31 Mart 2011 Perşembe

İslamoğlu Tefsir Dersleri (Nisa/ 55-79 )(32)





Sevgili Kur’an dostları dersimize Nisa suresinin 55. ayeti ile devam ediyoruz. Geçen dersimizde hatırlayacağımız gibi Yahudileşen İsrail oğullarının Allah’ı ve resulünü, elçisini bırakıp Tağut’a ve Cipt’e, yani şeytani güçlere ve bir takım evhamii vehmi güçlere boyun eğdiklerini, onların hukukuna teslim olduklarını. Yüreklerinde bir başka güce inanırken hayatlarındaki problemleri şeytani güçlere çözdürmeye kalktıklarını ifade etmiş ve bundan dolayı da Allah’ın lanetini, yani rahmetinden dışlanmayı hak ettiklerini ayette işlemiştik. Şimdi kaldığımız yerden bu konunun devamı olan ayetle devam ediyoruz.

55-) Feminhüm men amene Bihî ve minhüm men sadde anhu ve kefa Bi cehenneme se'ıyra;

Onun için onlardan kimi ona iman etmekte, kimi de ondan meneyletmekte, ona da Cehennem alevi elvermektedir. (Elmalı)

Onlardan bazısı Onda olana iman etti ve onlardan bir kısmı da Ondan yüz çevirdi. Onlara cehennemdeki sair (kendilerini içten ve dıştan yakacak ateş) yeterlidir. (A.Hulusi)

Feminhüm men amene Bihî aralarında, yani Yahudileşen İsrail oğullarının arasında ona inananlarda vardı.

O hemen bir üstteki ayeti kerimede imanın atası olarak, Resulallah’ı kabul etmemekte direnen Yahudilere örnek olarak gösterilen İbrahim Peygamber. Yani şu denmekte. Ey Yahudileşen İsrail oğulları, siz İbrahim peygamberin peygamberliğini ve mesajını kabulleniyorsunuz. Ki burada o ifade ediliyor. Feminhüm men amene Bihî aralarında İbrahim’e inananlar vardı. En azından Yahudiler içerisinde bir kısmı Hz. İbrahim’in hem peygamberliğine, hem de mesajına iman ediyorlar imiş.

İşte bu inançtan yola çıkarak Kur’an, onları çelişkiye düşmemeye çağırıyor. “Atasının getirdiği, babası İbrahim’in getirdiği mesaja inanıyorsunuz da, onu kendisine çıkış noktası olarak alan ve “Ben İbrahim’in bir devamıyım.” Diyen Muhammed A.S. ın mesajını neden inkar ediyorsunuz.” Diyor Kur’an.

ve minhüm men sadde anhu Ondan yüz çevirenler de vardı Yahudileşen İsrail oğulları arasında. ve kefa Bi cehenneme se'ıyra; Onlara kavurucu bir ateş olarak cehennem yeter.

Demek ki İbrahim peygamberden gelen iki kol, iki nübüvvet kolu. Birinci kol; Musa peygamber. Ve ondan öte İsa peygambere dayanan İshak kolu, Yakup kolu, Öbürü ise İsmail peygamberden Resulallah’a dayanan ikinci kol.

Bu iki kolun kendisinde birleştiği şahıs İbrahim peygamber. Dolayısıyla mesajınızın kökeni aynı, mesajınızın kaynağı aynı, Aynı kaynaktan gelen mesajı nasıl inkar ediyorsunuz dediği gibi, aynı zamanda bir iç çelişkiye de dikkat çekiyor Kur’an. Siz daha İbrahim’e olan tavrınızı netleştirmemişsiniz. Bir kısmınız ona iman ederken, hala bir kısmınız onu inkar ediyorsunuz. Kaldı ki Muhammed’e olan tavrınızı netleştiresiniz, der gibidir adeta.

56-) İnnelleziyne keferu Bi ayatina sevfe nusliyhim nara* küllema nedıcet cüludühüm beddelnahüm cüluden ğayreha liyezûkul azâb* innAllahe kâne Aziyzen Hakiyma;

Şüphesiz âyetlerimizi tanımayan kâfirler, muhakkak ki biz onları yarın bir ateşe yaslayacağız, derileri piştikçe azabı duysunlar diye kendilerine tebdilen başka deriler vereceğiz; çünkü Allah izzetine nihayet olmayan bir hakîm bulunuyor. (Elmalı)

Muhakkak ki (Esmâ'nın açığa çıkışı olan hakikatlerindeki) işaretlerimizi inkâr edenleri, ateşte yakacağız. Azabı daha fazla hissetmeleri için derileri (dışsal bağlılıkları dolayısıyla) yandıkça yerine yeni deriler (dışsallıklar) oluşturacağız. Muhakkak ki Allâh Aziyz'dir, Hakiym'dir. (A.Hulusi)

İnnelleziyne keferu Bi ayatina sevfe nusliyhim nara ayetlerimizi inkarda direnenleri zamanı gelince ateşe mahkum edeceğiz. Zamanı gelince..!

Ayeti inkar sadece ilahi kelamı inkar anlamını taşımaz. Aynı zamanda ilahi kelamın farklı versiyonları olan kainat ayetinin ifade ettiği hakikatleri, Ayat-ı insanın ifade ettiği hakikatleri ve ayat-ı hadisatın, yani olayların ifade ettiği hakikatleri inkar da dolaylı yoldan bu alana girer.

küllema nedıcet cüludühüm ve derilerinin her yanıp soyulmasında, beddelnahüm cüluden ğayreha liyezûkul azâb derilerini değiştireceğiz ki Allah’ın azabını tüm şiddeti ile tatsınlar.

Bu çok şiddetli ifadeler. Bu insanın tüylerini diken diken eden ifadeler, aynı zamanda cehennem azabının, Allah’ın insana olan muhabbetine ihanet etmenin karşılığı olan cehennem azabının sürekliliğine delalet eder. Yani şöyle diyemez kimse mantık yürüterek; Bu dünyada ki fiziki kuralları esas alarak insan bir kez yanar canım diyemez. Onun için oradaki yanışın bu ayetten yola çıkarak ısrarla söyleye biliriz ki oradaki yanışın dünyada ki yanma ve yakma ile herhangi bir ilintisi, ilişkisi, benzerliği yok. Çok farklı bir yanma. Çok farklı bir azap, çok farklı bir cezalandırma yöntemi oldıuğu bu ayetten ortaya çıkıyor.

[Ek bilgi; «RUH», yani halogramik mikrodalga beden, Güneşin içine gittiği zaman, oradaki yüksek radyasyonun etkisiyle deforme olur, eğrilir, büzülür, yanar(!), fakat yok olmaz!.. Bunun misâli, rüyada, bedeninin ezilip-büzülmesi, kırılması, yaralanması, parçalanması ertesinde yeniden yaşamına aynen devam etmesidir...
İşte «cehennem» denen Güneşin (1) içindeki yaşantıda da, dalga beden tahrip olur, ezilir, uzar, genişler, yassılaşır, yıpranır, yanar ve akabinde eski hâline döner... ve bu durum tekrar tekrar sürer gider...
**(1) Bu konudaki hadisler ve bilgiler "İNSAN ve SIRLARI" isimli kitabımızda tetkik edilebilir. A. Hulûsi) ]

innAllahe kâne Aziyzen Hakiyma; Şüphesiz Allah kudret ve hikmet sahibidir. Yücelik ve hikmet sahibidir.

57-) Velleziyne amenû ve amilus salihati senüdhılühüm cennatin tecriy min tahtihel enharu halidiyne fiyha ebeda* lehüm fiyha ezvacün mütahheretün, ve nüdhılühüm zıllen zaliyla;

İman edip Salih işler yapan müminlere gelince bunları altından ırmaklar akar Cennetlere koyacağız: içlerinde ebedî kalmak üzere onlar, kendilerine orada temiz, gayet temiz zevceler var, hem onları sayeban edecek bir sayeye koyacağız. (Elmalı)

İman edip, bu imanın gereği davranışlar ortaya koyanlara gelince; onları altlarından ırmaklar akan cennetlere dâhil edeceğiz. Onlarda sonsuza dek yaşarlar. Orada onlara (şeytaniyetten) arınmış eşler vardır. Onları gölgenin gölgesine (her türlü yakıcı - rahatsız edici şartlardan uzak ortama) sokacağız. (A.Hulusi)

Velleziyne amenû ve amilus salihat Şimdi projektörlerini müspet tarafa döndürdü Kur’an menfi olandan. Yani Muhammed AS. ümmetine; “Ey ümmeti Muhammed, siz de Ümmeti Musa gibi Yahudileşmeyin.” Dedikten sonra doğrudan müminlere döndürdü ve onlara hitap ederek; Velleziyne amenû ve amilus salihati Fakat iman edip Salih amel işleyenler, senüdhılühüm cennatin tecriy min tahtihel enhar içlerinden ırmaklar akan cennetlere koyacağız onları.

Aslında bu ayet doğrudan İsrail oğulları içerisinde bu vasfı taşıyanlara da hitap ediyor. Onları da kapsıyor. Yani Kur’an ın sistematiğinde süpürücülük yoktur. Hiçbir inancı kökten süpürüp atmaz, kökten süpürüp almaz, ayıplar. Hakkı batıldan, aynı pirinci taştan ayıklar gibi ayıklar.

halidiyne fiyha ebeda Orada, yani cennette ebediyen kalacaklar. lehüm fiyha ezvacün mütahheretün orada onlar tertemiz eşlere sahip olacaklar. Eşlere, sadece erkekler hanımlara değil. Eşlere. Eş karşılıklıdır. Tek taraflı değildir. Onun için ezvac ne müennestir, ne müzekker. İkisi birden girer. Ezvac denilince hem kadına göre erkek, erkeğe göre kadın anlaşılır Arap dilinde.

ve nüdhılühüm zıllen zaliyla; Ve yine onları muhteşem bire gölgede, gölgelendireceğiz.

zıllen zaliyla aslında literal manası gölge demektir. Müthiş bir, muhteşem bir gölge demektir. Ama Ragıp el Isfahani’nin bu kelimenin mecazına getirdiği anlam çok daha güzel ve farklı. O da muhteşem bir mutluluk, sonsuzca bir saadet vereceğiz onlara. Çünkü Arap muhayyilesinde, yaz sıcaklarının 50 – 55 derece olduğu bir iklimde, o sıcakta bir insana sunulacak en ideal ikram, harika bir gölge idi. Onun için o insanlara olan bu kelamı ilahi de o kültürün anlayabileceği bir örnekten yola çıkıyor ve mutluluğu bu kelimelerle ifade ediyor. Sanırım kuzey kutbundaki insanlar da yaşasaydı birinci muhatapları onlar olsaydı o zaman da bu cümle onlara ideal bir güneş vereceğiz,
muhteşem bir günlük güneşlik hava vereceğiz  derdi. Onun için biz bunu anlarken, algılarken mutluluk biçiminde algılamakla Ragıb’ın da yardımıyla doğru algılıyoruz.

58-) İnnAllahe ye'muruküm en tüeddül emanati ila ehliha ve izâ hakemtüm beynenNasi en tahkümü Bil'adl* innAllahe ni'ımma ye'ızuküm Bihi, innAllahe kâne Semiy'an Basiyra;

Haberiniz olsun ki Allah size şunları emrediyor: Emanetleri ehline veresiniz ve insanlar arasında hükmettiğiniz vakit adaletle hükmedesiniz, hakikat Allah size ne güzel vaaz veriyor, şüphesiz ki Allah semi', basır bulunuyor. (Elmalı)

Muhakkak ki Allâh emanetleri ehillerine vermenizi ve insanlar arasında âdil olarak (herkesin hakkını vererek) hükmetmenizi emreder. Muhakkak Allâh bununla size ne güzel öğüt veriyor. Kesinlikle Allâh Semi'dir, Basıyr'dir. (A.Hulusi)

İnnAllahe ye'muruküm en tüeddül emanati ila ehliha Kur’an yukarıda Yahudileşen İsrail oğullarından söz etti. Hemen sonra müminlere hitap etti ve bir probleme, sosyal, toplumsal bir probleme parmak basıyor şu ayette. Yani bir toplumsal çözülmenin sebebi nedir. İşte onun cevabı bu ayet. İnnAllahe ye'muruküm en tüeddül emanati ila ehliha Allah size emanet edilen şeyleri mutlaka ehline vermenizi emreder.

Bu ayetin iniş nedeni olarak gösterilen olay şöyle;

Osman bin Talha cahiliye döneminden beri Kâbe’nin anahtarını taşımakla görevli olan ailenin son üyesi. Bu aynı zamanda bir şeref. Bölge Arapları içerisinde bir izzet.

Mekke’nin fethi günü Kâbe’de namaz kılmak istediğinde Hz. Osman bin Talha dan anahtarı ister. Osman Bin Talha eğer Resulallah olduğuna inansaydım, bilseydim verirdim der. Ama Hz. Ali kolunu kıvırır ve anahtarı alır. Resulallah Kâbe’de namaz kılarlar, namazdan sonra Resulallah’ın amcası Abbas, sikaye şerefi kendisinde bulunan, yani hacıları sulamak şerefi kendisinde bulunan bu zat, aynı zamanda Kâbe anahtarının da taşıma şerefinin de kendisinde bulunmasını arzu eder, anahtarın kendisine verilmesini ister. Ama Resulallah anahtarı yine eski sahibine Osman bin Talha’ya iadesini ister ve bu durum üzerine Osman bin Talha İman eder. Allah’a teslim olur.

Böyle bir olay anlatılır. Tabii ki bu olayla sınırlandırılamaz bu ayetin umumi ve evrensel mesajı. Hele bu ayetin mesajı. Öyle müthiş, öyle evrensel mesajı var ki hayatımızın her alanına hitap eden bir ayet.

Emanet, nedir emanet? Her şey. Kelimenin tüm çağrışımıyla sorumluluğun her türü emanettir. Babalık bir emanettir, annelik bir emanettir, yöneticilik bir emanettir, dahası, insan olmak bir emanettir. Ki hatırlayın ayeti kerimeyi,

İnna aradnel emanete ales Semavati vel 'Ard Ahzap/72

Biz emaneti yerlere göklere dağlara sunduk, takdim ettik. İşte o zaman;

vel cibali feebeyne en yahmilneha ve eşfakne minha ve hamelehel İnsan.

Bunlar emaneti üstlenmekten kaçındılar. Bu emanetin ne olduğu konusunda çok yorumlar yapılmış olmakla birlikte, bendeniz bu emanetin insanlık olduğunu yani irade olduğunu düşünüyorum. İradeyi dağlar ve yerler ve gökler kabullenmezken insan kabullenmiyor. İşte emanet bu. İnsanlık bir emanettir. Ve tabii onun olgunlaşması için yapılabilecek her şey bir emanet. Tüm sorumluluklar bir emanettir. Tabii buradaki emanetin daha özel manada kullanıldığını hemen sonraki cümleden anlıyoruz. Nedir o da;

ve izâ hakemtüm beynenNasi en tahkümü Bil'adl Ve insanlar arasında hüküm verecek olursanız, adaletle hüküm vermenizi emreder Allah. Demek ki emanetin burada ki özellikle birincil anlamı yönetimle ilgili olanı, Hükümle ilgili olanı. Toplum içerisinde yönetim sorumluluğu üstlendiğiniz her makam sizin için mahza bir emanettir. Yani emaneti makam ve mevki de diyebilirsiniz.

Patronsanız, işçiniz size emanettir. Baba iseniz, evladınız, anaysanız evladınız size emanettir. Yöneticiyseniz halkınız size emanettir. Eğer servet sahibiyseniz, servet size emanettir. Can taşıyorsanız canınız, mal taşıyorsanız malınız, şöhret taşıyorsanız şöhretiniz, ilim sahibiyseniz ilminiz emanettir. Ama buradaki, kullanım öncelikle ve özellikle yönetimle ilgili bir emanete dikkat çekiliyor.

Yine Ayeti kerimede neden Yahudileşen İsrail oğullarından söz eden bir ayetin, bir pasajın ardından emanetle ilgili böyle bir pasaj gelmiş derseniz, benim buna vereceğim cevap; Demek ki Müslüman İsrail oğullarının Yahudileşmesinde ki büyük paylardan biri emanete ihanet etmeleri, yönetime layık olmayan insanları getirmeleri ve layık olmayan insanları seçip onların eline yönetimlerini emanet etmeleri idi.

İşte onların, İsrail oğullarının Yahudileşmesini hızlandıran faktörlerin belki sosyal ve çevresel faktörlerin en büyüklerinden biri bu idi ve bunu bu ümmete rabbimiz hatırlatıyor ve siz yönetim emanetine ihanet etmeyin. Çünkü yönetim ilmi, yani siyaset aslında. Siyaset yönetme sanatıdır. Yönetme sanatını layık olmayana, emanete ihanet edecek olan ellere teslim etmeyin gibi bir anlam da çıkarılabilir tabii ki. Devam ediyoruz;

innAllahe ni'ımma ye'ızuküm Bih Allah size ne de güzel öğüt veriyor. innAllahe kâne Semiy'an Basiyra; zira Allah her şeyi iştendir, her bir şeyi görendir.


59-) Ya eyyühelleziyne amenû etıy'ullahe ve etıy'urRasule ve ülil emri minküm* fein tenaza'tüm fiy şey'in ferudduhu ilAllahi verRasuli in küntüm tu'minune Billahi vel yevmil ahır* zâlike hayrun ve ahsenü te'viyla;

Ey o bütün iman edenler! Allaha itaat edin, Peygambere de itaat edin sizden olan ulülemre de, sonra bir şeyde nizaa düştünüz mü hemen onu Allaha ve Resulüne arz ediniz: Allaha ve Âhiret gününe gerçekten inanır müminlerseniz.. O hem hayırlı hem de netice itibarıyla daha güzeldir. (Elmalı)

Ey iman edenler! Allâh'a itaat edin, Rasûle itaat edin ve sizden Ulül Emr'e de (Hakikat ve Sünnetullah bilgisine sahip olarak hüküm verme yetisine sahip olana)... Bir şey hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz takdirde -şayet Allâh'a ve gelecekte yaşanacak sonsuz sürece iman ediyorsanız- onu Allâh'a ve Rasûlüne döndürün... Bu hem daha hayırlı ve hem de tevil olarak (işin aslına, uygunluğuna ulaşma bakımından) daha güzeldir. A.Hulusi)


Ya eyyühelleziyne amenû siz ey iman edenler, etıy'ullahe ve etıy'urRasule ve ülil emri minküm Allah’a, peygamberine, peygambere daha doğrusu. Ve aranızdan kendilerine otorite emanet edilmiş olanlara itaat edin.

Emanet ayetinin hemen ardından böyle bir ayet gelmesi de biraz önceki yorumumu destekliyor. Allah’a, peygambere ve aranızdan kendilerine otorite emanet edilmiş olanlara itaat edin.

Aslında; Ve ulil emr-i minküm ibaresinin farklı biçimlerde anlaşıldığı tefsirlerden görülüyor. Ki İbn. Abbas’a dayanan bir rivayette; sizden olan emir sahipleri, aranızda kendilerine otorite tevdi edilenlerden maksadın alimler olduğu söylenir. Lakin ayetin siyak ve sibakı, iç ve dış bağlamı göz önüne alındığında bu mana uzak gözüküyor bana.

Otoriteyi birine emanet etmek, bu ayet neden söz ediyor derseniz, açık. Hak ve sorumluluklardan söz ediyor. Hak ve sorumluluklardan. Allah’a itaat mutlak itaattir. Bunda kimsenin tereddüdü yok. Resule itaat mukayyet itaattir. Allah’tan dolayı Resule itaat edilir. Çünkü;

Men yutı'ırRasule fekad etaAllah Nisa/80

Resulüne itaat eden Allah’a itaat etmiş olur da onun için. Niçin? Çünkü Resulü seçen Allah’tır. Seçilene itaatsizlik seçene itaatsizlik anlamını taşır da onun için. Mustafa dır peygamberler. Yani, seçilmiştir. Allah’ın seçimine isyan Allah’a isyandır. Onun için dolaylıdır peygambere itaat. Doğrudan değildir. Doğrudan, dolaysız ve mutlak itaat Allah’a dır.

Üçüncü itaat edilmesi gereken mercii ise burada; ve ülil emri minküm aranızda kendilerine otorite emanet edilenler diyor. İşte burada problem var. Kim bunlar ve bu itaatin derecesi nedir. O halde eğer resule bile itaat mutlak değil mukayyetse, aranızda kendilerine yönetim emanet edilenlere itaat, haydi haydi mukayyettir. Ne ile kayıtlıdır, neyle sınırlıdır? Eğer Allah a ve Resulüne itaat ediyorlarsa onunla sınırlıdır.

Bu önemli bir ilke. Bu işte çerçeveyi belirliyor. Kaldı ki Resulallah’ın bu konuda söylediği söz gerçekten tüm tartışmayı kesecek mahiyette. Nedir o? Allah’a isyan hususunda kula itaat yoktur. La ta ate fil masiyye Allah'a isyanda kula itaat olmaz. Kim olursa olsun. Onun için meşhur ve sahih bir haberde Resulallah bir müfrezeyi bir komutanla birlikte yolluyor. O komutan bir ateş yakıyor, askerlerin kendisine olan bağlılığını denemek için askerlerine ateşe girmelerini emrediyor. Tabii tutmuyorlar. Resulallah onu komutan atadığı halde.

Dönüp geldiklerinde olay Resulallah’a anlatılıyor. Resulallah’ın tepkisi aynen şu;

- Girselerdi ebediyen çıkamazlardı.

Ateşten ebediyen çıkamazlardı. Yani cehenneme girmiş olurlardı. Böyle bir itaat olmaz ki. Bu itaat itaat değil. Yani Resulallah atamış olsa da o komutanı. Onun için itaatlerin ne ile sınırlılığı da burada gözüküyor. Salim akılla ve selim doğru nakille. Mütevatir nakille. Onun için buradaki itaatin sınırı elbette ki açık.

Burada otoriteyi birine emanet etmek, seçmek bir haktır. Ancak itaat ise seçenin sorumluluğudur. Her hak sorumluluk ile beraber olur. Onun için otoriteyi seçmek, yönetimi ona emanet etmek, Halkın hakkıdır. Ama bir de sorumluluğu var, seçtiği otoriteye meşru işlerde tabi olmak.

Tabii ki seçilenin de hakkı ve sorumluluğu var. Nedir bunlar? Yöneticinin sorumluluğu, adaletle hükmetmektir. Eğer adaletle hükmetmezse ihanet etmiş olur. Kendisini seçene. Peki sorumluluğu budur. Ya hakkı nedir? Hakkı ise kendisini seçenlerden meşru zeminde itaat istemektir. Onun için haklar ve sorumluluklar karşılıklıdır.

Bunu sadece ülke yönetimlerinde değil, en aşağı birim olan aileye adar indirebilirsiniz. İndirgeyebilirsiniz. Ailede eşler arası ilişkide de dahi geçerlidir hak ve sorumluluklar. Çünkü o da bir emanettir ve ailede emr sahibi, ulül emr olan ailenin ulül emri de aynen bunun gibi hem hakka, hem de sorumluluğa sahiptir. Sorumluluğunu yerine getirmeden hakkını kullanamaz. Bu surenin başında;  ErRicalu kavvamune alen nisai erkekler kadınlar üzerinde koruyup kollayıcı gözetleyicidir ibaresi hem hakka, hem sorumluluğa delalet eder ve ayetin devamında her iki cinsinde karşılıklı birbirlerine hak ve sorumlulukları zaten ifade edilmiş ki, daha önce biz tefsir ettiğimiz için girmiyoruz.

Hanımları eşlerinin üzerinde gözetleyici olarak seçilen beyler, eğer evin geçimini, kendilerine sorumluluk olarak verilen evin geçimini temin etmekte acze düşüyorlarsa, buna rağmen gözetmenlikte ısrar ediyorlarsa bu sorumluluklarını yerine getirmeden haklarını kullanmaya kalmaları anlamına gelir ki zulüm olur. Onun için hak ve sorumluluk birlikte düşünülür.

fein tenaza'tüm fiy şey'in ferudduhu ilAllahi verRasuli in küntüm tu'minune Billahi vel yevmil ahır Bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz eğer, onu Allah’a ve peygambere götürün. Tabii Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsanız. Allah’a ve resulüne götürürsünüz..! İnanmıyorsanız problem yok sizin için diyor. Temelde daha büyük bir probleminiz olduğu için böyle tali bir konuda siz muhatap değilsiniz. Ama eğer Allah’a ve Resulüne inanıyorsanız bu kez böyle bir mecburiyetiniz var.

Niçin böyle bir form ile gelmiş bu ayet? Çünkü hüküm konusundaki problem, ayette ifade edilen ve bundan sonra da ifade edilmeye devam edilecek olan problemlerin muhatapları Allah’a ve Resulüne iman ettiğini söyleyen insanlar. Yüreklerinde bir otoriteye teslim olmuşlar, ama hayatlarında, kalplerinde teslim oldukları otoritenin tam zıddına gidiyorlar. Hayatlarında ki düğümleri Allah’ın dışındaki otoritelere çözdürmeye kalkıyorlar. Şeytani güçlere çözdürmeye kalkıyorlar.

Peki neden böyle olur diye bir soru sormak lazım ama burada öncelikle şu ibareye dikkatinizi çekmek isterim;

ferudduhu ilAllahi verRasul Allah’a ve Resulüne götür onu. Kur’an a ve sünnete demiyor, çok ilginç. Kitaba demiyor. Allah’a diyor. Şimdi buradan Kur’an ve sünnet anlaşılmaz mı? Ondan daha öte bir şey anlaşılır. Kitap diyebileceği halde doğrudan Allah’a işaret eden bu ayetin mesajının daha derin olduğunu düşünüyorum ben Allah’a ve Resulüne götürün demekle,

Kur’an a ve sünnete götürün demek arasında hem derin hem de kapsamlı bir fark var. O da vahyin sadece lafsına değil, lafzın arkasında yatan Allah’ın muradına götürün. Yani sadece ilahi kelamın kelimelerine değil, o kelimelerin arkasında ki büyük maksada, kitabın ruhuna götürün. Resulallah’ın davranışlarının sadece şekline değil, o şeklin arkasında yatan amaca götürün. Yani Allah’ın muradı, sünnetin ruhu. Adeta bendeniz öyle değil de bu formla gelmesinden bunu anlıyorum. Böyle söylenmek isteniyor gibidir ki, Gazzali’nin şu harika tespiti bu yorumu doğruluyor. Diyor ki Gazali;

- Umirna bitteeshi, la bitteşebbu.

Biz Resulallah’ın yaptığını, niçin yaptığına bakıp o nedene dayanarak yapmakla emrolunduk. Ona benzemekle değil. Bu çok önemli bir ilke. Umirna bitteeshi, la bitteşebbu.

Teeshi, usve’den gelir. Kur’an da Usvetün hasenetün diyordu zaten peygamberi tanıtırken insanlığa ve ümmete. Onun için teeshi ile emrolunduk, teşebbüh ile değil.

zâlike hayrun ve ahsenü te'viyla; Bu, Yani Allah’a ve Resulüne götürmek, Kuran’ın maksadına ve sünnetin ruhuna götürmek, işte bu hayrun ve ahsenü te'viyla en iyi seçimdir ve sonuç olarak ta en verimli olandır. Amenna ve saddakna diyoruz. Elbette ki bu en iyi seçimdir, sonuç olarak ta en verimli olandır. Çünkü İnsanlığın değişmez değerleridir İslam’ın değerleri. Dolayısıyla o değerlere yapışan kurtulur. Onun içindir ki öncekiler ne ile felaha ermişse, sonrakiler de aynı şeyle felaha erecekler diyen doğru söylemiştir.

İşte bu nedenle Allah vahyinin arkasında yatan o maksat ve büyük sebepleri, hiçbir zaman ve zemin ile kayıtlandırmamıştır. Sınırlı değildir. O maksadı iyi kavradığınızda üzerinden kaç yüz yıl geçmiş olursa olsun her çağın derdine derman olacak merhem üretirsiniz. Tabii ki sadece ne dediğinde takılıp kalmaz ne demek istedi diye de sorarsanız.


60-) Elem tera ilelleziyne yez'umune ennehüm amenû Bi ma ünzile ileyke ve ma ünzile min kablike yüriydune en yetehakemu ilettağuti ve kad ümiru en yekfüru Bihi, ve yüriydüşşeytanü en yudıllehüm dalalen be'ıyda;

Bakmaz mısın şunlara: o hem sana indirilene' hem senden evvel indirilene iman ettiklerini söyler gezer kimselere? Ki o tağuta (o azgın şeytana) muhakeme olmak istiyorlar Halbuki onu tanımamakla emr olunmuşlardı, O Şeytan da onları bir daha dönemeyecekleri kadar uzak bir dalâle düşürmek istiyor. (Elmalı)

Sana inzâl olunana ve senden önce inzâl olunana iman ettiklerini sananları görmüyor musun; inkâr etmeleri emredildiği hâlde Tağut'u aralarına hakem yapmak isterler... Şeytan da onları geri dönemeyecekleri kadar uzak bir sapıklığa (şirke) düşürmeyi diler. (A.Hulusi)


Elem tera ilelleziyne yez'umune ennehüm amenû Bi ma ünzile ileyke ve ma ünzile min kablik Sana ve senden önce indirilenlere iman ettiğini zannedenlere bir baksana, yüriydune en yetehakemu ilettağut birbirlerini tağut’un, yani şeytani, güçlerin hakimiyetine çağırmakta bir sakınca görmüyorlar. kad ümiru en yekfüru Bih oysa ki onu inkar etmekle emr olunmuşlardı. Buna rağmen Allah’ın inkar etmekle emrettiği Tağut’a, şeytani güçlere, onun hakimiyetine baş eğmeye çağırıyorlar insanları.

Burada Allah’ın otoritesine alternatif diye çıkartılan tüm otoritelerin Tağut anlamına geldiğini sanırım Kur’an a aşina olan herkes biliyor. Allah’ı bırakıp ta onu otorite edinmek, yani Allah’a alternatif olarak çıkarılan bir takım şeytani güçleri, otoriteleri otorite edinmek, vahyin insanda uyandırdığı tüm iyi duyguları ortadan kaldırır.

Problem de budur. Allah bir şeyi yasaklıyorsa, ondan çıkarı yoktur Allah’ın. O halde şu soru sorulur. Bundan insanın çıkarı nedir, ya da kaybı nedir. Bu yasağı işlerse insan ne kaybeder. Bu soruyu sormamız lazım ilkesel olarak. Çünkü Allah’ın hiçbir yasaktan kazancı yoktur. Hiçbir günahtan da kaybı yoktur. O halde kimin kazancı ve kaybı vardır diye sormak lazım. Ve sonuçta insanın kazancı ve kaybı vardır, cevap budur.

O halde Tağut’a Allah’ın hükmünü bırakıp ta şeytani güçlerin egemenliğine teslim olan bir insan ne kaybeder. Diye soracak olursanız, vahyin insanda uyandırdığı tüm iyi duyguları geçersiz kılmış olur o insan. Kendisi ile olan ilişkisini zedeler. Çünkü yüreğinde Allah’a iman ediyor. Buradaki, tip o tip. Burada bir tip çiziliyor. Kime inanıyorsun deyince bu tipe, diyor ki ben Allah’a iman ediyorum. Yani sen Allah’a inanır mısın dediğinizde, bu tip şu ayetlerde işlenen tip, ben Allah’a inanıyorum diyen bir tip.

Ancak, Peki gündelik sorunlarını, hayatında bir düğüm, bir problem çıktığında kime götürürsün dediğinizde, hayır, bu küçük işleri ben Allah’a götürmem, başkalarına götürürüm diyen tip buradaki. Niçin onu yapıyor? Niçin i belli, çünkü oportünist davranıyor.Çıkarcı davranıyor. Geçici çıkarları için kalıcı saadetini feda ediyor.

Burada Allah’ı aldatamayacağı için, Allah’ın karşısında duran şeytani güçlere başvuruyor hayatındaki problemlerin çözümünde. Niçin onlara baş vuruyor? Çünkü inancıyla, yüreğinde olanla hayatında olan arasında bir mutabakat yok. Parçalanmış bir kimlikle karşı karşıyayız bu ayette. Parçalanmış bir kişilik, yırtık bir kişilik. İşte insan davranışlarının ahlaki zeminini yok eden bir durum bu.

Bunun adına Kur’an ne diyor? Nifak. Bu kimseye de münafık diyor Kur’an. İşte bu nifak’ın ta kendisi. Parçalanma, kişilik yırtılması.Kimlik parçalanması. İki ayrı kutup aynı anda hareket halinde. İnanıyor mu, inanmıyor mu. Yüreği bir başka güce inandığını söylerken, hayatında bir başka güce boyun eğiyor.

Bu bir tür trajedidir işte. Yine bu ruhsal bölünmedir. Ruhsal yırtılmadır. Ki bunun temelinde de iman ettiğine güvenmemek yatar. Güvenmediğinize zaten iman etmişte sayılmıyorsunuz. Allah’a iman ettiğini zannediyor ama, O’na güvenmediği için problemlerinin çözümünü ona götürmüyor. Başkasına götürüyor. Çünkü çıkarı ile çalışıyor o zaman.

İşte burada yırtık bir kişilik var. Parçalanmış bir kişilik. Bu ayet ona işaret ediyor. Devam ediyoruz.

ve yüriydüşşeytanü en yudıllehüm dalalen be'ıyda; Nitekim şeytanın tek arzusu, onları derin bir sapıklığa itmektir. Tabii ki şeytan da bunu istiyor. Şeytanın arzusu da bu.

Hatırlayın şeytan hiç Allah’ı inkar etmedi ki. Unutmayın, Kur’an la sabit Allah’a imanı. Şeytan hiç Allah’ı inkar etmedi ki. Şeytanın inkar problemi yok. Onun için fe bi izzetike diyor.

- Senin İzzetine şerefine yemin olsun ya rabbi. Diyor Kur’an da.

Allah’a yemin ediyor. Onun için şeytanın inkar problemi yok. Şeytanı şeytan eden inkarı değil. Ya nesi? Aynı bu problem işte. Allah’a iman ettiği halde onun çözümüne razı olmuyor. Onun çözümüne karşı duruyor. Çünkü pratik çıkarlarına aykırı görüyor onu. Onun için şeytanı şeytan eden inkarı değildir budur. Allah’ın hükmüne razı olamamasıdır. Allah’ın kendisi için en iyiyi düşündüğünü kabul edememesidir.


61-) Ve izâ kıyle lehüm te'alev ila ma enzelAllahu ve ilerRasuli raeytel münafikıyne yesuddune anke sududa;

Allahın indirdiği hükme gelin, Peygambere gelin denildiği vakit da onlara görüyorsun o münafıkları ki senden çekiniyorlar da çekiniyorlar. (Elmalı)

Onlara: "Allâh'ın inzâl ettiğine ve Rasûlüne gelin" denildiğinde, münafıkların senden iyice yüz çevirip uzaklaştıklarını görürsün. (A.Hulusi)

Ve izâ kıyle lehüm te'alev ila ma enzelAllahu ve ilerRasul Allah’ın indirdiğine ve peygambere gelin denildiğinde, raeytel münafikıyne yesuddune anke sududa; Bu münafıkların nefretle senden yüz çevirdiklerini görürsün..

Allah’a ve Resulüne gelin denildiğinde, işte bu münafıkların, Kur’an bu tipin münafık bir tip olduğunu söylüyor açıkça. İşte bu münafıkların senden yüz çevirdiklerini görürsün diyor. Bir adı da nifak olan kişilik kırılması hali, işte inancın psikolojik cephesinde açılan yaraları böyle ifade ediyor ayet.

Bunlar onulmaz yaralar. Nifak, insanın iman duvarında onulmaz yaralar açıyor. Gedikler açıyor. Yürek bir şey söylüyor, akıl bir başka şey. Kalbiyle bir şeye inanıyor, hayatı ile bam başka şey yapıyor. Vicdan, inançtan yana durur gibi oluyor, fakat iç güdüler bakıyorsunuz, pratik çıkarları gerekçe göstererek “ama”lı cümleler kuruyor. 

“Öyle de..!”, “doğrusun da”, “ama”, diyor. Yani haklı söylüyorsun, veya Allah’ haklı da, ama ne yapayım mecbur kaldım. İşte şu gerekçem vardı. Mazeret ileri sürüyor. Tam da şeytan gibi. Onun da mazeretleri vardı biliyorsunuz. Onun için yer yüzünde şeytanlaşmış hiçbir kimse mazeretsiz değildir. Şeytan olmanın bile bir mazereti varsa, her günahın, her isyanın da bir mazereti vardır. Ama bu mazeretlerin tümü meşru mazeret değildir. Allah’ın kabul etmeyeceği mazerettir. Ve la maazira, mazeret yok der onun için cenab-ı hak Kur’an da. Evet, devam ediyoruz. Bu amalı cümleler nasıl kuruluyor.


62-) Fekeyfe izâ esabethüm musıybetün Bi ma kaddemet eydiyhim sümme cauke yahlifune Billahi in eredna illâ ıhsanen ve tevfiyka;

Ya ellerinin yaptığı yüzünden başlarına bir musıbet geldiği zaman nasıl? sonra gelmişler de sana «billâhi muradımız sırf bir iyilik yapmak ve ara bulmaktan ibaret idi» diye yemin ediyorlar. (Elmalı)

Nasıl da, elleriyle yaptıkları yüzünden kendilerine musîbet geldiğinde, hemen "Billahi bizim iyilikten ve tevfikten başka amacımız yoktu" derler. (A.Hulusi)

Fekeyfe izâ esabethüm musıybetün Bi ma kaddemet eydiyhim fakat önceden ortaya koydukları eylemler sonucunda başlarına kötü bir netice gelince, ne olacak onların hali. Rabbimiz bu soruyu soruyor. Bu eylemleri dolayısıyla başlarına kötü bir sonuç gelince halleri ne olacak. Yani burada, Kur’an ın her tarafında sık sık tekrarlanan şu ima yine tekrarlanıyor.

“Başınıza gelecek sonuçlar, sizin kazandıklarınızdır.”

Onun için kötü sonuçların tamamında sizin eyleminizin izi vardır. Bu söylenmek isteniyor. Tercih size aittir deniliyor yani. Eğer kötü bir akıbeti kabulleniyorsanız, o akıbeti celbedecek kötü eylemlere devam edin. Yok eğer gelmesin istiyorsanız şimdiden tedbirinizi alın ve vazgeçin deniliyor.

İnsan eylemi ile Allah’ın bu eylemleri sonucunda ki takdiri arasında doğrudan bağ olduğu vurgulanıyor. Bu çok önemli. Yeryüzündeki hiçbir belanın, toplumsal hiçbir çözülmenin, hiçbir sosyal yaranın, hastalığın, aslında insanların eylemlerinden bağımsız oluşmayacağı vurgulanıyor burada.

sümme cauke yahlifune Billahi in eredna illâ ıhsanen ve tevfiyka; Sonra sana gelecekler, Allah adına yemin edecekler, ama, diyecekler. Ama..! Bizim amacımız sadece iyilik yapmak ve uyum sağlamaktı. Amalı cümleler kurarlar dedim ya. Münafıkların bile kendilerince münafıklıklarına bir gerekçesi var.

- İyi ama içimizdekini söyleseydik de toplumda sivrilik mi yapsaydık. Uyum gösterdik, kötümü ettik..!

Münafıklığın gerekçesini görüyor musunuz ne kadar tumturaklı, kötümü ettik canım..! Uyum sağladık. Uyumu bozmadık genel renge aykırı davranmadık. Her ne kadar içimizin rengi o değilse de dışımıza sentetik bir renk sürdük sizin renginizden.

Topluma uyum gerekçesi ile iki yüzlü davranmayı reddediyor Kur’an. Böyle bir gerekçeyi kabul etmiyor.

63-) Ülaikelleziyne ya'lemullahu ma fiy kulubihim fe a'rıd anhüm ve ızhüm ve kul lehüm fiy enfüsihim kavlen beliyğa;

Onlar öyle kimseler ki kalpleriniz de olanı Allah bilir, onun için sen onlara aldırma da kendilerine vazet ve nefisleri hakkında kendilerine beliğ müessir söz söyle. (Elmalı)

İşte onlar, Allâh'ın kalplerindekini bildiği kişilerdir. Onun için sen söylediklerine aldırma ve onlara öğüt ver ve nefsleri hakkında içlerine işleyecek açıklıkta söz söyle. (A.Hulusi)


Ülaikelleziyne ya'lemullahu ma fiy kulubihim Ama Allah onların kalplerinde ki her şeyi bilir.

Burada tüm münafıklara, vicdanlarının ta derinliklerinde yatan o asli sesi dinlemeleri çağrısı yapılıyor.

fe a'rıd anhüm ve ızhüm ve kul lehüm fiy enfüsihim kavlen beliyğa; Şu halde onları kendi hallerine bırak. Onlara öğüt ver. Onlara içine düştükleri durumu net bir biçimde açıkla. Hangi durum o, nifakın, psikolojik ve sosyal anatomisini çiz onlara. Münafıklığın ne korkunç bir yürek hastalığı olduğunu söyle onlara. İçine düştükleri bu çelişkili durumu iyice açıkla. Güvensizlik ve tutarsızlığın kendilerini ne hallere düşürdüğünü açıkla onlara. Kendilerini Allah’a olan güvensizliklerinin kimliksiz ve kişiliksiz, daha doğrusu çift kişilikli, iki yüzlü ya da daha beteri, 2yüz yüzlü ettiğini söyle onlara.


64-) Ve ma erselna min Rasulin illâ li yüta'a Bi iznillah* ve lev ennehüm iz zalemu enfüsehüm cauke festağferullahe vestağfere lehümür Rasulü levecedullahe Tevvaben Rahıyma;

Biz her hangi bir Peygamberi gönderdikse mahzâ Allahın izni ile itaat edilmek için gönderdik, eğer onlar nefislerine zulmettikleri zaman sana gelseler de günahlarına mağfiret dileseler, Peygamber de kendileri için istiğfar ediverse idi elbette Allah’ı tevvab, rahîm bulacaklardı. (Elmalı)

Biz her Rasûlü, kendilerine Allâh'ın izniyle itaat edilmeleri için irsâl ettik. Eğer onlar nefslerine zulmettiklerinde sana gelselerdi de Allâh'tan bağışlanma niyaz etselerdi, Rasûl de onlar için istiğfar dileseydi, elbette Allâh'ı Tevvab ve Rahıym bulacaklardı. (A.Hulusi)


Ve ma erselna min Rasulin illâ li yüta'a Bi iznillah zira biz her peygamberi, yalnızca Allah’ın izni ile kendilerine itaat olunsunlar diye gönderdik.

ve lev ennehüm iz zalemu enfüsehüm cauke festağferullah eğer onlar kendilerine kötülük ettikten sonra sana gelip de Allah dan af dileselerdi, vestağfere lehümür Rasul ve peygamberde onların affı için Allah’a yalvarsaydı, dua etseydi, levecedullahe Tevvaben Rahıyma; Kesinlikle Allah’ı, tevbeleri kabul etmeye hazır ve rahmeti bol olarak bulacaklardı. Ama bunu yapmadılar. Allah’ın kapısına gelip de; Biz suçluyuz diye itirafta bulunmadılar.

Şeytanla Adem’in rollerini hatırlayın. Problem hata etmeleri değildi. İnsan hata eder, El insan yu’rafu bi’n-nisyan.”, insan unutur, İnsan kimliğini unutabilir. İnsan özünü unutabilir. Mümkündür. Ama, Adem de hata etti. Şeytan da. Fakat şeytanı şeytan eden hata etmesi değildi, hatasını savunmasıydı. Adem adam edende hatasını itiraf etmesiydi.

Onun için gelselerdi, Allah’ın kapısına boyun bükselerdi ve deselerdi ki; “Biz ettik ya rabbi, sen etme..! Biz zayıfız, sen güçlüsün. Biz yenildik iç güdülerimize, sen güçlendir bizi ya rabbi.” Deselerdi..! Allah’ı çok şefkatli çok merhametli ve tevbeleri kabul edici bulacaklardı ama yapmadılar diyor Kur’an. Bunu yapmadılar.

Yine ayetteki dikkatinizi çekeceğim bir nokta, zamir metaforu. Bakınız biz diyor ayette, Allah diyor, O diyor. Üçü de Allah’a giden üç ayrı ibare. Üç ayrı lafız. Allah’ın bir şahıs olmadığını göstermek içindir bu işte. Allah bir şahıs değildir. Onun için insanoğlunun diline indirgenemez. Dil aciz kalıyor Allah’ı ifade de o sebeple aynı ayet içerisinde farklı zamirlerle farklı lafızlarla Allah’a işaret ediliyor. Çünkü O bir şahıs değildir ki, O’nun bir şahıs zamiri, standart bir şahıs zamiri olsun.


65-) Fela ve Rabbike la yu'minune hatta yühakkimuke fiyma şecera beynehüm sümme la yecidu fiy enfüsihim haracen mimma kadayte ve yüsellimu tesliyma;

Yok, yok rabbine kasem ederim ki onlar aralarında çıkan çapraşık işlerde seni hakem yapıp sonra da verdiğin hükümden nefislerinden hiç bir darlık duymaksızın tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar. (Elmalı)

Öyle değil! Rabbine yemin olsun ki, onlar aralarında çıkan anlaşmazlıklarda seni hakem kabul edip, sonra da verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı (itiraz) duymadan tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça, iman etmiş olmazlar. (A.Hulusi)


Fela ve Rabbike la yu'minune hatta yühakkimuke fiyma şecera beynehüm Rabbine and olsun ki aralarında tartıştıkları her konuda seni hakem yapmadıkça, ayet devam ediyor;

sümme la yecidu fiy enfüsihim haracen mimma kadayte ve yüsellimu tesliyma; sonra da senin hükmüme, içlerinde hiçbir tereddüt, hiçbir kuşku duymadan, taşımadan tam bir teslimiyetle uymadıkça, gerçekte iman etmiş olamazlar. Yani iman etmiş sayılmazlar. Kendilerini mümin olarak niteleyebilirler, bunun çok fazla önemi yok. Sizin ne olduğunuzu ifade etmeniz değil, Allah’ın sizin ne olduğunuzu belirlemesi önemli. Sizin kendiniz hakkında ne dediğiniz değil, Allah’ın sizin hakkınızda ne dediği önemli. Siz Allah’a göre de müminler sınıfına giriyor musunuz. Çünkü müminliğin ölçüsünü siz belirlemiyorsunuz. Siz belirleseydiniz yeryüzünde insan sayısınca müminlik ölçüsü çıkardı ortaya, Allah belirliyor. Onun için Allah’a göre siz nesiniz bu çok önemli. Allah işte burada da o sınırı çiziyor.

Bu ayetin modern muhataplarına mesajı şu; Her türlü şüphe ihtimalinden uzak bir kesinlik taşıdıkları takdirde, peygamberin uygulamalarına uymanın da hukuki zorunluluk ifade ettiği bu ayet bunu açık bir biçimde bize veriyor. Yani her türlü şüphe ihtimalinden uzak bir kesinlik ifade ediyorsa peygamberin uygulamaları, o bir mümin için hukuki, kendisine itaat edilmesi gereken hukuki bir normdur, ölçüdür. Bu ayet buja da işaret etmektedir.

66-) Ve lev enna ketebna aleyhim enıktülu enfüseküm evıhrucu min diyariküm ma fealuhü illâ kaliylün minhüm* ve lev ennehüm fealu ma yuazune Bihi lekâne hayren lehüm ve eşedde tesbiyta;

Eğer onlara nefislerinizi öldürün veya «diyarınızdan çıkın» diye yazsa idik pek azından maadası onu yapmazlardı, fakat kendilerine vaaz olunanı yapsalardı elbette haklarında çok hayırlı ve payidar kılmak itibariyle de en sağlam bir hareket olurdu. (Elmalı)

Eğer onların üzerine "nefslerinizi öldürün" (Allâh uğruna ölümü göze alıp ölün) veya "yurtlarınızdan çıkın" diye yazsaydık, pek azı dışında, bunu yapamazlardı. Eğer onlar kendilerine yapılan bu nasihati uygulasalardı, elbette haklarında hayırlı ve en sağlıklı karar olurdu. (A.Hulusi)

24 Mart 2011 Perşembe

İslamoğlu Tefsir Dersleri (Nisa/ 34-54 )(31)





Sevgili Kur’an dostları nisa suresinin mirasla ilgili ayetlerinin hemen ardından 34. ayeti ile tefsir dersimize devam ediyoruz.


34-) ErRicalu kavvamune alen nisai Bi ma faddalAllahu ba'dahüm alâ ba'din ve Bi ma enfeku min emvalihim* fessalihatü kanitatün hafizatün lil ğaybi Bi ma hafızAllah* vellatiy tehafune nüşüzehünne fe'ızuhünne vehcüruhünne filmedaci'ı vadribuhünne, fein eta'neküm fela tebğu aleyhinne sebiyla* innAllahe kâne Aliyyen Kebiyra;

Er olanlar kadınlar üzerinde hâkim dururlar, çünkü bir kere Allah birini diğerinden üstün yaratmış bir de erler mallarından infak etmektedirler, onun için iyi kadınlar itaatkârdırlar, Allah kendilerini sakladığı cihetle kendileri de gaybı muhafaza ederler, serkeşliklerinden endişe ettiğiniz kadınlara gelince: evvelâ kendilerine nasihat edin, sonra yattıkları yerde mahcur bırakın, yine dinlemezlerse dövün, dinledikleri halde incitmeye bahane aramayın, çünkü Allah çok yüksek, çok büyük bulunuyor. (Elmalı)

Erkekler, kadınlar üzerine kavvamdırlar (koruyup gözeten). Allâh'ın fazlıyla açığa çıkardığı bazı özellikler sebebiyle bazısı diğerinden üstündür, mallarından karşılıksız bağışlarlar. Sâliha kadınlar eşlerine saygılı ve söz dinlerler. Allâh'ın kendilerini korumasıyla gayblarını korurlar (yalnızken başka erkeklerle olmazlar). Serkeşlik yapmasından korktuğunuz (evlilik sorumluluğunu yerine getiremeyecek olmasından çekindiğiniz) eşlerinize öğüt verin (yanlışlarını fark ettirin); (anlamamakta ısrar ederlerse) yataklarında yalnız bırakın ve bu da yeterli olmazsa onları (rencide edecek kadarıyla) dövün. Size uyarlarsa artık üstlerine gitmeyin, incitmeyin. Muhakkak Allâh Alîy'dir, Kebiyr'dir. (A.Hulusi)


ErRicalu kavvamune alen nisai Bi ma faddalAllahu ba'dahüm alâ ba'din ve Bi ma enfeku min emvalihim Erkekler kadınları Allah’ın onlardan bazılarına diğerlerinden daha fazla bağışladığı nimetler ve servetlerinden yapabilecekleri harcamalarla koruyup gözetirler.

Bu ayetin klasik yaklaşımda anlaşılması üzerinde bir takım problemler çıkmış. Daha doğrusu geçmiş dönemlerde müfessirlerin bu ayete yaklaşımları biraz parçacı olmuş. ErRicalu kavvamune alen nisa cümlesi, bitmiş bir cümle değil. Henüz tamamlanmamış bir cümle iken, sanki müstakil bir cümle gibi ele alınıp, erkekler kadınların üzerine hakimdirler, yöneticidirler gibi manalar verilmiş.

Öncelikle ben bu ayette geçen kavvam kelimesinin bir takım müfessirlerin ve meal sahiplerinin, yönetici, hakim meali verdiği, Benim ise gözetici ve koruyucu meali verdiğim bu kavvam sözcüğü üzerinde durmak istiyorum.

Kaim’in mübalağa formu olan kavvam Kur’an da başka yerlerde de gelir ve koruyup gözetmek anlamına gelir. Daha doğrusu Kaim alel Mer’e ifadesi Arap dilinde kadını gözeten, kadını koruyan, kadının geçimini temin eden, onun geçimini üstlenen anlamına gelir. Ki ayette de erkeklerin kadınlar üzerine gözetici ve koruyucu olmalarının sebebi; Bi ma faddalAllahu ba'dahüm alâ ba'din Yani, bazılarına diğerlerinden daha fazla bağışladığı nimetler sebebiyle.

Buradaki bir kısmına, bir kısmından daha fazla nimetler bağışlamaktan kasıt, Bir kısmını bir kısmından mücerret, üstün tutması anlamına gelmiyor. Birçok mealde, bir kısmını bir kısmından üstün tuttuğu için. Bazısını diğerinden üstün tuttuğu için gibi bir mana veriliyor ki bu mana Allah’ın muradını tam yansıtmamaktadır. Bu üstünlük erkeğin kadına mücerret bir üstünlüğü, mutlak bir üstünlüğü değildir. Burada üstünlüğün illeti de açıkça zikredilmiştir;

ve Bi ma enfeku min emvalihim Kendi mallarından, servetlerinden yapabilecekleri harcamalar sebebi ile gözetici kılınmışlardır.

1 – kavvam sözcüğünün anlamı; Gözetip korumak, gözetici ve koruyucudur.

2 – Erkeğin kadın üzerine gözetici seçilmesi, koruyucu seçilmesinin anlamı, 11. ayette, bu surenin 11. ayette ki miras paylaşımında erkeğin kadına göre bir fazla, yani 1 e 2 oranının da açıklamasıdır. Yani ey erkekler, niçin biz kadınların evin geçimini biz tamamıyla üstleniyoruz diyecek olursanız, orada 1 e 2 mirastan alıyordunuz ya işte o fazlalık aslında eve harcayacağınız fazlalıktır. O zaman denge sağlanmış, adalet gerçekleşmiş olur iması vardır.

Burada koruyuculuğun, gözeticiliğin ekonomik koruyuculuk olduğu çok açık. Çünkü harcamayı onlar yapmaktadır. Ayetin söylemek istediği, harcamayı kim yapıyorsa, koruyup gözeten de doğal olarak odur zaten. Niçin erkekler sorusunun cevabı; Çünkü servet girdileri daha fazladır. Servet girdisi daha fazla olan ailenin geçimini üstlenir gibi bir sonuç ta çıkarabiliriz buradan rahatlıkla. Çünkü biraz önce de zikrettim, adeta mirastaki, 1 e 2 oranının illeti, gerekçesi açıklanmaktadır burada.

Kavvam hatırlayacaksınız Türkçeye de geçmiş Kayyum kelimesi ile eş anlamlıdır. Yani bir şeye vekalet eden, onu koruyan, ona bakan gözeten, onun ihtiyaçlarını gideren anlamına gelir. Allah’ın daha fazla bağışladığı Kayyum’dur. Yani Allah’ın daha fazla bağışladığı servet girdisidir, ecir, mertebe, fazilet, şeref üstünlüğü değildir. Bazısının bazısına üstünlüğü. Özellikle erkeklerin kadınlara üstünlüğünden kasıt, ne ecir, ne şeref, ne de mertebe değildir. Bu üstünlük tamamen servet girdisinden dolayı, bu girdinin bir karşılığı olarak evin geçiminin erkeğe yani servet girdisinin fazla olduğu kimseye devridir. Tamamen bu anlama gelir.

Onun için Kur’an da, Kur’an ın hiçbir yerinde erkek olmanın, ya da kadın olmanın ontolojik olarak bir üstünlük olması söz konusu değildir. Çünkü bunlar erkek olmak, ya da kadın olmak kişinin seçiminde dahli bulunan unsurlar değildir. Kimse erkek olmayı kendisi tercih etmediği gibi, Kadın olmayı da kendisi seçmez. Kişi seçmediği bir şeyle övünüyorsa onun övüncü boş bir övünçtür.

Kur’an ın mantığı, Kur’an düşüncesinin ana teması daima insanın kendi kazandıklarıyla övünmesi, kendi kazandıklarıyla iftihar etmesi eksenine oturur. Kendi kazanmadığı, dahlinin olmadığı, seçiminde herhangi bir müdahalesinin bulunmadığı, ırk gibi, renk gibi, coğrafya gibi, erkeklik, dişilik gibi, cinsiyet gibi unsurlarla insanın övünmeye kalkması, basit ve ilkel bir materyalizm olur.

fessalihatü kanitatün hafizatün lil ğaybi Bi ma hafızAllah Dürüst ve erdemli kadınlar, Allah’ın koruduğu mahremiyeti koruyan sadık ve itaatkar kadınlardır.

Bu ayetin ilk cümlesinde erkeklerin eşlerine karşı görev ve sorumlulukları, hak ve sorumlulukları daha doğru bir ifade ile beyan edilmiş açıklanmıştı. Erkeklerin evde eşlerini koruma, kollama, gözetme görevi işle görevlendirildikleri dile getirilmişti. Şimdi ise erkeklerin bu sorumluluğuna karşılık bir hakkı ortaya çıkmakta, kadınların da erkeklerin bu sorumluluğuna karşılık bir sorumluluğu ortaya çıkmaktaydı. O sorumluluğu öğrenmek için işte bu ayete bakmamız gerekiyor ve ayet bunu şöyle açıklıyor. Dürüst ve erdemli kadınlar, Allah’ın koruduğu mahremiyeti koruyan, sadık ve itaatkar kadınlardır.

Burada dürüst ve erdemliliğin, dürüstlüğün ve faziletin ölçüsünü kadın için koyan ayet, Allah’ın koruduğu mahremiyeti; Bi ma hafızAllah Allah’ın koruduğu mahremiyeti, yani evliliğin sırrını, evliliğin ihtiramını, evliliğin muhteremliliğini, evliliğin hürmetini diyelim, kadının da korumasını istiyor. Ve yine sadakat göstermesini istiyor. Kadının evlilikten dolayı bu müesseseye sadakat göstermesini istiyor. Ve yine evlilikten dolayı bu konuda tamamen yukarıdaki gerekçe ile birlikte aile içerisinde geçim kar ve itaatkar olmasını istiyor.

İşte ayetin ekseni tüm toplumların temel çekirdeği olan aile etrafında dönüyor. Aile kurumunun nasıl daha güzel işleyebileceği, nasıl daha güzel ayakta durabileceği aile kurumunun hangi ilkeler, hangi temeller üzerinde yükseleceği ifade ediliyor bu ayette.

Aslında bu ayetle, ayetten önce geçen dersimizde işlediğimiz miras ayetleri arasında doğrudan bir ilişki var. Bu ilişki, işte biraz önce açıkladığım gibi, neden kadın ve erkeğe verilen miras oranları böyledir sorusunun cevabıdır. Çünkü miras oranları farklı olanlar aldıkları bu farkı evin harcamalarına bu oranlar kadar yansıtırlar.

Ailenin tüm geçiminin erkeğin üzerine olduğu bir sistemde mutlaka erkeğe 2, kadına 1 oranında miras verilmesi adaleti zedelemeyen bir orandır. Ya da, ailenin geçimini erkeğin üstlendiği bir toplumda, erkekle kadına aynı miras oranını vermek doğrusu adaletsizlik olurdu.

vellatiy tehafune nüşüzehünne sadakatlerinden endişe duyduğunuz kadınlara gelince.

Şimdi erkeğin görevini beyan eden ayet, hemen arkasından kadının görev ve sorumluluklarını da beyan ettikten sonra, bu görev ve sorumluluğu yerine getirmeyen kadınlara sözü getirdi ve şimdi onları ele alıyor.

Burada kullandığı kelime, yani yukarıda saydığı 3 haslet. Nedir bunlar? Allah’ın koruduğu mahremiyeti korumak, sadakat, ve itaatkar olmak. Bu hasletlerin kendisinde bulunmadığı, bunların zıddının bulunduğu duruma Kur’an Nüşuuz diyor. Nüşuz’u biz böyle anlayacağız.

vellatiy tehafune nüşüzehünne sadakatlerinden dedim ben. Aslında sadakat ve geçimsizliklerinden diye tercüme etmek çok daha doğru olur. Hem yuvasına sadık olmamak ahlaki olarak, hem de yuvasında geçimsizliğin kaynağı olmak. İşte nüşûz bu. Diyeceksiniz ki bu nüşûz’u sadece kadınlar erkeklere mi yapar. Zaten bu soruya cevabım evet olmadığı için ben sadakat ve geçimsizlik diye çevirdim. Yoksa bir çok mealde siz nüşûz’u itaatsizlik, isyankarlık diye görürsünüz. Eğer böyle çevirirsek o zaman erkeğin kadına nüşûzundan söz edemeyiz. Çünkü erkeğin kadına isyan etmesi, ya da itaatsizlik etmesi özellikle öylesi bir toplumda çok yerine oturmuyor. Ama Kur’an erkeğin de kadına nüşûzundan söz ediyor. Hem de bu surenin 128. ayetinde.

Demek ki nüşûzu biz eşlerin birbirlerine karşı sadakatlerinin ve geçimsizliklerinin ortaya çıktığı bir ahlaki zaaf hali olarak anlamamız gerekiyor.

İşte böyle bir durumda kadının erkeğe karşı sadakatinin kaybolduğu ve geçimsizlik kaynağı olduğu bir durumda; fe'ızuhünne ne yapmalı sorusuna cevap veriyor ayet. Onlara önce öğüt verin. vehcüruhünne filmedaci'ı sonra yataklarında yalnız bırakın.

3 aşamalı bir terbiye ve eğitim süreci koyuyor ortaya. Böyle bir problemin ortaya çıkması durumunda. Eğer bir sadakatsizlik ya da geçimsizlik kaynağı olması durumunda kadının fe'ızuhünne önce öğüt verin. İlk olarak Kur’an ın teklif ettiği çözüm bu. Önce öğüt verin. Yani önce diyalog kurun. Geçimsizliğin ya da sadakatsizliğin kaynağını anlamaya çalışın ve öğüt verin. Unutmayın diyalog kurmadığınız kimseye öğüt veremezsiniz. Muhatap almadığınız kimseye öğüt veremezsiniz. Unutmayınız öğüt vermek için öncelikle onu muhatap alacaksınız. Onun saygınlığını kabul edeceksiniz. Yani onu kendinize muhatap kabul edecek ve kendinizle eş tutacaksınız. Ki öğüt verebilesiniz. İşte onun için önce onları muhatap alın, diyalog kurun, anlamaya çalışın, öğüt verin.

vehcüruhünne filmedaci'ı Eğer bu sonuç getirmezse onları yataklarında yalnız bırakın. Yataklarınızı ayırın. Bu da sonuç getirmezse daha sonra; vadribuhünne

Evet. Bu cidden Kur’an ın anlaşılması sorununda bir problem olarak önümüze çıkıyor. Vadribuhünne Dövün manası mı vermeliyiz bu ibareye. Sonra da dövün mü demeliyiz..!

Hemen Kur’an a dönüyoruz. Vadribuhünne ibaresinin manasını önce Kur’an dan araştırıyoruz. Vadribuhünne da re be kökünden, da ra be fiilinden türetilmiş bir kelime. Da ra be Arap dilinde çok anlamlı kelimelerden bir tanesidir. Bu çok anlamlılığı sadece Arap dilinde değil, Kur’an a da yansımıştır. Onun için Kur’an da açıklamak; Daraballahu meselen Allah misal getirdi. Misal getirmek, misali açıklamak, temsil getirmek manalarına gelir.

Yine Kur’an da darabe kökeninden türetilmiş sözcükler, gezmek, yürümek. Yer yüzünde dolaşmak manasına gelir. Ki; İza darabu fil ard ibaresi ve buna benzer bir çok ibare örnek gösterilebilir.

Yine Kur’an da darabe fiilinden türetilmiş sözcükler başka anlam içinde kullanılıyor o anlamda; duribet aleyhumizzille ayetinde görüldüğü gibi. Zillete mahkum etmek, zillete duçar etmek, zilleti onların üzerlerine getirmek. Giydirmek anlamına gelir.

Yani bütün bunlarda ki ortak anlamın mecazi anlam olduğunu görüyoruz ve darabe fiilinin mecazi anlamının çıkarmak, sokmak, göndermek, getirmek olduğunu görüyoruz. Onun için özellikle Arap dil ansiklopedilerinden Tacul Aruz şöyle bir misal vermiş darebe fiiline; Darabe, dehru, beynena. Yani bizi zaman ayırdı. İki şeyi birbirinden ayırmak anlamına geldiğini de söylemiş darebe fiilinin. Dolayısıyla burada darabe, Kur’an da da kullanıldığı gibi Arap dilinde de çok sık kullanıldığı gibi, sadece vurmak, dövmek anlamına değil, çıkarmak, ayırmak, göndermek anlamına da kullanıldığı düşünülebilir.

Tabii bunu sadece darabe fiilini bakarak söylemiyorum. Bu ayetin, bu ibarenin sadece dövmek şeklinde anlamlandırılması, darabe fiilinin lügat anlamına bakarak yanlış olmaz. Aynı zamanda Resulallah’ın tavır ve davranışlarına, sünnetine bakınca da bunu sadece dövmek biçiminde anlamanın yanlış olduğu ortaya çıkar.

Bu ayetin nüzul sebebi olarak başta Taberi olmak üzere bir çok müfessirin gösterdiği ilginç bir olay var.

Fatıma binti Kays isimli bir evli hanıma kocası bir tokat aşkeder. Bu hanım doğrudan Resulallah’a gelir ve kocasının kendisine haksız yere bir tokat vurduğunu söyler.

Resulallah’ın tavrı sizce nedir? Hükmü nedir, ne olabilir öylesi bir zamanda. Dikkatinizi rica ediyorum, Resulallah Fatıma Binti Kays’ın, kocasının kendisine haksız olarak bir tokat vurduğunu şikayet etmesi üzerine Resulallah’ın hükmü,

- Sen de aynı şiddette bir tokadı kocana vuracaksın..!

Yani kısas yapacaksın. Odur. Tabii onlar kadın evine dönerken Resulallah’a bu ayetin indiği rivayet edilir. Ve Resulallah’ın bunun üzerine şöyle dediği rivayet edilir.

- Ben bir hüküm verdim. Allah’ta bir hüküm verdi. Elbette Allah’ın hükmü uyulmaya daha layık olandır.

Şimdi burada Allah’ın verdiği hüküm ortada. Ancak Resulallah’ın öylesi bir dönemde, miladi 7. yy da kendisine kocasının kendisine attığı haksız bir tokatı şikayete gelen kadın için verdiği hüküm bu. Resulallah’ın böyle bir hüküm vermiş olması, başlı başına bir olaydır. Resulallah’ın olaya nasıl baktığını göstermesi açısından da çok manidardır. Bu bir.

İkincisi; ve daha ilginç olanı Resulallah eşlerini hiç dövmedi. Bu bir gerçek. Resulallah’ın eşleri, kendisine karşı kimi zaman normal sınırları aşan hareketlerde bulundular. Ama Resulallah onları dövmeyi hiç düşünmedi, fakat göndermeyi, çıkarmayı, yani boşamayı düşündü. Düşündü çünkü ayet bu konuda bize en büyük delili belgeyi sağlıyor. Ahzap suresinin 28. ve diğer ayetleri Resulallah’a maddi sebeplerden dolayı isyankarlık yapan eşlerini boşamasını öneriyor. Dövmesini değil. Yani darabe nin 2. manasını, gönder, bırak, gitsin manasını öneriyor. Döv demiyor. Dövmeyi önermiyor. Onun içindir ki Resulallah Buhari ve Müslim’de geçen sahih bir hadisinde;

- İçinizden biri köle döver gibi eşini dövüp sonra da onunla yatağa yatabilir mi?

Yine bu hadiste, her ne kadar dövmek zemmedilse de, kesinlikle yasaklanmıyorsa da, dövmeyi kesinlikle yasaklayan bir başka hadis var.

- Allah’ın, -Kadınları kastederek- hizmetkarlarından birini hiçbir zaman dövmeyiniz.

Ebu Davud, Nesei, İbn, Maca, İbn. Hambel, İyaz bin Abdullahtan ve yine başka bir tarik ile müminlerin annelerinden birinden naklediliyor bu hadis.

Şimdi bunlar ortada iken, Resulallah eşlerini hiç dövmemişken darabe fiilinin öncelikli anlamı bütün bu deliller alt alta dizildiğinde ne olmalıdır diye düşündüğümüzde Allah’u alem, en doğrusunu Allah bilir darabe fiiline öncelikle Vadribuhünne’ ye öncelikle eğer bu ikisini de yapmıyorlar, yani bu iki çözümde sonuç vermemişse en sonunda onları ayırın, çıkarın anlamı, birincil anlam olabilir. İkincil anlamı da yine darabe fiilinin literal anlamı kelime anlamı olan dövün anlamı olabilir. Dediğim gibi Allah’ u alem. Ki şunu hiçbir zaman unutmamak lazım, Kur’an insan onurunu, insan onur ve haysiyetini ayağa kaldırmak için gelmiştir. Ayaklar altına atmaz. Onun için Kur’an ı insan onur ve haysiyetine yaraşır bir biçimde anlamak, açıklamak, öncelikle Kur’an ın ruhuna uygun açıklamak anlamını taşır. Devam ediyoruz.

fein eta'neküm fela tebğu aleyhinne sebiyla Bundan sonra itaat ederlerse, onları incitmekten sakının. Yani önce öğüt verin, ondan sonra yatağınızı ayırın, yani onları yataklarınızda yalnız bırakın, kendi yataklarında, yani evinizde yalnız bırakın, üçüncü aşama olarak ta çıkarın. Eğer bundan sonra problemi çözerseniz, bu yöntemlerden herhangi biri problemi çözerse, ondan sonra onları incitmekten sakının.

innAllahe kâne Aliyyen Kebiyra;  Allah gerçekten yücedir, büyüktür.

Neden böyle bir ayet böyle bir ibare ile bitmiş diye düşündüğümüzde sanırım, Allah gerçekten yücedir, büyüktür. Yüce olan, büyük olan Allah, sizden de cüce tavırlar, bayağı tavırlar istememektedir. Çünkü onun sizden isteği; vette hallagu bi ahlagıllah  Allah’ın ahlakı ile ahlaklanmak, alicenap olmak, yücelik göstermek, büyüklük göstermektir.


[Ek bilgi; 34. AYET VE KADININ DÖVÜLEBİLECEĞİ İFTİRASI
Nisa 34: Erkekler, kadınların koruyup kollayıcılarıdırlar. Çünkü Allah, insanların kimini kiminden üstün kılmıştır. Bir de erkekler kendi mallarından harcamakta (ve ailenin geçimini sağlamakta) dırlar. İyi kadınlar, itaatkârdırlar. Allah’ın (kendilerini) koruması sayesinde onlar da “gayb” korurlar. (Evlilik yükümlülüklerini reddederek) başkaldırdıklarını gördüğünüz kadınlara öğüt verin, onları yataklarında yalnız bırakın. (Bunlar fayda vermez de mecbur kalırsanız) ONLARI (HAFİFÇE) DÖVÜN. Eğer itaat ederlerse, artık onların aleyhine başka bir yol aramayın. Şüphesiz Allah, çok yücedir, çok büyüktür. (Diyanet meali)
***************************************************
Nisa 34: Erkekler; kadınları gözetip kollayıcıdırlar. Şundan ki, Allah, insanların bazılarını bazılarından üstün kılmıştır ve erkekler mallarından bol bol harcamışlardır. İyi ve temiz kadınlar saygılıdırlar; Allah’ın kendilerini koruduğu gibi, gizliliği gereken şeyi korurlar. Sadakatsizlik ve iffetsizliklerinden korktuğunuz kadınlara ÖNCE ÖĞÜT VERİN, SONRA ONLARI YATAKLARINDA YALNIZ BIRAKIN VE NİHAYET ONLARI EVDEN ÇIKARIN/BULUNDUKLARI yerden başka yere gönderin! Bunun üzerine size saygılı davranırlarsa artık onlar aleyhine başka bir yol aramayın. Allah çok yücedir, sınırsızca büyüktür. ( Yaşar Nuri Öztürk meali)
Aynı ayet ve bir birinden çok farklı iki tercüme. Böylemi anlayacağız Allah’ın ayetlerini? Ne yazık ki sanı ve hurafe rivayetlere göre ayetleri anlamaya çalıştığımız içindir ki, böyle yanlışlar yapıyoruz. Gelin bu ayeti Kur’an’dan yardım alarak, birlikte anlamaya çalışalım.
.. Erkekler, kadınları koruyup kollayıcıdır diyen Rabbimiz, acaba aynı ayetin sonunda, gerektiğinde eşlerinizi dövün der mi? Yeri gelmişken hatırlatmak isterim, bu sözlerden yola çıkarak, şöyle tercüme yapılıyor ve ERKEKLER KADINLARIN ÜZERİNDE YÖNETİCİDİR DENİYOR. Elbette bu sözler Allah’ın değil, uslanmaz nefislerin arzularıdır.
Ayette bazılarınızın, bazılarına üstün/farklı yaratılmasından bahsedilmesi, dikkat ediniz lütfen kimin hangi konuda kimden üstünlüğü söylenmiyor. Bazı konularda erkekler kadından üstün/farklı, bazı konularda, kadınlar erkeklerden üstün/farklı diye anlamalıyız. ÜSTÜNLÜK KONUSUNU, KİŞİYE AYRICALIK GETİRMEZ, TAM TERSİNE SORUMLULUK GETİRİR.
İyi kadınların itaatkâr ve saygılı olması, Allah’ın kanunlarına karşı takındığı tavırla ilgilidir. İtaatkâr sözüyle namusunu, iffetini koruyan kadın anlamındadır. Yoksa her ne şartta olursa olsun, kocasına itaat eden, onun sözünden çıkmayan anlamında değildir. Bunu da yanlış tercüme ederek, erkeğin kadına baskısının, nasıl inanılmaz boyutlara ulaştığının örneğidir. Gelelim en çok tartışılan ve inanılmaz büyük bir yanılgıyla tercüme edilen ONLARI DÖVÜN KISMINA.
Ayetin bu bölümünde, aile içinde geçimsizlik olan, BAZI KONULARDA ERKEĞİN, KADININ HALİNDE UYGUNSUZLUK, SADAKATINDAN ŞÜPHE, TOPLUM TARAFINDAN HOŞ GÖRÜLMEYEN DAVRANIŞLAR GÖRMESİ HALİNDE, nasıl bir yol izlenmesi gerektiği anlatılıyor ve diyor ki, böyle bir durumda erkek önce karısını, bu hoş olmayan konularda uyarmalıdır, dikkatini çekmelidir. Fayda etmediği takdirde, böyle devam ederse, artık evlilik koşullarımız devam edemez anlamında, YATAKLARINIZI AYIRIN DİYOR. Bir aile için en son çare olarak, bu yönteme başvurulması isteniyor. Buda fayda etmiyorsa, siz olsanız ne yaparsınız? Evet, bu durumda ne yaparsanız, Allah da onu ayetin devamında istiyor ve diyor ki, artık seni evimde bu davranışlarına devam ettiğin için istemiyorum ve birlikte oturamayacaklarını belirterek, evinden çıkartılması/gönderilmesi seçeneğini öneriyor. ZATEN ÇİFTLER ANLAŞAMAYINCA, GÜNÜMÜZDE DE BÖYLE YAPILIYOR.
Peki, Diyanet mealinde neden onları, birde parantez açarak, HAFİFÇE DÖVÜN diyor. Ayette geçen (VADRİBUHÜNN) kelimesine, ne yazık ki batıl inançlarımıza kanıt olacak bir anlamının seçilmesi ve topluma bu şekilde anlatılması, Kur’an’a ve onun öğretisine yapılacak, en büyük saygısızlıktır. Bu kelime (daraba-darb) kökünden türetilmiş (darabe fiili) VURMAK, UZAKLAŞTIRMAK, GÖNDERMEK, SEFERE ÇIKMAK, ÖRNEK VERMEK, KAPATMAK, MUAF TUTMAK, ÖRTMEK….. anlamlarına geldiği halde, Kur’an’ın öğretisine ve adalet hükümlerine tamamen ters düşen bir anlamı seçerek, toplum arasında kuşkular yaratılmış, hatta Kur’an düşmanlarının eline, koz verilmiştir. Bu ayette, DÖVÜNÜZ anlamını vermek ve kabul etmek, hem devamındaki ayete ters düşüyor, hem de Kur’an’ın diğer ayetlerine.
KUR’AN’IN HİÇBİR AYETİNDE, BİR SUÇ İŞLENDİĞİNDE, KİŞİLERE BİZZAT CEZASINI VERME YETKİSİ VERİLMEMİŞTİR...…………….
Nisa 128: EĞER BİR KADIN KOCASININ, KENDİSİNE KÖTÜ DAVRANMASINDAN YAHUT YÜZ ÇEVİRMESİNDEN ENDİŞE EDERSE, uzlaşarak aralarını düzeltmelerinde ikisine de bir günah yoktur. Uzlaşmak daha hayırlıdır. Nefisler ise kıskançlığa ve bencil tutkulara hazır (elverişli) kılınmıştır. Eğer iyilik eder ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız, şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. (Diyanet meali)
Dikkat ederseniz bu ayette de, kadın kocasından şikâyetçi oluyor ve onun sadakatsizliğinden, kendisini terk etmesinden, yüz çevirmesinden endişe ederse diyor. Nisa 34. ayette de erkek, eşi için aynı sorunları yaşarsa diyordu ve açıklama getiriyordu. Bakın nasıl zor durumda kaldık, eğer erkek aynı şartlarda kadını dövebilir dersek. Erkek aynı şeyleri eşine yaptığında, aynı şeyi söylememiz gerekir ki söylemiyoruz. Bu durumda Kur’an’da bu sözlerimizle, kadın erkek arasında ayrım yapmış oluruz. Dikkat ederseniz Kur’an aynı şartların oluşması durumunda, yine aynı çözümler getiriyor ve eşlerin barışması, uzlaşması önerisinde bulunanlara uyması önerisinde bulunuyor. (Devam ediyor) (Halûk Gümüştabak)
 


35-) Ve in hıftüm şıkaka beynihima feb'asu hakemen min ehlihi ve hakemen min ehliha* in yürıyda ıslahan yuveffikıllahu beynehüma* innAllahe kâne Aliymen Habiyra;

Eğer karı, koca arasının açılmasından endişeye düşerseniz bir hakem onun tarafından, bir hakem de bunun tarafından gönderin, bunlar gerçekten barıştırmak isterlerse Allah aralarındaki dargınlık yerine geçim verir, şüphesiz ki Allah bir alîm, habîr bulunuyor. (Elmalı)

Eğer onların aralarının açılmasından korkarsanız bir hakem erkek ailesinden, bir hakem de kadın tarafından oluşturun. Arayı düzeltmek isterlerse Allâh da bunu başar tır. Muhakkak Allâh Aliym'dir, Habiyr'dir. (A.Hulusi)


Ve in hıftüm şıkaka beynihima Şayet evli bir çiftin aralarının açılmasından endişe ederseniz;

feb'asu hakemen min ehlihi ve hakemen min ehliha erkeğin ve kadının ailelerinden birer hakem tayin edin.

Yine Kur’an yukarıdaki ayetin konusunu bu ayette de sürdürüyor. Çünkü Kur’an bu ayetlerin ekseninin, ailenin geçiminin sağlanması olduğunu ima ve ihsas ediyor. Onun için aile kurumuna Kur’an ın verdiği önem de ortaya çıkıyor.

Bu noktada bu ayeti kerimenin teklifi daha bir anlamlı. Erkeğin ve kadının ailelerinden anlaşmazlık endişesinde birer hakem seçmek. Oysa ki yukarıda tek taraflı olarak bir problem çıkarsa bu problemde özellikle aile kurumunun üzerinde durduğu sadakatle ve geçimle ilgili bir problemse, bu problemin çözümünün öncelikle aile içerisinde aranması gerektiğini yukarıda söyledi. Eğer aile içerisinde çözüm bulunamazsa ne yapmalı sorusuna işte bu ayet cevap veriyor. Aile içerisinde çözüm bulunamazsa, o takdirde her iki taraftan da birer hakem tercih edebilirler, seçebilirler.

Bu hakemler ne yapabilirler sorusu fakihler arasında tartışma doğurmuş. Bu hakemlerin yetkilerinin nerede başlayıp nerede bittiği konusu fıkhi bir problem olmuş. Ancak sanırım şunu söylemek doğru olur, hakem seçenler hakemlere verdikleri yetki çerçevesinde hakemler hareket ederler. Onun için hakemlere, onları hakem seçen taraflar eğer aileyi sona erdirme birlikteliği bitirme yetkisi de tanımışlarsa, hakemler kendilerine müvekkillerinin verdiği yetkiyi kullanabilirler.

Ama burada hakem kurumunun, özellikle batıdaki ombudsman kurumunda olduğu gibi hakem kurumunun ailelerin geçimsizliklerini önlemede hukuki bir çıkış yolu olarak gösterilmesi gerçekten de çok anlamlı.

Bugün modern devletlerde özellikle hakemlik kurumu ombudsman denen hakemlik kurumunun ne kadar yaygın bir kurum olarak kullanıldığı bilinmekte. Kur’an bugün modern hukukun yeni kullandığı bir hukuki çözüm olan hakemlik kurumunu 1400 yıl önce önermiş olması da gerçekten anlamlı geliyor.

in yürıyda ıslahan yuveffikıllahu beynehüma Eğer iki tarafta anlaşmazlığı gidermek isterse, Allah onları uzlaştırır.

innAllahe kâne Aliymen Habiyra; Unutmayın ki Allah her şeyi bilendir, her şeyden haberdardır. Yani aile içerisinde kimin problem olduğu, kimin sorun çıkardığını Allah çok iyi bilir.

Ancak aslolan yuvanın bozulmamasıdır. Ailenin devem etmesidir. Onun için, yani sizler hakem seçin ama, Allah aslında hakem seçenlerin ne yaptıklarını çok iyi görüp bilmektedir. Allah’ın hükmü ayrıca verilecektir. Ama asıl olan ailenin ayakta kalması olduğu için siz hakemlerin hükmüne riayet edin. Seçtiğiniz hakemlerin hükmüne ve hakemler de mümkün olduğu kadar problemi gideren bir rol oynasınlar.


36-) Va'budullahe ve la tüşrikû BiHİ şey'en ve Bil valideyni ıhsanen ve Bi zil kurba vel yetama vel mesakiyni velcari zil kurba vel caril cünübi ves sahıbi Bil cenbi vebnis sebiyli ve ma meleket eymanüküm* innAllahe la yuhıbbu men kâne muhtalen fahura;

Hem Allaha ibadet edin ve ona hiç bir şeyi şerik koşmayın, sonra babaya anaya ihsan edin, akrabanıza da öksüzlere de, yoksullara da, yakın komşuya da, uzak komşuya da, arkadaşa da yolda kalmışa da, ellerinizdeki memlûklere de, her halde Allah kurumlu öğüngen olanların hiç birini sevmez. (Elmalı)

Allâh'a kulluk edin ve hakikatiniz olana hiçbir şeyi şirk koşmayın (hiçbir varlığa tanrılık pâyesi vermeyin)! Ana-babanıza, yakınlarınıza, yetimlere, yoksullara, yakın komşulara ve uzak komşulara, yol arkadaşınıza, yolda kalmışlara ve eliniz altındakilere ihsanda bulunun. Muhakkak Allâh kibirlenip övünenleri sevmez. (A.Hulusi)


Va'budullahe ve la tüşrikû BiHİ şey'en Allah a kulluk edin ve ondan başka hiçbir şeye ilahlık yakıştırmayın.

Buradaki Şey’en ibaresi çok önemli. Yani Allah’a şirk koşmayın dan daha derin bir anlam taşıyor. Onun için ondan başka hiçbir şeye ilahlık yakıştırmayın diye tercüme etmek daha doğru olur.

Allah’tan başkasına ilahlık yakıştırmak; Sırf Allah’a ait sıfatları, ya da onlardan herhangi birini, Allah dışındaki bir şeye atfetmektir. Bu nedir?

Bu öncelikle Allah’a hakarettir. Ondan sonra o şeye zulümdür. Yani Allah’a ait sıfatlardan birini, ona layık olmadığı halde, Allah dışında bir şeye, bir insana, bir eşyaya, bir nesneye, canlıya, cansıza, ya da soyut ve somut herhangi bir varlığa vermeniz o varlığa zulümdür. Çünkü onu Allah’ın koyduğu yere razı olmamanız anlamına gelir. Allah onu mahluk yerine koymuş, Allah onu yaratık yerine koymuş, siz ise halık yerine koyuyorsunuz, tanrılaştırıyorsunuz. İşte bu ona da zulümdür. Ve aynı zamanda bu işi yapan kişinin kendisine zulümdür ki, en büyük zulüm budur. Şirk en büyük zulümdür.

ve Bil valideyni ıhsanen ve ana babaya iyilik yapın.

Şimdi çok ilginç, hemen bir üstteki ayet aile kurumundaki anlaşmazlıkların nasıl çözümleneceğini, birinci olarak aile içerisinde çözümlenmesi gerektiğini, eğer bu mümkün değilse iki tarafın da seçeceği hakemler vasıtası ile çözülmesi gerektiğini söyledi, hemen arkasından iman problemine, yani ibadet ve kulluk problemine getirdi ve yalnızca Allah’a kulluk edip Allah’tan başkasına tanrılık yakıştırmamayı emretti. Bununla aile gibi sosyal bir kurum arasında doğrudan ne gibi alaka var diye sormak mümkün.

Unutmayın bütün bu Allah’ın tavsiyelerini ancak kulluğunun bilincinde olan insanlar uygulayabilir. Ve yine insanın başına gelen bir çok sıkıntı, haddini bilmemesinden, eşyanın sınırlarını tanımamasından gelir. Aile içerisinde ki problemler de genelde haddini bilmemekten dolayı çıkar.

Eğer Allah’a karşı kişi haddini bilmiyorsa eşler birbirlerine karşı nasıl haddini bilsinler.

Eğer insan Allah karşısında kendi sınırlarını tanımıyorsa, eşinin karşısında kendi sınırlarını nasıl tanır. Niçin tanısın.

İşte problem onun için böyle şirke, ibadete taşınıyor ve temelde yatan hastalığın bu olabileceği dile getiriliyor. Ve devam ediyor. ve Bil valideyni ıhsanen ana babaya iyilik yapın. ve Bi zil kurba akrabaya iyilik yapın.

Dünyanın en değişmez değerleri bunlar. Bu değerler işte İslam’ın ta kendisidir ve İslam insanlığın değişmez değerlerdir. Bu değerler sadece son peygambere indirilen vahiyde değil, tüm peygamberlere indirilen vahiyde temel değerleri oluştururlar. Onun için böyle algılamak gerekiyor. ve Bi zil kurba akrabaya iyilik edin.

vel yetama yetimlere kimsesizlere iyilik edin. vel mesakiyni yoksullara, muhtaçlara, yardıma ihtiyaç duyan kimselere iyilik edin. velcari zil kurba kendi çevrenizden olan komşulara, vel caril cünübi ve yabancı komşulara, kendi çevrenizden olmayan, kendinizden kendi kabilenizden, kendi soyunuz sopunuzdan olmayan komşulara, hatta kendi dininizden, kendi inancınızdan olmayan komşulara da iyilik edin. Bütün bu anlamları taşır. Bunlar anlam katmanlarıdır ayetin.

vel caril cünübi yabancı komşulara da iyilik edin. Ki buradaki komşu hakkı gerçekten de hadislere öylesine yansımış ki, komşu hakları konusunda onlarca hadis varid olmuş. Bunlar içerisinden aklıma bir çokları geliyor ama;

- Her kim Allah’a ve ahirete inanıyorsa komşularına iyilik etsin. Hadisi en meşhurudur mesela. Buhari ve Müslim tarafından nakledilir.

Allah’a ve ahirete iman etmekle komşu haklarına riayet etmek sanki birbirinin sebep sonucu gibi veriliyor hadiste. Ki burada da görmüyor musunuz. Allah’a kulluk edin de ondan başka hiçbir şeye ilahlık yakıştırmayın, komşunuza iyilik edin. Burada da doğrudan bir ilişki var sayılıyor. Bu ilişki nedir diye soracak olursanız, bu ilişki insanda ki, kendi dışındakilere iyilik yapma erdeminin, faziletinin, ahlaki davranışının temeli, Allah’a imandır.

İşte o zaman insan iyilik yapılması gereken herkese yaptığı iyiliği, karşılık beklemeksizin yapar ve karşılığını yalnızca Allah’tan bekler. İyilik yaptığı insana iyiliğini başına kakmaz, ona iyilik yaptığından dolayı burnundan fitil fitil getirmez, iyiliği kötülüğe, onu köle edinmeye dönüştürmez. Çünkü öyle iyilikler vardır ki sonuçta daha büyük kötülükler getirir. Nasıl? Birine ikram edersiniz, o ikramınızın karşılığında onu köle alırsınız. Onu esir alırsınız. Ya da birine ikram edersiniz, o ikramın karşılığında onun onurunu satın almak istersiniz. Onur her şeydir. Özgürlüğü her şeydir. İşte bu iyilik sonuçta daha büyük kötülük getiren bir iyiliktir.

Onun için hapsi iyiliğin, iyi iyiliğin, güzel iyiliğin, ebedi ve kalıcı iyiliğin temelini Allah bu ayette göstermiştir. O iyiliğin temeli imandır, Allah’a, yalnız Allah’a kulluktur. Devam ediyoruz;

ves sahıbi Bil cenbi yanımızdaki dosta, can dostunuza iyilik edin.

Taberi isabetli bir yorumla burada ki can dostu yanınızdaki dostunuz, arkadaşınız ibaresini, eşlerin birbirleri olarak anlamış. Yani erkeğe göre hanımı, kadına göre beyi kişinin en yakın dostu, can dostudur. Onun için eşlerin birbirlerine ikramı olarak anlaşılması, bir üstteki ayette ve daha üstteki ayetlerle de doğrudan örtüşmekte, ayetin bağlamı ile de alakalı gibi durmaktadır. Ve taberinin bu yorumundan -ki bu yorum doğru bir yorum bizce-, yola çıkarak eşlerin birbirlerine iyilik etmesinin de kişinin kulluğu ile alakalı olduğu ortaya çıkmış oluyor.

Nedense bizde evlendik artık iş bitti, birbirimize mahkumuz, mecburuz mantığı meşhurdur. Yani evlenilince adeta insanın insanla, müminin müminle olan ilişkilerinde bulunması gereken asgari ahlaki ilkeler, zannedersiniz ki paranteze alınıp bir tarafa konulmaktadır evlenince. Evlilik adeta iki mümin kardeş, iki insan arasındaki, insani ve ahlaki ilişkilerin geçersiz kalmasına gerekçe ve mazeret olarak kullanılmaktadır.

Oysa ki insanın insana yapamayacağı şeyleri eğer bu insanlar eş olmuşlarsa hiç yapamamalıdırlar. Müminin mümine yapamayacağı, iman kardeşliğinden dolayı yapmaması gereken şeyleri, eğer bu iki mümin birbiri ile karı koca, birbiri ile eş olmuşlarsa daha da yapmamaları, hiç yapmamaları gerekir. Onun için eş olmak insan olmayı ve mümin kardeş olmayı ortadan kaldırmıyor. Devam ediyoruz;

vebnis sebiyli yolcuya. Muhammed Abduh ve öğrencisi Reşit Rıza’nın tefsirine uyarak söylersek sokak çocuklarına, yola bırakılmış kimsesiz çocuklara iyilik edin. Ki bugün bu ibarenin kapsamına tamamıyla sokak çocukları, köprü altı çocukları girmektedir.

ve ma meleket eymanüküm Ve meşru şekilde sahip olduklarınıza da iyilik edin.

Burada öncelikle köleler anlaşılır. Onlara yapılacak iyilik, bir köleye yapılacak iyilik nedir? Bir köleye yapılabilecek en büyük iyilik onu özgürlüğe kavuşturmaktır.

Bakara 177. ayette zekat masraf yerleri sayılırken ve fiyrrikab ve boynu kölelikten kurtarılacak olanlar da sayılır. Yani kölelikten kurtarılacak insanlar.

İşte buradan yola çıkarak şunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Kadim kölelik kurumunu ortadan kaldırma yolunda atılmış bir adım daha. Kur’an, kadim olarak gelen kölelik müessesesini, kurumunu sosyal bir yaraya dönüştürmemek için aniden iptal etmek yerine böyle peyderpey, aşama aşama, onun kökünü kurutacak bir takım tedbirler almıştır ki bu surenin, nisa suresinin ilk sayfasını tefsir ederken orada da birkaç ayete bu meyanda değinmiştim. İşte bu ayette bu çerçevede ele alınacak ayetlerden biridir.

innAllahe la yuhıbbu men kâne muhtalen fahura; Unutmayın ki Allah; kendini beğenmiş küstahları sevmez. Sevmez..! Allah sevmez! Buna dikkatinizi çekiyorum. Yani kimi sevmez, o ikincil bir problem. Allah sevmez..! Kendini beğenmiş küstahları sevmez. innAllahe la yuhıbbu men kâne muhtalen fahura; Allah, kendini beğenmiş küstahları sevmez.

Allah sever, Allah sevmez. Biçiminde gelen ibareler, Allah insan ilişkisinin en rafine halini yansıtır. Allah – insan ilişkisinde eğer ilişkinin karşılığı ödül ve ceza olarak konmuşsa, bu ilişki en üst seviyede bir ilişki değildir. Ama bu ilişki daha rafine hale geldikçe, Mekke’den Medine’ye doğru geldikçe, Mekke de Allah- İnsan ilişkisin de hep sever ve sevmez yerine, ödül ve ceza dile getirilir.

Lakin Allah insanları vahyi ile beraber belli bir terbiye sınırına getirdiğinde, terbiye ettiğinde, insanların ruhları inceldiğinde onlara artık, Allah sizi yakar, Allah sizi cehenneme atar formları yerine, Allah şunu şunu yapanı sevmez. Formunu kullanıyor. Çünkü Allah severse cennet te o dur, cemal de. Allah sevmezse; Cehennem de o dur, ateşte. Onun için burada Allah – İnsan ilişkisinin en yüce noktasının sevgi olduğu zımnen ifade ediliyor. İşte bu Allah – insan ilişkisinin zirvesidir. Bu zirveye çıkmak isteyenlere Allah yol gösteriyor ve bakalım daha ne diyor;


37-) Elleziyne yebhalune ve ye'murunen nase Bil buhli ve yektümune ma atahumullahu min fadliHİ, ve a'tedna lil kafiriyne azâben mühiyna;

Onlar ki hem kıskanırlar hem de herkese kıskançlık tavsiye ederler ve Allahın kendilerine fazlından verdiği şeyleri saklarlar, biz de öyle nankörlere terzil edici bir azap hazırlamışızdır. (Elmalı)

Onlar hem cimridirler hem de insanların cimrilik yapmalarını emrederler ve Allâh'ın fazlından onlara verdiklerini gizlerler. Hakikati inkâr edenler için aşağılatıcı azap hazırladık. (A.Hulusi)


Elleziyne yebhalune ve ye'murunen nase Bil buhl cimrilik yapan ve başkalarına cimriliği önerenleri de Allah sevmez. Evet, cimrilik yapanları ve başkalarına cimriliği teklif eden, cimriliği önerenleri de Allah sevmez.

Bakınız, Allah’ın bundan ne çıkarı var. Allah’ın sizin yaptığınız yardımdan, iyilikten, cömertlikten. Allah’ın size; yoksula, sizin yolda kalmışa, sizin köprü altı çocuklarına, sizin yoksul kölelere, işçilere ve buna mümasil ihtiyaç sahiplerine olan herkese, anne babanıza yaptığınız iyilikten çıkarı nedir Allah’ın. İnsanın öncelikle bunu düşünmesi lazım. Tüm çıkar size aittir. Tüm çıkar sizindir ve Allah açıkça ifade eldim ki sizin çıkarınızı düşünmektedir, kendi çıkarını değil. Çünkü kendisinin hiçbir çıkarı yoktur sizin yaptığınız yardımlardan.

Onun için Allah, sizi sizden iyi düşündüğü için bu emirleri göndermektedir. Eğer siz Allah’ın emirlerine sırt dönerseniz, aslında bu yaptığınız kendi çıkarınıza sırt çevirmektir. Kendinizle barışlık olmamaktır. Kendinize karşı olmaktır. Kendinizle savaşmaktır. O nedenle Allah’ın emirlerine karşı savaşanlar aslında insanla, insanlıkla ve kendisiyle savaşanlardır.

ve yektümune ma atahumullahu min fadliHi ve Allah’ın kendisine bağışladığı nimetleri saklayanları da sevmez. Evet, Allah’ın kendisine bağışladığı nimetleri saklayanları da Allah sevmez. Aslında o nimetin gerçek sahibi kendisi değil, Allah ona emaneten vermiş, ama emanete ihanet etmeyi tercih ediyor. Saklıyor.

Niçin saklıyor, Allah’ın kendisine verdiği nimetleri niçin saklıyor da muhtaçlara yardımcı olmuyor?

Çünkü Allah’a güvenmiyor. Güven problemi var. Güven problemi iman problemidir. İşte yukarıda 36. ayetin girişindeki söylenen de budur. Güven problemi var, bir daha vermeyeceğini zannediyor. Allah’ın hazinelerinin kıt olduğunu zannediyor. Daha doğrusu Allah’ı layıkı gibi tanımadığı için vermekten korkuyor. Eğer Allah’ın sonsuz servet sahibi olduğunu bilse, inansa, tanısa, iman etse vermekten korkar mı?

ve a'tedna lil kafiriyne azâben mühiyna; ve hakikati inkar eden herkes için utanç veren bir azap hazırladık. Aslında burada lil kafiriyn ibaresi bizce akidevi olarak değil, birincil anlamı nankörlük olarak anlaşılmalı. Çünkü Allah’ın kendisine bahşettiği serveti kıskananlar, onları saklayanlar, muhtaç olanlara onları vermeyenler, ya da Allah’ın sarf edilmesini istediği yerlere sarf etmeyenler, aslında münkir-i nimettirler. Nimete karşı nankörlük yapmaktadırlar. Ve işte bu noktada mana da şöyle olmalıdır;

Ve nankörlük yapan herkes için utanç verici bir azap hazırladık.

38-) Velleziyne yünfikune emvalehüm riâen nasi ve la yu'minune Billahi ve la Bil yevmil ahıri, ve men yeküniş şeytanü lehu kariynen fesâe kariyna;

Onlar ki Allaha ve Âhiret gününe inanmazlar da mallarını nasa gösteriş için sarf ederler, her kim de kendine Şeytan arkadaş olursa artık o ne fena arkadaştır. (Elmalı)

Hakikatlerini de Esmâ'sıyla vareden Allâh'a ve gelecekte yaşayacakları sürece iman etmedikleri hâlde, mallarını, insanlara gösteriş amaçlı harcarlar. Şeytan kimin yakını olursa, o ne kötü arkadaş sahibidir. (A.Hulusi)


Velleziyne yünfikune emvalehüm riâen nasi ve la yu'minune Billahi ve la Bil yevmil ahıri Yine Allah’a ve ahiret gününe inanmadıkları halde mallarını, “sırf gösteriş olsun için” harcayanları da Allah sevmez.

Sevgili dostlar yukarıda hatırlayın. İnsanlar Allah’a güvenmedikleri, güven problemleri olduğu için, iman problemleri imanlarında bir problem olduğu için biriktiriyorlar ve Allah yolunda, O’nun rızasını, O’nun sevgisini celp etmek için harcamıyorlar.

Bir kısmı böyle. Bir kısmı da harcıyorlar. Lakin bu harcamanın kaynağını imanları oluşturmuyor. Yani inandıkları için harcamıyorlar. Ya ne için? Sırf gösteriş olsun diye harcıyorlar.

Bir önceki ayetin aslında devamı. Yani öyle harcamakla böyle harcamak arasında Kur’an bir fark görmüyor. İşte; innemel amalü binniyat hadisinin, “Ameller niyetlere göre belirlenir” hadisinin ifadesi budur. Yani Allah’a güvensizlikten dolayı harcamamakla, yine Allah’a güvensiz olduğu halde gösteriş için harcamak aynı kapıya çıkıyor. Devam ediyoruz:

ve men yeküniş şeytanü lehu kariynen fesâe kariyna; Yakın dostu şeytan olan kimse ne kötü dosta sahiptir.

Burada hemen Bakara 268. ayeti hatırlatıyorum;

Eşşeytanü ye'ıdükümül fakre.. Şeytan, fakirlikle korkutur sizi diyordu ya bakara 268. ayet.

Şeytan, fakirlikle korkutur..! Daha doğrusu Allah size bir başka şey vaad eder, şeytan size başka bir şey vaad eder. Yani şeytan sizi korku ile kendi yanına çekmeye çalışır. Kariyn can yoldaşı manası verebiliriz.

36. hemen bunda iki önceki ayeti hatırlayın. 36. ayetteki; Yakınınızdaki dosta diye çevirmiştim. Taberi’nin de eşlerin birbirlerine karşı görevleri çerçevesinde algıladığını söylemiştim. Yani, eşler diye tefsir ediyor demiştim Taberi. İşte o ibareyi hatırlayınız.

Eğer siz en yakınınızda ki can dostunuzdan dahi kıskanırsanız Allah’ın size verdiği, bahş ettiği nimetleri, bu sefer şeytan sizin dostunuz olur. Can yoldaşınız olur. Çünkü onun sözünü dinlemiş olursunuz. Allah’ın sözünü değil de. Allah’ın sözünü dinlemeyenlere Allah can yoldaşı olmaz. Şeytan can yoldaşı olur ve şeytanın emrini dinlemeye başlar. Şeytanın emrini dinlediği için ona dost olur. Yani bunlar birbirlerini getirirler. Onun için burada aslında kim kime kendini yakın hissediyorsa onun emrini dinler ibaresi tahtında, yani satır arasında okunuyor gibidir.

39-) Ve ma zâ aleyhim lev'amenû Billahi vel yevmil ahıri ve enfeku mimma rezekahümullahu, ve kânAllahu Bihim Aliyma;

Ne vardı bunlar Allaha iman getirseler ve Âhıret gününe inansalar da Allahın kendilerine merzuk buyurduğu şeylerden infak etselerdi? Ziyan mı ederlerdi? Allah kendilerini bilirdi. (Elmalı)

Hakikatlerini de Esmâ'sıyla var eden Allâh'a ve gelecekte yaşanacak sürece iman edip, Allâh'ın onları rızıklandırdığından, başkalarına da bağışlasalardı ne zarar ederlerdi ki? Allâh hakikatlerinde olarak Aliym'dir. (A.Hulusi)

Ve ma zâ aleyhim lev'amenû Billahi vel yevmil ahıri ve enfeku mimma rezekahümullah

Çok ilginç, ibareye bakınız, ifadeye bakınız sevgili dostlar.

Bunlarda Allah’a ve ahiret gününe iman etselerdi. Ve Allah’ın kendilerine bağışladığı rızıktan infak etselerdi ne kaybederlerdi sanki..!”

Rabbimizin şefkatinin ifadesi nasıl ayan beyan gözüküyor ayette..! Yani ne olurdu bunlarda Allah’a ve ahirete iman etseler ve kendilerine Allah’ın bahş ettiği servetten Allah yolunda infak etselerdi ne kaybederlerdi sanki. Bunu yapsalardı ne olurdu diyor rabbimiz.

Yapsalardı, yani Allah’ın arzusu, Allah’ın isteği bu istikamette. Sadece emri değil, Allah bunu çok arzuluyor. Keşke böyle yapsalardı diyor. Temennisi de bu Cenab-ı Hakk’kın. Temennisi bu, çünkü kendisinin rahmetini kullarının celp etmesini istiyor. Çünkü kullarına yardım etmek, şefkat etmek istiyor. Böyle davranan kulun Allah’ın şefkatini celbetmeyeceğini biliyor. Onun için de ne olurdu, benim şefkatimi böyle cepletselerdi, benim rahmetime böyle ulaşsalardı, ne olurdu böyle yapsalardı. Ne kaybederlerdi sanki diyor.

Bu çok önemli. Bu iş inançla ilgili bir problem. Allah’a bakışınızla ilgili bir problem. Allah’a tabir caizse eğer “açtığınız kredi” ile ilgili bir problem. Allah’a güvenmekle ilgili bir problem.Allah’a olan güveniniz, O’nun size olan güvenini belirleyecektir.

Güven problemi dedim. İnfak, dar geçitte sınanmaktır. Bu ayette ifade edilen infak. İmanın turnusol kağıdıdır infak. Yani Allah için harcama yapmak. Sahip olanlar infak ederler. Mala sahip olanlar infak ederler. Malın kendisine sahip oldukları infak edemezler, Allah yolunda veremezler. Sahip olduğunuz şeyi verirsiniz. Eğer mal sizin efendinizse, çok kötü bir efendidir. Köle efendisini verebilir mi? Eğer siz malın efendisi iseniz, kölenizi verebilirsiniz.

Ve burada daha temelde bir güven problemi yatmakta. Kişi güvendiğine kredi açar. Allah’a ne kadar güveniyorsanız, Allah için o kadar kredi açarsınız. Allah’ın kul hakkındaki kredisi, kul katındaki kredisi neyse, Kulun da Allah katındaki kredisi odur. Ancak kul ile Allah’ın kredileri, kul ile Allah kadar farklıdır tabii ki.

[Atlanan cümle; ve kânAllahu Bihim Aliyma;

Allâh hakikatlarinde olarak Aliym'dir. (A.Hulusi)]



40-) İnnAllahe la yazlimü miskale zerretin, ve in tekü haseneten yuda'ıfha ve yü'ti min ledünHU ecran azıyma;

Her halde Allah zerre miskali zulmetmez ve eğer bir hasene olursa onu kat kat artırır bir de tarafından azîm bir ecir verir. (Elmalı)

Şüphesiz Allâh kimseye zerre ağırlığınca bile zulmetmez! Bir iyilik yapılmışsa onu kat kat arttırır ve ledünnünden aziym bir mükâfat verir. (A.Hulusi)

İnnAllahe la yazlimü miskale zerre Bütün bunların arkasından bir gerçeği rabbimiz hatırlatıyor. Kuşkusuz Allah kimseye zerre miktarı haksızlık yapmaz. ve in tekü haseneten yuda'ıfha eğer hayırlı bir iş varsa onu kat kat arttırır.

ve yü'ti min ledünHU ecran azıyma; Katından da büyük bir ödül bahşeder.

Yukarıda söylediğimiz gerçek. Yani Allah’a eğer güveniniz varsa, O’nun size yaptığınızın karşılığını kat kat geri ödeyeceğinden eminseniz yaparsınız. Emin değilseniz yapmazsınız. İşte aslında infakın, imanın turnusol kağıdı olduğunu, imanın mi’yarı olduğunu, imanın ölçüsü olduğunu buradan anlıyoruz. Allah’a ne kadar güveniyorsanız, Allah için de o kadar harcayabilirsiniz diyor Kur’an.


41-) Fekeyfe iza ci'na min külli ümmetin Bi şehiydin ve ci'na Bike alâ hâülâi şehiyda;

Bakalım nasıl olacak: Her ümmetten bir şahit getirdiğimiz, seni de onların üzerine şahit getirdiğimiz vakit? (Elmalı)

Her topluluktan, içlerinden bir şahit getirip, seni de onlara şahit tuttuğumuz zaman, nicedir hâlleri? (A.Hulusi)


Asıl her toplumdan bir şahit getirdiğimiz ve senide onlar aleyhine şahit gösterdiğimiz zaman ne olacak onların hali diyor Kur’an. Burada ki şehit; şahit göstermek, insanlık öderleri peygamberler ve rehberlerdir. Şehit onlardır.

Hatırlayın, karşılaştırın Bakara suresinin 143. ayeti ile karşılaştırın. Orada ne diyordu Kur’an? Sen onlara şahit olasın, onlar insanlığa şahit olsunlar. Yani örnek olsunlar, önder olsunlar, rehber olsunlar, sen de onlara şahit ol, örnek ol, rehber ol. ..ve yekûnerRasûlü aleyküm şehiyda… Resul de sizin üzerinize örnek olsun, şehiyd olsun, şahit olsun. Diyordu o ayette.

Onun için burada da şehiyd; hem örnek, önder, rehber manasına gelir, hem de şahit. Yani dünyada örnek ve önder, Ahirette şahadet eden birer şahiyd. Yani nübüvvet müessesesinin bu dünya ile sınırlı olmayıp toplumsal anlamda ahirete de taşacağını ifade eden bir ayet bu. Her peygamber ve onun takipçisi olan risalet ve nübüvvetin mirasçıları, yaşarken davet ettikleri toplumun rehberi, önderi ve onların örneğidir. Vefat ettikten sonra ise onların ya lehinde, ya da aleyhinde şahiyd’dirler.


42-) Yevmeizin yeveddülleziyne keferu ve asavür Rasule levtüsevva Bihimül Ard* ve la yektümunAllahe hadiysa;

İşte o gün öyle arzu edecek o küfredip Peygambere asî olanlar ki keşke hâk ile yeksan edilselerdi de Allaha bir sözü ketmetmeselerdi. (Elmalı)

O süreçte hakikati inkâr edenler ve Rasûle âsi olanlar, yerin kendilerini yutarak yok etmesini isterler. Allâh'tan hiçbir şeyi gizleyemeyeceklerdir. (A.Hulusi)


Yevmeizin yeveddülleziyne keferu ve asavür Rasule levtüsevva Bihimül Ard O gün küfre sapanlarla peygamberlere karşı çıkanlar. Yerin dibine geçmeyi temenni ederler. İşte yukarıda ifade edilen hakikat; Yerin dibine geçmeyi temenni ederler.

ve la yektümunAllahe hadiysa; Fakat onlar hiçbir şey gizleyemezler. O gün Allah’ın peygamberlerinin davetine, o davetin gereğini yerine getirmeyen insanların nasıl bir tavır takınacağını, yani peygamberler karşısında nasıl mahcup ve rezil duruma düşeceğini bu ayet güzel ifade ediyor.


43-) Ya eyyühelleziyne amenû la takrebusSalate ve entüm sükâra hatta ta'lemu ma tekulune ve la cünüben illâ 'âbiriy sebiylin hatta tağtesilu* ve in küntüm merda ev alâ seferin ev cae ehadün minküm minel ğaitı ev lamestümün nisae felem tecidu maen feteyemmemu sa'ıyden tayyiben femsehu Bi vücuhiküm ve eydiyküm* innAllahe kâne Afüvven Ğafûra;

Ey o bütün iman edenler! Sarhoş iken namaza yaklaşmayın: Söylediğinizi bilinceye kadar, cünüb iken de -yoldan geçmeniz başka- guslünüzü edinceye kadar, ve eğer hasta olur veya seferde bulunursanız veya biriniz hacet yerinden gelir veya kadınlara dokunursanız da suya güç yetiremezseniz o zaman temiz bir toprağa teyemmüm edin: Niyetle yüzünüze ve ellerinize mesh eyleyin, cidden Allah affı çok bir gafur bulunuyor. (Elmalı)

Ey iman edenler, kendinizi bilmez bir hâldeyken (sarhoşken), ne dediğinizin bilincinde olacağınız zamana kadar ve bir de yolculukta olmanız hariç, cünüp iken, boy abdesti alıncaya kadar, salâta (namaza) yaklaşmayın. Eğer hasta olmuşsanız veya bir yolculuktaysanız veya sizden biri def'i hâcetten gelirse yahut cinsel ilişkide bulunmuşsanız, (boy abdesti alacak) su da bulamamışsanız, (o vakit) temiz toprağa teyemmüm edin... (Şöyle ki) yüzlerinizi ve ellerinizi mesh edin... Muhakkak ki Allâh Afüvv'dur, Ğafûr'dur. (A.Hulusi)


Ya eyyühelleziyne amenû Siz ey iman edenler, la takrebusSalate ve entüm sükâra

Burada Kur’an farklı bir konuya geçti. Ancak çok ta birbirinden bağımsız değil elbet. Yukarıda da Kur’an insan hayatının, insanın gündelik hayatına ilişkin bir takım değişmez değer ölçüleri koymuştu, Şimdi burada da insanın hayatı ile ilgili bir takım düzenlemeler getiriyor. Ama bu düzenlemeler de yine insanın sürekli işlediği zaafından dolayı sürekli işleyebileceği hatalarla ilişkili.

Ya eyyühelleziyne amenû la takrebusSalate ve entüm sükâra hatta ta'lemu ma tekulun. Ne dediğinizi bilinceye kadar sarhoşken namaza yaklaşmayın.

Şimdi bu ayet ele alınırken içki meselesi konusunda birkaç kelam etmek gerekiyor.

Kur’an da içki konusunda; Bakara 219,

Yes'elûneke anil hamri vel meysir* kul fiyhima ismün kebiyrun ve menâfi'u linNâs ayeti inmiştir. Yani bir soru üzerine inmiştir bu ayet, bir hüküm içermez. İnsai değil, ihbari bir ayettir. Haber verir sadece. Sana kumarı ve içkiyi soruyorlar. Onlara de ki; her ikisinde de insanlar için bireysel olarak içkide bir cesaret verme var ve kumarda da bir kazanç, getiri varsa da yine toplumsal olarak, özellikle toplumun büyük bir kesiminin içki ticareti yaptığı bir toplum düşünülürse bir takım maddi menfaatler varsa da ismün kebiyrun büyük oranda bunlar günahtırlar. Yani aslında bunların arızi menfaatleri bir kenara, aslında öz itibarı ile bu davranışların gayri ahlaki, Allah’ın reddettiği günah davranışlar olduğunu beyan eden bakara 219. ayet, ilk gelen ayettir.

Mekki olarak gelip te nötr olarak içki hakkında hiçbir şey söylemeyen ama üzümden içki üretildiğini haber veren ayet dışında tabii ki.

Bundan sonra bu ayet inmiştir. Yani nisa suresinin 43. ayeti. Ve ondan sonra da maide 90 inmiştir.

Ya eyyühelleziyne amenû innemel hamru vel meysiru vel'ensabü vel'ezlamü ricsün min amelişşeytan… Maide/90

İçki ve diğerleri şeytanın amellerinden işinden, şeytan işi bir pisliktir diyor Kuran. Maide/90 da

Maide/90 kesinlikle içkiyi tüm zamanlar için yasaklıyor. Nisa/43, Maide/90 la iptal edilmiş der geçmiş müfessirler. Çünkü ikisi arasında bir tenakuz, bir çelişki görür. Oysa ki ben nesh teorisinin naifliği ve sağlam bir zemine oturmaması bir tarafa, Alkol kullanımını tüm zamanlarda Kur’an yasaklamıştır.

Bu bir gerçek. Günahkar insanların buna ilaveten sarhoşken ibadet etmek gibi bir ikinci günahı da işlemesini daha yasaklamıştır. Yani Alkol kullanımı tüm zamanlar için yasaktır. Bunun üzerine eğer insanlar nefislerine yenilerek hala bu günahı işleyip Allah’ın sınırını çiğniyorlarsa, ikinci bir günahı, ikinci bir sınırı daha aşmasınlar diye bu ayette de sarhoşken, alkollü iken namaza yaklaşılmaması ifade edilmiştir. Onun için bu ayetlerin birbirlerinin hükmünü iptal etmeleri doğru olmaz diye düşünüyorum.

Her şeyden öte bu ayet, insan bilinci ile ibadet arasındaki doğrudan ilişkiye bir işarettir. Bilinçsiz ibadet, ibadet değildir diyor. Çünkü içki sarhoş eder, sarhoşun bilinci olmaz. Dolayısıyla ibadetle bilinç arasında doğrudan bir bağ olduğunu ifade ediyor bu ayet. Ve bu ayete dayanarak bilinçsiz ibadetin, yani hu sarhoşluk ister bilinci gideren şey, ister içki olsun, ister bir başka şey. Fark etmez. Ne yaptığınızın bilincinde değilseniz, yaptığınız şeyi niçin yaptığınızın bilincinde değilseniz, aslında bir tür sarhoşken namaza yaklaşıyorsunuz demektir. Aslında bütün bu çağrışımlarla beraber anlamak lazımdır diye düşünüyorum. Devam ediyoruz.

ve la cünüben illâ 'âbiriy sebiylin hatta tağtesilu cünüp iken de seyahat dışında, yani seyahat gibi yıkanmaya engel olacak durumlar dışında, -onu yıkanmaya vakit olmayan, yıkanmaya engel olan, yıkanma imkanı olmayan durumları, seyahati örnek göstermiş. Ama seyahatten başka durumlar da mazeretlerde çıkabilir- İşte bunun gibi mazeretler dışında cünüpken de yıkanıncaya kadar namaza yaklaşmayın.

ve in küntüm merda Fakat eğer hastaysanız, ev alâ seferin ya da yolculuk yapıyorsanız, ev cae ehadün minküm minel ğaitı ya da ihtiyaç giderdikten sonra, ev lamestümün nisae yahut kadınlarla birlikte olmuşsanız, felem tecidu maen ve üstelik su da bulamıyorsanız. feteyemmemu sa'ıyden tayyiben femsehu Bi vücuhiküm ve eydiyküm o zaman temiz bir toprak alıp yüzlerinizi ve ellerinizi onunla mesh edin. Bu açık. Bu teyemmüm dediğimiz ikame ibadettir ki, sembolik abdesttir.

Abdest madden hakiki bir temizlik, manen ise sembolik bir temizliktir. Teyemmüm ise abdest alınamayacak durumlarda, su bulunmaması halinde, ya da su bulunduğu halde, suya ulaşılamaması halinde, ya da suya ulaşılabildiği halde suyu kullanıma bir engel olduğu zaman, hastalık gibi mikropluluk gibi işte bu durumlarda abdest yerine geçmek üzere teyemmüm yapılır.

Teyemmüm kasıttır niyet manasına gelir. Onun için teyemmümde niyet, bu kelimenin kökeninin niyet anlamı taşıması itibarı ile fakihler tarafından vacip, farz olarak hüküm verilmiş ve bu çerçevede; Teyemmüm dedim Abdestin yerine geçen bir sembolik abdesttir. Teyemmüm madden de, manen de semboliktir. Abdest madden hakiki, manen sembolik temizlenmedir.
Ve buradaki belki bir nükte de insanın kendisinden geldiği toprağa ne kadar yakın durması gerektiğini hatırlatmaktır diye düşünebiliriz.
Ve Asl olan burada, ibadetin asıl amacı Allah – insan ilişkisini diri tutmaktır. Yoksa ibadetin amacı sadece kuru kuruya biçimsellik değildir. İşte burada bu gösterilmiştir. Yani teyemmüm eden insanların sanki abdestsiz ibadet ediyormuş hissine kapılmasına hiç gerek yok. Allah’a abdestinizin suyu, namazınızın biçimi, ya da kestiğiniz kurbanın kanı, ya da eti ulaşmıyor. Allah’a ulaşan; sizin Allah karşısındaki sorumluluk bilincinizdir.
Onun için burada teyemmüm öneren bu ayetin bize verdiği en büyük ders dini törenselleştirmemizin hoş olmadığı dersidir. Yani din sadece klasik ritüellerden şekillerden değil, o zarfların içinde ki mazruf, yani mesajlardan ibarettir ve o mesajlar zarflardan daha önemlidir. Onun için zarfı koruyup ta zarfın içindeki mesajı atmak ne kadar ahmaklıktır ve ibadetin ruhunu öldürüp bedenine sarılmaktır. İşte onu biz buradan anlıyoruz.

innAllahe kâne Afüvven Ğafûra;  Unutmayın ki Allah çok affedendir, bağışlayandır.


44-) Elem tera ilelleziyne ûtû nasıyben minel Kitabi yeşteruned dalalete ve yüriydune en tedıllüs sebiyl;

Bakmaz mısın şu kendilerine kitaptan bir nasip verilmiş olanlara? Kendileri sapkınlığı satın alıyorlar da istiyorlar ki siz de yolu sapıtasınız. (Elmalı)

Kendilerine hakikat ilminden bir nasip verilmiş olanları görmüyor musun, sapıklığı satın alıyorlar ve sizin de yoldan (inancınızdan) sapmanızı arzuluyorlar. (A.Hulusi)


Kendilerine vahiyden bir pay verilmiş olanların, onu sapıklıkla değiştirdiklerini, sizin de yoldan çıkmanızı istediklerini görmüyor musunuz?

Burada doğrudan hitap birincil olarak ayetin ilk muhatabı olan Hz. Muhammed A.S.a ve sonra hepimize, modern muhatapları olan bizlere. Yani konu biraz değişmiş gibi gözüküyor. Bütün bu düzenlemeler, bu hukuki ve beşeri düzenlemelerin ardından Resulallah’a kendisinin dikkatini çekmeyen, ama kendisine karşı tuzak kuran bir düşman hedefe doğru yönlendiriyor Resulallah’ı, ki onun arkasından gelen ayet bunu açıkça ifade ediyor.


45-) VAllahu a'lemü Bi a'daiküm* ve kefa Billahi Veliyyen ve kefa Billahi nasıyra;

Düşmanlarınızı Allah daha çok biliyor, veliy de Allah yeter, nasîr de Allah yeter. (Elmalı)

Size düşmanlık edenleri yaratmış olan Allâh, elbette onları bilir. Esmâ'sıyla hakikatiniz olan Allâh, Velî isminin özelliğiyle size yeter ve size hakikatinizden yardım eder Allâh! (A.Hulusi)


VAllahu a'lemü Bi a'daiküm Allah, düşmanlarınızı daha iyi bilir. ve kefa Billahi Veliyyen ve kefa Billahi nasıyra; ve dost olarak Allah yeter. Yardım edici olarak ta Allah yeter. Ve bu ibarelerin içi zaten şöyle dolduruluyor.


46-) Minelleziyne hadu yüharrifunel Kelime an mevadı'ıhi ve yekulune semi'na ve asayna vesma' ğayre müsmeın ve raına leyyen Bi elsinetihim ve ta'nen fid diyn* velev ennehüm kalu semi'na ve ata'na vesma' venzurna lekâne hayren lehüm ve akveme, ve lâkin leanehümullahu Bi küfrihim fela yu'minune illâ kaliyla;

O Yahudî olanlardan ki kelimeleri mevzu’larından tahrif ediyorlar, Ve dillerini eğerek, dine dokunarak «dinledik ısyan ettik», «dinle dinlenilmesi», «râinâ» diyorlar; böyle diyeceklerine «işittik itaat ettik» «dinle ve bizi gözet» deselerdi elbette haklarında daha hayırlı ve daha dürüst olurdu. Ve lâkin küfürleri yüzünden Allah kendilerini lânetlemiştir Onun için imana gelmezler meğer ki pek az. (Elmalı)

Yahudi olanlardan öyleleri vardır ki, KELİMELERİ esas anlamlarından kaydırırlar (vahyin orijinalliğini korumazlar)... Telaffuzlarını eğip bükerler ve Din'de kötü kavramlar oluştururlar: "İşittik ve isyan ettik", "Dinle, dinlemez olası" ve "Raina - anlayışı sınırlı" mânâsına gelecek şekilde vurgulama yaparlar. Eğer onlar, "İşittik ve itaat ettik", "Dinle" ve "Unzurna - gözet bizi" deselerdi, elbette kendileri için daha hayırlı ve daha doğru olurdu... Fakat Allâh içlerindeki hakikati inkâr yüzünden onları lânetlemiştir... Pek azı müstesna, iman etmezler. (A.Hulusi)


Minelleziyne hadu yüharrifunel Kelime an mevadı'ıhi.

Allah’ın bildiği düşman ortaya çıktı şimdi. Demek ki o dönemde, özellikle bu ayetin nazil olduğu dönemde müminler kendilerine asıl düşman olanları farklı, başka adreslerde görüyorlarmış ki, ayetin formundan onu anlıyoruz, Allah burada asıl dikkat etmedikleri bir nokta da gerçek düşmanlarının olduğunu söylüyor.

Minelleziyne hadu yüharrifunel Kelime an mevadı'ıhi Yahudileşenlerden, elleziyne hadu formunu Kur’an da Yahudileşenler biçiminde çevirmeyi en doğru çeviri olarak görüyorum. Bunun açıklamasını da Yahudileşme temayülü isimli eserimde özellikle İslam kaynaklarını ve lügat kitaplarını delil göstererek yapmıştım. Burada geçiyorum.

Yahudileşenlerden kimileri sözleri bağlamlarından kopararak çarpıtırlar. Nasıl yaparlar? ve yekulune semi'na ve asayna ve derler ki; İşittik ve reddettik. vesma' ğayre müsmeın ve dinle dinlenilmeyesice derler.

Burada sevgili dostlar sözü bağlamından koparmak. Tam da Bektaşilik. Hatırlayın biraz önce okuduğum, tefsir ettiğim ayet, namaza yaklaşmayın; la takrebusSalate. Hani bunu Bektaşi fıkrası olarak anlatırlar.

Bektaşiye sormuşlar;

- Niçin namaz kılmıyorsun?

- Allah Kur’an da la takrebusSalate namaza yaklaşmayın buyuruyor. Demiş.

- Arkasını da okusana..! Demişler.

- Ben hafız mıyım. Diye cevap vermiş diye anlatırlar o fıkrayı.

Bektaşi fıkrası gibi tam bir Yahudileşme temayülü, Yahudileşme alameti bu. Nasıl? Sözü bağlamından kopardığınız da söz tamamen farklı bir anlama gelir. Hiç Allah’ın kastetmediği, Allah’ın murad etmediği bir anlamda anlaşılabilir. Bu da sözün iç ve dış bağlamından koparmak şeklinde anlaşılır ki sözün iç bağlamı özellikle o sözün hangi olay üzerine, hayatta neye tekabül ederek indirildiğidir Kur’an ise eğer. Dış bağlamı ise o sözün üstündeki ve altındaki ayetler, ya da hayatta tekabül ettiği birebir karşılıklardır.

İşte bütün bu bağlamı dikkate almazsanız eğer, ayetlerin sebep-i nüzulü sözün bağlamıdır mesela. Ayetlerin siyek ve sibakı, yani önündeki ve sonundaki ayetler o sözün bağlamıdır. Bütün bunları dikkate almazsanız eğer o zaman Allah’ın muradının tam dışında bir başka şekilde anlayabilirsiniz sözü.

İşte onu kastediyor ve Yahudiler bu işi çok iyi yapıyor diyor Kur’an. Daha neler yapıyorlarmış devam edelim; Tevriyeli konuşuyorlarmış. Bakınız, Bakara/88 de de deniliyor ya;

Ve kalû kulûbüna ğulfun Kalplerimiz kılıflıdır diyorlardı. Bu iki manaya geliyordu. Hem kalplerimiz kılıflıdır, hem kalplerimiz bilgi ambarıdır. Yani Resulallah’ı dinlemeyip, ya da Resulallah’ın sözlerinin kalplerine hiç girmediğini ifade için böyle iki manaya gelen kelimeler kullanıyorlardı. Yani kelimelerle oynuyorlardı. Mugalata yapıyorlardı, safsata yapıyorlardı. Devam ediyoruz;

ve raına leyyen Bi elsinetihim ve ta'nen fid diyn Dillerini eğip bükerek ve dine hakaret kastıyla da ”raîna” derlerdi. Râina yı dillerine eğerek derlerdi, raîyna dedikleri zaman çobanımız manasına geliyor. Râina, gözeticimiz, bize bak, bizi gözet manasına gelen bu kelimeden, birazcık dili eğip te ”raîna” telaffuz edildiği zaman çobanımız manasına yani hakaret manası taşıyordu. Resulallah’a böyle hakaret ediyorlardı.

velev ennehüm kalu semi'na ve ata'na vesma' venzurna lekâne hayren lehüm ve akvem Eğer onlar işittik ve itaat ettik ve dinle ve bizi gözet deselerdi kendileri için daha hayırlı ve daha dürüstçe bir davranış olurdu.

ve lâkin leanehümullahu Bi küfrihim Fakat inkarlarından dolayı Allah onları rahmetinden dışladı. fela yu'minune illâ kaliyla; Gerçekten de pek kıt inanıyorlar.


47-) Ya eyyühelleziyne ûtül Kitabe aminu Bi ma nezzelna musaddikan lima maaküm min kabli en natmise vucuhen feneruddeha alâ edbariha ev nel'anehüm kema leanna ashabes sebt* ve kâne emrullahi mef'ula;

Ey o kendilerine kitap verilenler! gelin o beraberinizdekini tasdiklemek üzere indirdiğimiz bu kitaba iman edin biz bir takım yüzleri silip de enselerine çevirmezden veya onlar eshabı Sebti lânetlediğimiz gibi lânetlemezden evvel, yoksa Allahın emri fiile çıkarıla gelmiştir. (Elmalı)

Ey kendilerine hakikat bilgisi verilenler, yüzleri silerek enselere döndürmeden (ilminizi silip eski sapıklığa döndürmeden) veya Cumartesi hürmetini yerine getirmeyenleri lânetlediğimiz gibi sizleri lânetlemeden önce, gelin iman edin size inzâl ettiğimiz, beraberinizdeki hakikat ilmini tasdik edene (Kurân'a)... Allâh hükmü yerine gelmiştir. (A.Hulusi)


Ya eyyühelleziyne ûtül Kitabe Siz ey kendilerine vahiy gönderilmiş olanlar; aminu Bi ma nezzelna musaddikan lima maaküm min kabli en natmise vucuhen feneruddeha alâ edbariha ey kendilerine kitap verilmiş olanlar, sizdekini tasdik edici olarak indirdiğimiz vahye inanın ki, geleceğe yönelik umutlarınızı söndürüp, yüzlerinizi geçmişe döndürmeyelim.

Çok ilginç, çok edebi bir ibare. Yani eğer siz, sizin elinizdekini tasdik edici olan bu kitabı inkarda direnirseniz, vahyi inkarda direnirseniz, Gelecekten hiçbir beklentiniz olmaz. Umudunuzu elinizden alırız ve sırf geçmişin hayali ile, geçmişin anıları ile yaşamaya başlarsınız.

Ben bu ayetten bunu anladım sevgili Kur’an dostları, ve anladığımı da size meal olarak naklettim. Doğrusu da budur diye düşünüyorum. Yani sırf geçmişinde, tarihinde yaşayıp ta gelecek hakkında hiçbir tasarımı olmayan, yani geleceği inşa etmek için hiçbir planı projesi, umudu bulunmayan toplumlardan, Allah umudu almış, aslında belayı vermiş demektir. İşte Allah’ın gazabı ve laneti bence toplumsal açıdan böyle anlaşılmalıdır.

Geçmişe dönük yaşamak, gözü ensesinde yaşama, gelecek inşası için umudu olmayanlar, geçmişin tesellisi ile avunurlar. Unutmayın, Boykot ve hendek hadiselerinde Nebi ne diyordu?

- Dayanın, sabredin müminler, Kayzer ve Kisra’nın hazineleri yakında sizin olacak.

Bu geçmişe yönelik insanlara umut aşılama ve inşa etmektir işte.

ev nel'anehüm kema leanna ashabes sebt Yada sebt’i ihlal eden topluluğu lanetlediğimiz gibi sizi de lanetleyelim.

Sept yani Cumartesi yasağını, aslında Allah böyle bir yasak koymadı ama onlar Allah’tan, sırf ibadete ayıracakları bir gün istediler, Cumartesi gününü Allah onlara tahsis etti. Ama buna rağmen ihanet ettiler. Cuma akşamından oltalarını denize atıyorlardı, Cumartesi akşamı topluyorlardı. Hesapta bu yasağa itaat etmiş oluyorlardı ve tabii ki uyanıklık, Yahudilik yaparak.Yani yine iş görüyorlar ama iş görmemiş gibi duruyorlardı.

ve kâne emrullahi mef'ula; Yoksa Allah’ın iradesi mutlaka gerçekleşecektir. Yani insanın ruhsal bağımsızlık sürecine yani işaret ediyor bu.


48-) İnnAllahe la yağfiru en yüşreke BiHİ ve yağfiru ma dune zâlike limen yeşa'* ve men yüşrik Billahi fekadiftera ismen azıyma;

Doğrusu Allah kendine şirk koşulmasını mağfiret etmez, ondan berisini dilediğine mağfiret buyurur, kim de Allaha şirk koşarsa pek büyük bir cinayet iftira etmiş olduğunda şüphe yoktur. (Elmalı)

Muhakkak ki Allâh kendisine (âfakî - açık veya enfüsî - gizli) şirk koşulmasını bağışlamaz. Bunun dûnundakileri (bundan daha küçük suçları) dilediklerine bağışlar. Kim Esmâ ül Hüsnâ'sı itibarıyla varlığının da hakikati olan Allâh'a ("B"illahi) şirk koşarsa, gerçekten aziym bir suç olarak, iftira etmiş olur. (A.Hulusi)


İnnAllahe la yağfiru en yüşreke BiHİ Kuşkusuz Allah kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz. ve yağfiru ma dune zâlike limen yeşa' fakat dilediği kimselerin bunun dışındaki günahlarını bağışlar.

Burada dikkatinizi çekerim. İnsanın ruhsal bağımsızlık sürecine en büyük engel şirk’tir. Tüm insani vasıfları ve yücelme çabalarını şirk boşa çıkarır. Şirki affetmemesi Allah’ın insana olan sevgisinin ifadesidir. Çünkü Allah insanı o kadar çok seviyor, o kadar çok tabir caizse umut bağlıyor ki, şirk Allah’ın insana olan umutlarını insanın boşa çıkarmasıdır. Onun için şirk Allah’ın insana olan büyük sevgisine en büyük ihanet olduğu için Allah tarafından affedilmiyor.

ve men yüşrik Billahi fekadiftera ismen azıyma; Zira Allah’a ortak koşan kimseler, O’na iftira ederek kendilerine bir günah, yani gerçekten de kendileri için korkunç bir günah işlemiş olurlar.


49-) Elem tera ilelleziyne yüzekkûne enfüsehüm* belillahu yüzekkiy men yeşau ve la yuzlemune fetiyla;

Bakmaz mısın şu nefislerini tezkiye edip duranlara! Hayır, yalnız Allah dilediğini tezkiye eder (temize çıkar) onlar da kıl kadar zulmedilmezler. (Elmalı)

Kendilerini temiz sayanları (şirk koştukları hâlde temiz olduklarını iddia eden Yahudi ve Hıristiyanları) görmüyor musun? Hayır (olay onların dediği gibi değil), Allâh dilediğini arındırır ve hurma lifi kadar zulme uğratılmazlar. (A.Hulusi)


Elem tera ilelleziyne yüzekkûne enfüsehüm Baksana kendilerini temize çıkaranlara, belillahu yüzekkiy men yeşau ve la yuzlemune fetiyla; asla, aksine Allah dilediğini temize çıkarır ve kimseye kıl kadar haksızlık yapılmaz.


50-) Unzur keyfe yefterune alellahil kezib* ve kefa BiHİ ismen mübiyna;

Bak Allaha karşı nasıl yalan uyduruyorlar, açık günah da bu yeter. (Elmalı)

Bak nasıl yalanla Allâh'a iftira ediyorlar! Bundan daha açık suç olmaz! (A.Hulusi)


Unzur keyfe yefterune alellahil kezibe Bak, kendi uydurduklarını nasıl da Allah’a atfediyorlar. Yahudileşenlerin nasıl Yahudileştiğini ifade ederek bu ümmete de “Ey Ümmeti Muhammed, siz de Müslüman ümmeti Musa gibi yapmayın, Yahudileşmeyin.” Deniliyor bu ayetlerde.

ve kefa BiHİ ismen mübiyna; Bundan daha aşikar bir günah olamaz.


51-) Elem tera ilelleziyne ûtû nasıyben minel Kitabi yu'minune Bil cibti vettağuti ve yekulune lilleziyne keferu hâülâi ehda minelleziyne amenû sebiyla;

Bakmaz mısın şu kendilerine okuyup yazmaktan biraz nasip verilmiş olanlara? Cibt-ü taguta inanıyorlar da Allah’ı tanımayanlara bunlar müminlerden yolca daha doğru diyorlar. (Elmalı)

Kendilerine hakikat bilgisinden bir nasip verilenleri görüyor musun? Cibt'e (kendisinde kuvvet vehmedilen put) ve Tağut'a (şeytanî güçler) iman ediyorlar ve hakikati inkâr edenlere, "Bunlar iman edenlerden daha doğru yolda" diyorlar. (A.Hulusi)


Elem tera ilelleziyne ûtû nasıyben minel Kitab Kendilerine vahiyden bir pay verilenleri görmüyor musun,

yu'minune Bil cibti vettağut cipte ve tağut’a inanıyorlar.

Tağut, eski mısır tanrısı Thot, Hermes Trismegistus diye bilinen hikmetin ve bilgeliğin babası olarak bilinen bir insan. Ama bu hikmetin ve ilmin babası olan Hermes Trismegistus yani eski Mısırca ile Thot, Tağut. Yani Fenike’ce telaffuzda Tâ’ut biçiminde telaffuz edildiği için, Arapça ya da Sami dili olan Fenike’ce den geçiyor. Daha sonra bu ilim ve hikmet sahibi zat tanrılaştırılıyor. Aslında Tağut’un kelime kökeni, etimolojik kökeni, önceden Hakîm ve sadık bir zat olduğu halde, sonradan kendisi tanrılaştırılan insana tekabül eder. Ama Kur’an da Tağut, Allah dışında kendisine hüküm kaynağı olduğu imajı yüklenen soyut ve somut her bir şeydir.

Cipt ise; Cipt, hurafe diye çevirebilirim. Gerçekte hiçbir gücü olmadığı halde güç varmış gibi, güç vehmedilen her bir şey cipt’tir.

İşte bunları tanrılaştıranlara hitap ediyor.

ve yekulune lilleziyne keferu hâülâi ehda minelleziyne amenû sebiyla; ve kafirlerin müminlerden daha doğru yolda olduğunu iddia ediyor o Yahudileşen kimseler.


52-) Ülaikelleziyne leanehümullah* ve men yel'anillahu felen tecide lehu nasıyra;

Onlar Allahın lânetlediği kimseler, her kimi de Allah lânetlerse artık onu bir kurtaracak bulamazsın. (Elmalı)

İşte onlar Allâh'ın lânet ettiği (kendisinden uzaklaştırdığı) kimselerdir. Allâh kime lânet ederse ona yardım edecek kimse yoktur! (A.Hulusi)


Ülaikelleziyne leanehümullah Allah’ın lanetlediği işte bunlardır. ve men yel'anillahu felen tecide lehu nasıyra; Allah’ın lanetine uğrayan biri de asla kendisine yardımcı bulamaz.

Putlaştırma, Putlaştıran ve putlaştırılan için manevi bir cinayettir dostlar. İşte bu ayette o cinayetten söz ediyor.


53-) Em lehüm nasıybün minel mülki feizen la yü'tunen nase nekıyra;

Yoksa onlara mülkten bir hissemi var? Öyle olsa nasa bir çekirdek bile vermezler. (Elmalı)

Yoksa onların mülkte (hükümranlıktan) bir hisseleri mi var? Eğer öyle olsaydı insanlara hurma çekirdeği kadar bile bir şey vermezlerdi. (A.Hulusi)


Em lehüm nasıybün minel mülk yoksa onlar Allah’ın mülküne ortak olduklarını mı sanıyorlar. feizen la yü'tunen nase nekıyra; eğer öyle olsaydı insanlara zırnık dahi vermezlerdi.


54-) Em yahsüdunen Nase alâ ma atahumullahu min fadliHİ, fekad ateyna ale İbrahiymel Kitabe vel Hıkmete ve ateynahüm mülken azıyma;

Yoksa o nasa Allahın fazlından verdiği nimeti çekemiyorlar da haset mi ediyorlar? evet, biz Âli İbrahim’e kitap ve hikmet verdik hem de azîm bir mülk verdik. (Elmalı)

Yoksa o insanlara, Allâh'ın fazlından verdiklerini hazmedemeyip haset mi ediyorlar? Gerçekten biz Âl-i İbrahim'e hakikat bilgisi ve Hikmet (Sünnetullah ilmi) verdik. Hem de aziym bir mülk verdik. (A.Hulusi)


Em yahsüdunen Nase alâ ma atahumullahu min fadliH yoksa onlar Allah’ın lutfûndan bahş ettiği şeylerden dolayı onları kıskanıyorlar mı?

fekad ateyna ale İbrahiymel Kitabe vel Hıkme oysa biz İbrahim ailesine vahiy ve hikmet vermiş, ve ateynahüm mülken azıyma; ve onlara güçlü bir hükümranlık bahşetmiştik. Diyor ayet. Yani İbrahim’in ailesi, imanın atası olan İbrahim’i hatırlayın ey Yahudileşen İsrail oğulları. Unutmayın sizde ve şu an inkar ettiğiniz Muhammed de İbrahim’in takipçileri olduğunuzu iddia ediyorsunuz, ama Muhammed’i inkar ediyorsunuz. Muhammed’in getirdiği mesajı inkar aslında, aslınızı inkardır diyor ve İbrahim’i inancın atası olarak, adres olarak gösteriyor.

Ben; Rabbim bu Ümmeti, Ümmeti Musa gibi Yahudileşmekten koru diyor;  “Ve ahiru davana velil hamdülillahi rabbil alemiyn” diyerek bitiriyorum.