hiçbirini de doğrulayan ne Kur’an da bir ayet, ne de sahih sünnette bir hadis var. Onun için ben hiçbirine girmiyorum. Kaldı ki Reşit Rıza, El Benna tefsirinde öyle diyor.

- Bu gibi Elem tera formuyla başlayan her kıssa, bizzat vakıi olmayabilir. Yani gerçekten geçmişte yaşanmış olması şart değildir. Temsili de olabilir. Yani alegorik, dramatik de olabilir. Yani bir dramatizasyon yapılıyor olabilir. Cenab-ı Hakk bize bir hakikati anlatmak için bir temsil getiriyor da, olabilir de.

Der ki bence yabana atılacak bir görüş değildir. Her ne kadar Kur’an da ki her kıssayı böyle dramatik temsili saymak çok tehlikeli bir görüşse de, Kur’an da ki bazı kıssalarında temsili olduğunu kabul etmek lazım. Onun için ille de geçmişte yaşanmış olması gerekmiyor. Kaldı ki burada ifade edilen, söylenmek istenen hakikat nedir, yani bu ayet hangi hakikati tefsir ediyor diye sorarsanız, açıkça söyleyeceğimiz; Ölüm korkusunun Ahlaki zaafa uğrattığı toplumları uyarıyor.

Yani bir toplum ki ölüm korkusundan dolayı ahlaki yükümlülüklerini yerine getirmiyor. Düşüne biliyor musunuz. Yani aman hayatıma ilişirler diye hakikati savunmuyor. Adaleti savunmuyor. Zulme karşı çıkmıyor. Birey ya da toplum fark etmez.

Bu ne demektir. Ahlaki sorumluluklarını yerine getirmiyor ölüm korkusuyla. Ölüm korkusu o toplumun ahlakını yok etmiş. Bu toplum ne hale gelir..! Bu toplumun sosyal ve ahlaki olarak sonu nedir? Ölümdür dostlar. Ölüm..! Yani toplumsal bir ölüm. Çözülüş, bozuluş. Yani bu toplum yaşamaz. Ölüm korkusundan dolayı ahlaki yükümlülüklerini yerine getirmeyen fertlerin oluşturduğu bir toplumun geleceği yoktur.

Oysaki insan bazen ahlaki yükümlülükler insana bazen ölüme götürebilir. Adalet duygusu insana can verdirebilir. Başkasına karşı yapılan haksızlığa karşı insan bazen canını ortaya koyabilir. Olması lazım belki de. Unutmayın bu yüzyılın en büyük düşünürlerinden olan Nietzsche, alman filozof Friedrich Nietzsche, çamura batmış bir arabacının atını kurtarmak için atın altına girdi ve o sebepten öldü. Çok ilginç değil mi..!

Ahlaki kaygı, bir at için bile insanın canını verdirebilir bazen. Öyle olabilir, mümkündür. Onun için sevgili dostlar burada ifade edilen şey tabii ki bizatihi yaşanmış bir olay var mıdır, bu konuda bize kadar gelmiş bir haber yok, sahi bir haber. Ancak kıyamete kadar baki olan bu ayetin mesajı; Ölüm korkusu sizin ahlaki sorumluluğunuzu yok saydırmasın. Ölüm korkusu ahlaki yükümlülüklerinizi bir kenara attırmasın. Herkes ölümden korkmaya başladığı, ölümden korktuğu içinde bu yükümlülüğü yerine getirmediği bir toplumda yaşanmaz. Çünkü bazen yaşamak için ölünür.

Öyle diyordu ya Atilla İlhan bir şiirinde; Ölelim yaşamak için var ya..! Bazen yaşamak için ölünür. Ki şehit, yaşamak ve yaşatmak için ölür. Başkaları hayat bulsun diye ölür. Başkaları manevi ölümden, manevi bir dirilişe girsin, manevi bir dirilişi yaşasın diye kendi canını feda edebilir şehit.

Onun için sevgili dostlar bunu da böyle anlayacağız.

ekseranNasi la yeşkürun; Yine dikkatinizi çekerim.

ve lâkinne ekseranNasi la yeşkürun; Lakin diyor insanların çoğu Allah’a nankörlük yaparlar. Şükretmeyerek nankörlük yapmaktır.

Kur’an da bu form 3 yerde gelir. Yani insanların çoğu diye başlayan form. Hatta 18 tanedir. Böyle formla gelen ayet sonu 18 cümledir. Bunlardan bir tanesi;

ekseranNasi la Ya’lemun diye gelir. Yani insanların çoğu cahildir. Bilmezler diye gelir. 3 tanesi ekseranNasi la yeşkürun diye gelir. İşte burada olduğu gibi. Diğer 3 tanesi de ekseranNasi la Yu’minun diye gelir. la Ya’lemun, la yeşkürun, la Yu’minun. Cahildirler bilmezler. Allah’ın kendilerine verdiği lütfu bilmezler. Nimeti bilmezler. Nimeti bilmeyen şükrü bilir mi? Nimetle yani verilen nimetle, nimeti veren arasında ki bağı fark edemeyen, o nimetin sahibine şükür eda edemez. Çünkü nimetin kaynağını fark edemedi.

İşte bu cehalet, bu insana da cahil insan denir. Yoksa nimeti bilmemek değil, Ebu Cehil cehaletin babası ismini alan Ebu Cehil nimeti bilmeyen değildi. Hatta gökten yağmuru Allah’ın yağdırdığına inanan insandı. Yerden otları Allah’ın bitirdiğine inanan insandı. Kâbe’nin rabbinin Allah olduğuna inanan insandı. Peki neyi beceremedi? Aklı, gözü ile gördüğü olayların ve eşyanın arkasındaki güçle eşya arasındaki bağı kurmayı beceremedi. Ya da bu bağı yanlış kurdu. Oraya başka varlıkları koydu, aracılar koydu, putlar koydu.

Onun için eseri gördü ama müessiri göremedi. Müessiri göremeyince de şükredemedi. Şükredemeyince de küfretti. İnkar etti. la Yu’minun İman etmedi. Hakikati bulamadı. Çünkü hakikatin sahibine ulaşamadı. Gözü gördüğünde takılı kaldı. Cahz’ın dediği gibi; Gördüğüne değil, gördüğünün arkasında yatan hakikate bak. O hakikate bakamadı. Evet, eşyayı diyor gözünle değil aklınla algıla. Aklıyla algılayamadı. Sadece gözü ile algıladı, gözü ile algılayınca da yanıldı. Çünkü gördüğünüz sizi yanıltır bazen. Suda gördüğünüz kırık bir değnek, gerekte kırık değildir. Eğer aklınızı kullanmazsanız o değneğin kırık olmadığını anlayamazsınız. İşte bunun gibi. Yanıltır.

244-) Ve katilu fiy sebiylillâhi va'lemû ennAllahe Semiy'un 'Aliym;

O halde Allah yolunda çarpışın ve bilin ki Allah, her şeyi işitir ve bilir. (e.m.)

Allâh yolunda savaşın ve iyi bilin ki Allâh Semi' ve Aliym'dir. (A.Hulusi)

Sanki farklı bir konuya girmiş gibi ama hiç te birbirinden bağımsız değil. Çünkü ölüm korkusu ile savaş iç içe. Aslında 216. ayette ne ile girmiştik;

Kütibe aleykümül kıtalu ve huve kürhün leküm Savaş size hoşlanmadığınız halde farz kılındı.

Bakın 217. ayette bir parantez açılarak..! Şimdi, savaş olur. Savaş olunca kocalar ölür, kocalar ölünce hanımlar dul kalır, hanımlar dul kalınca hanımların dul kalma çeşitleri nelerdir, Kur’an tüm detaylarıyla o konuyu işledi. Adeta parantezi kapattı ve yeniden başa döndü. Yani 216 ya döndü ve savaşa yeniden döndü.

Savaş bir olgu. Savaş nedir, daha önce izah etmiştim. İslam’da savaş, hakkı savunmaktır. Hakkı savunmak. Onun için savaş savunmaktır doğru, neyi, hakkı. Ham el Hakkı savunmak, en üstün hakikati, hem de hukuku savunmaktır. İnsanın eşyanın, tabiatın ve Allah’ın hakkını savunmaktır. Savaş hakkı savunmaktır kısaca.

Ve katilu fiy sebiylillâhi işte Allah yolunda ifadesi ibaresi bu manaya gelir. Allah yolunda;

1 – Allah’ın yolunda savaşılır. Mal uğrunda savaşılmaz. Mesela ulusal çıkarlar için savaş, çıkar için adam öldürülür mü? Bireysel çıkarlar için adam öldürünce katil olacaksınız, Ulusal çıkar için adam öldürünce madalya alacaksınız. Ulusal çıkar için bile savaşamazsınız. Sadece hakkı savunmak için savaşılır. Ulusal çıkar için Amerika Irak’ta katliam yaptı. Körfez savaşı ulusal çıkar için değimliydi..1 Ama ulusal çıkar için Amerika Bosna’da ki katliama el sürmedi. Çünkü orada ulusal çıkar yoktu. Hakkı savunsaydı eğer, körfezde bir tane çocuğu öldüremezdi. 100 bin tane çocuğun ölümüne sebep oldu. Ama Bosna’daki ölen çocukların çığlığına da ilk gün yetişirdi.

İşte İslam hakkı savunmayı meşru savaş olarak nitelendirir. Ve bu emirler hakkı savunmaya bir davettir. Bir emirdir. Ve katilu fiy sebiylillâhi Allah yolunda ibaresini siz hakkı savunma yolunda diye anlayabilirsiniz. Hakkı savunma yolunda savaşın.

va'lemû ennAllahe Semiy'un 'Aliym; İyi bilin ki, unutmayın ki Allah her şeyi işitir ve her şeyi bilir. Yani ta yüreğinizde ne için savaştığınızı çok iyi bilir. Dışınızdan ne derseniz deyin. Gerçekte yüreğinizde eğer o mücadeleyi, o savaşı; “Ya..! ne iyi savaşıyor..!” desinler, “Bak bak..! Kahraman’a.” Desinler. Ya da “Bu savaşı yapalım, biraz da ganimet bize düşer.” Diyorsanız, ya da, ırkınız, kavminiz, milliyetiniz, ulusunuz, bilmem neyiniz için savaşıyorsanız, bu hakkı savunmak için yapılan savaş değildir. Çünkü niçin sorusuna vereceğiniz cevap savaşı ya meşru eder ya gayri meşru eder. Gayri meşru bir savaşta ölseniz de öldürseniz de ateştesiniz peygamberin ifadesi ile. Evet. El katl vel maktul fail emr. Ölen de öldürende. Çünkü gayri meşrudur.

Meşru olması için bir mücadelenin, sonu ölümlü bir mücadelenin meşru olması için mutlaka hakkı savunmak, niçinin cevabı olmalıdır tek cevap. Niçin? Hakkı savunmak için. Hakkı savunmak için dediğinizde bazen mazlumun yanında, zalimin karşısında olmanız gerektiği için bazen mazlum öteki zalim de kardeşiniz olabilir. Bazen mazlum onlardan, zalim sizden olabilir. Sizin ırkınızdan olabilir. Hatta sizin dininizden. Fark etmez. Evet, kime karşı olursa olsun mazlumun yanında zalime karşı. Kim olursa olsun. Müslüman’ın şiarı, sembolü budur. Bundan bir milim sapamaz.

245-) Menzelleziy yukridullahe kardan hasenen feyudaıfehu lehu ad'afen kesiyreten, vAllahu yakbidu ve yebsut* ve ileyhi türce'un;

Kimdir o adam ki Allah'a güzel bir ödünç versin de Allah da ona birçok katlarını ödesin. Allah darlık da verir, genişlik de verir. Hepiniz de O'na döndürülüp götürüleceksiniz. (e.m.)

Kim, Allâh'a güzel bir ödünç verip de karşılığını katbekat geri almayı ister! Allâh kabz eder veya bast eder (tutar, sıkar, daraltır veya açar, genişletir, yayar)... O'na döndürülmektesiniz! (A.Hulusi

Menzelleziy yukridullahe kardan hasenen feyudaıfehu lehu ad'afen kesiyreten Şimdi manayı vermeden evvel bir şey hatırlatayım.

Hakkı savunmak için girilen savaşta, ganimet, getiri düşünülmez. Aksine hakkı savunmak için mücadeleye giren, savaşa giren biri, vermeye hazırdır almaya değil. Almak için çıkar için savaş yapılmaz. Çıkar için insan öldürülmez. İnsan hiçbir çıkar uğruna insan hayatına kıyılmaz. Çünkü hiçbir getiri insan hayatının karşılığı olamaz. Ancak nedir? Hakkı savunmak uğruna insanla hak arasına girilmişse biri, o engeli kaldırırsınız. O engel olmuştur artık. İşte o noktada siz meşru ve mazur görülebilirsiniz.

Bu noktada hakkı savunmak için savaş veren bir insan çıkar uğruna savaşmaz ki..! Dolayısıyla Hakkı savunmak için savaşa giren bir insan fedakarlık yapar. Ganimet beklemek yerine para verir. Bakın işe bu ayet onunla ilgili.

Menzelleziy yukridullahe kardan hasenen feyudaıfehu lehu ad'afen kesiyreten Allah’ın kat kat fazlasıyla geri ödeyeceği bir güzel borcu, ona verecek olan kimdir? Diye soruyor ayet. Allah’ın geriye kat kat ödeyeceği bir borcu, O’na güzel bir biçimde verecek olan kimdir. Bu soruyu soruyor ayet. Yani Allah’a borç vermekten söz ediyor ayet. Hatta buna benzer, bu formda aynı formda bir ayet indiğinde Medineli Yahudiler dalga geçmişlerdi.

- Bak bak ne diyor seninki gene. Allah Fakirmiş, biz zenginmişiz. Biz Allah’a borç verecekmişiz gibi..!

Çalıyı tepesinden sürüyorlar. Lafı arkasından anlıyorlardı. Aslında anlamıyorlardı. Anlamazlıktan geliyorlardı.

Allah’ın borca ihtiyacı yok. Allah acıkmaz, susamaz..! Peki nedir o halde? Borç kredi vermek, kredi açmak. Siz kime kredi açarsınız, güvendiğinize değil mi? Allah kulunun güvenini böyle sınıyor.

1 – Öncelikle güven problemi. Siz güvendiğinize borç verirsiniz. Geri ödeneceğine inanmadığınız birine borç verir misiniz? Vermezsiniz. Allah’ın geri ödeyeceğine inanıyorsanız, Allah yolunda harcarsınız. Geri ödeyeceğine ne kadar inanıyorsanız o kadar fazla harcarsınız. Birazcık tereddüt ederseniz vermezsiniz.

- Ya..! Tamam Allah yoluna harcayacağız şimdi, Allah’ın dini için harcayacağız, Allah rızası için yardım edeceğiz de acaba geri gelir mi? Ya birde Allah ödemezse..!

Diye düşünen bir insan harcamaz. Çünkü batık kredi olur. Harcamaz. Bu bir. Güven problemi varsa vermez insan.

2 – Bu ayetin dikkat çektiği ikinci nokta nedir? O da Cenab-ı Hak insana vereceği zaman mutlaka insandan harekete geçmesini istiyor. Yani bahane istiyor. Çünkü sünnet böyle. Kural böyle. Allah’ın koyduğu kanun bu. İnsan önce verecek ki Allah’tan kat kat alsın. Baksanıza Allah’ın kanunu doğada bile böyle. Önce ekeceksiniz ki bir tek tohumu, onun karşılığında bire on, bire yirmi, bire otuz alabilesiniz. Ama önce ekeceksiniz.

Tabii ektiğiniz de aslında Allah’ın size verdiği Allah size ektiğinizi de O verdi. Onu unutmayın. O da kendiliğinizden sahip olduğunuz bir şey değil. Çünkü çıplak doğdunuz. Ananızdan doğduğunuzda hiçbir şeyiniz yoktu. Eliniz ayağınız dahi size ait değil. O sebeple, aslında O’nun verdiğini O’na vererek O’nun size vermesi için Sünnetullahı gereği, yani kanun gereği O’nun gayretini harekete geçireceksiniz. Gayretullahı. Ve Allah’ta kat kat geri ödeyecek.

vAllahu yakbidu ve yebsut Allah kimi zaman daraltır, kimi zaman genişletir. Kimi zaman sıkar kimi zaman açar. Kimi zaman alarak sınar, kimi zaman vererek sınar. Verip sınadığında iyidir de, alıp sınadığında iyi değil midir. İşte hamd burada gerçekleşir.

“Ya Rabbi, hamdolsun. Verdiğinde şükr olsun ya rabbi, aldığında Hamdolsun, niçin, sen vermiştin ya rabbi onun için hamdolsun. İkincisi bir daha verebilirsin Yarabbi, onun için Hamdolsun, üçüncüsü daha fazlasını alabilirsin yarabbi onun için hamdolsun. Dördüncüsü daha fazlasını verebilirsin Ya rabbi onun için hamdolsun.”

Görüyorsunuz neden bütün hamdler Allah’a aittir. Tüm hamdler Allah’a aittir.

Femmel'İnsanu iza mebtelahu Rabbühu feekremehu ve na'(ğğ)amehu feyekulü Rabbiy ekremen; (Fecr/15)

Ama insan, her ne zaman Rabbi onu sınayıp da ikramda bulunur, nimet verirse, "Rabbim bana ikram etti." der.(e.m.)

İnsana gelince, insan rabbi insana ikram ettiğinde, vererek sınadığında hemen der ki Rabbim bana ikram etti. Adeta gizlice ben de layıktım hani canım, çalıştık kazandık falan der.

Ve emma iza mebtelahü fekadere 'aleyhi rizkahu feyekulü Rabbiy ehanen; (Fecr/16)

Ama her ne zaman da sınayıp rızkını daraltırsa, o vakit de, "Rabbim beni zillete düşürdü." der.(e.m.)

Fakat, bir dönemde olur Allah sınamaya başlar, hatta ayetteki ifade fekadere 'aleyhi rizkahu yani rızkını artık sayıya bindirir, ölçülü vermeye başlar. Hep alır demiyor, alsa hiç yaşayamaz zaten. Hiç yaşayamaz. Nefesimiz dahi Allah’a ait. Yalnız ölçüye koyar diyor. Sınırsız veriyordu, biraz sınırlamaya, kısıtlamaya başlar, ne der biliyor musunuz;

feyekulü Rabbiy ehanen; İhanet etti der. Rabbim bana. Kella, kesinlikle böyle bir şey yapmayın. Kesinlikle böyle yapmayın.

246-) Elem tera ilel melei min beniy israiyle min ba'di Musa* iz kalu li Nebiyyin lehümüb'as lena meliken nükatil fiy sebiylillâh* kale hel aseytüm in kütibe aleykümül kıtalu ella tukatilu* kalu ve ma lena ella nukatile fiy sebiylillâhi ve kad uhricna min diyarina ve ebnâina* felemma kütibe aleyhimül kıtalu tevellev illâ kaliylen minhüm* vAllahu Aliym'ün Biz zalimiyn;

Baksana, İsrail oğullarının Musa'dan sonra ileri gelenlerine! Hani onlar, bir peygamberlerine: "Bize bir kumandan gönder de Allah yolunda savaşalım..." dediler. O da: "Size savaş farz kılınırsa, acaba yapmazlık eder misiniz?" dedi. Onlar: "Bize ne oldu da yurtlarımızdan çıkarıldığımız ve çocuklarımızdan ayrıldığımız halde Allah yolunda savaşmayalım?" dediler. Bunun üzerine savaş kendilerine farz kılınınca da onlardan pek azı hariç, yüz çevirdiler. Ama Allah, o zalimleri bilir.(e.m.)

Musa'dan sonra İsrailoğullarının ileri gelenlerinden bir grubu görmedin mi? Hani onlar Nebilerine: "Bizim için bir Melîk bâ's et de Allâh yolunda savaşalım" demişlerdi. O Nebi de sordu: "Ya üzerinize savaş hükmolur da savaşmazsanız?"... Dediler: "Biz niye Allâh yolunda savaşmayalım ki? Üstelik yurdumuzdan, çocuklarımızdan olmuşken!" Ne zaman ki üzerlerine savaşmak hükmoldu, onlardan pek azı hariç savaşmaktan yüz çevirdiler. Allâh zâlimleri (onları Esmâ'sından yaratan olması dolayısıyla) Aliym'dir. (A.Hulusi)

Elem tera ilel melei min beniy israiyle min ba'di Musa Yine Elem tera ile başladı ama bu kez yaşanmış, geçmişte yaşanmış bir hayatı anlatıyor. Ta..! bizi aldı İsrail oğulları döneminde yaşanmış bir hadiseye götürüyor. Neden? Çünkü yukarıda verdiği öğütleri tutmayanların başlarına neler geliyor onu söyleyecek.

Baksana şu İsrail oğullarına, Musa’dan sonra İsrail oğullarının önde gelenlerine baksana bir, iz kalu li Nebiyyin lehüm Onlar peygamberlerinden birine demişlerdi ki;

üb'as lena meliken nükatil fiy sebiylillâh Bize bir kral seç, Allah yolunda savaşalım demişlerdi. Bakın, bize bir kral seç, Allah yolunda savaşalım.

Bir kere, tabii burada oynamaya gönlü olmayan yerim dar dermiş atasözü tam da gelip oturuyor. Şimdi Allah yolunda savaşmak için bir kral seçmek gerekmiyor bu bir. Efendim, kaldı ki bir peygamberleri var zaten, peygamber komutan olabilir. Ayrıca bir de kral mı gerekir. Ama böyle bir itiraz yok. Tamam.

kale hel aseytüm in kütibe aleykümül kıtalu ella tukatilu Peygamberin onlara verdiği cevap. Bu peygamberin Samuel peygamber olduğu Tevrat’ta geçiyor. Oradan anlıyoruz.

Yine Samuel Peygamber bunlara cevap veriyor. Diyor ki;

- Haydi size böyle bir şey yazılırsa, Allah tarafından bu emir verilirse, ve onun ardından da savaşmayıp Allah’a karşı asi olursanız ne olacak? Diye soruyor.

Kalu Cevap verdiler: ve ma lena ella nukatile fiy sebiylillâhi ve kad uhricna min diyarina ve ebnâina

- Bize ne oluyor ki biz hem vatanımızdan çıkarılmış, hem de çoluk çocuğumuzdan ayrı ve cüda düşmüş iken bize ne oluyor da savaşmayalım, neden savaşmayalım ki..! Diye cevap verirler.

felemma kütibe aleyhimül kıtalu Ta ki onların dilekleri üzere Allah onlara savaşı farz kılar. Tevellev yüz çeviriverdiler. illâ kaliylen minhüm Onlardan çok azı müstesna hepsi Allah’ın bu emrinden yüz çevirdiler. vAllahu Aliym'ün Biz zalimiyn; Allah kendi kendine zulmedenleri çok iyi bilir.

Bu ayet ne diyor. Bu ayetin ilk muhataplarının durumunu hatırlayıverirseniz ayetin ne dediğini anlarsınız. İlk muhatapları, bu ayetlerin indiği yıl yaklaşık hicretin ikinci yılı. Aynen ilk muhataplarında da böyle bir şey olmuştu. Resulallah’a yalvarıyorlardı.

- Ya Resulallah artık Allah bize savaşa izin versin.

Bu yalvaranlar tefsir ve tarihlerden öğreniyoruz ki bu yalvaranlar arasından bazıları savaşa izin verilir verilmez;

- Allah niye bize savaşı yazdı..! Dediler.

Evet, yani tarih ibret alınmayınca orada da tekerrür ediyor bu günde de gelecekte de tekerrür edecek. Onun için Allah’tan bir şeyi istemek ve samimi değillerse eğer, işte Allah veriyor deniyor. Burada veriyor, deniyor onu gösteriyor.

247-) Ve kale lehüm Nebiyyühüm innAllahe kad bease leküm Talûte melikâ* kalu enna yekünu lehül mülkü aleyna ve nahnu ehakku Bil mülki minhu ve lem yü'te se'aten minel mal* kale innAllahastefahu aleyküm ve zadehu bestaten fiyl ılmi vel cism* vAllahu yü'tiy mülkeHU men yeşâ'* vAllahu Vasi'un Aliym;

Peygamberleri onlara: "Allah, size hükümdar olmak üzere Talût'u gönderdi." demişti. Onlar: "Ona bizim üzerimize hükümdar olmak nereden geldi? Oysa hükümdarlığa biz ondan daha lâyıkız, ona maldan bir genişlik, bir bolluk da verilmemiştir." dediler. Peygamberleri de "Onu sizin başınıza Allah seçmiş ve ona bilgi ve vücut bakımından bir güç, bir genişlik vermiştir." dedi. Hem Allah, mülkünü dilediğine verir. Allah'ın rahmeti geniştir, o her şeyi bilir.(e.m.)

Nebileri onlara dedi ki: "Muhakkak ki Allâh, Talut'u sizin için Melîk olarak bâ's etti." Dediler: "Nasıl olur da o bizim üzerimize mülk sahibi olur? Biz mülkümüze ondan daha çok hak sahibiyiz. Üstelik servet itibarıyla zengin de değildir." Nebileri dedi ki: "Muhakkak ki Allâh onu sizin üzerinize seçti, ilimde derinlik, bedende genişlik verdi." Allâh mülkünü (mülkünde tasarrufu) dilediğine verir. Allâh Vasi'dir, Aliym'dir. (A.Hulusi)

Ve kale lehüm Nebiyyühüm innAllahe kad bease leküm Talûte melikâ Onlara peygamberleri dedi ki,

- Haydi siz istemiştiniz yukarıda arzu etmiştiniz, Allah Talut’u size kral seçti.

Kalu, Bakın İsrail oğulları nasıl Yahudileşiyor, nasıl, yani oynamayı bilmeyen dedim ya, oynamak istemeyen, Halep’te 40 arşın atlayacak ya mutlaka bir Halep istiyorlar bakın. Yani aslında atlamayacak kalu dediler ki, enna yekünu lehül mülkü aleyna Nasıl onun bizim üzerimizde bir otoritesi olabilir ki ve nahnu ehakku Bil mülki Biz yönetime ondan daha layıkken minhu ondan daha layıkken ve lem yü'te se'aten minel mal ve ona büyük bir servette verilmemişken nasıl o bizim üzerimizde otorite kurabilir ki dediler. Kendi üzerlerine otorite kurması için sanki bu ikisi şartmış gibi. Neymiş, mantığa bakın;

Biz ondan daha layığız. Çünkü yukarıda kim bu; ve lem aristokrat sınıfı. Bir toplumun kaymak tabakasıyız. Yersek biz yeriz kimseye yedirmeyiz mantığı aynen bugünde geçerli. Bakın, öyle değil mi? %3, %97 ye savaşıyor. Savaş açtı. Niye? Biz yeriz. Yani ganimet kazanının başına sizi yanaştırmayız. Toplum diyor ki bana da payımı ver. Bu kadar yıldır yediniz, hep siz yediniz. Biz de payımızı istiyoruz. Hayır diyorlar. Buna biz layığız. Bu ganimet kazanının başında hep biz olacağız. Siz mi, bizim artıklarımızdan arta kalanları bulursanız yersiniz. Topluma bunu söylüyorlar.

İşte burada mantık aynı mantık. Ve kendilerinin üstünlüğüne de neyi delil gösteriyorlar, Ona büyük bir mal, büyük bir servet verilmedi. Yani hak etmesi için serveti olması lazım.

Bugün de öyle değil mi? Bakın Amerikan demokrasisine benziyor o biraz da. Amerikan demokrasisinde bir insanın başkan adaylığına namzet olabilmesi için, adaylığını koyabilmesi için hatırı sayılır milyarlarca dolarlık bir servet lazım. Bir kampanya bir seçim kampanyası bir devlet bütçesi kadar. Bu nasıl demokrasi diye bana sormayacaksınız tabii muhatabı ben değilim. Ama görüyorsunuz değil mi? Hiç parası, yeterince parası olmayan biri böyle bir yerde efendim ben de vatandaşım, benim de seçilme hakkım var. Ben seçilme hakkımı kullanacağım diyebilir mi? O halde nasıl demokrasi diye sormazlar mı? Eğer seçilme hakkı nazari olarak size verilen seçilme hakkını kullanmak için milyarlarca dolar gerekiyorsa, aslında bu; seni öldürelim ama ondan sonraki yiyeceklerinin tamamını temin ederiz. Demeye benzemiyor mu? Yani öldüreceksiniz, ondan sonra ne kadar ne yiyecekse bizim üzerimize. Zaten öldükten sonra bir şey yiyemez ki..! Bu böyle. Onun için burada da mantık aynı mantık. Serveti yoksa otorite hakkı da yok.

Kale Tabii ki bu mantığa cevap veriyor peygamberleri. innAllahastefahu Allah onu sizin üzerinize seçti, bir manası da üstün kıldı. Mustafa aynı kökten gelir. Seçilmiş üstün kılınmış. innAllahastefahu aleyküm Onu sizin üzerinize üstün kıldı. ve zadehu bestaten fiyl ılmi ilimde kuşatıcı bir derinlik vel cism ve fiziki üstünlük sahibi kıldı onu üstelik. vAllahu yü'tiy mülkeHU men yeşâ Allah mülküne dilediğine otoriteyi verir. Dilediğine mülkünü verir. vAllahu Vasi'un Aliym; Allah sınırsızdır. Evet, Allah sınırsızdır ve Allah her bir şeyi bilendir.

Yani Allah’ın onlara üstünlük ve otorite ölçüsü olarak getirdiği ölçüye bakın. İlim, Yakıyn bir bilgi. Delili olan bilgi. Onlar servet diyor, Allah ilim diyor otorite için.

248-) Ve kale lehüm Nebiyyühüm inne ayete mülkiHİ en ye'tiyekümüt tabûtu fiyhi sekiynetüm min Rabbiküm ve bekıyyetün mimma terake alu Musa ve alu Harune tahmilühül Melaiketü, inne fiy zâlike leayeten leküm in küntüm mu'miniyn;

Peygamberleri, onlara şunu da söylemişti: Haberiniz olsun, Onun hükümdarlığının alâmeti, size o tabutun gelmesi olacaktır ki onda Rabbinizden bir sekine (sükûnet, gönül rahatlığı), Musa ve Harun ailelerinin bıraktıklarından bir bakiyye (kalıntı) vardır. Onu melekler getirecektir. Eğer iman etmiş kimselerden iseniz, bunda sizin için kesin bir ibret, bir alâmet vardır.(e.m.)

Nebileri onlara dedi ki: "Muhakkak ki onun hükümranlığının işareti, o tabutun (kalbin - şuurun) size gelmesidir. Ki onun içinde Rabbinizden bir sekine (iç huzuru - ferahlık), Musa ve Harun neslinden bir geriye kalan (ilim) vardır. Onu melâike (nefsinizdeki Esmâ kuvveleri) getirecektir. Muhakkak ki bunda kesin açık bir işaret vardır, eğer iman ehli iseniz." (A.Hulusi)

Ve kale lehüm Nebiyyühüm inne ayete mülkiHİ en ye'tiyekümüt tabûtu Onların peygamberleri cevap verdi onlara Onla onun otoritesinin delili, işareti, ona şöyle bir kalbin verilmesidir. Tabûtu kalp olarak çevirmeyi en uygun buldum. Tabûtu Bizim tefsirlerimizin hemen tamamında bir sandık olarak, İsrail oğullarının Peygamberlerinden gelen kutsal emanetin içinde toplandığı sandık olarak geçiyor. Lakin; Ragıp el Isfahani, Zemahşeri Esâs-ül Belega’sında, Havili, Tac-ül aruz’unda, İbn Esir; nihaye’sinde bu kelimeye kalp manasını vermişler ki gerçekten de harika bir mana. Ve tam yerine oturuyor.

Evet, fiyhi sekiynetüm niçin? İçinde huzur ve sükunet bulunan bir kalp vermesidir. min Rabbiküm Rabbinizden içinde huzur ve sükunet bulunan bir kalp ve bekıyyetün mimma terake alu Musa ve alu Harune tahmilühül Melaiketü Meleklerin taşıdığı Musa ve Harun ailesinden geriye kalan mirası da verdi. Musa ve Harun ailesinden geriye kalan miras, meleklerin taşıdığı miras ne olabilir? Ne olacak Vahiydir. Melekler taşır vahyi, Musa ve Harun ailesinden peygamberlere, melekler taşımıştı, ondan geriye kalan değişmez değerler, değişmez ilahi değerler kastediliyor diye düşünüyorum.

inne fiy zâlike leayeten leküm in küntüm mu'miniyn; Eğer gerçekten inanıyorsanız işte bu sizin için hakikate bir işarettir. Yani Talut’un Allah tarafından size otorite olarak seçilmesine bir işarettir. Dedi onlara peygamberleri.

Gelecek dersimizde Talut ve Calut kıssasını daha derinliklerine inerek ve çok geniş bir yorumla inşallah işleyeceğiz.

“Ve ahiru davana velil hamdülillahi rabbil alemiyn”

23 Aralık 2010 Perşembe

İslamoğlu Tef. Ders. Bakara (224-233) (16)





Euzübillahimineşşeytanirracim,

Bismillahirrahmanirrahim

        Sevgili dostlar 16. dersimize, bakara suresinin 224. ayetinden devam ediyoruz.

        224-) Ve lâ tec'alullâhe urdaten lieymaniküm en teberrû ve tetteku ve tuslihû beynen Nâs* vAllâhu Semiy'un 'Aliym;

        Sözünüzde durmanız, kötülükten sakınmanız ve insanların arasını düzeltmeniz için, Allah'ı yeminlerinize hedef veya siper edip durmayın. Allah, her şeyi işitir ve bilir.(e.m.)

Allâh adına yaptığınız yeminler; iyilik yapmak, korunmak, insanlar arasını düzeltmek gibi konularda size engel olmasın. Allâh Semi'dir, Aliym'dir. (A.Hulusi)


        Ve lâ tec'alullâhe urdaten lieymaniküm Allah’ı yeminlerinizle engel kılmayın.

        en teberrû ve tetteku ve tuslihû beynen Nâs Erdemli davranışlarınıza, Allah’a karşı sorumluluk bilincinizin gerektirdiği tavırlara ve insanlar arasında barışı yayma hususunda Allah’ı yeminleriniz vasıtasıyla engel kılmayın.

Yeni bir konuya girdi Kur’an aynı sure içerisinde. Ancak takdir ettiğiniz gibi her yeni konunun kendisinden bir önce ki konu ile güzel bir tenasübü, bağlantısı, iç ve dış bağlamı var. Bu bağlam çerçevesinde düşünüldüğünde, geçen dersimizde işlediğimiz ayetlerle bu ayet ve bundan sonraki ayetler arasında da ilginç bağlantılar vardır. Bu bağlantı öncelikle insan hayatında, gündelik yaşamda hepimizin başına gelen bir takım olaylarla ilgili.

Bu olayların başında sözümüz içinde geçen yeminler geliyor. Yeminler neden Kur’an ı bu kadar ilgilendiriyor derseniz, ilgilendirir.
1 – hayatın içinde yer bulan her şey Kur’an ı ilgilendirir, çünkü Kur’an hayattır.

2 – Allah adına yemin ediyorsunuz. Allah adına yemin ediyorsanız elbette bunun bir hükmü olmalı. Kur’an bu konuda bir şey söylemeli.

İşte Kur’an onu söylüyor ve diyor ki; Erdemlilik, sorumluluk ve Islah konusunda, hususunda Allah’ın adını anarak ettiğiniz yeminleri erdemliliğe, insanlar arasında ki barışa ve güzel davranışın her türüne bir engel telakki etmeyin.

Burada iki mana var.

1 – Güzel davranışı yapmamak üzere yemin etmeyin. Yani Vallahi ben bir daha falana hayır etmeyeceğim. Vallahi ben bir daha iyilik etmeyeceğim. Gibi yemin etmeyin. Ki bu ayetin sebep-i nüzulü, iniş nedeni olarak gösterilen bir olay var tefsirlerde.

Hz. Ebu Bekir, akrabası olan Mistah Bin Usâse’ye yardım ederdi. Çünkü Mistah çok yoksul biriydi. Lakin Hz. Aişe nin başına iftira hadisesi geldiğinde Hz. Ebu Bekir’in yardımlarıyla geçinen bu akrabası bu iftiraya inanan ve yayanlardan biri olmuştu. Bu acı üzerine Hz. Ebu Bekir’de;

- Vallahi bundan böyle Mistaha yardım etmeyeceğim..! Diye yemin etmişti.

İşte bu ayeti bu olayla irtibatlandırıyor bazı müfessirler ve özellikle ilk kuşağa mensup bazı alimler.

Tabii aslında gerek sahabenin, gerekse alimlerin, müfessirlerin böyle bir olayı bu ayetle irtibatlandırması olayla ayet arasında bir ardıllık, bir eş zamanlılık anlamına gelmiyor. Yani bu olay olmuş, bu ayet inmiş anlamı çıkmaz hiçbir sebep-i nüzul rivayetinde. Olsa olsa bunun anlamı şudur. Sahabe Kur’an ı olmuş ve bitmiş, inmiş ve tamamlanmış bir metin gibi değil, hayata her an müdahil olan bir özne gibi görüyor. Bir nesne gibi değil, hayatın her alanına her an müdahale eden canlı bir özne gibi gördüğünün delilidir bu.

Yani bu bakış açısıyla bugün olmuş bir olay da o gün inmiş bir ayete sebep-i nüzul olabilir. Ve diyebilirsiniz ki bu olay bu ayetin iniş sebebidir. Çünkü Kur’an canlıdır. Hayata ilişkin şeyler söyler. Ve Kur’an zaman ve mekanla mukayyet değildir. Her an sıcak her an taze ve her an hayatın içindedir. Onun için her ayet her an sizi muhatap alır. Hayatınızı muhatap alır. Kendinizi o ayette görebilirsiniz. O zaman şunu diyebilirsiniz; Bu ayetin sebep-i nüzulü benim. Bunu rahatlıkla diyebilirsiniz.

Birincisi o, yani hayır hususunda yapmayacağım diye Allah adına yemin etmeyin.

2. İkinci anlaşılan şey, böyle bir yemin etmişseniz, bu yemini tutmakla yükümlü değilsiniz. Güzelliği yapmamak üzerine yapılmış bir yemin tutulmakla mükellef değildir.

Resulallah’ın bu konuda farklı varyantlarıyla Buhari, Müslüm ve diğer hadis külliyatına giren bir hadisi var.

- Eğer bir hayrı yapmamaya yemin etmişseniz, daha sonra yemininizin aksini yapmanın daha hayırlı olduğunu görmüşseniz o yemininize bakmayın, o hayrı yapın, kefaretini de ödeyin. Buyurmuşlardır.

Onun için hayrı yapmamak üzerine yemin edilmemeli. Edilmişse o yeminle kişi kendisini bağlı hissetmemeli. Eğer böyle ise düşünün siz şerri yapma üzerine yemin etmenin hükmü nedir..!

- Allah’a yemin olsun ki vallahi ben içki içeceğim..!

Diye yemin etmesi bir insanın, insanla Allah ilişkisini geriverir. Belki koparır. Çünkü Allah’ın yasakladığı bir şeyi, Allah’ın adıyla irtikap etmeye çalışmaktır ki bu, Allah’ın yasağıyla dalga geçmek, Allah’a rağmen, Allah’ın adını kullanmak anlamına gelir. Bu elbette çok büyük bir vebaldir.

vAllâhu Semiy'un 'Aliym; Ayetlerin bitiş cümleleri mutlaka ayetin muhtevasıyla alakalıdır. Özellikle bitiş cümlelerinde yer alan Allah’ın sıfat ve isimleri ayetin muhtevasına uygun gelir. Yani hiç biri tesadüfi değildir. Hiçbir ayetin sonunda yer alan isimler ve sıfatlar; İşte öyle denk gelmiştir de onun için bu sıfat kullanılmıştı diyebileceğiniz şekilde değildir. Semiy'un 'Aliym Allah’ın işitme ve bilme sıfatları yemin bahsinde kullanılıyor, anlaşılması çok basit. Çünkü insan yemin ederken neyi kastettiği yüreğindedir. Onun için Allah yüreğindeki gerçek maksadını bilir diyor. Tabii ki yüreğindeki maksadı yansıtmıyorsa eğer dilindeki, onu da işitiyor ve hem işitip hem bilince ikisinin arasındaki mutabakatı ya da zıddiyeti elbette ki biliyor.

Bu şu demektir. Siz bunu bilemezsiniz. Siz işitebilirsiniz yemini, ama Alîm olmadığınız için onun yüreğinde ki maksadını bilemezsiniz. Allah bunu biliyor. Allah onun için insana hep kendisinin her şeyi işittiğini ve her şeyi bildiğini, her şey, bir tefsir değildir. Semiy ve Alîm, Alîm isminin kipi icabı, yani formu icabı, bu iki sıfatı dildeki yeri icabı bu mana mutlaka verilmelidir. Çünkü mübalağa vezninden gelir bu ikisi de. Semiy, Alîm yani normal bir işitme değil, normal bir bilme değil. Her şeyi kapsamıyla derinliğine işitir, her şeyi tüm ayrıntılarıyla derinliğine bilir demektir. Ve tabii bildiği için rahatlıyoruz. Neden? Çünkü insanız, insan olmamız hasebiyle bu konuda da hatalar yapıyoruz. Ne yapabiliyoruz mesela; Devam ediyoruz.

225-) Lâ yuahızükümüllâhu Bil lağvi fiy eymaniküm ve lâkin yuahızüküm Bi mâ kesebet kulûbüküm* vAllâhu Ğafûr'un Hâliym;

Allah, sizi yeminlerinizde bilmeyerek ettiğiniz lağıv (herhangi bir kasıt olmadan, kanaate göre yanlış yere yapılan yemin)dan sorumlu tutmaz. Fakat kalbinizin kazandığı yalan yere yapılan yeminden sorumlu tutar. Allah çok bağışlayıcıdır, çok halimdir.(e.m.)

Allâh bilmeyerek yaptığınız yeminlerden dolayı sizi sorumlu tutmaz. Fakat kalplerinizin (bilincinizin, haddi aşan) getirisinden sorumlu tutar. Allâh Ğafûr'dur, Haliym'dir. (A.Hulusi)


Lâ yuahızükümüllâhu Bil lağvi fiy eymaniküm Düşüncesizce yaptığınız yeminlerden dolayı Allah sizi sorumlu tutmaz. Rahatlıyoruz. Çünkü, içimizde hepimiz değil belki ama bazıları özellikle yeminlerini bir alışkanlık yapmış olabiliyor. Vara yoğa, gerekli gereksiz yemin edebiliyor. Bu Allah adına yapılmış bir şey olduğu için çok büyük bir vebal.

Yemin Allah adına yapılırsa yemin olur. Öncelikle onu söyleyeyim. Yeminin, yemin edeni bağlayıcı olması için Allah adına yapılması lazım.

Allah’tan başkası adına yemin edilebilir mi? Bu mümkündür. Örneğin ekmek üzerine, toplum arasında. Kitap üzerine. Bunlar, yemin edilmesi, yemin olması hasebiyle caiz olan ama, hiçbir zaman Allah adına yapılan yemin gibi kişiyi sorumlu kılmayan yeminler.

Bir de Şeref, Namus gibi soyut kavramlar üzerine yapılan yeminler var ki, onlar da Allah adına yapılan yemin gibi değildir ve kişiyi Allah adına yapılan yemin gibi bağlı ve sorumlu kılmaz.

Bir de yemin edilmesi üzerine caiz olmayan şeyler vardır. Onlar da putlar, maddi, manevi, İslamî olmayan semboller, ideolojiler, sistemler ve buna benzer her türlü İslam’ın dışında ki sembol, simge, unsur, soyut ve somut olsun hangi türden olursa olsun her şeydir. Bunlar üzerine yemin de caiz değildir şer’an.

Kişi yeminiyle kendisini bağlamış olur. Yemin, savm manasına gelir. Aslında güçlendirmek, kuvvetlendirmek manasına gelir. Yeminin üretildiği kök kelimelerden biri sayılan yüvn aynı zamanda bereket, gür, gümrah güçlü manasına gelir. Onun için yemin eden bir kimse, aynı zamanda yemini ile kendisini bağlamıştır.

Yemine niçin, and’a, niçin yemin denilmiştir derseniz, sağ ele aynı isin verilmiştir. Çünkü insanlar karşılarındakiler ile anlaşmalarını tokalaşarak yaparlar. Buradan kinaye olarak ta verilmiş olabilir. Evet..!

 Lâ yuahızükümüllâhu Bil lağvi fiy eymaniküm Allah düşüncesizce yaptığınız yeminlerinizden dolayı sizi sorumlu tutmaz. ve lâkin yuahızüküm Bi mâ kesebet kulûbüküm Fakat kalplerinizin aldığı tavırdan dolayı kesinlikle sizi sorumlu tutar.

Ayetteki kalıba dikkatinizi çekmek istiyorum. Bi mâ kesebet kulûbüküm Tam, harfiyen manası, kalplerinizin kazandıklarından dolayı. Yani kalbin eylemi de varmış. Tıpkı bedenin eylemi gibi.

Kalbin eylemi kasıttır. Maksattır. Niyettir. Onun için bir şeye niyet etmeniz, kalbinizin eylemidir. Onun için ibadetlerde yaptığınız niyetlerde yüreğinizin bir fiilidir. Salih amelidir. Yüreğin Salih ameli olabildiği gibi, yüreğin fasık ameli de olur. Fasıt amelide olur, Kâzip amelide olur, hatta kafir amelide olur. Allah korusun. Onun için kalbinizin eyleminden söz ediyor ayet. Kavrama dikkatinizi çekiyorum.

Kalbinizin kasıtla yaptığı, yani aldığı tavırdan dolayı Allah sizi hesaba çekecek. Eğer karşınızdakine yalan söyleme maksadıyla yemin etmişseniz işte bu sizi sorumlu kılar. Bu durumda yemininizden mes’ulsünüz. Vallahi şöyledir dediğiniz zaman, eğer onun öyle olmadığını biliyorsanız bu İslam fıkhında yemin-i gamus denir buna. Bunun kefareti yoktur ve büyük günahlardandır. Bu ağır cezalıktır. Asliye cezalık olmadığı için hesabı dünyada görülmez, ahirete kalmıştır. Onun için özellikle ticari yeminlerde ticaret ehlinin çok dikkatli olması gerekiyor. Eğer yaptıkları yemin sattıkları malın sıfatına uygun değilse, elde ettikleri kazanç haram olur. Sermayeleri dışında ki kazanç, kesinlikle haram olur. O kazancı ellerinden bir şekilde çıkarmaları gerekir.

Ancak bunun dışında esnafın olur olmaz yalan yere olmasa da, müşteriyi kızıştırmak, malı satmak için olur olmaz yemin etmesini dahi Resulallah hoş görmemiş ve bu konuda bize kadar hadisler rivayet edilmiş. Bu hadislerden birinde, örneğin Müslim’de nakledilen bir hadiste:

- Çok yemin eden esnafın malı belki çok satılabilir ama, Allah malından bereketini kaldırır. Diyor.

Güzel bir uyarı, gerçekten hoş bir uyarı. Bu noktada tabii ki söylenecek söz çok olmakla birlikte boş yere yemin etmenin insanın mürüvvetini, insanın onurunu zedelediğini söylememe gerek bile yok. İmam Şafî der ki;

- Ben ne yalan yere ne doğru yere yemin etmedim.

Gerçekten çok ilginç bir örnek. Hepimize örnek olması gereken bir tavır var ortada. Ne yalan yere, ne gerçek yere.

Tabii bu çok yemin edenler için söylenmiş bir uyarı. Gerektiği yer de lüzum ettiği yerde yemin edilebilir. Mümkündür. Ancak habire, hiç gereği yokken ağzından çıkan her söze yemin eden birinin güvenle ilgili bir problemi var demektir. Önce kendi kendisine güvenmiyor, sonra ettiği söze güvenmiyor, sonra da karşısındakine güvenmiyor. Dolayısıyla ettiği sözden emin olmayanlar, kendisine güven problemi olanlar, başkasına güven problemi olanlar, başkalarının kendisine söylediği her şeyde bir eksiklik, noksanlık hatta gerçek dışılık arayanlar, kendileri de başkalarına söz söylerken ille de yemin etme ihtiyacını hissederler. Aslında bu bir tür suçüstü halidir.

vAllâhu Ğafûr'un Hâliym; Bu ayette böyle bitti. Evet siz bu hatayı yapabiliyorsunuz, yapıyorsunuz. Ancak Allah’ın bu konuda sizi sorumlu tutmaması, yaptığınız hatanın hata olmadığından değil. Ya neden? Allah’ın Gafûr olduğundan. Çok bağışlayan bir rab oluşundan. Bu da yetmez Halim oluşundan. Hilm sahibi, yani cezalandırmakta aceleci olmayışından. Size karşı hoşgörülü oluşundan kaynaklanıyor. Yoksa yaptığınız yine bir hatadır, demeye geliyor aslında.

226-) Lilleziyne yu'lûne min nisâihim terabbusu erbeati eşhur* fein fâu feinnAllahe Ğafûr'un Rahıym;

Kadınlarından îlâ edenler (onlara yaklaşmamaya yemin edenler) için dört ay beklemek vardır. Eğer bu yeminlerinden dönerlerse, şüphesiz ki Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir. (e.m.)

Karılarına yaklaşmama yemini edenlere dört ay bekleme vardır. Şayet bu süre içinde yeminlerinden dönerlerse, muhakkak Allâh Ğafûr'dur, Rahıym'dir. (A.Hulusi)


Lilleziyne yu'lûne min nisâihim Yemin bahsinden iki ayet geçtikten sonra hemen konuyu yeminle ilgili bir başka boyuta taşıdı Kur’an. Aslında Rabbimizin üslubu, Kur’an a baktığınızda insanı hayran edecek derecede çarpıcı.

Rabbimiz bir şeyden söz edecekse eğer, sanki hiç alakası olmayan bir şeyden girermiş gibi giriyor. Yani adeta bir film düşünün. Bir ayrıntıyı göz önüne getirecek, ama o ayrıntıyı getirmeden önce çok geri planda bir fon alıveriyor. Şöyle geneli çiziyor. Genel bir fonu gösterdikten sonra zumluyor. Asıl söylemek istediği mesele üzerine zum yapıyor, büyütüveriyor. Şimdi aslında yeminden söz açılmasının gerçek nedeninin ne olduğunu öğreniyoruz.

Gerçek nedeni, yeminle yıkılan yuvalarmış. Yeminin sosyal bir yaraya dönüştüğü yer. Özellikle o toplumda. Özellikle miladi 7. yy.lın Arap toplumunda yemin nasıl sosyal bir cinayete dönüşüyor, haydi hep beraber okuyalım.

Lilleziyne yu'lûne min nisâihim Hanımlarınıza yaklaşmamaya yemin eden kimseler, terabbusu erbeati eşhur Evet. 4 ay bekleme süresi vardır. Yani hanımlarına yaklaşmamaya yemin eden kimselerin eşlerinin 4 ay bekleme süreleri vardır.

fein fâu feinnAllahe Ğafûr'un Rahıym; Şayet dönerlerse o zaman Allah Gafûr’dur bağışlar, rahimdir merhamet eder.

İslam fıkhında ki adıyla “ilâ” olayından bahsediyor bu ayet.

İlâ nedir; Bir kişinin eşine yaklaşmamak için yemin etmesidir. Kızmak veya herhangi bir sebeple, bir kusur dolayısıyla, eşler arasındaki bir anlaşmazlık dolayısıyla, geçimsizlik dolayısıyla eşin diğerine yaklaşmamaya yemin etmesi ve özellikle bu uygulama o dönemde erkeklerin kadınlara yaptığı bir uygulama olduğu içinde kip olarak erkeklerin hanımlarına yaklaşmamak üzerine yemin etmelerini ifade ediyor.

Neden sosyal bir yara dedim. Bu sözümü anlamanız için bu olgunun, bu olayın o dönemde nasıl yapıldığını bilmeniz gerekiyor.

İlâ, bir zulümdü. Kadına yapılmış müthiş bir zulüm. Erkek hiçbir zaman sınırı olmaksızın bir kadına, hanımlarından bir tanesine yaklaşmamak için yemin ediyor ve ona karşı artı erkeklik görevlerini yapmıyordu. Lakin o kadın bir başkasıyla da evlenemiyordu. Ne bir dul kadın gibi muamele görebiliyor, ne de evli bir kadın gibi muamele görebiliyor. Adeta onu köle olarak kullanıyordu. Onu kendisine böylesine rapt ediyor ve acı çektiriyordu.

Büyük bir zulümdü bu. Müthiş bir zulümdü ve böylece yıllar geçiyordu bazı kadınların üzerinden. Yıllar geçiyor, ne ona eş muamelesi yapıyor, ne de onu bırakıyordu. Askıda tutuyordu. İşte bu gerçekten insan onuruyla hiç bağdaşmayan müthiş bir zulümdü.

Kur’an bu noktada bu zulme dur dedi. Bu zulmü tamamen ortadan kaldırmak için ilk süreci başlattı. İlk süreç neydi? Sınırlandırmak. Bu zulmü en asgari sınıra çekmek. İşte onun için bu süreyi Kur’an 4 ay’a çekti. Sınırsızdı. 4 ay ile sınırlandırdı.

Buradan ben ayetin arkasında yatan ruhu şöyle anlıyorum. Aslında bu davranış hiçbir şekilde onaylanabilecek bir davranış değil. Ama toplumsal bir yara ve herkes yapıyor. Tıpkı kölelik gibi. Onun için de anında kesip atamaz. Atarsa sosyal yara daha da büyüyebilir. Onun için Kur’an ın yöntemi var. Tedricilik, aşama aşama. İşte bu olayda da, İlâ olayında da aşamalılığı tercih ediyor Kur’an ve sınırlıyor öncelikle.

Bu sınırlamayı İlâ’nın, Allah’ın hoşuna giden bir davranışmış gibi anlaşılması doğru değildir. Bu sınırlamadan anlayacağımız bizim şudur; Hayır, böyle bir zulmün büyüğü de küçüğü de doğru değildir. Bunu anlamamız gerekiyor. Ama eğer ille de insan böyle bir vebale girmiş ve bir yemin etmişse, bunun asgari sınırı yani 4 ayla sınırlaması gerekiyor.

fein fâu feinnAllahe Ğafûr'un Rahıym; Eğer dönerse. Yemin ediyor, “Ben vallahi hanımıma yaklaşmayacağım.” Diye. Bu İlâ. Bu yeminden 4 ay içerisinde süre dolmadan dönerse, ki Allah’ın bu noktada teşviki var. Gafûr ve Rahim isminin gelmesi bir teşviktir. Dönün kısa yoldan ki Allah’ın bağış ve merhametine muhatap olasınız.

227-) Ve in azemüttalâka feinnAllâhe Semiy'un 'Aliym;

Yok eğer boşamaya karar vermişlerse, şüphesiz ki Allah söylediklerini işitir, kurduklarını bilir. (e.m.)

Eğer boşamaya karar verirlerse, şüphesiz Allâh Semi'dir, Aliym'dir (niyetlerini bilir). (A.Hulusi)


Ve in azemü eğer, yok eğer dönmezse, Ve in azemüttalâka feinnAllâhe Semiy'un 'Aliym; Eğer boşamakta ısrarlı ise, İlâ yaptığı eşini boşamakta ısrarlı ise ve boşama hususunda karar verirlerse feinnAllâhe Semiy'un 'Aliym; Allah’ta bu durumda Semiy’dir, işitmiştir onu ve yüreğinde yatan niyeti bilmektedir.

Yani burada bir Gafûr, Rahim yok. Bakın Allah onu tespit etmiştir. Onun hesabını ilerde görürüz dercesine. Allah işitmiştir, bilmektedir. O hanımını niye boşuyor, gerçekten bir boşamayı gerektirecek kusuru var mı? Eşliğini yapamadı mı? Yoksa, yoksa aslında boşamayı gerektirecek bir kusuru yokta sırf keyfi, canı öyle istediği için, hatta zulmetmek istediği için, onu mahrum bırakmak için, onu muzdarip etmek için, ona acı çektirmek için mi yapıyor, elbette ki Allah bunu da biliyor diyor ayet.

228-) Vel mütallekatu yeterabbasne Bi enfüsihinne selâsete kurû'* ve lâ yehıllu lehünne en yektümne mâ halekAllâhu fiy erhamihinne in künne yu'minne Billâhi vel yevmil ahır* ve bü'ûletühünne ehakku Bi raddihinne fiy zâlike in eradû ıslaha* ve lehünne mislülleziy aleyhinne Bil ma'rûf* ve lirRicali aleyhinne deracetün, vAllâhu Aziyz'ün Hakiym;

Boşanan kadınlar, kendi kendilerine üç adet süresi beklerler ve Allah'ın rahimlerinde yarattığını gizlemeleri, kendilerine helâl olmaz. Eğer Allah'a ve ahiret gününe inanıyorlarsa gizlemezler. Kocaları da, barışmak istedikleri takdirde o süre içersinde onları geri almaya daha layıktırlar. O kadınların, üzerlerindeki meşru hak gibi, kendilerinin de hakları vardır. Yalnız erkekler için, onların üzerinde bir derece vardır. Allah çok güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.(e.m.)

Boşanmış kadınlar üç aybaşı süresi hamile olup olmadıklarını anlamak için evlenmeyip bekleyeceklerdir. Hakikatleri olan Allâh'a ve gelecekte yaşanacak sürece iman ediyorlarsa, Allâh'ın rahimlerinde yarattığını gizlemeye hakları yoktur. Kocaları da bu süre zarfında barışmak isterse, başkalarından daha önceliklidir. Karıların kocaları üzerindeki hakkı gibi kocaların da karıları üzerinde hakkı vardır. Ancak kocaların hakkı bir derece daha ileridir (erkekten kadına akış olduğu için). Allâh Aziyz'dir, Hakiym'dir. (A.Hulusi)


Vel mütallekatu yeterabbasne Bi enfüsihinne selâsete kurû Boşanmış kadınlar kendilerini 3 hayız, adet müddetince gözetlerler.

Kurû kelimesi Arap dilinde müşterek, yani çift anlamlı kelimelerden biridir. Hatta zıt anlamlı kelimelerden biridir. Hem adetten temizlenmek manasına gelir hem de adet görmek manasına gelir. Onun için de bu çift anlamlılığından dolayı Fıkıh ekolleri arasında farklı sonuçlara varılmıştır.

Ebu Hanife adet görmek olarak, o manayı tercih ederken, Şâfi ve diğerleri temizlenmek anlamını tercih etmişler. Bu aslında konunun özüne yönelik bir ihtilaf değildir. Ancak Kur’an da çift anlamlılığa, hatta zıt anlamlılığa gösterilebilecek örneklerin en çarpıcılarından biridir kurû kelimesi.

Boşanmış eşler 3 adet müddetince kendilerini gözetlerler. Niçin? Niçin sorusunun cevabı hemen ardından geliyor.

ve lâ yehıllu lehünne en yektümne mâ halekAllâhu fiy erhamihinne in künne yu'minne Billâhi vel yevmil ahır Eğer Allah’a ve ahiret gününe samimi bir biçimde inanıyorlarsa, Allah’ın rahimlerinde yarattığı şeyi gizlemeleri onlar için helal olmaz. Yani: Aslında İlleti burada gözüktü. İddetin, beklemenin, boşanmış hanımların iddet beklemesinin illeti ne imiş? Nesil emniyetini sağlamak. Yani eğer bir çocuk olacaksa bunun iyice belli olmasını sağlamak.

Tabii bu iddet meselesinin illete mebni olup olmadığı konusu elbette i tartışılmış. Ulemanın hemen hemen tamamına yakını bu iddet beklemenin bir illete mebni değil de teabbüdi olduğunu, yani muallel değil müteabbet olduğu sonucuna varmışlar ve bunun içinde iddetten kesilmiş olan hanımların, menepoz dönemine girmiş olan hanımların boşanması durumunda onların da kıyasen bu kadar müddet beklemesi gerekliliğini savunmuşlar.

Tabii ki bendeniz bu ayetin yani iddet beklemenin illete mebni bir emir olduğuna inanıyorum. Yani Müteabbet değil, muallel bir emir olduğuna. Lakin illetinin tek olmadığına inanıyorum. Yani illeti yalnızca rahimlerde olan çocukların belirgin hale gelmesi değil. Aynı zamanda bununla birlikte toplumda bir iftiraya meydan vermemek, kadını toplumda zor durumda bırakmamak ve öbür taraftan, örneğin kocası ölmüş bir kadın düşünün. O da iddet bekleyecek. 4 ay beklemeden anında evlenen bir kadının etrafında düştüğü zor durumu da düşünün. Adeta sanki ölümünü bekler gibi.

Hatta şöyle bir iftiraya maruz kalabileceğini düşünün. Kocasını zehirledi mi acaba..! Bu kadar başkasında gözü vardı, acele ediyordu, derdine ne oldu ki 4 ay bile beklemeden..! Bütün bunları yan yana dizdiğinizde kadını iftiradan, töhmetten, bühtandan, kötü suizandan, kötü zandan korumak için de olduğuna inanıyorum. Onun için illeti tek değil, bir çok illete mebni olarak düşünmek lazım, anlamak lazım diye düşünüyorum İddet bekleme emrini.

ve bü'ûletühünne ehakku Bi raddihinne fiy zâlike in eradû ıslahan Evet, kocaları eğer barışmak isterlerse bu zaman zarfında dönmeye daha ehak olandır. Yani ayrıldığı kocası eğer bu süre zarfında bu üç adet zaman zarfında barışırlarsa, araları düzelirse kocalarına dönmeleri daha doğru olur.Yani kocalarının öncelik hakkı vardır.

ve lehünne mislülleziy aleyhinne Bil ma'rûf* Aslında kadın erkek ilişkilerinde Kur’an ın getirdiği muhteşem bir ilkeye şu anda geldik. Bu ilkeyi ifade ediyor bu ayet. Diyor ki;

Nasıl kadınların kocaları üzerinde meşru hakları varsa, kocaların kadınları üzerinde meşru hakları varsa, kadınlarında aynen öyle kocaları üzerinde meşru hakları vardır. Yani hak ve sorumluluklar mutlaka karşılıklıdır. Bu bir ilke. Kur’an ın temel bir ilkesi. Sadece kadın, ya da sadece erkek değil, birbirlerine karşı hakları ve sorumlulukları var.

Bu hak ve sorumluluk alanları farklı olabilir. Zaten eşitliği de böyle algılamak lazım. Hak ve sorumluluk alanları farklı farklı. Bu alanlarda ne kadar hak kullanmak istiyorsa o kadar sorumluluğunu yerine getirsin. Eşler, ikisi için de geçerli. Onun için böyle bir ayetin kadına köle muamelesi yapıldığı bir dönemde, ne büyük bir insani ve hukuki devrim oluğunu düşünebiliyor musunuz.

Erkeğin kadınlar üzerinde nasıl hakkı varsa, kadının da erkek üzerinde öyle hakkı vardır diyebilen bir hukukun o dönem için ne muhteşem bir devrim olduğunu düşünebiliyor musunuz. Bırakın o dönemi, bu dönem için bile, bugün için bile bir devrimdir. Çünkü bugün dahi, sadece doğu toplumlarında değil, batı toplumlarında da öyle. Bakmayın göstermelik kadın hakları, göstermelik bir takım feminist hareketlerin vitrinde ki göz boyamalarına.

Aslında perdenin arkasına baktığımızda, istatistiklere baktığımızda, rakamları konuşturduğunuzda batıda ve doğuda kadının ne zor durumda olduğunu açık seçik görürsünüz. Onun için Kur’an ın bu ilkesine bugünde muhtacız, gelecekte de muhtaç olacağız.

Bu ilke hayata dönüştüğü zaman kadın hakkı erkek hakkı diye haklar ayrılmayacak. İnsan hakkı, aile hakkı daha doğrusu, kul hakkı olacak. Ve kul hakkı bizim için yetecek. Kadının insandan ve kuldan öte bir hakkının olmadığı, erkeğin de insan olmaktan ve kul olmaktan öte bir hakkının olmadığı, erkek olması hasebiyle erkeğin farklı bir hakkının, kadın olması hasebiyle de kadının farklı bir hakkının olmadığı, insan olması, aile olması, birbirine eş yoldaş olması hasebiyle haklarının olduğu anlaşılacak.

Ve devam ediyor. Yanlış anlaşılan bir cümle bu, ayetin bu cümlesi.

ve lirRicali aleyhinne deracetün Erkekler için kadınlardan farklı olarak bir derece vardır. Yani bu konuda erkeklerin öncelik hakkı vardır.

Tefsirleri açıp baktığınızda gariptir, bu ayetin içinde yer alan bu cümlecik, sanki bağımsız bir ayetmiş gibi, ait olduğu ayetten koparılıp, konudan koparılıp;

ErRicalu kavvamune alen nisai..(Nisa/34)  

Erkekler, kadın üzerine idareci ve hakimdirler. (e.m.)

Yani bir başka ayetten alınan yine bir cümlecikle montaj yapılıyor ve bu bir derece farkta erkeklerin kadınlar üzerine reisliğidir biçimine dönüşüyor. O ayrı, onun tartışması da ayrı. Ama şu bir gerçek ki ve lirRicali aleyhinne deracetün Bu konuda parantez içinde söylüyorum bu konuda öncelik hakkı vardır cümlesi işte bu ayette geçen boşanmış kadınlarla ilgilidir. Elbette ki, hanımını eşini boşamış kızgınlığa gelip, ağzından bir şey kaçırıp boşanmış bir erkek, öncelikle eşine dönme önceliğini kendisinde bulundurması, ailenin saadet ve selameti, toplumun geleceği ve huzuru açısından anlamlıdır. Onun için öncelik hakkı eğer süre bitmemişse o kadına dönme önceliği, o kadınla evlenme hakkı öncelikle bu eski kocasına aittir.

Hatta bunu şöyle de algılayabiliriz. Süre bitmişte olabilir. Boşamıştır. Kişi eşini boşamıştır. İddet müddeti bitmiştir. Boşadığı ay temizlendikten sonra boşamış, ondan sonra iddet başlamış ve iddet süresi bitmiştir. Bu boşamaya Talak-ı baiyn denir. Baiyn talaktır.

Baiyn talak ne demektir. Ric’i Talak ile Baiyn talak arasındaki farkı söyleyince ancak anlayabilirsiniz. Ric’i Talak; iddet süresi içerisinde eşlerin birbirine geri dönmesidir. Ric’i Talakta kesin boşama gerçekleşmemiştir. Ancak bir askı müddeti vardır. O müddet içerisindedir Ric’i Talak. Ric’at, dönmek demektir. Yani eşine dönmesi mümkün olan boşama. O süre içerisinde ki boşama. Onun için bu Ric’i Talaktır. Bu talaktan vazgeçmek yeni bir nikahı gerektirmediği gibi, yeni bir mihri de gerektirmez. Ve Ric’i Talakta eşin rızasına da bakılmaz. Yuvanın selameti açısından.

Ancak  Baiyn talak ta artık eş boşamış ve kadında iddeti bitirmiş. Müddet bitmişse bu durumda Baiyn talakla boş olmuş olurlar. Bu neyi gerektirir;

1 Eğer erkek tekrar eşine dönmek istiyorsa, eşi kabul ederse döner. Reddederse dönemez. Yani onun da eşini istemesi lazım. Karşılıklı rızaya bağlıdır.

2 - ikisi karşılıklı razı olurlarsa tekrar nikah ister ve tekrar mihir ister. Yani kadının güvence istemesi şart olur veya hakkı doğar.

İşte Baiyn talak ile Ric’i Talak arasındaki fark budur.

Bu durumda ayetin her iki türlü anlaşılmasının mümkündür, zaten müfessirlere baktığımızda tefsirlere baktığımızda, hatta büyük imamlara baktığımızda iki şekilde de anlayan olmuş.

Vel mütallekatu yeterabbasne Bi enfüsihinne selâsete kurû'* ve lâ yehıllu lehünne en yektümne mâ halekAllâhu fiy erhamihinne in künne yu'minne Billâhi vel yevmil ahır* ve bü'ûletühünne ehakku Bi raddihinne fiy zâlike in eradû ıslaha* ve lehünne mislülleziy aleyhinne Bil ma'rûf* ve lirRicali aleyhinne deracetün, vAllâhu Aziyz'ün Hakiym;

Ayet, Allah azîzdir, Hakîmdir diye bitiyor. Bu da tesadüf değil. Bunun tesadüf olmadığını anlamak için Azîz isminin manasını bilmek yeter. Yani böyle bir hükmü koydum ben ey kullarım. Ancak bu hükümden benim istifade etmem söz konusu değildir. Çünkü Allah için ne evlenme, ne boşanma söz konusu değildir. O halde Allah bunlardan münezzehtir.

Peki niçin koydum? Hakîm, hikmeti var. Hikmeti de sizin mutluluğunuz bu hükümlere bağlı. Toplumunuzun ıslahı bu hükümlere bağlı. Ailenin, yuvanın ayakta kalması bu hükümlere bağlı. Kuralsız yaşayamazsınız. Kuralsız mutlu olamazsınız. Özgürlüğünüz, güvenliğinizden bağımsız ele alınamaz. Hiçbir zaman hukuksuzluk, özgürlük olarak adlandırılamaz. Onun için işte sizi yarattığım gibi sizi mutlu edecek kuralları da böylece belirliyorum. Anlamına gelir. Devam ediyoruz.

229-) EtTalâku merretân* fe imsakün Bi ma'rûfin ev tesriyhun Bi ıhsan* ve lâ yahıllu leküm en te'huzû mimmâ âteytümûhünne şey'en illâ en yehâfâ ellâ yukıyma hudûdAllâh* fein hıftüm ellâ yukıyma hudûdAllâhi felâ cünaha aleyhima fiymeftedet Bihi, tilke hudûdullâhi felâ ta'tedûha* ve men yeteadde hudûdAllâhi feülâike hümüz zalimûn;

Boşamak (talak) iki defadır. Ondan sonrası ya iyilikle tutmak veya güzellikle salmaktır. Onlara verdiklerinizden bir şey almanız da size helâl olmaz. Ancak Allah'ın çizdiği hudutta duramayacaklarından korkmaları başka. Eğer siz de bunların, Allah'ın çizdiği hudutta duramayacaklarından korkarsanız, kadının, ayrılmak için hakkından vazgeçmesinde artık ikisine de günah yoktur. İşte bunlar, Allah'ın çizdiği hudududur. Sakın bunları aşmayın, Her kim Allah'ın hududunu aşarsa, işte onlar zalimlerdir.(e.m.)

Boşanma iki defadır. Ondan sonrası ya devamdır ya da geri dönmesiz serbest bırakmadır. Karılarınıza verdiklerinizden bir şeyi (boşanma yüzünden) geri almanız helal değildir. Eğer karı ve koca Allâh hudutları içinde yaşamakta zorlanırlarsa, kadının erkekten aldıklarını iade ederek boşanma isteme hakkı vardır ve bundan dolayı suçlu olmaz. İşte bunlar Allâh'ın size koyduğu sınırlardır ki sakın aşmayın. Kim sınırları aşarsa nefsine zulmedenlerden olur. (A.Hulusi)


EtTalâku merretân Boşama ikidir. fe imsakün Bi ma'rûfin ev tesriyhun Bi ıhsan Bundan ötede ya iyilikle geçinmek ya da güzellikle ayrılmak vardır.

Burayı tefsir edelim. Boşama ikidir diyor. Bundan ne anlayacağız. Bugün Anadolu da yapılan çok yanlış bir uygulama üçten dokuza şart olsun diye amiyane bir tabir var. O dokuz diye bir şey yok. Onu geçelim. Öyle bir şey ancak Anadolu da duyulur zaten böyle bir şey yok. Kitapta yeri yok onun. Yalan arasında da yeri yok. Üç var. Peki burada boşama ikidir diyor, o üçü nasıl algılayacağız? Aslında şer’i olan boşama şudur.

Bir kişi eşini boşayabilir,  mümkündür. Boşadıktan sonra yukarıda görüldüğü gibidir. Kur’anî boşama budur. Bir kez boşar, ondan sonra iddet biter ve ayrılık gerçekleşir. Ondan sonra eşi isterse geri döner, isterse bir başkasıyla evlenir: Bir başkasıyla evlenince zaten bitmiştir, daha sonrasını Allah bilir. Boşama, Kur’ani boşama yukarıda gösterilmiştir. Ancak bu boşamayı kesin bir biçimde kestirip atmak istiyorsa, yani geri dönüşünün hiç mümkün olmaması şeklinde boşamak istiyorsa, temizlendikten sonra eşi, yani adet halinde iken boşama caiz değildir.

Temizlendikten sonra hiç yaklaşmaz ve bir kez boşar. Üzerinden bir ay geçer, ikinci ay halini görür ve ondan sonra bir kez daha boşar. Onu da görür, Böyle boşaması şart değil, ama kestirip atmak, bir daha kesinlikle birleşmeyeceğini ifade etmek istiyorsa bunu yapar. 3. boşamada kesinkes boşanmış olurlar. Geri dönüşü ancak bir başkasıyla evlilikten sonra gerçekleşir.

İşte ikiden kasıt o ilk iki aylık süredir. Neden böyle zora koşulmuş diyecek olursanız; Boşamak, buyuruyor Allah resulü;

- Allah’ın en sevmediği iştir.

Evet, Hayatın bir gerçeğidir. İslam ve İslam’ın kitabı Kur’an hayatın gerçeğini dışlamaz. Çünkü İslam hayatla karşı karşıya durmaz. Hayatla yan yana durur. İslam hayatı karşısına alan bir din değildir. Yanına alan bir dindir. Onun için İslam Müslüman’ı köşeye sıkıştırmaz. İnsanın hayatında var olan her bir şey insanda da vardır, ancak Onu İslam terbiye eder.

Savaş hayatın doğasında vardır. İslam bunu inkar etmez. Yok saymaz. Ne yapar? Düzene sokar. Kurallar koyar. Savaşın bir zulme dönüşmesini engeller.

Cinsiyet güdüsü. Cinsellik insanın doğasında vardır. İslam Pol Hıristiyanlığı gibi insanın doğasında olan bu gerçeği reddetmez. Ne yapar? Meşru bir biçimde kanalize eder. Hatta ibadete dönüştürür.

İşte bunun gibi boşamak, boşanmak ta insanın toplumsal bir problem olarak, toplumsal bir olgu olarak daima olacaktır. Hatta boşanmanın yasaklanması, ki biliyorsunuz bazı Hıristiyan mezheplerinde ve bazı doğu dinlerinde boşanmak yasaktır. Boşanmanın yasaklanması insan fıtratına aykırıdır ve bir işkencedir. İki taraf için de işkencedir.

Şimdi kadın için zulmün iki ayaklısı anlamına gelen bir kocayla, sonuna kadar beraber yaşayacaksın demek kadına ikram mıdır. Hayır. Böyle bir ikram olamaz. Erkek için de aynı şey geçerli. Yani hiçbir zaman eğer dişliler uyuşmuyorsa eğer bu yuva ayakta kalamayacaksa, eğer orada sevgi, merhamet, şefkat ve saygı kalkmışsa o ev bir cennet değil bir cehenneme dönüşmüşse, bir zindana dönüşmüşse bu aileye hala aile olarak tutmak her iki taraf içinde zulüm olacaktır. Onun için boşanmayı yok saymak, hayatı karşısına alması demektir bir inancın. Dolayısıyla vakıadır ve İslam hayatın olgularını terbiye eder, reddetmez. İşte burada da bu gözüküyor. Boşanma hususunda İslam’ın getirdiği ilke en ideal ve en adil olan ilkedir.

Burada mastar gelmiş. İmsakün tutmak tesriyh bırakmak. Mastar gelmiş bakınız. İlginçtir hiçbir kelime tesadüfi bir kiple gelmez Kur’an da. Mastar gelmesi hitabı birden çok muhataba olmasından dolayıdır ki hitap burada sadece bir tek muhataba değil.
1. bunların evlenmesine sebep olan velilere. Veliler burada bir muhatap.
2. Koca bir muhatap.
3. Eşler yine birer muhatap
4. Ve bu işi düzenleyen mahkeme varsa o da muhatap. Yargı da muhatap burada.

Onun için bu evlilik bağını bağlayan o toplumda örfi olarak, hukuki olarak Hangi mercii ise koca olabilir, veli olabilir, yargı olabilir, daha farklı bir mercii olabilir, hatta efendim geçmiş dönemlerde ağalar yaparmış bu işi. Daha farklı yerlerde köylerin ihtiyar heyetleri yaparlarmış. Daha farklı yerlerde ailenin en büyüğü kararı verirmiş. Her ne ise bu konuda o toplumda nikah akdinde son sözü söylemesi gereken kimse veya son sözü söyleyenlerin hepsine bu uyarı onlara deniliyor.

Bu konuda haberiniz olsun ki ya iyilikle geçinmek, ya da güzellikle ayrılmak vardır. Yani zorlayamazsınız. Mahkemeye de aynısını söylüyor. Mahkeme ise bu mercii. Veli ise bu mercii velilere söylüyor. Zorlayamazsınız bunları bir arada tutmak için.

ve lâ yahıllu leküm en te'huzû mimmâ âteytümûhünne şey'en Size verdiğiniz şeyi geri almak helal olmaz bu durumda. Nedir o? Güvence olan Mihir bedeli. Yani kadının güvencesi olarak verdiğiniz ve kadının da öz malı olan ve anasının ak sütü gibi helal olan o mihri, boşanma durumunda geri almanız size helal değildir diyor Kur’an.

illâ en yehâfâ ellâ yukıyma hudûdAllâh Ancak iki tarafın da Allah’ın sınırlarını koruma endişeleri dışında. Eğer Allah’ın sınırlarını koruyamayacakları endişesi varsa bu durumda iş değişir.

Yani burada söylenmek istenen nedir? Eğer daha büyük bir zulüm olacaksa. Bu malı almamaktan, vermemekten dolayı aileler karşılıklı birbirlerine kılıç çekecekler, silah çekecekler hatta biliyorsunuz bazı yerlerde kan davasına kadar dönüşebiliyor. Böyle bir şey olacaksa, velilere, yargıya, mahkemeye ya da kocaya, eşlere; Siz bu konuda kararı ona göre vereceksiniz. Yani eş ödüyor almayacaksın, helal olmaz sana. Ancak daha büyük bir şey olacaksa o başka. Hududa riayet etmeyecekseniz, Allah’ın koyduğu sınırı tanımayacaksanız bu başka bir şey zaten. O zaman Allah’ın koyduğu sınırı tanımamış olursunuz ve günahkar olursunuz. Helal olmayan bir şeyi de geri almış olursunuz.

fein hıftüm ellâ yukıyma hudûdAllâh Eğer Allah’ın çizdiği, koyduğu sınırları ikame edememekten, koruyamamaktan korkarsanız; felâ cünaha aleyhima fiymeftedet Bih O zaman kadının ayrılmak için hakkından vazgeçmesinde bir günah yoktur. Yani kadın da baktı ki sınırlar korunamayacak, baktı ki karşıdaki sınırı çiğneyip geçecek. Ona, ateşe girmesin diye acır ve der ki; Benim hakkım ama al, al der. Artık Allah müstehakını versin der gibi.

Adeta burada Kur’an zaten bu konuyu işlerken en çok kullanılan kavram Ma’ruf tur. Göreceksiniz bu ayetlerin içinde Ma’ruf kavramı çok sık gelir.

Neden gelir dostlarım? Şundan; Aile ilişkisi, karı koca ilişkisi, eşler arasındaki ilişki öyle katı hukuk kuralları ile belirlenecek bir şey değildir. Aile ilişkisi, çok özel bir boyutu vardır. Derinlerde bir boyutu. Karı koca arasındaki ilişkinin derinliğine, yüreğe doğru inen bir boyutu vardır. Çok girift bir ilişkidir bu. Onun için Kur’an hep bir tampon bölge koymak, örfe bir yer ayırmak, adet ve geleneklere bir yer ayırmak ve ayrıca karı koca arasındaki özel ilişkiye bir yer ayırmak için daima o Ma’ruf kelimesini her yerde kullanır. Münasip diye anlayabilirsiniz. Nasıl gerekiyorsa öyle diye anlayabilirsiniz. Meşru diye anlayabilirsiniz ve yine örfe uygun diye anlayabilirsiniz. Hepsi de mümkündür, hepsi de doğrudur.

tilke hudûdullâhi felâ ta'tedûha İşte bu Allah’ın çizdiği sınırlardır. Sakın ha bu sınırları aşmayın.

ve men yeteadde hudûdAllâhi feülâike hümüz zalimûn; Kim Allah’ın çizdiği sınırları aşarsa işte onlar zulmedenlerin ta kendisi olurlar. Kendi kendilerine kötülük etmiş olurlar.

Evet, bu ayetin sebebi nüzulü ilginçtir dostlar. Abdullah Bin Ubey’in kızı Cemile hakkında nazil olduğu söylenir. Unutmayın bu ayet çok, Kur’an da bu hükmü ifade eden gerçekten ender ayetlerden biridir. Abdullah bin Ubey biliyorsunuz münafıkların reisi ama, kızı güzel bir Müslüman. Cemile, adı da güzel. Cemile hanım sahabeden Sabit bin Kays ile evli, ancak kocasına bir türlü ısınamamış. Her nasılsa ya velisi, ya başkaları önayak olmuşlar evlendirmişler.

Bize gelen rivayette Resulallah’a geliyor. Bir hanım, evli bir hanım peygambere geliyor. Toplumun önderine. Hakim olarak geliyor. Diyor ki;

- Ya Resulallah, bir gün erkeklerin toplu oturduğu bir dönemde perdeyi kaldırdım şöyle bakıverdim, benimkisi en karası, en çirkini, en işte şöyle..! Ahlakına vallahi bir şey diyemem ya Resulallah. Diyor.

Dinine de hiçbir şey diyemem. Ahlaka bakın, edebe bakın, Müslüman hanımın, sahabe hanımın adil davranışına bakın. Ahlakına bir şey diyemem Vallahi ya Resulallah diyor. Dinine de hiçbir toz konduramam ya Resulallah. Amma gözüm tutmuyor ya Resulallah, böyle gördüm. Ve ayrılmak istiyor.

Bakınız bu ayet tüm otoritelerin ittifakı ile kadının boşanma hakkına dair bir ayettir. Kadının erkeğini boşamasının meşruluğuna dair bir ayettir. Buna hulû denir İslam fıkhında. Onun için Hulû ıh. Bu bir kavramdır, fıkhi bir kavramdır. Onun için kadının boşaması konusunda da bu hadis, bu ayetin sebep-i nüzulü olarak aktarılır.

Ve ayrılmak istediğini ifade eder Resulallah’a. Yalnız Sabit Bin Kays evlenirken eşi Cemile’ye güzel bir bahçeyi mihir bedeli olarak vermiştir. Ayrılık istemesi üzerine akdi bozan taraf hanım olduğu için, akdin getirdiği getiriyi geri iade eder. Bahçeyi geri verir. Hatta der ki;

- Üstüne de vereyim ya Resulallah..!

Demek ki gerçekten gönlünde hiç sevgisi yokmuş, ama benim dikkatimi çeken sizin de dikkatinizi çekmesini istediğim şey, sahabe arasındaki bu açık yüreklilik. Sahabenin hanımının dahi medeni cesareti ve kendi derdini, İslam toplumunun önderi ve Aziyz peygamberimize bu kadar sade, yalın bir biçimde ifade edebilmesi, Resulallah’ın da onu hiç kınamaması, çok ilginç..! Ve tabii sonuçta boşanırlar, Cemile’de ondan mihir bedeli olarak aldığı bahçeyi geri iade eder.

Dediğim gibi İslam fıkhında bu ayet otoritelerin ittifakıyla kadının boşama hakkına delalet eder. Eğer kadın kocasını boşar ise tabii ki kocalık yükümlülüklerinden herhangi birini ihlal etmemesi durumunda. İhlal etmesi durumunda farklı. Kocalık yükümlülüğünü ihlal etmesi durumunda farklı. İslam fakihlerinin bir çoğuna göre mahkemeye başvurur, mahkeme boşar demişler.

Zaten mahkemeyi araya katan birkaç sebep vardır. Boşanma yani aile anlaşmazlıklarında hakimi araya katmaz İslam fıkhı pek. Bazı yerlerde katar. Kadının boşamasında birçok fakihler mahkemeyi, yargıyı devreye sokarlar.

Neden İslam fıkhı genelde yargıyı devreye sokmaz? Çünkü Ma’ruf olmayabilir. Karı koca arasında ki özel ilişkiler, ki mahrem ilişkilerdir. Gün yüzüne çıkıp el aleme rezil olmazlar. Anlatabiliyor muyum? Yani bu nokta da asgari sınırda tutar, ama adil, mutedil bir biçimde gerçekleştirir. Karşılıklı vicdanları çalıştırır, mahkemenin zoru ile değil de imanın yardımı ile problemi çözmeye çalışır İslam. Karı koca arasındaki problemi imana dayanarak çözmeye çalışır. Yargıya değil.

Bu tabii ki ideal bir şeydir. Çünkü dedim ya, karı koca ilişkileri çok hassas ve derin ilişkiler. Bu derin ilişkilere sağın solun gözünün elinin girmesi doğru değildir. Ama son noktaya gelmiş artık bir şey yapılamıyorsa ve ortada bir de hak yeme söz konusu ise, hukuk çiğnenecekse işte o zaman yargı gündeme gelmeli, devreye girmelidir.

Onun için dediğim gibi bu ayet, kadınların boşama hakkı konusundadır. Ve eğer kadın, erkeğinin, evli olduğu erkeğinin, evlilik görevlerinden, yapmakla vazifeli olduğu yükümlü olduğu görevlerden birini yapmadığı için değil de, böyle bir gerekçesi olmadan boşuyorsa bu durumda akdi bozan taraftır, karşıya aldığı mihir bedelini iade etmesi gerekir.

 230-) Fein tallekahâ felâ tehıllu lehû min ba'dü hattâ tenkıha zevcen ğayrehu, fein tallekahâ felâ cünâha aleyhimâ en yeterâce'â in zanna en yukıyma hudûdAllâh* ve tilke hudûdullâhi yubeyyinuha li kavmin ya'lemûn;

Eğer kadını bir daha boşarsa, bundan sonra artık başka bir kocaya varıncaya kadar ona helâl olmaz. Eğer ikinci koca da onu boşarsa, Allah'ın hududunu sağlam tutacaklarını ümit ettikleri takdirde öncekilerin birbirlerine dönmelerinde her ikisine de günah yoktur. İşte bunlar, Allah'ın tayin ettiği hudududur. Bunları, bilen bir kavim için açıklıyor.(e.m.)

Erkek bunlardan sonra (üçüncü defa) tekrar karısını boşarsa, o kadın başka biri ile nikâhlanmadıkça tekrar kendisine helal olmaz. Şayet yeni kocasından boşanırsa, evlilik şartlarını Allâh sınırları içinde yürütebileceklerini düşünüyorlarsa, tekrardan nikâhlanmalarında üzerlerine bir suç yoktur. İşte bunlar Allâh'ın (koyduğu) sınırlarıdır ki, (Allâh'ı) bilen kavim için açıklıyor. (A.Hulusi)


Fein tallekahâ felâ tehıllu lehû min ba'dü hattâ tenkıha zevcen ğayrehu Eğer kesinlikle boşamışsa felâ tehıllu lehû min ba'dü bunun ardından kendisine helal olmaz. Ne? hattâ tenkıha zevcen ğayrehu bir başka eşle evlenmediği sürece boşadığı eşi kendisine geri dönemez. Eğer kesinlikle boşamışsa. Bu açık.

Bu, niçin böyle keskin bir hüküm var İslam’da. Yani bir erkek için siz bunun ne demek olduğunu biliyorsunuz. Bir erkek için. Yani kıskançlığın doğasında bulunan bir varlık için, bir canlı için, boşadığı eşini, yani kendisinin mahremi olan, hayat arkadaşı olan, canını canı ile birleştirdiği eşinin bir başkasıyla evlilikten sonra ancak.

Bu tersinden anlaşılmamalı. Bu hüküm, bu hükmü koymak için değildir. Boşanmayı zorlaştırmak içindir. Anlatabiliyor muyum? Yani ayetin ruhu nedir diye sorarsanız, ayetin söylemek istediği bu değil. Ayetin söylemek istediği;

- Bakın boşamaya kalkmayın öyle. Öyle hemen boşamaya kalkmayın demektedir ayet. Eğer böyle ağzınıza gelince, canınız sıkılınca boşamaya kalkarsanız bakın sonu sizin için hiçte kabul edilemeyecek bir durum bekliyor. Demektir.

fein tallekahâ felâ cünâha aleyhimâ en yeterâce'â in zanna en yukıyma hudûdAllâh Eğer boşarsa felâ cünâha aleyhimâ en yeterâce'â in zanna en yukıyma hudûdAllâh Eğer Allah’ın hududunu, Allah’ın koyduğu sınırları ikame edeceklerine inanıyorlarsa her iki tarafta in zanna eğer her iki tarafta Allah’ın çizdiği sınırlara göre bir evliliği devam ettireceklerine inanıyorlarsa, bu durumda birbirlerine dönmelerinde bir günah yoktur.

Günah, vebal manasına gelir. Aslında Mısır lehçesinden Türkçeye geçtiği için günah, G harfi ile söylenir. Yoksa cünha’dır, cünahtır. La cühana ama mısırlılar hiçbir c harfini telaffuz etmezler, hatta edemezler. Onun için mesela Euzübillahimineşşeytanirracim, diyemezler. “Gim” derler ve bunun gibi. Gelal derler, gemal derler. Cemal diyemezler. Onun için Anadolu ya da bu kavram Mısır lehçesinden gelmiş olmalı ki Anadolu halk lisanında Günah olarak şöhret bulmuş.

ve tilke hudûdullâhi yubeyyinuha li kavmin ya'lemûn; İşte bütün bunlar Allah’ın çizdiği sınırlardır. Allah onların değerini bilen, Allah’ın hüküm koymasının ne demek olduğunu bilen bir toplum için işte bunları böyle açıklıyor.

231-) Ve izâ tallaktümün nisâe febelağne ecelehünne feemsikühünne Bi ma'rûfin ev serrihûhünne Bi ma'rûf* ve lâ tümsikühünne dıraren lita'tedû* ve men yef'al zâlike fekad zaleme nefsehu, ve lâ tettehızû âyâtillâhi hüzüva* vezkürû nı'metAllâhi aleyküm ve mâ enzele aleyküm minel Kitâbi vel Hikmeti ye'ızuküm Bih* vettekullâhe va'lemû ennAllâhe Bi külli şey'in 'Aliym;

Kadınları boşadığınız zaman iddetlerini bitirdiklerinde, artık kendilerini ya iyilikle tutun veya güzellikle salın. Yoksa haklarına tecavüz için zararlarına olarak onları tutmayın. Her kim bunu yaparsa nefsine zulmetmiş olur. Sakın Allah'ın âyetlerini alay konusu edinmeyin, Allah'ın üzerinizdeki nimetini, size kendisiyle öğüt vermek üzere indirdiği kitap ve hikmeti hatırlayıp, düşünün. Hem Allah'tan korkun ve bilin ki Allah her şeyi bilir.(e.m.)

Karılarınızı boşadığınızda üç aybaşı süresi tamamlandığında ya güzellikle devam edin ya da iyilikle serbest bırakın. Eziyet amacıyla onları kendinize bağlı tutmayın. Kim bunu yaparsa muhakkak kendi nefsine zulmetmiş olur. Allâh hükümlerini önemsememezlik yapmayın. Allâh'ın üzerinizdeki nimetini ve size "B" mânâsınca öğüt (ibret) vermek için Kitap ve Hikmetten inzâl ettiğini hatırlayın. Allâh'tan korunun ve iyi bilin ki, Allâh her şeyin (Esmâ mertebesi itibarıyla) hakikati olarak bilir. (A.Hulusi)


Ve izâ tallaktümün nisâe febelağne ecelehünne feemsikühünne Bi ma'rûfin Eğer boşanan kadınlar kendileri için tanınan sürenin sonuna yaklaşırlarsa feemsikühünne Bi ma'rûfin ya güzellikle onları tutun ev serrihûhünne Bi ma'rûf ya da güzellikle onları bırakın.

ve lâ tümsikühünne dıraren lita'tedû* ve men yef'al zâlike fekad zaleme nefsehu Onları, zarar vermek için alıkoymayın. lita'tedû eğer böyle bu maksatla alıkoyarsanız bu durumda haddi aşmış olursunuz. lita'tedû ..! zarar vermek için onları alıkoyarsanız Haddi aşmış olursunuz. ve men yef'al zâlike fekad zaleme nefsehu Kim böyle bir şey yaparsa hiç şüphesiz kendi kendisine kötülük etmiş olur.

Bakınız bu ayetin sebep-i nüzul bahsinde bir olay anlatılır.

Sabit Bin Yesar ya da Sinan Ensari hakkında nazil olduğu söylenen bu ayette, bu sahabelerden bir tanesi hanımını boşamıştı. İddetinin bitmesine birkaç gün kala vazgeçiyorum dedi. Cahiliyyede böyle zulmediyordu. Vazgeçiyorum dedi. Yani 3 ay beklemiş. 3 ay aile ilişkisi kesik hem de. Sanki bir yabancı gibi duruyor. Bitmesine birkaç gün kala vazgeçiyorum dedi, ondan sonra bir daha boşadı. Ve böylece 7 ay o kadına zulmetmişti. İşte bunun üzerine bu ayet nazil oldu. Kadınlara yapılan kötü muamelenin önüne geçmek içindir. Deminden beri tefsir ettiğim tüm ayetler. Kadının hukukunu korumak içindir.

Şimdi siz o dönemde gerçekten bunların ne muhteşem bir devrim olduğunu düşünebiliyor musunuz..! Ve gerçekten de kadına böylesine zulmedilen bir toplumda, Kur’an ın o insanları nasıl terbiye ettiğini aklınıza getirebiliyor musunuz..! İşte Kur’an ın insanlığa getirdiği bu muhteşem değerlerin kıymetini ancak bu ayetleri çok iyi bilen, Ayetlerin arka planını çok iyi bilenler takdir ederler ve o zaman onlar Kur’an ı layıkıyla okurlar. Yoksa ne bilsin Kur’an ın değerini. Kur’an ın insanlık için ne muhteşem bir adalet rehberi, rahmet rehberi, saadet rehberi olduğunu nasıl kavrayacak insan. İşte böyle kavrayabilir ancak.

ve lâ tettehızû âyâtillâhi hüzüva eğer böyle yaparsanız Allah’ın ayetlerini oyun, oyuncak etmiş olursunuz. Allah’ın ayetleri ile dalga geçmiş olursunuz. Yani Allah’ın ayetlerini eğlenceye almayın. vezkürû nı'metAllâhi aleyküm Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın.

ve mâ enzele aleyküm minel Kitâbi vel Hikmeti ye'ızuküm Bih Size öğüt vermek için indirdiği kitabı vahyi ve hikmeti hatırlayın.

Biraz önce söylediğim şeyleri Kur’an kendi lisanı ile söylüyor. Yani Allah bu ayetleri indirmekle size ne büyük bir ikram etti bunu unutmayın, hatırlayın. Ve yine unutmayın insanlığın bugün geldiği noktada Kur’an ın muhteşem bir etkisi vardır. Bunu nasıl aklınızdan çıkarırsınız..! Bugün insanlığın geldiği noktada eğer dün görülen bir takım zulüm uygulamaları yoksa, Kur’an daha başında bunları paranteze alıp yok etmek için çalıştığındandır. Kur’an bu gibi uygulamalara karşı cephe aldığı için yok olmuştur. Yoksa 20. asır cahiliyyesinde, 21. asır cahiliyyesinde ne gelenekler var ki bu zulümlerden hiçte aşağı değildir.

Bakınız 21. yy.ın kendine has zulümleri, kendilerine has cahiliyyesi var. Ve yine kadınlar farklı yöntemlerle bu kez, 7. yy. cahiliyyesinden çok farklı bir yöntemlerle yine kadınlar zulme uğruyor. Ama reklama malzeme edilerek, ama cinsellikte sömürülerek, ama şu yolla, ama bu yolla. Yine kadın mazlum ve ezilen konumunu koruyor. O halde bu ayetler 7.yy.ın değil, bu ayetler aynı zamanda 21. yy.ın ayetleridir. Ruhuyla. Söylemek istediği ile, arka planı ile.

[Eksik olan cümle; vettekullâhe va'lemû ennAllâhe Bi külli şey'in 'Aliym; Hem Allah'tan korkun ve bilin ki Allah her şeyi bilir.(e.m.)]

232-) Ve izâ tallaktümünnisâe febelağne ecelehünne felâ ta'dulûhünne en yenkıhne ezvacehünne izâ teradav beynehüm Bil ma'rûf* zâlike yûazu Bihî men kâne minküm yu'minü Billâhi vel yevmil ahıri, zâliküm ezkâ leküm ve ather* vAllâhu ya'lemu ve entüm la ta'lemûn;

Kadınları boşadığınız zaman iddetlerini bitirdiklerinde, aralarında meşru bir şekilde rızalaştıkları takdirde, kendilerini kocalarıyla nikâhlanacaklar diye sıkıştırıp, engellemeyin. İşte bu, içinizden Allah'a ve ahiret gününe iman edenlere verilen bir öğüttür. Bu, sizin hakkınızda daha hayırlı ve daha nezihtir. Allah bilir, siz bilemezsiniz.(e.m.)

Karılarınızı boşadığınızda, bekleme süresi sonunda, aralarında karşılıklı anlaşmaları hâlinde, evlenmelerine engel olmayın. Bu sizden kim Allâh'a ve gelecekte yaşanacak sürece iman ediyorsa ona verilmiş olan bir öğüttür. İşte bu sizin için daha tezkiyeli (beşeri şartlanmalardan arı) ve daha temizdir. Allâh bilir siz bilmezsiniz! (A.Hulusi)


Ve izâ tallaktümünnisâe febelağne ecelehünne eğer hanımları boşarsanız, onlarda kendileri için ayrılan sürenin sonuna ulaşırlarsa felâ ta'dulûhünne en yenkıhne ezvacehünne izâ teradav beynehüm Bil ma'rûf Bu durumda aralarında münasip bir biçimde evlenmek için anlaşmışlarsa başka kocalarla, evet, başka kocalarla evlenmek için anlaşmışlarsa siz onlara engel olmayın. Yani boşadığınız kadınlar, boşamışsınız, ilişkinizi kesmişsiniz.

Tabii ki bu Talak-ı Baiyn le boşanmışta olabilir. fark etmez yani geri dönmek mümkündür ama kadının isteğine bağlıdır. Talak-ı Baiynde. Lakin nikah bitmiş, nikah yok artık. Talak-ı baiynde nikah olmaz. Nikah yeniden kıyılır zaten. Böyle bir boşama ile boşamışsınız ama hala onun üzerinde otorite kurmaya kalkıyorsunuz. Hala onun adeta rezil olmasını istiyorsunuz. Onun mağdur durumda bulunmasından zevk alıyorsunuz.

İşte Kur’an böyle kadim bir zulmüne parmak basıyor ve diyor ki; Eğer aralarında anlaşmışlarsa başka kocalarla, onların birbirleriyle evlenmelerine engel çıkarmayın. Tabii ki meşru bir biçimde.

zâlike yûazu Bihî men kâne minküm yu'minü Billâhi vel yevmil ahıri işte bu içinizden Allah’a ve ahiret gününe inananlara Allah’ın verdiği bir öğüttür. zâliküm ezkâ leküm ve ather Bu sizin için en yararlı ve en temiz olan yöntemdir.

vAllâhu ya'lemu ve entüm la ta'lemûn; Allah çok iyi bilir bunun ne anlama geldiğini. Ama siz tabii takdir edemeye bilirsiniz.

Bu ayetin sebep-i nüzulü, birebir sebep-i nüzuldür. Bunu söylüyorum. Birebir sebep-i nüzuldür ve bu olay üzerine inmiştir ittifakla bu ayet. O olay da şudur:

Ma’kıl bin Yesar, kız kardeşini boşayan kocasına tekrar kız kardeşi ile evlenmek için müracaat etmişti. Kız kardeşi de eski kocasına dönmeyi kabul etti. Yani bir dönem anlaşmazlığa düşmüşler, kocası boşamış, tabii ki talak-ı baiynle boşamış, boşanmışlar, ondan sonra tekrar anlaşmışlar. Ama Ma’kıl bin Yesar;

- O seni boşadı, ben bir daha seni ona vermem..! Diye diretmişti.

Tabii bu ayet ininceye kadar diretti. Bu ayet indi, Resulallah Ma’kıl’ı çağırdı. (Çok ilgimi çeken bir şey var o da Resulallah bu kadar yoğun bir toplumu tek tek nasıl taassut altında tutuyor. Herkesin problemini nasıl da gözlüyor. O çok dikkatimi çeken bir husustu.) Çağırdı Ma’kıl’i mescid-i Nebevide herkes orada. Gerçekten, yürekten candan bir insandı Ma’kıl. Dedi ki;

- Ayet indi..! Dedi ve bu ayeti okudu Resulallah.

Ma’kıl hem ağlıyordu, hem gülüyordu. Nasıl olur bu ben bilmem ama, hem ağlıyor hem seviniyordu.

- Ma’kıl’ın burnunu sürten Rabbime hamdolsun. Diyordu ve arkasından, Ey Allah’ım senden razıyım ve emrine amadeyim. semi'nâ ve eta'nâ diye bitirdi sözünü.

Hemen gitti ve kardeşine;

- Allah hükmünü verdi, ben af diliyorum. Dedi ve aradan çekildi.

 İşte Kur’an böyle terbiye eder.

233-) Vel validatu yurdı'ne evladehünne havleyni kâmileyni limen erade en yütimmerredâ'ate ve alel mevlûdi lehû rizkuhünne ve kisvetühünne Bil ma'rûf* lâ tükellefü nefsün illâ vüs'ahâ* la tudârre validetün Bi veledihâ ve lâ mevlûdün lehû Bi veledihi ve alel vârisi mislü zâlik* fein eradâ fisâlen an terâdın minhümâ ve teşâvürin felâ cünâha aleyhimâ* ve in eradtüm en testerdı'û evlâdeküm felâ cünâha aleyküm izâ sellemtüm mâ âteytüm Bil ma'rûf* vettekullâhe va'lemû ennAllâhe Bi mâ ta'melûne Basıyr;

Anneler, çocuklarını, emzirmenin tamamlanmasını isteyenler için tam iki yıl emzirirler. Çocuk kendisine ait olan babaya da emzirenlerin yiyecekleri ve giyecekleri geleneklere uygun olarak bir borçtur. Bununla beraber herkes ancak gücüne göre mükellef olur. Çocuğu sebebiyle bir anne de, çocuğu sebebiyle bir baba da zarara sokulmasın. Varise düşen de yine aynı borçtur. Eğer ana ve baba birbirleriyle istişare edip, her ikisinin de rızasıyla çocuğu memeden ayırmak isterlerse kendilerine bir günah yoktur. Eğer çocuklarınızı başkalarına emzirtmek isterseniz vereceğinizi güzel güzel verdikten sonra bunda da size bir günah yoktur. Bununla beraber Allah'tan korkun ve bilin ki, Allah yaptıklarınızı görür. (e.m.)

(Boşanmış annelerin) süt emzirmesini tamamlatmak isteyen (babalar) için, anneler iki tam yıl çocuklarını emzirebilirler. Bu süre zarfında onların rızkı ve giyim kuşamı örfte olduğu üzere babanın yükümlülüğündedir. Hiçbir nefse kapasitesini aşan teklif edilmez. Ne bir ana ne de bir baba çocuğu yüzünden zarara sokulmamalıdır. Vârise düşen de aynen böyledir. Eğer kendi rızaları ile anlaşarak çocuğu iki yıldan önce sütten kesmek isterlerse kendilerine bir suç yoktur. Eğer çocuklarınızı (süt anne tutup) emzirtmek isterseniz, örf üzere verilmesi gerekeni ödediğiniz takdirde, bunda da bir beis yoktur. Allâh'tan korunun ve iyi bilin ki Allâh (tüm yaptıklarınızın yaratanı olarak) Basıyr'dir. (A.Hulusi)


        Vel validatu yurdı'ne evladehünne havleyni kâmileyni limen erade en yütimmerredâ'ate Anneler çocuklarını tam iki yıl emzirirler. Tabii ki limen erade en yütimmerredâ'ate emzirme süresini tamamlamak isteyenler için bu böyledir. Emzirme süresini tamamlamak isteyen, tabii bu ayette yukarı ile ilişkili. Yani boşanmış kadınların bir de çocuk problemi var, şimdi ne olacak. Boşandı ama bitmedi problem.

Kur’an üzerini örtmüyor, es geçmiyor, teğet geçmiyor. O problemi şimdi ele alıyor. Boşandı ama çocuk var ortada. Hem de bu çocuk küçük. Büyük olsa önemi yok. Çocukluktan çıkmış olsa, küçük, kucakta çocuk kaldı, ne olacak. Tabii ki Allah bırakacak değil ve şimdi o problemi ele alıyor.

Vel validatu yurdı'ne evladehünne havleyni kâmileyni limen erade en yütimmerredâ'ate Emzirme süresini tamamlamak isteyenler için çocuklarını tam iki yıl emzirme görevleri vardır. Boşanmış annelerin görevi budur.

Bugün yapılan birçok çalışma ile doğumdan sonra ilk altı ay süresince bebeğin fizyolojik ve psiko sosyal ihtiyaçlarını tek başına mükemmel bir şekilde karşılayan anne sütünün, anne ve bebek bağının kurulmasında önemli rol oynadığı, bebeğin ilk altı ay tek başına anne sütü ile beslenmesi, altıncı aydan sonra ek besinlerle birlikte anne sütü ile beslenmenin devam ettirilmesini ve emzirmenin iki yaşın sonuna kadar sürdürülmesinin; bebeğe sayısız yararlar sağladığı bilimsel veriler ile ispatlanmıştır…. (Prof. Dr. Mustafa Bakır)]

ve alel mevlûdi Evet, ve alel mevlûdi lehû rizkuhünne ve kisvetühünne Bil ma'rûf Tabii ki bu arada babaya, onları boşayan, yani çocuğun babası artık. Onun için bakınız ve alel mevlûdi diye geldi. Çocuğun olmasına vesile olan kimse manasına gelir motomot. Babaya, şimdi koca bitti. Onun için o jargonu kullanmıyor Kur’an. Farklı bir alana kaydırdı. Çocuğu merkeze aldı, çocuğun annesi, çocuğun babası biçiminde hitap geliyor. Babaya da ne düşer burada; Onların yeme içme, giyim kuşamlarını temin etmek düşer. Babaya da bu vaciptir.

lâ tükellefü nefsün illâ vüs'ahâ hiçbir kimseye götüremeyeceği yüklenmez. Meçhul geldi. Zaten bu, sırf bu iş için değil, Kur’an ın koyduğu hükümlerin tümü için geçerlidir. Genel bir kuraldır. Kimseye götüremeyeceği yüklenmez.

Fakihler bu ayete dayanarak boşanan çiftlerin çocuğun bakımının anne tarafından üstlenilmesine hükmetmişler. Çok ilginç tabii. Ve medeni hukukta da bu böyledir. Tüm dünya hukuklarında bu böyledir, çünkü fıtri olan budur. Tersi doğru da değildir, mümkün de değildir.

la tudârre validetün Bi veledihâ ve lâ mevlûdün lehû Bi veledihi Ne çocuğu yüzünden bir anne zarara uğratılsın, ne de çocuğu yüzünden bir baba zarara uğratılsın. Adalet ve itidal bunu gerektirir. Yani zarar olmasın iki tarafa da. Ama iki tarafta görev ve sorumluluklarını bilsin. Bebenin, annesinin yanında olması lazım, çünkü şefkat ve merhameti ancak anne verir. Annenin vereceği sadece süt değildir. Onun için burada Vel validatu yurdı'ne ibaresini sadece yurdı'ne ibaresini emzirmek manasına almamak lazım. Bakımını üstlenmek, onu bağrına basmak manasına almak lazım. Bağrına basmak anlamı aslında bir çok şeyi ifade eder. Sadece süt vermeyi değil, ona bağrından neler neler vermeyi ifade eder.

ve alel vârisi mislü zâlik Tabii ki bu aslında cümle-i mu’terize bir tırnak içi cümlesi. Babanın varisine de aynı görev düşer. Yani olur ya mümkündür, baba eğer ölmüşse, öyle bir durum ortaya çıkmışsa, bu durumda babanın varisine bu çocuğa ve annesine bakmak görevi düşer. Onu da ihmal etmemiş Kur’an. Hayatın o alanını da dolduruyor.

fein eradâ fisâlen an terâdın minhümâ ve teşâvürin felâ cünâha aleyhimâ Evet, ebeveyn, istişare sonucu çocukla annenin ayrılmasına karar verirlerse, ebeveyn istişare ettiler. Ki tesniye olarak geliyor kelimeler, eğer ebeveyn anne ve baba istişare ederler, bunun sonucunda da çocuk ve annenin birbirinden ayrılma, ben böyle manalandırdım.

Bu mana Razi’nin Ebu Müslüm İsfehani’den aktardığı bir mana. Buradaki fisâl çocuğun anneden ayrılması manasına gelir demiş bir tek müfessirler içinde Ebu Müslüm İsfehani demiş bunu. Öbür tüm müfessirler sütten kesme şeklinde anlamışlar. Bendeniz Ebu Müslüm İsfehani’nin bir tek olmasına rağmen, şahıs kalmasına rağmen yorumunun çok daha uygun ve doğru olduğuna inanıyorum.

Problem sütten kesme probleminden çok daha derin bir problem burada. Yani bu problem nasıl derin? İyi de boşanmış bir anneye ebediyen, müşterek bir meyve olan çocuğu zimmetli yemezsiniz ki. Onunda kendine göre bir hayatı olacak. Ebediyen zimmetli yemezsiniz ki. Sırtına bir kambur gibi vuramazsınız ki. O da evlenebilir, evlenmek isteyebilir, hakkıdır. Boşanmış koca ne kadar evlenmek hakkıysa, boşanmış hanımında evlenmek hakkı. Peki sırtında müşterek bir meyve olan çocuklar niçin onun sırtına yüklenecek.

Burada ne yaparlar, istişare ederler diyor. Bu çocuğu ayırmak için. Bu istişare sonucunda eğer karar verirlerse, yani bu karara uyulur.

ve in eradtüm en testerdı'û evlâdeküm felâ cünâha aleyküm babalar o çocuğu annesinden aldıktan sonra bir başka süt anneye götürüp emzirtebilir. Yani ona baktırtabilir. Bunda da sizin için diyor bir günah yoktur. Sizin için diyor..! Annesine de bir günah yoktur diyor. Yani annesi de suçlanamaz çocuğunu attı diye. Ama iki yıl mecbur. İki yıl mutlaka bakacak şefkat verecek, emzirecek. Lakin ondan sonra ona zorlayamazsınız diyor. Baba bir başka süt anneye eğer isterse verir ve ikisine de burada bir günah yoktur.

izâ sellemtüm mâ âteytüm Bil ma'rûf Evet, verilmesi gerekeni yerine meşru bir biçimde ulaştırdığınız zaman, ulaştırmanız şartıyla diye çevirelim. Yani yerine teslim etmeniz gereken şeyi güvenlikli bir biçimde yerine ulaştırmak şartıyla.

Burada sellemtüm ifadesi hem yerine teslim etmek, hem de güvenliğini sağlamak manasına gelir. Ben güvenliğini sağlamayı daha uygun bir mana olarak tercih ediyorum. Yani bu çocuğu yerine, güvenli bir yere yerleştirdiği zaman anlamına gelir. Ancak genelde Müfessirler bu ibareyi, emzirecek süt anneye ücretini güzel bir biçimde ödediğiniz zaman diye çevirdiklerini de burada ifade edeyim.

vettekullâhe va'lemû ennAllâhe Bi mâ ta'melûne Basıyr; Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun. Ve iyi bilin ki Allah yaptığınız her bir şeyi ayrıntısıyla görmektedir.

Evet sevgili dostlar, bugün işlediğimiz bu ayetler hayatın ta göbeğinden ayetler. Ta içinden ayetler. Çocuğu, anneyi, babayı, aileyi, yani toplumun çekirdeğini, yani bir anlamda toplumun tamamını ilgilendiren ayetler. Şimdi biri kalkıp ta diyebilir mi ki

- Allah dünyamıza, Allah iç işlerimize, Allah ailemize neden karışıyor..! Diye. Ve derse bu insanın Allah’la ilişkisi kesilmiş olmaz mı?

Allah’la ilişkisini sürdürenler arasında kılmasını niyaz ediyoruz Rabbimizin.

“Ve ahiru davana velil hamdülillahi rabbil alemiyn”