31 Ağustos 2012 Cuma

İslamoğlu Tef. Ders. NÛR (36-40)(111-E)



D sayfasından devam


36-) Fiy buyutin ezinAllâhu en türfea ve yüzkere fiyhesmuHU yüsebbihu leHU fiyha Bil ğudüvvi vel asal;

(O Nûr = hakikat ilmi) Allâh'ın, yükseltilmesine ve içlerinde (şuurda) kendi isminin (işaret ettiğinin) zikredilmesine (hatırlanıp müşahedesine, Esmâ'sının elvermesiyle) izin verdiği evlerdedir (beyin - bilinç)! Sabah-akşam (âfakî ve enfüsî seyirde) oralarda (o evlerde) O'nun tespihindedirler! (A.Hulusi)

36 - O evlerde ki: Allah onların rif'atlandırılmasına ve içlerinde isminin zikredilmesine izin vermiştir, onlarda sabah ve akşam üstleri ona tesbih ederler. (Elmalı)


Fiy buyutin ezinAllâhu en türfea ve yüzkere fiyhesmuHU yüsebbihu leHU fiyha Bil ğudüvvi vel asal içerisinde sabah akşam O’nun adının anıldığı için yükseltilmesine izin verdiği evlerde O’nun ululuğunu ve yüceliğini sürekli dile getiren, arkasındaki ayette ricalül geliyor, nice yiğitler vardır. Onunla birlikte okumamız daha doğru olur.

Aslında İbn Abbas ve ona uyanlar bu ayeti bir önceki ayetin devamı olarak okurlar. Fakat Ferra bu ayeti bir sonraki ayetin devamı olarak okur, hatta bir sonraki ayetin başındaki rical sözcüğünü bu ayette ki yüsebbiHU fiilinin öznesi olarak görür. Biz de bu okuyuşu tercih ettik ve bir sonraki ayetle devam edelim.


37-) Ricalun lâ tülhiyhim ticaretün ve lâ bey'un an zikrillâhi ve ikamis Salâti ve iytaizZekâti, yehafune yevmen tetekallebu fiyhilkulubu vel ebsar;

(Onlar o) Ricaldir ki, kendilerini ne ticaret ne de (dünyevî) alışveriş Allâh'ın Zikri'nden (hakikatlerini hatırlamaktan engelleyip), salâtın ikamesinden (hakikatini yaşamaktan) ve zekâtı vermekten (kendisindekini karşılıksız paylaşmaktan) alıkoymaz! Onlar, kalplerinde (şuurlarında açığa çıkan içsellikteki hakikat) ve gözleriyle görecekleri (âfakta müşahede edilecek dışsal gerçeklik) nedeniyle, dönüşülecek süreçten korkarlar. (A.Hulusi)

37 - Nice erler ki ne ticaret ne beyi' kendilerini zikrullahtan, namaz kılmaktan, zekât vermekten alıkoymaz, kalplerin ve gözlerin kıvranacağı günden korkarlar. (Elmalı)


Ricalun işte böyle yiğitler var ki lâ tülhiyhim ticaretün ve lâ bey'un an zikrillâhi ve ikamis Salâti ve iytaizZekâ onları ne ticaret ne bir başka kazanç kapısı Allah’ı anmaktan, salâtı ikame etmekten ve arınmak için verilmesi gerekeni vermekten alıkoyabilir. Bunların hiç birisi onları alıkoymaz.

41. ayette, daha sonra gelecek kuş sürülerinin salâtından söz ediliyor. Onun için namaz kılmak diye çevirmek yerine salâtı ikame etmek diye çevirdim. Yani ne manaya geliyor; Allah’a karşı esas duruşunu koruyan. Çünkü namazı da içeren bir şey. Namazında amacı bu zaten. Çok daha kapsamlı bir durumu ifade ediyor. İnsanın Allah karşısında ki esas duruşu.

Salâ kökü biliyorsunuz insanı dik tutan omurgaya verilen isimdir. Burada sayılan nitelikler esas duruş sahibi bir müminin nitelikleridir.

yehafune yevmen tetekallebu fiyhilkulubu vel ebsar onlar, kalplerin ve gözlerin dehşetle döndüğü günden korkarlar. Yani kıyametten, hesap gününden, hesap verecek bir hayat yaşarlar onun için.


38-) Liyecziyehümullâhu ahsene ma amilu ve yeziydehüm min fadliHİ, vAllâhu yerzüku men yeşau Bi ğayri hisab;

(Bu yüzdendir ki), Allâh onlara, çalışmalarının sonucunu en güzel şekilde yaşatır ve onlara lütfuyla, fazlasını da bağışlar... Allâh dilediğini ölçüsüz yaşam gıdasıyla besler! (A.Hulusi)

38 - Çünkü Allah kendilerine işledikleri amellerin en güzeliyle ecir verecek, fazlından da ziyadesini bahş eyleyecektir, ve Allah dilediğine hesapsız rızık verir. (Elmalı)


Liyecziyehümullâhu ahsene ma amilu ve yeziydehüm min fadliH bütün bunların sonucunda da Allah onları yaptıklarının en iyisiyle ödüllendirir. Üstelik onlara kendi lûtfundan daha fazlasını da verir. vAllâhu yerzüku men yeşau Bi ğayri hisab zira dilediğine hesapsız rızık bağışlayan yalnızca Allah’tır.


39-) Velleziyne keferu a'malühüm keserabin Bi kıy'atin yahsebuhüzzam'anu maen, hattâ izâ caehu lem yecidhü şey'en ve vecedAllâhe 'ındehu feveffahu hısabeh* vAllâhu seriy'ul hisab;

Hakikat bilgisini inkâr edenlere gelince, onların çalışmaları da, çöllerdeki susayanın su sandığı serap gibidir! Nihayet ona (seraba, amellerine), (ölümü tadarak) ulaştığında, bir şey bulmaz! Allâh'ı kendi indînde bulmuştur (Esmâ'sıyla hakikatinde olduğunu fark etmiştir ama ne yazık ki bunu değerlendirmekte geri dönüşü olmayan noktadadır)! (Allâh da) ona geçmiş yaşantısının sonuçlarını tümüyle yaşatır! Allâh "Seriy'ul Hisab"dır (yapılanın sonucunu anında yaşatan)! (A.Hulusi)

39 - Küfredenlerin ise amelleri bir engin çölde serap gibidir, susayan onu bir su zanneder, nihayet ona vardığı vakit onu bir şey bulmaz da yanında vicdanı Allah’ı bulur, o da ona tamamı ile hesabını görüverir ve Allah seri' hesaplıdır. (Elmalı)


Velleziyne keferu a'malühüm keserabin Bi kıy'atin yahsebuhüzzam'anu maen inkarda ısrar edenlere gelince onların yapıp ettikleri çölde görülen serap gibidir. Susuzluktan yanmış olan onu su sanır. hattâ izâ caehu lem yecidhü şey'en ne ki ona yaklaştığında orada sudan hiçbir iz bulamaz. ve vecedAllâhe 'ındehu feveffahu hısabehu fakat Allah’ı kendi vicdanında bulur ve bilir ki o hesabı tastamam görür.

Burada eğer mot a mot okuyacak olursak; kendi vicdanında değil, kendi yanında diye çevirmemiz lazım. İnsanoğlu olmayan yerde suyu görür de her yerde tecelli eden Allah’ı göremez. Böyle bir garip varlık insan. Üstelik kendisine şah damarından daha yakın olduğu halde göremez.

vAllâhu seriy'ul hisab zira Allah çok seri hesap görendir.


40-) Ev kezulümatin fiy bahrin lücciyyin yağşahü mevcün min fevkıhi mevcün min fevkıhi sehab* zulümatün ba'duha fevka ba'd* izâ ahrece yedehu lem yeked yeraha* ve men lem yec'alillâhu lehu nûren fema lehu min nûr;

Yahut (onun yaşantısının getirisi), derin bir denizdeki karanlıklar gibidir ki, onu bir dalga kaplar, onun üstüne de başka bir dalga (onu bürür), bu ikinci dalganın üstünde de bulutlar! Birbirinin üstünde karanlıklar! (İçinde bulunan) elini dışarı çıkarsa, neredeyse onu göremez... Allâh kimde nûr (ilim) oluşturmamışsa (artık) onun nûru (ilmi) olmaz! (A.Hulusi)

40 - Yahut derin bir denizdeki zulümât gibidir, onu bir dalga bürüyor, üstünden bir dalga, üstünden bir bulut, öyle zulümât ki birbiri üstüne, elini çıkardığı vakit onu görmesi ihtimali yok, her kime de Allah, bir nûr yapmamışsa artık onun için hiç nûr yoktur. (Elmalı)


Ev kezulümatin fiy bahrin lücciyyin veya onların yapıp ettikleri bir okyanusun derin karanlıkları gibidir. yağşahü mevcün min fevkıhi mevcün min fevkıhi sehabun onu kat kat üstüne dalgalar kuşatıyor derken üstüne bir de kara bulutlar zulümatün ba'duha fevka ba'd kat kat karanlık üstüne karanlıklar.

Hemen hatırlayalım ki Nûr’un alâ Nûr geçmişti 35. ayette. Orada Nûr üstüne Nûr, burada karanlık üstüne karanlık. Allah’ın vahiy Nûr’undan mahrum kalmış insan hem gözünü, hem göz görse dahi gözün ışığını, hem aklını kaybetmiş, bunun sonucunda da küfür ve günah karanlığına daldıkça dalmış kimse gibidir. Yani gözünü kaybetmiş, ışığını kaybetmiş, aklını kaybetmiş. Gözü olsa ışık olmayınca yine göremez. Gözü ve ışığı olsa aklı olmayınca yine kavrayamaz. İşte böyle bir insan, 3 şeyini kaybetmiş. Nihayet bunun sonucunda vicdanının sesini duyamaz ve fıtratını da koruyamaz olmuş. Yanlış üst yapı doğru alt yapıyı da mahvetmiş. Bu ibare işte Nûrun alâ Nûr un zıddıdır.

izâ ahrece yedehu lem yeked yeraha kişi çıkarıp baksa nerdeyse elini dahi göremeyecek durumda yani değil soyut hakikatleri, somut gerçekleri bile kavrayamaz, fark edemez hale gelmiş. ve men lem yec'alillâhu lehu nûren fema lehu min nûr nitekim bir kimseyi Allah aydınlatmamışsa onun asla aydınlıktan nasibi olmaz ve o asla karanlıktan kurtulmaz. Yani Allah’ın ışık vermediği kimse karanlığa mahkum olur. Eğer imanı yoksa aslında o gece üstüne gecenin içinde kalmış olan aklını, gözünü ve ışığı kaybetmiş bir zavallıdan başkası değildir.

Rabbim Vahyin ışığını gönlümüze düşürsün ve aklımızı vahiyle münevver kılsın.


“Ve ahiru davana enil hamdülillahi rabbil alemiyn”

Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır.


111. videonun sonu.

30 Ağustos 2012 Perşembe

İslamoğlu Tef. Ders. NÛR (34-35)(111-D)

C sayfasından devam

34-) Ve lekad enzelna ileyküm âyâtin mübeyyinatin ve meselen minelleziyne halev min kabliküm ve mev'ızaten lil müttekıyn;

Andolsun ki, size gerçeği açıkça gösteren işaretler, sizden önce gelip geçmişlerden örnekler ve korunmak isteyenler için ibret alınacak öğüt inzâl ettik. (A.Hulusi)

34 - Kasem olsun ki size beyan edici âyetler ve sizden evvel geçenlerinki kabîlinde bir mesel ve muttakiler için bir mev'ıza indirdik. (Elmalı)


Ve lekad enzelna ileyküm âyâtin mübeyyinat ve doğrusu biz size hakikati açık be net olarak dile getiren mesajlar ve meselen minelleziyne halev min kabliküm sizden önce geçip gitmiş olanlara ilişkin bir nice mesel, bir nice örnek ve mev'ızaten lil müttekıyn ve sorumluluk bilincine sahip olanlar için her türden öğüt indirmişizdir.

Bu ayet hem ilk cümlesi ile yukarıdaki hükümlerle bağlantılı, son cümlesi ile ardından gelen ve sembolik dilin zirvesini oluşturan 35. ayetle Nûr ayeti ile bağlantılı. Yani iki tarafa da gönderme yapan, iki tarafı da gören bir ayet olarak okunmalı. Şimdi; ve mev'ızaten lil müttekıyn muttakilere Allah’ın vaz’u nasihatı, öğüdü neymiş onu okuyalım.


35-) Allâhu Nûrus Semâvâti vel Ard* meselü NûriHİ kemişkâtin fiyha mısbâh* elmısbâhu fiy zücâcetin, ezzücâcetü keennehâ kevkebün dürriyyün yûkadü min şeceretin mübareketin zeytûnetin lâ şarkıyyetin ve lâ ğarbiyyetin yekâdü zeytühâ yudıy'u ve lev lem temseshü nâr* Nûrun alâ Nûr* yehdillâhu linûriHİ men yeşâ'* ve yadribullâhul emsâle linNâs* vAllâhu Bi külli şey'in 'Aliym;

Allâh, semâların ve arzın nûrudur (NÛR, ilimdir - candır - datadır; semâlar ve arzın hakikati ilimden {DATA} ibarettir)! O'nun nûrunun (ilminin varlığı ve açığa çıkışı) misali şuna benzer: İçinde lamba (bilinç) bulunan bir kandil (beyin) gibidir... O lamba da bir sırça (şuur) kapsamındadır! O sırça (şuur) sanki inciden bir yıldız (yaradılış amacına göre işlevlenmiş Esmâ bileşimi) gibidir ki, doğu ve batıya (mekân ve zamana) ait olmayan mübarek bir ağaçtan (insanî hakikatin), yani zeytinden (TEK'lik şuuruna sahip olması) tutuşturulur! O ağacın yağı (şuurdaki hakikat müşahedesi) neredeyse kendisine bir nâr (arınma çalışmaları) dokunmasa da ışık saçar! Nûr'un alâ nûr'dur (Esmâ ilminin birimsel ilim sûretinde açığa çıkışı)... Allâh (insanın hakikati olan Esmâ mertebesi) dilediği kimseyi kendi nûruna (kendi hakikati ilmine) erdirir! Allâh insanlar için misaller veriyor... Allâh her şeyi (Esmâ özellikleriyle, o şey olduğu için) Bilen'dir. (A.Hulusi)

35 - Allah, Sema vat-ü Arzın nûrudur, nûrunun temsili sanki bir mişkât; içinde bir mısbah, mısbah bir sırçada, sırça sanki bir kevkebi dürrî (bir inci yıldız), mübarek bir ağaçtan tutuşturulur: bir zeytinden ki ne şarkîdir ne garbî, yağı hemen hemen ateş dokunmasa bile zıya verir, nûr üzerine nûr, Allah nûruna dilediğini hidayet buyurur ve insanlar için meseller darp eyler ve Allah, her şey'e alîmdir. (Elmalı)


Allâhu Nûrus Semâvâti vel Ard Allah göklerin ve yerin Nûr’u dur. meselü NûriHİ kemişkâtin fiyha mısbâh onun Nûr’u içinde kandil bulunan bir oyuktan yayılan ışık gibidir.

Bu ayet Kur’an da ki sembolizmin zirvesinden, zirvelerinden biridir. Tabii ki burada bir benzetme yapılıyor. Hatta teşbih-i beliğ var eskilerin ifadesi ile. meselü NûriHİ O’nun Nûr’unun misali, örneği. Bir de Kâf, teşbih edatı gelmiş ki iki teşbihle teşbih olduğu ifade edilmiş. BU ayet üzerine İslam Tefsir tarihinde öyle yorumlar üretilmiştir ki belki çok az ayete nasip olmuştur. Hatta müstakil eserler dahi yazılmıştır. Bunların başında meşhur İmam Gazzali’nin Mişkat-ül Envar, adını da bu ayetten alan ve sırf bu ayeti ele alan bir müstakil eseri vardır. Her ne kadar Gazali o eserde Allah’ı bizzat Nûr olarak niteliyorsa, yani Nûr’u hakiki manada alıyorsa da bu ayette görüyoruz ki böyle yaklaşmamızı kesinlikle istemediğini iki şeyle beyan ediyor. Mesel ve kâf teşbih edatı.

Onun için bu bir benzetme. Yani buradaki benzetme Ca’ilu, belki takdiri ifadesiyle Nûr’u kılan, Nûr’u var eden, göklerin ve yerin Nûr’unu var eden O’dur manasına anlamamız ayetin bize verdiği bu ima ve açık delillerden ortaya çıkıyor.

elmısbâhu fiy zücâcetin evet, o kristal bir fanus içindedir. Zücaceyi böyle çevirelim, kristal bir fanus. Ki teşbih olduğunu sembolik bir değer taşıdığını biz Kur’an da ki bir çok ayetten anlıyoruz zaten leyse kemisliHİ şey’.. (Şûrâ/11) ayetinde o hiçbir şey gibi değil diyor. Yani o hiçbir şeyin içine elbette ki burada ki Nûr, ışık ta girmiyor. Yine Ve lem yekün leHÛ küfüven ehad. (İhlas/4)hiçbir şeyin dengi olmaz diyor. Onun için beşeri tanıma sığmayan Allah’ın hidayete yakın kullarına bahşettiği gönül aydınlığı bu Nûr.

Nûr vahyin sıfatıdır aslında, Maide/46. ayetinde İncil için Nûr geçiyor. Tevrat için yine Maide/44. ayetinde Nûr sıfatı geçiyor. Yine Kur’an için Nûr sıfatı Kur’an da çok kullanılıyor. ve enzelna ileyküm nuren mübiyna (Nisa/174) mesela. Yani size Nûr indirdik, ışık aydınlık indirdik.

Bütün bunlardan anlaşılıyor ki Nûr vahyin sıfatıdır. Bu sembolü, fakat İslam bilgi sistemleri farklı farklı yorumlamıştır. Beyan bilgi sistemi vahiy ve hidayet olarak yorumlamıştır. Bürham bilgi sistemi akıl olarak yorumlamıştır, irfan yani tasavvufun içinde olduğu irfan bilgi sistemi ise feyiz, südur ve basiret olarak yorumlamıştır. Hiç şüphesiz bu üç yorumun üçünün de gerçeklik payları vardır. Farklı farklı olmak şartıyla. Belki bir hiyerarşi bulunması şartıyla üçü de iç içe anlaşılabilir. Ama özellik ve öncelikle unutulmamalıdır ki Nûr Vahyin sıfatıdır, Allah’ın Nûr’u da vahyi ile indirdiği hidayet olarak anlaşılmalıdır.

ezzücâcetü keennehâ kevkebün dürriyyün öyle bir fanus ki, sanki inci gibi parıldayan bir yıldız. Fanus; Tabir caizse ışığın kabı, ışığın yolu. Yani lambanın dışında ki cam.

Übey Bin Kaab büyük kaari bunu akıl olarak yorumlamış, anlamış. Gerçekten de doğru bir yorum. Çünkü vahiy ışığı akıl fanusuyla hayata yansır. Vahiy ışığı akıl lambasıyla hayatı aydınlatır.

yûkadü min şeceretin mübareketin zeytûnetin lâ şarkıyyetin ve lâ ğarbiyye o kandil doğuya da batıya da ait olmayan mübarek bir zeytin ağacından elde edilmiş bir yakıtla tutuşturulur.

İslam’ın 3 büyük vahyin merkezi Akdeniz havzasıdır. Akdeniz havzasının sembolik bitkisi ise zeytindir. Belki zeytinin anılması işte 3 büyük vahyin merkezine bir işaret. Fakat ne doğuya ne batıya ait ifadesi ibaresi de hakikatin vatanı olmaz. Vahiy bir dille iner. Doğru, İbranice iner. Aramice iner, İncil’de olduğu gibi. Kur’an da olduğu gibi Arapça iner. Fakat vahyin manası evrenseldir. Kökü zaman ve mekan üstüdür. Ayakları yerdedir fakat başı göktedir. Onun için vahyin her hangi bir coğrafya ile sınırlanması doğuyla ya da batı ile ilişkilendirilmesi doğru olmaz. Bu ayeti aslında vahyin manasının evrenselliğini beyan eden bir ayet olarak okumakta mümkün bu ibareyi.

yekâdü zeytühâ yudıy'u ve lev lem temseshü nârun öyle ışıltılı bir yağ ki, bu yakıt ki neredeyse ateş değmeden bile ışık saçacak. Öyle ıpıl ıpıl, öyle ışıltılı bir yakıt ki bu ateş değmese bile ışık saçacak handi ise. Nûrun alâ Nûr Nûr üstüne Nûr’dur o. Yani yakıtı yakıtı Nûr, lambası Nûr, konulduğu yer Nûr, takası, eskiden taka derlerdi, takası Nûr. Duvarda o eski kandillerin konulduğu yer, lambaların koyulduğu oyuk o Nûr ve ışığı Nûr. İç içe geçmiş Nûr adeta. Yani merkezi Nûr, anlamı Nûr, lafzı Nûr ve tabii ki maksadı Nûr. Muhatabı da insanın içine Allah’ın yerleştirdiği akıl Nûr. Hepsi Nûr.

yehdillâhu linûriHİ men yeşâ' Allah isteyeni Nûr’unun peşine takarak doğru yola iletmeyi diler. ve yadribullâhul emsâle linNâs* vAllâhu Bi külli şey'in 'Aliym işte Allah insanlara böyle misaller vermektedir, zira her şeyi en ince ayrıntısına kadar bilen yalnızca Allah’tır.

Değerli dostlar bu ayette geçen semboller mişhad yani ışık mahalli duvardaki ışık koyulan oyuk. Vahyin nuru olarak anlaşılabilir. Zücac, yani fanus ışığın üstüne geçirilen kristal. Kalbin Nûr’u, yani akıl olarak anlaşılabilir. Mısbah, yani onun içindeki lamba, Allah’ın hidayet Nûr’u olarak anlaşılabilir. Zeytûn, yani onun içinde ki, kandilin içinde ki yakıt, yağ da iman olarak anlaşılabilir. Eğer bu kandil insanın gönlünde ki akıl Nûr’u ile birleşir de, insanın içinde iman ışığını yakarsa gerçek aydın Allah’a göre odur.

Devam ediyor E sayfasına geçiniz.

29 Ağustos 2012 Çarşamba

İslamoğlu Tef. Ders. NÛR (32-33)(111-C)


B sayfasından devam

32-) Ve enkihul eyama minküm ves salihıyne min ıbadiküm ve imâiküm* in yekûnu fükarae yuğnihimullâhu min fadliHİ, vAllâhu Vasi'un 'Aliym;

Sizden evli olmayanları, kölelerinizden ve cariyelerinizden sâlihleri nikâhlayın! Eğer onlar fakirseler, Allâh kendi fazlından onları zengin eder... Allâh Vasi'dir, Aliym'dir. (A.Hulusi)

32 - Bir de sizden olan dulları ve kölelerinizden, cariyelerinizden salihleri evlendirin, eğer fukara iseler Allah, onlara fazlından gına verir, Allah, vasi'dir, alîmdir. (Elmalı)


Ve enkihul eyama minküm ves salihıyne min ıbadiküm ve imâiküm ve içinizden bekar olanları erkek ve kadın kölelerinizden evliliğe elverişli olanları evlendirin.

Şimdi yepyeni bir pasaja girdi sure. Bu pasajda yine biraz önceki düzenlemelerin yerini bulması için bir toplumda ahlaki sapmanın cinsellik merkezli, odaklı ahlaki sağmanın oluşmaması için alınması gereken bir numaralı tedbiri aldı. O da evlilik kurumunu genişletmek ve kolaylaştırmak. Yani evlenmekte güçlük çeken insanların önünü açmak. Çünkü meşru bir biçimde karşılanmayan arzular gayri meşruya yönelecektir. Onun için de o arzuların meşru bir biçimde karşılanmasının önündeki engelleri kaldırıp kolaylaştırma yönünde bir talimat getiriyor bu ayet. Onları evlendirin diyor.

Buradaki eyyam; dul ya da değil, eşi olmayan herkestir. Öncelikle evlenmek isteyip te buna imkan bulamayan köleleri muhatap alıyor bu ayet. Fakat bu kapsama giren herkes bu ayetin muhatabı. Evlendirin emri cinsel ahlaksızlığı önlemenin bir unsuru olarak öne çıkıyor. O halde bu surenin 2. ayetinde ki cezanın uygulanabilmesi, bu gibi önlemlerin alınmasına bağlıdır. Ancak adalet böyle tecelli eder. Bir önlem paketinde cezayı uyguluyor ama tedbiri almıyorsanız bu adil bir uygulama değildir.

in yekûnu fükarae yuğnihimullâhu min fadliH yoksul da olsalar Allah onları lûtfuyla destekleyecektir.

Bu teşvikler tarihte evlendirme vakıflarının kurulmasına vesile olmuştur. İslam medeniyetinde bir çok mahalde zenginler, varlıklı insanlar, hatta devlet evlendirme vakıfları kurmuş ve bu vakıflar aracılığı ile evlenmekte zorlanan yoksul insanları evlendirmişler, evermişler, baş göz etmişlerdir. vAllâhu Vasi'un 'Aliym zira Allah lûfunda sınırsızdır, kime ne kadar vereceğini çok iyi bilir. Yani verdiklerini varlıkla sınıyor, vermediklerini yoklukla sınıyor. Onun için verdikleri varlıkla şımarmasınlar, vermedikleri de yoklukla me’yus olmasınlar. Her ikisi de sınanmaktadır. Eğer ikisi de görevini yaparsa aslında verilenle verilmeyenin durumu da birbirine yaklaşır, eşitlenir.


33-) Vel yesta'fifilleziyne lâ yecidune nikahan hattâ yuğniyehümullâhu min fadliHİ, velleziyne yebteğunel Kitabe mimma meleket eymanüküm fekatibuhüm in alimtüm fiyhim hayra* ve atuhüm min malillâhilleziy ataküm* ve lâ tükrihu feteyatiküm alelbiğai in eradne tehassunen litebteğu aredal hayatid dünya* ve men yükrihhünne feinnAllâhe min ba'di ikrahihinne Ğafûrun Rahıym;

Nikâh (eş - imkânı) bulamayanlar da, Allâh kendi fazlından onları zengin edinceye kadar iffetli olsunlar... Sahip olduğunuz kölelerden azâtlık belgesi talep edenlerle -eğer onlarda bir hayır bilmiş iseniz- yazılı anlaşma yapınız ve onlara Allâh'ın size verdiği maldan veriniz... Cariyeleriniz iffetli-namuslu kalmayı dilerler ise, dünya hayatının geçici menfaatini isteyerek fuhşa zorlamayın... Kim onları zorlar ise, muhakkak ki Allâh onların bu yaptıklarından sonra (onlara) Ğafûr'dur, Rahıym'dir. (A.Hulusi)

33 - Bir nikâha çare bulamayanlar Allah, kendilerine fazlından bir gına verinceye kadar iffetli kalmaya çalışsınlar, memlûklarınızdan mükâtebe isteyenleri de eğer kendilerinde bir hayır biliyorsanız hemen kitabete kesin ve onlara Allahın size malından verin ve Dünya hayatın geçici metâını kazanacaksınız diye cariyelerinizi fuhşa ikrah etmeyin, hele iffetli olmak isterlerse; her kim de onları ikrah ederse şüphesiz Allah, onlara ikrahlarından sonra gafurdur, rahîmdir. (Elmalı)


Vel yesta'fifilleziyne lâ yecidune nikahan hattâ yuğniyehümullâhu min fadliH ama evlenmeye bir türlü imkan bulamayanlar Allah lûtfundan kendilerine bir ruhsat, bir fırsat bir yol açıncaya,tanıyıncaya kadar iffetlerini korusunlar. Yani önlerine bir fırsat açıncaya kadar cenabı Hakk kendi iffetlerini korusunlar. Yani iffetsizliğe böyle bir şeyi bahane kılmasınlar.

velleziyne yebteğunel Kitabe mimma meleket eymanüküm öteden beri mülkiyetinizde bulunan kölelerden azatlık sözleşmesi yapmak isteyenlere gelince fekatibuhüm in alimtüm fiyhim hayra eğer onlarda bir liyakat görüyorsanız onlarla sözleşmeye yanaşınız, sözleşme yapınız hatta bu.

Vahyin daha için başında kucağında bulduğu sosyal bir kurum olan köleliği bir süreç içinde yok etmeyi amaçladığının en güzel delillerinden biridir bu ayet ve bir çok ayet vardır böyle. Kölenin iyi niyetle özgürlüğe kavuşma talebini efendi reddedemez diyor, reddetmemeli. Bu ayet ve buna benzer ayetler geldikten sonra Hz. peygamber başta olmak üzere bir çok sahabe köle azat etme yarışına giriştiler. Öyle bir yarıştı ki bu Hz. peygamber bizzat 63 köle azat etti. Yani ömrünün her yılına bir köle, yani bir özgürlük. Adeta ömrünün her yılını köle yapılmış bir insanı özgür kılarak Allah’tan satın alma anlamına geliyordu.

Hz. Aişe 67. kişiyi azat etti. Hz. Abbas 70 kişi azat etti bu ayet üzerine Abdullah bin Ömer ömründe 1.000 kişiyi, bin köleyi özgürlüğüne kavuşturdu. Sadece kendi köleleri değildi bunlar. Zaten Resulallah’ın bu manada hiç kölesi olmadı. Onları kendisine köle olarak verilmişse dahi ya azat ediyor, daha sonra hizmetine alıyor ya da onları bir başkasıyla evlendiriyor ve öylelikle azat olmuş oluyorlardı.

Yine Abdurrahman Bin Avf 30.000 köle azat etmişti. Bu ayet onlarda böylesine bir özgürlük dalgası uyandırmıştı. Onun içinde Resulallah’tan sonraki 30 yıl içinde miras olarak devredilen kölelik adeta sıfıra düştü.

Bu neyi gösteriyor bize? Vahyin amacının söyledikleri ile sınırlı olmadığını gösteriyor. Vahyin amacını söyledikleri ile sınırlı sanmak, vahyi anlamamak demektir. Vahiy köleliği bir günde bitirmemiştir. Çünkü bitmezdi böyle sosyal bir yara.

Amerika’da ki köleliğin başına gelen o dramatik olayı biliyoruz değil mi? Kölelik aniden kaldırıldığında 3 gün bayram yaptılar 4. gün eski efendilerinin kapısına gelip; açız bizi yeniden köle alın diye yalvardılar. Bu değildi, bir yaradan bir başka yaraya değildi. Ama vahiy bu problemi öyle bir usulünce halletti ki mesela hataen adam öldürmek gibi bir suçta köle azat etmek gibi bir karşılık koymuştu. Yine başka bazı suçlarda, kusurlarda ibadet kusurlarında da köle azat etmek gibi bir kefaret yöntemi ile köleliğin kökünü kesmeyi amaçlamıştı.

Kölelik 3 kaynaktan besleniyordu.

1 – Miras yolu ile geçen köleler,

2 – Özgür olduğu halde bir biçimde ele geçirilerek köle edilip satılanlar,

3 – Savaşta esir olanlar.

Vahiy bu ikisinin kaynağını kuruttu. Birini zaten kesinlikle yasakladı. Özgür birinin gasp edilerek, herhangi bir kervanda basılarak, Hz. Zeyd gibi getirilip köle diye satılması bunu kesinlikle yasakladı. Bir diğerini miras yolu ile köleliği böyle eritti, geriye sadece savaş köleliği kaldı onu da bir çok kurallara bağladı. Öyle sıkı kurallar koydu ki karı koca esir alınmışsa onlar birbirinden ayrılamazdı. Eğer köle kendi özgürlüğünü satın almak isterse hayır denilemezdi. Eğer Müslüman olursa zaten kesinlikle köle edilemezdi ve köleyi azat etmenin ne büyük bir ecre, ne büyük bir sevaba nail olacağı da böylesine teşvikkar ayetlerle ifade edilmişken işte vahiy köleliği böyle peyderpey bir süreç içinde bitirdi.

ve atuhüm min malillâhilleziy ataküm üstelik onlara Allah’ın size emanet olarak verdiği maldan bir miktar da verin. Yani sadece kabul etmekle yetinmeyin bir de onların özgürlüğünü satın almalarına katkıda bulunun.

ve lâ tükrihu feteyatiküm alelbiğai in eradne tehassunen litebteğu aredal hayatid dünya iffetsizliğe karşı korunmak istiyorlarsa eğer evlenme yolu ile dünya hayatının fani hazlarına tamah ederek sakın kadın kölelerinizi fuhşa zorlamayın. İbare biraz uzun olunca tercüme de biraz zor oluyor. Evet, (eğer evlenme yolu ile) iffetsizliğe karşı korunmak istiyorlarsa dünya hayatına meyl ederek onları fuhşa zorlamayın.

ve men yükrihhünne feinnAllâhe min ba'di ikrahihinne Ğafûrun Rahıym zira onları zorlayan herkes iyi bilsin ki Allah bu zorlamadan dolayı onları bağışlayacak, merhamet edecektir. Yani zorlanan değil zorlayan suçlu olacak sorumlu olacaktır.

Kölelerle evlilik dışı cinsel birleşmeyi yasaklayan bir ima da içeriyor bu ayet. Cariyelere yüklenen ücret ödeme yükümlülüğü vardı. Bu ayetlerin geldiği toplumda. Yani cariyeler efendilerine belli bir ücret ödüyorlardı. Efendileri buna onları zorluyordu. Bana kazan getir. Bir cariye nereden kazanacak? Ne yapacak? Nereden kazanırsan kazan diyordu adeta onu fuhşa teşvik eder gibi ve onlar da kazanmanın en kolay ve en bol yolu olan ahlaksızlığı buluyorlardı. Çünkü başka kazanç kapısı yoktu onlar için. O nedenle de bu fuhşu tetikleyen bir unsur olarak ortaya çıkıyordu. İşte bu manada bu kapıyı kapatıyordu.

İlginçtir bire bir örnek olarak Medine’de ki münafık elebaşı Übey Bin Kaab’ın bu işi çok büyük bir boyutta yaptığı, 6 ya da 7 cariyesini bu yolla çalıştırdığı söylenir. İlginç değil mi, bu adam aynı zamanda iftirayı çıkaran, Hz. Peygamberin harim-i İsmetine çamur atan adam ve onun adını dahi anmıyor bakınız, Üsluba bakınız onu direkt izan bir etmiyor, direkt muhatap ta almıyor.

Oysa ki aslında yerin dibine geçirilmeyi hak etmiş olan bu insana direkt doğrudan bir ifade de yok. Sadece yine ahlaki bir kural getiriyor. Ki İbn. Übey’in Muaze adlı bir cariyesi vardı, bu cariye Müslüman olmuştu. Müslüman olmasına rağmen bu adam ona zulmediyor onu hala kendisine para getirmeye zorluyordu. Ağlayarak durumunu Resulallah’a izah etmişti Resulallah’ta ona sahip çıkmıştı ama ya durumunu izah etmeyenler, ya durumunu söyleyemeyenler, açığa çıkaramayanlar zulüm altında gizlice inleyenler, işte bu ayet muhataplarının tümüne böyle bir zulme son vermelerini emrediyordu. Yani insanı savunuyor, yine kadının ezilmesini savunuyor, kadının bir başka amaçla sömürülmesini cinselliğinin sömürülmesinin önüne geçiyordu.


Devam ediyor D sayfasına geçiniz.

28 Ağustos 2012 Salı

İslamoğlu Tef. Ders. NÛR (31-31)(111-B)


A sayfasından devam

31-) Ve kul lil mu'minati yağdudne min ebsarihinne ve yahfazne fürucehünne ve lâ yübdiyne ziynetehünne illâ ma zahere minha vel yadribne Bi hümurihinne alâ cüyubihinn* ve lâ yübdiyne zinetehünne illâ libu'ûletihinne ev abaihinne ev abai bu'ûletihinne ev ebnaihinne ev ebnai bu'ûletihinne ev ıhvanihinne ev beniy ıhvanihinne ev beniy ehavatihinne ev nisaihinne ev ma meleket eymanühünne evittabi'ıyne ğayri ülil irbeti minerricali evittıflilleziyne lem yazheru alâ avratin nisa'* ve lâ yadribne Bi ercülihinne liyu'leme ma yuhfiyne min ziynetihinn* ve tubu ilAllâhi cemiy'an eyyühel mu'minune lealleküm tüflihun;

İman eden kadınlara da de ki: Nazarlarını sakınsınlar (cinsel arzuyla bakmaktan kaçınsınlar) ve cinsel organlarını korusunlar ve zinetlerini, ondan zâhir olan müstesna, açığa vurmasınlar... Hımarlarını (başlarına örttükleri örtünün arkaya sallandırdıkları uçlarını, göğüs açıklıklarını kapatacak şekilde) öne getirsinler... (Allâh'ın bahşetmiş olduğu) zinetlerini göstermesinler... Ancak (şu kimseler hariç): Kocaları yahut babaları yahut kocalarının babaları yahut oğulları yahut kocalarının oğulları yahut erkek kardeşleri yahut erkek kardeşlerinin oğulları yahut kız kardeşlerinin oğulları yahut kendi kadınları yahut sağ ellerinin mâlik oldukları (cariye) yahut ricalden erkekliği kalmamış ihtiyarlara sahibinden başka tâbileri (hizmetçileri) yahut kadınların avreti üzere erkek çocuklar... Göğüslerine dikkati çekmek ve erkekleri tahrik amacıyla, yürürken ayaklarını vurmasınlar... Ey o iman edenler, hepiniz topluca Allâh'a tövbe edin ki kurtuluşa eresiniz. (A.Hulusi)

31 - Mü'min kadınlara da söyle: gözlerini sakınsınlar, ırzlarını muhafaza etsinler, ziynetlerini açmasınlar, zâhir olanı başka ve baş örtülerini yakalarının üzerine vursunlar, ziynetlerini açmasınlar, ancak kendi kocalarına yahut kendi babalarına kocalarının babalarına yahut kendi oğullarına, yahut kendi biraderlerine, yahut kendi biraderlerinin oğullarına, yahut hemşirelerinin oğullarına yahut kendi kadınlarına yahut kendi ellerindeki memlûklarına, yahut ihtiyacı olmayan erkeklerden uyuntulara, yahut henüz kadınların avretlerine muttali' olmayan çocuklara, müstesna, gizledikleri ziynetleri bilinsin diye ayaklarını da vurmasınlar, hepiniz Allaha tevbe edin ey mü'minler ki felâh bulabilesiniz. (Elmalı)


Ve kul lil mu'minati yağdudne min ebsarihinne ve yahfazne fürucehünne Biraz önce Mü’min erkeklere bir talimat verilmişti. Kadın erkek ilişkilerinde erkeğe, karşıt cinse karşı nasıl bir bakış geliştirmesi gerektiğine yönelik bir talimat verilmişti, şimdi ise kadına bir talimat veriliyor. Mümin kadınlara da söyle gözlerini, bakılması yasak olandan çevirsinler, iffetlerini korusunlar. Yani mümin kadınlar da bakışlarını kontrol altına alsınlar. Çünkü deminki değerlendirmelere benzer şeyler sadece erkekler için değil kadınlar içinde geçerli. Onlar da muhataplarının cinsel kimliklerini değil, muhataplarının şahsiyetlerini öncelesinler. Onun şahsiyetiyle, kişiliği ile ilişki kursunlar. Onun kişiliğini öne çıkarsınlar. Onun kişiliği ile zenginleşsinler belki. Yani ilişkiden doğan katma değeri iki tarafta öldürmesin. İki müminin bir araya gelmesinden doğabilecek muhteşem enerjiyi iki tarafta ucuz bakışlarla heba ve feda etmesinler. Aslında belki de özü itibarıyla söylenen bu.


[Ek bilgi 1; Orijinal bir bakış; http://ekabirweb.blogspot.com/2012/06/basortusu-gercegi.html ]

[Ek bilgi-2; orijinal bir makale; Nazar'ın Bilimsel İzahı 

Nazar halk dilinde göz değmesi, göz yakması, göz çekimi, göz istemi ve göz ışıması olarak bilinir.

Arapça nazar'a isabetül ayin denilir. Nazarın bilimsel tanımı ise;gözdeki foto reseptörlerin kasılması sonucu açığa çıkan negatif ve pozitif göz akım dalga ışınımına nazar denir.

Nazar'ın üç türlü ışınım etkisi vardır.Bu konu radyoloji ilmiyle bağdaştırılarak laboratuarlarda ispatlanmıştır.

Alfa(sarsıcı) Beta(kırıcı,yıkıcı) ve Gama (yakıcı) ışınları olarak, genel itibariyle halk arasında daha çok Alfa (sarsıcı)ışın etkileri daha yoğun olarak oluşmaktadır. Nazar değen insanda bilimsel olarak beynin orta bölümü olan (Mezensefelon) kısmında nöronlar(sinirler) harekete geçerek;göz küresini büyütür ve esneme başlar.

İnsana nazar değdiği bilimsel olarak fizyolojik açıdan esneme ve göz küresinin büyümesinden anlaşılır.Nazar'ın oluşa gelmesi için nazarı vuran kişinin,nazara gelecek kişiye negatif ışın göndermesini bilinçsiz olarak gerçekleşmesi gerekir.Nazar kesinlikle bilinçli olarak gerçekleşemez.Nazar'ı bilinçli olarak gerçekleştiren insanlar,çok azdır.Bu olay parapsikoloji konusuna girer.Nazarı bilinçli olarak vuran insanların gözlerinden Gama(yakıcı)ışınlar akımı oluşur.

Bu tür ışınlar röntgen çekimi bile gözleriyle yapabilecek seviyede X ışınlarını beynin hipotalamus kısımlarından boşalarak oluşturabilirler.Bu tür insanlar sayısı az olmakla birlikte çok tehlikelidirler.Gama ışınlara ilk defa 14 yaşındaki bir rus kızında bulunmuş ve ölçülmüştür.Bu insan gözleriyle karşısındaki insana radyolojik Gama ışını yollayarak röntgen çekimi bile yapabilmektedir.

Nazar daha çok güzel insanlara, mala mülk sahiplerine, halk arasında şöhret sahiplerine,işinde başarılı olan insanlara, değerli maddelere, yeni olan gelişmelere, yeni evlenen gençlere, yeni doğan şirin çocuklara, yeni alınan arabalara, yeni alınan eve, bağa bahçeye daha çok nazar değer. Çünkü insana çekim ve istem oluşturan tüm güzel olan oluşumlara nazar değer.

Nazarın fizyolojik etkileri; baş dönmesi, ani mide bulantısı, ayak kayması, bulanık görme, refleks bozulmaları, gözlerin kızarması, göz küresinin büyümesi, sebepsiz esnemeler, sakarlıkların başlaması, çeşitli hastalıklar, bir yerden düşme, gözde kan birikimi, sivilceler, elde veya başka bir yerde siğiller çıkması, göz çıbanları, kaş dökülmesi, boğaz ve kulak kaşıntısı, saç dökülmesi, cinsel iktidarsızlık, sakal ve saç kıran, mide ağrısı, dudak kuruması, ayak-el ağırması, bel ağrısı, burun kaşıntısı, kulak çınlaması, göz bulanıklığı, el-ayak kaşıntısı vb gibi fizyolojik bozukluklar nazar değdiğinde başlar.

Nazarın psikolojik etkisi; rüyada sıçramalar, tik oluşması, el titremesi, göz dalması, yorgunluk hissi, uyku bozukluğu bazen de aşırı uyku isteği,dalma hastalığı,gülme hastalığı, ani bunalım dönemi, stres, konsantre ve motive eksikliği, sebepsiz huysuzlaşma, dil sürçmesi, düşüncede saçmalama, kalp çarpıntısı, kabuslar görme, sebepsiz göz yaşı, sebepsiz mutsuzluk-huzursuzluk hissi, kendinde ağırlık olduğu hissi, regl sancısının artması, rüyada nazar boncuğu görmesi, bitkinlik hissi vb gibi ruhsal etkiler oluşur.

Nazarın para psikolojik etkileri; bereketsizleşme, işinizin rast gitmemesi, evinizde huzursuz olması, kaderin bir parçası olan şansınızın kapanması, kısmetinizin kapanması, yaşadığınız ortamı sevmeme, üzerinde aşırı derece bilinmeyen ağırlıklar oluşması, sevdiğinizden nefret etme, evliliklerde sebepsiz kavgalar, boşanmalar, eşinizin değişmesi, kıskançlıkların başlaması, arkadaşlıklarınızın bozulması, evlenememe, rüyalarınızda devamlı mavi renk veya nazar boncuğu görme, şiddetli geçimsizlik, büyülenme hissi vb gibi para psikolojik etkiler oluşur.

Kadın nazarı erkek nazarından daha fazladır. Bu olay kadınların her ortamda güzel gözükmek hissinden ve kapris yapma gücünden oluşur. Kadınlar birbirlerine daha çok nazar vururlar.

Nazar olgusu radyoloji ilmiyle bağdaştırılarak ilk defa bilimsel olarak incelemeler ile kanıtlanmıştır.


Nazarın para psikolojik etkilerinden korunmayı dualar ile yapmak daha sağlıklıdır.

Tam metni;



ve lâ yübdiyne ziynetehünne illâ ma zahere minha mümin kadınlar cazibe ve güzelliklerini, bunlardan görünen kısımlar dışında kamuya açmasınlar. Evet, Mümin kadınlar cazibe ve güzelliklerini, bunlardan görünen kısımlar dışında kamuya açmasınlar.

Malumunuz kadın, estetik bir formdur, Allah öyle yaratmıştır. Güzelliğin mücessem timsalidir ve Allah böyle yarattığı bir kadını bir insan cinsini elbette istismara açmazdı. Çünkü bir varlığa Cenabı Hakk bir değer yüklemişse, bir nitelik koymuşsa o niteliğin istismarının önüne de bir engel koymuştur. Bu her zaman böyledir.

Servet Allah’ın verdiği bir nimettir, servetin önüne istismar edilmesini engelleyen bir bariyer de koymuştur, o da tefeciliktir.

Şehvet Allah’ın verdiği bir nimettir, ama bunun doğru yolda kullanılması ve meşru sınırlar içerisine kanalize edilmesi için önüne bir bariyer konmuştur, sınırlar çizilmiştir.

Güzellik Allah’ın verdiği bir nimettir, fakat bunun istismarının önüne sınırlar koymuştur.

Akıl Allah’ın verdiği bir nimettir, fakat insan akılla sapmasın diye önüne bir bariyer, nakil gibi, yani tabir caizse akıl barajının önüne bir set çekerek bu gürül gürül akan akarsuyu enerjiye dönüştürmüştür. Yani durdurmamıştır, kokuşturmamıştır, sadece tribünlere yönlendirmiştir. Ondan enerji üretmiştir. Onu meşru sınırları içerisinde akmaya yöneltmiştir. İşte naklin görevi budur.

Bunun gibi burada da eğer bir güzellik vermişse Allah bir cinse, bunun istismarını önleyici tedbirini de almıştır. Cazibe ve güzellikleri bunlardan görünen kısımlar dışında kimseye açmasınlar.

Kadın güzelliğinin kamuya açılabilecek yerlerini ifade eden istisna cümlesi var burada illâ ma zahere minha istisna cümlesi bu. İbareden kaynaklanan bilinçli müphemlik var bu ibarede. Bilinçli müphemlik adını koymayı doğru buluyorum. Bu bilinçli. Birçok farklı yoruma yol açmış bu müphemlik. Yani kendiliğinden görünen kısımlar gibi yorumdan kaynaklanan bir çeviri de yapılabilmiş. Oysa bunlardan görünen kısımlar dışında anlamına gelir.

Bunlar nereler? Bunlar neler? Görünen kısımlardan ne kastediliyor? Nerelerle başlar, nerelerde biter? Bunlar bir kadının taktığı takılarla mı sınırlıdır, yoksa o takıların takıldığı yerlerle mi? Yani bütün bunlar çok çok farklı yorumlara yol açmış. Ama biz burada yorumlardan herhangi birine mutlaklaştıran bir yaklaşıma, ibarenin izin vermediğinden yola çıkarak doğrudan ibarenin bilinçli müphemliğini koruyacak şekilde çevirdik.

vel yadribne Bi hümurihinne alâ cüyubihinne bunun içinde baş örtülerini yakalarının üzerine salsınlar.

İbare açık. Teşhir edilmemesi gereken güzellikler kamuya açılamaz. Bu ibareden bir önceki, kamuya açılabilecek kadının güzelliklerini, cazibelerini, o istisnayı dile getirmişti. Onun dışında kadın güzelliği teşhir edilemez, kamuya açılamaz. Neden? Çünkü özeldir. Güzellik, özelliktir. Özel genelleştirilemez. Onun için cazibe genelleştirilirse, kamuya açılırsa o zaman insan ilişkileri, insan ilişkileri olmaktan çıkar karşılıklı kişiliğin değil, dişiliğin öne alındığı ve kişiliğin arkaya atıldığı, sadece arkaya atılmayıp mahvedildiği, kişiliğin öldürüldüğü bir ilişki biçimine dönüşür ve bu ilişki tarih boyunca kadını erkeğin maskarası yapmakla sonuçlanmıştır. Kadını bir cinsel meta yapan işte bu yamuk ilişki çeşididir.

Kur’an öncelikle kadını korumak anlamında böylesine muhteşem bir tedbir geliştirmiş ve testtürü kadının kişiliğini dişiliğinin önüne alan bir unsur olarak gündeme getirmiştir. Yani öteden beri zaten var olan örtünmeye bir amaç, bir anlam. İnsana, özellikle de insan unsurunun devamını sağlayan cins olan kadına yönelik erkekten gelen tüm kötü, yamuk niyetli bakışlara ve yaklaşımlara böyle bir engel koymuştur. Bunun tersi kişiliği yok etmektir. Bireysel ve toplumsal ahlakta sapmaya yol açar. Karşıt cinsler arası ilişkinin merkezi şahsiyet olmaktan çıkar, cinsiyet olur. Eğer karşıt cinsler arasında ki ilişki şahsiyet etrafında değil de cinsiyet etrafında gelişirse bu ilişki aslında insan ilişkisi olmaz. Bu ilişki sömürüye dayalı bir istismar ilişkisi olur. Çünkü meşru olmayan, meşruiyeti olmayan böyle bir ilişki eğer meyve üretmeye kalkarsa toplum çöküşe doğru gider.

Düşünün meşruiyeti olmayan nikah sözleşmesi ile meşrulaştırılmamış ilişkiler bir toplumda öyle yaralar açar ki o toplum artık kimin, kimin nesi olduğu, kimin kime ait olduğu ve kimin ailesinin kim olduğu belli olmayan bir toplum haline dönüşür. Zaten bu tedbirlerin bir boyutu da, bir toplumu ayakta tutan kurumun aile olduğu ve ailenin korunmasının da öncelikle kadın erkek ilişkilerinin sağlıklı bir biçimde geliştirilmesine bağlı olduğu görüşünden, hakikatinden yola çıkarak bu sonuca varılmıştır.

Humur; hımar tekilinden türetilmiş bir çoğuldur. Baş örtüsü anlamına gelir. Bazı cahiller hani bunun içinde baş sözcüğü diye soruyorlar, bu tabii ki komik bir şey olur. Eşarp sözcüğünün içinde de baş yok. Yemeni sözcüğünün içinde de baş yok. Yaşmak sözcüğünün içinde de baş yok. Kefiye sözcüğünün içinde de baş yok, tülbent sözcüğünün içinde de baş yok.

Ama bunların hepsi de “baş örtüsüdür.” Yani ilke de içinde baş olması gerekmiyor, aksine aslında zımnen başta var, çünkü bu kelimenin bir başka aynı kökten türetilen bir başka kullanımı var. Hamr. Aynı kök. İçki. Neden biliyor musunuz? Başın içini örttüğü için. Yani aklı örttüğü için içkiye hamr denilmiştir. Aklı örter. İnsanın aklının üstünü örter, aklın üstü örtüldüğünde insan, insan olmaktan çıkar. Geçici olarak ta olsa artık insan diğer canlılarla eşitlenir. İşte sarhoşun durumu. Dolayısıyla geçici bir akıl kaybına yol açtığı için, aklı örttüğü için hamr denilmiştir içkiye.

Boyutları, niteliği, kapsamı ne kadar değişirse değişsin bu ayette Bi hümurihinne sözcüğü baş örtüsüne delalet eder. Bu tartışmasız, kesindir.

Burada zaten öteden beri kullanılan bir baş örtüsünün örtme biçimi dile getiriliyor. Öteden beri bu vahyin, bu ayetlerin muhatabı olan toplumda da baş örtüsü, tüm dünya toplumlarında olduğu gibi kullanılan bir şey. Fakat biraz aksesuar olarak kullanılan bir şey. Başına atarmış hanımlar, ama bir parça süs, bir parça aksesuar olarak kullanırlarmış ve ayet açıkça diyor ki; Başınıza attığınız bu örtüyü aksesuar olarak kullanmak yerine amaçlı olarak kullanın ve göğsünüzü açıkta bırakan bir biçimde kullanmayın. Göğsünüzü de örtün onunla.

Burada ki alâ cüyubihinne ibaresinde ki ceyb kadın elbisesinin önündeki yakaların arasındaki açıklık. Yani göğüs üzerinde ki açıklık. Özellikle takı mahalleri. Ziyneti ve takıyı göstermek için o bölge oyuk yapılır imiş. İşte orayı da  örtün. Anlamına bir düzenleme.


ve lâ yübdiyne zinetehünne illâ libu'ûletihinne ev abaihinn cazibe ve güzelliklerini yalnızca kocalarına, ya da babalarına açsınlar.

Şimdi vahiy kadın erkek ilişkilerini genel düzeyde düzenledikten sonra şimdi de akraba ilişkilerini düzenliyor. Yani tüm toplumda herkesi kendi hadlerini, sınırlarını bilmeye ve toplumsal ahlaka katma değer olmaya davet ediyor. Ahlaklı bir toplum ortaya çıkarmak için, ahlaklı bir bireyin, ahlaklı bir ailenin, ahlaklı bir ilişkinin nasıl olması gerektiğinin esaslarını veriyor. İşte burada da akrabalık ilişkilerini daha farklı bir zemine oturtuyor ve yabancıların kadın erkek ilişkisinin akraba içinde daha toleranslı olması gerektiğini, çünkü akrabalığın çok özel, fıtrattan kaynaklanan ontolojik bir bağ olduğunu ve bu bağın da korunmasının esas olduğunu böyle dile getiriyor ve öncelikle bu yasakların geçerli olmadığı akraba çevresini sayıyor.

O da nedir? Kocalarına. 1. numara da koca var. Çünkü kadın erkek ilişkilerinde maksimum ilişki bir eşle bir eş arasında kurulabilir. En yakın akraba da olsa hiçbir ilişki çeşidi karı koca arasında ki ilişki kadar zenginleştirilemez. Onun için bir numaraya kocayı almıştır. Çünkü Kur’an ın dediği gibi ikisi de bir birinin örtüsüdür. Bu noktada bir kısıtlama koymamıştır Kur’an. Kadın ve erkek ilişkilerinde karı kocaya, birbiri ile meşru sözleşme çerçevesinde birbirine helal olan iki kişiye Kur’an ikisinin arasına bir sınır koymamıştır. Birbirine adeta elbise, örtü yapmıştır onları.

Ondan sonra babalar. Mahremlerin yanında açılabilecek yerlerin tespitinde farklı görüşler var. Ben o farklı görüşlere girmiyorum. Yani mahremlerin yanında nereler açılmalı. Yani nikahı yasak olan birbiri ile evlenmeleri mümkin olmayan insanlar, karşıt cinsler birbirleri ile ilişkiye girdiklerinde, yan yana olduklarında ne kadar rahat davranabilirler. İşte bu konuda da İslâm fakihleri, fıkıh otoriteleri arasında farklı görüşler var. Bazıları bunu edep yerleri ile sınırlarken bazıları sadece baş ve boyunla sınırlar.

Burada ölçü nedir. Yine ma’ruf, meşru ve makul olandır ölçü. Onun içinde fakihlerin ihtilafları birbirinden farklı görüşleri de bu çerçevede anlaşılmalı bizce. Aslolan ilişkinin sahih, sağlıklı, kişiliği önceleyen üretken ve istismarı mümkin kılmayan bir zemin üzerine kurulmasıdır. Akraba ile de olsa. Bu zemini biraz da kişinin kendisi ve muhatabının kişiliği, kimliği, yapısı belirleyecektir. Onun için bu noktada biraz da kişinin fakihi yine kendisi olmalıdır. Kendi ölçüsünü kendisi akıllı, meşru ve makul biçimde doğru bir ölçü ile koymalıdır.

ev abai bu'ûletihinne kayın babalarına. Babalar derken dedenin babası, onun dedesi..! Yani usül olarak başa doğru gider. Kayınbabalarına. Kayınbaba baba yerine kaimdir. Onun için her iki tarafında kayın babası baba makamındadır. Tabii ki buradan yola çıkılarak anneler ve kayın valideler de geçerli.

ev ebnaihinne ev ebnai bu'ûletihinne oğullarına ya da üvey oğullarına. İlginçtir, üvey oğullar da oğullar gibi kabul edilmiştir. Efendim burada üvey dahi olsalar artık nikâhları düşmeyeceği için, evlenmeleri mümkün olmadığı için onlar da mahremler içine karışmıştır.

ev ıhvanihinne ev beniy ıhvanihinne kardeşlerine ya da erkek kardeşlerinin oğullarına ev beniy ehavatihinne kız kardeşlerinin oğullarına. ev nisaihinne ev ma meleket eymanühünne kendi evlerinde ki kadınlara meşru şekilde sahibesi oldukları kimselere. evittabi'ıyne ğayri ülil irbeti minerrical ya da kendi emirleri altında ki cinsel arzudan yoksun erkek hizmetçilere. Yani cinsel arzudan yoksun derken burada yaşlı erkekler. Artık cinsel ilgilerini kaybetmiş yaşlı erkekler kastediliyor. Yoksa tarihsel bir yanlış anlamada olduğu gibi, ki hadım ağası müessesesini saraylarda geliştiren de bu yanlış anlama hatta istismar idi. Ve bu istismar öyle şeylere yol açmıştı ki bazı sağlıklı insanlar dahi kısırlaştırılarak adeta bu istismara çanak tutulma vakalarına da tarihte rastlıyoruz. Tabii onunla bir alakası yok, burada tamamen cinsel ilgiden yoksun olan, vaz geçmiş olacak kadar yaşlı olan erkekler.

evittıflilleziyne lem yazheru alâ avratin nisa vaya kadınların mahrem yerlerinin henüz farkında olmayan çocuklara açabilirler. Yani yukarıda ki kendilerine nikah düşen kimselere göstermeleri yasak olan bazı bölgeleri bu çerçevede akraba olan ve  evlenilmesi yasak kapsamına giren insanlara göstermelerinde bir sakınca yoktur. Yani onların yanında daha rahat hareket edebilirler.

ve lâ yadribne Bi ercülihinne liyu'leme ma yuhfiyne min ziynetihinn bir de yürürken gizli olan ziynetlerini teşhir etmek için ayaklarını yere vurmasınlar.

İnsan ilişkilerinde kadın cinselliğinin teşhiri istismarı önlemek için yasaklanıyor. Bu ayette sözün özü bu. Yani teşhircilik yapmasınlar. Bak, ben de şu da var, diye karşıt cinsin dikkatini çekecek bir şekilde kişiliğini sunmak yerine kamuya dişiliklerini sunma mesajı vermesinler. Neden? Çünkü bu kamu ile paylaşılacak bir şey değildir. Kamuya katma değer değildir. Kamunun değerini yükseltmez. Bir toplumun değerini özel bir alanda kalması gereken şeyi genelleştirerek bir topluma değer sunulmaz. Eğer bir insan bir topluma değer sunacaksa onu kişiliği ile, meziyetleri ile, bilgisiyle, bilinciyle, ürettiği değerlerle sunacaktır.

Bu üretilmiş bir değer değildir. Yani kadına Allah’ın verdiği güzellik, insanın kendi eli ile ürettiği bir değer değildir. Onun içinde bunu verenin yasakladığı istikamette kullanmak Allah’a karşı işlenmiş bir nankörlüktür aynı zamanda.

ve tubu ilAllâhi cemiy'an eyyühel mu'minune lealleküm tüflihun siz ey iman edenler topyekun günahları terk edip Allah’a yönelin ki mutluluk ve kurtuluşa erebilesiniz.

Evet, yani eğer bu gibi bir meyliniz olmuşsa, hayatınızın her hangi bir döneminde ya da bu sınırları çiğnemişseniz, bundan hemen vaz geçip Allah’a yöneliniz. Yöneliniz ki ebedi kurtuluşa ulaşabilesiniz.

lealleküm tüflihun ayetin bitişindeki bu ibare makro hedefi ortaya koyuyor. Bütün bu sınırlamalardan ve düzenlemelerden amaçlanan kurtuluştur. Hem dünyevi, hem uhrevi. Hem bireysel, hem toplumsal. Hem maddi, hem manevi. Hem medeniyet bazında, hem insan unsuru bazında kurtuluş. Çünkü Allah insanı bilir. Allah yarattığını bilir. Yarattığının zaaflarını da bilir.

Dolayısıyla Allah’ın insan için yaptığı düzenlemeler insanın hayrınadır. Bu düzenlemelerin tersine davranmaksa insanı en sonunda mahcup edecek, pişman edecek ve belki de mahvedecek bir takım vahim sonuçlara kapı aralayacaktır.  Zaten o sonuçları gördükten sonra geri dönmenin de çok bir anlamı kalmayacaktır. Belki mümkün de olmayacaktır. Bazı geri dönüşü olmayan kötü noktalar ondan çok daha önce hiç kavle alınmayan basit görülen bir takım sapmalarla başlar. Rabbimiz kendisine güvenilmesini istemektedir.


Devam ediyor C sayfasına geçiniz.
111. videoyu toplu olarak http://kurantefsir.wordpress.com/2012/08/24/islamoglu-tef-ders-nur-27-40111/   bulabilirsiniz.

27 Ağustos 2012 Pazartesi

İslamoğlu Tef. Ders. NÛR (27-30)(111-A)





Değerli Kur’an dostları tefsir dersimize Nûr suresinin 27. ayeti ile devam ediyoruz.


27-) Ya eyyühelleziyne amenû lâ tedhulu buyuten ğayre buyutiküm hattâ teste'nisu ve tüsellimu alâ ehliha* zâliküm hayrun leküm lealleküm tezekkerun;

Ey iman edenler! Kendi evlerinizden başka evlere izinlerini almadan ve o hane halkına selâm vermeden girmeyin! Bu sizin için daha hayırlıdır; umulur ki bunun anlamını düşünürsünüz. (A.Hulusi)

27 - Ey o bütün iman edenler! kendi odalarınızın gayrı odalara sahiplerine istinas edip selâm vermeden girmeyiniz, bu sizin için hayırlıdır, gerek ki düşünürsünüz. (Elmalı)


Ya eyyühelleziyne amenû ey iman eden kimseler, lâ tedhulu buyuten ğayre buyutiküm hattâ teste'nisu ve tüsellimu alâ ehliha kendinize ait olmayan evlere sahiplerinden izin almaksızın ve selam vermeksizin girmeyiniz.

Daha önceki ayetlerde vahiy kadın erkek ilişkilerini düzenleyen mahremiyete ilişkin bir takım kurallar getirmiş ve bu kurallar çerçevesinde bu kuralları ihlal edene bir takım müeyyideler koymuştu. Bu ayetle başlayan pasajda ise örnek bir toplumda kadın erkek ilişkilerinin sağlıklı bir zeminde yürütülmesi için yapılması gerekenler sıralanıyor. Bunların başında ise hane mahremiyeti, yani hane dokunulmazlığı, özel mahremiyet  alanının masumiyeti ve dokunulmazlığı ele alınıyor. İşte bu ayet hane mahremiyetinin, yani evin dokunulmazlığına, evin özel alan olduğuna ve bu özel alana ev dışından birinin girmesi, müdahalesi ancak o evin sakinlerinin ve sahiplerinin iznine bağlı olduğunu dile getiriyor.

Size ait olmayan evlere girerken mutlaka izin alın. teste'nisu ünsiyet kurun, onlara kendisinizi tanıtın. Onlara kim olduğunuzu, kimliğinizi ifade edin. Yani izinden daha öte bir şey aslında. Fakat; teste'niu diye de anlaşılmış, hatta bazen böyle okunmuş otoritelerce. Onun için hane sahibinden izin almak hanenin mahremiyetine karşı konulmuş bir tedbirdir. Ondan sonra da selam verin diyor.

İlginçtir selâm belki de tüm anlamını bu ayet çerçevesinde düşünüldüğünde buluyor. Çünkü selâm muhataba garanti vermektir. Neyin garantisini? Benden sana herhangi bir zarar ilişmeyecektir. Benim elimden, dilimden emin olabilirsin. Ben sana karşı Hak ve sorumluluklarımı biliyorum. Onun içinde senin özel alanına tecavüz etmekten sakınırım.

Selâmün Aleyküm diyen bir insan aslında muhatabının hukuklunu koruyacağını garanti etmiştir. Onun hukukuna tecavüz etmeyeceğini hiçbir bakımdan, -bu tecavüz sadece el ile, kaba kuvvetle, agresif davranışlarla, hatta dil ile değil, benim duygularımdan da emin olabilirsin.- Yani sana karşı güzel duygularla yaklaşıyorum. Olumlu bakıyorum, senin meşruiyetini tanıyorum, senin var oluşunu tanıyorum, seni meşru olarak, bir partner olarak, bir muhatap olarak kabul ediyorum.

Bu çok önemli bir düstur. Onun için efendimiz elfüs selam, selamı yayınız buyururken aslında birbirinizin hukukunu, birbirinizin özel alanını, birbirinizin hak ve sorumluluklarını dikkate alınız. Muhatabınıza güven veriniz. Onda güven telkin ediniz kendinize ilişkin. İşte selam kişinin muhatabına güven telkinidir. Bana güvenebilirsin. Benden zarar görmeyeceğine inanabilirsin garantisidir ve bu manasıyla selâmın muhteşem bir güven parolası olduğu ortada iken neden bazılarına selâmün aleyküm deyince gözünüze bön bön bakar ki? Dua ediyorsunuz, güven telkin ediyorsunuz sorumluluğunuzu bildiğinizi ve muhatabınızın hakkını da koruyacağınızı söylüyorsunuz. Kötülük bunun neresinde ki bazıları selâm a düşman bir tavır sergileyebiliyorlar.

Aslında selâma düşmanca bir tavır sergileyenler farkında olarak ya da olmayarak insanın onuruna, insanın güvenliğine, insanın kerametine hakaret etmiş olmuyorlar mı? Aslında selâma düşman olanlar, bilerek ya da bilmeyerek; “Bana kimse güvenmesin, ben muhatabıma her şeyi düşünebilirim.” demiş olmuyorlar mı? Selâma düşmanlığın insanın onuruna ve güvenliğine yönelik bir tecavüze kapı açmak demeye geldiğini bilmeliler bu tipler. Onun içinde selâmın anlamını kavramalılar. Selâm muhataba bir güvenlik garantisidir, güven telkinidir.

zâliküm hayrun leküm lealleküm tezekkerun düşünecek olursanız eğer sizin yararınıza olan da budur. Tabii düşünürsek, akıl edersek, kafamızı kullanırsak Allah’ın bizim yararımıza olan şeyleri teklif ettiğini anlarız. Düşünecek olursak eğer Allah’ın  bu talimatlardan hiçbir çıkarının olmadığını, çıkarı olan bir tek taraf varsa o da insan olduğunu anlarız.

Bu ayet çerçevesinde söylenecek belki bir şey daha var, o da yukarıda Hz. Aişe’ye, onun şahsında alemlere rahmet Hz. Muhammed’e yapılan büyük iftiraya rağmen vahiy, iftiracılardan iftiracıların üzerine yüklenmekten daha çok tedbir üretiyor. Tedbir almaya çalışıyor. Yani iftiracıların iftirasına suçu atmak yerine, iftiraya maruz kalmamak için tedbir almayı öne çıkarıyor. Vahiyden üslup almak durumundayız. Vahyi üslubumuza örnek almak durumundayız. İşte bu. Muhatabı suçlamak yerine, ki suçlasa ne kadar suçlasa haklı, çünkü suçlu zaten. Ama tedbir almayı öne çıkarıyor. Bu çok önemli.

İşte bu tedbirlerden biri de budur, yani hanenin mahremiyetinin sağlanması. Hane mahremiyeti sağlanırsa  özel alanın dokunulmazlığı korunursa bu durumda bu tür iftiraya açık kapılar daha da kapanacak, bu tür iftiralar ve bu iftiraları etmek için hazır kıta bekleyen kötü niyetli insanlara da fırsat verilmemiş olacaktır. Tabii ki bu ayet bağlamında eğer günümüz dünyasına yönelik bir çözümleme yapacak olursak ortaya çıkan günümüz dünyasında Big Brodher, büyük ağabeyin, büyük kardeşin hane mahremiyetini nasıl duman ettiği, özel alanın dokunulmazlığı diye bir şeyin onun için hiçbir şey ifade etmediği, uydularıyla, dinleme cihazları ile, kameralarıyla, gizli kameralarıyla vs. aletlerle özel alanı nasıl genelleştirdiğini ve gözü ile kulağı ile insan mahremiyetine nasıl tecavüz ettiğini hepimiz biliyoruz, görüyoruz, duyuyoruz. Belki de modern çağ insanlığın tüm çağları içerisinde bu açıdan en ahlaksız çağ olarak nitelendirilebilir.

İnsanların kapıları kırılarak hane mahremiyetlerine tecavüz edilip bunun da hukuk adı altında savunulduğu bir çağ ahlaksız bir çağ değil de nedir? Onun için bu meyanda Kur’an ın getirdiği ilkelerin; bugün dünden daha da önemli olduğunu, bugün dünden daha da elzem olduğunu, adeta bir Kur’an mucizesi olarak hane mahremiyetine ve kişi dokunulmazlığına, kişinin özel alanına yönelik tecavüzün ileri ki çağlarda daha da büyüyeceğine yönelik vahyin bir öngörüsünü biz burada açıkça görüyoruz.


28-) Fein lem tecidu fiyha ehaden fela tedhuluha hatta yü'zene leküm* ve in kıyle lekümurci'u ferci'u huve ezkâ leküm* vAllâhu Bima ta'melune 'Aliym;

Eğer içeride biri yoksa size izin verilinceye kadar oraya girmeyiniz... Eğer size "Geri dön" denilirse, geri dönün... Bu sizin için daha temizdir... Allâh yaptıklarınızı (B sırrınca) Aliym'dir. (A.Hulusi)

28 - Bunun üzerine onlarda kimse bulmazsanız size bir izin verilmedikçe içeri girmeyin ve eğer size dönün derlerse dönün, o sizin için daha temizdir ve Allah bütün amellerinize alîmdir. (Elmalı)


Fein lem tecidu fiyha ehaden fela tedhuluha hatta yü'zene leküm buna rağmen eğer orada kimseyi bulamazsanız size izin verilinceye kadar oraya girmeyin. ve in kıyle lekümurci'u ferci'u huve ezkâ leküm eğer size dönün denilirse siz de hemen dönün. Bu davranış sizin için daha nezihtir, daha temiz bir davranıştır.

Zina ve iftira gibi iffete yönelik iki tehdidin ardından aile mahremiyetini korumaya yönelik iki tedbir. İşte bu ayetlerde dile getirilen iki tedbir. Özel mahremiyet alanını güvenceye almak, bireyin mahremiyetini dokunulmaz kılmak özel hayatın dokunulmazlığını güvence altına almakla ilgili bu ayetler.

vAllâhu Bima ta'melune 'Aliym zira Allah yaptığınız her şeyi bilmektedir.

Ayetin, hatta bu iki ayetin sonunda böyle bir ibare neden gelir sevgili Kur’an dostları? Bunun çok çarpıcı bir açıklaması olabilir, o da şu; aile mahremiyetini, özel hayatın dokunulmazlığını tecavüzden masumiyetini, eğer mutlak manada sağlamak istiyorsanız yine iman merkezli bir hayat ve iman merkezli bir insanla sağlayabilirsiniz.

İşte bu. Yani her şeyi bilen bir Allah’a iman etmezse bir insan, yada iman eden insanlardan oluşmazsa bir toplum, ya da iman eden insanlar eli ile oluşmazsa bir üst yapı, bir kurum, bir devlet; o zaman insanların elleri ile oluşturduğu o kurum, o müessese, o devlet eli ile o insanların özel hayatı tecavüze uğrar. İşte haddi zatında Allah’ın insana yönelik, insanın mutluluğu için koyduğu kuralların ideal manada hayata geçirilmesi de yine imana bağlı, yani doğru bir Allah inancına bağlı olduğu burada ifade buyruluyor.


29-) Leyse aleyküm cünahun en tedhulu buyuten ğayre meskunetin fiyha metaun leküm* vAllâhu ya'lemu ma tübdune ve ma tektümun;

İçinde yaşanılmayan ve içlerinde size ait bir eşya bulunan evlere girmenizde bir sakınca yoktur... Allâh açığa vurduklarınızı da gizlediklerinizi de bilir. (A.Hulusi)

29 - Meskûn olmayan ve içinde bir intifa' salâhiyetiniz olan odalara girmenizde size bir günah yoktur, neyi açıklar ve neyi saklarsınız Allah bilir. (Elmalı)


Leyse aleyküm cünahun en tedhulu buyuten ğayre meskunetin fiyha metaun leküm ama içinde oturulmayan sizin de yararlanmanız gereken kamusal mekanlara girmenizde bir sakınca yoktur.

Kamusal mekan diye çevirdim, aslında metinde ibare olarak olmasa da işaret ve ima olarak var, Burada bu ayet ilk otoriteler tarafından han, hamam, okul, Cami, otel vs. gibi mekanlar olarak nitelendirilmiş ki biz bunlara yeni mekanları da ekleyebiliriz; işte bütün bunların ortak niteliği kamusal mekanlar olmalı. Bu mekanlara girerken Kur’an ın getirdiği bu ilkeler uygulanmaz. Çünkü kamuya açıktır. Zaten o mekan kamusal olmakla kamuya açık olma garantisini vermiştir. Dolayısıyla bu mekanlara, hatta bir yorumda şöyle getirilebilir; sahipsiz, sahibi olmayan, herhangi biri tarafından kullanılmayan mekanlar da buna girebilir. Kamu yararına hizmet veren yerler bunun istisnasıdır yani.

vAllâhu ya'lemu ma tübdune ve ma tektümun şu da var ki Allah açıktan yaptıklarınızı da, gizlediklerinizi de bilmektedir. Yani özel alana tecavüz anlamına gelen bir takım davranışlar olabilir. Muhatap bunu böyle anlayabilir. Fakat sizin amacınız bu olmayabilir. Siz gerçekten de çok iyi bir amaçla bir davranış yaparsınız ama muhatabınız böyle algılayabilir. Eğer böyle bir durum varsa Allah o insanın içindekini bilir. Fakat tabii beri yandan sanki özel alanı koruyormuş gibi davranıp ta aslında farklı bir takım yöntemler kullanarak özel alanın mahremiyetine tecavüz edenleri de bilir.


30-) Kul lil mu'miniyne yeğuddu min ebsarihim ve yahfezu fürucehüm* zâlike ezkâ lehüm* innâllahe Habiyrun Bima yasne'un;

İman edenlere de ki: Nazarlarını sakınsınlar (cinsel arzuyla bakmaktan kaçınsınlar) ve cinsel organlarını korusunlar... Bu onlar için daha temizdir... Muhakkak ki Allâh yapıp işlediklerini (yaratan olarak) Habiyr'dir. (A.Hulusi)

30 - Mü'min erkeklere söyle: gözlerini sakınsınlar ve ırzlarını (apışlarını) muhafaza etsinler, bu kendileri için daha temizdir, her halde Allah ne yaparlarsa habîrdir. (Elmalı)


Kul lil mu'miniyne yeğuddu min ebsarihim ve yahfezu fürucehüm yeni bir pasaja girdi sure ve burada yine yukarıdaki pasajlarla bağlantılı mahremiyetin farklı boyutları ele alınıyor. Özellikle kişi mahremiyetine, özellikle kadın erkek ilişkilerinin hangi zemine oturmasına sözü getirdi ve dedi ki; Mümin erkeklere söyle gözlerini bakılması yasak olandan çevirsinler ve iffetlerini korusunlar. zâlike ezkâ lehüm tertemiz kalabilmek için en uygun davranış şekli budur. innâllahe Habiyrun Bima yasne'un unutmasınlar ki Allah işledikleri her bir şeyden haberdardır.

Burada; yeğuddu min ebsarihim ibaresi üzerinde bir miktar durmak lazım. Ğaddul basar; bakışı kısmak demektir. Ğadda; tüm kombinezonları ile birlikte ğa da da kökünden gelen, bunu çevirerek kurabileceğimiz da ğa da, da da ğa, gibi tüm kombinezonları ile birlikte bir şeyi kontrol altına almak, bir şeyi bir kısmından vaz geçirmek anlamına gelir.

Bakışı kısmak, kontrollü bakış anlamı var burada. Demek ki burada Mümin erkeklerden istenen bakışlarını kontrol altına almak, kadın erkek ilişkilerinde kontrol altında bir bakışla ilişkiyi sürdürmek.

Peki bundan ne anlaşılmalı? Hemen arkasından gelen “min” edatı var. harfi cari. Bu edat çok önemli bir işleve sahip bakışı kontrol altına alma talimatını sınırlandırmakta. Yani yasağı sınırlandırmakta. Nasıl? Bu kısıtlamanın genelleştirilmesi şöyle önlenmiş. Belli nitelikte ki bakışları dışlamış. Yani belli nitelikteki bakışları yasaklamış. Nedir bu nitelikte ki bakışlar? Muhatabın kişiliğine değil, dişiliğine odaklanan bakışlar. Onun cinsel bir figür ve obje olarak gören algılayan yamuk bakışlar. İşte bu, sözün özü bu.

Bir erkek karşıt cinsleriyle ilişki kurarken insani ilişkiler geliştirirken beşeri münasebetler geliştirirken mutlaka muhatabını cinsel bir figür olarak gören bir bakıştan sakınacak. Onu kişiliği ile görecek. Onun kişiliğini önceleyen bir bakış geliştirecek. Dişiliğini önceleyen bir bakış geliştirmeyecek.

Bu da tamamen bir tasavvur meselesidir. Yani bakıştan öte bakışa komut veren akıl ve tasavvur meselesidir. Eğer tasavvur yamulmuşsa, yamuk bir tasavvur gözü de yamultacaktır. Eğer bakış yamulmuşsa baktığını doğru görmeyecektir. İşte bu anlamda kişiliği, dişiliğin önüne geçiren bir erkek yaklaşımı bir bakış.

Bakınız burada özellikle görmesinler, kafalarını çevirsinler, görmezden gelsinler..! Yok, çünkü bu ayetlerin maksadı ilişki kesmek değil, ilişkiyi sürdürmek. Bir toplumda kadın ve erkeklerin ilişkilerini ahlaki bir zemine oturtmak. Yoksa eğer karşınızda bir karşıt cinsten kadın yoksa bakışı kısmanın, bakışların bir kısmından vazgeçmenin, yani kontrol altına almanın ne anlamı var? Duvara bakarken bakış kontrol altına alınır mı? Gerekir mi? Eğer görmüyorsanız, görüş alanınızda karşıt cinsten biri yoksa bakışlı kontrol altına alma emrinin ne anlamı kalır.

Bu tamamen ilişkiyi kesmeye yönelik değil, ilişkiyi sağlıklı bir zemin üzerinde kurmaya yönelik olarak anlaşılmalıdır. Çünkü tersi olursa erkek – kadın cinselliğini istismara yönelir. İlişki; Bir toplumsal değer üretimine değil, ilişki karşılıklı cinsel kimliği istismarına yönelik bir amaca hizmet eder. Fiziksel ve duygusal sakınmayı kastediyor ayet, her ikisini birden. Yani sadece fiziksel sakınma değil. Hatta buna hasretmek bu ayette ki talimatı bence anlamamak olur. Asıl belki de duyguya hitap eden bir ayet.

Peki muhatabını cinsel bir figür olarak algılayan bir bakışla bakmak ne olur? Erkek için haksız bir kazanç olur. Yani başkasının cinselliği üzerinden haksız bir kazanç elde etmek. İşin bir de böyle ahlaksız bir yanı var. Yani bir tür duygusal bir faizle karşı karşıyayız. Bir tür soygunla, bir tür haraçla karşı karşıyayız.

Yasne’un diye bitiyor ayet. Su’n; Yef’alun fiilinden farklıdır. Bima yefa’lun diye de bitebilirdi. Yani onların yaptıklarını Allah çok iyi haberdardır yaptıklarından derken san’a fiili kullanılıyor, çok ilginç. Bu iki fiil arasında, yani fiille su’n arasında çok temel bir fark var. o da su’n bilinçli yapmaya denilir. Fiil ise bilinçli bilinçsiz tüm yapmaları kapsar. Onun için hayvanların ve bitkilerin hareketlerine fiil denir de su’n denmez.


Devam ediyor B sayfasına geçiniz.
111. videoyu toplu olarak http://kurantefsir.wordpress.com/2012/08/24/islamoglu-tef-ders-nur-27-40111/ bulabilirsiniz.