9 Temmuz 2013 Salı

İslamoğlu Tef. Ders. DUHAN (05 - 09) (156-B)

A sayfasından devam

5-) Emren min ındiNA* inna künna mursiliyn;

 İndîmizden hüküm ile! (Rasûlleri) irsâl edenler biziz! (A.Hulusi)

05 - Tarafımızdan emir, çünkü biz Resul gönderiyorduk. (Elmalı)


Fiyha yüfreku küllü emrin Hakiym Emren min ındiNA O gece iyi ve kötü her şey arasında ki fark ortaya konmuştur. Güzel ve çirkin. Hakk ve batıl. Doğru ve yanlış. Ulvi ve süfli. Değerli ve değersiz arasında ki tüm fark o gece ortaya konmuştur. Emren min ındiNA tarafımızdan verilmiş bir emirle. Bu ayet, ya da 5. ayetin ilk cümlesi ile beraber bu ayetler, aslında Kadir suresinin 4. ayetini andırıyor.

Tenezzelül Melâiketü ver Rûhu fiyha Biizni Rabbihim min külli emr. (Kadr/4)  Selâm…(5) işte bu; O gece melekler rablerinin emri ile ilahi bir mesaj taşıyarak bölük bölük iner ve insanı her türlü kötülükten emiyn kılar, arındırır, mutluluk verir, selâm, selamet, barışı müjdeler. Sonsuz mutluluğu müjdeler. Kadr suresinin dördüncü ayetiyle bu ayetleri tefsir etmek en doğru yaklaşım olsa gerek.

Fiyha yüfreku küllü emrin Hakiym (4) her iyi ile kötü şeyin arası o gece ayrılmıştır diyor. Neden söylüyor? O gece ne olmuştu? Vahiy inmişti. Vahiy niçin inmişti insana? İnsana iyi ve kötüyü öğretmek için. Yani insanın tasavvurunu ve aklını inşa etmek için. İyiyi kötüden ayıran bir akıl inşa etmek için. Bir tasavvur inşa etmek için inmişti. Yani insanın tasavvuruna bir mizan, bir kıstas, kıstas-ül müstakıym diyor ya Kur’an doğru bir terazi, doğru bir ölçü, doğru bir metre koymak için inmişti.

Aklımız tüm eylemlerimizin belirleyicisidir, tasavvur da aklımızın. Akıl tasavvura göre çalışır. Tasavvur aklın eline kavramları verir, akıl da tasavvurdan aldığı bu kavramlarla hüküm verir. Bu doğrudur, bu yanlıştır, bu iyidir, bu kötüdür, bu güzeldir, bu çirkindir, bu değerlidir, bu değersizdir diye kurduğumuz her cümlede yer alan iyi, kötü, güzel, çirkin, doğru, yanlış, büyük, küçük gibi  tüm kavramların içeriği tasavvurda oluşur. Dolayısıyla doğru kavramının içeriği doğru değilse bu doğrudur hükmümüz yanlış olur. İyi kavramının içeriği doğru değilse bu iyidir hükmümüz yanlış olur. Bu kötüdür hükmümüz de yanlış olur. Hatta iyiye kötü, kötüye iyi anlamını yüklersek iyi ve kötü hakkında her yargımız yanlış yargı olacaktır.

Nedir sorun? Sorun, metre ve kilo sorunudur. Yani 80 cm lik bir metreyle, 1 m. Diye ölçüp ölçüp satmaya, ölçüp ölçüp almaya. Ya da 900 gr. Lık bir kilo ile tartıp tartıp alıp, tartıp tartıp satmaya benzer. Ya aldanırız, ya aldatırız. Bu ikisinden başka yol yok. Aldanmak ya da aldatmak. Yani hiç adil olamayacaksınız, hiç dürüst olamayacaksınız, hiç yerine koyamayacaksınız, hiç isabet edemeyeceksiniz demektir.

İşte vahiy tasavvuru böyle inşa eder. Hayatımızı üzerine bina ettiğimiz bu temel kavramların içini doldurur. Ne değerlidir, ne değersiz. Ne kalıcıdır, ne geçici. Ne iyidir ne kötü. Dünyaya gerçek anlamını vahiy yükler. Ahirete de gerçek anlamını vahiy yükler. Ölümü ve hayatı bize vahiy tanımlar. Eğer vahiy inşa etmemişse bir tasavvuru ölüye diri diyebilir, diriye de ölü. Fakat vahiy inşa etmişse bir çoklarının ölü dediğine vahiy ile bakan bir gözle baktığı için diri olduğunu görür ve diri der.

ve lâkin lâ teş'urûn. (Bakara/154) öyle diyordu ya vahiy onlar diridirler fakat siz farkında değilsiniz. Onun için vahiy insanda bir özge bakış açısı inşa eder, bir özge tasavvur inşa eder. Bu tasavvura göre bakan vahiy ile bakmış olur. Bu tasavvurla işiten vahiy ile işitmiş olur. Bu tasavvurla yürüyen vahy ile yürümüş olur. Bu tasavvurla tutan vahiy ile tutmuş olur. Bunun anlamı nedir? Bunun anlamı o ünlü hadiste geçtiği gibi;

“Kulum bana nafilelerle yaklaşır, öyle bir an gelir ki ben onun gören gözü, işiten kulağı, tutan eli, yürüyen ayağı olurum.” Vahit ile bakan göz, Allah ile bakan gözdür. Vahiy ile işiten kulak Allah ile işiten kulaktır. Vahy ile kalkan el Allah ile kalkan eldir. Vahiy ile yürüyen ayak Allah ile yürüyen ayaktır.

Evet, Allah’ın insan göz olması, kulak olması, göz kulak olması, dil dudak olması, el ayak olmasının anlamı da budur. Vahiy sizde bir tasavvur, bir akıl inşa ederse bu tasavvur ve akılla siz bir hayat inşa edersiniz. Kendinize bir şahsiyet inşa edersiniz. Bu şahsiyetin inşa ettiği bir hayatta vahye uygun bir hayat olur. İşte böyle bir hayatın akıbeti cennet olur. İnşallah. Müddessir/18 ve 20. ayetlerinde Vahiy bir aklı inşa etmezse ne olurun cevabı vardır. İsterseniz okuyalım;

İnnehu fekkere vekadder. (Müddesir/18) Vahyin inşa etmediği o zavallı tasavvur ve akıl düşündü, ölçtü, biçti. İnnehu fekkere vekadder düşündü, ölçtü, biçti. Keyfe kadder. nasılda ölçtü biçti. Düşündü, ölçtü, biçti. Bir sonraki ayette düşünme tekrar edilmiyor. keyfe kadder, ölçüp biçmek tekrar ediliyor. Çünkü ölçüp biçmeye göre düşünür insan. Metresine göre düşünür. Kilosuna görme düşünür. Devamında; Sümme kutile keyfe kaddere. (Müddesir/20) Kahrolası, nasıl da ölçtü biçti.

Evet, Nasıl ölçtü biçti? Tıpkı Ümeyye Bin Halef, Ubey Bin Halef, Ebu Cehil gibi. Onlar akılsız insanlar değiller di. Uluslar arası ticaret yapan insanlardı. Fakat yanlış ölçüp biçiyorlardı. Dünyaya kalıcı değeri yüklüyorlardı. Tek dünyalı bakıyorlardı. Allahsız düşünüyorlardı. Hayatın anlamından soyutluyorlardı. Eşyaya bir emanet değil, mülkiyet gibi bakıyorlardı. Allah’tan bağımsız bir alan olduğuna inanıyorlardı. Allah’ın hayata müdahil olmadığını düşünüyorlardı. Onun içinde Allahsız düşünüyorlardı. Ve ölçüp biçerken yanlış ve yamuk ölçüyorlardı.

Düşünmüyor değillerdi yoksa. Akletmiyor değillerdi. Aklediyorlardı fakat akıllarının zemini olan tasavvurları yanlış kile ve metrelerle ölçüp biçiyordu. Dolayısıyla kavramlarının içi yanlış dolduruluyordu. Onun içinde ahiret siz bir dünya, Allahsız bir hayat düşülüyorlardı. Buna göre düşünüyorlar, buna göre düşündükleri içinde bir türlü akıl edemiyorlardı. Neden peygamberlik Abdulmuttalib’in yetimine verilmiş. Bir türlü akıl edemiyorlardı; Eğer biz kötü olsaydık Allah bize bu kadar servet verir miydi diyorlardı. Serveti Allah nazarında iyi olmanın gerekçesi sayıyorlardı. Yani tek dünyalı düşünüyorlar, ölçüleri yamuktu, metreleri yamuktu, kiloları yamuktu, bakışları da yamuk oldu. İşte vahyin inşa etmediği bir tasavvurla düşünen böyle düşünür. Bu ikisi arasında ki farkı anladığımızda bu ayeti de anlamış oluruz.

Amir Bin Füheyre örneğini hatırlayalım. Hicret sırasında Sevr mağarasında iken Resulallah görev alanlardan biri, Hz. Ebu Bekir’in azatlı çobanı, kölesi. Daha sonra Suffe de öğretmen olacaktır. Resulallah onu bazı kabilelerin talebi üzerine beraberinde 40 ya da 70 öğretmen olduğu halde yollayacak ve yolda kendilerine pusu kurulacak ve iki kişi hariç başta Amir Bin Füheyre olmak üzere şehiyd edileceklerdir. Develerin başında kalan, ya da suya gittikleri için öldürülmekten kurtulan iki kişiden biri pusucular tarafından ele geçirilip sorgulanacak, bu sorgunun temelini;

Bana şu isimleri teşhis et ve içinde cesedini bulamadığım kişiyi bul olacaktır. Cesedi bulunmayan kişi Amir Bin Füheyre dir. Onu merak etmiştir hainlerin ele başısı Cebbar, onu sormaktadır. O kim bana onu anlat demektedir.

Amr isimli hayatta kalan sahabi en sonunda dayanamaz ve çetenin ele başısı Cebbar’a der ki; Neden onu bu kadar merak ediyorsun. Ben onu nasıl merak etmeyeyim. Ben hançerimi sırtından sapladım ucunun göğsünden çıktığını gözlerimle gördüm. Onu ben öldürdüm. Fakat O bana ne dedi biliyor musun? Ne dedi? lekad fûztü vallahi. Son sözü bu oldu. Vallahi işte şimdi kazandım. Dedi. Ve Cebbar soruyor, müşrik Cebbar, pusucu Cebbar, Hain Cebbar; O ölsün, ben öldüreyim. Nasıl o kazanıyor. Kazanan niçin o olsun. Kazanan benim. Evet bu sorgulama Cebbar’ı imanın kapısına getirip bırakacaktır ve Müslüman olacaktır. Neden onun kurtulduğunu anladığında imana kavuşacaktır Cebbar.

Belki sorulması gereken soru şu Amir gibi iman edip Cebbar gibi düşünmek nasıl bir şey? İçinde yaşadığımız zamanın mü’minleri, işte vahiy tarafından inşa edilmemiş bir tasavvur ve akılla düşündüklerinde böylesine bir paradoksu yaşıyorlar.

Bir başka örneği Yasir ailesinde görüyoruz. Resulallah akşama kadar zalim efendileri tarafından işkence altında kıvrandırılan Yasir ailesine işkence seansı bittiğinde geliyor ve diyordu ki. İspiru ya yasir, sabredin ey Yasir ailesi Mev’idü kümül cenneh randevunuz cennettedir. Yani sizi cennet bekliyor.

Burada İslam cemaatinin büyük reisi olan Resulallah, kendi cemaati içerisinden işkence gören birilerine, eğer ille de bir şey vaad edecekse her halde bu günkü kafayla şöyle düşünmemiz gerekir. Sizi kurtaracağım, biraz daha direnin. Kurtulacaksınız biraz daha direnin. Ama yok..! Randevunuz cennette diyor ve bize Ammar anlatıyor; Resulallah gelip bu sözü söylediğinde bir günlük işkenceye direnecek kadar bir direnç daha kazanırdım. Dolayısıyla bizim zihnimiz gibi işlemeyen zihinler görüyoruz.

Zihnini vahyin inşa ettiği, tasavvurunu vahyin inşa ettiği insanlar bizin baktığımız yerden bakmadığı için kurtuluşa bizlerin yüklediği sıradan anlamı yüklemiyorlar. Bunun gibi bir çok örneği vermek mümkün. İşte vahyin inşa ettiği tasavvur.

inna künna mursiliyn elbet biz, evet peygamberleri gönderen de bizdik. Kur’an tüm vahiylerin zirvesidir, Resulallah ta tüm peygamberlerin ufku. Yani ayetin sonu önceki peygamberleri de biz gönderdik, tıpkı bunu gönderdiğimiz gibi.


6-) Rahmeten min Rabbik* inneHU HUves Semiy'ul 'Aliym;

(İrsâl olanın) Rabbinden Rahmet olarak! Muhakkak ki O, "HÛ"; Semi'dir, Aliym'dir. (A.Hulusi)

06 - Rabbinden bir rahmet olarak, hakikat o, öyle semî' öyle alîmdir. (Elmalı)


Rahmeten min Rabbik tabii ki rabbinin rahmeti sayesinde. Yani peygamberleri göndermekle mükellef değildik. İnsanoğlu bize dönüp de diyemezdi ki Ya rab, madem doğru yolu bulmamı istedin neden peygamber göndermedin diyemezdi, buna hakkı yoktu. Çünkü biz onun içine zaten bir peygamber koymuştuk. İçine koyduğumuz peygamber akıldı. Onun da temelinde daha başka bir şey koymuştuk; Fıtrat. Fıtrat gibi bir temel onun üzerine akıl gibi bir iç peygamber verdiğimiz halde bununla yetinmeyip bir de peygamber göndermemiz, sadece insanoğluna olan rahmetimizin, acımamızın bir gereği idi. Yani acıdığımız için gönderdik. Merhametimizin sınırsız olmasının bir sonucuydu. Rahmeten min Rabbik.

inneHU HUves Semiy'ul 'Aliym şüphesiz yalnızca O’dur her şeyi işiten, yalnızca O’dur her şeyi bilen.


7-) Rabbis Semavati vel Ardı ve ma beynehüma* in küntüm mukıniyn;

Semâların, arzın ve ikisi arasındakilerin Rabbidir... Yakîne erenlerdenseniz! (A.Hulusi)

07 - O Göklerin ve Yerin ve bütün aralarındakilerin rabbidir ehli yakîn olsanız. (Elmalı)


Rabbis Semavati vel Ardı ve ma beynehüma* in küntüm mukıniyn O göklerin de rabbi, yerin de rabbidir.

Evet, O rahmet, O mağfiret, O sonsuz merhamet sahibi olan Allah göklerin, yerin sahibidir. Bu ikisi arasındakilerin sahibidir. Rabbidir, eğiticisidir. İn küntüm mukıniyn; eğer yakiyn bir imana sahip olsaydınız bunu görürdünüz. Yani bütününü birden manalandıracak olursak; eğer yakıyn bir imana sahip olsaydınız; O’nun ; göklerin, yerin ve bu ikisi arasındakilerin rabbi olduğunu, tek gerçek rabbi olduğunu da çok iyi bilirdiniz.

Yakıyn bir iman göze yürür fer olur, gönle yürür ferman olur. Yakıyn bir iman, görür gibi bir iman. Yani ihsan. Görür gibi inanmak. Eğer böyle bir iman ile inanırsanız, o zaman baktığınız eşyada Allah’ın kudret ve ihtişamını görürsünüz. İmanla bakan varlığın dilini çözer. İmanla dinleyen Süleyman olur, karıncaların dilini çözer, kuşların dilini çözer. İmanla bakan kainat kitabının sırrını çözer. Onun içinde burada eğer Yakıyn bir imana sahip olsaydınız göklerin, yerin ve o ikisi arasındakilerin yegane rabbinin Allah olduğunu bilirdiniz diyen ayet, imanın; insanda bir basiret, bir iç göz, sonsuzca gören bir feraset, bir iç göz oluşturduğunu söylemiş olur.


8-) Lâ ilâhe illâ HUve yuhyiy ve yümiyt* Rabbüküm ve Rabbü abaikümül evveliyn;

Tanrı yok; sadece "HÛ"; diriltir ve öldürür! Rabbinizdir ve atalarınızın da rabbidir! (A.Hulusi)

08 - Ondan başka Tanrı yoktur, hem diriltir hem öldürür, hem sizin rabbiniz hem de evvelki atalarınızın rabbi. (Elmalı)


Lâ ilâhe illâ HU O’ndan başka tanrı yoktur. Başka bir tercümeyle Allah, yalnızca O’dur tanrı. Kulluk edilmeye layık olan yalnızca O’dur. yuhyiy ve yümiyt* Rabbüküm ve Rabbü abaikümül evveliyn hayatı ve ölümü yaratan O’dur. Sizin de rabbiniz, önceki babalarınızın da rabbi olan yalnızca O’dur. Yani sizin rabbinizdir. Sadece sizin değil, önceki atalarınızın abaikümül evveliyn önden giden atalar anlamına da gelir, size rehberlik yaptığını iddia ettiğiniz, rehberiniz olduklarını söyledikleriniz atalar anlamına da gelir. Dolayısıyla kendilerini izlediğiniz atalarınızın da  rabbidir.


9-) Belhüm fiy şekkin yel'abun;

Hayır, onlar kuşkulu yaşam içinde, (dünya hayatıyla) eğlenip duruyorlar. (A.Hulusi)

09 - Fakat onlar şekk (Şüphe) içinde oynuyorlar. (Elmalı)


Belhüm fiy şekkin yel'abun ama nerede, onlar hala kuşku içinde oyalanıp duruyorlar.


Devam ediyor C sayfasına geçiniz.
156. videoyu toplu olarak BURADA bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder