A sayfasından devam
50-) Felemma keşefna anhümül azâbe izâhüm
yenküsûn;
Kendilerinden
azabı kaldırdığımızda, onlar hemen sözlerini bozdular! (A.Hulusi)
50 -
Bunun üzerine kendilerinden azâbı açtığımız vakit da derhal cayıverdiler.
(Elmalı)
Felemma keşefna anhümül azâbe izâhüm yenküsûn
ama cezayı kaldırır kaldırmaz derhal sözlerinden caydılar. İzâhüm yenküsûn. Sözlerini arkaya attılar, üstüne yattılar,
verdikleri sözü unuttular.
İnsanoğlunun tipik davranış
biçimi, zoru görünce boyun eğip yalvarıp, ondan kurtulunca onu hiç görmemiş
gibi davranmak. Belayı görünce boyun eğip, beladan kurtulunca meydan okumaya
devam etmek. Tekebbüre, kibirli havalara girmek.
51-) Ve nada fir'avnu fiy kamihi kale ya kavmi
eleyse liy mülkü mısra ve hazihil enharu tecriy min tahtiy* efela tubsırun;
Firavun,
halkı içinde nida edip dedi ki: "Ey halkım! Mısır'ın varlığı ve altımdan
akan şu nehirler benim değil mi? Hâlâ görmüyor musunuz?" (A.Hulusi)
51 -
Ve Firavun kavminin içinde şöyle bağırdı: ey kavmim! Mısır mülkü benim ve hep
şu nehirler benim altımdan akıyor değil mi? Artık gözünüzü açsanız a.(Elmalı)
Ve nada fir'avnu fiy kamihi kale ya kavm
derken Firavun kavminin arasındayken ey kavmim diye seslendi, Ey kavmim,
Firavunun ulusa seslenişi yani. Onu görüyoruz şimdi. eleyse liy mülkü mısra ve hazihil enharu
tecriy min tahtiy Mısır’ın hakimiyeti bana ait değil mi ey kavmim şu
gördüğünüz nehirler, sulama kanalları, bu bütün insanlığı hayrette bırakan en
ileri teknoloji ile donatılmış bu muhteşem kanallar benim ayağımın altından
akmıyor mu? efela
tubsırun ne yani bunu da mı görmüyorsunuz.
Evet, Firavunla ilgili tüm
ayetlerden tarihler üstü firavunluk mantığını anlıyoruz, görüyoruz. Firavunlar
tarihte kalmış olabilir, ama firavunluk tarihte kalmadı. Firavunluk her çağda
geçerli. Her çağda görebilirsiniz. Malikül mülk; Mülkün gerçek maliki Allah’tı.
Fakat firavun mantığı mülkün maliki kendisi zanneder. Yani kendisinin sahip
olduklarını sadece kendisine ait bilir. Onun mutlak maliki zanneder kendisini.
Onu emanet olarak görmez.
Demek ki firavunlaşmaya başlayan
benliğin ilk yaptığı şey sahip olduklarının maliki olduğunu zannetmek. Yani
onların emanet olduğu gerçeğini unutmak. Her firavunlaşan bu noktadan yola
çıkarak firavunlaşır. Kendisini imtihan edilmek için verilmiş değerleri, benim
zanneder, mülkiyeti zanneder. Ve tabii değerin sahibini unutmak aslında şükrü
unutmaktır. Şükrü unutan Allah’ı unutur. Allah’ı unutan kendini unutur, kendini
unutan kendini kaybeder, kendini kaybeden hiçbir şey kazanamaz. Bu da
tekebbürdür işte. Firavunu firavun yapan tekebbürü idi.
52-) Em ene hayrun min hazelleziy huve mehiynün
ve lâ yekâdü yübiyn;
"Yoksa
şu basit ve ne demek istediğini açıklayamayandan daha hayırlı değil
miyim?" (A.Hulusi)
52 - Yoksa
ben şundan daha hayırlı değil miyim ki o hem hakîr hem de meramını anlatamıyor.
(Elmalı)
Em ene hayrun min hazelleziy huve mehiynün ve
lâ yekâdü yübiyn bakın nasıl kara propaganda yapıyor, muhalifi için
nasıl bir propaganda yöntemi kullanıyor; Yoksa ne demek istediğini bile açık
seçik anlatmaktan aciz olan şu değersiz adamdan daha iyi değil miyim. Hz.
Musa’yı kastediyor. Hz. Musa’da ki konuşma zorluğunu kastediyor. Malum Hz.
Musa’nın dilinde konuşma zorluğu vardı. Onun için peygamber gönderilirken bile
kendisini peygamber atayan rabbine yalvarmış, beni değil kardeşim Harun’u öne geçir,
hatta onu bana yardımcı ver demişti.
Bu konuşma zorluğunu aslında bir
tür mesaj olarak alabiliriz. Bir peygamberin peygamberlik mahareti sadece
dilinde değildi. Kaldı ki eğer Allah seni bu halinle peygamber olarak seçiyor
ve davet için gönderiyorsa, onu telafi edecek başka şeyler verir.
Haddi zatında bir nükte olarak
söylemek gerekirse Hz. Musa’ya diğer peygamberlerde ender gördüğümüz yedi Beyza
ve asayı Musa mucizelerinin verilmesi belki de dilinde ki bu konuşma zorluğuna
takviye içindi. Yani eğer dilinde konuşma zorluğu varsa elin konuşur ey Musa.
Allah eline dil verir elin konuşur. Hatta o kadar konuşur ki sadece elin
konuşmakla kalmaz, elinde tuttuğun değnek bile konuşur. Yeter ki sen Allah’ın
yardımını hak et. Yeter ki seni Allah görevlendirsin. Yeter ki destekçin Allah
olsun.
Gayret dil gayreti değil ki,
peygamberlik çenebazlık değil ki, peygamberlik bambaşka bir şey. Onun için
firavunda peygamberliği çenebazlık zannetmiş olmalı ki daha ne dediğini bile
doğru dürüst anlatmayı beceremeyen şu adamdan ben üstün değil miyim diyor.
[Ek bilgi; Hz. MUSA’NIN
KEKEME OLUŞU
Mûsâ (a.s.) kekeme olduğu için
kelimeleri anlatmakta zorluk çekiyordu. Bunun için Firavun kavmine «Ey kavmim,
ben sözü açık söyleyemeyecek derecede zavallı olan şu adamdan daha üstün, daha
değerli değil miyim?» diyerek kavmini Mûsâ ta.s.)'ya iman etmekten alıkoymaya
çalışmıştır.
Hz. Mûsâ, Firavun'un sarayında
çocukken bir gün o kâfirin sakalından tutmuş hınçla çekip birkaç tüy
koparmıştır. Buna çok sinirlenen Firavun onu öldürmek istemiş, karısı «Bunu
çocukluktan yaptı» diyerek ona mani olmak istemiştir.
Fakat bunu hazmedemeyen
Firavun «bunu bir deneyelim, o zaman çocukluktan yapıp yapmadığı ortaya çıkar»
diyerek bir kabın içine altın, diğer bir kabın içine de ateşin korunu koyarlar
ve getirip çocuğun önüne bırakırlar. Şayet o yavru elini altının bulunduğu kaba
uzatacak olursa, Firavun bunu bilinçli yaptığım kabul ederek onu öldürecekti.
Eğer elini ateşin bulunduğu kaba uzatırsa gerçekten çocukluktan yaptığına
kanaat getirerek, ona bir şey yapmayacaktı.
Tam o anda Cebrail gelir o
küçük yavrunun elini ateşin bulunduğu kaba sokar ve Hz. Mûsâ oradan bir kor
alır, ağzına atar. îşte o kor Mûsâ (a.s.)'nın ağzını ve dilini yakar, bu
yanıktan mütevellid kekeme olur. Bunun için «(Ey Rabbim) dilimdeki düğümü çöz»
diye duâ etmiştir. {Ebü'l-Leys
Semerkandi – Tefsir – ül Kur’an}]
[Ek
bilgi; Hz. Musa kekeme değildi.
Biliyor
musunuz Hz. Musa ile ilgili Tâhâ suresinde bir şeyler anlatılıyor. Hz. Musa ne
diyor;
Kale Rabbişrah liy sadriy.
(25), niye böyle diyor? Ve yessirliy
emriy.(26) Vahlül 'ukdeten min
lisaniy. (27) yefkahu kavliy.
(28) Niye öyle diyor? Çünkü Şu’arâ suresinde Ve yedıyku sadriy ve lâ yentaliku lisaniy..(Şu’arâ/13) içim
daralıyor, dilim dönmüyor diyor. Oradan hareketle dediler ki Hz. Musa
kekemedir.
Yahu kekemeden peygamber olur mu, delimizsiniz
yahu. Nasıl tebliğ edecek? Yani Ve lehüm
aleyye zenbün feehafü en yaktülun. (Şu’arâ/14) Kur’an ın tamamını
okumayınca parçacı mantıklarla hakikat paramparça ediliyor maalesef. Onlar
lehinde benim aleyhinde bir günah var. Hani kavga ediyordu iki delikanlı da
birine bir tokat yapıştırdı, onun da öleceği tuttu öldü. Ondan sonra korkuyor
oraya gitmeye. Siz sizi tutuklayacaklarından ya da öldüreceklerinden endişe
ettiğiniz bir ortamda rahat esip savurabilir misiniz. Diyor ki; Ve ehıy Harunu huve efsahu minniy lisanen.
(Kasas/34) yani onun dili daha güzel feersilhu
me'ıye rid'en.. onu benimle beraber bana destekçi ver, başka bir ayette de
ona risalet ver diye yalvarıyor. Mesele içi daraldığı için rahat
konuşamamaktadır, yoksa Hz. Musa kekeme olduğu için değil. Ne korkunç hatalar
yapılıyor görüyor musunuz. Niye Tâhâ suresinde ki ayetleri okuyor konu ile
ilgili Şu’arâ suresinde ki ayetlere gitmiyor. Parçacı okumak bir felakettir.
(Mehmet okuyan Envaru’l Kur’an 1. video)]
53-) Felevla ulkıye aleyhi esviretün min
zehebin ev cae meahül Melaiketü mukteriniyn;
"(Eğer Musa dediği gibiyse)
Onun üzerine altından bilezikler gönderilmesi yahut onunla beraber yakını
olarak melekler gelmesi gerekmez miydi?" (A.Hulusi)
53 - Eğer
o dediği gibi ise üzerine altın bilezikler atılsa ya! Yahut yanında Melâikeler
dizilse gelse ya! (Elmalı)
Felevla ulkıye aleyhi esviretün min zehebin ev
cae meahül Melaiketü mukteriniyn Hem
neden ona altın künyeler, altın bilezikler, altın takılar bahşedilmemiş. Ya da
beraberinde saf saf dizili melekler gelmemiş. Öyle diyor firavun, devam ediyor
kara propagandaya. Neden ona altın bilezikler vermemiş. Aslında bu altın
bilezikler eski Mısır’da bir statü işareti. Yani günümüzde takım elbisenin ya
da kravatın yerini almış. O gün bir statü işareti. Kendisini firavuna nispet
edenlerin, ya da yönetime nispet edenlerin, yönetim içinde bir görevi
bulunanların taktığı, ya da toplum içerisinde yüksek tabakanın kullandığı bir
takım aksesuarlar.
Fakat ilginçtir biz geçmişten bu
güne gelen tüm firavun heykellerinde firavunların bir elinde kamçı bir elinde
altın bir halka görürüz, haçlı halka. Bir ucunda haç vardır bu halkanın.
Firavun bir elinde bu halkayı tutar ama ucunda haç vardır. Bir elinde de kamçı
görürüz. Böyle dururlar ve hep bu iki şey vardır ellerinde, tüm heykellerde.
Aslında kamçı firavunun iktidarını temsil etmektedir. Halka da firavunun dini
liderliğini temsil etmektedir. Aslında o ucundaki haçlı halka.
İlginçtir değil mi Hz. İsa’dan
binlerce yıl evvel firavunlar ellerinde haç taşıyorlar. Haç kadim putperest
kavimlerde kullanılan bir totemdi aslında. Yani bu da tarihi bire veri olarak
bu güne kadar gelmişti. Asıl kamçıyı taşıyor olmaları ki hiçbir firavunun
birebir heykeli yoktur. Heykelleri kendilerinden en az beş kat, 10 kat
büyüktür. Daha büyük olanları da vardır. Kahire de eski meclis binasında ki
firavun heykelleri görmeye gidenler iyi bilirler, firavunlar azametli heykeller
yaptırmakla aslında halkı böyle korkutmayı tercih etmişler.
Halka görünmezlerdi, sarayı halka
kapatmışlardı, halkın huzuruna hiç çıkmazlardı. Hatta eski Mısır da bir yasa vardı,
bir firavuna dokunan öldürülürdü. Çünkü o tanrısal bir varlıktı, güneşin yer
yüzünde ki oğluydu, Ra’nın yer yüzünde ki oğluydu dolayısıyla ona diğer bir
insan dokunamazdı. Böylesine bir dokunulmazlık, böylesine korkunç bir
dokunulmazlık zırhına bürünmüştüler. İşte aslında Hz. Musa’nın elinde ki çoban
değneğinin bir mucizeye dönüşmüş olması, firavunun elinde ki kamçıya bir
cevaptı.
Ey firavun sen elindeki kamçıyı
milleti korkutmak için kullanıyorsun, bir çobanın elinde ki asa, bir çobanın
elindeki çoban değneği ile baş edemiyorsun. Yani senin karizmanı işte böyle
çizer Allah bunu diyordu belki amiyane bir ifade olacak ama böyleydi verilen
mesaj
İlk muhatapların Resulallah’a
bakışını da ele veriyor aslında bu ayetler. Firavunî bir bakışla bakıyorlardı
Resulallah’a. Düşünsenize Mekke’nin soylularının Resulallah’a bakışını İbn.-i
Ebi Kebşe derlerdi hakaret için. Böyle bir künye uydurmuştular. Dahası Abdul
Muttalib’in yetimi derlerdi. Yani yetim ne olacak, sahipsiz ne olacak ve
hakaret ederlerdi erkek çocuğu olmadığı için. Onu kimsesiz addederlerdi. Ki
Allah onlara kendi hakaretlerini çevirecek ve etter diyecektir. Yani öyle
bakıyorlardı.
Bir insanı yücelten gücün, onun
parası, pulu, statüsü, mevkii ve evladı, nüfusu, insan kaynakları, insan gücü
olduğunu düşünüyorlardı. Onlar hiçbir insanın aklına, fikrine, ahlakına,
imanına bakmıyorlardı. Yani ulvî değerleri değer olarak görmediler. Hep
sayılabilir olanları değer olarak gördüler. Elle tutulanlara değer dediler. Ama
yüce değerleri değer olarak görmediler. Onun içinde bir peygamberi takdir
edemediler, asla takdir edemediler.
54-) Festehaffe kavmehu feeta'ûh* innehüm kânu
kavmen fasikıyn;
(Firavun) halkını
aşağıladı... Onlar da ona itaat ettiler... Muhakkak ki onlar inancı bozulmuş
bir toplumdu! (A.Hulusi)
54 - Bu
suretle kavmini istihfaf etti onlar da ona itaat eylediler, çünkü dînden çıkmış
fâsık bir kavim idiler. (Elmalı)
Festehaffe kavmehu feeta'ûh işte
böylece firavun kavmini tahrik etti, onlar da bu tahrike kapıldılar. Burada ki
festehaffe; hafifleştirdi manasına gelir düz manası Ama buna bazı otoriteler
aptallaştırdı anlamını vermişler. Ahmaklaştırdı. Doğrusu güzel bir anlam,
toplumunu böyle ahmaklaştırdı. Fakat üstteki ayetlerle bağlantısı açısından ben
tahrik etti anlamının daha uygun düşeceğini düşünüyorum. Ki Ferra da istefezze
karşılığını vermiş korkuttu, tahrik etti. Onu telaşa düşürdü anlamında
istefezze manası vermiş ki, bence de tahrik ediyor. Yani ulusa seslenişinde
firavun ulusunu tahrik ediyor, etrafındaki insanları tahrik ediyor, Musa’ya
karşı tahrik ediyor ki, kendinden yana olsunlar.
innehüm kânu kavmen fasikıyn zaten
onlar öteden beri yoldan çıkmış bir kavimdiler.
55-) Felemma asefunentekamna minhüm
feağraknâhüm ecme'ıyn;
Ne
zaman ki bizi öfkelendirdiler, yaptıklarının sonucunu yaşattık; onları toptan
suda boğduk. (A.Hulusi)
55 - Böyle
vaktâ ki bizi gadaba davet ettiler biz de kendilerinden intikam aldık hepsini
birden gark ediverdik. (Elmalı)
Felemma asefunentekamna minhüm feağraknâhüm
ecme'ıyn bizim gazabımızı davet ettikleri zaman, ne zaman bizim
gazabımızı davet ettiler, aslında esefuna; ne zaman bizi kızdırdılar, ne zaman
bizi gazaba getirdiler, yani açık anlamı bu. Ne oldu peki? ekamna minhüm onlara yaptıklarının
acısını tattırdık. İntikam; öç almak diye çevirmiyorum çünkü basit kaçıyor,
etimolojik karşılığı birine yaptığının acısını tattırmaktır. Yaptıklarının
acısını onlara tattırdık. feağraknâhüm ecme'ıyn topunu boğulmaya terk
ettik.
56-) Fece'alnahüm selefen ve meselen lil
ahıriyn;
Onları
sonradan gelenlere bir geçmiş ve bir ibretlik örnek kıldık! (A.Hulusi)
56 - Gark
ediverdik de onları sonrakiler için hem bir selef hem bir mesel kıldık.
(Elmalı)
Fece'alnahüm selefen ve meselen lil ahıriyn
ve onları sonraki nesiller için geçmişin acı hatırası ve ibret vesikası kıldık.
Gelecek nesillere acı bir hatıra kıldık ki nesilden nesile ibreti alem olarak
anlatılsınlar ki, kendilerinden tam 3.300 yıl sonra dahi, işte bakınız. Bu
olayın üzerinden 3.300 yıl geçti. M.Ö. 1.300 lere tekabül eder firavunun ve
hempalarının uğradığı bela, boğulması. 3.300 yıl öteden bu güne kadar ibreti
alem olarak nesilden nesile geldiler. Hala lanetlenirler ve bizden sonraki nice
3.300 yıllarca dahi lanetlenmeye devam edecekler.
57-) Ve lemma duribebnü Meryeme meselen izâ
kavmüke minhü yesıddun;
Meryemoğlu
bir ibretlik örnek olarak ortaya konulduğunda, toplumun hemen ondan yüz
çevirdiler. (A.Hulusi)
57 - Ve
vaktâ ki Meryem’in oğlu bir mesel olarak ortaya atıldı derhal kavmin ondan
çığrıştılar. (Elmalı)
Ve lemma duribebnü Meryeme meselen izâ kavmüke
minhü yesıddun yeni bir pasaja girdi sure 57. ayetle. Burada da Hz.
Musa’nın arkasından Hz. İsa, daha doğrusu Hz. İsa’nın ardından
tanrılaştırılması dile getiriliyor. Yani Hz. Musa’nın yaşarken başına gelen
anlatılıyor, Hz. İsa’nın da vefat ettikten sonra başına gelen anlatılıyor.
Burada ilginç iki farklı sapma olayı var; Birincisi bizzat peygamberin
hayatında kendisine karşı mücadele biçiminde gerçekleşiyor, ikincisi
peygamberin bıraktığı risalet mirasına karşı sapma anlatılıyor.
İşte şimdi bu ikincisine geçtik.
Bir peygamberin kendisine yönelik tehdit mi, mirasına yönelik, yani davetine
yönelik tehdit mi daha büyük. Aslında belki bu soruyu sorduruyor bize. Hz.
Musa’nın şahsına yönelik tehditler vardı, Allah o tehditleri bertaraf etti. Bu
firavun da olsa, yer yüzünün süper gücü de olsa baş edemedi. Fakat bir
peygamberi bekleyen en büyük tehdit, onu yaşarken onun hayatına yönelik tehdit
değil, o vefat ettikten sonra bıraktığı risalet mirasına yönelik tehdit
dercesine işte şimdi de Hz. İsa’nın risaletine yönelmiş olan saptırma, tahrif
etme tehdidine getirdi sözü.
İmdi; ne zaman Meryem’in oğlu
gündeme getirilse senin kavmin bu yüzden başlar şamata yapmaya, başlar taş kale
yapmaya, ortalığı velveleye ve gürültüye vermeye.
Hıristiyanların Hz. İsa’ya yükledikleri
tanrısal misyonu kendi şirklerinden daha geri ve saçma buluyor Mekke
müşrikleri. İlginç değil mi. Aslında kendileri meleklerin simgelerine
tapıyorlardı biliyorsunuz. Melekler insandan Allah’a daha yakın diye
düşünüyorlardı müşrikler. Dolayısıyla Hıristiyanların sapmaları bizden daha
berbat bir sapma, şamataları bunun için. Ne zaman Resulallah ayetlerin içinde
Meryem oğlu İsa’dan söz edecek olsa, ayetlerin içinde Hz. İsa geçecek olsa
hemen gürültüye başlıyorlardı. Ah..! onun ki bizden de daha beter. Yani biz hiç
olmazsa meleklere tapıyoruz, onlar insana tapıyor diye ortalığı şamataya
velveleye veriyorlardı.
Aslında bütün bunların özünde şu
tabiat yatıyor; Başkalarının yanlışı benim meziyetimdir. Burada dile getirilen
zamanlar üstü sapma, ahlaksızlık bu. Mekke müşrikleri sapmış Hıristiyanların
yanlışlarını kendi meziyetleri gibi takdim etmeye kalkıyorlardı. Tabii bu
mazeret olamaz. Hiç kimsenin sapması sizin sapmanıza mazeret teşkil etmez. Bunu
söylüyor aslında ayet.
Devam ediyor C sayfasına geçiniz.
155. videoyu toplu olarak BURADA
bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder