31 Temmuz 2012 Salı

İslamoğlu Tef. Ders. MÜ’MİNUN (005-013)(107-B)


A sayfasından devam


5-) Velleziyne hüm li furucihim hafizun;

Onlar cinsel organlarını evlilik dışı ilişkilerden korurlar. (A.Hulusi)

005 - Ve onlar ki ırzlarını korurlar. (Elmalı)


Velleziyne hüm li furucihim hafizun onlar iffetlerini koruyan kimselerdir.

Burada da şöyle anlayabiliriz. İffet imanın bir parasıdır. Neden? Kurtuluşun bir parçasıdır. Neden cinsellik güdüsünü tatminde meşru ile yetinmeyenler, aslında Allah’ın kendilerine koyduğu sınırlara tecavüz edenlerdir. Başkalarının cinselliğini haksız yere sömürenler, kendi kendilerine mukayyet olamayan, Allah’ın koyduğu yerde durmayan, sınırları çiğneyen insanlardır. Ki mümin biri, Allah’a güvenen biri; Öncelikle Allah’ın kendisi için koyduğu yasağın kendi lehine olduğuna da güvenir. İşte bunun için imanla doğrudan ilgilendirilmiş ve bu listeye dahil olmuştur.


6-) İlla alâ ezvacihim ev ma meleket eymanühüm feinnehüm ğayru melumiyn;

Eşleri veyahut sağ ellerinin mâlik oldukları müstesna... Çünkü onlar kınanmış değillerdir. (A.Hulusi)

006 - Ancak zevcelerine ve kendilerinin mülkü olan cariyelerine karşı müstesnâ, çünkü bunlar levm olunmazlar. (Elmalı)


İlla alâ ezvacihim ev ma meleket eymanühüm fakat kendi eşleri, yani meşru olarak sahip oldukları kişiler müstesna. Eş hem erkek için, hem kadın için kullanılır. feinnehüm ğayru melumiyn zaten onlar bundan dolayı kınanamazlar. Neden dolayı? Kendi meşru eşleriyle paylaştıkları cinsellikten dolayı kınanamazlar.


7-) Femenibteğa verae zâlike feülaike hümül 'adun;

Artık kim bundan ötesini (daha değişiğiyle seks arzusu) isterse, işte onlar haddini aşanların ta kendileridirler. (A.Hulusi)

007 - Kim de bundan ötesini ararsa işte artık onlar haddi aşanlardır. (Elmalı)


Femenibteğa verae zâlike feülaike hümül 'adun ama bu sınırın ötesine geçen kimseler haddi aşmış olanlardır.


8-) Velleziyne hüm liemanatihim ve ahdihim raun;

Ayrıca onlar (o iman edenler) ki kendilerine emanet edilmiş olana ihanet etmeyip, verdikleri sözlere uyarlar. (A.Hulusi)

008 - Ve onlar ki emanetlerine ve ahitlerine riayetkârdırlar. (Elmalı)


Velleziyne hüm liemanatihim ve ahdihim raun yine onlar, kimler? Mü’min kimseler, gerçek mü’minler emanetlerine ve verdikleri sözlere riayet eden kimselerdir.

Nedir emanet? Sadece size verilen eşya mıdır, para mıdır) Hayır. İnsanın sahip olduğu her değer emanettir. İnsanın insana verdiği paraya ihanet etmek kötü ve suç olacak ta, Allah’ın insana verdiği ve hiçbir paraya çevrilemeyecek olan hayata ihanet etmek, akla ihanet etmek, imana ihanet etmek, vahye ihanet etmek, peygambere ihanet etmek ve Allah’ın kendisine ihanet etmek suç olmayacak. Bu doğru mu?

Onun için her şey emanettir. Servet, akıl, hayat, irade, dünya, eş, evlat hepsi, Vahiy, bunların hepsi emanettir. Ve şu anda biz Allah’ın vahiy emanetine sadakat gösterdiğimizi ispat için vahyi anlamaya çalışıyoruz.

Vahye sırt dönmek Allah’ın vahiy emanetine ihanettir. Hayatı Allah’ın gösterdiği istikamette inşa etmemek hayata ihanettir. Aklı hayır ve hak yolunda, doğru bir biçimde kullanmamak akla ihanettir. Sıhhati Allah’ın verdiği istikamette muhafaza etmemek sıhhate ihanettir. Gözü hakkı görmek için değil de batılı görmek, günahı görmek, haramı görmek için kullanmak göze ihanettir. Kulağı hakkı duymak için değil de batılı duymak için kullanmak kulağa ihanettir. Yani her emanetin; hem ihanet etmesi hem de sadakat gösterilmesi her emanette mümkündür.

Peki yine ayette geçen aht nedir? Söz. Söz sadece insanın insana verdiği söz müdür? Anlaşma mıdır? Elbet bu dahildir bu olaya. Ama ondan çok daha ötesi de dahildir. Aht sadece insanın insanla ilişkilerinden dolayı verdiği sözler, sözleşmeler, yükümlülükler değil onu da içine alacak şekilde insanla Allah arasında ki sözler, yükümlülükler ve sözleşmeleri de kapsar.

Yani misakı da kapsar. İnsanın doğuştan Allah’a verdiği sözü de kapsar. İnsan fıtratına ihanet ederek günah ilerse eğer Allah’a doğuştan verdiği sözü tutmamış olur. İnsan kula kul olursa eğer, Allah’a kul olmak yerine; o zaman Allah ile olan sözleşmesine ihanet etmiş olur. İnsan eğer kendisini kul olmak yerine tanrısını tespit eden belirleyen ve atayan konumuna geçirirse işte o zaman Allah ile sözleşmesine ihanet etmiş olur. Söyler misiniz, Allah ile sözleşmesine ihanet eden, insanla sözleşmesine sadık olur mu?

İşte burada ki aht ve emaneti böyle kapsamlı,i bütün bir hayatı içine alan, bütün bir memadı, yani dünya ve ukbayı içine alan bir biçimde anlamak gerekir.


9-) Velleziyne hüm alâ salevatihim yuhafizun;

Yine onlar ki salâtlarını muhafaza ederler (Allâh'a yönelişleri - müşahedeleri süreklidir). (A.Hulusi)

009 - Onlar ki namazlarının üzerine muhafızlık ederler. (Elmalı)


Velleziyne hüm alâ salevatihim yuhafizun ve onlar namazları üzerinde titizlenen kimselerdir. Ya da bir diğer şekilde meali şu olabilir; ve onlar Allah’a karşı esas duruşlarını koruyan, yuhafizûn, son kelime fiili burada, bu ikinci manada tam oturuyor. Allah’a karşı esas duruşlarını koruyan kimselerdir.

Burada ki salâvat; salât’ın çoğuludur. Dua ve namaz kelimesinin çoğuludur. Fakat unutmayalım ki namaz da aslında Allah’a karşı insanın klas duruşunun bir ifadesidir. Esas duruşunun bir ifadesidir. Hatta bu sadece bir yaklaşım olarak tefsiri ya da işari bir yorum olarak getirdiğimiz bir şey değil, salât kelimesinin etimolojik kökeninden yola çıkarak anladığımız bir şey.

Çünkü salât kelimesi es salâ; insanın ayakta durmasını sağlayan omurga kemiğine verilen isimdir. İnsanı dik tutar bu kemik. İnsanı kula kul etmez. İnsanın onurunu temsil eder. Dik duruş mecazen onuru temsil eder. Dik duramadı deriz. Dik duramamaktan kasıt eğik yürüdü anlamına gelmiyor. Yani onursuzlaştı. Allah karşısında kulun onuru secde halidir.

Neden? Çünkü Allah’a kul olan kula kul olmaz. Çünkü Allah’ın büyüklüğünü bilen Allah’a secde eder. Allah’ın büyüklüğünü bilen kula eğilmez. Kula kul olmaz. Kendi haddini bilen Allah’ın büyüklüğünü bilir. Yoksa Allah’ın büyüklüğünü bu küçük akıl nasıl kavrar. Kendi haddini bilen aynı zamanda eşya karşısında insanın şerefini ve haysiyetini de bilir. Kendisini beş paralık etmez. Onun için bu ayetin alternatif bir manası onlar ki Allah’a karşı esas duruşlarını korurlar.


10-) Ülaike hümül varisûn;

İşte onlardır vârisler! (A.Hulusi)

010 - İşte onlardır o vârisler. (Elmalı)


Ülaike hümül varisûn işte bunlar ebedi geleceğe varis olanlar olacaktır. Ebedi geleceğe. Yani dünya değil, dünyanın hasadı olan, tarlası dünya olan ebedi bir hasada varis olacaklar.


11-) Elleziyne yerisûnel Firdevs* hüm fiyha halidun;

Ki, Firdevs'e (cennet yaşamına) vâris olmuş bu kimseler orada sonsuza dek yaşarlar. (A.Hulusi)

011 - Ki Firdevs’e vâris olacak, onda muhallad kalacaklardır. (Elmalı)


Elleziyne yerisûnel Firdevs onlar ki görkemli cennetlerin varisi olacaklar. Her cennetin bütününe birden Firdevs adı verildiği gibi hadislerden yola çıkarak Firdevs sözcüğünü anlayacak olursak bir cennetin en yüksek, en görkemli tepesine de Firdevs adı veriliyor. Biz burada ki özellikle daha sonra gelen cümlede ki fiyha da ki “ha” zamirinin müennes oluşundan dolayı demek ki firdevsle cennet kastediliyor diye düşünüyor ve firdevsi cennetin bütünü, en görkemli haliyle cennetin bütünü olarak alıyoruz.

hüm fiyha halidun onlar orada ebedi kalacaklar.


12-) Ve lekad halaknel İnsane min sülaletin min tıyn;

Andolsun ki insanı tıyn'den (balçıktan; su + mineral terkibinden) meydana gelen bir sülaleden (sperm - genetik yapıdan) yarattık. (A.Hulusi)

012 - Şanım hakkı için biz insanı çamurdan, bir sülâleden yarattık. (Elmalı)


Ve lekad halaknel İnsane min sülaletin min tıyn

Sure yepyeni bir pasaja geçti, fakat bu yenilik yukarı ile bağlantısız anlamına gelmiyor, bağlantısını şimdi göreceğiz.

Doğrusu biz insan türünü, -el insan diye gelmiş. Belirlilik takısıyla geldiği için insan cinsine giren herkesi içerir bu ayet ve bu ayetlerle başlayan pasaj.- İnsan türünü bir nevi konsantre balçıktan yaratmaktayız.

Konsantre balçık diye çevirmem sülaleden dolayıdır. Sülale; süzülmüş, sıkıştırılmış, hatta tohumuna kadar ulaşılmış en süzme şekli, en konsantre şekli. Daha doğrusu bu gaye de bildirir; faule vezni Arap dilinde amaç bildirir. Yani bir fiille elde edilmek istenen amaca ulaşılmasını bildirir. Dolayısıyla bu vezinle geldiği zaman; o kadar sıkıştırılmış ki toprak, çamur. Yani su karıştırılmış toprak, çamur budur çünkü. O kadar konsantre hale getirilmiş ki onunla elde edilmek istenen amaca ulaşılmış. Buradan rahatlıkla hayat suyu, yani nutfe, meni, sperma kolaylıkla anlaşılacaktır zaten.

Burada insanın konsantre balçıktan yaratılması element er, embriyolojik ve doğduktan sonraki biyolojik tüm hayat süreçlerinin toprağa bağımlı ve borçlu olduğu ifade ediliyor. Nihayetinde insan hem element er yapısı, hem anne karnında ki embriyolojik süreçleriyle hem de doğumdan sonraki biyolojik gelişimi ile topraktan beslenir tamamıyla. Ve toprakta 145 element var, insanda da aynı elementler mevcut. İnsanda ne kadar mineral, ne kadar vitamin, ne kadar element bulunuyorsa bunların hepsi toprakta da mevcuttur. Onun için burada ki süzme, konsantre balçık insanın hayat süreçlerinin tamamını toprağa borçlu olduğu şeklinde anlaşılmalı. Devam ediyoruz;


13-) Sümme ce'alnahu nutfeten fiy kararin mekiyn;

Sonra onu sağlam bir karargâhta bir nutfe oluşturduk. (A.Hulusi)

013 - Sonra onu oturaklı bir karargâhta bir nufte yaptık. (Elmalı)


Sümme ce'alnahu nutfeten fiy kararin mekiyn sonra onu bir hayat tohumu olarak karar kılacağı yer olan rahimde sağlama almaktayız.

Nutfe, işte geldi. Nutfe; hayat suyu, meni anlamına gelebilir. Fakat rahimde  karar kılan şey meni değil, meninin içinde ki spermadır. Dolayısıyla hayat tohumu diye çevirmek daha doğru bir yaklaşım olur. Çünkü rahimde karar kılan o su değil, onun içinde ki öz, hayat tohumudur.

Pozitif tıbba göre çok ilginç bu ayet neden iman ile ilgili ayetlerin arkasından geldi derseniz, iman ile ilgili ayetler hemen arkasından insanın kendisi ile ilgili ayet geldi, yaratılışıyla. Bunun imanla alakası nedir? Yukarıda hayatın anlamsız ve amaçsız yaratılmadığına değinildi. Onun için onlar ki boş şeylerden anlama; kendilerini amaca ulaştırmayacak şeylerden yüz çevirirlerdi. Mü’min i tarif etti ve burada insanı tarif ediyor. Böylesine karmaşık ve muhteşem bir varlık olan, daha doğrusu mahlukatın göz bebeği olan, şereflisi olan, en mükerremi olan insanoğlunun amaçsız yaratılmış olacağını düşünebiliyor musunuz.

Şimdi bu mucizeye getiriyor sözü, insan mucizesine. Öyle bir mucize ki işte burada Sümme ce'alnahu nutfeten fiy kararin mekiyn onu bir hayat tohumu olarak karar kılacağı bir mekana yerleştirdik diyor. Orada kararlaştırdık, orada tutturduk.

Pozitif tıbba göre spermi, anne rahminin kabul etmesi anormal, olağan dışı ve açıklanamazdır. Çünkü insan vücudu kendine ait olmayan bir şeyi kabul etmemeye programlanmıştır. Fakat bu günkü pozitif tıp nasıl olup ta annenin kendine ait olmayan bir yapıyı, yani spermayı anne rahminin kabul ettiğini, bunu atmadığını açıklayamamaktadır. Onun için insanın oluşu modern Tıbba göre bir kazadır. Fakat vahye göre bir mucizedir. Onlar mucize diyemedikleri için, bunu itiraf edemeyenler kaza diyorlar. Yol kazası zannediyorlar. Oysa ki bu bir müdahaledir. Bu ilahi bir müdahaledir ve bu müdahale olmadan insan olmayacaktır.

İşte bu ayet neden sözü buraya getirdi derseniz; insanın yaratılışının mucize oluşuna dikkat çekmek için ve daha özel de bir avuç topraktan insan mucizesi yapıyor. Toprak hala var ama bu mucize bizim kararımızla oluyor. Ey insan oğlu Bunu otomatiğe bağladığımızı sanma, bizsiz bu anlamı çözemezsin. Allahsız anlam olmaz. Hayatın anlamı Allah’tır. İşte bunu söylemek için sözü buraya getirdi ve devam ediyor;


Devam ediyor C sayfasına geçiniz.
107. videoyu toplu olarak http://kurantefsir.wordpress.com/2012/07/27/islamoglu-tef-ders-muminun-001-041107/ bulabilirsiniz.

30 Temmuz 2012 Pazartesi

İslamoğlu Tef. Ders. MÜ’MİNUN (001-004)(107-A)





El Hamdu Lillahi Rabbil'Alemiyn Vesselatü Vesselâmü alâ Resulüna Muhammedin ve alâ alihi ve ashabihi ecmaiyn.

Rabbişrah liy sadriy;

Ve yessirliy emriy;

Vahlül ukdeten min lisaniy;

Yefkahu kavliy; (Taha 25-26-27-28)

Rabbim, göğsüme genişlik ver, kolaylaştır işimi, çöz düğümü dilimden, ki anlasınlar beni. Amin!

Değerli Kur’an dostları bugün yepyeni bir Kur’an sitesine daha giriyoruz. Bu sitenin adı MÜ’NİNUN. Mü’minun suresi mushafta 23. sırada yer alır. Klasik rivayetler bu sureyi Mekke döneminin sonlarına tarihlerler. Hatta bazı rivayetler ve bazı otoriteler Mü’minun suresini Mekke de nazil olan son sure olarak anarlar. Fakat surenin içeriğine baktığımızda ve diğer surelerle bu içeriği karşlılaştırdığımızda nispeten daha önceki bir zamanda indirilmiş olduğunu görürüz. Hatta Zümer, Lokman ve Zuhruf surelerinden önce inmiş olması çok kuvvetle muhtemeldir. Çünkü bu surede muhtemel bir diyalog olarak bu diyalogda sorulan sorulara cevaben; “Gökleri, yeri kim yarattı.” Diye sor onlara denildiğinde ..seyekulünnAllâh. Allah’tır diyecekler cevabı gelirken bu adını andığım surelerde ..leyekulünnAllâh biçiminde gelir. ..(Zuhruf/38)(Lukman/25) aynı soruya cevap. Ki bu da artık diyecek oldukları sözü değil demiş oldukları sözün naklidir. Yani bu sure Zümer ve Zuhruf surelerinden önce nazil olmuş olmalıdır.

Surenin konusu kendi içerisinde tutarlı ve anlamlı bir bütün teşkil eder. Makbul bir imanın neleri kapsadığını dile getirir sure. Zaten sureye isim de; 1. ayetinde geçen Mü’minun kelimesinden ve müminlerin niteliklerini ele alan ayetlerle girdiği için verilmiştir. Makbul bir iman sureye göre tevhidi, nübüvveti; yani Allah’ın birliğinin tüm eşyada tezahür edişini. Tevhid, nübüvvet yani Allah’ın insana olan ilgisi ve insana olan merhametinin sonucu olarak vahyini taşıyacak peygamberlik müessesesi. Vahyi yine, ki peygamberlerin Allah’tan aldıkları ve insan oğluna ilettikleri, Allah’ın insana olan kelâm rahmeti. Ve ahireti kapsamalıdır. Bunları kapsamayan bir imana, iman değildir Kur’an. Ki zaten öncelikle hayatı kapsamayan bir imanı iman olarak görmemekte.

Bu surenin 1 ve 9. ayetleri arasında yer alan müminlerin vasıfları dikkate alınacak olursa, Mü’min kimdir sorusunun cevabıdır bu surenin ilk 9 ayeti . Ve bu cevap çok ilginçtir hep hayatla ilgili. Hep hayatın içinde olan şeylerle ilgili. O nedenle İman; Hayatın dışında soyut bir inanç. İnsanın vicdanına ve kalbine hapsedilmiş bir inanma şekli biçiminde tarif edildiği zaman bu sure işte bu tarifi reddetmektedir.

Eğer bize derman, göze fer, gönle ferman olarak yürümüyorsa bir iman; o iman sahibinin yüreğinde mahkûm demektir, tutsak demektir. Tutsak bir imanın sahibine faydası yok ki başkasına faydası olsun. Bir iman mutlaka sahibini özne kılar. Aktif, aktüel bir özne kılar. Şimdi ve buradasın ı inşa eder. Eğer bir iman sahibini özne kılmıyor, ona etrafını ve hayatı inşa edecek gücü sağlamıyorsa o iman etkin bir iman değil, etken bir iman değil, edilgen, yani mef’ul bir imandır. Böyle bir imanın da hiç kimseye faydası yoktur.

İşte tam da bu noktada bu sure Allah’a imanın değeri üzerinde durur. Allah’a imanın değerinin ne anlama geldiğini. Ki 84 – 89. ayetlerde Allah’a iman etmenin tek başına vahye, nübüvvete, ya da ahirete iman etmeksizin Allah tarafından iman kabul edilmediği bu surede açıkça yer alır. O ayetlere geldiğimizde konuyu ayrıntılı olarak işleyeceğiz inşallah.

Yine bu sure 23. ve 50. ayetler arasında Hz. Nuh kıssasıyla başlayıp devamında ki kıssalarla Hz. Peygamberin şahsiyetini inşa eder. Aslında inşa deyince bu surenin tamamını kapsayan bir özelliktir bu. çünkü bu sure muhatabın kurtuluş anlayışını inşa eder, tasavvurunu inşa eder. Ki ilk ayeti Kad eflehal mu'minun (1) diye başlar. Doğrusu gereği gibi iman etmiş olanlar, yani mü’minler  kurtuluşa erecekler. O halde kurtuluş nedir. Kur’an ın kendine has bir kurtuluş tarifi mi vardır. Peki Kur’an ın kendine özgü bir kurtuluş tarifi varsa, bizim kurtuluş tarifimiz buna ne kadar uymaktadır. İşte bu noktada Kur’an ın amacı gündeme gelmektedir.

Kur’an ilahi bir inşa projesidir. Kur’an ın ilk inşa ettiği, muhatabı olan insandır ve insanda da ilk inşa ettiği yer; İnsanın düşüncesine muhakemesine, önermelerine, hükümlerine temel olan tasavvurudur. Tasavvur iyi, kötü, güzel, çirkin, kurtuluş, batış, yükselme, alçalma, saadet, felaket, kâr, zarar gibi hayatımızı üzerine inşa ettiğimiz temel kavramların içini doldurduğumuz yerdir. Bu iyidir cümlesi, iyi hakkında bir görüşe sahip olmadan kurulamaz. Bu doğrudur cümlesi; şu kişi sahtekârdır cümlesi, bu insan dürüsttür cümlesi, bütün bu cümleler birer hüküm cümlesidir ve her hüküm cümlesi mutlaka içerisinde ki kavramların içeriği ile anlamını kazanır.

Dürüst kavramı; Tasavvurunuzda ne anlam ifade ediyor. Yalan kavramı tasavvurunuzda ne anlam ifade ediyor. Kâr kavramı tasavvurunuzda ne anlam ifade ediyor. Kurtuluş kavramı sizin tasavvurunuzda ne anlam ifade ediyor. İşte ona göre hüküm verirsiniz.

Peki, bu kavramların içini dolduran tasavvuru kim inşa ediyor? Eğer Kur’an inşa etmezse bir tasavvuru, Kur’an ın kâr dediğine siz zarar dersiniz. Kur’an ın “kurtuldun” dediği kimseye, siz “battın” dersiniz. Kur’an ın sen iyisin dediği kimseye, siz; sen kötüsün dersiniz. Kur’an ın Hakk dediğine, siz batıl dersiniz.

Neden? Çünkü Kur’an ın gör dediği yerden bakmaz, Kur’an ın inşa ettiği tasavvurla düşünmezsiniz de ondan. O nedenle böyle bir tasavvur inşası da gerçekleşmeden insan vahyi; eline, koluna, gözüne, kulağına, hayatına yansıtamaz. Vahiy onda bir ömre dönüşemez. Vahiy onda tutan el, gören göz, işiten kulak, yürüyen ayağa dönüşmez.

İşte bundan dolayıdır ki ilahi tüm vahiyler muhatabında bir inşayı gerçekleştirmek için inerler ve ilk inşa ettikleri şahsiyet elbette ilk muhatabı olan peygamberlerdir. Kur’an ın da ilk muhatabı olan Hz. Peygamber Aleyhisselâm ilk inşa ettiği şahıstır. Peki bu noktada Kur’an ın inşa ettiği şahıslara bir örnek, ya da birkaç örnek vermemiz gerekirse hangi örnekleri verebiliriz?

Değerli dostlar Kur’an bir tasavvuru inşa ederse ne olur. Bakınız. İlk neslin hayatını Kur’an inşa etmişti. Kur’an ın inşa ettikleri arasında Âmir Bin Füheyre’de vardı. Âmir bin Füheyre Hz. peygamberle birlikte hicret yolculuğuna çıkan 3. şahıstı. Hz. Ebu Bekir’in azatlı çobanıydı. Sevl mağarasına süt getiren, izi kaybetmek için sığırları ve koyunları süren de bu şahıstı. İşte bu şahıs hicretten sonra Resulallah’ın kurduğu ilk Medrese, ilk okul olan suffe okulunun kadiym öğrencilerinden biri oldu. Okuduğu okulda daha sonra öğretmenlik yapmaya başladı. Öyle ki artık o okulun başkanıydı.

İşte bu zat Hz. peygamberden öğretmen istendiğinde dini öğretmek için 70 arkadaşı ile birlikte öğretmen isteyen kabileye gönderildi. Fakat yolda hain bir pusu kuruldu ve bu pusuda ikisi hariç hepsi ansızın gece uykularındayken şehit edildiler. O iki kişiden biri, ki develerin başında kalmışlardı, nöbetçiydiler. Döner dönmez manzarayı görünce kılıcını çekti ve “onlar gittiyse ben duramam diyerek şehit oluncaya dek çarpıştı hainlerle. Geriye tek kişi kalmıştı o da kıskıvrak yakalandı. Onun adı Amr idi.

Pusuyu kuranların lideri, bu hain pusunun lideri Cebbar isimli bir müşrikti. Amr’ın yakasını topladı, dedi ki; Şu ölüleri bana teşhis et, kim bunlar. Birer birer teşhis ettiler. Fakat bir kişi aralarında yoktu. Aslında hainlerin elebaşı Cebbar’ın istediği de oydu. Bana onun kim olduğunu söyle diyordu ısrarla. Kimdir, nedir, neyin nesidir, özelliği nedir, onu söyle bana diyordu ve geriye kalan tek diri sahabi olan Amr, Âmir Bin Füheyre’nin niteliklerini bir bir saydı. Merak sırası ona gelmişti. “Neden bu kadar merak ediyorsun.” Diye sordu Cebbar’a.

Cebbar dedi ki; Onu ben öldürdüm. Sırtından hançerledim onu. İyi biliyorum. Göğsünden ucunun çıktığını da gördüm. Fakat ölürken söylediği bir söz hiç aklımdan çıkmıyor. Dedi ki;

- Kad, necahtu, ya da bir başka rivayette; lekad fûztü vallahi..! Vallahi, Allah’a yemin olsun ki işte şimdi kazandım. İşte şimdi başardım. Dedi. ve dönüp soruyor o hain müşrik Cebbar.

- Ben öldüreyim de o nasıl kazansın. Yaşayan benim, ölen o. Hayatta kalan benim. Dolayısıyla benim kazanmış olmam gerekmiyor mu. işte ben buna şaşıyorum. Demişti.

Ve bu tasavvurun nereden geldiği kendisine izah edildiğinde Cebbar, kendisinin öldürdüğü bir insanın bir cümlesi yüzünden imana ulaşacaktır. Yani öldürdüğü insanın bir cümlesi, onu diriltecektir.

Ama asıl sorulması gereken burada şu soru; Biz modern Müslüman’lar  Cebbar gibi mi tasavvur ediyoruz, Âmir gibi mi. Kurtuluş ne? Kazanç ne? Batış ne? Bitiş ne? Kayıp ne? Kâr ne? Zarar ne?

Burada galiba roller değişiyor. Galiba Kur’an bizi inşa etmediği için Kur’an a iman ettiğini iddia eden bizler Cebbar gibi düşünmeye başlıyoruz. İşte burada bu derin problemi çözecek olan da Kur’an ın ta kendisidir ve bu sureler, bu ayetler doğru ve iyi bir biçimde anlaşıldıkça Mümin; Kur’an ın gör dediği yerden bakacak ve gör dediği şeyi doğru bir biçimde görecektir.  İşte tasavvur inşasından kastım da budur.

Yine bu surede ekonomik ve sayısal üstünlüğün haklılık olmadığı dile getirilir. 55 -56. ayetlerde bir insana Allah’ın evlat ve servet vermiş olması o insanı desteklemiş olduğu anlamına gelmediği ifade buyrulur ve tüm bu yanlışların temelinde tabii ki bir şey yatmaktadır. Hayatın anlam ve amaçtan yoksun olduğunu zannetmek. İşte surenin zirve ayeti de orada gelir. 115. ayet;

Efe hasibtüm ennema haleknaküm abesen (115) Yoksa siz bizim bütün bu şeyleri; hayatı, sizi, dünyayı, yeri, göğü anlamsız bir oyun olarak yarattığımızı mı düşünüyorsunuz.

Sır buradadır, anahtar buradadır. Bütün bu problemli bakışların en temelinde hayatın bir anlam ve amaçtan yoksun olduğu sapık düşüncesi yer alır. İşte bu sure hepimizi bir yerden alır, getirir, bu sorunun önüne bırakır ve sure en sonunda insanın Allah tasavvurunu inşa eden 3 ayetle 116-117-118. ayetler, son bulur.

Bu kısa özetin ardından şimdi sureyi tefsire geçebiliriz.




1-) Kad eflehal mu'minun;

Gerçek şu ki, iman edenler, kurtulmuştur!(A.Hulusi)

001 - Hakikat felâh buldu o müminler.(Elmalı)


Kad eflehal mu'minun doğrusu gereği gibi inananlar kurtuluşa erecekler. Gereği gibi inananlar diye çevirmem boşuna değil. El mü’minun sözcüğünde ki el takısı inanmanın tüm gereklerini içine almayı ifade ediyor. Yine efleha kelimesi geçmiş zaman kipi olduğu halde kurtuluşa erdiler manasına geldiği halde erecekler diye çevirdim.

Arap dilinde yerleşik bir usuldür ki kesinlikle olacak bir şey ifade edilirken geçmiş zaman kipi kullanılır. Kıyamet sahneleri insan gözünün önüne serilirken de aynı kip kullanılır. Oysaki kıyamet gelecekte kopacaktır. Fakat kopmuş bilin yani; İzeşŞemsü küvviret (Tekvir/1)güneş dürüldüğü zaman. Veya İzâ vekâ'atil vâkı'a (Vakıa/1) olay olduğu zaman, oldu bitti sayın. Yani bitmiş gibi, olmuş gibi. -Ki geçmiş zaman kipi kullanılır- olmuş gibi bilin siz, öyle kesin bilin. Onun için Arap dilinde bu yerleşik bir kullanımdır. Kesinlikle kurtulacaklar gereği gibi inananlar.

Kad edatı mazi fiilin başında geldiği zaman ya bir beklentiye cevap olarak gelir, ya da haksız bir ithamı ret için gelir. Bu edat boşuna gelmez. Burada müminler için 1.sini, inkarcılar için de2. anlamı taşımakta. Kad edatı. Yani Müminlerin beklentisine cevap olarak, kafirlerin de haksız ithamına ret olarak gelmektedir.

Tasavvur inşasına yönelik ayetler grubu olduğuna surenin girişinde değinmiştim. İşte bu kurtuluş hakkında, kurtuluş kavramının içini nasıl doldurmamız gerektiği konusunda Kur’an i bir işaret, yol gösteriyor. Nasılmış, kurtuluşun anlamı neymiş ve iman denilince imandan ne kastedilirmiş. Ne anlaşılması gerekirmiş. Yani inandım demekle bitiyor muymuş her şey. Ben iman ettim demekle, ya da şahadet kelimesini getirip bıraktıktan sonra her şey bitiyor muymuş. Yoksa iman kökü kalpte, gövdesi akılda, dalları muhayyilede, meyvesi eylemde olan bir ağaç mıymış. İşte onu göreceğiz. Devam ediyoruz;


2-) Elleziyne hüm fiy Salâtihim haşi'un;

Onlar (iman edenler) salâtlarında hakkıyla Allâh'a yönelmenin yaşantısı içindedirler; (A.Hulusi)

002 - Ki onlar namazlarında huşu'ludurlar. (Elmalı)


Elleziyne hüm fiy Salâtihim haşi'un onlar namazlarında derin bir ürperti ve tevazu içinde olan kimselerdir. Müminlerin tarifi uzun. Mümin kimdir sorusunun uzun cevabının 1. maddesini söyledi burada. Onlar namazlarında derin bir tevazu ve ürperti içinde olan kimselerdir. Haşi’un, yani huşu içindirler diyor.

Huşû nedir? Gönülden gelen bir ürpertidir ki, bu ürperti insanın başını sonuna kadar eğer Allah karşısında. Fakat bu ürpertinin kaynağı, insanın yüreğidir. Bu ürpertinin kaynağıyla iman kaynağı aynıdır. Onun için imanın bir tezahürü olarak ele alınıyor. Namazda huşû; öyle bir gönül ürpertisidir ki, gönül titremesidir ki, bu ürperti insanın bedenini de şekillendirerek Allah karşısında duyduğu bu sevgi ve saygı hissi başını, insanın sonuna kadar yere eğdirir. Öyle eğdirir ki bu ürpertinin, yani huşûnun başı kıyam ortası rükû, nihayeti, sonu secdedir.

Aslında bir rekatın en ana bölümünü, has bölümünü oluşturan kıyam, rükû ve secde den oluşan bu süreç Huşû dur. Huşû sürecidir. Dahası insanın gönlünde ki Allah’a saygı, tazim ve sevgi hissinin  bedene verdiği şekildir. Eğer insan komutu gönlünden almaksızın sadece bedeniyle kıyam rükû ve sücutta bulunuyorsa işte o huşûsuz namaz olmuş olur. Onun için huşû bedeninizin aldığı şekli ruhunuzun komutuyla almasıdır. Ruhunuzun emir ve komutası altında başınızın secdeye gitmesidir.


3-) Velleziyne hüm anil lağvi mu'ridun;

Onlar boş laf ve boş işlerden yüz çeviricidirler; (A.Hulusi)

003 - Onlar ki beyhude işe, boş lâfa bakmazlar. (Elmalı)


Velleziyne hüm anil lağvi mu'ridun onlar yararsız her şeyden yüz çeviren kimselerdir. El lağv; Amaca ulaştırmada hiçbir işlev üstlenmeyen şeye denir. Kişinin amacına kişiyi ulaştırmada hiçbir işlevi yok. İşte o şeye lağv adı verilir. Ki yararsız, amaçsız her şeydir. Çünkü, neden iman ile irtibatlandırıldı? Aslında bu ayeti şöyle bir cümle ile de ifade edebiliriz. Boş şeylerden yüz çevirmek imandandır.

Zaten peygamberimizin şu imandandır, bu imandandır buyurmaları aslında Kur’an ı bir tür tefsirleridir. Burada imanı, mü’minin kimliğini tarif ederken onlar boş şeylerden, amaca ulaştırmayacak şeylerden yüz çevirirler diyor.

Neden imanla ilintilidir dedim? Çünkü hayatın anlamlı olduğu imanın konusudur. Girişte o ayeti söylememiş miydim. Hayat anlamlıdır, hayat anlamsız değildir. Değilse Allah’a imanın değeri olmaz. Onun içinde bu surenin 115. ayeti hayatı anlamsız bir oyun olarak yaratmadığını buyurur Cenabı Hakk. Görüyorsunuz surenin sonlarında gelecek bir ayetle surenin daha girişindeki ayet arasında adeta haberleşme var. Bir anlam alış verişi akışı var. Onun için hayatın anlamlılığına iman, imanın bir parçasıdır. Eğer bir mümin hayatın bir anlamı ve amacı olduğuna iman etmemişse Allah’a imanı da iman olmayacaktır.


4-) Vellezine hüm liz Zekâti fa'ılun;

Onlar arınmak - saflaşmak (zekât) için ne gerekirse yaparlar; (A.Hulusi)

004 - Onlar ki zekât vermek için çalışırlar.(Elmalı)


Vellezine hüm liz Zekâti fa'ılun onlar arınmak için yapması gereken her şeyi yapan kimselerdir. Yani buradaki kelimenin daha sonradan kazandığı terimsel anlama bakarak zekat’la sınırlamak doğru olmasa gerek. Onun için zekat artmak ve arınmak anlamına gelir. İki anlama birden gelir. İnsanın artması, zekâya da onun için Zekâ denilmiştir zaten. Yani sürekli artabilen bir kabiliyet ve kapasiteye sahip olduğu için.

Zekât; insanın iç potansiyelinin artışı ve insanın artışına engel olan tortuların da ayıklanışı, atılışı. İşte aslında servetten verilen, paylaşılan o değerin amacı da bu olduğu için Zekât ismini almıştır.

Devam ediyor B sayfasına geçiniz.

27 Temmuz 2012 Cuma

İslamoğlu Tef. Ders. HACC (073-078)(106-E)


D sayfasından devam


        73-) Ya eyyühenNasu duribe meselün festemi'û leh*
innelleziyne ted'une min dûnillâhi len yahluku zübâben ve levictemu leh* ve in yeslübhümüzzübâbü şey'en lâ yestenkızuhu minh* daufet talibu velmatlub;

        Ey insanlar! Bir ibretlik misal verildi; onu dinleyin... Allâh dûnunda yöneldikleriniz, bir araya toplansalar bile, bir sinek dahi yaratamazlar! Sinek bile onlardan bir şey kapsa, onu sinekten kurtaramazlar... İsteyen de istenilen de âcizdir! (A.Hulusi)

73 - Ey insanlar! bir mesel darp edildi, şimdi ona iyi kulak verin, haberiniz olsun ki sizin Allah dan başka taptıklarınız bir sinek yaratamazlar, hepsi onun için toplansalar bile, ve şayet sinek onlardan bir şey kaparsa onu ondan kurtaramazlar, tâlip de zayıf matlup da. (Elmalı)


Ya eyyühenNas Yeni bir pasaja girdi. Siz ey insanlar duribe meselün festemi'û leh bir misal veriliyor, şimdi onu dinleyin:

innelleziyne ted'une min dûnillâhi len yahluku zübâben Allah dışında yalvarıp yakardığınız varlıkların hiç biri asla bir sinek bile yaratamazlar. ve levictemu leh bu iş için hepsi bir araya toplansalar dahi yapamazlar bunu. ve in yeslübhümüzzübâbü şey'en lâ yestenkızuhu minh dahası eğer sinek kendilerinden bir şey kapacak olsa, kapıp kaçacak olsa ondan onu dahi geri alamazlar. Ne ilginç misal değil mi? Yani bir sineğin sizden aldığını bile geri alamazsınız. daufet talibu velmatlub zira aşlamak isteyen de aciz alınmak istenen de. İkisi de aciz.

Ayet açık, tefsire mahal tok. Zaten kendisi bir gerçeğin tefsiri. Allah dışında yalvarıp yakarılan her bir kimse, ne ise o. İnsan olabilir, aziyz olabilir, veliy olabilir, peygamber olabilir, taş olabilir, ideoloji olabilir, put olabilir, heykel olabilir, şu olabilir, bu olabilir. Yani Alla dışında, Allah’tan isteyeceğini Allah dışında bir mercii den isteyen insana sesleniyor bu ayet. Kendisinden bir sinek, bir şey alacak olsa onu bile geri alamayacak, bundan bile aciz olan birine nasıl Allah’a ait bir vasfı, bir niteliği yakıştırıyorsun diyor.


        74-) Ma kaderullahe hakka kadriHİ, innAllâhe leKaviyyün Aziyz;

        ALLÂH'ı (adıyla işaret edileni) hakkıyla değerlendiremediler! Muhakkak ki Allâh Kaviyy'dir, Aziyz'dir (güçlü ve gücünü karşı konulmaz şekilde kullanandır). (A.Hulusi)

74 - Allahın kadrini gereği gibi takdir edemediler, hakikat Allah, yegâne kaviy, yegâne azîzdir. (Elmalı)


Ma kaderullahe hakka kadriHİ Onlar Allah’ın gücünü gereği gibi kavrayıp takdir edemediler.

Evet, müthiş bir ibare dostlar. Ma kaderullahe hakka kadriHİ Allah’ı hakkıyla takdir etmek. Nedir? Tanımakla mümkündür değil mi? Allah’ı takdir etmek için tanımak lazım. Allah’ı hakkıyla kavrayabilmek için O’nu tanımak lazım. Kendini tanımadan O’nu tanımakta ne mümkün. Kendini tanıyanlar O’nu tanıyabilirler. Kendini tanıdığında şah damarından daha yakın olduğunu görecektir. Çünkü Allahsız bir insan, anlamsız bir insana dönüşür. Tüm anlamının Allah’ta olduğunu ancak Allah’ı tanıdığında kavrayacaktır.

Allah daha nasıl tanınır? Elbette ki esma ve sıfatıyla. Onu öğrenmekle tanınır. Yani isimleri, kendisinin ifade buyurduğu, Kur’an da esma ül Hüsna  olarak geçen en güzel vasıfların kendisine ait olduğunu buyurduğu o isimler, o sıfatlarla.

Mahlukatı O’na atıf bilen bir bakış açısıyla üçüncüsü.

Daha nasıl tanınır Allah? Kainata; Allah’ın bir eseri olarak bakmakla. O eseri iyi okursanız, o eserin sahibini, o sanatın sahibi olan sanatkarı da tanırsınız. Tüm varlığa açılmış bir kitap gibi bakanlar. Tüm eşyayı açık bir kitap gibi okuyanlar, okumayı becerenler Allah’ı iyi takdir edenler olacaktır.

[Ek bilgi; Hiçbir yerde "ilâh"a imandan söz edilmemektedir; çünkü "Allah", "Tanrı" değildir!

"Senin ilâhın Allah’tır" sözünün mânâsı "Allah ilâhtır" demek değildir!.. Bu belki, "Senin ilâh-Tanrı bildiğin, sandığın varlık gerçekte Allahtır; ki O Tanrı olmaktan münezzehtir" anlamına alınabilir.

Bunun izahını geniş olarak "HZ. MUHAMMED’İN AÇIKLADIĞI ALLÂH" isimli kitabımızda yaptık. Arzu edenler bu hususu oradan tetkik edebilirler.

Evet, "Allah"a iman derken, "Allah"ı en asgari sınırı ile "İhlâs" sûresinde belirtilen biçimde anlamak gerekir.

Şayet "Allah”ın "Ahad" olduğunu akıldan çıkarırsak veya "Allah’ın”; "Ahad" olduğunun mânâsını anlamadıysak; "Allah’ın" doğurulmamış ve doğurmamış olduğunun" mânâsını fark edemediysek, çözemediysek, idrak edemediysek; bu takdirde biz, "Allah’a inanıyorum" deriz; ama yine de "Âmentü billahi" dememiş oluruz!.. Lafını etmiş, dille söylemiş oluruz; fakat, anlayış olarak bu kavramdan mahrumuzdur...
İşte bu durumdakilerin hâlini açıklayan âyet de şudur:

“İNSANLARDAN BİR KISMI "B"NİN ANLAMIYLA ALLÂH’A VE GELECEĞİMİZE İMAN ETTİK DERLER; AMA BUNUN BİLİNCİNDE OLARAK İMAN ETMEMİŞLERDİR." (Bakara:8)

Çünkü..! İhlâs sûresinde, "Allah’ın” "Ahad" yani bölünmez, parçalanmaz, cüzlerden meydana gelmemiş, parçalardan oluşmamış; sonsuz sınırsız TEK olduğu.

Ve de "Samed" olarak, O’na herhangi bir şeyin girmesinin, ya da O’ndan her hangi bir şeyin çıkmasının mümkün olmadığı, anlaşılabildiği zaman.

Ve yine "O"ndan meydana gelmiş ikinci bir varlığın var olmadığı; ayrıca "O"nun başka varlıktan meydana gelmesinin söz konusu olmadığı fark edildiğinde ve bunun anlamı kavranıldığında, zaten otomatik olarak bizim "ben" dediğimiz varlık, hiç "var" olmamış olarak "yok" olur!

Ya da çok basite indirgeyerek açıklayalım... "ALLÂH”IN "SINIRSIZ" varlığına İMAN EDİLDİĞİ ZAMAN!.. Yani, "SINIRSIZ" varlığı dolayısıyla hiçbir boyutta "O"nun yanı sıra ikinci bir varlığın mevcudiyetinden söz edilemeyeceği kavrandığı zaman...

Görülecektir ki "sen (ben)" zaten hiç "var" olmamışsın... "Yok"sun!.. "YOK" mayasından oluşmuş bir "yok" olarak mevcudsun; ki gerçekte tüm varlık sadece "O"dur!
Var olmamış bir şey nasıl "yok" olur?

Var olmayan bir şey, gerçekte, ancak beş duyunun oluşturduğu zanda "var" kabul edilir; o zanda "var" kabul edilen "benlik", idrak oluşunca da "yok" olur demektir! Yoksa, gerçekten "var" olan hiçbir şey "yok" olmaz!.. Çünkü her şeyin varlığı, "ALLÂH" varlığıyla mevcuttur!.. Ki, o şeyin mutlak mânâda "yok" olması demek, sonuçta ALLÂH varlığının "yok" olması demek olur. A.Hulusi. http://www.ahmedhulusi.org/yazi/b-sirriyla-anlayis.htm ]

[Ek bilgi 2; . Eğer siz ALLAH'ı hakkıyla tanısaydınız dualarınızla dağları yerinden oynatırdınız. (Hadis/Camius sağıyr)]

innAllâhe leKaviyyün Aziyz nitekim Allah her şeye muktedir olan yüce bir otorite sahibidir. Yani neden böyle iki isim geldi bu ayetin sonuna? Allah’ı hakkıyla takdir edemeyenlerden söz ettikten sonra. Allah’ın kaviy ve aziyz olduğunu buyurdu ayet. Çünkü hiç kimse Allah’ı hakkıyla takdir edemese Allah’ın nesi eksilir ki. O’nun şerefinden, O’nun onurundan bu hiçbir şeyi eksiltmez. Çünkü Allah yarattıklarından hiç birine muhtaç değil. Ama yarattıklarının tamamı O’na muhtaç. Yarattıklarının tamamı O’na asi olsa Allah’ın izzetinden hiçbir şey eksilmez. Fakat onlar Allah’a asi olduklarıyla kalmış olurlar.


        75-) Allâhu yastafiy minel Melaiketi Rusulen ve minen Nas* innAllâhe Semiy'un Basıyr;

        Allâh, meleklerden Rasûller seçer ve insanlardan da... Muhakkak ki Allâh Semi'dir, Basıyr'dir. (A.Hulusi)

75 - Allah, hem Melâikeden Resuller süzer hem insanlardan, hakikat Allah, yegâne semi', yegâne basîrdir. (Elmalı)


Allâhu yastafiy minel Melaiketi Rusulen ve minen Nas dolayısıyla Allah meleklerden de elçiler seçer, insanlardan da elçiler seçer. innAllâhe Semiy'un Basıyr ne var ki sadece Allah her şeyi görür ve sadece O her şeyi işitir.

Neden böyle bitti? Çok ilginç. 1 si Allah insanlardan ve meleklerden elçiler seçer. Allah’ın seçtiği bu elçilere Allah muamelesi yaparsanız, onları seçen Allah’a hakaret etmiş olursunuz. Onun için geçmiş toplumlar, putperest toplumların bir çoğunda tapınılan nesneler meleklerin bir sureti olarak nitelenirlerdi. Ya da Yine geçmiş toplumlarda puta dönüşmüş Sanen ve senen’e dönüşmüş tapınılan nesneler geçmişte çok iyi olan Peygamber, Aziyz ve velilerin suretleri idi. Mesela Kur’an da ved’, Suva’, yeuk ve nasr diye geçen 5 putun tefsir otoriteleri tarafından bize verilen bilgiye dayanarak söylüyorum, daha önce İdris peygambere iman etmiş olan havariler olduğu ve daha sonraları bu aziyz insanların, bu Allah dostlarına gösterilen saygının bozulmasıyla, saygının mahiyetinin değişmesiyle giderek bu saygı yerini tapınmaya terk etmiş olduğunu anlıyoruz. İşte bu gibi örneklerden yola çıkarak bu ayeti daha iyi anlayabiliriz.

Dahası ayet ne var ki sadece Allah her şeyi işitir diyor. Yani Allah’ın seçtiği meleklerden ve peygamberlerden seçtiği kimseler Allah gibi her şeyi işitemezler. Her şeyi göremezler. Her şeyi işiten ve gören sadece Allah’tır.


        76-) Ya'lemu ma beyne eydiyhim ve ma halfehüm* ve ilAllâhi turce'ul umûr;

        Bilir onların geleceklerini de, geçmişlerini de... İşler Allâh'a rücu ettirilir. (A.Hulusi)

76 - Hepsinin önlerindekini ve arkalarındakini bilir ve bütün işler hep Allaha irca' olunur. (Elmalı)


Ya'lemu ma beyne eydiyhim ve ma halfehüm yine O, yani Allah onların bildiklerini de bilir, bilmediklerini de. Aslında bu ibarenin tam olarak harfiyen manası önlerinde olanı da bilir arkalarında olanı da. Fakat önlerinde olandan kastın bildikleri, arkalarından olandan kastın da bilmedikleri olduğu açık.

ve ilAllâhi turce'ul umûr sonunda her iş ve oluş döner dolaşır Allah’a varır.


        77-) Ya eyyühelleziyne amenûrke'û vescüdu va'budu Rabbeküm vef'alül hayre lealleküm tüflihun;

        Ey iman edenler! Rükû edin (her an her zerrede hükümranlığını fark ederek eğilin); secde edin (indînde "ben"liğinizin "yok"luğunu hissedin), Rabbinize kullukta olduğunuzu kavrayın; hayır (Hakkanî fiil) işleyin ki kurtulasınız! (A.Hulusi)

77 - Ey o bütün iman edenler, rüku' edin, secde edin, rabbinize kulluk edin, hayır işleyin ki felâh bulabilesiniz. (Elmalı)


Ya eyyühelleziyne amenûrke'û siz ey iman edenler. Yalnızca Allah’ın huzurunda eğilin. Vescüdu O’nun; sizin için koyduğu yasaya tabi olun.

Neden rükû  edin ve secde edin diye dar bir anlamıyla değil de, çok geniş anlamıyla çevirdim? Çünkü değerli dostlar secde Kur’an da da Ven necmu veş şeceru yescudan (Rahman/6) ayetinde buyrulduğu gibi; Ağaçlar ve yıldızlar secde ederler. Yani böyle çevrilmez bu. Secde etmek burada ağaçlar ve yıldızlar, Allah’ın kendileri için koyduğu yasaya tabi olurlar. Allah ile sözleşmelerine uygun davranırlar demektir.

Secde rolünü oynamaktır. Allah ile sözleşme yapmaktır. Haddi zatında insanın secde hareketi, Allah’a verilmiş bedeni bir imzadır. Yerini bilmektir, yurdunu bilmektir, Allah’ın koyduğu yerde durmaktır. Sözleşme imzalamaktır yani. Rükû itaat, secde teslimiyettir. Rükû sosyal itaattir, secde bireysel itaattir. ..verke'u ma'arraki'ıyn (Bakara/43) ayeti vardır. Rükû edenlerle birlikte rükû edin. Allah’a teslim olanlarla birlikte teslim olun. Ama; vescüdü me'as sacidiyn gibi bir kalıp yoktur. Secde aşk halidir çünkü ve Allah’a olan muhabbet elbette ki kaynağını, insanın gönlünde ki imandan, bireysel imandan alır.

Belki şöyle tefsir etmekte mümkün; Rükû İslam’dır, secde imandır. Rükû itaattir, secde teslimiyettir diye de bunun için söylemiştim.

va'budu Rabbeküm ve yalnızca rabbinize kulluk edin. vef'alül hayre lealleküm tüflihun ve hayırlı işler yapın ki ebedi kurtuluşa nail olasınız.


        78-) Ve cahidu fillâhi hakka cihadiHİ, HUvectebaküm ve ma ceale aleyküm fiyd diyni min harec* millete ebiyküm İbrahiym* HUve semmakümül müslimiyne min kablü ve fiy hazâ liyekûner Rasûlü şehiyden aleyküm ve tekûnu şühedae alenNas* feekıymusSalâte ve atüz Zekâte va'tesımu Billâh* HUve Mevlaküm* fenı'mel Mevlâ ve nı'men Nasıyr;

        Allâh için, O'nun Hak cihadı olarak, mücahede edin! O, sizi seçti ve Dinde size bir zorluk yüklemedi... Babanız İbrahim'in milletinin (din anlayışıdır bu)... Daha önce de şimdi de O, sizi "Müslimler = teslim olmuşlar" diye isimlendirdi ki, O (Sistemi "OKU"yan, vahdeti açıklayan) Rasûl (Hz. Muhammed s.a.v.) sizin üzerinize bir şahit olsun, siz de insanlar üzerine şahitler olasınız! Artık salâtı ikame edin ve zekâtınızı verin; Esmâ'sıyla hakikatiniz olan Allâh'a tamamıyla bağlanın! O, Mevlâ'nızdır (sahibiniz, her fiilinizin oluşturanı)... Ne güzel Mevlâ'dır ve ne güzel Nasîr'dir (O).(A.Hulusi)

78 - Ve Allah uğruna hak cihâdıyla mücahede eyleyin, sizi o seçti, üzerinize dinde bir haraç de yükletmedi, haydin babanız İbrahim’in milletine, bundan evvel ve bunda size Müslüman ismini o - Allah - taktı, ki Peygamber size karşı şahit olsun, siz de bütün insanlara karşı şahitler olasınız, haydin namazı kılın zekâtı verin, ve Allaha sıkı tutunun ki Mevlâ’nız odur, artık ne güzel Mevlâ, ne güzel nasîr.(Elmalı)


Ve cahidu fillâhi hakka cihadiH ve Allah uğruna üstün çaba sarf ederek gereği gibi mücadele edin. Yani var gücünüzü Allah yolunda harcayın cihat budur.

Cihat sadece savaşa indirgenemeyecek kadar muhteşem bir kavramdır. İnsanın Allah adına harcadığı her emek cihat kapsamına girer.

HUvectebaküm ve ma ceale aleyküm fiyd diyni min harec neden var gücünüzle Allah yolunda cihat edin? HUvectebaküm, çünkü O sizi seçti. Niçin seçtiği belli. Bu vahyi insanlığa taşımak için bu onuru size verdi. Vahyi taşıma onurunu size verdi madem, siz de vahyi taşımanızın sorumluluğunu yerine getirin. Vahyi taşımanın iftiharını, vahyi taşımanın onurunu taşıyorsunuz madem, sorumluluğunun altına da girin ve var gücünüzle Allah yolunda çaba sarf edin.

ve ma ceale aleyküm fiyd diyni min harec O sizin için din konusunda sizi zora sokmadı, zorluk dilemedi. Eşyada asıl olan mubahlıktır ilkesini hemen hatırlamakta yarar var. Yani bir şeyin serbestliğine delil aranmaz. Eğer yasak değilse serbesttir. İşte bu esastan yola çıkılmıştır. Hz. Aişe der ki; peygambere iki şey sunulduğunda arasından en kolay olanını tercih ederdi.

Hatta efendimiz Yessiru vela tuassiru ve beşşiru vela tuneffiru buyurur. Müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz, kolaylaştırınız güçleştirmeyiniz. Aslında bu ayette ifade edilen biraz da bu hadiste dile getirilen şey değil midir.

Hatta bir gün Resulallah’a sürekli ibadet etmek istediğini söyleyen birine Resulallah; Sen usanmadıkça Allah usanmaz. Uyarısında bulunmuştu.

Buradaki belki Allah dinde size zorluk kılmamıştır ibaresinin bir önceki ayetin başı ile yakın alakası da şuradandır. Yani Allah yolunda cihat edeceksiniz var gücünüzü harcayacaksınız. Bu demek değildir ki gücünüzün ötesinde bir şey istiyor Allah. Gücünüzün içinde ki, gücünüzün yettiği şeyi yapın yeter demektir bu.

millete ebiyküm İbrahiym sizden tek istediği atanız İbrahim’in inanç sistemine tabi olmak.

Millet inanç sistemi demektir. bizde şu anda Türkçe de kullanılışı kökten yanlıştır. Yani millet; bir ırka mensup olanlar demek değildir. Millet Kur’ani bir kavramdır ve Kur’ani anlamı da bir inanç sistemine mensup olan insanların toplamıdır. Ümmetle eşdeğerdedir.

HUve semmakümül müslimiyne min kablü ve fiy hazâ o sizi bundan önce ve bu vahiyde de Müslüman olarak isimlendirdi.

İslam tüm vahiylerin ortak öğretisi, insanlığın değişmez değerlerinin ortak adıdır. Her peygamber Müslüman’dır. Bu adı Allah seçti. Allah’a teslimiyet, insanlık boyunca her müminin esas duruşudur. İşte bu ismi de Müslüman’a Allah seçmiştir.

liyekûner Rasûlü şehiyden aleyküm ve tekûnu şühedae alenNas ki elçi sizin için iyi bir model ve tanık olsun, insanlık içinde siz iyi bir model ve tanıklar olasınız.

Açık dostlar. Şehiyd; Hem şahit, tanık olmak, hem de model ve örnek olmak anlamına gelir. Kendisi ile bir hakikatin ispat edildiği belge ya da kişidir. Siz insanlığa örnek olun, model olun, peygamber size model oldu. Peygamber size şahit oldu, hayatıyla tanık oldu, siz de insanlığa tanık olun. Peygamber sizin imamınız oldu, yani ümmetin anasıydı. Merhametiyle şefkatiyle, örnekliğiyle sizde insanlığın anası olun, imam ümmet olun. Yani ana toplum.

feekıymusSalâte ve atüz Zekâte şu halde artık salâtı ikame edin, Allah karşısında esas duruşunuzu koruyun. Bu esas duruşun ibadet biçiminde ki namazı maksadına uygun olarak eda edin. ve atüz Zekâ arınmak için verilmesi gerekli olan ne varsa onu verin. va'tesımu Billâh ve Allah’a sımsıkı bağlanın. HUve Mevlaküm neden bağlanalım diyorsanız eğer; O sizin gerçek efendiniz, gerçek koruyup kurtarıcınızdır. fenı'mel Mevlâ ve nı'men Nasıyr o ne güzel efendi o ne güzel koruyup kurtarıcı ve o ne güzel yardımcıdır.

Öyle bir efendi ki; İnsanı köle değil, kul eder. Öyle bir efendi ki, kulunun özgürlüğünü kıskanmaz. Ona irade verir. Yani özgürlük verir. Öyle bir efendi ki onu rakibi olarak değil kulu olarak tanımlar ve onun kendisine yaptığı her itaati cennetle ödüllendirir.

Rabbim, kendisinden başka rab aratmasın rabbim layıkıyla kul olanlardan kılsın inşallah.

“Ve ahiru davana enil hamdülillahi rabbil alemiyn”

Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır.


106. Videonun sonu.106. videoyu toplu olarak http://kurantefsir.wordpress.com/2012/07/20/islamoglu-tef-ders-hacc-049-078106/ bulabilirsiniz.