A sayfasından devam
25-) Tüdemmiru külle şey'in Bi emri Rabbiha
feasbehu lâ yura illâ mesakinühüm* kezâlike neczil kavmel mücrimiyn;
(O rüzgâr) Rabbinin emriyle
her şeyi helâk edip dumura uğratır! Nitekim öyle oldular ki, geride onların
meskenlerinden başka bir şey kalmamıştı! Suçlular toplumuna yaptıklarının
sonucunu böyle yaşatırız! (A.Hulusi)
25 - Rabbinin
emriyle her şey'i tedmir eder, derken öyle oluverdiler ki meskenlerinden başka
bir şey görünmez oldu, işte öyle mücrim bir kavme biz böyle ceza veririz.
(Elmalı)
Tüdemmiru külle şey'in Bi emri Rabbiha
rabbinin emri ile o felaket, o bulutun getirdiği korkunç kasırga her şeyi yerle
bir etti, mahvetti, kökünü göğe getirdi. feasbehu lâ yura illâ mesakinühüm sonunda harap
olmuş haneler dışında onlardan geriye hiçbir şey kalmadı. kezâlike neczil kavmel mücrimiyn
işte biz günaha gömülüp giden bir toplumu böyle cezalandırırız, böyle helak
ederiz.
Bu felaket kaynaklarımızda yer
aldığı kadarıyla dehşet bir felaket olmuştu. İnsanları kumlar gibi göğe
savurmuştu bu kasırga. Kumlar, kurşunlar gibi insanları vurmuştu. 8 gece 7 gün
sürdüğünü söylüyor Kur’an. İnsanlar kütükler gibi sürüklenmiş, devrilmiş ve
kaybolmuştu, ufalanmıştı, talaşa dönmüştü. Koca bir uygarlık kimi yerlerde 12.
metreyi bulan bir kum denizinin altına gömülüp gitmişti. Bunu, bu y.y. da
yapılan bölgede ki kazılardan anlıyoruz. O uygarlığa ait olduğu sanılan
görkemli sütunlar 12 m ile 7 metrelik kum dağlarının, tepelerinin altında
bulunmuştu. Hakka suresinin 6 ve 8. ayetleri arasında bu felaketin boyutları
aktarılır.
26-) Ve lekad mekkennahüm fiyma in mekkennaküm
fiyhi ve ce'alna lehüm sem'an ve ebsaren ve ef'ideten, fema ağnâ 'anhüm
sem'uhüm ve lâ ebsaruhüm ve lâ ef'idetühüm min şey'in iz kânu yechadune Bi
âyâtillâhi ve haka Bihim ma kânu Bihi yestehziun;
Andolsun
ki, size vermediğimiz imkânları onlara verdik... Onlara kulaklar, gözler ve
hakikati kavrayacak kalpler oluşturduk... Bile bile Allâh'ın işaretlerini inkâr
etmeleri yüzünden; onların ne kulakları, ne gözleri ve ne de FUADLARı (Esmâ mânâ özelliklerini şuura yansıtıcılar - beyne
kopyalanmış kalp nöronları) onlardan bir şey
savmadı! Alay etmekte oldukları şey onları ihâta etti! (A.Hulusi)
26 - Yemîn
ile söylerim: doğrusu biz onlara öyle şeyler vermiş idik ki size o kuvvet ve
mükneti vermemişizdir, hem kendileri için kulak ve gözler, gönüller yapmış idik
ki ne kulakları, ne gözleri, ne gönülleri kendilerine bir fayda vermedi, zira
Allahın âyetlerini inkâr ediyorlardı, o istihza ettikleri şey de kendilerini
kuşatıverdi. (Elmalı)
Ve lekad mekkennahüm fiyma in mekkennaküm fiyh
doğrusu onlara orada; Ey muhataplar, ey şımarık Mekke’liler, ey son muhataplar
arasında ki inkarcılar size bugün burada vermediğimiz kadar güç ve iktidar
vermiştik. Yani onların iktidarı, onların refahı, onların gücü sizin gücünüzden
çok daha fazla idi.
ve ce'alna lehüm sem'an ve ebsaren ve ef'ideten
onların da işitme, görme ve akletme yeteneğiyle donatmıştık. Yani onlarında
gözü vardı, kulağı vardı, kalbi vardı. fema ağnâ 'anhüm sem'uhüm ve lâ ebsaruhüm ve lâ ef'idetühüm
min şey'i ne var ki ne işitme, ne görme, ne de akletme yetileri
başlarından belayı savmaya yetmedi, başlarından belayı def etmedi. iz kânu yechadune
Bi âyâtillâh çünkü onlar Allah’ın ayetlerini bile bile inkar
etmişlerdi.
Bir sonraki surenin 2. ayetinde
gelecek. Bir bilinci, bir aklı, bir tasavvuru vahiy inşa etmemişse o bilinç, o
akıl, o tasavvur işitmez, görmez, duymaz, hissetmez. Çünkü insan gözü ile
değil, bilinciyle görür. Gören göz değil, göz görmenin sadece aracıdır. Eğer
akletmezse bu gözün 3 misli büyüklükte göz taşıyan mahlukat var. Onların 3 kat
görmesi gerekirdi. Onun için akletmezse görmez, işitmez. Hakikati, işitmezse
eğer görmez. Tıpkı ışık gibi. Işık yoksa göz işe yaramaz. Vahiy yoksa akıl işe
yaramaz. Vahiy aklın ışığı, ışık gözün vahyi. Ses kulağın ışığıdır. Sesin
kulağa nispeti neyse vahyin de akla nispeti odur. Kulak işitse bile ses yoksa,
neyi işitecektir. Göz görüyor olsa bile ışık yıksa, o gözün kör olmasıyla
görüyor olması arasında ki fark nedir.
Akıl da öyledir. Eğer yolunu
bulamamışsa, eğer doğru bir kılavuz bulamamışsa, eğer doğru koordinatlara
yerleşmemişse, doğru bir tasavvur onu yönlendirmemişse o zaman ışıksız göz
gibi, aklı çalışsa dahi akıl doğru çalışmaz, iş yapmaz. İşte onun gibi. Tıpkı
onun gibi, ki devamı zaten geliyor;
ve haka Bihim ma kânu Bihi yestehziun
nihayet alay ettikleri şey onları çepeçevre kuşatıp mahvetti.
27-) Ve lekad ehlekna ma havleküm minel kura ve
sarrefnel âyâti leallehüm yerci'un;
Andolsun
ki şehirlerden etrafınızda olanları helâk ettik... Belki rücu ederler diye
işaretleri çeşitli anlatım yolları ile tekrar tekrar açıkladık! (A.Hulusi)
27 - Celâlim
hakkı için hakikaten etrafınızdaki memleketleri helâk etmişizdir, âyetleri
tasrif de etmiştik, gerekti ki rücu' edeler. (Elmalı)
Ve lekad ehlekna ma havleküm minel kura
doğrusu çevrenizdeki ülkelerden bir çoğunu da işte böyle yok etmiştik.
Çevrenizdeki dediği vahyin ilk muhataplarının çevresinde ki ülkeler. Ki hemen
kuzeyde Medain’i Salih gözlerinin önünde idi. Semud kavminin helak olduğu
mekandan gelip giderlerdi. Akdeniz’le bölge arasındaki seyahat sırasında. Yine
aynı seyahat sırasında yakınından geçtikleri bir başka helak bölgesi Lût
kavminin helak olduğu bölge idi. Yani onlar, oralardaki helakin kokusunu hala
alıyorlardı, biliyorlardı. Aralarında konuşuluyordu.
Fakat bilmek yetmiyor demek ki,
görmek yetmiyor. İşte göremediler, bilemediler. Yani bilmeleri ve görmeleri
ibret almaları için yetmedi. Bir üstte ki ayet belki bunu söylüyordu.
ve sarrefnel âyâti leallehüm yerci'un
ama ondan önce belki vazgeçerler diye mesajlarımızı çok boyutlu olarak
açıklamıştık. Yani helak etmeden. Ondan önce dediği bu. Helak etmeden onlara
mesajlarımızı bütün boyutlarıyla açıkladık ki helak olmasınlar, mahvolmasınlar,
biz helak etmek istemedik onları, kendi kendilerini helak ettiler. Helak
olmasınlar diye verdiğimiz akılla yetinmedik. İrade verdik, onunla yetinmedik,
peygamber gönderdik. Bir tane göndermedik çok gönderdik. Kitap gönderdik, bir
tane göndermedik vahyi, çok gönderdik. Daha ne yapsaydık. Zımnen bu soru.
ve ma künna
muazzibiyne hatta neb'ase Rasûla. (İsra/15) biz bir elçi
göndermediğimiz sürece hiçbir topluma azab etmeyiz. Yani bu hem dünyevi
felaketi, hem de uhrevi azabı kapsasa gerektir. Tabiat ayetleri ile uyardık
onları, enfüs ayetleri ile uyardık, afak ayetleriyle uyardık. İnsan ayetiyle,
olay ayetiyle ve olmadı vahiyle uyardık, yine uyanmadılar.
28-) Felevla nasarehümülleziynettehazû min
dûnillâhi kurbanen aliheten, bel dallu anhüm* ve zâlike ifkühüm ve ma kânu
yefterun;
Allâh
dûnunda yaklaştırıcı olarak edindikleri tanrılar onlara yardım ettiler mi?
Bilakis (edindikleri tanrılar) onlardan kaybolup gittiler! İşte bu (tanrı kabulleri) onların
yalanı ve uydurageldikleri şeydir! (A.Hulusi)
28 - O
vakit Allahın mâsivâsından yakınlık için ilâh ittihaz eyledikleri kimseler
onları kurtarsalardı ya! Bilâkis onlardan savuşup yittiler gittiler, ki işte
onların sapıtmalarının ve uydurup durdukları iftirâlarının hasılı budur.
(Elmalı)
Felevla nasarehümülleziynettehazû min dûnillâhi
kurbanen aliheten bari Allah dışında ilahlık yakıştırdıkları,
kendilerini ona yakınlaştırsınlar, yardım etseler diye bel dallu anhüm ne gezer, onları
tanımadılar bile. Yani kendilerine ilahlık yakıştırdıkları o varlıklar,
kendisine ilahlık yakıştıran bu adamları tanımadılar bile. ve zâlike ifkühüm ve ma kânu yefterun
bu onların kendi uydurdukları şeylerle kendilerini kandırmalarından başka bir
şey değil. Sadece bunun bir sonucuydu.
Bir önceki surenin, casiye/7
ayetini tekrar hatırlatırım. Orada; effak
vardı mübalağa vezni. Yalanda abartı. Yani yalanı hayat tarzı haline getirmek
diye de çevirmiştim. İşte Effak;
öyle bir yalan ki, kendi kendini dahi aldatıyor. Başkalarını aldatmak için
söylediğiniz yalan, yalandır. Fakat o yalan döner sizi de aldatırsa effak olursunuz. İşte yalanın son
sınırı budur. Yalanın en berbatı da budur. Kişinin kendisini aldattığı yalan.
Şirk ve küfür, kişinin kendisini aldattığı korkunç bir yalan.
29-) Ve iz sarafnâ ileyke neferen minel cinni
yestemi'unel Kur'ân* felemma hadaruhu kalu ensıtu* felemma kudıye vellev ila
kavmihim münziriyn;
Hani
cinden (insan gözünün görme alanı dışında kalan
bir türden) bir grubu, Kurân'ı işitip
dinlesinler diye sana yöneltmiştik... Ona hazır olduklarında dediler ki:
"Susun!"... Hüküm yerine gelince de uyarıcılar olarak toplumlarına
döndüler! (A.Hulusi)
29 - Bir
de şu vaktı anlat ki: Cinlerden bir takımını Kur'an dinlemek üzere sana sevk etmiştik,
bu suretle vaktâ ki ona hâzır oldular, susun dinleyin dediler, sonra
bitirildiği vakit da döndüler, inzar etmek üzere kavimlerine gittiler. (Elmalı)
Ve iz sarafnâ ileyke neferen minel cinni
yestemi'unel Kur'ân tabii bu pasajda efendimize teselli babından,
ilk muhatapların inkarı, ısrarla geri durmaları, vahye sırt dönmeleri ve hatta işte
Ad kavminin yaptığı gibi yapmaya kalkmaları ima edilmişti. Şimdi ise efendimize
muhteşem bir teselli armağanı sunuluyor ve deniliyor ki; Bir zamanlar cinlerden
bir grubu, Kur’an dinlemeleri için sana yönlendirmiştik, sana yöneltmiştik.
18. ayete atıf olduğunu hemen
belirteyim bu surenin. Orada ins ve cinden bahsediliyordu. Cin; zıddı olan ins
ile birlikte gelirse görünen, görünmeyen karşıtlığı oluşturur, bu manaya gelir
genellikle. Burada tek gelmiş. İns karşıtıyla birlikte kullanılmamış. Tek
geldiği zaman uzak varlıklar anlamını da taşır. Uzak varlıklar. Bu ayetler
nüzul ortamının cin tasavvurunu ele alan Sebe’/12 ayetiyle birlikte
anlaşılmalı. Onun ışığında anlaşılmalı. Burada Resulallah’a cinlerin, uzak
varlıkların yönlendirilerek onun Kur’an ını, onun okuduğu vahyi dinledikleri
ifade ediliyor.
felemma hadaruhu kalu ensıtun
nihayet o ilahi kelama kavuşur kavuşmaz sükunetle dinleyin demişlerdi
birbirlerine. felemma
kudıye vellev ila kavmihim münziriyn okuma biter bitmez de kendi
kavimlerini yanına uyarıcılar olarak dönmüşlerdi.
Olay ayrıntılarıyla hadis
kaynaklarında yer alır. Fakat ayrıntılarına inildikçe farklı, hatta bazen
birbiriyle çelişen rivayetlere rastlanır. Ama esasta özü itibarıyla olayın
özeti şu:
Efendimiz son bir sığınak olsun
için ölümüne sıkıştırıldığı ve artık suikast hazırlıkları yapılan Mekke’den
Taif’e hareket etmişti. Taif’te malumunuz olduğu üzre, surenin girişinde de
bahsettiğimiz gibi taşlandı, aradığını bulamadı. Kendinse iltifat edilmedi.
Orada Mekke gibi ihanet etti. O insanlık ufkunun eli yüzü kan revan içinde
şehrin delileri, serserileri tarafından taşlanarak, horlanarak, hakaret
edilerek şehirden çıkarıldı, kovuldu.
İşte me’yus bir halde, derin
üzüntüler içerisinde Mekke’ye bin bir türlü duygularla dönerken yolda Nahle vadisi
denilen yerde, ki bugünkü cin mescidinin olduğu yer. Hemen Mekke-i Mükerremede
zaten Gazze çarşısı boyunca uzanan ve ucu mualla mezarlığına kadar uzanan o
büyük caddenin üzerinde yer alan cin mescidinin olduğu yerde bu olay
gerçekleşti.
Olay sırasında Resulallah’ın
cinleri görmediğini beyan eden rivayetler var. Özellikle Buhari ve Tirmizi’nin
naklettiği rivayetler bu cümleden olarak sayılabilir ki bunların başında
Abdullah İbn. Abbas’a atfedilen rivayetler gelir.
Yine aynı kaynaklar bu cinlerin,
ya da uzak varlıkların Yahudi olduğunu, ki ayetlerin gelişinden de anlaşılacağı
gibi Yahudi olduğunu, Nasibeyn cinleri olduğunu, yani bizim bugün Nusaybin
olarak bildiğimiz, o günkü anılışıyla Nasibeyn, çift nasip, çift imtiyaz, çift
güzellik sahibi anlamına gelen Nusaybin cinleri olduğu kaynaklarda kayıtlı.
Bu ayetler aslında ne veriyor,
nedir bize söylemek istedikleri, yani tüm muhataplarına bir şey söylüyorlar, o
ne? O şu; Ey Muhammed seni kendi şehrin dinlemezse, yakınların reddederse sana
Allah ta uzaklardan dinleyici bulur, gönderir. Seni en yakınların kovar, söver,
döver ve horlarsa; seni en uzaklardan birileri gelir, kucaklar, destekler, hiç
görmediğin, hiç tanımadığın, hiç bilmediğin, varlığından dahi haberdar
olmadığın bir takım uzak varlıklar gelir, sana yardım eder, seni dinler, seni
yalnız bırakmaz mesajıydı. Bu mesaj bir armağandı, bir teselli armağanı.
Aslında bu ayetler insan ve
cinlere kendi türlerinden elçiler gönderildiğini ifade eden Enam/130. ayeti
ışığında anlaşılmalıdır. Bunu da ifade ettikten sonra devam edelim.
[Ek bilgi-1; PEYGAMBERİN
CİNLERE KUR’AN OKUMASI
Müslim ve Ebû Dâvud,
Alkame’den rivayet ediyorlar: «İbn-i Mes’ûd’a sordum:
Cin gecesi hiç biriniz Hz.
Peygamberle beraber bulundu mu?
Hiç birimiz bulunmadık, lâkin
bir gece Hz. Peygamberle beraber bulunuyorduk. Bir ara o bizden kayboldu.
Vadilerde ve kuytu yerlerde onu aramaya başladık. Bir suikast’a uğradığını
sandık; gayet korkulu bir gece geçirdik. Sabah olunca Hira yönünden çıkageldi.
Dedik ki:
Ey Allah’ın Resûlü! Seni
kaybettik; aradık, lâkin bulamadık. Sorma,
çok korkulu bir gece geçirdik.
Bana cinlerin Tebliğcisi
geldi. Onunla beraber gidip kendilerine Kur’ân okudum, diye izahat verdiler.
Bunun üzerine bizi götürüp
onların yerlerini ve ocaklarını gösterdi. Sonra ondan azık istediler;
onlara şöyle buyurdu:
Elinize geçen ve üzerine
Allah’ın ismi anılan her kemik sizin içindir. Hayvanlarınız için de alâf
artıklan azık olarak tahsis edilmiştir.
Resulallah sonra bize karşı
şöyle buyurdu: Şu ikisi ile taharetlenmeyin! Çünkü onlar kardeşlerinizin
yiyeceğidir.»
İmâm Ahmed, bu hadîsi şu ilâve
ile rivayet etti: «Mekke’de ondan azık istediler. Onlar Cezîre cinleri idi.»
Hadîste anlatılan gece diğer
hadîste anlatılan gece değildir. Çünkü o gece Peygamberimiz bizzat cinlere
gideceğini bildirmiş ve İbn-i Mes’ûd ile birlikte gitmiştir. Sonra gözünden
kaybolmuş bilâhare İbn-i Mes’ûd’un yanına dönmüştür…. (Cinlerin
Esrârı - İmâm ı Şiblî)]
[Ek bilgi-2; CİNLER
HAKKINDA.
Cinler iki
unsurdan oluşur, hava ve ateş. İçerdikleri hava nedeniyle cinler diledikleri
her surete girebilirken kendilerinde ki ateş unsuru sayesinde de incelmiş ve
latiflikleri artmıştır.
Cinlerde ezme,
büyüklenme ve üstün olma duygusu vardır. Çünkü kendisinden meydana geldikleri
ateş unsuru, konumu itibarıyla unsurların en üstünüdür. Ateş, doğanın
gerektirdiği tarzda eşyayı dönüştürmede büyük bir etkiliğe sahiptir. Allah
kendilerine emrettiğinde Cinlerin Adem’e secde etmek hususunda büyüklük
taslamalarının nedeni budur.
Cinler
Adem’in kendisinden yaratılmış olduğu suyun otoritesinin ateşten daha üstün
olduğunu anlamadı. Çünkü su ateşi yok eder. Toprak ise (Basit unsurları olan)
soğukluk ve kuruluk nedeniyle ateşten daha sabittir. Binaenaleyh Adem, Allah’ın
onu var ettiği iki unsurun baskın gelmesi nedeniyle güç ve direnç sahibi
olmuştur.
Cinler
incelik ve latiflik aleminden olduğu için istedikleri duyusal suretlerin
şeklini alma özelliğine sahiptir.
Cinlerde
üreme havanın dişinin rahmine üflenmesi ile gerçekleşir.
Cinlere hava
ve ateş unsuru baskın geldiği için onların gıdaları havanın taşıdığı şeyler,
yani koklamadadır.
Cinlerin
Cinsel ilişkilerinde bir araya gelmelerine gelince, bu bir kıvrılmadır. Bu
durum körükten ya da tandırdan birbirine karışmış halde çıkan dumana benzer.
Cinler
aralarında büyük savaşlar meydana gelir. Bazı fırtınalar onların savaşları
olabilir.
(İbn. Arabi/ Fütuhât-ı Mekkiyye Cilt1/386)]
159-1 videoyu BURADA
bulabilirsiniz
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder