A sayfasından devam
5-) Emren min ındiNA* inna künna mursiliyn;
İndîmizden hüküm ile! (Rasûlleri) irsâl edenler
biziz! (A.Hulusi)
05 -
Tarafımızdan emir, çünkü biz Resul gönderiyorduk. (Elmalı)
Fiyha yüfreku küllü emrin Hakiym Emren min ındiNA O gece iyi ve kötü her şey
arasında ki fark ortaya konmuştur. Güzel ve çirkin. Hakk ve batıl. Doğru ve
yanlış. Ulvi ve süfli. Değerli ve değersiz arasında ki tüm fark o gece ortaya
konmuştur. Emren
min ındiNA tarafımızdan verilmiş bir emirle. Bu ayet, ya da 5. ayetin ilk
cümlesi ile beraber bu ayetler, aslında Kadir suresinin 4. ayetini andırıyor.
Tenezzelül Melâiketü ver Rûhu fiyha Biizni
Rabbihim min külli emr. (Kadr/4)
Selâm…(5) işte bu; O gece melekler rablerinin
emri ile ilahi bir mesaj taşıyarak bölük bölük iner ve insanı her türlü
kötülükten emiyn kılar, arındırır, mutluluk verir, selâm, selamet, barışı
müjdeler. Sonsuz mutluluğu müjdeler. Kadr suresinin dördüncü ayetiyle bu
ayetleri tefsir etmek en doğru yaklaşım olsa gerek.
Fiyha yüfreku küllü emrin Hakiym
(4) her iyi ile kötü şeyin arası o gece ayrılmıştır diyor. Neden söylüyor? O
gece ne olmuştu? Vahiy inmişti. Vahiy niçin inmişti insana? İnsana iyi ve
kötüyü öğretmek için. Yani insanın tasavvurunu ve aklını inşa etmek için. İyiyi
kötüden ayıran bir akıl inşa etmek için. Bir tasavvur inşa etmek için inmişti.
Yani insanın tasavvuruna bir mizan, bir kıstas, kıstas-ül müstakıym diyor ya
Kur’an doğru bir terazi, doğru bir ölçü, doğru bir metre koymak için inmişti.
Aklımız tüm eylemlerimizin
belirleyicisidir, tasavvur da aklımızın. Akıl tasavvura göre çalışır. Tasavvur
aklın eline kavramları verir, akıl da tasavvurdan aldığı bu kavramlarla hüküm
verir. Bu doğrudur, bu yanlıştır, bu iyidir, bu kötüdür, bu güzeldir, bu
çirkindir, bu değerlidir, bu değersizdir diye kurduğumuz her cümlede yer alan
iyi, kötü, güzel, çirkin, doğru, yanlış, büyük, küçük gibi tüm kavramların içeriği tasavvurda oluşur.
Dolayısıyla doğru kavramının içeriği doğru değilse bu doğrudur hükmümüz yanlış
olur. İyi kavramının içeriği doğru değilse bu iyidir hükmümüz yanlış olur. Bu
kötüdür hükmümüz de yanlış olur. Hatta iyiye kötü, kötüye iyi anlamını
yüklersek iyi ve kötü hakkında her yargımız yanlış yargı olacaktır.
Nedir sorun? Sorun, metre ve kilo
sorunudur. Yani 80 cm lik bir metreyle, 1 m. Diye ölçüp ölçüp satmaya, ölçüp
ölçüp almaya. Ya da 900 gr. Lık bir kilo ile tartıp tartıp alıp, tartıp tartıp
satmaya benzer. Ya aldanırız, ya aldatırız. Bu ikisinden başka yol yok.
Aldanmak ya da aldatmak. Yani hiç adil olamayacaksınız, hiç dürüst
olamayacaksınız, hiç yerine koyamayacaksınız, hiç isabet edemeyeceksiniz
demektir.
İşte vahiy tasavvuru böyle inşa
eder. Hayatımızı üzerine bina ettiğimiz bu temel kavramların içini doldurur. Ne
değerlidir, ne değersiz. Ne kalıcıdır, ne geçici. Ne iyidir ne kötü. Dünyaya
gerçek anlamını vahiy yükler. Ahirete de gerçek anlamını vahiy yükler. Ölümü ve
hayatı bize vahiy tanımlar. Eğer vahiy inşa etmemişse bir tasavvuru ölüye diri
diyebilir, diriye de ölü. Fakat vahiy inşa etmişse bir çoklarının ölü dediğine
vahiy ile bakan bir gözle baktığı için diri olduğunu görür ve diri der.
ve lâkin lâ
teş'urûn. (Bakara/154) öyle diyordu ya vahiy onlar diridirler fakat
siz farkında değilsiniz. Onun için vahiy insanda bir özge bakış açısı inşa eder,
bir özge tasavvur inşa eder. Bu tasavvura göre bakan vahiy ile bakmış olur. Bu
tasavvurla işiten vahiy ile işitmiş olur. Bu tasavvurla yürüyen vahy ile
yürümüş olur. Bu tasavvurla tutan vahiy ile tutmuş olur. Bunun anlamı nedir?
Bunun anlamı o ünlü hadiste geçtiği gibi;
“Kulum bana
nafilelerle yaklaşır, öyle bir an gelir ki ben onun gören gözü, işiten kulağı,
tutan eli, yürüyen ayağı olurum.” Vahit ile bakan göz, Allah ile bakan gözdür. Vahiy
ile işiten kulak Allah ile işiten kulaktır. Vahy ile kalkan el Allah ile kalkan
eldir. Vahiy ile yürüyen ayak Allah ile yürüyen ayaktır.
Evet,
Allah’ın insan göz olması, kulak olması, göz kulak olması, dil dudak olması, el
ayak olmasının anlamı da budur. Vahiy sizde bir tasavvur, bir akıl inşa ederse
bu tasavvur ve akılla siz bir hayat inşa edersiniz. Kendinize bir şahsiyet inşa
edersiniz. Bu şahsiyetin inşa ettiği bir hayatta vahye uygun bir hayat olur.
İşte böyle bir hayatın akıbeti cennet olur. İnşallah. Müddessir/18 ve 20.
ayetlerinde Vahiy bir aklı inşa etmezse ne olurun cevabı vardır. İsterseniz
okuyalım;
İnnehu fekkere
vekadder. (Müddesir/18) Vahyin inşa etmediği o zavallı tasavvur ve
akıl düşündü, ölçtü, biçti. İnnehu
fekkere vekadder düşündü, ölçtü, biçti. Keyfe kadder. nasılda ölçtü biçti. Düşündü, ölçtü, biçti. Bir
sonraki ayette düşünme tekrar edilmiyor. keyfe
kadder, ölçüp biçmek tekrar ediliyor. Çünkü ölçüp biçmeye göre düşünür
insan. Metresine göre düşünür. Kilosuna görme düşünür. Devamında; Sümme kutile
keyfe kaddere. (Müddesir/20) Kahrolası, nasıl da ölçtü biçti.
Evet, Nasıl
ölçtü biçti? Tıpkı Ümeyye Bin Halef, Ubey Bin Halef, Ebu Cehil gibi. Onlar
akılsız insanlar değiller di. Uluslar arası ticaret yapan insanlardı. Fakat
yanlış ölçüp biçiyorlardı. Dünyaya kalıcı değeri yüklüyorlardı. Tek dünyalı
bakıyorlardı. Allahsız düşünüyorlardı. Hayatın anlamından soyutluyorlardı.
Eşyaya bir emanet değil, mülkiyet gibi bakıyorlardı. Allah’tan bağımsız bir
alan olduğuna inanıyorlardı. Allah’ın hayata müdahil olmadığını düşünüyorlardı.
Onun içinde Allahsız düşünüyorlardı. Ve ölçüp biçerken yanlış ve yamuk
ölçüyorlardı.
Düşünmüyor
değillerdi yoksa. Akletmiyor değillerdi. Aklediyorlardı fakat akıllarının
zemini olan tasavvurları yanlış kile ve metrelerle ölçüp biçiyordu. Dolayısıyla
kavramlarının içi yanlış dolduruluyordu. Onun içinde ahiret siz bir dünya,
Allahsız bir hayat düşülüyorlardı. Buna göre düşünüyorlar, buna göre
düşündükleri içinde bir türlü akıl edemiyorlardı. Neden peygamberlik
Abdulmuttalib’in yetimine verilmiş. Bir türlü akıl edemiyorlardı; Eğer biz kötü
olsaydık Allah bize bu kadar servet verir miydi diyorlardı. Serveti Allah
nazarında iyi olmanın gerekçesi sayıyorlardı. Yani tek dünyalı düşünüyorlar,
ölçüleri yamuktu, metreleri yamuktu, kiloları yamuktu, bakışları da yamuk oldu.
İşte vahyin inşa etmediği bir tasavvurla düşünen böyle düşünür. Bu ikisi
arasında ki farkı anladığımızda bu ayeti de anlamış oluruz.
Amir Bin
Füheyre örneğini hatırlayalım. Hicret sırasında Sevr mağarasında iken
Resulallah görev alanlardan biri, Hz. Ebu Bekir’in azatlı çobanı, kölesi. Daha
sonra Suffe de öğretmen olacaktır. Resulallah onu bazı kabilelerin talebi
üzerine beraberinde 40 ya da 70 öğretmen olduğu halde yollayacak ve yolda
kendilerine pusu kurulacak ve iki kişi hariç başta Amir Bin Füheyre olmak üzere
şehiyd edileceklerdir. Develerin başında kalan, ya da suya gittikleri için
öldürülmekten kurtulan iki kişiden biri pusucular tarafından ele geçirilip
sorgulanacak, bu sorgunun temelini;
Bana şu
isimleri teşhis et ve içinde cesedini bulamadığım kişiyi bul olacaktır. Cesedi
bulunmayan kişi Amir Bin Füheyre dir. Onu merak etmiştir hainlerin ele başısı
Cebbar, onu sormaktadır. O kim bana onu anlat demektedir.
Amr isimli
hayatta kalan sahabi en sonunda dayanamaz ve çetenin ele başısı Cebbar’a der
ki; Neden onu bu kadar merak ediyorsun. Ben onu nasıl merak etmeyeyim. Ben
hançerimi sırtından sapladım ucunun göğsünden çıktığını gözlerimle gördüm. Onu
ben öldürdüm. Fakat O bana ne dedi biliyor musun? Ne dedi? lekad fûztü vallahi.
Son sözü bu oldu. Vallahi işte şimdi kazandım. Dedi. Ve Cebbar soruyor, müşrik
Cebbar, pusucu Cebbar, Hain Cebbar; O ölsün, ben öldüreyim. Nasıl o kazanıyor.
Kazanan niçin o olsun. Kazanan benim. Evet bu sorgulama Cebbar’ı imanın
kapısına getirip bırakacaktır ve Müslüman olacaktır. Neden onun kurtulduğunu
anladığında imana kavuşacaktır Cebbar.
Belki
sorulması gereken soru şu Amir gibi iman edip Cebbar gibi düşünmek nasıl bir
şey? İçinde yaşadığımız zamanın mü’minleri, işte vahiy tarafından inşa
edilmemiş bir tasavvur ve akılla düşündüklerinde böylesine bir paradoksu
yaşıyorlar.
Bir başka
örneği Yasir ailesinde görüyoruz. Resulallah akşama kadar zalim efendileri
tarafından işkence altında kıvrandırılan Yasir ailesine işkence seansı
bittiğinde geliyor ve diyordu ki. İspiru
ya yasir, sabredin ey Yasir ailesi Mev’idü
kümül cenneh randevunuz cennettedir. Yani sizi cennet bekliyor.
Burada İslam
cemaatinin büyük reisi olan Resulallah, kendi cemaati içerisinden işkence gören
birilerine, eğer ille de bir şey vaad edecekse her halde bu günkü kafayla şöyle
düşünmemiz gerekir. Sizi kurtaracağım, biraz daha direnin. Kurtulacaksınız
biraz daha direnin. Ama yok..! Randevunuz cennette diyor ve bize Ammar
anlatıyor; Resulallah gelip bu sözü söylediğinde bir günlük işkenceye direnecek
kadar bir direnç daha kazanırdım. Dolayısıyla bizim zihnimiz gibi işlemeyen
zihinler görüyoruz.
Zihnini
vahyin inşa ettiği, tasavvurunu vahyin inşa ettiği insanlar bizin baktığımız
yerden bakmadığı için kurtuluşa bizlerin yüklediği sıradan anlamı
yüklemiyorlar. Bunun gibi bir çok örneği vermek mümkün. İşte vahyin inşa ettiği
tasavvur.
inna künna mursiliyn elbet biz, evet
peygamberleri gönderen de bizdik. Kur’an tüm vahiylerin zirvesidir, Resulallah
ta tüm peygamberlerin ufku. Yani ayetin sonu önceki peygamberleri de biz
gönderdik, tıpkı bunu gönderdiğimiz gibi.
6-) Rahmeten min Rabbik* inneHU HUves Semiy'ul
'Aliym;
(İrsâl olanın) Rabbinden
Rahmet olarak! Muhakkak ki O, "HÛ"; Semi'dir, Aliym'dir. (A.Hulusi)
06 -
Rabbinden bir rahmet olarak, hakikat o, öyle semî' öyle alîmdir. (Elmalı)
Rahmeten min Rabbik tabii ki
rabbinin rahmeti sayesinde. Yani peygamberleri göndermekle mükellef değildik.
İnsanoğlu bize dönüp de diyemezdi ki Ya rab, madem doğru yolu bulmamı istedin
neden peygamber göndermedin diyemezdi, buna hakkı yoktu. Çünkü biz onun içine
zaten bir peygamber koymuştuk. İçine koyduğumuz peygamber akıldı. Onun da
temelinde daha başka bir şey koymuştuk; Fıtrat. Fıtrat gibi bir temel onun
üzerine akıl gibi bir iç peygamber verdiğimiz halde bununla yetinmeyip bir de
peygamber göndermemiz, sadece insanoğluna olan rahmetimizin, acımamızın bir
gereği idi. Yani acıdığımız için gönderdik. Merhametimizin sınırsız olmasının
bir sonucuydu. Rahmeten min Rabbik.
inneHU HUves Semiy'ul 'Aliym
şüphesiz yalnızca O’dur her şeyi işiten, yalnızca O’dur her şeyi bilen.
7-) Rabbis Semavati vel Ardı ve ma beynehüma*
in küntüm mukıniyn;
Semâların,
arzın ve ikisi arasındakilerin Rabbidir... Yakîne erenlerdenseniz! (A.Hulusi)
07 - O
Göklerin ve Yerin ve bütün aralarındakilerin rabbidir ehli yakîn olsanız.
(Elmalı)
Rabbis Semavati vel Ardı ve ma beynehüma* in
küntüm mukıniyn O göklerin de rabbi, yerin de rabbidir.
Evet, O rahmet, O mağfiret, O
sonsuz merhamet sahibi olan Allah göklerin, yerin sahibidir. Bu ikisi
arasındakilerin sahibidir. Rabbidir, eğiticisidir. İn küntüm mukıniyn; eğer yakiyn
bir imana sahip olsaydınız bunu görürdünüz. Yani bütününü birden manalandıracak
olursak; eğer yakıyn bir imana sahip
olsaydınız; O’nun ; göklerin, yerin ve bu ikisi arasındakilerin rabbi olduğunu,
tek gerçek rabbi olduğunu da çok iyi bilirdiniz.
Yakıyn bir iman göze yürür fer
olur, gönle yürür ferman olur. Yakıyn bir iman, görür gibi bir iman. Yani
ihsan. Görür gibi inanmak. Eğer böyle bir iman ile inanırsanız, o zaman
baktığınız eşyada Allah’ın kudret ve ihtişamını görürsünüz. İmanla bakan
varlığın dilini çözer. İmanla dinleyen Süleyman olur, karıncaların dilini
çözer, kuşların dilini çözer. İmanla bakan kainat kitabının sırrını çözer. Onun
içinde burada eğer Yakıyn bir imana sahip olsaydınız göklerin, yerin ve o ikisi
arasındakilerin yegane rabbinin Allah olduğunu bilirdiniz diyen ayet, imanın;
insanda bir basiret, bir iç göz, sonsuzca gören bir feraset, bir iç göz
oluşturduğunu söylemiş olur.
8-) Lâ ilâhe illâ HUve yuhyiy ve yümiyt*
Rabbüküm ve Rabbü abaikümül evveliyn;
Tanrı
yok; sadece "HÛ"; diriltir ve öldürür! Rabbinizdir ve atalarınızın da
rabbidir! (A.Hulusi)
08 -
Ondan başka Tanrı yoktur, hem diriltir hem öldürür, hem sizin rabbiniz hem de
evvelki atalarınızın rabbi. (Elmalı)
Lâ ilâhe illâ HU O’ndan başka tanrı
yoktur. Başka bir tercümeyle Allah, yalnızca O’dur tanrı. Kulluk edilmeye layık
olan yalnızca O’dur. yuhyiy ve yümiyt* Rabbüküm ve Rabbü abaikümül evveliyn
hayatı ve ölümü yaratan O’dur. Sizin de rabbiniz, önceki babalarınızın da rabbi
olan yalnızca O’dur. Yani sizin rabbinizdir. Sadece sizin değil, önceki
atalarınızın abaikümül
evveliyn önden giden atalar anlamına da gelir, size rehberlik yaptığını
iddia ettiğiniz, rehberiniz olduklarını söyledikleriniz atalar anlamına da
gelir. Dolayısıyla kendilerini izlediğiniz atalarınızın da rabbidir.
9-) Belhüm fiy şekkin yel'abun;
Hayır,
onlar kuşkulu yaşam içinde, (dünya hayatıyla) eğlenip duruyorlar. (A.Hulusi)
09 -
Fakat onlar şekk (Şüphe) içinde oynuyorlar. (Elmalı)
Belhüm fiy şekkin yel'abun ama
nerede, onlar hala kuşku içinde oyalanıp duruyorlar.
Devam ediyor C sayfasına geçiniz.
156. videoyu toplu olarak BURADA
bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder