30 Nisan 2012 Pazartesi

İslamoğlu Tef. Ders. KEHF (027-030)(94-A)











Değerli Kur’an dostları geçen dersimizde Ashabı Kehf’in, imanları uğruna ödedikleri bedeli anlatan destani bir kıssayı dinlemiştik. Bir iman direnişini dinlemiştik. Bu gün kehf suresinin 27. ayeti ile dersimize devam ediyoruz.


27-) Vetlü ma uhıye ileyke min Kitâbi Rabbike, lâ mübeddile li kelimatiHİ ve len tecide min dunihi mülteheda;

Rabbinin Kitabından (Hakikatin olan El Esmâ mertebesindeki BİLGİden) sana (şuuruna) vahyolunanı oku (deşifre et - kavra)! O'nun kelimelerini (açığa çıkardıklarını) değiştirecek yoktur! O'ndan başka sığınak da bulamazsın. (A.Hulusi)

027 - Öyle de ve rabbinden sana vahyolunanı tilâvet eyle, onun kelimatını tebdil edecek yoktur ve ondan başka bir penah bulamazsın. (Elmalı)


Vetlü ma uhıye ileyke min Kitâbi Rabbik o halde rabbinin kitabından sana indirileni izle ve oku. Utlü emri hem izle, hem de oku anlamlarını birlikte içerir. Vahyin ilk muhatabı olan sevgili peygamberimize Kur’an kendisini izlemesini ve tabii ki izlediği şeyde insanlara aktarmasını emrediyor. İzlemek, iz bırakmak demektir. Çünkü izi olan izlenir. Dolayısıyla vahiy; peygamberlerin iz bırakmasını istiyor. Hem izleyen, hem de izlenen, izlenilen biri olmalarını istiyor. Yer yüzünde çıkmaz, kaybolmaz bir iz bırakmalarını, kendilerinden sonra gelecek insanlığın o izi takip ederek ebedi mutluluğu yakalamasını ima ve ihsas ediyor.

lâ mübeddile li kelimatiH onun kelimelerini kimse değiştiremez. Kelimat; ilahi yasalara tekabül edeceği gibi, bizzat vahye de tekabül edebilir. Yani O’nun koyduğu, bu tabiata yerleştirdiği, kainata yerleştirdiği, insana yerleştirdiği ilahi yasaları kimse bozamaz, değiştiremez.

Neden böyle bir ibare gelsin ki Kehf kıssasının ardına derseniz eğer, haddi zatında bu ibarenin bizim tasavvurumuzda bir çok şeyi çağrıştırması lazım. Ki bunlardan birincisi küfür ve imanın kavgası insanoğlu yaşadıkça yaşayacak, sürecek. Bu ikisi hiçbir zaman karanlık ve aydınlık gibi bir arada olmayacak. Uzlaşmayacak. Kötülükle iyilik, Hakk’a batıl, güzellikle çirkinlik uzlaşmayacak. Dolayısıyla bu yasadır, Allah’ın yasasıdır.

Daha ne çağrıştırıyor? İmanının bedelini ödeyenlere Allah yardım edecek. Bu da Allah’ın yasasıdır.

…in tensurullahe yensurküm ve yüsebbit akdameküm. (Muhammed/7) Bir başka varyantıyla; ve yüsebbit akdameküm eğer siz Allah’a, Allah’ın dinine yardım ederseniz, Allah’ta size yardım eder ve sizi ayaklarınızın üzerinde dik tutar. Başınızı dik tutar. Yani eğilmezsiniz. Kula kul olmazsınız. Harcanmazsınız. Çünkü insanın değerini Allah’tan başka hiçbir kapı tam vermez. Çünkü insanın uğruna kul olabileceği ve kul olunca da bedelini hakkıyla alacağı tek kapı Allah kapısıdır. Daha aşağı kapılara kul olursanız harcanmış olursunuz. Ziyan olmuş olursunuz, heba olmuş olursunuz. İşte bunu da ima ediyor. Yani KelimatiH; O’nun kelimeleri, O’nun yasalarından bir kısmıdır bunlar.

ve len tecide min dunihi mülteheda O’ndan başka sığınacak birini de bulamazsın. Eğer Allah’ın yasalarına karşı çıkarsan, ya da Allah’ın mesajına sırt çevirirsen, onu değiştirmeye kalkarsan, onu bozmaya, onu alt üst etmeye, onu ters yüz etmeye, şöyle bir kalıpla kullanırsak daha akılda kalıcı olur; Kitaba uymak yerine, kitabına uydurmaya kalkarsan hiçbir sığınacak kapı da bulamazsın.


28-) Vasbir nefseke mealleziyne yed'une Rabbehüm Bil ğadati vel aşiyyi yüriydune vecheHU ve lâ ta'dü aynake anhüm* türiydü ziynetel hayatid dünya ve lâ tutı' men ağfelna kalbehu an zikrina vettebea hevahu ve kâne emruhu furuta;

O'nun vechini dileyerek, sabah - akşam Rablerine dua edenlerle beraber, nefsine (bilincine) sabret! Dünya hayatının süslü gösterilen şeylerine yönelip de, onlardan ilgini kesme! Görüşü kozası içinde bizi hatırlamaktan mahrum bırakılmış; asılsız kabullerine tâbi olup, işi yapması gerekenin ötesindeki olan kimseye itaat etme! (A.Hulusi)

028 - Nefsince de o kullarla beraber sabret ki sabah akşam (her vakit) rablerine duâ eder cemalini isterler, sen Dünya ziynetini arzu ederek onlardan gözlerini ayırma ve o kimseye itaat etme ki kalbini zikrimizden gafil bırakmışız, keyfinin ardına düşmüş ve işi haddini aşmak olmuştur. (Elmalı)


Vasbir nefseke mealleziyne yed'une Rabbehüm Bil ğadati vel aşiyyi yüriydune vecheH ve rablerinin rızasını arzu ederek sabah akşam O’na yalvarıp yakaran kimselerle birlikte sen de sabret. Yani etrafında kenetlenen yoksul ama samimi insanlarla birlikte davran, onları uzaklaştırma, onları küçük görme, başkalarını onlara tercih etme. Benzer bir ayet Enam/52. ayeti insanı; İnsanların onu nasıl gördüğüyle değil, Allah’ın onu nasıl gördüğüyle değerlendir.

İşte bu ibarede söylenen ilahi gerçek bu. Yani onun toplumsal ve sosyal statüsüne bakarak değil, Allah nezdinde ki statüsüne bakarak değerlendir.

'Abese ve tevella. (‘Abese/1) bu değil miydi. Yüzünü astı ve başını çevirdi.

En câehül'a'mâ (2) kör geldi diye.

Ve ma yüdriyke le'allehu yezzekkâ (3) nereden biliyorsun haydi o arınacak idiyse sen ona konuşunca.

Ev yezzekkeru fetenfe'ahüzzikra (4) ya da senin verdiğin öğüt ona fayda edip o temizlenecek idiyse, öğüt alacak idiyse.

Emma menistağnâ (5) bir de şu Allah’a muhtaç olmadığını düşünen mütekebbir adama gelince, Ondan sana ne. Arkasından gelen ayet. Onun arınıp arınmamasından sana ne diye devam edip gidiyor ayet.

Dolayısıyla Enam/52. nin de desteklediği gibi bu ibarenin manası; Öncelikle vahyin ilk muhatabı olan sevgili efendimizden ve tabii ki vahyin tüm muhataplarından insanlara bakarken Allah’ın ona nasıl baktığını iyi hesap edip bakmak.

ve lâ ta'dü aynake anhüm* türiydü ziynetel hayatid dünya dünya hayatının çekiciliğine aldanıp ta sakın onları gözden çıkarma. ve lâ tutı' men ağfelna kalbehu an zikrina vettebea hevahu ve kâne emruhu furuta ve ayartıcı arzularına uyarak işi gücü aşırı uçlarda dolaşmaya döktüğü için akleden kalbiniz zikrimize karşı duyarsız kıldığımız kimselere de uyma.

an zikrina zikrimize karşı, ya da vahyimize karşı, vahyin niteliklerinden biri de, sıfatlarından biride zikirdir. Vahyin niteliğidir. Kur’an vahyinin değil, tüm vahiylerin ortak niteliğidir. Ya da bu ibareyi Allah kaygısı diye de anlayabiliriz. Yani Allah kaygısını içinden aldığımız kimse. Ya ne demek Allah kaygısı? Hemen bir üstteki cümle ile birlikte düşünün. Allah ne der, Allah nasıl görür diye sormak Allah kaygısıdır.

Bir insanla ilişki kurarken Allah’ın nazarında bunun değeri nedir. Öyle ki Allah’ın nazarında giydiği çamaşırdan daha değersiz olan adamların önünde eğilen kimseler, Allah’ın nazarında onun gibi milyonlarca insanı verseniz gerçekten de bir tüyü etmeyecek kadar yüce insanları küçük görebiliyorlar. İşte Allah kaygısını kaybetmenin insanın bakış açısını ters çevirmesidir bu. Büyüğü küçük, küçüğü büyük, değerliyi değersiz, değersizi değerli görme. Onun için insan ne der demeden önce Allah ne der. El ne der demeden önce rabbin ne der sorusu. Zikir budur. Allah’ın zikri budur. Allah kaygısı, insanın içine oturmuş bir Allah kaygısı ve eğer bu kaygı insanın içinin ufkunu kaplarsa artık yaptığı her bir işte rabbim bu işe ne der diye sorar ve öyle yapar.

Furuta; İfrat, oradan geliyor. İşi gücü aşırı uçlarda dolaşmak diye çevirdim. Dolaşan kimse. İfrat sahibi, uçlarda gezinenler, yani hep şarampolün kıyısında yürüyenler. Sırat-ı müstrakıym’e gelmek yerine hep kenarlarda olanlar. Dokunsan uçurumdan yuvarlanacakmış gibi hayatı yaşayanlar.

Oralarda olmasını istemiyor Kur’an. İnsanın güvenlikte olmasını istiyor. Mayınlı arazilere yakın dolaşmak, mayına basma tehlikesini ve tehdidini içerir. Onun için vahiy bizi uyarıyor. Emniyetli güvenli alanlardan geçin, şarampol kıyısından gitmeyin çünkü öylesine bir yürüyüş daima uçuruma yuvarlanma riski ile yürümek demektir. Onun için ifrat ve tefrit yasaktır. “Helâk el mu’tenettiun.” (hadis) aşırı gidenler, helak oldular diyen sevgili nebi işte bunun için uyarıyordu müminleri.


29-) Ve kulil Hakku min Rabbiküm femen şâe felyu'min ve men şâe felyekfür* inna a'tedna lizzâlimiyne naren, ehata Bihim süradikuha* ve in yesteğıysû yüğasû Bi main kelmühli yeşvil vucuh* bi'seşşerab* ve saet murtefeka;

De ki: "Hak Rabbinizdendir! İsteyen iman etsin, isteyen inkâr etsin!" Doğrusu biz, zâlimler için dev dalgalar hâlinde öyle bir ateş hazırlamışız ki, onları her yönden kuşatmıştır! Eğer yardıma çağırsalar; erimiş maden benzeri, yüzleri pişiren bir su ile yardımlarına koşulur! O ne kötü içecek, o ne kötü yaşam ortamı! (A.Hulusi)

029 - Ve de ki: o hak rabbinizdendir, artık dileyen iman etsin, dileyen küfür, çünkü biz, zalimler için öyle bir ateş müheyyâ kılmışızdır ki sertakları kendilerini kuşatmaktadır ve eker istigase ederlerse erimiş ceset gibi bir su ile imdat edilirler, yüzleri çevirir, o ne fena içki ve o ne fena kurultay! (Elmalı)


Ve kulil Hakku min Rabbiküm femen şâe felyu'min ve men şâe felyekfür ve de ki; Mutlak hakikate bir atıf olan bu mesaj rabbinizdendir. Artık dileyen iman etsin dileyen de inkar etsin. Yani vahiy rabbinizden size artık ulaşmıştır bundan sonra mı? İş size kalmıştır. Dileyen iman eder dileyen inkar. Çünkü Allah verdiği iradeye en çok saygı duyandır. İnsana irade vermiş, verdiği iradeyi yok saymamıştır. Kimse yok saymasını beklemesin. İnsanın kaderi seçmektir. İradenin var oluş sebebi budur. Onun için Allah hem iradeyi verip de, hem de mecbur kılsaydı, zorunlu kılsaydı o zaman iradenin ne işlevi olurdu. Ne işe yarardı.

Onun için işte rabbimiz imana giden yolu gösterip; Artık aklın varsa göle demektedir, aklın varsa. Eğer istiyorsan iman edersin istemiyorsan inkar. Fakat unutma iman edersen emin olursun. Yani güvenlikte olursun. İnkar edersen inkar edilirsin. Güvenliğini ve özgürlüğünü yitirirsin. Unutma Allah demek anlam demektir. İnkar edersen anlamını inkar edersin anlamını kaybedersin. Var oluş anlamını kaybedersin. Var oluş anlamını kaybedersen sen bir hiçsin.

inna a'tedna lizzâlimiyne naren, ehata Bihim süradikuha işin gerçeği biz öz benliklerine kıyan, kendilerine yazık eden o zalimler için, kendilerini kat kat sarıp sarmalayacak bir ateş, bir ceza hazırladık.

Kur’an da azaba ve gazaba ilişkin tüm terin ve kavramları ceza olarak anlamak en doğru anlayıştır. Çünkü Allah gazap ve azap etmez aslında. Allah insana yaptıklarının karşılığını verir. Böyle anlaşılmayan bir azap anlayışı yanlıştır.

Burada açıktır ki cehennemden söz ediliyor. Yani inkar edenlerin inkarlarının karşılığını bulması. Bu da adalet gereğidir. İlahi adalet gereği. Suyu getirenle testiyi kıranın bir tutulduğu bir yerde kim su getirir. Dahası aslında testiyi kıranları suyu getirenlerle aynı tutuyorsanız bu sadece suyu getirenlere zulmetmekle kalmayıp onların hakkını testiyi kıranlara vermeniz, yani ikinci bir zulüm anlamına da gelmiyor mu? Onun için Allah’^ta bir tutmaz ve tutmayacaktır.

ve in yesteğıysû yüğasû Bi main kelmühli yeşvil vucuh öyle ki onlar susayıp ta su istediklerinde yüz etlerini kavuran  ergimiş maden gibi bir su sunulur. bi'seşşerab* ve saet murtefeka ne berbat bir içecektir ve ne fena bir makamdır orası. Allah hepimizi korusun.

Burada gördüğünüz gibi cehennem tasvir ediliyor. Unutmayalım ki cehennem, cennet, ahiret; Gayba ilişkin dünyalardır. Yani insan idrakinin algılamakta acze düştüğü bir alemdir. Dolayısıyla insan idrakini aşan bir alem, bir dünya hakkında haber verilecekse bu, zorunlu olarak mecazi bir dil kullanılarak yapılacaktır. Yani aşkın bir husus, insan idrakini aşan bir gaybi husus; insan idrakine anlaması için indirilecektir, inzal edilecektir. Kur’an ın, vahyin inzali sadece anlamın indirilmesi değil, aynı zamanda söylenen hakikatin insan zihnine anlayabilmesi içinde indirilmesidir.

Cehennemin dehşetini insan diline taşımak başka türlü de mümkün değildir. Ve işte bildiğimiz kelimelerle bilmediğimiz alem hakkında rabbimiz bizi böyle uyarıyor. Bu insanda bir tasavvur oluşturup insanı yanlış yollara düşmekten korumak için rabbimizin aslında şefkatinin bir ürünüdür. Unutmayalım acı bir sona doğru yürüyen, ya da uçurumdan düşmek üzere olan bir köre, bir görmeyene bağırmanız, dur demeniz, bir adım daha artma demeniz ona yapabileceğiniz en büyük ilimdir. Kaldı ki rabbimiz sadece dur demiyor, gözümüzü de açıyor ve açmak için, açılması için gereken tüm reçeteyi veriyor.


30-) İnnelleziyne amenû ve amilussalihati inna lâ nudıy'u ecre men ahsene amela;

Muhakkak ki (Allâh ismiyle işaret edilenin Esmâ özellikleriyle zâhir oluşuna, Ahad - Samed oluşuna) iman edip imanın gereği olan düzgün çalışmalar yapanlar var ya; doğrusu iyi çalışmalarının karşılığını asla boşa çıkarmayız! (A.Hulusi)

030 - Amma iman edip Salih salih ameller işleyenler, şüphe yok ki biz öyle güzel amel işleyenin ecrini zayi' etmeyiz. (Elmalı)


İnnelleziyne amenû ve amilussalihat ama iman eden ve onunla uyumlu erdemli değerler üretenlere gelince.

İman ve Salih amel Kur’an da bir çok yerde yan yana geçer. Salih amel iman ağacının meyvesidir. Biliyorsunuz iman ağacı 4 unsurdan oluşur. Marifet, bilgiye tekabül eden kök. İkrar’a, tasdike tekabül eden gövde, ikrara tekabül eden dal ve meyveye tekabül eden amel. İman ağacının 4 unsuru bunlar.

Bir amelin bir eylemin Salih olma özelliğini kazanabilmesi için 4 şart lazım.

1 – Doğru ve dürüst olmalı, Salih olmalı yani.

2 – Özünde iyilik taşımalı. Salih kelimesinin etimolojisi bize bunu veriyor. Özünde iyilik taşımalı.

3 – Sulh-u salaha, yani barışa, insanın iç huzuruna ve dış huzura hizmet etmeli

4 – Yararlı, faydalı olmalı. Faydasız olan eylem Salih olma özelliğini yitirir.

inna lâ nudıy'u ecre men ahsene amela şu kesin ki biz, güzel bir eylem ortaya koyanın emeğini asla zayi etmeyiz.

Devam ediyor B sayfasına geçiniz.

27 Nisan 2012 Cuma

İslamoğlu Tef. Ders. KEHF (020-026)(93-E)








D sayfasından devam.


20-) İnnehüm in yazheru aleyküm yercümuküm ev yuıyduküm fiy milletihim ve len tüflihu izen ebeda;

Zira durumunuza vâkıf olurlarsa, (ya) sizi taşlayarak öldürürler ya da kendi inançlarına döndürürler... O zaman sonsuza dek kurtuluş imkânı bulamazsınız! (A.Hulusi)

020 - Çünkü ellerine geçirirlerse sizi muhakkak recme derler yahut milletlerine döndürürler ve bu takdirde ebedâ felâh bulamazsınız. (Elmalı)


İnnehüm in yazheru aleyküm yercümuküm ev yuıyduküm fiy milletihim çünkü eğer onlar sizin varlığınızı öğrenirlerse ya sizi öldüresiye taşlarlar, yercümuküm, ya da sizi zorla kendi inanç sistemlerine döndürürler. Çünkü onlar zorbadırlar. Siz onlar batılda olduğu halde onların inancına karışmadığınız halde, siz hakta olduğunuz halde onlar sizin inancınıza müdahale etmeye kalkışacaklar. Çünkü batılın geleneği budur. Batıl aynı zamanda hakka tarih boyunca düşman olmuştur ve her dönemde elinde ki gücü Hakka karşı kullanmıştır. ve len tüflihu izen ebeda o takdirde ise bir daha asla kurtulamazsınız.


21-) Ve kezâlike a'serna aleyhim li ya'lemu enne va'dAllâhi Hakkun ve ennes saate lâ raybe fiyha* iz yetenazeune beynehüm emrehüm fekalübnu aleyhim bünyana; Rabbuhüm a'lemü Bihim* kalelleziyne ğalebu alâ emrihim lenettehızenne aleyhim mescida;

Böylece onlar hakkında bilgilendirdik ki, Allâh'ın bildiriminin Hak olduğunu (bâ'sı) ve o saatin (ölümün) şüphe götürmez olduğunu bilsinler! Hani onlar, aralarında onların olayını tartışıyorlardı... Şöyle dediler: "Onlar üzerine bina yapın; (ne olduklarını) Rableri daha iyi bilir"... Onların hakkında sözü geçenler ise; "Elbette biz onların (Ashab-ı Kehf'in) üzerine ibadethâne yapacağız" dediler. (A.Hulusi)

021 - Bu suretle de kendilerine vukuf peyda ettirdik ki Allahın vaadi Hakk olduğunu ve saat, hakikaten şüphesiz bulunduğunu bilsinler, o sırada aralarında emirlerine niza' ediyorlardı, bunun üzerine dediler ki: üstlerine bir bina yapın, rableri onları daha iyi bilir, onların emri üzerine galebe etmiş olanlar elbette, dediler: biz bunların üzerine bir mescit ediniriz. (Elmalı)


Ve kezâlike a'serna aleyhim li ya'lemu enne va'dAllâhi Hakkun ve ennes saate lâ raybe fiyhe işte bu yöntemle, ki ne kastediliyor bu yöntemle. Ve kezalike; Hakikate atıf olan hayat ve ölümün mahiyetine ilişkin, boyutlarını öne çıkaran yöntemle. Yani yöntem bu. Hayat ve ölümün mahiyetini öne çıkaran bir yöntemle. İşte bu yöntemle onların hikayesini insanlara aktardık ki, Allah’ın vaadinin bütünüyle gerçek olduğunu ve son saatin gelip çatacağından kuşku duyulmaması gerektiğini bilip fark etsinler.

Sanırım anlaşılıyor. Bu yöntem; Karşılaştıralım, 13. ayette ki Bil Hakk ibaresi. Hani gerçeğe atıf olan boyutlarıyla anlatmak. İşlemiştik orada. Onun için kıssanın anlatmak istediği hakikate bir atıftır bu ayet. Anahtar bir ayettir. Ölümden sonra diriliş kıssanın verdiği en büyük ders idi. Bu ayette, bu büyük gerçeğe bir atıf olsun, bu kıssada bu büyük gerçeğe bir atıf olsun diye anlatıldı. Onun için bu kıssayı işlerken insanın daima aklından çıkarmaması gereken anahtar hedef; Rabbimiz muhatabının ölümden sonrasını görür gibi inanmasını istiyor. Hedef bu. Görür gibi, daha aşağı değil. Tıpkı Seyyidina Ali (Kerramallahi veche)gibi.

- Perde kaldırılsa yakıynim artmaz. Diyordu ya.

Yani görseydim hiçbir şey değişmezdi, böylesine bir iman. Rabbimiz bize lûtfetsin inşallah. (Amin)

iz yetenazeune beynehüm emrehüm o zaman, işte çok ilginç bir ifade bu. Tırnak içi bir açıklama yapmamız şart bunu tercüme ederken; - işin bu atıf boyutunu bırakıp, yani hakikatini bırakıp onların eylemlerini aralarında tartışmaya başladılar. İşin kabuğu ile uğraşmaya başladılar. İşin iç yüzünü bırakıp. Ki olup bitenden ibret ve pay almak yerine olayın kahramanlarına paye vermeye kalktılar, madalya takmaya kalktılar.- Devam ediyor;

fekalübnu aleyhim bünyana; Rabbuhüm a'lemü Bihim onlardan parmağa değil de aya bakan o akıllı, o gerçekten bir kısım güzel insan dedi ki onların hatırasına bir kitabe dikelim. Yani Allah’ın bu ayetini herkes görsün de ibret alsın. Onların gerçek konumunu Rableri daha iyi bilir. Yani biz onların konumunu tartışmayalım. Onların eylemini tartışmayalım, fakat onların hatırasını yaşatacak ve ibreti alem, ya da numuneyi intisal olacak, örnek olacak bir kitabe dikin dediler.

kalelleziyne ğalebu alâ emrihim lenettehızenne aleyhim mescida onların yönetimini ellerine geçirmiş olan egemen sınıfa mensup olan berikiler ise; Kararımız kesin, kararımız karardır dediler. Lenettehızenne yani hükmümüz hüküm. Hiç tartıştırmayız. Onların üzerine ille de bir mabet yapılacaktır diye emrettiler.

Ben burada ğalebu alâ emrihim ifadesini, ibaresini onların yönetimini ellerine geçirmiş olan egemen sınıf diye çevirdim ama alternatif çeviriler de yapılabilir ve yapılmıştır. Onların eylemlerini hakkıyla kavrayanlar gibi benimkinin tam tersi, menfi değil de müspet yönde çeviri yapılabileceği gibi. Berikiler aleyhine atışanlara galip gelenler, yani tartışmadan galip çıkanlar biçiminde de çevrilebilir. Fakat onların durumunu rableri bilir diyenler bir sonraki ayette övülüyor. Onun için ötekilerse gaybı taşlayanlar sıfatıyla yeriniyor. Onun için Hz. Peygamber kabirleri tapınak yapanlara lanet olsun derken galiba biraz da bu sapmış uygulamayı kastediyordu, tapınak yapmak. Ölüleri daha sonra kabirleri tapınak yaparak onun içindeki ölüyü de ilahlaştırmaya doğru giden bir yolu açıyordu. Onun için burada bendeniz bu ibarenin bağlama uygun olarak en doğru biçimde böyle anlaşılacağını düşünüyorum.


22-) Seyekulune selasetün rabiuhüm kelbühüm* ve yekulune hamsetün sadisühüm kelbühüm racmen Bil ğayb* ve yekulune seb'atün ve saminühüm kelbühüm* kul Rabbiy a'lemü Bi ıddetihim ma ya'lemuhüm illâ kaliyl* fela tumari fiyhim illâ miraen zahira* ve lâ testefti fiyhim minhüm ehadâ;

"Üçtür, dördüncüleri köpekleridir" diyecekler... "Beştir, altıncıları köpekleridir" diyecekler... Ki bu gaybı taşlamaktır (bilmedikleri hakkında atıp tutmaktadırlar)! "Yedidir, sekizincileri köpekleridir" derler... De ki: "Onların sayısını Rabbim daha iyi bilir... Onları bilen azdır"... Onlar hakkında fikir alışverişi haricinde tartışma! Onlar hakkında, onlardan hiç kimseye de bir şey sorma! (A.Hulusi)

022 - Üçtür, dördüncüleri köpekleri diyecekler, beştir, altıncıları köpekleri diyecekler, gayb taşlama, yedidir ve sekizincileri köpekleri diyecekler, de ki onların adetlerine rabbim a'lemdir, onları ancak pek azı bilir, artık bunlar hakkında kimse ile zâhiri bir münakaşadan başka münakaşa etme ve bunlar hakkında onlardan kimseye bir şey sorma. (Elmalı)


Seyekulune selasetün rabiuhüm kelbühüm* ve yekulune hamsetün sadisühüm kelbühüm racmen Bil ğayb asırlar sonra bilinmeyen hakkında atıp tutma kabilinden, yani; racmen Bil ğayb gaybı taşlayarak, atıp tutarak sıkarak; Onlar 3 kişiydiler, dördüncüleri köpekleri idi diyenler çıkacağı gibi; 5 kişiydiler 6.ları köpekleri idi diyenler de çıkacak. ve yekulune seb'atün ve saminühüm kelbühüm dahası; 7 kişiydiler 8. leri köpekleri idi diyenler bile çıkacak.

Evet, burada aslında anlatılmak istenen ortada. Kıssanın asırlar içinde kazandığı menkıbevi niteliğe bir atıf var. Onun için siz bu gibi dedikoduları bırakın bir tarafa, onların kaç kişi olduğunu bilmekle bilmemek size ne kazandırır, ne kaybettirir. Malumat füruşluktan başka. Onun için oyalamayın birbirimizi. Parmak nereyi gösteriyorsa oraya bakın. Cama değil camdan bakın. Cama bakarsanız hohlarsınız ve kendi soluğunuzun buğusunu seyredersiniz. Onun için arkayı da göremezsiniz.

kul Rabbiy a'lemü Bi ıddetihim De ki onların sayısını rabbim daha iyi bilir kul Rabbiy a'lemü Bi ıddetihim ma ya'lemuhüm illâ kaliyl onlar hakkında gerçek bilgiye sahip olanların sayısı çok azdır. fela tumari fiyhim illâ miraen zahira o halde artık onlar hakkında olayın görünen boyutunun dışında bir tartışmaya girme. Yani olayın görünen boyutu neyse onunla yetin ve bilmeyeceğin sulara dalma, boğulma. ve lâ testefti fiyhim minhüm ehadâ yine onlar hakkında menkıbeci kimselere itibar edipte soru sorma. Evet, bu kimseler menkıbe ve efsanelerle insanlara yalan yanlış şeyler anlatıyorlar. Gerçeği değil mitolojinin peşine düşürüyorlar insanları. İşte bunlar kastediliyor. Onun için malumata değil hakikate yönelin. Dolayısıyla bilmeyeceğiniz şeylerin arkasında spekülasyon yapmayın. Fakat Allah’ın size asıl göstermek istediği yere bakın, oradan bakın görürsünüz.


23-) Ve lâ tekulenne li şey'in inniy faılün zâlike ğadâ;

Hiçbir şey için "Onu yarın kesinlikle yapacağım" deme (çünkü Allâh'ın onu inşa edip etmeyeceğini bilemezsin)! (A.Hulusi)

023 - Hiç bir şey hakkında da Allahın meşiyyetiyle takyit etmeden «ben bunu yarın muhakkak yaparım» deme. (Elmalı)


Ve lâ tekulenne li şey'in inniy faılün zâlike ğadân  ve hiçbir şey için bu işi yarın kesinlikle yaparım deme.

Burasa aslında sanki bir konu değişmiş gibi ama, hayır değil aslında bu bize şunu açıkça veriyor ki Allah;


24-) İlla en yeşaAllâh* vezkür Rabbeke izâ nesiyte ve kul 'asa en yehdiyeni Rabbiy li akrebe min hazâ raşeda;

Sadece "İnşâ Allâh = Allâh inşa ederse" kaydıyla demen, müstesna! Unuttuğunda Rabbini (hakikatin olan Esmâ mertebesini) zikret (hatırla)! Ve de ki: "Umarım Rabbim beni kurbunda (mâiyet sırrının yaşandığı Tecelli-i Sıfat mertebesi. {İnsan-ı Kâmil, Sıfatların tecellisi bahsi; Abdülkerîm Ciylî. A.H.}) olgunluğa erdirir." (A.Hulusi)

024 - Unuttuğun vakit Allah ı zikret ve şöyle de: ola ki rabbim beni bundan daha yakın bir vakitte dosdoğru bir muvaffakıyete îysal buyur. (Elmalı)


İlla en yeşaAllâh Ancak Allah dilerse yapabilir. Evet, Allah’ın hayatın her anına müdahil olduğunun bilinci veriliyor burada. Yani Allah bilinci. Allah’ın müdahalesi dışında bir alan yoktur. İşte şu yukarıda ki olaya bak, Allah’ın müdahalesini görüyorsun. Yani Allah sadece diriliğinize değil ölümünüze de müdahil. Sadece uyanıklığınıza değil, uykunuza da müdahildir. Bu manada Allah’tan bağımsız bir kariyer planlaması yapma, bir başarı planlaması düşünme demektir.

vezkür Rabbeke izâ nesiyte ve bunu unuttuğun zaman hemen rabbini hatırla ve kul 'asa en yehdiyeni Rabbiy li akrebe min hazâ raşeda ve de ki; umarım ki rabbim beni bundan daha yakın derinlikli bir bilgi ve bilinç düzeyine eriştirir.


25-) Ve lebisû fiy Kehfihim selâse mietin siniyne vezdadu tis'a;

(Kimileri diyor ki) mağaralarında 300 yıl kaldılar; 9 da eklediler. (A.Hulusi)

025 - Onlar kehiflerinde üç yüz sene durdular, dokuz da ziyade ettiler. (Elmalı)


Ve lebisû fiy Kehfihim selâse mietin siniyne vezdadu tis'a imdi; kimileri onların mağaralarında 300 yıl kaldığını iddia ederken. Bakınız iddia ederken, derken ifadesi ayetin içinde bir fiil kelime olarak yok. Fakat zorunlu bunu böyle okumamız. Bir başkaları da bu sayıya 9 yıl daha ekliyorlar. Neden böyle okumamız zorunlu? Çünkü bir sonraki ayette onların ne kadar kaldığını Allah daha iyi bilir diyor. Bundan dolayıdır ki, Mukatil bu ayette ki bunu söyleyenleri, 300 yıl kaldı, bir başkaları da 9 yıl ilave etti diye söyleyenlerin Hıristiyanlar olduğunu nakleder.

Yine Katade’den Taberi, bunun başkalarından aktarma tarıkıyla, yoluyla kullanıldığını zikreder.

Yine İbn. Mes’ud (R.A.) kendi Kur’an nüshasının kenarına, buraya dediler ki noktasında, dediler ki şeklinde “ve kalu” şeklinde yani iddia ettiler ki açıklamasını düşer.

İşte buna dayanarak bir sonraki ayette bu açık olduğu için böyle okumak zorunludur.


26-) Kulillâhu a'lemu Bima lebisû* leHU ğaybüs Semavati vel Ard* ebsır Bihi ve esmı'* ma lehüm min dûniHİ min veliyyin ve lâ yüşrikü fiy hükmiHİ ehadâ;

De ki: "Ne kadar kaldıklarını Allâh daha iyi bilir... Semâların ve arzın gaybı O'nundur! Görmesi ve işitmesi akılla kavranılamayandır O! Onların, O'nun dûnunda bir Veliyy'i de yoktur! O'nun hükmüne ortak olacak da yoktur!" (A.Hulusi)

026 - Allah, de: ne kadar durduklarını daha iyi bilir, Göklerin Yerin gaybı onundur, o, öyle güzel görür öyle güzel işitir ki!... Bütün onlara ondan başka velâyet eden yoktur, o, kimseyi hükmünde teşrik de etmez. (Elmalı)


Kulillâhu a'lemu Bima lebisû De ki; onların ne kadar kaldığını Allah daha iyi bilir. leHU ğaybüs Semavati vel Ard göklerin ve yerin gizli bilgisi O’na açık ve ayandır. ebsır Bihi ve esmı' O ne muhteşem bir görücü, ne muhteşem bir işiticidir. ma lehüm min dûniHİ min veliyyin ve lâ yüşrikü fiy hükmiHİ ehadâ onların O’ndan başka yakın bir dostları bulunmamaktadır. Zira o egemenlik ve otoritesine kimseyi ortak etmez.

İşte bu ayette bu kıssadan alınacak hissedir. Alınacak hissenin özetidir. Allah’a kul ol, O yarin ve yardımcın olur. Allah’ın var neye muhtaçsın, Allah’ın yok neyin var mesajıdır bu. Seni destekleyen Allah olursa yer yüzü sana karşı olsa ne yazar mesajıdır. Ve hepsinden öte; Allah, elde var bir. Gerisi sıfır olsa ne lazım gelir mesajıdır.

Rabbim kendinden bağımsız bir gelecek planlaması yaptırtmasın.


“Ve ahiru davana enil hamdülillahi rabbil alemiyn”

Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır.


93. videonun sonu.

26 Nisan 2012 Perşembe

İslamoğlu Tef. Ders. KEHF (015-019)(93-D)





 
C sayfasından devam


15-) Haülai kavmünettehazû min dûniHİ aliheten, levla ye'tune aleyhim Bi sultanin beyyin* femen azlemü mimmeniftera alAllâhi keziba;

İşte şunlar (asılsız zanlarının getirisini ilâh edinenler); şu bizim halkımız, O'nun dûnunda tanrılar edindiler... Bari bu ilâhlarının gücüne dair, açık bir delil gösterebilseler! Bu durumda, Allâh üzerine yalan söyleyerek iftira edenden daha zâlim kim olabilir? (A.Hulusi)

015 - Şunlar şu bizim kavmimiz olacaklar, tuttular ondan başka ilâhlar edindiler, onlara karşı açık bir bürhan getirselerdi ya, artık bir yalanı Allaha iftira edenden daha zalim kim olabilir? (Elmalı)


Haülai kavmünettehazû min dûniHİ alihe işte bizim kavmimiz olan şu güruh tutturdular onsan başkalarını ilah edindiler. Yani kendilerine hizmet için yaratılan eşyayı, kendilerine ilah edindiler. Yani altlarında ki bineklerinin bineği oldular. Kölelerinin kölesi oldular. Tersine döndürdüler eşyayı. Yaratılışın amacını unuttular, Allah’ın kendilerine verdiği, biçtiği yüce rolü unuttular, rablerini unutunca kendilerine sahte rabler tedarik ettiler.

levla ye'tune aleyhim Bi sultanin beyyin oysa ki onların bu konuda somut ikna edici güçlü bir delil getirmeleri gerekmiyor muydu. Yani belli ki inandılar. Somut güçlü bir delil. Bi sultanin beyyin ikna edici, akla hitap eden somut, güçlü bir delil gerekmiyor muydu. İman cehaletle olmaz. İman bilgi üzerine oturursa hakiki ve tahkiki iman olur.

femen azlemü mimmeniftera alAllâhi keziba şu halde kendi uydurduğu yalanı Allah’a isnat edenden daha zalim biri olabilir mi?


16-) Ve izı'tezeltümuhüm ve ma ya'budune illAllâhe fe'vu ilel Kehfi yenşur leküm Rabbuküm min rahmetiHİ ve yüheyyi' leküm min emriküm mirfeka;

Mâdemki onlardan ve Allâh'tan ayrı olarak taptıklarından uzaklaştınız, o hâlde o mağaraya sığının ki, Rabbiniz Rahmetinden size yaysın ve yaptığınızda sizin için yararlı bir şey oluştursun. (A.Hulusi)

016 - Madem ki onlardan ve Allah dan maada taptıklarından uzleti ihtiyar ettiniz, o halde Kehfe (mağaraya) çekilin ki sizin için rabbiniz rahmetinden kısmet neşretsin ve size işinizden bir kolaylık hazırlasın. (Elmalı)


Ve izı'tezeltümuhüm ve ma ya'budune illAllâh  madem siz onlardan ve Allah dışında taptıkları her şeyden uzaklaştınız fe'vu ilel Kehfi yenşur leküm Rabbuküm min rahmetiH o halde şu mağaraya sığının ki rabbiniz rahmetinden size bir pay ulaştırsın. ve yüheyyi' leküm min emriküm mirfeka ve sizi soylu eyleminizden dolayı ihtiyaç duyduğunuz maddi manevi donanıma sahip kılsın.

Mirfak, ya da merfık tersi de mümkün, iki şekilde de okunur. Yolcunun yol donanımı anlamına gelir. Dirseğe de bu kelime kullanılır mirfak. Eylemin mahiyetinden dolayı cismani ve ruhani tüm ihtiyaçları kapsar. Yani siz madem Allah’ı desteklediniz, Allah’ta sizi destekleyecektir. Lojistik destek verecektir. Belki burada ki en güzel açılımı da bu olsa gerektir.


17-) Ve teraşŞemse izâ tale'at tezaveru an Kehfihim zatel yemiyni ve izâ ğarebet takriduhüm zâteş şimali ve hüm fiy fecvetin minh* zâlike min âyâtillâh* men yehdillâhu fehüvel mühted* ve men yudlil felen tecide lehu veliyyen mürşida;

Güneş doğduğunda, mağaralarının sağından döner... Gurubunda da sol taraflarından geçer... Onlar mağaranın geniş avlusu içindedirler... İşte bu, Allâh'ın işaretlerindendir... Allâh kime hidâyet ederse, işte o hakikate erdirilmiştir... Kimi de saptırmışsa artık onu aydınlatacak bir velî bulamazsın. (A.Hulusi)

017 - Güneşi görüyorsun â doğduğu vakit kehiflerinden sağ tarafa meyleder, battığı vakit da onları sol tarafa makaslar ve onlar, onun içinde bir geniş sahadadır, bu işte Allahın âyâtındandır, Allah her kime hidayet ederse işte o, irmiştir, her kimi de saptırırsa artık onu irşat edecek bir veliy bulamazsın. (Elmalı)


Ve teraşŞemse izâ tale'at tezaveru an Kehfihim zatel yemiyni ve izâ ğarebet takriduhüm zâteş şimali ve hüm fiy fecvetin minh ve onlar o mekanın geniş bir bölümünde bulunuyorlarken, güneşin doğarken onların mağarasını sağ tarafından teğet geçip gittiğini. Yine batarken de sol tarafından teğet geçip gittiğini görürdün eğer baksaydın.

zâlike min âyâtillâh Allah’ın ayetlerinden biri idi bu. Yani Allah onları, onların haberi olmadan korudu. Doğrudan güneşe muhatap kılmadı. Cesetlerini muhafaza etti, kurutmadı. Öyle bir ortam hasıl etti, yarattı ki onları bir belge olarak sakladı. Onun için bu Allah’ın olağanüstü işaretlerinden biriydi. Ki burada söylenen de ibret verici desteğinden biriydi, Allah’ın ayetlerinden biriydi. Doğru yolu arayanlar ve bedel ödeyenlerin Allah tarafından desteklendiğinin örnek gösterildiği bir olay bu.

men yehdillâhu fehüvel mühted Allah kimi doğru yola yöneltirse işte odur doğru yolu bulan. ve men yudlil felen tecide lehu veliyyen mürşida ama kimi de sapıklığa terk ederse artık onun için ne bir dost, ne de bir kılavuz bulunabilir.


18-) Ve tahsebühüm eykazan ve hüm rukud* ve nukallibühüm zâtel yemiyni ve zâteş şimal* ve kelbühüm basitun zira'ayhi Bil vesıyd* levittala'te aleyhim levelleyte minhüm firaren ve le muli'te minhüm ru'ba;

Onlar (ölü gibi) uykuda oldukları hâlde, sen onları ayıktırlar sanırdın... Onları sağlarına sollarına çevirdik... Köpekleri de (mağaranın) önüne iki kolunu uzatıp yaymıştı! Onları o hâlde görseydin, arkanı döner uzaklaşırdın! Onların bu durumundan heyecanlanır ürkerdin! (A.Hulusi)

018 - Bir de onları uyanıklar zannedersin halbuki uykudalar dır, ve biz onları sağa sola çeviririz, köpekleri de medhalde iki kolunu uzatmış, üzerlerine çıkıversen mutlaka onlardan döner kaçardım ve her halde onlardan dehşet dolardın. (Elmalı)


Ve tahsebühüm eykazan ve hüm rukud onlar ölüm uykusuna yattıkları halde sen onları uyanık sanırdın. Rukut; uyku ya da ölüm için yatmak. Ki biz burada ölüm uykusuna yatmak biçiminde karşıladık. Kur’an da merkat, mezar olarak ta geçer. Yasin/52 de. ..min merkadinâ* hazâ ma ve'ader Rahmân.. (Yasin/52)

Eykazan olayın uyku ile irtibatlı tek kelimesi bütün kıssa boyunca bu kelimedir. Uyanmak demek. Fakat bu da gerçek manada değil, sanırdım, bir sanı, bir yanılsama manasında alınmış. Onun için uyanık sanırdın. Yoksa bir gerçeği ifade etme manası değil.

ve nukallibühüm zâtel yemiyni ve zâteş şimal dahası biz onları bir sağa, bir sola döndürüp duruyorduk. Böylesine olağanüstü bir olayda bile ilahi müdahale, yine ilahi yasaların uyumu içinde geliyor. Yani bu kadar olağanüstü bir olayda sağa sola döndürmeden de olmaz mıydı diye düşünebilirsiniz. İşte böyle bir soru sorarsanız alacağınız cevap; Allah olağanüstü bir müdahale de bulunacakken de olağan yasaları çerçevesinde bu müdahaleyi yapıyor. Yani onlarla uyum içinde yapıyor. Çünkü her ikisi de Allah’tan. Allah’ın tabii yasaları, bir de olağanüstü yasaları. İkisi birbiri ile uyumlu. Yoksa bu kadar büyük mucizevi bir olayda sağa sola döndürmeden de olmaz mıydı bu iş demek mümkün. İşte bunun için.

ve kelbühüm basitun zira'ayhi Bil vesıyd köpekleri ise girişte ön ayaklarını uzatmış durumdaydı. levittala'te aleyhim levelleyte minhüm firaren ve le muli'te minhüm ru'ba eğer onların üzerine çıkagelseydin kesinlikle dönüp ardına bakmadan kaçardın, zira bu manzaradan dolayı içini bir ürperti kaplar, korkardın.


19-) Ve kezâlike beasnahüm li yetesaelu beynehüm* kale kailün minhüm kem lebistüm* kalu lebisna yevmen ev ba'da yevm* kalu Rabbuküm a'lemü Bi ma lebistüm feb'asu ehadeküm Bi verikıküm hazihi ilelMediyneti felyenzur eyyüha ezka taamen fel ye'tiküm Bi rizkın minhu vel yetelettaf ve lâ yüş'ıranne Biküm ehadâ;

İşte böylece, onları bâ's ettik (BÂİS isminin işaret ettiği bir özellik onlarda açığa çıktı) aralarında yaşadıklarını sorgulasınlar, diye... Onlardan biri: "Ne kadar kaldınız?" dedi...(Bazıları): "Bir gün veya bir günün bir parçası kaldık" dediler... (Diğerleri de) şöyle dediler: "Ne kadar kaldığınızı Rabbiniz daha iyi bilir... Şimdi içinizden birini şu gümüşle (parayla) şehre gönderin de şehrin en temiz yiyeceği hangisiyse bir bakıp, ondan size biraz yaşam gıdası getirsin; çok dikkatli davransın ve sizi kimseye fark ettirmesin." (A.Hulusi)

019 - Yine böyle onları ba's de ettik ki aralarında soruşsunlar diye: içlerinden bir söyleyen «ne kadar durdunuz?» Dedi, bir gün yahut bir gün yahut bir günün birazı dediler, ne kadar durduğunuza dediler: rabbiniz alemdir, şimdi siz birinizi şu gümüş paranızla şehre gönderin de baksın hangisi yiyecekçe daha temiz ondan size bir rızk getirsin, hem çok kurnaz davransın ve zinhar sizi birine sezdirmesin. (Elmalı)


Ve kezâlike beasnahüm li yetesaelu beynehüm işte durum böyleyken onları hayata döndürdük. Nihayet kendi aralarında ne olup bittiğini sormaya başladılar. kale kailün minhüm kem lebistüm içlerinden biri bu şekilde ne kadar kaldınız diye sordu. Bunun üzerine kalu lebisna yevmen ev ba'da yevm  diğerleri dediler ki bir gün ya da günün bir parçası kadar, Günün bir kısmı kadar kaldık.

Zaman duygusunu yitirdikleri anlaşılıyor. Zaman mefhumunun orada parantez içine alındığı anlaşılıyor. Unutmayalım zaman mahluktur, zamanı da Allah yaratmıştır. Allah yarattığının mahkumu değil, hakimidir.

Burada ilginçtir Bakara/259.  ayetinde de 100 yıl öldürülüp diriltilen zat aynı sözü söylüyor. Yani bir gün ya da bir günden daha az. İki kıssanın da hedefi aynı. Allah ölüden diriyi, diriden ölüyü çıkaracağını böyle gösteriyor. Yani, hani hatırlarsınız A.İmran suresini işlerken o ayeti de işlemiştim 27. ayet.

kalu Rabbuküm a'lemü Bi ma lebistüm feb'asu ehadeküm Bi verikıküm hazihi ilelMediyneh o anda söze giren daha başkaları ise şöyle dedi; Ne kadar kaldığınızı en iyi bilen sadece rabbinizdir. Şimdi bunu bırakında içinizden birini şu gümüş paralarla şehre gönderin. felyenzur eyyüha ezka taamen fel ye'tiküm Bi rizkın minh bir bakıversin yiyeceklerden en temizi, en uygunu hangisi ise size erzak olarak onu alıp gelsin. vel yetelettaf ve lâ yüş'ıranne Biküm ehadâ fakat çok hassas davransın ve sakın sizin varlığınızı kimseye sezdirmesin.


Devam ediyor E sayfasına geçiniz.
93. videoyu toplu olarak http://kurantefsir.wordpress.com/2012/04/20/islamoglu-tef-ders-kehf-001-02693/ bulabilirsiniz.

25 Nisan 2012 Çarşamba

İslamoğlu Tef. Ders. KEHF (010-014)(93-C)




B sayfasından devam.

10-) İz evel fityetü ilelKehfi fekalu Rabbenâ âtinâ min ledünKE rahmeten ve heyyi' lenâ min emrinâ raşedâ;

Hani o delikanlılar, o mağaraya sığınmışlar ve "Rabbimiz (hakikatimiz olan Esmâ bileşimimiz) bize ledünnünden (aslın olan mutlak El Esmâ mertebesinden açığa çıkan özel bir kuvve ile) bir rahmet (lütfunla oluşacak bir nimet) ver ve bize (bu) işte bir kemâl hâli oluştur" demişlerdi. (A.Hulusi)

010 - O vakit ki o genç yiğitler Kehfe çekildiler de şöyle dediler: ya Rabbenâ! Bizlere ledünnünden bir rahmet ihsan eyle ve bizim için işimizden bir muvaffakıyet hazırla. (Elmalı)


İz evel fityetü ilelKehfi fekalu Rabbenâ âtinâ min ledünKE rahmeten ve heyyi' lenâ min emrinâ raşedâ hani zamanın birinde o gençler mağaraya sığınmışlar ve rabbimiz demişlerdi. Bize yüce katından bir rahmet bahşet ve bizi içine düştüğümüz şu durumdan dolayı doğru bir sonuca ulaştıracak bir bilinçle bir şuurla donat.


11-) Fedarebna alâ azânihim fiyl Kehfi siniyne adeda;

Bu sebeple uzun yıllar o mağarada onların kulakları üzerine vurduk (algılamalarını dünyaya kapadık, uyuttuk). (A.Hulusi)

011 - Bunun üzerine müteaddin seneler kehifte kulakları üzerine vurduk. (Elmalı)


Fedarebna alâ azânihim fiyl Kehfi siniyne adeda bunun üzerine biz de kulaklarına yıllar boyu onları dış dünyaya kapatan bir mühür vurduk. Dış dünyaya kapattık. Özel bir moda geçirdik. Çok özel bir hayat düzlemine aldık. Ona bizin bildiğimiz ve yaşadığımız hayat diyemeyiz. Belki bildiğimiz anlamda ölüm de diyemeyiz. Bu ikisinin dışında bir hayat mertebesi diyebiliriz. Allah daha iyisini bilir.

Bunu uyku olarak alıyor müfessirlerimiz. Fakat biraz önce de söyledim bu kıssada uyku sözcüğü hiç geçmiyor. Bu hayat mertebelerinden, ki hayatın bir tek ya da iki mertebesi yok. Bir çok mertebesi var. Ki hayatın farklı mertebelerini Üstad Bediüzzaman Said Nursi gerçekten de risalelerde güzel bir biçimde, veciz bir biçimde açıklar.


12-) Sümme beasnahüm li na'leme eyyül hızbeyni ahsa lima lebisû emeda;

Sonra onları bâ'settik, iki grubun hangisinin, kaldıkları süreyi daha iyi tahmin edeceğini bilelim (daha iyi hesap edeceği ortaya çıksın) diye. (Burada bilelim demek, açığa çıkaralım, fiilen tahakkuk ettirelim de kendileri de anlasın demektir. {Elmalılı Tefsir; Cilt:5 Sayfa:3226})(A.Hulusi)

012 - Sonra da onları ba'settik ki hep bilelim: iki hizbin hangisi bekledikleri gayeyi iyi hesap etmiş? (Elmalı)


Sümme beasnahüm li na'leme eyyül hızbeyni ahsa lima lebisû emeda sonra onları dirilttik ki geçip giden süreci iki gruptan hangisinin olayın hikmetine uygun değerlendireceğini seçip ortaya çıkaralım diye.

Evet, beasnahüm sonra onları dirilttik diyor. Ba’sü ba’del mevt öldükten sonra dirilişte kullandığımız o kelime burada kullanılan. Ya da gönderdik manasına da gelebilir. Ama uyandırdık anlamına almışlar. Biraz da tarihsel anlatıma uygun olarak müfessirlerimiz.

Fakat bu fazla serbest bir çeviri biçimi olsa gerek. Biraz yorum ağırlıklı bir çeviri. Oysa ki Bakara/259. de benzer bir olay anlatılır. Üzeyir kıssası diye bildiğimiz olay. Orada 100 yıl öldükten sonra diriltildiği ifade edilir o zat. Öldükten sonra diriltildiği ifade edilir açıkça. Onun için de bu kıssa ile Bakara/259 de yüz yıl öldürüldükten sonra diriltilen o zatın kıssasını birlikte okumak çok daha aydınlatıcı ve tefsir edici olacaktır.

Burada ki hızbeyni ifadesi bize göre 21. ayette gelecek olan bu olay üzerine iki farklı bakış açısına bir atıf yapıyor. Yani bu olayı;

1 - Atıf yaptığı hakikate bakarak okuyan bakış açısı, Yani camdan bakıp gerçeği izleyenler.

2 – Cama bakıp arkasını görmeyenler.

Yani bir parmağın gösterdiği aya bakanlar, bir de parmağa bakıp parmağın gösterdiği yeri hiç göremeyenler. İki hizipten kasıt, iki bakış açısı olsa gerektir.


13-) Nahnu nekussu aleyke nebeehüm Bil Hakk* innehüm fityetün amenû Bi Rabbihim ve zidnahüm hüda;

(Rasûlüm) Onların haberlerini Hak olarak sana hikâye ediyoruz... Muhakkak ki onlar Rablerine (Bi-Rabbihim = hakikatleri olan şuurlarında olarak) iman etmiş delikanlılardı... Biz de onların hakikatlerini yaşamalarını kuvvetlendirdik. (A.Hulusi)

013 - Biz sana onların kıssalarını doğru olarak naklediyoruz: hakikat bunlar, bir kaç genç yiğit rablerine iman ettiler, biz de hidayetlerini artırdık ve kalplerine rabıta verdik. (Elmalı)


Nahnu nekussu aleyke nebeehüm Bil Hakk sana onların haberini mutlak hakikate atıf olan boyutlarıyla birlikte aktaracağız. İşte burada ki Bil Hakk, anahtar bir terim. Bütün gerçekliği ile şeklinde de çevrilebilir. Hatta aslına uygun olarak biçiminde de çevrilebilir. Fakat vahyin maksadına uygun en doğru anlayış Bil Hakk ibaresini bizim çevirdiğimiz, tercih ettiğimiz gibi olmalıdır ki, Hakikate atıf olan boyutlarıyla, Bil Hakk şeklinde çevirdik.

Asıl amaç, burada anlatılan kıssanın amacı ölüm ve hayatın hakikatine, tabiatına bir atıftır. İşte hakikatte odur. Yoksa kıssanın kendisi değildir, ayrıntıları değildir. Onun içinde kıssanın bitişinde gelecek bir ayeti kerime doğrudan bu kıssanın muhatabı olan tüm müminlere, ama başta Resulallah’a bu kıssa hakkında kimseden ayrıntı istemeye kalkma. Yani parmağa değil, parmağın gösterdiği yere bak emri gelir. Onun için burada kıssanın yaptığı atıf, yani kıssadan hisseye bir atıf vardır. Onun için de;

..fa'tebiru ya ulil'ebsar (Haşr/2) ayetinde olduğu gibi. Ey basiret sahipleri ibret alın, geçiş yapın, ebur geçmek demektir. Yani bu anlatılan şeyden, onun arkasında yatan hakikate geçin.

Bu kıssalar, ki Yusuf kıssası, Habil Kabil kıssası, Musa Harun kıssası, Süleyman Belkıs kıssası Yahudi kutsal metinlerinde de geçer. Fakat Kur’an da ki geçişi çok farklıdır. Ahlaki ve akidevi sonuçlar çıkarmak için geçer Kur’an da Yoksa sahibini malumat sahibi kılmak için değil muhatabını.

innehüm fityetün amenû Bi Rabbihim ve zidnahüm hüda şu bir gerçek ki onlar rablerine iman etmiş gençlerdi ve biz de onların doğru yolda olma bilincini artırmıştık.


14-) Ve rabatna alâ kulubihim iz kamu fekalu Rabbuna RabbüsSemavati vel Ardı len ned'uve min dûniHİ ilâhen lekad kulna izen şetata;

Onların kalplerine râbıta koyduk (şuurlarını, müşahede hâlinde devamlı kıldık)! İşte (o delikanlılar) ayağa kalktılar da şöyle dediler: "Rabbimiz (aslımız olan El Esmâ mertebesi), semâların ve arzın Rabbidir (varlıkta olan her şeyi El Esmâ'sıyla oluşturandır)! O'nun dûnunda (o kavrama denk olmayan) ilâh (varlıkta tasarruf eden) kabul edemeyiz! Andolsun, bunun aksini dillendirirsek o takdirde akıl ve mantığın alamayacağı kadar saçma bir laf etmiş oluruz." (A.Hulusi)

014 - O vakit ki kıyam ettiler de dediler: bizim rabbimiz Göklerin ve Yerin rabbi, biz ihtimali yok ondan başka bir ilâhe tapmayız, doğrusu o surette cidden saçma söylemiş oluruz. (Elmalı)


Ve rabatna alâ kulubihim öyle ki onların yüreklerini imanda sabit kılmıştık. Yüreklerini imanda sabit kılmıştık, imanda sabit olmasaydı içinde bulundukları toplumu, belki çoluk çocuğunu, belki eşlerini, ailelerini, belki mevkilerini, makamlarını, servetlerini terk edipte Allah için bu eyleme girişirler miydi. Evet, imanda sabit kılınmak nasıldır onun modeli veriliyor burada.

 iz kamu fekalu küfre baş kaldırdıkları zaman, kamu, kıyam ettikleri zaman, ayaklandıkları, baş kaldırdıkları zaman aralarında şöyle konuşmuşlardı.

Rabbuna RabbüsSemavati vel Ardı len ned'uve min dûniHİ ilâhen bizim rabbimiz göklerin ve yerin rabbidir. Asla onu bırakıp ta ilah diye başkalarına kulluk etmeyiz. lekad kulna izen şetata eğer böyle yaparsak asıl o zaman haddimizi aşmış oluruz. Gerçekten uzaklaşmış oluruz.


Devam ediyor D sayfasına geçiniz.