B sayfasından devam.
18-) Summun bükmün
umyün fehüm la yerci'ûn;
Sağırdırlar (algılamaları kilitlenmiştir), dilsizdirler (hakikati dillendirmezler), kördürler (apaçık hakikati algılayamazlar); onlar
hakikatlerine dönemezler! (A.Hulusi)
(Onlar) sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Artık (hakka)
dönmezler.” (Elmalı)
Summun bükmün umyün
fehüm la yerci'ûn Sağırlar,
dilsizdirler, kördürler, artık dönemezler. Bu adamın tanımı yapılıyor bu
ayette. Sağır değil aslında kulağı var, duyuyor ama işitmiyor, bakıyor ama
görmüyor, kalbi var ama hissetmiyor. İşte artık dönemiyor.
19-) Ev kesayyibin
minesSemâi fiyhi zulümatun ve ra'dün ve berkun, yec'alûne esabiahum fiy
âzânihim minessava'ıkı hazeral mevt, vAllahu muhiytun Bilkâfiriyn;
Ya da semâdan (gökyüzü - düşünsel boyuttan) inen yağmur (fikirler), zulmet (karanlığın bilinmezliği) gök gürültüsü (doğru - yanlış çatışması) ve şimşek (bir an için akla düşen hakikat bilgisi) içindedirler!
Yıldırımlara, ölüm korkusu (hakikatin
açığa çıkmasıyla benliklerinin yok olması) düşüncesiyle kulaklarını tıkarlar (hakikat bilgisine kendilerini kapatırlar). Allâh, hakikati
inkâr edenlerin de varlığını meydana getiren Muhiyt'tir (ihâta etmektedir). (A.Hulusi)
019 - Yahut semadan boşanan bir
yağmur hali gibidir ki onda karanlıklar var, bir gürleme, bir şimşek var,
yıldırımlardan ölüm korkusuyla parmaklarını kulaklarına tıkıyorlar, ve Allah
kâfirleri kuşatmıştır. (Elmalı)
Ev ke seyyibim mines semai
fıhi zulümatüv ve ra'düv ve bark Ya da bu adamın durumunu tarif ederken ayet bir başka sahne açıyor
gözümüzün önüne. Ev ke seyyibim mines semai Gökten inen bir sağanak gibi ya da,
bu sağanak ta karanlıklar var, gök gürültüsü var, şimşek var. yec'alune esabiahüm
fı azanihim mines savaıkı hazeral mevt Gök gürültüsü, şimşek,
karanlıklar içerisinde devam eden bu sağanağın altında kalmış bu adam,
parmaklarını kulaklarına tıkıyor. Ölüm korkusundan kaçınmak için. mines savaıkı
hazeral mevt Yıldırım korkusu ile, ölüm korkusu ile, yıldırım çarpar
diye parmaklarını kulaklarına tıkıyor. vallahü mühıytum bil kafirın Allah kafirleri çepe
çevre kuşatmıştır.
Bu ayette anlatılmak istenen manzara, gerçekten müthiş bir manzara.
Muhatabının kalbinde imansızlığın ne demeye geldiğini ifade etmek için bundan
daha güzel bir teşbih bulunamaz. Aslında Arabistan iklimi bu ayette ifade
edilen şeylerin çok az görüldüğü bir iklim. Yıldırımlar gök gürültüsü, şimşek
ve sağanak çok az bulunan bir iklim. Ama buna rağmen bu hitap tüm insanlığa
hitap olduğu için, ömründe en az çok sıcak bir iklimde de olsa birkaç kez böyle
bir sağanağı böyle bir şimşeği, gök gürültüsünü, yıldırımı gören, gözlemleyen
insana işte o durumu bir örnek gösteriyor. Ve bunun altında inanmayan insanı
kulaklarını tıkayarak gerçeği görmemeye gerçekten kaçmaya çalışan biri olarak
tarif ediyor. Kulaklarını tıkaması neyi değiştirir ki, eğer karanlıklar
altında, korkunç bir sağanak altında, yıldırımların, gök gürültüsünün, şimşeğin
hepsinin birden oluştuğu bir ortamda kala kalmışsan, kulakları tıkamanız neyi
değiştirir. İşte kafirin durumu böyledir diyor. Gerçeğe sırtını çevirir, başını
kuma gömer, gerçeği görmezlikten gelir, ama görmemesi hiçbir şeyi değiştirmez.
Ahireti görmezlikten gelir. Allah’ı görmezlikten gelir, azabı, cehennemi
görmezlikten gelir. Ama onların cehennemi görmemesi hiçbir şeyi değiştirmez ve akıbet
yine gelir onu bulur.
20-) Yekâdül berku
yahtafu ebsarehüm, küllemâ edâe lehum meşev fiyhi, ve izâ azleme aleyhim kamu,
ve lev şâAllahu lezehebe bisem'ihim ve ebsarihim, innAllahe alâ külli şey'in
kadiyr;
O şimşek (hakikat ışığı) neredeyse göze dayalı müşahedelerini
kapsayacak. Onlara her aydınlık geldiğinde, o hakikat ışığıyla birkaç adım
ilerler, hakikat ışığı kesilince de içine düştükleri karanlıkta kalakalırlar.
Allâh dilemiş olsaydı Semi' ve Basıyr isminin onlarda açığa çıkmasını kısardı.
Kesinlikle Allâh her şeye Kaadir'dir. (A.Hulusi)
“O şimşek nerdeyse gözlerini (n nûrunu) kapıverecek.
Önlerini aydınlattımı ışığında yürürler, karanlık üzerlerine çöktümü de dikilip
kalırlar. Allah dilemiş olsaydı işitmelerini, görmelerini de alıverirdi.
Şüphesiz Allah her şeye kâdirdir.” (Elmalı)
Yekadül berku yahtafü
ebsarahüm Şimşek neredeyse
onların gözlerini alacaktı. Biraz önce ışık körlüğü demiştim, işte onu ima
edercesine ayet ışık körlüğüne tutulan insanları ifade ediyor. Yani vahiy
kendisini aydınlattığı halde, Allah kendisi ile konuştuğu halde, Allah
kendisine mesaj gönderdiği, Kur’an gibi bir nimete sahip olduğu halde, Kur’an
ışığından kaçan yarasalar gibi ışık körü olanlar. Hatta Kur’an ı elinde tuttuğu
halde, hatta Kur’an ı okuduğu halde Kur’an la aydınlanamayanlar. Kur’an ı
hayatına koyamayanlar. Kur’an ı sadece ölülere okuyanlar. Kur’an ı sadece
düğünlerde bayramlarda, ölümlerde okuyanlar. Onlar da bu işin içine giriyor.
Kur’an gibi bir vahyi, bir ışığı ellerinde tuttukları halde bu ışık onların
gözlerini açmıyor. Onlara gerçeği göstermiyorsa işte bu ışık körü demektir.
Yekadül berku yahtafü
ebsarahüm şimşek neredeyse
gözlerini alacaktı. küllema edae lehüm meşev fıhi ne zaman şimşek
gökyüzünü aydınlatıverse yürümeye başlarlar. ve iza azleme aleyhim kamu ne zaman
da onun ışığı geçse ayakta kalakalırlar. Yürüyemez olurlar. ve lev şaellahü le
zehebe bi sem'ıhim ve ebsarihim eğer Allah dileseydi onların işitme
duyularını ve görme duyularını alırdı alabilir di. Yani Allah dileseydi
gerçekte onlar şu göze şu kulağa dahi sahip olamazlardı. Sağır ve kör de
olabilirlerdi Allah dileseydi. Ama Allah dilemedi, göz verdi kulak verdi. Hatta
bu iki organı hiç vermeyebilirdi. Adeta köstebeğe bir işaret var. Köstebeğin
gözü olmaz biliyorsunuz tabiat itibarıyla olmaz. Zaten Münafık kelimesinin
etimolojik kökeni olan nefeka nın anlamı da köstebek yuvası demektir. Yani
gizliden gizliye çalışan, görünmeden yerin altından giden. Gerçek inancını
gizleyen. Onun için adeta size bu gözü de vermeyebilirdi, kulağı da
vermeyebilirdi. Köstebek gibi yapardı sizi. Ama gözü ve kulağı verdi ki
Hakikati göresiniz gerçeği işitesiniz diye.
ve lev şaellahü le zehebe bi
sem'ıhim ve ebsarihim* innellahe ala külli şey'in kadiyr. Allah isteseydi eğer görme ve işitme duyularını tamamen
giderebilir di. Allah istediğini yapmaya güç yetirendir. Burada söz bambaşka
bir noktaya getiriliyor. Şimdi hitap tamamen tüm insanlığa yönelik olarak
söyleniyor ve;
21-) Ya
eyyühenNâsu'budû Rabbekümülleziy halekaküm velleziyne min kabliküm lealleküm
tettekun;
Ey insanlar, sizi ve sizden öncekileri yaratmış olan
Rabbinize (hakikatinizi
oluşturan Esmâ mertebesine) kulluğunuzun farkında lığına erin. Ki
böylece korunanlardan olursunuz. (A.Hulusi)
“Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabb'inize
kulluk edin ki (Allah'ın) azabından korunasınız.” (Elmalı)
Ya eyyühen nasu'büdu
rabbekümüllezı halekaküm ey
insanlar öyle bir rabbe kulluk edin ki sizi o yarattı. Sizi yaratan rabbinize
gereği gibi kulluk edin. vellezıne min kabliküm ve sizden öncekileri de
yaratan rabbinize kulluk edin. lealleküm tettekun. Belki bu yolla Allah şuuruna
ulaşırsınız. Belki bu yolla korunursunuz sakınırsınız. Yani Allah’ın koruması
altına girersiniz güvenlikte olursunuz, güvenlikte olmanız için kesinlikle sizi
ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize, yalnızca Rabbinize kulluk etmeniz
gerekiyor.
Ayette Allah’ın yaratması vurgulanıyor. Bu çok önemli. Çünkü bir başka
ayette geçtiği gibi; Yaratmayan Allah olabilir mi? Bir varlık ki Allah olma
iddiasını taşıyorsa yaratması lazım. yoktan var etmesi lazım. İşte Allah kendi
Rabliğini böyle vurgulamakta bize.
22-) Elleziy ce'ale
lekumul'Arda firâşen vesSemâe binâen ve enzele mines Semâi mâen feahrace Bihî
minessemerati rızkan leküm, felâ tec'alu Lillâhi endâden ve entüm ta'lemûn;
O sizin için arzı (bedeni) döşek (araç), semâyı (şuuru - beyni) yaşanılan mekân
olarak oluşturdu ve semâdan bir su (ilim) inzâl etti (boyutsal açığa çıkış) ve bunun sonucu olarak da size türlü (düşünsel - bedensel) yaşam gıdası verdi. Hâl böyleyken artık
ötede bir ilâh edinerek O'na şirk koşmayın! (A.Hulusi)
“O (Rabb) ki yeri sizin için bir döşek, göğü de bir bina
yaptı. Gökten su indirdi, onunla size rızık olarak çeşitli ürünler çıkardı.
Öyleyse siz de, bile bile, Allah'a eşler koşmayın.” (Elmalı)
Ellezı ceale lekümül erda
firaşev yine Allah
kullarına olan lütfünü bağışını merhametini şöyle dile getiriyor. Ellezı ceale
lekümül erda firaşev. O Allah ki O
Rab ki yer yüzünü size döşek kıldı. ves semae binaa Göğü de size tavan kıldı. Yani
yerleri ve gökleri sizin yaşamanız için ne gerekiyorsa öyle donattı. Yerleri ve
gökleri sizin emrinize verdi sizi onların emrine vermedi. Sizin yaşamanız için
gerekli olan her bir şeyi yerlerde ve göklerde yarattı. Onun için hayat
buldunuz. Milyarlarca yıldız milyarlarca gezegen içerisinden eğer dünya da
hayat varsa işte bu hayatı Allah’ın bu özel lutfu sayesinde buldunuz ve
yaşıyorsunuz.
ve enzele mines semai maen fe
ahrece bihı mines semerati rizkal leküm Ve gökten yağmur indirdi. O indirdiği yağmurla sizin
için çeşitli meyvelerden rızıklar verdi. fe la tec'alu lillahi endadev ve entüm ta'lemun O
halde bütün bunları bile bile O’na eş ve ortaklar koşmayın.
O’na eş ve ortaklar koşmayın derken bu ayetin Medine de indiğini
unutmayın. Öncelikle bu ayetlerin birinci muhatabı olan insanlar Müslümanlar,
yine Allah’a iman eden Yahudiler idi. Ancak onlara hitaben birinci muhatapları
olan Müslümanlar ve Yahudilere hitaben Allah’a ortaklar koşmayın. Yani buradaki
anlam hepimizi ilgilendiren bir ortak koşmadır. O da Allah’a ait sıfatları,
Allah’a ait özellikleri Allahtan başkalarına vermeyin. Allah’tan umduğunuz ve
beklediğiniz şeyleri, Allah’tan başkasından beklemeyin. Allah’a vermeniz
gereken mükemmellik özelliğini başkasında aramayın anlamlarına gelir.
23-) Ve in küntüm fiy
raybin mimmâ nezzelnâ alâ abdinâ fe'tû Bisûretin min mislihi ved'û şühedâeküm
min dûnillahi in küntüm sadikıyn;
Kulumuza inzâl ettiğimizden (hakikatinden - Esmâ
mertebesinden bilincine açığa çıkandan) şüpheniz varsa, onun benzeri bir sûre ortaya
koyun. Eğer (sözünüzde) sadıksanız, Allâh (adıyla işaret
edilen Ulûhiyetin) dûnunda (Allâh adıyla işaret
edilenin misli veya benzeri olması mümkün olmadığı içindir ki, edinilen veya
tahayyül edilen tanrılar ancak onun "dûnu"nda olabilir; onların da ne
gayrılığından ne denkliğinden ne eş değerinden ne de kapsamından sözedilebilir.
"Dûnu" kelimesiyle işaret edilen varlık vücudunu Allâh Esmâ'sının
işaret ettiği özelliklerden alır ama asla varlığı Allâh adıyla işaret edilene
kıyasla denk tutulamaz. Bu yüzdendir ki birimin düşündüğü ya da tahayyül ettiği
hiçbir şey Mutlak hakikati itibarıyla Allâh adıyla işaret edileni tanımlayamaz.
İleride görülecek "leyse kemislihi şey'a - misli olacak şey yoktur"
uyarısı Allâh adıyla işaret edilene hiçbir kavramın yaklaşmasının mümkün olmadığını
vurgulamaktadır. Tüm bunlar yazdığımız "dûnu" kelimesiyle
anlatılmaktadır. Çalışmamızda sık sık göreceğiniz "dûnu" kelimesinin
Türkçe'de karşılığı olmadığı içindir ki mecburen bu kelimeyi muhafaza ettik.
A.H.)
şahitlerinizi getirin!
“Eğer kulumuz (Muhammed)a indirdiğimiz (Kur'ân)den şüphe
içinde iseniz, haydi onun gibi bir sûre getirin, Allah'tan başka
güvendiklerinizin hepsini çağırın; eğer doğru iseniz.” (Elmalı)
Ve in küntüm fiy
raybin mimmâ nezzelnâ alâ abdinâ fe'tû Bisûretin min mislihi ved'û şühedâeküm
min dûnillahi in küntüm sadikıyn Eğer kulumuz üzerine
indirdiğimiz şeyden şüphe içindeyseniz onun benzeri bir sure getirin hadi. Eğer
kuşkulanıyorsanız kulumuz Muhammed’e indirdiğimiz bu vahiyden hadi onun benzeri
bir sure getirin. Ve çağırın Allah dışındaki tüm şahitlerinizi. tabii ki eğer
dürüstseniz.
24-) Fein lem tef'alû
ve len tef'alû fettekunnaralletiy ve kuduhenNâsu velhıcâretu, u'ıddet lil
kâfiriyn;
Bunu yapamazsanız, ki yapamazsınız; yananı insanlar
ve taşlar (bilinç
yapı olarak ruhanî insan ve taş, yani o ortama göre yaratılmış olan maddesi...
Allâhu Â'lem!) olan o ateşten korunun; zira hakikati inkâr
edenleri yakar o ateş. (A.Hulusi)
Yok yapamadıysanız, ki hiçbir zaman yapamayacaksınız, o
halde yakıtı insanlar ve taşlar olan, inkârcılar için hazırlanmış ateşten
sakının. (elmalı)
Fe illem tef'alu, ki yapamazsınız. ve len tef'alu, kesinlikle
yapamayacaksınız. fettekun naralletı vekudühen nasü vel hıcarah durum
bu olduğuna göre, o halde yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyunuz
kendinizi. Bari bile bile Kur’an ın bir benzerini getiremeyeceğinizi. Onun
Allah katından gelmiş bir metin olduğunu bile bile ateşe kendinizi göre göre
atacak bir takım yanlışlar yapmayın. Kur’an ın kaynağı hakkında kuşkuya
düşmeyin. Kur’an ın kaynağının ilahi olduğu hakkında herhangi bir şüphe
beslemeyin ki böyle bir şüphe sizi ateşe götürür.
Önce ateşe dönmüş bir hayat, onun arkasından ateşe dönmüş bir memat bir
ölüm ve onun arkasından da tamamen ateşin içinde geçecek bir öte dünya gelir.
Onun için öncelikle Kur’an ın kaynağı hakkında, ilahi mesajın kaynağı hakkında
kuşku duymak Allah’ın gösterdiği yola girmemektir. Allah’ın yolundan mahrum
kalmaktır. Allah’ın yolundan mahrum kalmak başka yollara sapmaktır. Sonunda
mutlaka felaket olan yollara yani mutluluğu ellerinizle asmak ve feda etmektir.
Eğer mutlu olmak istiyorsa insan Allah’ın gösterdiği yolda yürümek zorundadır.
üıddet lil kafirın. Öyle bir ateş ki bu, sadece inkarcılar için, inkarda
direnenler için hazırlanmıştır.
25-) Ve beşşirilleziyne
âmenû ve amilussalihati enne lehum cennâtin tecriy min tahtihel enhâr* küllemâ
ruziku minhâ min semeratin rızkan kalû hâzelleziy ruzıknâ min kablu ve utû Bihî
müteşabiha* ve lehum fiyha ezvâcün mutahheratun ve hum fiyha hâlidûn;
İman edip hakikati yaşamayı sağlayacak fiiller
ortaya koyanları müjdele, ki onlar için altlarından ırmaklar akan cennetler (Allâh'ın Esmâ'sının açığa
çıkışının seyredildiği ortamda sürekli oluşan ilimler) vardır. Bu
rızıktan rızıklandıkça (bu müşahede
içinde):
"Bu daha önceden de tattığımız gibi bir şey" derler. Bu önce
tattıklarına benzer. Orada, sonsuza dek şirk kirinden arınmış eşleri iledirler!
(A.Hulusi)
İnanıp yararlı işler yapanlara, altlarından ırmaklar akan
cennetlerin kendilerine ait olduğunu müjdele! Onlardaki herhangi bir meyveden
rızıklandırıldıklarında: "Bu daha önce de rızıklandığımız şeydir"
derler ve o rızık birbirinin benzeri olmak üzere, kendilerine sunulacak. Orada
çok temiz zevceler de onların. Hem onlar orada ebedî kalacaklar. (elmalı)
Ve beşşirillezıne amenu ve
amilus salihati, İman
eden ve Salih amel işleyen kimseleri müjdele. Neyle müjdele? enne lehüm cennatin
tecrı min tahtihel enhar kıyısından ırmaklar akan cennetler onların
olacaktır. Burada Salih amellerden söz ediliyor. Salih amel bir Kur’an i
kavramdır. Bir eylemin Salih amel olabilmesi için şu dört unsuru bünyesinde
taşımalıdır Kur’an a göre.
1 – O eylem doğru dürüst bir eylem olmalıdır ki; Araf suresi 56 da salih
amelin zıddı fasık amel olarak gösterilir. O halde bir amelin Salih amel
olabilmesi için onun fasık olmaması gerekiyor.
2 – Bir amelin Salih amel salih bir eylem olabilmesi için özünde iyilik
taşıması lazım. Yani kötünün zıddı olması lazım. Bu da Tevbe suresi 102 den; Yola
çıkarak vardığımız bir hüküm.
3 – Bir amelin Salih bir eylem olabilmesi için barışa yönelik olması
lazım. Nefret ve savaşa yönelik değil. Bu da nisa-128/129; Ayetlerinden
çıkardığımız bir özellik.
4 - Yine bir amelin Salih bir amel olabilmesi için özünde yararlı
olabilmesi lazım. Yani o eylemi yapana ve o eylemin tüm muhataplarına yararı
olması lazım. Bu yarar sadece dünyevi değil, hem dünyevi hem de uhrevi, hem bu
dünyaya hem de öteye yönelik olması lazım. Ki yararsız amel fasıt ameldir.
Muhammed suresi 2. ayet ve Ahzap suresi 71. ayetten de biz salih amelin bu
özelliğini çıkarıyoruz. Onun için salih amel denildiğinde yararlı iş diye
çevirmek manayı tam vermemektedir. Bir amelin Salih olabilmesi için; Doğru
dürüst, özünde iyi, barışa yönelik ve yararlı olması şarttır.
küllema ruziku minha min
semeratir rizka Orada
ne zaman o kimseler rızıklansalar, orada kendilerine bir şey ikram edilse, min semeratir
rizka, kalu derler ki; hazellezı rüzıkna min kablü ve ütu bihı müteşabiha
Biz daha önce de böyle bir ikrama ulaşmıştık yada daha önce böyle bir rızka
kavuşmuştuk derler dünya hayatını hatırlayarak. Belki de bir müfessirin Abduh’un
yorumuyla burada söylenmek istenen şudur. Dünyada ki ameller ahirette rızka
dönüşmektedir nimete dönüşmektedir. Belki de o insanlar dünyadaki Salih
amellerini hatırlamaktadırlar bu sözle ve dünya da bize bunları yaparsak
ahirette şuna kavuşursunuz denilmişti diye hatırlarlar belki de bir yoruma
göre. Ve devam ediyoruz.
ve ütu bihı müteşabiha Ama diyor Kur’an hayır, daha önce bunlar gibi
meyvelerle rızklarla karşılaşmadılar, ve ütu bihı müteşabiha onlara benzer gösterildi.
Onlara benzer geldi bu yani aynısı değil ama benzettiler. Dünya da gördükleri
tüm nimetler adeta ahirettekilerin çok kötü bir kopyası. Hakikisi orada idi, hakikisini
görünce kopyasını hatırladılar. Sadece benzerini hatırladılar. Yoksa bunun
gibisi ile dünyada karşılaşmamışlardı.
ve lehüm fıha ezvacüm
mütahheratüv ve hüm fıha halidun Orada onlar için tertemiz eşler vardır. Eş hem erkek için hem kadın için
geçerlidir. Ki ayette de ezvaç denilmektedir. Sadece erkek ya da sadece kadın
anlamına gelmez orada, oraya girmeyi hak etmiş her mümin erkek ve kadın için
geçerlidir.
ve lehüm fıha ezvacüm
mütahheratun Orada onlar
için tertemiz, pırıl pırıl eşler vardır. ve hüm fıha halidun ve onlar orada uzun bir müddet
kalacaklardır. Halidun kelimesinin
anlamının uzun bir müddet anlamına geldiğini ben Ragıp el İsfahani’nin el müfredatına
gönderme yaparak vurguluyorum. Ayrıntısını arayanlar orada delilleri ile
birlikte görebilirler. Bu bitimsiz astronomik sonu olmayan bir süre değil,
zaten bu manada sonsuz varlık sadece Rabbimizdir. Rabbimiz ezeli ve ebedidir.
Ancak burada cennete giren insanların orada gerçekten kendilerinin
hesaplayamayacağı kadar uzun duracakları vurgulanmaktadır.
26-) İnnAllahe la
yestahyiy en yadribe meselen ma be'ûdaten femâ fevkahâ, feemmelleziyne amenû
feya'lemûne ennehulHakku min Rabbihim, ve emmelleziyne keferû feyekulûne mâzâ
eradAllahu Bihâzâ mesela* yudıllu Bihî kesiyran ve yehdiy Bihî kesiyra, ve ma
yudıllu Bihî illel fasikıyn;
Allâh kesinlikle bir sivrisinek kanadı veya ondan da
ufak bir şeyi misal vermekten kaçınmaz. İmanın gereğini yaşayanlar bunun
Rablerinden kaynaklanan bir Hak olduğunu bilirler. Bu gerçeği inkâr edenler
ise, (misalî
anlatımları değerlendirmeyip) "Allâh, acaba bununla ne demek
istedi" derler. Bu anlatım çoğunun (fıtratlarının
elvermemesinden dolayı) sapmasına yol açar; bir kısmını da gerçeğe hidayet eder. Allâh, onunla (bu tür anlatımla) sâfiyetini yitirmişlerden başkasını
saptırmaz! (A.Hulusi)
Muhakkak ki Allah bir sivri sineği, hatta daha üstününü
misal getirmekten çekinmez. İman edenler bilirler ki, o şüphesiz haktır,
Rabb'lerındandır. Ama küfre saplananlar: "Allah böyle bir misal ile ne
demek istedi?" derler. Allah onunla birçoklarını şaşırtır, yine onunla
birçoklarını yola getirir. Onunla ancak o fasıkları şaşırtır. (elmalı)
İnnellahe la yestahyı ey
yadribe meselem ma beudaten fe ma fevkaha* Allah bir sineği ya da ondan daha küçüğü misal
vermekten haya etmez utanmaz çekinmez. fe emmellezıne amenu fe ya'lemune ennehül hakku mir rabbihim
Burada vahyin söylediği hakikatler karşısında vahye inanan bir insanın nasıl
bir tavır alması gerektiği vurgulanıyor. Allah’ın vahyine karşı takınmamız
gereken edep nedir. Allah bir şeyi söyledi deyince Allah buyurdu deyince,
ayette şöyle geçiyor deyince bir insan nasıl bir tavır almalı işte bu
öğretiliyor.
fe emmellezıne amenu fe
ya'lemune ennehül hakku mir rabbihim İnanan adamlara gelince onlar onun Rablerinden gelen bir gerçek
olduğunu bilirler.Yani bir sineği dahi, ondan daha küçüğünü dahi Allah Vahyinde
misal gösterse iman edenlerin buna karşı tavrı bu Rabbimizden gelen bir
gerçektir, tartışmayız derler.
ve emmellezıne keferu. Küfre saplanmış olanlara gelince fe yekulune maza eradellahü bi haza mesela Onlar
hemen mantığı işin içine katıp Allah’ı sorgulamaya kalkarlar ve derler ki Allah
bununla ne kastetmiş acaba? Yani şimdi bunu ne münasebetle söylenmiş acaba diye
Allah’ın vahyine mesajına itiraz yükseltirler.
yüdıllü bihı kesırav ve yehdı
bihı kesıra Allah işte
bununla bir çoğunu saptırır ve bir çoğunu da hidayete ulaştırır. Gerçekten
Kur’an da öyle ayetler var ki o ayetler bazılarını saptırdığı halde bazılarını
hidayete ulaştırmıştır. ve ma yüdıllü bihı illel fasikıyn” Fasıklardan,
yoldan çıkmış toplumdan başka, yoldan çıkmış olanlardan başkası saptırılmaz.
27-) Elleziyne
yenkudûne ahdAllahi min ba'di miysakıhi, ve yaktaune mâ emerAllahu Bihî en
yûsale ve yüfsidûne fiyl'Ardı, ülâike hümülhasirûn;
Onlar, Allâh ahdini (Esmâ'sını açığa çıkarmanın farkındalığıyla yaşama
istidadının gereğini) dünyaya geldikten sonra yerine getirmezler. Birleştirilmesini
emrettiğini (Esmâ hakikati müşahedesini) keserler ve arzda
(bedensel yaşam boyutunda) fesat
çıkarırlar (bedensel arzular {karındaki
ikinci beyin dürtüleri - komutları/nefsi emmare} peşinde ömür tüketirler). İşte bunlar
hüsrana uğrayanların ta kendileridir. (A.Hulusi)
Onlar ki, söz verip andlaştıktan sonra Allah'a verdikleri
sözü bozarlar. Allah'ın birleştirmesini emrettiği şeyi (iman ve akrabalık
bağlarını) keserler ve yeryüzünde bozgunculuk yaparlar. İşte zarara uğrayanlar
onlardır. (elmalı)
Ellezıne yenkudune ahdellahi
mim ba'di mısakıhi Onlar ki
Allah’a verdiği sözlerden sonra Allah’la olan sözlerini bozdular. Allah’a
verdikleri sözü çiğnediler. ve yaktaune ma emerallahü bihı ey yusale ve yüfsidune fil ard
Allah’ın birleştirilmesini emrettiği şeyi de parçaladılar. ve yüfsidune fil ard ve yeryüzünde
bozgunculuk çıkardılar. ülaike hümül hasirun” İşte sonunda hüsrana uğrayacak olanlar
onlardır.
Burada bu günkü tefsir dersime son vermeden önce Allah’ın birleştirilmesi
gerektiğini parçalarlar, birbirinden koparırlar, ayırırlar üzerinde Birkaç
cümle ile durmak istiyorum.
Nedir bu? Bu çok şey olabilir. Allah insan birbiri ile arasında bağ olan
bir varlık iken, insan Allah ile olan bağını koparırsa birleştirilmesi gerekeni
ayırmış olur. Allah Peygamber arasında bir irtibat vardır. Bu irtibatı koparıp
ta dini peygambersiz bir din haline getirmeye çalışan işte bu ayetin
muhatabıdır. Din – Dünya arasında bir irtibat vardır. Dini dünyasız, dünyayı
dinsiz bıraktığınız zaman Allah’ın birleştirilmesini emrettiğini siz ayırmış
olursunuz.
Akıl ile vahiy arasında bir irtibat vardır. Aklı vahiysiz, Vahiy’i
akılsız bıraktığınız da işte Allah’ın birleştirilmesi gerekeni
birleştirilmesini emrettiği şeyi ayırmış olursunuz. Ve kutsal ile profan,( Nesneler,
dünya ve daha genelde evren içerisinde yer alan her şey için kutsal olan ve
olmayan şeklinde yapılan ayrım ) eşya ile kutsal olan arasında bir irtibat
vardır, eğer siz eşyayı kutsaldan ayırırsanız o zaman Allah’ın
birleştirilmesini emrettiğini parçalamış ayırmış olursunuz.
Özetle din ile toplum arasında bir irtibat vardır. Eğer toplumu dinsiz,
dini toplumsuz bırakırsanız işte o zaman da bu ayetin muhatabı olmuş olursunuz
ve o zaman toplum da hüsrana gider bunu yapanlar da sonunda büyük bir
mutsuzluğa saplanır kalırlar.
“Ve ahiru davana velil
hamdülillahi rabbil alemiyn”
Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır.
Bakara 3. Videonun sonu.
Bakara 3. videoyu toplu olarak BURADA bulabilirsiniz.