22 Temmuz 2013 Pazartesi

İslamoğlu Tef. Ders. AHKAF (giriş) (158-A)






El Hamdu Lillahi Rabbil'Alemiyn Vesselatü Vesselâmü alâ Resulüna Muhammedin ve alâ alihi ve ashabihi ecmaiyn.

Rabbişrah liy sadriy;

Ve yessirliy emriy;

Vahlül ukdeten min lisaniy;

Yefkahu kavliy; (Tâhâ 25-26-27-28)

Rabbim, göğsüme genişlik ver, kolaylaştır işimi, düğümü çöz dilimden, ki anlasınlar beni. Rabbeneftah bil hayr, vahtim bil hayr, Rabbi yessir ve lâ tüassir, Rabbi temmim bil hayr. Allahümme amin..!

Değerli Kur’an dostları bugün dersimize yeni bir sure ile devam edeceğiz inşallah. Ahkaf suresi, mushafın 46. suresi olan Ahkaf suresi. Sure, sıra sıra kum tepeleri, ya da kum sıra dağları anlamına gelen Ahkaf adını 21. ayetinden alır. Sureye bu ismin verilmesinin hikmeti Kur’an da sadece burada, bu kelimenin geçiyor olması olsa gerek.

Sure tek isimli surelerden biri. Yani daha sahabe döneminde, hatta bir rivayette Resulallah’ın dilinden de bu adla dökülmüş, anılmış.

Sure Mekke‘de nazil olmuş. Bazı ayetlerinin Medeni olduğunu söyleyen otoriteler var. Fakat bunun hiçbir tutarlı delili yok. Medeni olduğu söylenen 10, 15, ayetler gibi ayetlerin bağlamına, siyak ve sibakına baktığımızda bu ayetleri ait olduğu bütünden koparmak ne anlam olarak, ne lafız olarak mümkin değil. Dolayısıyla bir konu bütünlüğüne sahip olan Ahkaf suresi tamamıyla Mekke de nazil olmuş, Haa. Miim..! ailesinin son suresi. Malumunuz bu aile 7 surelik bir seriden oluşmakta. Dolayısıyla7. sur olarak haa, Miim ailesi bu sure ile son bulmakta.

3 nüzul tertibinde de, yani Hz. Osman’ın, Hz. Abdullah İbn. Abbas’ın ve Hz. Cabir bin Zeyd in dizimlerine, zaman sıralamalarına göre nüzül sırasında Casiye ile Zariyat suresi arasında yer alıyor. Bu konuda ittifak var.

Surenin indiği zaman dilimi gerçekten de dikkat çekici, zor zaman, kor zaman, ateşten bir zaman diyebileceğimiz Mekke döneminin en zor dilimine ait bir sure.

29 – 32. ayetler arası cinlerden söz eder. Bu olay Taif dönüşü vuku bulmuştur. Yani Resulallah’ın cinlere, bir başka ifadesiyle görünmez varlıklara, bir başka ifadesiyle uzak varlıklara tebliği Taif dönüşü vuku bulmuş bir olay. Tüm siyer kaynaklarımıza göre Taif seferi hicretten 3 yıl öncesine denk geliyor.

Yine 15. ayet ebeveyn – evlat ilişkisine değiniyor. Bu ilişkiyi İsra ve Lokman surelerinde de benzer bir formla işlerken görüyoruz Kur’an ı ve ilginç olan İsra da, Lokman da tıpkı Ahkaf suresi gibi (Mekke’nin) 3 dilimlik döneminin 3. dilimine ait sureler. Yani yakın zamanlı, art zamanlı sureler.

Yine bu surenin 9. ayeti Ferra’nın yorumuna göre Kureyş’in Resulallah’a suikast planlarına ilişkin bir ayet.

Bütün bunları toparladığımızda ortaya şu çıkıyor; Bu sure Mekke döneminin, Yani nübüvvetin 10. yılına, hatta 10. yılın sonuna veya 11. yılın başına tesadüf ediyor inmesi. Peki nasıl bir ortamdı, nasıl bir zamandı, sureyi anlamamız için surenin ayaklarının nereye bastığını iyi bilmemiz gerekiyor. Malumunuz Kur’an başı gökte, ayakları yerde bir hitaptır. Başını mana ayaklarını lafız temsil eder. peki ayakları nerede duruyordu, yani bu surenin tarih içindeki zamanı neye tekabül ediyordu bunu iyi bilmemiz gerekiyor. Onun içinde kısaca ben bu surenin indiği zamanı ve o zamana mücavir zamanların kısa bir özetini vermek istiyorum.

Malum efendimiz davetini tüm Mekke’ye ve bölgeye duyurduktan sonra Mekke’nin aristokratları bu davete karşı var güçleriyle direndiler. Önce suskunlukla direndiler. Yani suskunluğa mahkum ettiler, sükuta mahkum ettiler. Bir şeyi kale almayınca söner gider zannettiler. Vahyin hakikatini bilmiyorlardı. Kökü gökten gelen vahyin suskunluğa mahkum edilerek sesinin boğulamayacağını tahmin edemediler.

Tabii vahyin sesi gür çıktı, hep çıktı. boğamadılar, bu kez 2. aşamaya geçtiler; alay. Alay aşamasında da alayın her türünü reva gördüler. O güzeller güzeli, o insanlık abidesi, o beşeriyetin ufku olan sevgili nebiye, sıradan insanlara yapılmayacak alayları reva gördüler, yaptılar. Sadece onunla alay etmediler, onun getirdiği bu gök sofrasıyla da alay ettiler. Belki bu alay bu gök sofrasını gönderene bir hakaret, bir iftira, bir küfür anlamına geliyordu ki biz ayetlerde bunu görüyoruz. Rabbimiz onların bu alayını böyle nitelendiriyordu.

Bu da sökmedi, bu da bir şey ifade etmedi, çünkü Resulallah Allah’tan aldığı emirleri canı pahasına, kanı pahasına da olsa iletmek zorundaydı ve iletti.

3. aşamaya geçtiler. İşkence, fiili baskı, fiziki baskı, tehdit aşaması. İşte bu aşamada öyle şeyler yaptılar ki bir kısım sahabe Mekke’de duramadı artık. Mekke’de varlıkları tehlikeye girmişti.   Onları aç susuz bırakıyorlardı, kızgın güneş altında, kumların üzerinde işkence ediyorlardı. Sahipsizler, köleler, azad olmuş köleler, kimsesizler, yoksullar, ezilenler hep onların işkence ve hakaretlerine muhatap oldular.

Bir kısmı Habeşistan’a hicret etti. Mekke de kalanlarsa her ne pahasına olursa olsun direnmeye çalıştılar. Ama Mekkelilerin çok şiddetli bir boykotuyla karşılaştılar. İşte bu boykot bu surenin iniş zamanının hemen öncesine denk geliyordu. Ünlü boykot Müslümanların tamamının tecrit edilmesine yönelikti. Mü’minler birbirleri ile dayanışma içine girmek ve bu boykotun zararlarını öyle aşmak için Şib’i Ebi Talipte birleşmişler, tek yumruk olmuşlardı.

Şib’ zaten iki dağ arasında kalan vadi, çukur, oyuk anlamına geliyor. Bugün Ebu Kubeys tepesiyle, ki bugün  Kralın sarayının üzerinde yapılı olduğu tepe hemen yanında ki çukur. O çukurun bir yanında da tüneller vardır. Gidenler bilir. Tünellerle Kralın sarayının bulunduğu tepe arasında ki oyuk. O vadi Şib’i Ebi Talib, Ebu talib mahallesi idi. Ve mü’minler orada muhasara altına alındılar.

Tam bir boykottu bu. Yemek ve su da dahil, ekmek ve su da dahil hiçbir gıda maddesini içeri geçirmiyorlardı. Her taraftan ablukaya almışlardı. Tepelerden arkaya aşmak mümkin olmadığı için aşağıdan o dağın yüzeyinde olan her hareket gözleniyordu. Dolayısıyla çok şedid bir dönemdi. Gerçekten mü’minler imanlarının bedelini çok ağır ödemişlerdi. Yani bu dönemde aç kalmışlar, rivayetlerin bize naklettiğine göre, ot yemişlerdi. Hatta yiyecek hiçbir şey bulamayınca bizzat yük hayvanlarını, yani kendilerinin hayati öneme haiz yük hayvanlarını kesip yemişler, onlar da bittikten sonra artık açlık baş gösterir olmuştu. 3 yıl sürmüştü bu boykot.

Bu boykotun ardından acı günler birbirini kovalamış, Resulallah’ı himaye eden Ebu Talib vefat etmişti. Ebu Talib’in vefatının üzerinden daha bir ay geçmeden efendimizin eşi, büyük sığınağı, korunağı, ona kucak açmış olan Hz. Hatice dar-ü bekaya intikal etti, irtihal etti. Dolayısıyla o yıl hüzün yılı ilan edilmişti. Yani hem efendimiz için, hem mü’minler için çok zor bir yıldı. Artık Mekke de duracak imkan kalmamıştı. Mekke liler ablukayı yavaş yavaş daraltmış ve en sonunda Resulallah’ın canına kastetmek için planlar hazırlar olmuşlardı. Dar’ün Nedve de toplanıyorlar, nasıl bir planla hareket edeceklerini konuşuyorlar, ve artık Ebu Talib de vefat ettiğine göre Resulallah’ı rahatlıkla öldüreceklerini düşünüyorlardı.

İşte bu şartlar altında Resulallah’ın hareket alanı oldukça kısıtlanmış, hatta panayırlara gelenlere Resulallah her şeye rağmen davete koşarken onun arkasına adamlar takmışlar, özellik le Ebu Leheb, özellikle Ümeyye bin Halef, Utbe, Şeybe gibi müşriklerin lider takımı onun davet ettiği kimseyi kâh tehditle, kâh ödülle onu dinlememeye çağırıyorlardı. Bu dönemde Mü’minler pazardan, çarşıdan bir şey satın alacak olsalar hemen düşmanlar geliyor, ben ona iki mislini veriyorum, ben ona ondan daha fazla veriyorum diyerek ona satmamasını telkin ediyorlardı.

İşte böyle bir ortamda Resulallah artık davetinin alanının iyice kısıtlandığı, imkânların iyice tükendiğini gördüğü Mekke’den hicret edecek bir mekan aramaya koyuldu ve istikamet Taif’ti. Taif’e çıktı. O yalçın dağlardan, gerçekten de bölgenin platosu olan bölgenin bir yerde yaylası sayılan Taif’e, ki rakımı hayli yüksektir Mekke’ye göre, bineksiz gitti. Çünkü binek alacak kadar bile maddi imkânı kalmamıştı, iyice tükenmişti. Mekke’nin en zengin dulu olan Hz. Hatice tüm servetini Allah yolunda harcamıştı. Taife giderken Resulallah gerçekten de bir binek alacak kadar dahi bir servete malik değildi.

Yanında bir rivayette Hz. Zeyd, bir rivayette ise yalnız başına Taif’e ulaştı. Umuyordu ki Taif’te ki eski arkadaşları kendine arka çıkarlar, davetini dinlerler, Taif’te ehli insaf olan insanlar bu ilahi davete koşarlar.

Ama hiç umduğu gibi olmadı. Taif’liler Arapların gazabını üzerimize çekeriz gerekçesiyle kendilerine konuk olarak gelen peygamberler peygamberini taşa tuttular. Taif’in çocuklarına ve delilerine öğüt verdiler, para verdiler, ödül verdiler, şu adamı taşlayarak çıkarın, küfredin, dövün, sövün dediler ve Resulallah aldığı taş yaralarından dolayı her tarafı kan revan içinde Taif’ten çıkmak zorunda kaldı.

Taif çıkışında ki bir bahçenin duvarına yaslanıp o meşhur duasını yaptı. O her şeyin bittiği, tabir caizse tarihin talihinin değiştiği, kaderinin değiştiği o kırılma anı. Yani bittim noktası. İşte o noktada yaptığı o meşhur duayı hatırlıyoruz.

“İlahi..!” demişti Resulallah Ben gücümün tükendiğini sana şikayet ediyorum ya rabbi. kuvvetimin azaldığını sana şikayet ediyorum. insanlardan bıkıp usandığımı sana şikayet ediyorum. Ben gücümün tükendiğini sana şikayet ediyorum ya rabbi. Kuvvetimin azaldığını sana şikayet ediyorum. Ey alemlerin rabbi, ey ezilenlerin rabbi, ey benim rabbim, ey rahmeti, mağfireti sonsuz olan Allah’ım. Beni kimlerin eline bırakıyorsun. Eğer bana gazaplı değilsen, kızgın değilsen ben bu çektiklerimin hiç birine aldırmıyorum. Beni nurunla aydınlat, nurundan uzak tutma, beni nefsimle bir lahza baş başa bırakma diyordu.

[Ek bilgi; (Konuşmadan yazıya dökemedim, İnternette bulduğum) TAİF DUASI

Allâhumme ileyke eş’kû dâ’fe kuvvetiy ve kîllete hiletiy ve hevâniy alennâs; Yâ Erhamerrahimiyn, ente Rabbül müstad’âfiyn; ente erhamu biy min entekileniy ilâ aduvvin bağiydin yetecehhemuniy, ev ilâ sadıykın karîbin mellektehu emrî. İn lem tekûn gadbane aleyye, felâ ubâliy, gayre enne âfiyeteke ev seûliy. Euzü binûri vechikellezi eşrekat lehu zulûmatu ve salâha aleyhi emriddünya vel âhıreti en yenzile bi gadabüke ev yehılle aleyye sehatük; ve lekel utba hatta terda ve lâ havle velâ kuvvete illâ bike.

Anlamı; "Allâh’ım, kuvvetimin yetersiz kaldığını, çaresiz olduğumu, halk nazarında hor hakîr hale düştüğümü görüyorsun. Ya erhamer rahimiyn, zayıf görülüp ezilenlerin Rabbi sensin. Kötü huylu ve kötü tavırlı yabancı düşmanın eline beni terk etmeyecek, hatta himayemi ellerine verdiğin akrabadan bir dosta bile beni bırakmayacak kadar Rahimsin. Allah’ım, bana karşı gazaplı değilsen; çektiğim eziyet ve belâlara hiç aldırış etmem. Ancak şu da var ki, koruma sahan bunları da çektirmeyecek kadar geniştir. Allâh’ım, gazabına maruz kalmaktan, yahut rızasızlığından, senin bütün zulmeti parıl parıl aydınlatan, dünya ve âhiret hallerinin yegâne selâmete çıkartıcısı olan NUR’U Veçhine sığınırım. Allâh’ım rızan olasıya senden affını diliyorum. Havl ve kuvvet ancak seninledir."]

Dönüm noktası, bitim ya rabbi denilen yerde, yettim kulum diyecek bir rab vardı. Hani ayeti kerime de buyrulduğu gibi. Meta nasrullah (Bakara/214)  Allah’ın yardımı ne zaman peygamber ve beraberindekiler elâ inne nasrAllâhi kariyb. (Bakara/214) İyi bilin ki Allah’ın yardımı çok yakındır. Böyle diyen ve bunun içini dolduran, gerçekten biten ve bittim diyene yetecek bir Allah vardı.

Ve işte o an değişmişti. Değişmenin alameti hemen gözüktü. Değişmenin ilk alameti. Allah’tan gelen yardımın ilk işareti, tabir caizse işaret fişeği Addas’tı. Teselli armağanıydı. Acının zirvesini yaşayan Resulallah’a bir teselli armağanı. Kovulduğu Taif’te taşlanarak üzeri yara bere içinde, kan revan içinde çöktüğü o duvarın dibinde kendisine gönderilmiş bir armağan Addas; bir köle, bir bahçıvan. Taif’li bir efendinin Ninovalı kölesi. Yunus peygamberin hemşerisi. Resulallah’ı orada öylesine görünce dayanamadı geldi. Önce yüzünü temizledi, kana bulanmış yüzünü. Yüzünü temizledikten sonra alnından öptü. Sonra ellerini temizledi, elinden öptü. Sonra ayaklarını temizledi onları öptü ve Resulallah’ı, peygamberlerin zirvesini, peygamberler zincirinin son halkasını tebrik etti. Ondan dua istedi.

Resulallah ilk armağanını böyle almış olarak, teselli armağanını, Mekke’ye döndü. Mekke’ye dönerken bu surenin 29 – 32. ayetleri arasında ki hadise gerçekleşti. O, ona ikinci armağandı adeta. Yani sana en yakınların, en yakın olan varlık, insanlar eğer böyle yapıyorsa, Allah sana görünmeyen varlıkları, cinleri, uzak varlıkları boyun eğdirir, iman ettirir, teslim ettirir. Yani sen üzülme. Sana en yakınların ihanet ediyorsa, en uzaklar sadakat gösterir, Allah sana birilerini bulur buluşturur, onlar sana yar olurlar, yardımcı olurlar, dost olurlar, sadık olurlar mesajıydı bu. Bu surenin 29 – 32. ayetlerinde ki cinlerle ilgili mesaj.

İşte bu surenin indiği zaman dilimi böylesine acının ayyuka çıktığı, çaresizliğin son demine dayandığı ve artık bittim ya rabbi dediği Resulün; Allah’ım gücümün tükendiğini sana şikayet ediyorum dediği, yani kendimi sana şikayet ediyorum ya rabbi dediği ve rabbimizin artık zamanın gün dönümü olduğunu müjdeleyerek kemalühu, zevalühu. Bir şeyin zirvesi, o şeyin sonudur fetvasınca zamanı tersine çevirip artık yokuş aşağı bir yola Resulünü soktuğunun göstergesi olmuştu bu. İşte bu sure böyle bir olayın ertesinde vuku buldu. Zor zaman kor mekan diyebileceğimiz böylesine bir zamanın ürünlerinden biri.

Surenin dolayısıyla konusu da bu zaman hakkında bize ip uçları veriyor. Diğer üyelerle benzerlik arz ediyor Ha mim ailesinin diğer üyeleriyle. Vahyin kaynağı değeri ve ona iman üzerinde duruyor. Onu inkar edenlerin içine düştüğü o derin açmaz ve sefaleti dile getiriyor. Onu inkarın en anlaşılamaz tarafı, onu inkar edenlerin içine girdiği hal. Özellikle bu hali iman eden anne babanın, inkar eden evladını imana davet bağlamında, örneğinde dile getiriyor bu sure 15.- 20. ayetler arasında.

Zımnen bize göre bu örnekle şunu söylüyor. Allah Resulü müminlere baba gibidir. Zaten Kur’an bunu bir yerde de söylüyor. Mü’minlerin babası gibidir diyor. Dolayısıyla Allah Resulünün davetine sırt çevirmek, insanın üzerinde bin babadan daha fazla hakkı olan bir manevi babaya ihanet etmektir. Onun şefkati, onun merhameti, onun insanlığa olan sevgisi; insanlığın tüm babalarının sevgisini toplasanız, şefkatini toplasanız, onun sevgi ve şefkatinin zekatı etmez. İşte böyle bir insanlık babasını üzmek ne demek anlamına geliyor. Böyle yorumluyorum ben 15 – 20. ayetler arasındaki verilen modeli örneğin.

Peygamberi ret, nankörlüğün en büyüğüdür. Sözün özü bu. Allahsız bir hayatı ve bu hayatın bereketsizliğini dile getirerek sure son buluyor. Allahsız bir hayat, o kadar bereketsiz bir hayat ki, surenin son ayetine göre, o kadar kısa, o kadar bereketsiz ki, bu bereketsiz hayatı yaşayıp ta ahirette işin gerçeğini görenler, yani aslında Allahsız bir hayatın yaşanmamış, kısalmış bir hayat olduğunu, bu gerçeği görenler diyecekler ki  …sa'aten minennehar..(Yunus/45) Yer yüzünde bir saat, yani bir günün bir saati kadar kaldık. Çünkü çok bereketsiz bir hayat yaşadıklarını ancak o zaman fark edecekler. Ama iş işten geçmiş olacak.

Kur’an ın hiçbir tarafında bunu bir mü’min söylemez. Demek ki küfür içinde geçen bir hayat aslında kısalmış, bereketi kaçmış, bir güne inmiş bir hayattır. İman içinde geçen bir hayatsa dolu dolu, uzamış, bereketlenmiş, adeta cennette geçen bir hayat gibi. Tam dolu dolu, mübarek sünnetlenerek yaşanmış bir hayattır. Şimdi bu kısa özetten sonra Ahkaf suremizin tefsirine geçebiliriz.

[Ek bilgi; Surenin ihtiva ettiği başlıca konular şunlardır.
1 – Allah ü Teâlânın vahdaniyeti, birliği hakkında deliller.
2 - Şirkin batıl olduğunu beyan.
3 - Mü'minlerin ana ve babalarına karşı yaptıkları iyi muamele ile nail olacakları mükafat.
4 - Dünyanın fani varlıklarına ve lezzetlerine kapılmanın tehlikeli olduğuna işaret.
5 - Ad kavminin kıssasını beyan.
6 - Cin taifesinden bir zümrenin Kur'an-ı Kerimi dinleyip Müslüman olmaları ve kavimlerini de İslam’a davet ettiklerine işaret.
7 - Peygamberimiz (s.a.v)'in sabır ve sebat ile mükellef olduğunu beyan.
8 – Allah ü Tealânın emirlerine isyan etmenin ve ahireti inkâr etmenin vahim sonuçlarını ihtar.
(Ebü’l- Leys Semerkandi - Tefsir-ül Kur’an]

Devam ediyor B sayfasına geçiniz.
158. videoyu toplu olarak BURADA bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder