31 Mart 2014 Pazartesi

İslamoğlu Tef. Ders. CİN SURESİ (GİRİŞ) (182-B)a






Değerli Kur’an dostları şimdi yepyeni bir sureye giriyoruz. Cin suresi. Elimizde ki mushafta 72. sırada.

Cin; görünmeyen varlık manasına gelir. Adını ilk ayetinden alır. Tirmizi de bu adla anılmış fakat Buhari de Kul ûhıye ileyye (1) yani ilk kelimeleri ile anılmış ki. Demek ki adı daha ilk dönemlerde henüz oturmamıştı.

Suremiz Mekki dir. Boykot dönemi sonrası surelerden sayabiliriz. Çünkü bu konuda elimizde delil var; Allah resulünün Taif dönüşünde gerçekleşen dinleme hadisesi üzerine nazil olduğuna dair hayli rivayet var. Biz Allah resulünün Taif seferinin boykotun hemen ardında ki veya boykotun son, 8 veya 9. yıl olduğunu biliyoruz. O zaman 9 veya 10. yıla yerleştirebiliriz bu sureyi ki, Taif seferinin 10. yılda olduğuna dair bir rivayet var.

Cin surenin konusu tevhid. Amacı cahiliye insanının cin tasavvurunu ret. Görünmez varlıklar bir vakıa, bir gerçek. Biz bu alemi sadece kendimiz oluşturmuyoruz. Görünmeyen varlıklarla paylaşıyoruz. Sadece bizden müteşekkil değil bu alem. İnanıyoruz ki göremediğimiz alemler de var.

[Ek bilgi: CİNLERİN VARLIĞI- KUR’AN

Kur'an-ı Kerim'de sadece bir yerde değil, müteaddid yerlerde ve insanların iki ayrı cins yaratık olduklarından bahsedilmektedir. Örneğin bkz. Araf: 38; Hud: 119; Fussilet: 25-29; Ahkaf: 18; Ez-Zariat: 56; en-Nas: 6; ve Rahman Suresi, cinleri insanoğlunun bir kısmı olarak saymaya yer bırakmayacak açıklıktadır.
Araf:12'de Hicr 26-27'de ve Rahman 14-15'de insanın çamurdan yaratıldığı, oysa cinlerin ateşten yaratıldıkları açık bir şekilde bildirilmektedir.
Hicr Suresi 27. ayette cinlerin insandan önce yaratılmış oldukları izah edilmektedir. Bunu, Kur'an da yedi yerde geçen Adem ve İblis kıssası da teyit etmektedir. Her yerde insan yaratılmadan önce İblisin mevcut olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca Kehf Suresi 50. ayette İblisin cinlerden birisi olduğu bildirilmiştir.
...
Kur'an-ı Kerim'de onlarca yerde, İblis'in, ta Adem'in yaratılışından beri insanı yoldan çıkartmaya azmettiği gerçeği açıklanmaktadır. O zamandan beri cinlerden şeytan olanlar insanları yoldan çıkarmaya çalışmaktadır. Ama insana musallat olarak ona zorla bir şeyi yaptırma gücüne sahip değillerdir. Fakat insanların kalbine vesvese verirler ve onları kötü yola teşvik ederek çirkin ve kötü şeyleri güzel gösterir, onları yoldan çıkarmaya çalışırlar. Mesela bkz. Nisa: 117-120; Araf: 11-17; İbrahim: 20; Hicr: 30-42; Nahl: 98-100; İsra: 65. (Mevdudi – Tefhimu-l Kur’an)]

Görünmez varlıklar Allah – İnsan arasında aracı değil, ilahi rehberliğe muhtaç varlıklardır. Bu sure bunu söylüyor. Oysa ki insanlar tarih boyunca görünmeyen varlıklara karşı zaaflı olmuşlar. Görünmeyenden korkmuşlar. Görünmeyene gizemli olana karşı bir merak olmuş hep. Bu merak korkuya dönüşmüş Bu korku ise onlara tapınmaya dönüşmüş, onları putlaştırmış tarihte insanlar. Görünmemelerinin sonucunda korku, korkunun sonucunda da putlaştırma gelmiş. İşte bu nedenle bu surenin iniş nedeni, Nüzul dönemi insanı her tür söz sanatını şiirle, şiiri de cinle irtibatlandırdığı için onların vahyi şiirle, dolayısıyla vahyi cinle irtibatlandırmalarına alaka kurmalarını ret için inmiştir.

Onlara göre cinler çarpardı. Onlar böyle inanıyordu. Hud/54. ayetine göre. Yine Enam/100. ayetinden öğrendiğimize göre ilahlık yakıştırıyorlardı nüzül dönemi müşrikleri cinlere. Yine bu surenin 6. ayetine göre cinlere sığınıyorlardı. Biz "Euzü Billahi mineş şeytanir racim" diyerek kovulmuş, taşlanmış, mel’un şeytanın şerrinden nasıl Allah’a sığınıyorsak onlarda cinlere sığınıyorlardı. İlginçtir, kime sığınıyorlarsa ona tanrılıkta yakıştırmış oluyorlardı. Yine cinlere tapanlar vardı. Sebe/41. ayetinin ifade ettiği gibi.

Surenin yarısı vahiy dinleyen cinlerle alakalı. Yani burada cinlerin vahiy dinledikleri aktarılıyor bu surenin yarısından fazlasında. Aynı zamanda bu bölüm Ahkaf/29-32 ayetleriyle karşılaştırılarak okunmalı. Çok büyük bir irtibat var. Ahkaf/29-32 ayetleri Allah u alem bu surede bahsedilen olayın ta kendisinden bahsetmektedir. Yani iki ayrı olaydan bahsedildiğine dair rivayet varsa da bu konuda kesin bir delil yoktur. Biz iki pasajı da okuduğumuzda benzer bir olaydan söz edildiğini düşünebiliyoruz.

Bu durumda Ahkaf suresinin ilgili ayetleri dikkate alınacak olursa bu cinlerin Yahudi olduğu orada açıkça söyleniyor. Yahudilerden olduğu. Çünkü Ahkaf suresinde ki ilgili pasajın hemen önü Yahudilerle ilgili. Dolayısıyla bizim zihnen cinlerle ilgili bu cin suresiyle müşriklerin arasında, daha doğrusu Yahudilerle müşriklerin arasında cin bahsi üzerinden bir irtibat kurmamız gerekiyor.

Nedir bu irtibat? Şu; Müşrikler Yahudilerin bu konuda esaslı bir bilgiye sahip olduğunu düşünüyorlardı cin konusunda ve vahye karşı bir destek sağlamak için, argüman geliştirmek için, vahye karşı savaşmak için kendilerince, kendilerinden çok daha iyi bilgiye sahip olduklarını düşündükleri Yahudilerden malzeme istiyorlardı, cephane istiyorlardı. Yani cephanelerini Yahudilerden aldılar ve Yahudiler de bu konuda bizim bildiklerimiz hava civa demiyorlar, bu onların bu zannını daha da kabartıyorlar ve şişiriyorlardı, istismar ediyorlardı.

Surenin ilk muhatapları açısından amacı açık. Müşriklerle Yahudiler arasında ki bu şeytani ittifakı bozmaktı bu amaç. bir de Allah resulü açısından amacı vardı ki o da Allah resulünü ve mü’minleri teselli etmekti. Bu teselliyi şöyle formüle edebiliriz. Ey peygamber seni yakındakiler dinlemezse, Allah çok, çok uzaklardan seni dinleyen birilerini yollar. Buydu, Allah resulü böyle teselli edildi. Bu girizgahtan sonra şimdi cin suresinin tefsirine geçebiliriz.

[Ek bilgi; Buhari ve Müslim'de Hz. Abdullah bin Abbas'tan rivayet edilir ki, bir gün Allah Resulü yanında arkadaşları ile beraber Ukaz panayırına gitmişti. Yolda Nahle denilen yerde Allah Resulü sabah namazını kıldırdı. Bu esnada Cinlerden bir grup oradan geçmekteydi. Kur'an ın tilavetini duyduklarında hemen durmuşlar ve dikkatle dinlemeye başlamışlardı. İşte bu hadisenin zikri bu surede geçmektedir.
Müfessirlerden çokları bu rivayete dayanarak bu hadisenin Rasulullah ın Taif seferi esnasında olduğunu söylemişlerdir ki bu hadise risaletin 10. yılında hicretten 3 sene önce vuku bulmuştu.
Fakat bu kıyas birçok nedenden dolayı doğru değildir. Rasulullah ın Taif seferi sırasında cinlerin Kur'an dinlemesi hadisesinin anlatıldığı Ahkaf Suresi'nin 29. ayeti ile 39. ayetleri arası göz önünde bulundurulursa, o cinlerin iman ehlinden oldukları anlaşılacaktır. Bunlar, Hz. Musa'ya ve diğer gelmiş semavi kitaplara inanmaktaydılar.
Halbuki bu surenin 2. ayetinden 7. ayetine kadar olan bölümden açıkça anlaşılmaktadır ki, bu sefer de Kur'an-ı Kerim dinleyen cinler müşrik idiler, ahireti ve peygamberliği kabul etmiyorlardı. Ayrıca tarihi kayıtlardan da anlaşılıyor ki Rasulullah ın yanında Hz. Zeyd bin Harise'den başka kimse yoktu.
Halbuki bu seferde İbn Abbas'ın rivayetine göre Rasulullah ın yanında birkaç sahabenin de bulunduğu anlaşılmaktadır. Ve diğer rivayetlerden, Rasulullah ın Taif ten dönerken yolda Nahle'de konakladığı zaman cinlere Kur'an ı dinlettiği anlaşılmaktadır.
İbn Abbas'ın rivayetine göre, bu surede geçen seferde ise Allah Resulü Mekke'den Ukaz'a doğru gitmekteydi. Bu sebeplerden, bu surede geçen hadise ile Ahkaf Suresi'nde geçen hadisenin aynı olmadıkları ayrı ayrı zamanlarda vuku buldukları anlaşılmaktadır.(Mevdudi – Tefhimu-l Kur’an)]

[Ek bilgi; KURÂN’A GÖRE “CİN”
“CANN’I (cin sınıfını - görünmez varlıkları) DA DUMANSIZ ATEŞTEN (radyasyon-ışınsal enerji - elektromanyetik dalga bedenli) YARATTI.” (55.Rahmân: 15)
İnsanın yapısı için, umumi mânâda, görünüşünden yani bedeninin yapısından dolayı, nasıl ki “topraktan halk olunmuştur” denilmekte ise; burada da Cinin yapısı izah edilirken, gene aynı usülle, Cinin yapısı işaret edilerek “dumansız ateşten” yani “ışınlardan - radyasyondan - dalgadan” yaratılmıştır diye tarif edilmektedir.
“CANN’I DA DAHA ÖNCE SEMUM ATEŞTEN (gözeneklerden geçen, zehirleyici ateşten; ışınsal bedenle, cehennemdeki ateş, semum kelimesiyle tanımlanmıştır. A.H.) YARATTIK.” (15.Hicr: 27)
Nitekim bakınız bu konuda M.H.Yazır merhum da ne diyor:
“Hâsılı demek oluyor ki, insan yaratılmazdan evvel, Güneş’te ve arzın başlangıcında olduğu gibi, çalkalanıp duran (dalgalanan) muzdarip ve müteheyyiç bir hâlde bulunan hâlis bir ateş veya ELEKTRİK hâlinde olduğu gibi, her şeye karışabilen veyahut eşyayı birbirine karıştırmak ihtilat ettirmek hassasını haiz bir ateşten (yani ışınlardan) biz insanların gözlerine bermutad görünmeyen gizli birtakım hayat kuvvetleri, hayati unsurlar yaratılmıştır ki bunlara “can” tesmiye olunur.”(Cilt: 6/ Sayfa: 4670)
“(Allâh) ONLARI TOPLUCA HAŞRETTİĞİ GÜN: “EY CİNN TOPLULUĞU, GERÇEKTEN İNSANLARIN ÇOĞUNLUĞUNU HÜKMÜNÜZ ALTINA ALDINIZ (hakikatten uzaklaştırdınız)!” (der)...” (6.En’am: 128)
Bu âyet meâli ise, dikkatle incelendiğinde görülecektir ki, günümüzde pek çok önemi olan bir konuyu açıklamaktadır... Çünkü bu âyet ile Allâhû Teâlâ, “Cin” adıyla tanınan varlıkların çok büyük bir özelliğini açıklamaktadır; ki bu özellik “CİNLERİN İNSANLARI KENDİLERİNE TÂBİ KILMA, İNSANLARI BAŞTAN ÇIKARTMA, KENDİ HÜKÜMLERİ ALTINDA YAŞATMA” olmaktadır. Yani, Cinler arasında, insanları aldatmak, onları kendi hükümleri altına almak başarı olarak değerlendirilmekte, birbirlerine karşı kendi üstünlüklerini bu şekilde ispatlamaya çalışmaktadırlar.
“BEN CİNNİ VE İNSİ YALNIZCA (Esmâ özelliklerimi açığa çıkarmak suretiyle) KULLUK ETMELERİ İÇİN YARATTIM!” (51.Zariyat: 56)
Bu âyet meâli ise Cinlerin de aynen insanlar gibi yaratıcılarına karşı kulluk görevi yerine getirmekle yükümlü olduklarını açıklamakta, yaratılma sebeplerinin de bu olduğunu kesin bir şekilde belirtmektedir... (Devam ediyor…)
CİNLERLE İLGİLİ BAZI HADİSLER
“O sırada Cinler, semâdan haberler alamaz olmuşlardı... Ve çıkmak istedikçe de üzerlerine şihablar salınır olmuştu. Bunun üzerine içlerinden ileri gelenler:
− Herhâlde yeni bir şey oldu ki, sizinle semâ haberleri arasında perde meydana geldi! Arzı dolaşın bakalım, oluşan olay nedir anlayalım. demişler. Ve bu sebeple de Cinler yeryüzünü araştırmaya başlamışlar. Nitekim Tihame tarafına gitmekte olan birtakım Cin, Sokukaz’a gitmekte olan Rasûlullâh sallâllâhu aleyhi vesellem’in Nahle mevkisinde ashabıyla birlikte sabah namazı kılarken okuduğu Kur’ân-ı Kerîm’i dinlemişler. Ve dinledikten sonra da:
− İşte bu semâ haberlerine perde olan olaydır! Demişler ve derhâl kavimlerine dönerek anlatmışlar:
− Gerçekten bize hayranlık veren Kurân’ı işittik!
İşte bundan sonra Allâhû Teâlâ, Cinn Sûresi’ni inzâl etti; Cinlerin dediklerini Rasûlullâh bildirdi.
İbni Mes’ud (r.a.)’dan rivayet edilen ikinci hadis de şöyle:
“Rasûlullâh Aleyhisselâm:
− Ben Cin’e Kur’ân okumakla emrolundum. Beraberimde kim gelir? diye sordu.
Herkes sustu. İkinci defa sordu. Gene susuldu.
Üçüncü defa yine sordu, bu defa ben cevap verdim:
- Ben Abdullah! Mahiyetinde giderim yâ Rasulullah.
Bunun üzerine kalktık, yürüdük.
Düb Şib’inin yanında Hacune mevkisine gelince, benim önüme bir hat çizdi;
− Bunu tecavüz etme!.. dedi. Sonra da Hacune doğru geçti...
Derhâl üzerine keklikler gibi uçuştular. Sanki “Zud” ricaline benziyorlardı. Kadınların def çaldıkları gibi deflerini çalıyorlardı.
Nihayet etrafını sardılar ve gözümde kayboldu. Hemen yerimden kalktım. O zaman bana eliyle “otur” diye işaret etti. Sonra da Kur’ân okumaya başladı. Gittikçe sesi yükseliyordu. Hepsi yere yapıştılar. O derece ki, seslerini işitiyordum kendilerini göremiyordum. Sonra Rasûlullâh Aleyhisselâm yanıma geldiğinde;
− Gelmek istedin değil mi? diye sordu. Ben de:
− Evet yâ Rasûlullâh! dedim. Cevap verdi:
− Sana gerekmezdi! Onlar Cin! Kur’ân dinlemeye geldiler. Sonra da kavimlerini uyarmak üzere döndüler.”
BAZI ÖZELLİKLERİNDEN
Cinlerin gıdası kokudur!.. Cinlerin en çok sevdikleri koku da SİGARA kokusudur. Sigara içen bir kişiyi buldukları zaman, artık kolay kolay onun yanından ayrılmazlar ve onun peşini de bırakmazlar. Kişinin sigara bağımlılığının artmasında en büyük faktör Cinlerdir.
Cinler, sigaraya yönelik bir kişi buldular mı, hemen onun içine sıkıntı verecek şekilde beynine bir sinyal yollarlar. Kişi bu sıkıntı ile hemen bir SİGARA yakar! Dumanlarını üflemeye başladıktan kısa bir süre sonra içindeki sıkıntı kesilir!
Çünkü, yanındaki Cin, o dumandan gıdalanmaya başlamış ve onun içine sıkıntı veren etkileri göndermeyi kesmiştir. Böylece o kişi sigarasını bitirir ve bir süre rahatlar.
Sonra yanındaki Cin tekrar SİGARA kokusu istedi mi gene beynine içinde sıkıntı oluşturacak bir impuls yollar ve o kişi de elinde olmayarak tekrar bir sigara yakar. Ve bu durum böylece devam edip gider. Eğer, böyle devamlı SİGARA içen bir hoca veya mürşit, Gavs(!) yanına giderseniz, hemen Kur’ân-ı Kerîm’in Sâd Sûresinin 41, Mu’minûn Sûresinin 98-99 ve Sâffât Sûresinin 7’inci âyetlerindeki dualara devam ediniz.
Göreceksiniz ki, bu duaya devam suretiyle beyninizin yayacağı belli dalgalar o kişinin ilişkide olduğu Cin ile ilişkisinde kopukluk oluşturacak ve bu yüzden karşınızdaki kişide bazı dengesiz söz ve davranışlar ortaya çıkacaktır.
Ayrıca, ruh çağırma celselerinde, Cinci, falcı hocaların yanında da bu duayı okursanız, bunun böyle olduğunu görerek söylediklerimize kesinlikle inanabilirsiniz. Evet bu âyetleri okunuşu gibi yazıyorum:
“RABBİ İNNİY MESSENİYEŞ ŞEYTANU Bİ NUSBİN VE AZÂB; RABBİ EÛZÜ BİKE MİN HEMEZÂTİŞ ŞEYÂTIYN VE EÛZÜ BİKE RABBİ EN YAHDURÛN. VE HIFZAN MİN KÜLLİ ŞEYTANİN MÂRİD.” (38.Sâd: 41 – 23.Mu’minûn: 97-98 – 37.Sâffât: 7) (Ahmed Hulusi – Ruh İnsan ve Cin)]

Devam ediyor   b sayfasına geçiniz
Cin  suresini toplu olarak BURADA bulabilirsiniz.

25 Mart 2014 Salı

İslamoğlu Tef. Ders. NUH SURESİ (24 - 28) (182-A)b



a sayfasından devam.

24-) Ve kad edallû kesiyra* ve lâ tezidizzâlimiyne illâ dalâla;

"Böylece (bunlar) pek çok kimseyi saptırdılar... O hâlde sen de o zâlimlerin sapkınlığını artır!" (A. Hulusi)

24 - Ve çoğunu şaşırttılar, sen de zalimleri artırma ancak şaşkınlıkca artır. (Elmalı)


Ve kad edallû kesiyran doğrusu birçoklarını yoldan saptırdılar, çıkardılar. ve lâ tezidizzâlimiyne illâ dalâla ve sen de (ey Allah’ım) bu zalimlerin delaletini artır. Lafzen böyle çevirmem lazım ama daha bir açılımlı ve daha doğru kabul ettiğim bir çeviriyle çevirmek istiyorum bu zalimleri hedeflerinden daha fazla saptır. Yani onların gözettikleri hedefi tutturamasınlar. Diye dua etti.


25-) Mimma hatiatihim uğriku feudhılu naren felem yecidu lehüm min dûnillâhi ensara;

(Nihayet) onlar hatalarından dolayı suda boğuldular da ateşe dâhil edildiler ve kendilerine Allâh dûnunda yardımcılar bulamadılar. (A. Hulusi)

25 - Bir çok hatîatlarından dolayı suya boğuldular da ateşe atıldılar ve kendilerine Allahın dûnünden yardımcılar bulamadılar. (Elmalı)


Mimma hatiatihim uğriku onlar günahlarından dolayı boğulup gittiler. feudhılu naren felem yecidu lehüm min dûnillâhi ensara dahası ahirette ateşe atılacaklar ve Allah dışında kendilerine yardım edecek hiçbir kimse bulamayacaklar.


26-) Ve kale Nuhun Rabbi lâ tezer 'alel Ardı minelkafiriyne deyyara;

Nuh dedi ki: "Rabbim... Hakikat bilgisini inkâr edenlerden arz üzerinde hiç kimseyi bırakma!" (A. Hulusi)

26 - Nuh demişti ki: yarab, bırakma yeryüzünde kâfirlerden bir deyyar. (Elmalı)


Ve kale Nuhun Rabbi lâ tezer 'alel Ardı minelkafiriyne deyyara ve Nuh dedi ki, daha doğrusu Nuh ellerini açıp şöyle dua etti; Rabbim, onlardan yer yüzünde bir tane, bir tek kişi bile bırakma. Mostralık, deyyar. Evde kimse yok dediklerinde bir Arap bu kelimeyi kullanır onun için mostralık bir tek kişi dahi bırakma şeklinde anlayabiliriz.


27-) İnneKE in tezerhüm yudıllu 'ıbadeKE ve lâ yelidû illâ faciren keffara;

"Zira sen, onları bırakırsan, kullarını saptırırlar; hakikat bilgisini inkâr eden ve emirlere karşı çıkandan başkasını doğurmazlar. (Onların genlerinden ancak bu oluşur!)" (A. Hulusi)

27 - Zira sen onları bırakırsan kullarını yoldan çıkarıyorlar, ve nankör facirden başka da doğurmuyorlar. (Elmalı)


İnneKE in tezerhüm yudıllu 'ıbadeKE ve lâ yelidû illâ faciren keffara eğer sen onlardan bir tane bırakırsan onlar kafirden başka bir şey doğurmayacaklar ve senin kullarını saptırmaya devam edecekler. Yani onlardan yer yüzünde bir tane mostralık bıraksan bile ya rabbi, o boş durmayıp senin kullarını saptıracak ve ondan da kafir doğacak, başka bir şey değil.

Duanın büyüklüğü emeğin büyüklüğünü gösteriyor değerli dostlar. Ben beddua demiyorum. Bu bir duadır. Küfrü ile azgınlaşmış kafirin artık yer yüzünden sökülüp alınmasını istemek, kendisinin de hayrını istemektir aslında. Çünkü yaşadıkça küfrünü sürdürecek, yaşadıkça azgınlığını artıracak, yaşadıkça günahını çoğaltacak. Onun için beddua demek istemiyorum. Fakat bir peygamber, Efendimiz öyle buyuruyor; Her peygamberin kabul olmuş bir duası vardır. Hz. Nuh’un da kabul olmuş duası bu olsa gerek. Ki emeğin büyüklüğünü biz burada görüyoruz.

Emeğinin büyüklüğünü biz biliyoruz aslında değil mi? ..elfe senetin illâ hamsiyne 'amen, (Ankebut/14) diyor Kur’an bize. 50 eksiği ile 1000 yıl. Aslında Hz. Nuh’un daveti bu. 950 demiyor, 50 eksiği ile 1.000 diyor. Bunu şöyle de anlayabiliriz Allah’u alem. Bir insanın aklına gelebilecek en uzun ömrü aklınıza getirin. Zaten 1000 yı9l kesretten kinaye olarak kullanılır, Kur’an da da kinaye olarak kullanılmaktadır. İşte 1000 yıla bedel bir gün gibi.

Yine ..lev yu'ammeru elfe seneh. (Bakara/96) İster ki Yahudileşmiş mantık 1000 yıl yaşayayım. Burada olduğu gibi. Dolayısıyla 1000 yıl kesretten kinaye. Aklınıza bir insanın yaşayabileceği en uzun ömrü getirin, ondan, peygamberlikten öncesini düşün illâ hamsiyne 'amen i (Ankebut/14) böyle anlayabiliriz. İşte bütün bir ömrü boyunca davet etsin o peygamber, fakat bir avuç dışında kimse davetine icabet etmesin. Hz. Nuh’un durumu bu.

Allah resulü Bedir esirleri ele geçtiğinde istişare etmişti. Hz. Ebu Bekir bu istişare sonuncunda; Bırakalım ya ResulAllah demişti. Hz. Ömer ise hepsinin boynunu vuralım demişti. Allah Resulü Ebu Bekir’e dönerek; Ey Ebu Bekir sen; İn tüazzibhüm feinnehüm ıbaduK. (eğer onlara azap edersen onlar benim değil senin kullarındır ya rabbi. ve in tağfir lehüm feinneKE entel Aziyzül Hakiym (Maide/118)eğer affedersen, bağışlarsan ya rabbi sen yücesin zaten. Hükmünde hikmet sahibisin. Yani bağışlasan daha iyi olur diyen İsa gibisin demişti. Ve Hz. Ömer’e dönmüş; sen de “bunların kellelerini vuralım diyen ey Ömer sen de tıpkı lâ tezer 'alel Ardı minelkafiriyne deyyara (26) onlardan yer yüzünde bir tane bırakma İnneKE in tezerhüm yudıllu 'ıbadeKE ve lâ yelidû illâ faciren keffara (27) diyen, yani eğer bir tane bırakırsan onlar insanları saptıracaklar ve onlardan facir, günahkar ve kafirden başka bir şey doğmayacak diyen Nuh gibisin. Demişti. Tirmizi, A. Bin Hambel naklediyor bu haberi bize.


28-) Rabbiğfirliy ve livâlideyye ve limen dehale beytiye mu'minen ve lilmu'miniyne velmu'minât* ve lâ tezidizzâlimiyne illâ tebârâ;

"Rabbim... Beni, ana-babamı, imanlı olarak evime gireni, imanlı erkekleri ve imanlı kadınları mağfiret et! O zâlimlerin, helâkından başka bir şeylerini artırma!"(A. Hulusi)

28 - Yarab! Mağfiret buyur bana, ve babama anama, mü'min olarak evime girene ve bütün mü'minîn, ve mü'minâta, zalimleri ise artırma ancak helâkça artır. (Elmalı)


Rabbiğfirliy ve livâlideyye ve limen dehale beytiye mu'minen ve lilmu'miniyne velmu'minât rabbim beni bağışla, anne babamı bağışla ve benim evime girenleri de bağışla. Tabii ki mü’min olarak girenleri. Ve tüm mü’minleri, iman eden mü’min erkekleri ve mü’min kadınları da bağışla diye en sonunda rahmet duası da yaptı. Yani sadece yukarıda ki bedduayı değil, aynı zamanda mü’minlere de dua etti, çünkü canı çok yanmıştı. Çünkü Allah’a davet etti, kendisine değil. Fakat onlar Allah’a karşı geldiler ve lâ tezidizzâlimiyne illâ tebârâ zalimlerin de sadece tükenişini artır ya rabbi dedi.

Rabbimiz bu duayı Hz. Nuh’un ağzından tüm zamanlarda yaşasın diye vahyin içine koyup bize aktardığına göre amin denmiş sayılır mı? Naçizane böyle sayılsa gerektir. Eğer rabbimiz bu duaya “Amin” demeseydi eğer tabir caizse, Hz. İbrahim’in babasına duayı reddettiği gibi bunu da reddederdi.

Peki sözün özü ne burada? Tuğyan olan yerde tufan kaçınılmaz olur. Günah okyanusunda bir sevap adası olun ey mü’minler, siz geminizi yapmaya devam edin. Herkes günaha batmış olsa bile siz sevabı sürdürün. Ne diyordu Hz. Nuh; Fede'a Rabbehu enniy mağlubun fentasır. (Kamer/10) ellerini kaldırdı ve rabbine şöyle dua etti. Ya rabbi ben bittim dedi, ben yenildim. enniy mağlubun fentasır sen bana yardıma yetiş ya rabbi.

Peki Allah ne buyurdu? Demek ki gücü biterse bir kulun, bittim derse, gücünün sonuna kadar mücadele eder ve bittim derse rabbi ona yettim kulum der. Ve işte cevabı da şöyle oldu. Fefetahnâ ebvabes Semai Bimain munhemir. (Kamer(11) biz de göğün kapılarını açtık, denizi onun ayağına getirdik. Onun duası üstüne dizginlenemez bir su denizini yer yüzüne indirdik. Bimain munhemir, yani denizi ayağına getirdik. Eğer inkarcılar karada gemisini yapan çağın Nuh’larına dalga geçercesine iyi de bunun denizi hani derlerse çağın Nuh’ları hiç tereddüt etmeden denizin rabbi deniz lazım olduğunda onu ayağıma getirir diyebilirler. Zaten bunu dememiz için bu kıssa bize anlatılıyor.

Rabbim kendi çağının Nuh’larından kılsın. Rabbim tuğyan olan yerde tuğyanı üretenlerden değil, tuğyana karşı çıkıp tufanı bir necat olarak kullananlardan kılsın. Rabbim Kenan gibi dağa kaçanlardan değil, Nuh’un gemisine sığınanlardan kılsın inşaAllah.


“Ve ahiru davahüm enil hamdülillahi rabbil alemiyn”

Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır.

Nûh (20-28) suresinin sonu.
Nûh (20-28) suresini toplu olarak BURADA bulabilirsiniz.

24 Mart 2014 Pazartesi

İslamoğlu Tef. Ders. NUH SURESİ (20 - 23) (182-A)a











El Hamdu Lillahi Rabbil'Alemiyn Vesselatü Vesselâmü alâ Resulüna Muhammedin ve alâ alihi ve ashabihi ve etba’ıhi ecmaiyn. Rabbeneftah bil hayr, vahtim bil hayr, Rabbi yessir ve lâ tüassir, Rabbi temmim bil hayr.



Rabbim hayır ile başlat, hayırlısıyla tamamlat. Rabbim bize kolay getir, güç getirme. Amin.



Değerli Kur’an dostları geçen dersimizde Nuh sure-i celilesinin 20. ayetine kadar işlemiştik. Hatırlayacaksınız tuğyan olan yerde tufan olmaz mı demiştik. Aslında Nuh suresi özetle bunu söylüyor. Tuğyan olan yerde tufan olur. Allah’a isyanın ayyuka çıktığı bir yerde tufan olur. Fakat aslolan sizin geminizi yapmanızdır. Siz geminizi yaparken herkes bir şey söyleyebilir. Tıpkı Hz. Nuh’a; bak, bak, seninki karada gemi yapıyor, nerede yüzdürecekse diye dalga geçenler gibi. Fakat suyun rabbi, göklerin rabbi, denizin rabbi geminizi yüzdüreceğiniz zamanı gelince denizi ayağınıza getirir. Eğer O’nun için yola çıkmış, O’nun için yaşamış, hayatınızı hakikate davet uğrunda geçirmiş ve samimiyetle iman etmiş, güvenmişseniz bunu yapar. Tüm çağlara bu kıssanın içinde bulunduğu Nuh suresinin verdiği ders budur. Her çağın Nuh’una; sen gemini yapmaya devam et. Deniz lazım olursa denizin rabbi ayağına getirir mesajdır. Şimdi kaldığımız yerden Nuh suresinin tefsirine devam ediyoruz.





Bismillah



21-) Kale Nuhun Rabbi innehüm 'asavniy vettebe'u men lem yezidhu maluhu ve veleduhû illâ hasara;



Nuh dedi ki: "Rabbim... Muhakkak ki onlar bana âsi oldular; malı ve çocuğu kendisinin hüsranından başka bir şeyi artırmayan kimseye tâbi oldular." (A. Hulusi)



21 - Nuh dedi ki: yarab! Malûmun onlar bana isyan ettiler ve malı ve veledi kendisine hasardan başka bir şey arttırmayan kimsenin ardınca gittiler. (Elmalı)





Kale Nuhun Rabbi innehüm 'asavniy Nuh dedi ki; Rabbim onlar bana isyan ettiler. Açıkça, kuşkusuz, tereddütsüz onlar bana isyan ettiler. vettebe'u men lem yezidhu maluhu ve veleduhû illâ hasara malı ve nesli sadece hüsranını artıran bir takım kimselere uydular. Bana isyan ettiler, malı ve nesli çok olanlara uydular. Fakat mal ve nesil onların hüsranını artırdı. Yani onlar dünyevileştiler. Onlar Allah’ın gör dediği yerden değil, şeytanın gör dediği yerden baktılar. Onlar çok olana itibar ettiler. hak olana değil. Ben hakka davet ettim, fakat yanımda ne kadar dünyalık olduğuna baktılar, davet ettiğim hakikate değil. Onun içinde onlar dünyalığın yanında yer aldılar. Çok olanın yanında hakka karşı yer aldılar.





22-) Ve mekeru mekren kübbara;



"Çok büyük bir mekr ile mekr ettiler!" (A. Hulusi)



22 - Ve büyük büyük mekre giriştiler. (Elmalı)





Ve mekeru mekren kübbara koca koca, büyük büyük, dehşet tuzaklar hazırladılar. Mekr; aslında hile, desise, tuzak manasına gelir. Fakat düzen, düzenek manasını da içerir. Burada fiili ve fiziki bir tuzak mı, yoksa fikri ve zihni bir tuzak mı kastediliyor. Aslında sanki insanın en büyük tuzağının, insanın kendisini içine düşürdüğü en büyük tuzağın kendi kendine kurduğu zihni tuzaklar olduğunu söylüyor gibidir. Yoksa Hz. Nuh’un önüne tuzak kurup ta onu içine düşürdüler anlamını göremiyoruz.



Peki akla kurulan bu tuzaklar neler olabilir?



Birincisi (Melek) peygamber istediler, biz onların kendi akıllarının önüne kurdukları tuzakları, bu kıssanın Kur’an da anlatıldığı diğer yerlerden öğreniyoruz. Bu kıssa Kur’an da 30 a yakın yerde, hatta otuz küsür yerde anlatılır. Mesela; Onlar kendi kendilerini düşürdükleri bir tuzak şuydu. İnsan peygamber istemediler. İnsan peygambere karşı geldiler, bir melek peygamber istediler. Araf/63. ayeti bunun delili. Nuh kavmi insan peygamber istemedi, çünkü insan soyundan ümit kesmişti.



Ama insan peygambere itirazın ikinci bir gerekçesi daha var. O da hayat tarzını değiştirmek istemediler. Çünkü insan peygamber olursa onu model almaları lazım. Melek olursa meleği model alamayız diye mazeret ileri sürebilirler. Onun için tüm helak olmuş kavimler insan peygambere itiraz ettiler. İşin özü insandan ümit kesmiştiler çünkü kendilerinden ümit kesmişlerdi. Adeta insandan iyi çıkmaz, insandan adam çıkmaz derecesine yaptılar bunu bu 1. tuzak.



İkinci tuzak yoksul kesimin, fakir kesimin, toplumun düşük kesimlerinin Hz. Nuh’a iman etmesini davete yönelik bir suçlama olarak kullandılar. Hud/27. ayetinin bize gösterdiği bu. Delili bu. Yani davete toplumun alt tabakaları iman etti diye kodamanlar, varlıklılar davetten, iman etmekten kaçındılar. Bu da bir bahaneydi. Aslında onların nasıl kibirli, nasıl küstah olduklarını gösteriyordu. Ki burada da Ve mekeru mekren kübbara derken onu söylüyor aslında. Kendi kendilerine öyle hileler, öyle tuzaklar kurdular ki, korkunç tuzaklar, belki kibre dayalı, tekebbüre datalı tuzaklar. Öyle bir ima da var.



Üçüncüsü mucize talep ettiler. Fakat talep ettikleri mucize gelse inanacaklar mıydı. Tufan geldi inandılar mı, yine inanmadılar. Gönlün görmediğini göz görmez Kur’an dostları. Mucizeler gözlere de hitap ediyordu. Oysa ki vahiy mucizesi gönüllerine hitap ediyordu. Ona kör kalınca diğer beşeri ve tabii mucizelere, yani diğer dışlarında gerçekleşen mucizelere nasıl itimat edeceklerdi ki. Bu bir iman meselesi. Gönülleri kör olduğu için gözleri de görmedi.



Dördüncüsü düzeni sarsmakla itham ettiler Hz. Nuh’u. Bunu da Mü’minun/25. ayetinden öğreniyoruz. Yani düzenimizi bozuyorsun, istikrarı bozuyorsun dediler. Tüm çağlarda ki inkarcıların ithamı bu, istikrarı bozuyorsun. Hakikate karşı hücum ederken bunu söylediler. Sanki düzenlerini alıp kaçan varmış gibi. Aslında onların düzen dedikleri, istikrar dedikleri, batılın, şirkin, küfrün, günahın istikrarıydı.



İşte bütün bunlar akıllarına kurdukları bir tuzaktı. Bu tuzağın içine kendileri düştüler. Çünkü kendi zihinleri kendilerine tuzak kurdu.





23-) Ve kalû lâ tezerunne âlihetekum ve lâ tezerunne vedden ve lâ suva'an ve lâ yeğûse ve ye'ûka ve nesra;



Dediler ki: "Tanrılarınızı sakın bırakmayın! Vedd'i, Süva'i sakın bırakmayın... Yağüs'u, Yauk'u ve Nesr'i de (tanrılarının - putlarının adları)!" (A. Hulusi)



23 - Ve sakın ilâhlarınızı bırakmayın ve sakın bırakmayın ne Veddi, ne Suvâı, ne de Yeğûsü ve Ye'ûku ve Nesri dediler. (Elmalı)





 Ve kalû ve dediler ki; lâ tezerunne âlihetekum ve lâ tezerunne vedden ve lâ suva'an ve lâ yeğûse ve ye'ûka ve nesra asla onların ilahlarına uymayın lâ tezerunne asla ilahlarınızı terk etmeyin, ilahlarınızı bırakmayın. Asla; veddi, suva’ı, yeğusü, ye’uku ve Nesr’i bırakmayın dediler.



Bu sayılan 5 put nüzül dönemi Araplarının da bildiği putlar. Hatta bölge civar kabilelerde tapınılan putlar bunlar. Mesela Yeğus isimli put erkek şeklindeymiş. Kitabu’l esnam dan öğreniyoruz. Suva’ putu dişi tanrıça şeklindeymiş. Ye’uk putu at suretindeymiş. Nesr putu ise isminde ifade ettiği gibi ak baba suretindeymiş. Demek ki bunlar birer totem gibi de anlaşılabilir bu putlar. Bunlar Nuh kavminin zamanında tapılan putlar olmasına rağmen Arap müşriklerinin de taptığı putlar olması nasıl izah edilir.



İşte bu sual çerçevesinde tefsirlerde bir çok söz söylenmiş. İşte Tufan da bu putlar yok olmadı mı, yok olduysa nasıl intikal etti vs. gibi. İbn. Abbas’tan bize gelen bir rivayete göre bu 5 put İdris peygamberin kavminden 5 veli imiş. Bu 5 veli nasıl putlaşmış, 5 Allah dostu nasıl putlaştırılmış sualine İbn. Abbas’tan gelen rivayet şu cevabı veriyor. Onlar öldüklerinde, onlara çok sevgi besleyen çocukları babalarının Aziyz insanlar, veliy insanlar olduğunu ifade için onlara görkemli birer kabir yaptırmışlar. Onların çocukları yani bu azizlerin torunları gelmişler bir şey yapalım bu büyük dedelerimize, biz de bir katkıda bulunalım onların namına, şanına, onların büyüklüğüne demişler, onlar da resimlerini yaptırmışlar kabirlerinin önüne. Onların torunları gelmiş, tabii merhumların torunlarının torunları, bu kez biz de dedelerimize bir şey yapmak isteriz. Madem bu kadar büyük dedelerin torunlarıymışız, biz de bir şey ilave edelim demişler onlar da heykellerini yaptırmışlar. Onların torunları da biz ne yapalım demişler. Bu büyük büyük dedelerimize biz de bir şey yapalım. Babalarımız şunu yaptı, dedelerimiz şunu yaptı, onların dedeleri bunu yaptı, biz de tapalım demişler. Ve böylece 5 aziz, 5 veli zatın üzerinden kuşaklar geçince 5 puta dönüşmüş. İbn. Abbas’tan gelen rivayet bu, gerçekten de çok manidar, üzerinde durulması gereken, ve ibret alınması gereken bir rivayet. Biz Hz. İsa örneğinde Hıristiyanların onu nasıl ilahlaştırdığına baktığımızda bu hikayenin daha sonraki bir versiyonunu görmüş oluyoruz.



Bugün içinde geçerli değil mi. Herkes işte bu konuda titiz olmalı, dikkatli olmalı. Bu ayetler bize sadece tarihi bir hadiseyi haber vermiyor, aynı zamanda bizi ibret almaya, bunun tekerrür etmemesi için ders almaya davet ediyor.



Tufan insanlığın ortak hafızasında var. Bu konuda yapılmış bir ilmi araştırma görmüştüm. Yer yüzünde ki en kapalı toplumlarda dahi tufan inancı var. Mesela Avustralya Aborjinlerin de, Gutamala da 3.000 me de yaşayan yerlilerde ve kendi adalarının dışına hiç çıkmamış olan Seylan yerlilerinde dahi araştırmacılar, sosyologlar ve sosyal antropologlar Nuh tufanı inancının olduğunu tespit etmişler. Yani yer yüzünden Nuh Tufanı inancının olmadığı bir toplum yok. Kapalı havza toplumları da ada toplumları dahi. O zaman bu tufan insanlığın ortak hafızasında yer ettiği anlaşılıyor. Demek ki insanlık henüz daha bu kadar dağılmadığı dönemlerde olup bitmiş bir olay olsa gerek ki insanlığın tamamının kapalı toplumlar da dahil ortak hafızasında yer etmiş bir hadise ve bize verdiği ders tuğyan ederseniz mutlaka tufana uğrarsınız dersidir. Bu tufanın gökten boşalan sularla olması şart değil, bazen toplumsal huzursuzluk, bazen ahlaki çöküş, bazen anarşi, bazen hiç aklımız gelmedik ailenin çöküşü, dağılışı, insanların erdemlerini yitirmesi, değerlerin yok oluşu vs. gibi bir çok surette gerçekleşebilir. Bunların hepsi aslında tufanın farklı versiyonlarıdır.



[Ek bilgi; {Kur’an; tufanı Allah’ın buyruklarına tam bir şekilde karşı çıkan suçlu toplumlara yöneltilen cezalandırmalardan ibaret olan genel bir muhteva içinde nakleder.

Tevrat top yekün inkârcı insanlığı cezalandıran evrensel bir tufandan bahsederken Kur’an bunun aksine olarak iyice belirlenen müteaddit toplumlara gönderilen çeşitli cezaları zikreder. (ör; Araf/59 -93 ayetleri Nûh, Ad, Semud, Sodom,(Lût) Meyden topluluklarına verilen cezaları ayrı ayrı hatırlatır.) Keza Kur’an Tufanı da özellikle Nuh kavmine mahsus bir felâket olarak bildirir.

Geminin içinde bulunanlar hakkında Kur’an oldukça açık ifade taşır. Allah tarafından Hz. Nuh’a emir verilir ve felaketten masum insanların kalacakların bindirilmesi emri olduğu gibi yerine getirilir.

“(Nihayet emrimiz geldiği ve tennur (tandır veya geminin kazanı) tutuşup parladığı zaman dedik ki; "Erkeği ve dişisi olan her canlıdan ikişer tane, aleyhlerinde hüküm verilmiş olanların dışında, aileni ve iman etmiş olanları geminin içine yükle". Zaten beraberinde iman edenler çok az idi. (Elmalı) (Hud/40)”
Kur’an gemide kovulan nasipsiz oğul dışında Hz. Nuh’un ailesi ile Allah’a iman eden sayıları az olan yolcuların bulunduğunu bildirir.

Tevrat ise gemide “sayıları az olan mü’minlerin bulunduğunu bildirmez, gerçekte Tevrat’ta geminin içindekiler konusunda 3 rivayet mevcuttur.

1 – Din adamları metnine göre Nuh istisnasız olarak kendi ailesi ve her türden bir çift.

2 – Yahvis’te metin pâk hayvanlar ve kuşlar ile murdar hayvanlar arasında ayırım yapar. (gemi, pak hayvanlarla kuşlardan erkek ve dişi olarak yedişer çift, murdar hayvanlardan ise birer çift barındırır.)

3 – Değiştirilmiş Yahvis’te bir cümleye (Tekvin/7-8) göre pak olsun murdar olsun her neviden birer çift. (Maurıce Bucaılle- Kitab-ı Mukaddes Kuran ve bilim)}]



Devam ediyor b sayfasına geçiniz.

Nûh (20-28) suresini toplu olarak BURADA bulabilirsiniz.

18 Mart 2014 Salı

İslamoğlu Tef. Ders. NUH SURESİ (09-20) (181-B)b



a sayfasından devam

9-) Sümme inniy a'lentu lehüm ve esrertu lehüm israra;

"Sonra, muhakkak ki ben onlara aleni davette bulundum ve ayrıca da kendilerine özel olarak anlattım." (A. Hulusi)

09 - Sonra hem ilâm ederek söyledim onlara hem gizli gizli söyledim. (Elmalı)


Sümme inniy a'lentu lehüm ve esrertu lehüm israra gün oldu hem davetimi kendilerine ilan ettim, hem de gizliden gizliye davet ettim. Hani olur ya dışarıya bakarak açıktan davet edince bir takım mülahazalarla iman etmezlerse gizlice davet edeyim, bari orada iman etsinler diye. Ama gizli açık davetin tüm yöntemlerini denediğim halde küfürde ısrar ettiler. Benden kaynaklanmadı ya rabbi demeye getiriyor Hz. Nuh.


10-) Fekultüstağfiru Rabbeküm inneHU kâne Ğeffara;

Dedim ki: "Rabbinizden mağfiret dileyin... Muhakkak ki O, Ğaffar'dır." (A. Hulusi)

10 - Gelin dedim: rabbinizin mağfiretini isteyin, çünkü, o, mağfireti çok bir gaffardır. (Elmalı)


Fekultüstağfiru Rabbeküm inneHU kâne Ğeffara ve nihayet dedim ki onlara rabbinize istiğfar edin, rabbinizden bağışlanma dileyin. Hiç şüphe yok ki O çok bağışlayıcıdır, çok affedicidir.


11-) YursilisSemâe 'aleyküm midrara;

"Üzerinize semâyı yoğun olarak irsâl eder." (A. Hulusi)

11 - Bol hayır ile üzerinize semayı salsın. (Elmalı)


YursilisSemâe 'aleyküm midrara göğü üzerinize cömertçe boşaltacaktır. Mübalağa vezni midrar. Dür inci demektir, inci gibi toprağa bereket getiren yağmura denir. Tersi seller ve toprağı sürükleyip götüren bela yağmurudur.


12-) Ve yümdidküm Biemvalin ve beniyne ve yec'al leküm cennatin ve yec'al leküm enhara;

"Mallar ve oğullar ile size yardım eder, sizin için cennetler oluşturur ve sizin için nehirler meydana getirir." (A. Hulusi)

12 - Ve size mallar ve oğullarla imdat eylesin, ve sizin için Cennetler yapsın, sizin için ırmaklar yapsın. (Elmalı)


Ve yümdidküm Biemvalin ve beniyn mal ve evlat vererek dünyevi refahınızı artıracak, ve yec'al leküm cennatin ve yec'al leküm enhara dahası sizin için tarifsiz cennetler var edecek ve nehirler bahşedecektir.


13-) Maleküm lâ tercûne Lillâhi vekara;

"Size ne oluyor ki Allâh'ın yüceliğini ummuyorsunuz?" (A. Hulusi)

13 - Neye siz ummazsınız Allah için bir vakar. (Elmalı)


Maleküm lâ tercûne Lillâhi vekara size ne oluyor da Allah için vakarlı bir tavır takınmıyorsunuz. Vakar ağırbaşlılık, hafifliğin zıddı. İman insana vakar verir, ağır başlılık kazandırır. Küfür insanı hafifletir. Bu zımni ifadeyi anlıyoruz biz buradan.


14-) Ve kad halekaküm atvara;

"Hâlbuki (Allâh) sizi aşama aşama yarattı!" (A. Hulusi)

14 - Yaratmış iken o sizi tavır tavır bu tavra kadar. (Elmalı)


Ve kad halekaküm atvara oysaki sizi uzun süreçlerde halden hale geçirerek yarattı, O yarattı. Yani etvar; her halkası diğerinden farklı olan haller, çok aşamalı süreçler. Tekamül yasasının ifadesi aslında. İnsan/28. ayetinde ki tebdil ile birlikte okunmalı bu ayet.


15-) Elem terav keyfe halekAllâhu seb'a Semavatin tıbaka;

"Görmediniz mi, Allâh semâları yedi tabaka olarak nasıl yarattı?" (A. Hulusi)

15 - Görmediniz mi nasıl yaratmış Allah yedi Semayı uygun tabaka tabaka? (Elmalı)


Elem terav keyfe halekAllâhu seb'a Semavatin tıbaka görmediniz mi Allah 7 kat göğü nasıl tabaka halinde bir birine uyumlu olarak yarattı. Burada ki tıba; aslında etvar canlı organların dinamik kaderini ifade ediyor bir üstteki. Tıbak ta cansız varlıkların statik kaderini ifade ediyor. Mülk/3 ayetini bu ayetle birlikte okuyalım:


16-) Ve ce'alelKamere fiyhinne nûren ve ce'aleşŞemse siraca;

"Onların içinde Ay'ı bir nûr kıldı ve Güneş'i de ışık - enerji kaynağı kıldı." (A. Hulusi)

16 - Kameri kılmış içlerinde bir nur, güneşi de kılmış bir lâmba. (Elmalı)


Ve ce'alelKamere fiyhinne nûren ve ce'aleşŞemse siraca güneşi de tarifsiz bir lamba yaptığını ve ayı sirayet eden bir yansıtıcı kıldığını hatırlasanıza, düşünsenize. Ayı yansıtıcı kıldı diye çevirdim bunu çünkü ay için nûr kullanılıyor, şems için sirac. Ama Yunus/5. ayetinde; HU"velleziy ce'aleş şemse dıyâen vel kamere nûra. (Yunus/5) güneş için dıya’ kullanılıyor. Dıya’; ışık kaynağından ışığın verilmesi, nûr ise yansıyan veya yansımayan ışıkların tümüne birden denilir, bu ilginç bir fark.


17-) VAllâhu enbeteküm minel'Ardı nebâta;

"Allâh sizi bir nebat bitirir gibi arzdan bitirdi." (A. Hulusi)

17 - Ve Allah yetiştirdi sizi Arzdan nebat tarzıyla. (Elmalı)


VAllâhu enbeteküm minel'Ardı nebâta ve Allah sizi yerden tarifsiz bir bitirişle bitirmiştir. İnsanın hem elementer, hem de biyolojik kökenine bir atıf. Sözün özü şu; Hangi çiftçi ektiği ekine sırtını döner ki siz Allah’ın ektiği bu şahane ekine sırtını dönmesini istiyor, ekipte gitsin bir daha dönüp bakmasın diyorsun. Allah böyle yapar mı? İnsan gibi bir ekin ekmiş Allah. O’ndan bunu nasıl bekleyebilirsiniz. Allah sizi elbette gözetecek.

[Ek bilgi; Hak Telâ’nın, "nebâten" yerine "Inbâten" demesi beklenirdi. Fakat O, böyle dememiş aksine demiştir ki bunun takdiri "Allah sizi bitirdi, siz de bitiverdiniz" şeklindedir.
Burada şöyle bir incelik var: Allah Teâlâ eğer, demiş olsaydı, mana, "Sizi enteresan bir şekilde yetirip-bitirdi" şeklinde olurdu. Ama buyurunca, mana, "O sizi yetirip-bitirdi de, siz de böylece enteresan bir bitki olarak bittiniz" şeklinde olur.
Bu ikincisi daha uygundur. Çünkü "inbât" (bitirmek) Allah'ın sıfat ve fiilidir. Allah'ın sıfatları ise tarafımızdan görülmez. Dolayısıyla da bu bitirişin, Allah Telâ’nın haber vermesi olmasaydı, kâmil ve enteresan bir bitiş olduğunu bilemezdik. Halbuki burası, Allah'ın kudretinin mükemmelliğinin delillerinin getirildiği bir makamdır. Dolayısıyla bunun "semiyyât" (naklî deliller) ile ispatı mümkün olmaz.
Ama Hak Teâlâ, "O sizi yetirip bitirdi, siz de mükemmel ve enteresan bir bitişle bittiniz" manasında, buyurunca, bu, bitkiyi enteresan ve mükemmel olmakla tavsif etme olur. Bitkinin böyle olması ise elle tutulur-gözle görülür bir şeydir. Dolayısıyla da Allah'ın kudretinin mükemmelliğine, bununla istidlal yapılabilir. Binâenaleyh ayetteki ifade şekli buna daha uyundur. Dolayısıyla işte şimdi, bu incelikten ötürü, hakiki manadan mecazi manaya geçildiği ortaya çıkmış olur.
Hak Telâ’nın "Sonra sizi yine onun içine döndürecek" ifadesi, Kur'ân da alışılagelen "Allah sizi ilkin yaratmaya kadir olunca, yeniden diriltmeye de kadir olur" prensibine bir İşarettir.
Hak Telâ’nın, "Sizi yeni bir çıkarışla çıkaracak" ifadesini, mefûl-u mutlakla te'kîd etmiş, dolayısıyla da sanki, "Allah sizi, hiç şüphe yok ki kesinlikle yeniden çıkaracak" demek istemiştir. (Tefsir-i Kebir Mefatihu-l Gayb – Fahreddin Razi)]


18-) Sümme yu'ıydüküm fiyha ve yuhricüküm ihraca;

"Sonra sizi oraya iade edecek ve sizi bir çıkarışla çıkaracak." (A. Hulusi)

18 - Sonra sizi onda geri çevirecek ve çıkaracak sizi bir çıkarış daha. (Elmalı)


Sümme yu'ıydüküm fiyha sonra orada sizi tekrar iade edecek, tekrar meydana getirecektir. ve yuhricüküm ihraca derken sizi tarifsiz bir çıkarışla yeniden çıkaracaktır.


19-) VAllâhu ce'ale lekümül'Arda bisata;

"Allâh, arzı sizin için bir sergi kıldı." (A. Hulusi)

19 - Ve Allah sizin için Arzı bir sergi yapmıştır. (Elmalı)


VAllâhu ce'ale lekümül'Arda bisata Allah sizin için yeri bir döşek gibi yaymıştır. Burada yayarak genişletme. Sözün özü neden nankörlük ediyorsunuz. Size misafirhaneyi bu kadar dayayıp döşeyen Allah’a karşı. Bütün bu ayetler onu söylüyor.


20-) Liteslukû minha sübülen ficaca;

"Ondan geniş yollar edinip yürüyesiniz diye." (A. Hulusi)

20 - Gidesiniz diye ondan geniş geniş yollarda. (Elmalı)


Liteslukû minha sübülen ficaca ki geniş yollar bulup onun üzerinden aşabilesiniz diye.

Pasajın ana fikri belli. İnançta da çeşitlilik tıpkı insan, gök gibi, insan gibi sünnetullahtır. Hz. Nuh’un bunca yıl davet edipte davetine icabet etmeyenlerin neden icabet ettiklerine dair bu konudaki sünnetullahı anlamaya çalışırsanız, hatta daha geniş bakıp şu yer yüzünde Allah insanı yaratıp ta neden küfrüne izin verdi, kafirlerin kafir olmasına neden izin verdi neden yer yüzünde kendine isyan edilmesine izin verdi. İnsan şirk koşacağını bile bile Allah neden irade verdi gibi soruları çoğaltıp gidebiliriz sorular soracak olursanız ey insanoğlu.

Allah’ın yasası budur bu yaratılışın yasasıdır. Karanlık olmasaydı aydınlığın, küfür olmasaydı imanın, kötü olmasaydı iyinin değeri nasıl bilinirdi. İşte rabbimiz bize, Nuh suresinde de bunu veriyor.

Rabbim küfürden, şirkten, tuğyandan bizi korusun rabbim davet edilince davete yürekten icabet edip imanın hakkını verenlerden kılsın.


“Ve ahiru davahüm enil hamdülillahi rabbil alemiyn”

Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır.


Nûh (1-20) ayetlerinin sonu.
Nûh (1-20) ayetlerini toplu olarak BURADA bulabilirsiniz.