C sayfasından devam
66-) Hel yenzurune illes saate en te'tiyehüm
bağteten ve hüm lâ yeş'urun;
Onlar
farkında olmadıkları hâlde iken, o saatin (ölümün
- kıyametin) ansızın kendilerine gelmesinden
başka bir şey mi gözlüyorlar! (A.Hulusi)
66 - Hep
o saate, hiç farkında değillerken ansızın onun başlarına gelivermesine
bakıyorlar. (Elmalı)
Hel yenzurune illes saate en te'tiyehüm
bağteten ve hüm lâ yeş'urun şimdi onlar kendileri farkına varmadan
ansızın başlarına gelecek olan son saat dışında başka bir şey mi gözetliyorlar.
Yani başka bir şeyi mi hak ediyorlar. Ansızın başlarına gelecek, hiç farkında
olmadan başlarına gelecek son saat dışında bir şeyi gözlemesinler. Böyle
yapanlar bunu hak ediyorlar. Yani ödül mü bekliyorlar, cennet mi bekliyorlar,
aferin mi bekliyorlar, bravo iyi yaptınız mı bekliyorlar.
Bunları beklemesinler. Son saatin
dehşetini beklesinler. Ansızın kopacak son saati beklesinler ki hesap sorulsun,
niçin peygamberin getirdiği bütünü parçaladınız, niçin risalet mirasını
paramparça ettiniz, anlamını kaybettiniz, hakikatin bütününe bakmadınız da
hakikati parçalayarak hakikatin anlamını yok ettiniz. Hakikatin etkisini yok
ettiniz, hakikatin gücünü yok ettiniz. Çünkü hakikati parçaladığınızda etkisini
yok ederdiniz, gücünü yok ederdiniz. Hakikat bizatihi güçlü olmasına rağmen
batıl karşısında güçsüz duruma düşerdi ve bu da sizin parçalamanız dolayısıyla
olurdu. Bunun hesabını vereceksiniz, bunu bekleyin, ne bekliyorsunuz, aferin
denilmesini mi.
67-) El ehıllau yevmeizin ba'duhüm li ba'dın
adüvvün illel müttekıyn;
O
süreçte dostlar (dünyalık zevk arkadaşları), bazısı bazısına düşmandır! Sadece korunanlar müstesna!
(A.Hulusi)
67 - Dostlar
o gün birbirlerine düşmandırlar, müstesnâ ancak muttakîler. (Elmalı)
El ehıllau yevmeizin ba'duhüm li ba'dın adüvvün
illel müttekıyn can dostlar, eski dostlar bir başka ifade ile. O gün
birbirlerine can düşman olacaklar. Neden? Çok ilginç bir ifade değil mi? Can
dostlar, o gün birbirlerine can düşman. Bu can dostlar ne dostları? Parçalama
dostları. Hani o parçayı temsil edenler birbirlerine öyle sarılacaklar ki, dini
parçalamamış olmanın vebalini dahi unutacaklar. Ama orada can düşman olacaklar,
neden? Çünkü yaptıklarının başlarına bela açtığını, yaptıklarının cenneti değil
cehennemi getireceğini görecekler. Onun içinde savunamayacaklar,
savunmayacaklar ve suçu birbirine atacaklar. O gün can düşman olacaklar.
[Ek bilgi: DOST EDİNMEK
Aklı olanlar bundan ibret alıp
kıyamet günü birbirini suçlayacak ve davacı olacak dostlar edinmemelidirler.
Birbirlerinin lehine şahitlik edecek dostlar edinmelidirler.
Abdullah İbn Ömer üç çeşit
dost olduğunu söylemiştir;
Bunların her biri birbirinden
üstün dostlardır. Kişi ölüm anında bunlardan birincisine gider «benim başıma
böyle bir olay geldi, bana yardımcı ol ne olur?» der. O dostu «Bu mevzuda benim
sana hiçbir yardımım olmaz, sen diğer dostlarına git, onlardan yardım iste»
der.
Bunun üzerine ikinci dostuna
gider ve «Benim başıma böyle bir hal geldi, ne olur bana yardım et» der. İkinci
dostu da «Ben seninle beraber bir yere kadar giderim, oradan geri dönerim, seni
yalnız bırakırım» der.
Ondan da bir netice alamayınca
üçüncü arkadaşına gider ve ey dostum, berim başıma böyle bir hal geldi, ne olur
bana yardımcı ol» der. O «ben her zaman seninle beraberim, hiçbir zaman senden
ayrılmam. Çünkü beni kazanan sensin» der.
Birinci dost maldır. Ölümle
beraber sahibinden ayrılır, mirasçılara kalır. Onlar, bunu istedikleri gibi
sarf ederler. Sahibini hiç tanımaz, bilâkis ona yük olur. Şayet haram yoldan
kazanılmışsa sahibinin hakkında davacı olur.
İkinci dost aile efradı,
hısım-akrabadır. Bunlar da kabrin başına kadar giderler ve oradan geri
donarlar, bir saat bile onu kabirde beklemezler. Hemen geri dönerler.
Birinci dost maldır. Ölüm
esnasında sahibinden ayrılır, onu hiç tanımaz, bilâkis sahibine yük olur.
İkincisi aile efradı, hısım
akraba vs çoluk çocuktur. Onlar da kabrin başına kadar gider, oradan geri
dönerler.
Üçüncü dost ameldir. O hiç
sahibinden ayrılmaz, onunla kabre girer. Bu, ister sâlih amel olsun, ister kötü
amel olsun sahibi ile kabre girer. Salih amel olursa sahibine şefaat eder, kötü
amel olursa sahibinin aleyhine döner. Aklı olanlar bundan ibret alıp, kendi
lehine şahadette bulunacak amel etmelidir.
Bu âyetin mânâsından Hz.
Ali'ye sorarlar, o bunu şöyle izah eder:
Mü'minlerden biri öldüğü zaman
diğeri onun arkasından dua eder. O da öldüğü zaman kıyamet günü buluşup
birbirlerini medhü sena ederek, biri diğerine «Sen ne güzel dostsun, beni hiç
unutmadın» der. Kâfirler ise kıyamet günü birbirlerini suçlayarak, birbirlerine
«sen ne kötü arkadaşsın, beni bu duruma sen düşürdün» derler ve birbirlerinden
kaçarlar. Mü'minlerin hem dünyada, hem de âhirette birbirlerine faydaları
vardır. Yüce Halik onları medhü sena etmiştir. {Ebü'l-Leys Semerkandi – Tefsir
– ül Kur’an}]
El ehıllau yevmeizin ba'duhüm li ba'dın adüvvün
illel müttekıyn fakat sorumluluk bilincini kuşananlar hariç, onlar
hariç. Devam edelim;
68-) Ya 'ıbadi lâ havfün aleykümül yevme ve lâ
entüm tahzenun;
"Ey
kullarım... Bu süreçte size bir korku yoktur... Mahzun da olmazsınız!"
(A.Hulusi)
68 - Ey
benim kullarım! size hiç korku yoktur bu gün ve siz mahzun da olmayacaksınız.
(Elmalı)
Ya 'ıbadi lâ havfün aleykümül yevme ve lâ entüm
tahzenun ey sorumluluk bilincini kuşanan kullarım. Bir önceki ayetin
sonundan başlayıp öyle anlamak lazım. Ey kullarım bugün ne gelecekten
korkmanıza, ne de geçmişten üzüntü duymanıza gerek yok.
Evet, Havf ve hûzn; zamanlı
kelimeler. Havf geleceğe tekabül eder Arap dilinde, hûzn geçmişe. Dolayısıyla
gelecekten kaygı ve korku duymamak, geçmişten dolayı da üzüntü duymamak. Bu
nedir? Geçmişte hiç hata yapmamış olmak anlamına mı geliyor? Yoksa geleceğe
ilişkin bir garanti ve sigorta elde etmek mi. Hayır bu Allah’a sığınmak,
Allahlı olmak ve yukarıda söylenenleri işlememeye çalışmaktan geçiyor. Yoksa
melekleşmek anlamına gelmediğini daha önce 59. ayeti işlerken işlemiştik.
69-) Elleziyne amenû Bi âyâtiNA ve kânu
müslimiyn;
Onlar
ki varlıklarındaki işaretlerimize iman ettiler ve teslimi kabul edenlerden
oldular... (A.Hulusi)
69 - Benim
âyetlerime iman edip de halîs Müslüman olan kullarım. (Elmalı)
Elleziyne amenû Bi âyâtiNA ve kânu müslimiyn
siz ey ayetlerimize iman eden ve kayıtsız şartsız teslim olanlar.
70-) Udhulül cennete entüm ve ezvacüküm
tuhberun;
Siz ve eşleriniz
(bilinç ve ruhanî bedenleriniz) neşe ve keyifle cennete dâhil olun! (A.Hulusi)
70 - Girin
Cennete: siz ve zevceleriniz, sürurlar, neşeler içinde. (Elmalı)
Udhulül cennete entüm ve ezvacüküm tuhberun
siz ve eşleriniz, ruha safa veren bir müzik eşliğinde girin haydi cennete.
Onlara böyle denilecek. Şimdi cenneti hak etmiş insanlar gündeme getirildi ve
onları ahirette bekleyen büyük sürprizlerden söz ediliyor.
Tuhberun; İlginçtir, el hubur;
şiddetli sevinç, insana neş’e veren, sevinç taşıyan şey manasına geliyor kökü.
Fakat ikinci kuşaktan Veki’, cennet şarkıları dinlerler şeklinde anlıyor bunu.
Yine Hz. Peygamber kendisine
sorulmuş bir soru üzerine Tirmizi’de sıfatul cenneh bölümünde geçen bir
hadiste, cennetlikleri cennette muhteşem şarkılarla bir koronun
karşılayacağını, muhteşem bir koro ile karşılanacaklarını ifade buyuruyor.
Cennete girerken muhteşem bir müzik dinletisi sunulacağını, insanı sevinçten,
neş’e den hazdan dört köşe eden muhteşem bir müzikle karşılanacağını ifade
ediyor. Cenneti nasıl, ne kadar tasvir edebilirsek, o müziği de sanırım öyle
tasvir edebiliriz. Ama şu yalan dünyada güzel müziklerin bile insanın içini
nasıl alıp götürdüğü düşünüldüğünde, cennetin müzikten mahrum kalması zaten
düşünülemezdi. Ki zaten 30. surede bu yine benzer bir ayetle müjdeleniyor ve
işte böyle bir müjde sunuluyor cennetliklere.
71-) Yutafü aleyhim Bi sıhafin min zehebin ve ekvab* ve fiyha
ma teştehiyhil enfüsü ve telezzül a'yün* ve entüm fiyha halidun;
Altından
tabaklar ve testiler döndürülür üstlerinde... Onda nefslerin (bilinç boyutunun yaşamayı arzuladığı) iştah duyduğu ve gözlerin (basîretin zevkle seyretmek istediği kuvveler) keyif aldığı şeyler vardır! Sizler onda ebedî yaşarsınız!
(A.Hulusi)
71 - Altından
tepsiler ve küplerle üzerlerine dönülür dolaşır, nefislerin hoşlanacağı,
gözlerin lezzet alacağı şeyler hep orada ve siz orada muhalledsiniz. (Elmalı)
Yutafü aleyhim Bi sıhafin min zehebin ve ekvab
orada huzurlarında altın tepsilerle kadehler dolaştırılacak ve fiyha ma teştehiyhil enfüsü ve telezzül
a'yün orada canlarının çektiği her şey ve gözleri kamaştıracak
tanımsız hazzın her türünü bulacaklar.
Ve telezzül a’yün; ilginç bir ibare. Gözleri lezzetlendirecek
diyor. Gözleri zevkten mayıştıracak..! Çok ilginç bir ibare. Cennette Allah’ın
müşahede edilmesidir demiş bazı otoritelerimiz. Yani cemalullah’ın görülmesi.
Ahirette böyle bir müjdenin verilmiş olması dahi insanı gerçekten dört köşe
etmeye yeter. Böyle bir şeyin nasıl olabileceğini tahayyül dahi edemeyiz. Zaten
dünya için bu söz konusu olmaz. Fakat keyfiyeti bilinmez ve tabii ki bu gözle
değil, bambaşka bir alemde, bambaşka bir düzlemde, yani bambaşka bir müşahede.
Bu galiba secde/17. ayeti ile de doğrulanıyor.
Fela ta'lemü nefsün ma uhfiye lehüm min
kurreti a'yün. (Secde/17) cennette kendisini nasıl göz kamaştırıcı
sürprizlerin beklediğini hiç kimse hayal dahi edemez.
İşte bu kadar. Burada söz
bitiyor, burada tahayyül de bitiyor, tasavvur da bitiyor, hayal de bitiyor,
hepsi bitiyor. Çünkü insanın hayali gördüklerinden müteşekkil. İnsanın hayali
nihayetinde şu dünyada elde ettiği bilgilerin toplamından müteşekkil. Görmediği
bir şeyi, hayal dahi edemiyor insan. O halde hayal bile edemez derken, bilemez
asla, tasavvur dahi edemez derken neyi anlamamız gerektiğini biliyoruz.
ve entüm fiyha halidun işte siz
orada kalıcı bir biçimde yerleşeceksiniz.
72-) Ve tilkel cennetülletiy uristümuha Bima
küntüm ta'melun;
İşte
yaptıklarınızın sonucu olarak kendisine mirasçı kılındığınız cennet budur!
(A.Hulusi)
72 - Ve
işte bu, sizin çalıştığınız ameller sebebiyle vâris kılındığınız Cennet.
(Elmalı)
Ve tilkel cennetülletiy uristümuha Bima küntüm
ta'melun işte yapa geldikleriniz sayesinde varisi olduğunuz cennet
böyledir. Yaptıklarınız sayesinde mirasçısı olacağınız cennet işte böyledir
diyor. Yani cennetin nasıl olduğunu mu merak ediyorsanız Allah’tan öğrenin
çünkü görmediniz. Allah’tan başka size cenneti tarif edecek kim var.
Cennet bedel değil ödüldür. Bu
ayeti doğru anlamak lazım. Doğru anlamak içinde şu ayetle birlikte anlamak
lazım; sevaben min indillâh. Allah katından bir ödül
olarak vAllâhu
'ındeHU husnüs sevab. (A. İmran/195) ödüllerin en güzeli Allah
katındadır.
[Ek bilgi; CENNET.
…..Cennet boyutunda, o kişinin
ilmiyle sınırlı olmak şartıyla, Allâh isimlerinin özellikleri açığa çıkacak; o
boyutta yaşayanlar; Allâh'ın kuvvet-kudret ve yaratıcılığıyla, diledikleri her
şeyi istedikleri anda, istedikleri şekilde yaşayabileceklerdir! (A. Hulusi)]
73-) Leküm fiyha fakihetün kesiyretün minha
te'külun;
Sizin
için orada pek çok meyve (marifet türü) vardır... Onlardan yersiniz. (A.Hulusi)
73 - Sizin
için onda çok meyveler vardır, onlardan yiyeceksiniz. (Elmalı)
Leküm fiyha fakihetün kesiyretün minha te'külun
orada amellerinizin meyvelerini bol bol verecek onlardan yiyeceksiniz. Gayb
olan cennetin sembolik dille tasvirinde meyvenin sembolize ettiği şey nedir?
Şudur; meyve karın doyurmak için yenmez. Onun içinde acıktığınız zaman
yemezsiniz. Zevk ve keyif almak için yenilir. Yani cennette yiyeceksiniz fakat
acıktığınız için değil, acıkmak zaaftır. Cennette zaaf olmayacak. Keyif almak
için yiyeceksiniz, lezzet almak için yiyeceksiniz, zevk almak için
yiyeceksiniz.
74-) İnnel mücrimiyne fiy azâbi cehenneme
halidun;
Muhakkak
ki suçlular (şirk ehli) cehennem azabı içinde ebedî kalıcılardır. (A.Hulusi)
74 - Haberiniz
olsun ki mücrimler Cehennem azâbında muhalledirler. (Elmalı)
İnnel mücrimiyne fiy azâbi cehenneme halidun
ne var ki günahı hayat tarzı haline getirenler, mücrimiyn i böyle çevirdim,
Çünkü bir kez günah işlemiş olan mücrim olmaz. Mücrim günahı isim haline
getirmesi lazım, günahı hayat tarzı haline getirmesi lazım. Suç adı olmuş,
günah adı olmuş adamın. İşte onun için mücrimiyn i; günahı hayat tarzı haline
getirenler diye çevirdim. Cehennem azabı içinde yerleşip kalacaklar.
75-) Lâ yüfetteru anhüm vehüm fiyhi müblisun;
Onlardan
(azap)
hafifletilmez! Onlar onun içinde gelecekten umutsuzdurlar! (A.Hulusi)
75 - Kendilerinden
o azâb gevşetilmez ve onlar onun içinde her ümidi kesmişlerdir. (Elmalı)
Lâ yüfetteru anhüm vehüm fiyhi müblisun
onlardan azap hiç eksilmeyecek, dahası hiç aralık verilmeyecek, fetret
olmayacak azaplarında ve onlar derin bir umutsuzluğa gömülüp gidecekler. Fiyhi mublisun. Derin bir umutsuzluğun
içine, gayyasına düşecekler. ya leyteniy küntü turaba.
(Nebe’)/40) diyen nefis işte bu nefis. Keşke toprak olup gitseydim. Derin bir
umutsuzluk müblisun; iblisleşmek,
yani dünyada iblisin askeri olanlar ahirette iblisleşecekler. İblis umutsuz
vaka demektir. Allah’tan umut kesmek iblisliktir.
76-) Ve ma zalemnahüm ve lâkin kânu hümüz
zâlimiyn;
Biz
onlara zulmetmedik... Ne var ki onlar nefslerine zulmedenlerdendi! (A.Hulusi)
76 - Ve
biz onlara zulmetmemişizdir ve lâkin kendileri zalim idiler. (Elmalı)
Ve ma zalemnahüm ve lâkin kânu hümüz zâlimiyn
ne ki; onlara haksızlık eden biz değiliz. Fakat asıl haksızlık yapan onların
kendileridir. Bu ayeti şu ibare ile birlikte belki düşünmek lazım ve lâkin kânu enfüsehüm yazlimun
(Çok yerde, Ör; Bakara/57) fakat onlar kendi nefislerine, kendilerine
zulmettiler. ve ma ene Bi zallamin lil 'abiyd. (Kaf/29) bizim
kullarımıza zulmetme ihtimalimiz bulunmamaktadır. İşte bu.
Devam ediyor E sayfasına geçiniz.
155. videoyu toplu olarak BURADA
bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder