30 Eylül 2013 Pazartesi

İslamoğlu Tef. Ders. NECM (01 - 06)(167-A)






Rabbeneftah bil hayr, vahtim bil hayr, Rabbi yessir ve lâ tüassir, Rabbi temmim bil hayr.

Rabbişrah liy sadriy;

Ve yessirliy emriy;

Vahlül ukdeten min lisaniy;

Yefkahu kavliy; (Tâhâ 25-26-27-28)

Rabbim, göğsüme genişlik ver, kolaylaştır işimi, düğümü çöz dilimden, ki anlasınlar beni. Amin, amin, ya mu’iyn..!

Değerli Kur’an dostları. Büyük mutasavvıf İslam irfanını ilk kez kodifiye eden, tedrin eden ve ekolleştiren Haris Bin Esed El Muhasibi, Kur’an akıldır der. Kur’an a anlayarak yaklaşmayan akıldan mahrum kalmıştır. Yine aynı şahıs; Kur’an, senin gökyüzündeki ruhun, yer yüzünde ki bedenindir. Ona yaklaşır, onunla kucaklaşır, onu hayatına giyersen ruhuna ve bedenine birlikte sahip olmuş olursun. Kur’an sız kalmak; İz’ansız ve irfansız kalmak değil sadece, aynı zamanda akılsız kalmak anlamına geliyor. Rabbim bizi Kur’an sız bırakmasın.

Bugün Necm suresinin tefsirini yapacağız inşallah. Necm suresi adını ilk ayetinden alır. Keriym sahabe bu sureyi bu adla anmış. Demek ki daha sahabe döneminde sure adını bulmuş.

Sure Mekki bir sure, hatta Mekke döneminin 3 dilimlik zamanında ilk dilimine tekabül ediyor. Tüm iniş tertiplerinde Abese ve İhlas sureleri arasında yer almış. Buna göre yaklaşık bir tarih vermemiz gerekirse nübüvvetin 2 ile 4. yılları arasını verebiliriz. Tek celsede ya da peyderpey inmiş olması muhtemeldir. İniş sırası, nüzul sırası 23. sıraya tekabül eder.

İbn Abbas’ın nakline göre Allah Resulünün ilk defa müşriklere açıktan ilan ettiği sure Necm suresidir. Bunun anlamı; Bu sure İslam tarihinde, nübüvvet tarihinde, Muhammedî davet döneminde bir dönüm noktasıdır. Çünkü müşriklerin tanrılarının yerildiği, açıkça eleştirildiği Kur’an da nazil olan ilk sure bu suredir.

Müşrikler kendi tanrılarını açıkça eleştiren ve yeren bu sure ile karşılaştıklarında, daha önceleri Resulallah’ın davetine karşı ne icabet ediyorlar, ne de saldırganlaşıyorlardı. Ama bu sureden sonra artık tavır değiştirmeye karar verdiler ve Muhammedî davete saldırıya geçtiler. Onun için bu sure davet döneminde bir dönüm noktasını oluşturur.

Surenin konusuna gelince; Sureyi 3 bölümde değerlendirebiliriz konu itibarıyla.

1 - Vahye ve vahyin kaynağına atıf. Nebinin vahiy meleğiyle iki ayrı görüşmesini ayrıntılı bir biçimde ele alır bu sure. Hatta bu açıdan Kur’an da tek suredir. İsra/1. ayetini saymazsak vahiy meleğiyle, vahyin ilk muhatabı olan Allah Resulü arasında ki ilişkinin bu kadar ayrıntılı ve detaylı ele alındığı bir başka yer yoktur. 1 ile 18. ayetler bu konuya ayrılmış. Bu vahyi inkar edenleri ret, vahye iman edenleri ise teskin ve teşvik anlamına geliyordu.

2 – Surenin 2. bölümü Kureyş’in bozuk tanrı tasavvuruna ayrılmış. Aracı putların reddiyle ilgili bu bölüm, sahte tanrılara tapanların psikolojik tahlillerini, bir başka ifadesi ile psikanalizini yapar. Gerçekten de surenin 2. bölümünde zemin ve zamanla irtibatlı olmaksızın, tüm zemin ve tüm zamanlarda Allah’tan uzak düşen bir akıl, nasıl açmazlara saplanır. Soyut düşünme yeteneğini kaybeden bir akla nasıl sefalet arız olur. Biz bunun tipik bir örneğini görüyoruz bu bölümde. Ki 19 – 32. ayetler arası bu konuyu işler.

3 – Surenin 3. bölümü ise insanın ebedi istikbali ile alakalıdır. İnsan iradeli olarak yaptığı tüm fiillerinde ya ödülü ya da cezayı hak eder. Çünkü irade iç güdüye benzemez. İrade ile iç güdüyü ayıran şey, toprak olmakla olmamak arasında ki fark kadardır. İrade ile içgüdüyü ayıran şey, yok olmakla var olmak arasında ki farktır. İrade ile yapılan bir eylem mutlaka hesabı sorulacak bir eylemdir. Onun için Ahiret iradeye verilmiş bir ödüldür. Hatta cennetiyle cehennemiyle. Çünkü ahiretten bahsetmek öldükten sonra yaşamaktan bahsetmektir. Yani ölmemekten ölümsüzlükten bahsetmektir.

Dolayısıyla var olmak, var olmayı sürdürmek başlı başına yok olmak arasında bir ödüldür. Ondan sonra ödül ve ceza gelir. Cennet ve cehennem gelir. Onun için var olmak öldükten sonra da yaşamayı bir başka düzlemde sürdürmek; iradeye Allah’ın verdiği bizatihi bir ödüldür. Sure iradeye ve iradeli fiillere verilecek olan ödül ve ceza sahneleriyle son bulur. Ki 33 – 62. ayetler arası buna ayrılmıştır.

Tüm zamanlar ve tüm mekanlar için geçerli ilahi ölçü de işte bu son bölümde dile getirilir. O şudur;

Bismillah; Ella teziru vaziretün vizre uhra (38) Ve en leyse lil İnsani illâ ma se'a (39) hiç kimse bir başkasının sorumluluğunu yüklenmez. Her insan için sadece ve sadece çabasının karşılığı vardır.

Bu ilahi sözlerin, bu gök ilkelerinin, bu evrensel prensiplerin sesi 1.400 yıl öteden bugüne yankılana yankılana devam etmektedir ve bundan böyle de yankılanacaktır. Bu kısa özetten sonra şimdi suremizi tefsire geçebiliriz.

[Ek bilgi; Bu sure de şu üç konu üzerinde durulmuştur;
1) İnandığınız din zanna dayanmaktadır. İlahlıkla hiçbir ilgileri olmamasına rağmen, Lat, Uzza ve Menat gibi putlara tapıyorsunuz. Bunlar sadece sizlerin akide haline getirdiğiniz vehim ve arzularınızdır. Fakat bu büyük bir sapıklıktır. Çünkü "din" zan değil, hakikattır, dolayısıyla zanna değil ilme (vahye) dayanmalıdır.
2) Allah bu kainatın yegane sahibidir. Doğru yol üzerinde olanlar, ancak Allah'ın gösterdiği yolu izleyenlerdir. Bu yolun dışına çıkanlar ise sapıklardan başkası değildir.
3) Asırlar önce Hz. İbrahim'in ve Hz. Musa'nın sahifelerinde beyan olunan dinin temel prensipleri, şimdi tekrar beyan olunmaktadır. Yani, Hz. Muhammed'in (s.a) getirdiği din yeni bir din olmayıp, Allah'ın her dönemde gönderdiği dinin ta kendisidir. (Ebu’l Alâ Mevdudi – Tefhimu’l Kur’an)]



Rahman, Rahiym olan. Özünde merhametli, işinde merhametli olan. Varlığa karşı rahiym, rahman, mü’minlere karşı özel bir merhametle rahiym olan. Rahmeti, merhameti, bağışı, affı bütün bir varlığı kuşatmış olan Allah adına. Neden? Çünkü vahiy bir gök sofrasıdır. Vahiy insanlığın önüne çıkarılmış bir gök sofrası olarak onun ebedi hayatta yaşaması için gerekli olan tüm manevi gıdalar bu sofrada bulunur. İnsan, Mahlukat aleminin en dikkate değer üyesi. Var oluş aslında merhametin bir eseri. Allah rahmetini varlığı var ederek gösterdi. İnsana irade vererek bu merhameti kat kat kıldı ve irade verdiği insana tenezzül buyurarak, nüzul ederek, yani vahyini gönderip konuşarak ona olan rahmetini perçinledi. Vahiy Allah’ın insana olan merhametinin çok özel bir ifadesidir. Onun için biz vahye BismillahirRahmanirRahıym diye başlarız.


1-) Ven necmi izâ heva;

Necm'e (bölüm bölüm açığa çıkararak tüm hakikati anlatana) yemin olsun ki, (A. Hulusi)

01 - O Necme kasem ederim indiği dem ki. (Elmalı)


2-) Ma dalle sahıbuküm ve ma ğavâ;

Arkadaşınız ne saptı ne de azdı! (A. Hulusi)

 02 - Şaşırmadı sahibiniz azıtmadı da. (Elmalı)


3-) Ve ma yentıku anil heva;

(O), hevâsından (hayalî şeyleri) konuşmaz! (A. Hulusi)

03 - Ve hevadan söylemiyor. (Elmalı)


4-) İn huve illâ vahyun yuha;

O yalnızca vahyolunan bir vahiydir! (A. Hulusi)

04 - O sade bir vahiydir ancak vahyolunur. (Elmalı)


Ven necmi izâ heva. (1) Ma dalle sahıbuküm ve ma ğavâ (2) Ve ma yentıku anil heva (3) İn huve illâ vahyun yuha (4) Vahyin aşamalı, parça parça, peyderpey inişini düşün. Ven necmi izâ heva Ven Necm; İlk anlamı yıldız. Fakat bu kelime aynı zamanda Kur’an ın parça parça inişini ifade eden temcin sözcüğünün de türetildiği kelime. Onun için parça parça inişi, peyderpey inişi, aşamalı olarak inişi ifade eder. Ki İbn. Abbas’tan büyük öğrencisi Mücahid’in nakline dayanır bizim tercihimiz. Yoksa ilk anlamıyla çevirirsek ayeti, göründüğü zaman yıldızı düşün anlamını verebiliriz.

Ma dalle sahıbuküm ve ma ğavâ arkadaşınız ne sapmıştır ne de kanmıştır. Yani o ne kendiliğinden yoldan çıkmıştır, ne de bir başkası onu yoldan çıkarmıştır. Eğer böyle düşünüyorsanız yanlış düşünüyorsunuz. Eğer böyle düşünüyorsanız yalnızca Allah Resulüne hakaret etmiş olmazsınız, Allah’a da hakaret etmiş olursunuz. Çünkü o elçidir. Elçinin onuru, onu gönderen kapının onurudur. Elçiye zeval olmaz. Siz elçiye eğer hakaret ederseniz, aslında bu elçiyi gönderene hakaret olarak anlaşılır. Hala aklınızı başınıza almayacak mısınız.

[Ek bilgi; Dikkat ederseniz burada; “arkadaşınız, sahibiniz” denmektedir. Elçimiz, Resûlümüz demiyor da Rabbimiz, arkadaşınız diyor. Sizin kendisini tanıdığınız, kendisiyle sohbet edip, arkadaşlık kurduğunuz, sizin lehinize hareket eden dostunuz deniyor.
Şu içinizde doğup büyüyen, çocukluğu, gençliği aranızda geçmiş, tüm geçmişini tanıdığınız, tüm hayatına muttali olduğunuz, hepinizin yakından bildiği arkadaşınız. Kırk yıllık geçmişiyle aklına, ahlâkına, eminliğine, dürüstlüğüne şahit olduğunuz, aleyhinde delil getirebileceğiniz bir tek falsosuna bile şahit olmadığınız, bir tek yüz kızartıcı suçuna muttali olmadığınız, tek bir yalanını yakalamadığınız, sizi asla aldatmamış, emânetlerinize zerre kadar hain davranmamış, Allah kullarını aldatmamış bir insanın, kırk yaşından sonra birden bire değişerek Allah’tan kendisine böyle bir vahiy gelmediği halde, Allah yeryüzünde kendisini sözcü seçmediği halde, Allah’a iftira ederek, Allah kullarını aldatarak; “bana vahiy geliyor” diye yalan söyleyip, insanları kandırmasını nasıl düşünebiliyorsunuz?
Nasıl diyebiliyorsunuz bunu tüm hayatını tanıdığınız emin bir kimseye? Kendisi asla sapmayan, insanları da saptırmaya çalışmayan, kendisi asla aldanmayan, sizi de asla aldatmaya çalışmayan arkadaşınız hakkında nasıl şüphe edebilirsiniz? diye Rabbimiz elçisinin doğruluğuna, hak yolda oluşuna şahadette bulunuyor. (Besâiru’l Kur’an- Ali Küçük)]

Ve ma yentıku anil heva O kendi keyfinden konuşmamaktadır. Yani ben size Allah’ın kelamını iletiyorum derken, bu kendi sözleri değil, Allah’ın ona indirdiği vahyidir. Bu ayetten yola çıkarak Resulallah’ın mübarek dudaklarından dökülen her cümleyi, her sözü vahiy ilan etmek elbette ki doğru değil. Çünkü en çok ben de sizin gibi bir insanım, bir beşerim sözcüğünü duyduğumuz zat Resulallah’tır. (Kul innema) ene beşerün mislüküm. (Hadis) Ki rabbimiz ona ben de sizin gibi bir insanım demesini mükerreren emrediyor. Bu ayette ifade buyrulan şey bizzat vahyin kendisidir.

İn huve illâ vahyun yuha işte bu ayette delilidir. Bu vahiy, bu Kur’an kendisine indirilmiş olan bir vahiyden ibarettir. Yani o ben konuşuyorum, benim sözümü dinleyin, bunları ben söylüyorum demiyor. Bunları Allah’tan aldım diyor. Allah’tan aldım diye size ilettikleri sadece vahiydir. Ama Allah’tan aldım demedikleri ise vahiy değildir. Bu zaten bu anlama gelir.

Muhtemelen nüzul sürecinde vahiy teriminin geçtiği ilk yer burası. İslam öncesinde bu kelime kullanılıyor mu? Evet, cahiliye de bu kelime kullanılıyor. Vahiy sözcüğü kullanılıyor. Fakat bu anlamda değil. Mesela dikili taş anıtlar için kullanılıyor. İki ana niteliği var kelimenin. Etimolojisinde, kök anlamında iki mana var. Birincisi sürat, ikincisi ise hıffet. Yani birincisi hızlılık, süratlilik ikincisi gizlilik, kapalılık, örtülülük. Bu kelime ile ifade edilen tüm versiyonlar bu iki ana anlamı taşımak durumunda. Bir mesajı dil dışı bir yolla muhatabına iletmeye vahiy diyoruz. Ki ilham, işaret, ima, ilka ve ihsas vahyin anlam alanına dahildir. Bir şeyi karşıdakine ima etmek, veya işaretle bildirmek dil dışı yöntemle, işaretle. Onu al oraya koy diyoruz mesela. Mesela sus diyoruz. Bunlarda dil dışı yöntemle bir manayı muhataba iletmek.

İlahi anlamların vasıtalı ya da vasıtasız vahyin ilk muhatabı olan peygamberin kalbine ilham ve ilka edilmesine ıstılahta vahiy denilir. Vahiy tüm süreçleriyle gerçek bir mucizedir. Akıl sır ermez bir mucizedir. Nasıllığını asla kavrayamaz insan. İşte o soruya ilişkin sınırlı bir bilgiyi Kur’an, vahiy, kendisi bu surede vermektedir. Aşkınla içkin arasında ki akıllar üstü ilişki ve iletişim biçimine tekabül eder. Gerçekten de insan aklı melek gibi madde üstü bir varlıkla, insan gibi maddi bir varlığın nasıl bir zeminde buluştuğunu, konuştuğunu, mesajın ilahi anlamıyla, mesajın lahuti başı ile, aşkın başıyla, içkin ayağının, yani kelimelerin nasıl birbirine kavuştuğunu, yani kelimelerin ruhu olan anlam ile kelimelerin cesedi olan harflerin birbirine nasıl ilka edildiğini, üflendiğini biz insanoğlu basit bir biçimde anlayamayız. Zaten bunu anlatan da yok. Bize ancak bunu ilahi bir vahiy anlatırdı. O da bize işte şu anda okuyacağımız ayetlerde gördüğümüz kadar anlattı. Şimdi biz bu mucizenin nasıl gerçekleştiğine  ilişkin üstü örtülü, mecazi bir dille, sembolik bir dille kısa bir anlatımını göreceğiz.


5-) 'Allemehu şediydulkuva;

O'na kuvveleri şiddetli olan talim etti! (A. Hulusi)

05 - Talim etti ona kuvveleri şiddetli. (Elmalı)


'Allemehu şediydulkuva onu melekeleri çok güçlü bir melek öğretti. Şediydulkuva. Kuva’yi meleke diye çevirdim. Melekeleri çok güçlü bir melek. Zaten melekle meleke aynı kökten. Onun için hep derim insanda iyilik haline gelmiş, oturmuş ahlakı hamideye, güzel ahlaka meleke denir. Aslında bu meleğin insanda ahlaka dönüşmesidir. Melek sizde oturdu da ahlaka dönüştü mü meleke olur.


6-) Zû mirretin, festeva;

O (kuvve) kendini fark ettirdi, böylece de istiva etti (böylece de vahye açık hâle geldi)! (A. Hulusi)

06 - Bir kuvvet sahibi, hemen duruklandı. (Elmalı)


Zû mirretin, festeva . Zü mirra; gerçekten çaplı bir kelime etkileyici ve tam donanımlı o melek, etkileyici, tam donanımlı. Aklı şaşırtan, aklı yaya bırakan. Mirra akıl manasına da geliyor, etki manasına da geliyor, güç manasına da, kuvvet manasına da geliyor. Bir çok anlamı var. etkileyici ve tam donanımlı bir melek. Festeva; derken o kendini olanca haşmetiyle gösterdi ve ortaya çıktı.

Vahiy meleği Cebrail’den söz ediliyor elbette. Efendimiz bir haberde onu 600 kanadıyla gördüm ufku kaplamıştı buyuruyor. Bu da tabii ki 600 kanat, yani durdum da teker teker saydım anlamına gelmiyor. Bu şu anlama geliyor; tariften acizim. İnsan gözünün, insan aklının, insan havsalasının almayacağı kadar muhteşem bir olay, bu anlama geliyor.

Bu son ayet Festeva, ikinci bir mana ile de çevrilebiliriz bunu. Tüm varlığıyla doğruldu, tüm varlığıyla kuşattı, tüm varlığıyla kapladı anlamına gelir. Bu ayetin bu bölümünün yani ikinci yarısının öznesi peygamberimiz de olabilir. O zaman öznesi peygamberimizse eğer o zaman peygamberimiz kalktı, doğruldu anlamına gelir. Ama tercihim bu değil benim tercihim tekvir/23. ayetine dayanıyor ki o da tercihimizi doğrular nitelikte.


Devam ediyor B sayfasına geçiniz.
167. videoyu toplu olarak BURADA bulabilirsiniz.

27 Eylül 2013 Cuma

İslamoğlu Tef. Ders. TÛR (40 - 49)(166-E)



D sayfasından devam

40-) Em tes'eluhüm ecren fehüm min mağremin müskalun;

Yoksa onlardan bir karşılık istiyorsun da, (bu yüzden) ağır bir borç yükü altına mı girmişler? (A. Hulusi)

40 - Yoksa kendilerinden bir ücret istiyorsun da cereme vermekten ezilmekteler mi? (Elmalı)


Em tes'eluhüm ecren fehüm min mağremin müskalun yoksa onlar senin kendilerini ağır bir yükümlülük altına sokacak bir bedel ödetmenden mi korkuyorlar, çekiniyorlar. Yani senin kendilerine ağır bir bedel ödeteceğinden mi çekiniyorlar. Çok ilginç, gerçekten tarihsel karşılığı olan bir ayet bu. Ne tarihseli, aynı zamanda bire bir bugün de yaşanan bir ayet tüm ayetler gibi.

Yine çelişki tabii ki, yine bir çelişkiyi ortaya seriyor Kur’an. Hem Allah’ın hazinelerinin sahibi gibi böbürleneceksiniz, hem de yeni davetin konforlarınızı bozacağından korkup davetçiyi kovalayacaksınız. Evet, kendilerini tehlikeye sokacağından korkuyorlardı. Nütref idiler onlar, refah içinde şımarmış kimselerdi. Onun için istikrara oynuyorlardı. Kendi içinde bulundukları küfür durumunun adını istikrar koymuşlardı. Aman istikrar bozulmasın diyorlardı ve Resulallah’a saldırırken de istikrar bozucu insan olarak saldırıyorlardı.

Neydi istikrar? Küfür istikrarı. Neydi istikrar? Haram istikrarı. Neydi istikrar? Zulüm istikrarı. Neydi istikrar? Onun bunun malını çalma ve çırpma istikrarı. Yani halksız kazanma ve bu kazançla böbürlenip başkaları üzerinde tahakküm oluşturma istikrarı. Onlar günahın istikrarını istediler. Haramın istikrarını istediler. Allah Resulü ise günahın, haramın ve küfrün istikrarını ve istikbarını bozmak için gönderildi.

Bugün de aynı baksanıza. Hakikatin istikrar adını koydukları çıkarlarını bozacağını düşünenler hakikate karşı al görmüş boğa gibi nasıl saldırırlar. Hiçbir fark yok mantıkta.


41-) Em 'ındehümül ğaybu fehüm yektubun;

Yoksa gayb onların indînde de, (ne olacağını) onlar mı yazıyorlar? (A. Hulusi)

41 - Yoksa gayb onların yanında da onlar mı yazıyorlar? (Elmalı)


Em 'ındehümül ğaybu fehüm yektubun ne yani idraki aşan hakikatlere vakıflar da onu kendileri mi kayıt altına alıyorlar. Kaderi, ölçüyü kendileri mi koyuyorlar, belirliyorlar şeklinde de anlayabiliriz.


42-) Em yuriydune keyda* felleziyne keferu hümül mekiydun;

Yoksa tuzak kurmak mı diliyorlar? O hakikat bilgisini inkâr edenler tuzağa düşenlerin ta kendileridir! (A. Hulusi)

42 - Yoksa bir tuzak mı kurmak istiyorlar? fakat o küfredenler kendileri o tuzağa düşeceklerdir. (Elmalı)


Em yuriydune keyda onlar bir tuzak tasarlıyor olmasınlar sakın felleziyne keferu hümül mekiydun işte bu, Bakın ne diyor; Fakat kurdukları tuzağa düşecek olan yine o kafirlerin ta kendileridir. Ava gidiyorlar diyor zımnen, fakat avlanacaklar. Hakikati avlamaya giden herkes gibi, her yalan gibi onlar da avlanacaklar. Tarihte hakikati avlamak için yola çıkmış hiçbir yalan avlanmaktan kurtulamamıştır. Hakikate tuzak kuran mutlaka tuzağı kendisine döner.


43-) Em lehüm ilâhun ğayrullah* subhanAllâhi amma yüşrikûn;

Yoksa onların Allâh'ın gayrı tanrıları mı var? Subhan'dır Allâh, ortak koştuklarından! (A. Hulusi)

43 - Yoksa onların Allah dan başka bir ilâhları mı var? Allah onların koştukları şirklerden münezzehtir. (Elmalı)


Em lehüm ilâhun ğayrullah en nihayet, 15 tane “em” edatı var şu yarım sayfa da 15. si geldi. Onun için ben 15. “em” i ya yoksa diye çevirmedim, en nihayet diye çevirdim. En nihayet onların Allah’tan başka bir ilahı mı var. subhanAllâhi amma yüşrikûn sübhanAllah, aynen böyle de diyebiliriz. Ama açalım; Allah onların şirk koştukları her şeyden aşkın ve yücedir. Ne münasebet, zımnen böyle de anlaşılabilir. Ne münasebet, Allah onların şirklerinden berîdir.


44-) Ve in yerav kisfen mines Semai sakıtan yekulu sehabün merkum;

Eğer semâdan düşen bir parça görseler: "Üst üste yığılmış bulutlar" derler. (A. Hulusi)

44 - Hem onlar Semadan bir kıt'ayı düşerken görseler, teraküm etmiş bir bulut diyecekler. (Elmalı)


Ve in yerav kisfen mines Semai sakıtan yekulu sehabün merkum imdi eğer onlar gökten bir parçanın düştüğünü görseler, o bir bulut yığınından ibarettir derlerdi. İlginç, buna benzer bir olay hatırlıyor muyuz? Hatırlıyoruz, Ad kavminden hatırlıyoruz. Hani Ad kavmi anlatılırken Ahkaf suresinde, yanılmıyorsam 24. ayet olarak hatırlıyorum; Bela bulutunu gelirken görüyorlar Ad kavmi. Helaki hak etmiş bu azgın kavim. Çölde büyük bir medeniyet kurmuş bir kavim bu. İrem bağlarının sahipleri olduğu söylenir.

hazâ 'âridun mümtıruna” (Ahkaf/24) diyorlar ayetin bize haber verdiğine göre. Bu bize su getiren, yağmur getiren mübarek bir bulut. Tuzak kuran, ava giden avlanır ya, belayı yağmur gibi görmek, tıpkı bu günahkarın günahı lezzet ve zevk olarak görmesine benzemez mi? Aslında önü benzeyenin sonu da benziyor. Bela bulutunu yağmur gibi görmek. Belki bela bulutu için dua etmek, sevinmek, belasına sevinmek. İlginç bir şey, belasını istemek. Bütün zımni anlamlar içinde bu.


45-) Fezerhüm hattâ yulaku yevmehümülleziy fiyhi yus'akun;

Bırak onları, dehşeti yaşayacakları (ölüm) günlerine kavuşuncaya kadar! (A. Hulusi)

45 - O halde bırak onları ta o çarpılacakları günlerine kadar. (Elmalı)


Fezerhüm hattâ yulaku yevmehümülleziy fiyhi yus'akun artık onları dehşetten kendilerini kaybedecekleri günle karşılaşıncaya kadar kendi hallerine bırak.

Fezerhüm; Nerede bu ibareyi gördünüzse, sen kendi gündemini takip et. Düşmanın senin gündemini belirlemesin. Gündemini onlar belirlemesin. İşine bak anlamlarını zımnen göreceğiz ve anlayacağız. Tabii bu aynı zamanda hepimize, tüm muhataplara. İşinize bakın, düşmanınız sizin gündeminiz olmasın, gündeminizi belirlemesin. Siz belirlediğiniz gündemi her türlü ayartmaya rağmen takip edin. Zımni anlamı böyledir, böyle anlayacağız.


46-) Yevme lâ yuğniy anhüm keydühüm şey'en ve lâ hüm yunsarun;

O gün ne tuzakları onlardan bir şey defeder ve ne de onlara yardım eden olur! (A. Hulusi)

46 - O gün ki hiç bir tedbirlerinin kendilerine zerrece faydası olmayacaktır ve hiç bir suretle kurtarılmayacaklardır. (Elmalı)


Yevme lâ yuğniy anhüm keydühüm şey'e o gün tuzakları kendilerine hiçbir yarar sağlamayacak. Tuzakları, Aslında en büyük tuzağı insanın zihni kendisine kurar. İnsanın zihninin kendisine kurduğu tuzaksa, insan için kurulmuş en dehşet tuzaktır.Kendi kurduğu tuzağa kişi, başkalarının kurduğu tuzaktan daha beter düşer. Çünkü kendi zihni kendisine tuzak kurarsa, başkalarının kurduğu tuzak gibi onu anlaması çok zor olur. Dışardan bakınca tuzağı anlayabilir. Fakat içerde ki tuzağı göremeyebilir. Onun için zihnimizin bize kuracağı ve kurduğu tuzaklardan Allah’a sığınacağız. Çünkü insan zihni kendi sahibine tuzak kurarsa, onu ona süsler, süslü gösterir. vezeyyenehu diyordu ya, tezyin eder onu, süslü gösterir.

Şeytanın işlerinden biridir bu. İnsana amelini, kötülüğünü süslü göstermek. Tıpkı zehiri kristal kadehle sunmak gibi bir şey. Tıpkı kalpazanlığı yapanların yaptıkları sahtekarlığı gizlemek için en ideal yalan uydurmaları, baskı kullanmaları, kağıt kullanmaları, mürekkep kullanmaları gibi değil mi? Kalpazanlık ne kadar rafine yapılırsa muhatap aldanmaya o kadar yatkın olur.

ve lâ hüm yunsarun ve kendilerine asla yardım ulaşmayacak.


47-) Ve inne lilleziyne zalemu azâben dune zâlike ve lakinne ekserehüm lâ ya'lemun;

Muhakkak ki o zâlim olanlara oradakinden önce de bir azap vardır! Ne var ki onların çoğunluğu bilmezler. (A. Hulusi)

47 - O zulmedenlere ondan beride de bir azâb vardır velâkin pek çokları bilmezler. (Elmalı)


Ve inne lilleziyne zalemu azâben dune zâlike ve lakinne ekserehüm lâ ya'lemun be elbet kendilerine yazık edenleri bu ahiret azabından daha yakın, ya da dun, daha aşağı derecede bir dünya azabına mahkum olmuşlardır. Fakat, ve lakinne ekserehüm lâ ya’lemun onların çoğu bunu kavrayamamaktadırlar.

Çok ilginç, gerçekten üzerinde fazla durulmaya değer bir ayet. Daha yakın daha aşağı bir azap. Dünya da her inkarın, her günahın sahibine ödettiği mutlaka bir bedel vardır. Yani inkar bedeli sadece ahirette ödetmeyecek, dünyada da ödetecek sahibine. En azından nedir bu? İnkarın dünyada sahibine ödettiği bedel, Allah’tan mahrum bir hayat yaşamak. Maneviyattan mahrum bir hayat yaşamak. Manevi lezzetlerden mahrum bir hayat yaşamak. Düşünsenize, ömür boyu bir mü’minin aldığı lezzeti alamayacak. Onun içinde o lezzeti günahların içinde arayacak. Düşünsenize sizin oruç tutarken aldığınız o derin hazzı bir ömür yaşayamayacak. Sizin iman etmekten aldığınız o hazzı yaşayamayacak. Onun da başına bela gelecek, sizin de. Fakat siz bela gelince Allah’a yaklaşacaksınız, o daha da uzaklaşacak. Ve sizin üzülürken dahi, içten içe bir neş’eyi yaşamanızı anlayamayacak. Kazandığınızın bir kısmını Allah yoluna vereceksiniz, o buna şaşıracak, fakat siz de ona şaşıracaksınız. Nasıl beceriyorsun diye. Ve siz onun size şaşırmasına şaşıracaksınız. İşte böyle.


48-) Vasbir lihükmi Rabbike feinneke Bi a'yunina ve sebbıh Bi Hamdi Rabbike hıyne tekum;

Rabbinin hükmüne sabret! Muhakkak ki sen gözetimimizlesin! (Gece) kalktığında Rabbinin Hamdi olarak tespih et. (A. Hulusi)

48 - Hem rabbinin hükmüne sabret çünkü sen bizim nezaretimiz altındasın, kalktığın sırada rabbine hamd ile tesbih eyle, geceden de. (Elmalı)


Vasbir lihükmi Rabbik imdi rabbinin hükmünü sabırla bekle, dirençle bekle, sonuna kadar bekle, acele etme. feinneke Bi a'yunina unutma ki sen bizim gözetimimiz, gözlemimiz altındasın. Çok güzel..! Bizim göz altımızda değilsin, gözetimimiz altındasın. Yani seni göz altına almadık, gözetimimiz altına aldık, seni gözetiyoruz. Olan biten her şey kontrolümüz altındadır anlamına geliyor. Tablonun tümünü görüyoruz, sen görmüyorsun ey peygamber. Ama Allah olarak ben görüyorum. Onun için parçada kötü görünen bütünde güzel durur. Parçada kötü gördüğüne aldırma. Bütün içinde güzel olduğuna kuşkun olmasın. Allah’a havale et. Unutma tablonun bütününü gören yegane varlık Allah’tır. Ona güven, gerisini merak etme.

ve sebbıh Bi Hamdi Rabbike hıyne tekum kalktığın zaman rabbinin yüceliğini hamd ile an.


49-) Ve minelleyli fesebbıhHU ve idbaren nücum;

Gecenin bir kısmında ve yıldızlar kaybolurken de (Rabbinin Hamdi olarak) O'nu tespih et!(A. Hulusi)

49 - Tesbih et ona hem de nücümün idbarı sıra.(Elmalı)


Ve minelleyli bir de geceleyin an fesebbıhHU ve idbaren nücum ve büyün yıldızların çekildiği vakit onun yüceliğini dillendir.

Muhammedi davetin şafağının yaklaştığını söyleyen ayet bu. Gecenin sonuna geliyoruz ey mü’minler, şafak sökecek hazırlanın, hazırlık yapın. Ne yapın? Geceyi diriltin, geceyi bir direnç olarak görün, geceyi değerlendirin. Neden? Uykusunu denetleyemeyen, yarın kucağına koşacak kitleleri ve coğrafyaları nasıl denetlesin. Kendinizi denetleyin, uykunuzu denetleyin, geceyi diriltin ki gündüzünüz dirilsin. Muhalefeti diriltin ki iktidarınız dirilsin. Yokluğu diriltin ki varlık dirilsin. Acı zamanları diriltin ki yarın sevinçli zamanlar gelecek, o da dirilsin. Yani uykunuzu denetleyin ki size koşan kitleleri de denetleyebilesiniz. Kendi kendinizi denetim altına alamıyorsanız, Allah başkalarını denetlesin diye sizi niçin göndersin. Başka coğrafyaları sizi,n avucunuza niçin versin.

[Ek bilgi; Kalkacağın zaman. Yani herhangi bir meclisten kalkarken (Allah'ı tesbih ve tahmid et). Ebû Dâvûd ve Nesâî'nin Sünen'leri ile diğer bazı hadis kitaplarında mevcut olan ve Ebû Berzetel-Eslemî (r.a)den gelen bir rivayette şöyle denilmektedir:
"Resullah (s.a.v) bir meclisten kalkacağı zaman "Ey Allah'ım seni her türlü noksan sıfattan tenzih eder ve sana hamd ederim. Senden başka ilâh olmadığına şehâdet eder, senden mağfiret diler ve (günahlarımdan dolayı) sana tevbe ederim." derdi. Konuyla ilgili soru sorulduğunda da "Bu, mecliste olanlar için keffârettir." demişti.
Bazıları da bunun namaza durulduğu zaman "Ey Allah'ım seni noksan sıfatlardan tenzih eder ve yalnız sana hamd ederim. Senin ismin ne yüce ve makamın ne uludur. Ve senden başka ilâh yoktur." duasının okunması hakkında rivayet edildiğini söylemişlerdir.
Âlimlerden bir kısmına göre de söz konusu âyetten maksat, yataktan kalkıp namaza durduğun vakit demektir. Buna göre âyete, "kalkacağın zaman" mânâsını vermek daha uygun olacaktır. Geceden de onu tesbih et. Yani gecenin bir kısmında da tesbih ederek O'na ibadet et. Hem de yıldızların batışında, batmaya yaklaştığı zaman, yani gecenin sonunda, sabah vakti. Allah Telâ’yı gece tespihten maksadın akşam ve yatsı namazları, yıldızların batışı sırasında tesbih etmekten kastın da, sabah namazı olduğu ileri sürülmüştür.
Hz. Ömer , Hz. Ali, Ebû Hureyre ve Hasan-i Basrî (r.a) de, gece tespihten maksadın, nafile ibadetler; yıldızların batışında tespihten maksadın da, sabah namazının iki rekat sünneti olduğunu söylemişlerdir.(Elmalı- tefsir)]


Sadakallahul aziym. Ve ahiru davahüm enil hamdülillahi rabbil alemiyn

Allah doğru söyledi. Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır.

166. videonun sonu.
       166. videoyu toplu olarak BURADA bulabilirsiniz.

26 Eylül 2013 Perşembe

İslamoğlu Tef. Ders. TÛR (24 - 39)(166-D)



C sayfasından devam

24-) Ve yetufu aleyhim ğılmanün lehüm keennehüm lü'lüün meknun;

Çevrelerinde gençlik dolu hizmetliler (enerjik kuvveler) koşuşur ki, sanki onlar saklı inci! (A. Hulusi)

24 - Pırıl pırıl da üzerlerine döner kendilerine mahsus hizmetçiler, sanki sedeflerinde saklı inciler. (Elmalı)


Ve yetufu aleyhim ğılmanün lehüm ve kendileri için hazırlanmış ebedi bir gençlik ve tazelik onları hiç terk etmeyecek. Yani ahirette, cennette ebedi kalmaktan kasıt açıklanıyor burada. Bunu ben böyle çevirmeyi tercih ettim ama klasik anlama meal şöyle de olabilir. Kendileri için hizmete amade gençler etraflarında fırıl fırıl dönecekler. Ğılman hem gençlik, hem gençler anlamına alınabilir. Ama yetufu aleyhim etrafında dönmeye kendisine dönüp dönüp gelmeye de delalet eder. Yani bir şey kendisine dönüp dönüp uğruyorsa ona da delalet eder. Onun için gençlik adeta onlara dönüp dönüp gelen bir şey olacak. Yani kendilerini hiç bırakmayacak anlamına gelebilir.

keennehüm lü'lüün meknun tıpkı kabuklarında saklanmış taze, pırıl pırıl inciler gibi.


25-) Ve akbele ba'duhüm alâ ba'din yetesaelun;

Birbirlerine dönüp geçmiş hâllerini konuşurlar. (A. Hulusi)

25 - Ve bazısı bazısına dönmüş soruşuyorlardır. (Elmalı)


Ve akbele ba'duhüm alâ ba'din yetesaelun derken birbirlerine dönüp sorular soracaklar ve diyecekler ki;


26-) Kalu inna künna kablu fiy ehlina müşfikıyn;

Dediler ki: "Doğrusu biz daha önce ehlimiz içinde (korkudan) titreyenler idik." (A. Hulusi)

26 - Demektedirler: evet biz bundan evvel ilimizde korkular içinde idik. (Elmalı)


Kalu inna künna kablu fiy ehlina müşfikıyn işte geldi 26. ayet, yukarıda ki 21. ayeti açıklayan bir ayet. Onun gerekçesi bu. Diyecekler ki vaktiyle bizler ailemiz hakkında endişeye kapılır, tir tir titrerdik. Yani o endişemizin şimdi kârını yiyoruz. Tir tir titrerdik. 21. ayette ifade edilen aile buluşmasının gerekçesidir bu. Han şu ayeti hatırlayalım, tahrim/6. ayetini;

Ya eyyühelleziyne amenû, ey iman edenler ku enfüseküm ve ehliyküm naren ve kudühenNasu velhıcarah. (Tahrim/6) ateşi, yakıtı taşlar ve insanlar olan ateşten kendinizi de koruyun ailenizi de koruyun.

İşte bu koruma, işte bu hassasiyetten dolayı yaşarken tir tir titreyenler, eşlerinin ya da çocuklarının manevi istikbali için titreyenlerin bu titremesi kabul olmuş bir duaya dönüşecek. Ve Allah onların bu dualarını boşa çıkarmayacak.


27-) FemennAllâhu aleyna ve vekana azâbessemum;

"Allâh bize lütfetti ve bizi (cehennem ateşi) Semum'un (insan bedeninin gözeneklerinden geçen zehirleyici dumansız ateş; mikrodalga radyasyon) azabından korudu!" (A. Hulusi)

27 - Bakınız Allah bize lütfetti ve bizleri o semûm azâbından korudu. (Elmalı)


FemennAllâhu aleyna ve vekana azâbessemum fakat Allah bize kerem etti de bizi zehir gibi içe işleyen yakıcı bir ateşin azabından korudu. Azâbessemum; Semum; Sem zehir demektir. Semum sam rüzgârına, asklında sam oradan gelir. değdiğini yakar, kavurur, kurutur. Azâbessemum zehir gibi içe işleyen bir alevli rüzgâr anlamına gelir.


28-) İnna künna min kablu ned'uh* inneHU "HU"vel Berrur Rahıym;

"Muhakkak ki biz bundan önce de O'na yöneliyorduk! Muhakkak ki O, Berr'dir, Rahıym'dir." (A. Hulusi)

28 - Evet biz bundan evvel ona duâ ediyor korumasını istiyorduk, hakikat o öyle keremkâr öyle rahîm.


İnna künna min kablu ned'uh şüphesiz biz bundan önce de hep O’na dua eder, O’na yalvarır yakarırdık. inneHU "HU"vel Berrur Rahıym çünkü O, yani Allah, evet O’dur mutlak iyi olan, sonsuz merhamet sahibi olan. Mutlak iyi, el berru. Muhteşem bir esmadan, muhteşem bir isim. Mutlak iyi Allah’tır. Allah dışında iyi dediğiniz her iyi iyiliğini O’na borçludur. Onun için iyilikte aklınıza her ne mükemmellik geliyorsa onu Allah’a atfedeceksiniz, o zaman doğru yapmış oluruz.


29-) Fezekkir fema ente Bi nı'meti Rabbike Bi kahinin ve lâ mecnun;

(Rasûlüm) sen hatırlat! Rabbinin nimeti olarak, sen ne bir kâhin olarak açığa çıkarıldın ve ne de cin etkisi altında olan kişi! (A. Hulusi)

29 - O halde vaaz-u tezkire devam et, çünkü sen, rabbinin nimeti hakkı için, ne kâhinsin ne de mecnun. (Elmalı)


Fezekkir fema ente Bi nı'meti Rabbike Bi kahinin ve lâ mecnun imdi, ey peygamber sen ümit vermeyi sürdür. Nasihat etmeye devam et, uyar. Ne var ki rabbinin nimeti sayesinde senin bir kahin ve bir mecnun olmadığın o kadar açık ki asla ihtimal dahilinde bile değil. Bu bir kalıp aslında. Ma yı nafiyenin haberi eğer B ile gelirse imkan veya ihtimal yokluğuna delalet eder. Senin kahin ve mecnun, cinlenmiş olma ihtimalin yoktur. Zımnen şöyle anlıyorum ben bunu; elinde sihirli bir değnek yok, Öğüt alan alır, almayan da sonuçlarına katlanır.


30-) Em yekulune şa'ırun neterabbesu Bihi raybelmenun;

Yoksa: "Bir şairdir. Bekleyelim bakalım zaman içinde ne olur sonu" mu diyorlar! (A. Hulusi)

30 - Yoksa «bir şâir biz ona «reybul menun»u gözetiyoruz» mu diyorlar? (Elmalı)


Em yekulune şa'ırun neterabbesu Bihi raybelmenun yoksa (şimdi de) o bir şairdir feleğin sillesini yiyeceği zamanı bekleyin, kollayın bakalım. Ne zaman feleğin sillesini yiyecek  sabredin, bekleyin mi diyorlar. İnkârcı muhataplar helak ile korkutulduklarında  kendilerini hep böyle avutuyorlardı. Feleğin sillesini yakında yiyecek bekleyin diyorlardı.


31-) Kul terebbesu feinniy meakum minelmuterabbisıyn;

De ki: "Bekleyin bakalım! Muhakkak ki ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim!" (A. Hulusi)

31 - De ki: gözetin çünkü ben de sizinle gözetenlerdenim. (Elmalı)


Kul terebbesu feinniy meakum minelmuterabbisıyn de ki sen de onlara; Siz bekleyin, unutmayın ki ben de sizinle birlikte bekleyenlerdenim. Zımnen siz benim başarısızlığımı bekleyin bakalım. Ama bende Allah’ın beni başarıya ulaştıracağını bekliyorum. O günü, o fetih gününü bekliyorum.


 32-) Em te'muruhüm ahlamuhüm Bihazâ em hüm kavmun tağun;

Onlara bunu akılları mı emrediyor; yoksa onlar küstah bir toplum mu? (A. Hulusi)

32 - Yoksa onlara bunu (bu tenakuzu) akılları mı emrediyor? Yoksa azgın bir kavım mıdırlar? (Elmalı)


Em te'muruhüm ahlamuhüm Bihazâ yoksa onları bu tavıra savruk akılları mı götürüyor. Yoksa onları savruk akılları mı böyle bir sonuca ulaştırıyor. Savruk akıl, girişte de bu ayete dikkat çekmiştim hatırlarsanız 32. ayete. Aslında Ahlam; Rağıp El Isfahan inin açıkladığına göre köken olarak o bu kelimeyi “hilm’e veriyor. Yumuşak huyluluğa, hoş görüye. O zaman mana şöyle olur. Yoksa onları bu tavra iten o engin hoş görüleri mi. Burada tabii ki bir parça ince bir ironi, ince bir istihza da görüyoruz.

Ama bu da sanki yabana atılmaz gibi geliyor. 30. ayeti hatırlayın. Hani diyorlardı ya feleğin sillesini yiyinceye kadar bırakın kendi haline. Yani, ne kadar da hoş görülüler. Sanki tükürük atmamışlar, taşlamamışlar,i hakaret etmemişler, sırtına işkembe koymamışlar, sanki onca eziyeti yapmamışlar, mü’minleri yurtlarından etmemişler, yuvalarından etmemişler, işkence etmemişler, Ammar’a, Zinnire’ye, Yasir’e, Sümeyye ye sanki, dünyayı başlarına dar getiren onlar değilmiş gibi şu tavırlarına bakın. Bırakında feleğin sillesini yesin derken iki yüzlülüklerine bak anlamına da gelebilir bu.

em hüm kavmun tağun sakın onlar isyanda sınır tanımayan azgın bir topluluk olmasınlar?


33-) Em yekulune tekavveleh* bel lâ yu'minun;

Yoksa "Onu uyduruyor" mu diyorlar? Hayır, onlar iman etmiyorlar! (A. Hulusi)

33 - Yoksa onu (o Kur'an ı) kendisi uydurmakta mı diyorlar? Hayır kendileri inanmazlar. (Elmalı)


Em yekulune tekavvelehu ya yoksa onlar; “onu kendi üretti, kendi söyledi” mi diyorlar. Kendi söylediğini Allah’a isnat etti mi diyorlar. Burada da yine bir hile yapıyorlar farkında mısınız. İnkarcıların ve münafıkların niteliğidir bu. Tam şeytani bir niteliktir. Nedir bu; Hesapta Allah’ı peygamberine karşı savunma perdesi altına sığınıp inkar ediyorlar. Allah’ı nasıl savunmuş görünüyorlar burada? Onu uydurup Allah’a isnat etti. Yani Allah’a da kötülük etti demeye getiriyorlar. Şeytanla benzerliği nerede? Adem’e secde etmem, edersem Allah’a ederim mantığından. Yani Allah’ın emrini çiğnerken Allah’ı kolluyormuş gibi yapmak, işte böyle bir şeytani mantık bu.

bel lâ yu'minun ama yoo! Dediklerine kendileri de inanmıyorlar. Yani onu uydurdu Allah’a isnat ediyorlar ama, onu; onun uydurması, söylemesi, yazması mümkin değil. Tarihsel olarak mümkin değil. Ondan bu güne kadar böyle sözler hiç sadır olmadı. Fiili olarak mümkin değil yazmayı okumayı bilmez. Sonuç olarak mümkin değil Kur’an bir insanın ortaya çıkarabileceği bir metin değil. Zaten bunu yapabilselerdi kendileri yapacaklardı.Onun için onlara meydan okuyor Kur’an ve diyor ki;


34-) Felye'tu Bi hadiysin mislihi in kânu sadikıyn;

Eğer sözlerinde sadıklarsa Onun benzeri bir söz getirsinler! (A. Hulusi)

34 - Haydi onun gibi bir söz getirsinler, doğru iseler. (Elmalı)


Felye'tu Bi hadiysin mislihi in kânu sadikıyn öyleyse haydi onun benzeri bir başka söz üretsinler bakalım, tabii ki dürüstlerse. Haydi, eğer dürüstseniz diyor onun benzeri bir başka söz üretin de görelim. Hadiys; olayları aktaran, haber veren söz demektir. Hadise de buradan gelir.


35-) Em huliku min ğayri şey'in em hümül halikun;

Yoksa onlar hiçbir etki olmadan mı yaratıldılar? Yoksa onlar mı yaratanlar? (A. Hulusi)

35 - Yoksa kendileri «lâşe»den mi yaratıldılar? Yoksa yaratan onlar mıdırlar? (Elmalı)


Em huliku min ğayri şey'in em hümül halikun ne yani onlar sebepsiz mi yaratıldılar. Allahuekber..! Sebepsiz, İlletsiz, hikmetsiz, amaçsız, gayesiz, anlamsız mı yaratıldılar. Ayete bakın. İşte bu ve devam ediyor; em hümül halikun yoksa kendilerini yaratan yine kendileri mi. Yani kendi kendilerini mi yarattılar. Bu ayet hem insan yaratılışının amaçsız ve anlamsız olduğu iddiasını reddediyor, hem de yaratıcı bir ilk özne olmaksızın kendi kendine yaratılma iddiasını reddediyor. Abes ve batıl değil, hikmet ve haktır insan, insanın yaratılışı.

Aslında anlamlılık yaratılmışların en büyük yasasıdır. Anlamsızlığın reddi yaratılışın en büyük yasasıdır. Onun için yaratılmış olup ta anlamsız olan hiçbir şey yoktur. Allah demek anlam denektir. Anlamsız bir varlık olduğuna inanmak, o varlığın Allah ile olan bağını inkar etmektir.


36-) Em haleküs Semavati vel Ard* bel lâ yukınun;

Yoksa semâları ve arzı onlar mı yarattılar? Hayır, onlar yakîn sahibi değildirler. (A. Hulusi)

36 - Yoksa Gökleri ve Yeri mi yarattılar? Hayır ikan ehli değiller. (Elmalı)


Em haleküs Semavati vel Ard ya yoksa gökleri ver yeri yaratan kendileri mi bel lâ yukınun hayır, asıl onlar inanmaya gönüllü değiller. Yani onların geçim etmeye gönlü yok anlaşılan. Onun içinde bahane bulup duruyorlar, mazeret uyduruyorlar, yatla yapıyorlar bir oraya bir oraya. İnanmaya gönüllü değiller ki. İnanmaya gönüllü olmayana mazeret çok olur demeye getiriyor ayetler.


37-) Em 'ındehüm hazâinu Rabbike em hümülmusaytırun;

Yoksa Rabbinin hazineleri onların indînde mi? Yoksa onlar mı her şeye hükmedenler? (A. Hulusi)

37 - Yoksa rabbinin hazîneleri onların yanında mı? yoksa onlar mı istilâ etmişler? (Elmalı)


Em 'ındehüm hazâinu Rabbik yoksa rabbinin hazineleri onların elinde mi em hümülmusaytırun yoksa onu zorla ele geçirip üstüne mi oturmuşlar, hüküm ver diyorlar, istediklerine çok verip istediklerine az mı veriyorlar. Öyle bir küstahlıkları vardı vahyin ilk muhataplarının. Yani içinde yüzdükleri o refahı kendilerinin yarattığını düşünüyorlardı. Böylesine bir Karun kompleksine kapılmıştılar, megalomaniye kapılmıştılar, tutulmuştular.


38-) Em lehüm süllemün yestemi'ûne fiyh* felyeti müstemiuhüm Bi sultanin mubiyn;

Yoksa onların tırmanıp (ilâhî sırları) dinledikleri bir merdiveni mi var? (Eğer öyleyse) onların dinleyenleri apaçık bir karşı konulmaz delil getirsinler. (A. Hulusi)

38 - Yoksa onlara mahsus bir merdiven var da ondan dinliyorlar mı? Öyle ise dinleyicileri beyan edecek bir bürhan getirsin. (Elmalı)


Em lehüm süllemün yestemi'ûne fiyh ne yani onların göklere uzanan merdiveni var da orada olup bitenimi dinliyorlar, kulak mı veriyorlar. Yani tamam onlar göklerin hazineleri bize ait diyemezler. Yoksa şunu mu diyorlar; Allah’ın kime ne yazdığını biz işittik, kulak verdik. Dolayısıyla oradan haberdarız mı diyorlar. Veyahut ta peygamberi reddettiklerine göre Allah’ın kimi peygamber seçtiğine onlar daha mı vakıf. Yani ilahi kelamın kaynağını mı dinliyorlar. Böyle bir güçleri mi var.

felyeti müstemiuhüm Bi sultanin mubiyn öyleyse haydi açık ve inandırıcı delillerle dinlediklerini getirsinler de görelim bakalım, varsa bir dinledikleri.  Aslında bu aynı zamanda cindarlık yapıp ta ben ötelerden görünmezlerden haberler alıyorum, bir şeyler dinliyorum diyenlere de bir cevap olsa gerek.


39-) Em lehül benatu ve lekümül benun;

Yoksa kız çocuklar O'na ait de oğullar sizin mi? (A. Hulusi)

39 - Yoksa kızlar ona oğullar size öyle mi?. (Elmalı)


Em lehül benatu ve lekümül benun ne yani oğullar onlara da kızlar Allah’a mı. Tam bir suçüstü, tam bir çelişki yakalama işte. Habil kompleksi bu. Siz kızı sevmiyorsunuz, oğul istiyorsunuz ama sevmediğinizi de Allah’a layık görüyorsunuz. Sizinki nasıl iş. Aslında sizin Allah inancınız da çok problemli. İşte burada suçüstü yakalanıyorsunuz. Sizin; Biz Allah’a inanıyoruz demeniz de aslında samimi değil. İnandığınız Allah’a sahip olduklarınızın sevmediğinizi veriyorsunuz. Bu tip ayetler kız erkek ayırımını da reddeden ayetlerdir aynı zamanda. Allah tasavvurunun nasıl yamulduğunu gösteriyor.


Devam ediyor E sayfasına geçiniz.
       166. videoyu toplu olarak BURADA bulabilirsiniz.