El Hamdu Lillahi
Rabbil'Alemiyn Vesselatü Vesselâmü alâ Resulüna Muhammedin ve alâ alihi
ve ashabihi ecmaiyn.
Rabbişrah liy sadriy;
Ve yessirliy emriy;
Vahlül ukdeten min lisaniy;
Yefkahu kavliy;
(Tâhâ 25-26-27-28)
Rabbim, göğsüme genişlik ver,
kolaylaştır işimi, düğümü çöz dilimden, ki anlasınlar beni. Rabbeneftah bil hayr,
vahtim bil hayr, Rabbi yessir ve lâ tüassir, Rabbi temmim bil hayr. Allahümme
amin..!
Değerli Kur’an dostları bugün
dersimize yeni bir sure ile devam edeceğiz inşallah. Ahkaf suresi, mushafın 46.
suresi olan Ahkaf suresi. Sure, sıra sıra kum tepeleri, ya da kum sıra dağları
anlamına gelen Ahkaf adını 21. ayetinden alır. Sureye bu ismin verilmesinin
hikmeti Kur’an da sadece burada, bu kelimenin geçiyor olması olsa gerek.
Sure tek isimli surelerden biri.
Yani daha sahabe döneminde, hatta bir rivayette Resulallah’ın dilinden de bu
adla dökülmüş, anılmış.
Sure Mekke‘de nazil olmuş. Bazı
ayetlerinin Medeni olduğunu söyleyen otoriteler var. Fakat bunun hiçbir tutarlı
delili yok. Medeni olduğu söylenen 10, 15, ayetler gibi ayetlerin bağlamına,
siyak ve sibakına baktığımızda bu ayetleri ait olduğu bütünden koparmak ne
anlam olarak, ne lafız olarak mümkin değil. Dolayısıyla bir konu bütünlüğüne
sahip olan Ahkaf suresi tamamıyla Mekke de nazil olmuş, Haa. Miim..! ailesinin
son suresi. Malumunuz bu aile 7 surelik bir seriden oluşmakta. Dolayısıyla7.
sur olarak haa, Miim ailesi bu sure ile son bulmakta.
3 nüzul tertibinde de, yani Hz.
Osman’ın, Hz. Abdullah İbn. Abbas’ın ve Hz. Cabir bin Zeyd in dizimlerine,
zaman sıralamalarına göre nüzül sırasında Casiye ile Zariyat suresi arasında
yer alıyor. Bu konuda ittifak var.
Surenin indiği zaman dilimi
gerçekten de dikkat çekici, zor zaman, kor zaman, ateşten bir zaman
diyebileceğimiz Mekke döneminin en zor dilimine ait bir sure.
29 – 32. ayetler arası cinlerden
söz eder. Bu olay Taif dönüşü vuku bulmuştur. Yani Resulallah’ın cinlere, bir
başka ifadesiyle görünmez varlıklara, bir başka ifadesiyle uzak varlıklara
tebliği Taif dönüşü vuku bulmuş bir olay. Tüm siyer kaynaklarımıza göre Taif
seferi hicretten 3 yıl öncesine denk geliyor.
Yine 15. ayet ebeveyn – evlat
ilişkisine değiniyor. Bu ilişkiyi İsra ve Lokman surelerinde de benzer bir
formla işlerken görüyoruz Kur’an ı ve ilginç olan İsra da, Lokman da tıpkı
Ahkaf suresi gibi (Mekke’nin) 3 dilimlik döneminin 3. dilimine ait
sureler. Yani yakın zamanlı, art zamanlı sureler.
Yine bu surenin 9. ayeti
Ferra’nın yorumuna göre Kureyş’in Resulallah’a suikast planlarına ilişkin bir
ayet.
Bütün bunları toparladığımızda
ortaya şu çıkıyor; Bu sure Mekke döneminin, Yani nübüvvetin 10. yılına, hatta
10. yılın sonuna veya 11. yılın başına tesadüf ediyor inmesi. Peki nasıl bir
ortamdı, nasıl bir zamandı, sureyi anlamamız için surenin ayaklarının nereye
bastığını iyi bilmemiz gerekiyor. Malumunuz Kur’an başı gökte, ayakları yerde bir
hitaptır. Başını mana ayaklarını lafız temsil eder. peki ayakları nerede
duruyordu, yani bu surenin tarih içindeki zamanı neye tekabül ediyordu bunu iyi
bilmemiz gerekiyor. Onun içinde kısaca ben bu surenin indiği zamanı ve o zamana
mücavir zamanların kısa bir özetini vermek istiyorum.
Malum efendimiz davetini tüm
Mekke’ye ve bölgeye duyurduktan sonra Mekke’nin aristokratları bu davete karşı
var güçleriyle direndiler. Önce suskunlukla direndiler. Yani suskunluğa mahkum
ettiler, sükuta mahkum ettiler. Bir şeyi kale almayınca söner gider
zannettiler. Vahyin hakikatini bilmiyorlardı. Kökü gökten gelen vahyin
suskunluğa mahkum edilerek sesinin boğulamayacağını tahmin edemediler.
Tabii vahyin sesi gür çıktı, hep
çıktı. boğamadılar, bu kez 2. aşamaya geçtiler; alay. Alay aşamasında da alayın
her türünü reva gördüler. O güzeller güzeli, o insanlık abidesi, o beşeriyetin
ufku olan sevgili nebiye, sıradan insanlara yapılmayacak alayları reva
gördüler, yaptılar. Sadece onunla alay etmediler, onun getirdiği bu gök sofrasıyla
da alay ettiler. Belki bu alay bu gök sofrasını gönderene bir hakaret, bir
iftira, bir küfür anlamına geliyordu ki biz ayetlerde bunu görüyoruz. Rabbimiz
onların bu alayını böyle nitelendiriyordu.
Bu da sökmedi, bu da bir şey
ifade etmedi, çünkü Resulallah Allah’tan aldığı emirleri canı pahasına, kanı
pahasına da olsa iletmek zorundaydı ve iletti.
3. aşamaya geçtiler. İşkence,
fiili baskı, fiziki baskı, tehdit aşaması. İşte bu aşamada öyle şeyler yaptılar
ki bir kısım sahabe Mekke’de duramadı artık. Mekke’de varlıkları tehlikeye
girmişti. Onları aç susuz bırakıyorlardı, kızgın güneş
altında, kumların üzerinde işkence ediyorlardı. Sahipsizler, köleler, azad
olmuş köleler, kimsesizler, yoksullar, ezilenler hep onların işkence ve
hakaretlerine muhatap oldular.
Bir kısmı Habeşistan’a hicret
etti. Mekke de kalanlarsa her ne pahasına olursa olsun direnmeye çalıştılar.
Ama Mekkelilerin çok şiddetli bir boykotuyla karşılaştılar. İşte bu boykot bu
surenin iniş zamanının hemen öncesine denk geliyordu. Ünlü boykot Müslümanların
tamamının tecrit edilmesine yönelikti. Mü’minler birbirleri ile dayanışma içine
girmek ve bu boykotun zararlarını öyle aşmak için Şib’i Ebi Talipte
birleşmişler, tek yumruk olmuşlardı.
Şib’ zaten iki dağ arasında kalan
vadi, çukur, oyuk anlamına geliyor. Bugün Ebu Kubeys tepesiyle, ki bugün Kralın sarayının üzerinde yapılı olduğu tepe
hemen yanında ki çukur. O çukurun bir yanında da tüneller vardır. Gidenler
bilir. Tünellerle Kralın sarayının bulunduğu tepe arasında ki oyuk. O vadi
Şib’i Ebi Talib, Ebu talib mahallesi idi. Ve mü’minler orada muhasara altına
alındılar.
Tam bir boykottu bu. Yemek ve su
da dahil, ekmek ve su da dahil hiçbir gıda maddesini içeri geçirmiyorlardı. Her
taraftan ablukaya almışlardı. Tepelerden arkaya aşmak mümkin olmadığı için
aşağıdan o dağın yüzeyinde olan her hareket gözleniyordu. Dolayısıyla çok şedid
bir dönemdi. Gerçekten mü’minler imanlarının bedelini çok ağır ödemişlerdi.
Yani bu dönemde aç kalmışlar, rivayetlerin bize naklettiğine göre, ot yemişlerdi.
Hatta yiyecek hiçbir şey bulamayınca bizzat yük hayvanlarını, yani kendilerinin
hayati öneme haiz yük hayvanlarını kesip yemişler, onlar da bittikten sonra
artık açlık baş gösterir olmuştu. 3 yıl sürmüştü bu boykot.
Bu boykotun ardından acı günler birbirini
kovalamış, Resulallah’ı himaye eden Ebu Talib vefat etmişti. Ebu Talib’in
vefatının üzerinden daha bir ay geçmeden efendimizin eşi, büyük sığınağı,
korunağı, ona kucak açmış olan Hz. Hatice dar-ü bekaya intikal etti, irtihal
etti. Dolayısıyla o yıl hüzün yılı ilan edilmişti. Yani hem efendimiz için, hem
mü’minler için çok zor bir yıldı. Artık Mekke de duracak imkan kalmamıştı.
Mekke liler ablukayı yavaş yavaş daraltmış ve en sonunda Resulallah’ın canına
kastetmek için planlar hazırlar olmuşlardı. Dar’ün Nedve de toplanıyorlar,
nasıl bir planla hareket edeceklerini konuşuyorlar, ve artık Ebu Talib de vefat
ettiğine göre Resulallah’ı rahatlıkla öldüreceklerini düşünüyorlardı.
İşte bu şartlar altında
Resulallah’ın hareket alanı oldukça kısıtlanmış, hatta panayırlara gelenlere
Resulallah her şeye rağmen davete koşarken onun arkasına adamlar takmışlar,
özellik le Ebu Leheb, özellikle Ümeyye bin Halef, Utbe, Şeybe gibi müşriklerin
lider takımı onun davet ettiği kimseyi kâh tehditle, kâh ödülle onu dinlememeye
çağırıyorlardı. Bu dönemde Mü’minler pazardan, çarşıdan bir şey satın alacak
olsalar hemen düşmanlar geliyor, ben ona iki mislini veriyorum, ben ona ondan
daha fazla veriyorum diyerek ona satmamasını telkin ediyorlardı.
İşte böyle bir ortamda Resulallah
artık davetinin alanının iyice kısıtlandığı, imkânların iyice tükendiğini
gördüğü Mekke’den hicret edecek bir mekan aramaya koyuldu ve istikamet Taif’ti.
Taif’e çıktı. O yalçın dağlardan, gerçekten de bölgenin platosu olan bölgenin
bir yerde yaylası sayılan Taif’e, ki rakımı hayli yüksektir Mekke’ye göre,
bineksiz gitti. Çünkü binek alacak kadar bile maddi imkânı kalmamıştı, iyice
tükenmişti. Mekke’nin en zengin dulu olan Hz. Hatice tüm servetini Allah
yolunda harcamıştı. Taife giderken Resulallah gerçekten de bir binek alacak
kadar dahi bir servete malik değildi.
Yanında bir rivayette Hz. Zeyd,
bir rivayette ise yalnız başına Taif’e ulaştı. Umuyordu ki Taif’te ki eski
arkadaşları kendine arka çıkarlar, davetini dinlerler, Taif’te ehli insaf olan
insanlar bu ilahi davete koşarlar.
Ama hiç umduğu gibi olmadı.
Taif’liler Arapların gazabını üzerimize çekeriz gerekçesiyle kendilerine konuk
olarak gelen peygamberler peygamberini taşa tuttular. Taif’in çocuklarına ve
delilerine öğüt verdiler, para verdiler, ödül verdiler, şu adamı taşlayarak
çıkarın, küfredin, dövün, sövün dediler ve Resulallah aldığı taş yaralarından
dolayı her tarafı kan revan içinde Taif’ten çıkmak zorunda kaldı.
Taif çıkışında ki bir bahçenin
duvarına yaslanıp o meşhur duasını yaptı. O her şeyin bittiği, tabir caizse
tarihin talihinin değiştiği, kaderinin değiştiği o kırılma anı. Yani bittim
noktası. İşte o noktada yaptığı o meşhur duayı hatırlıyoruz.
“İlahi..!” demişti Resulallah Ben
gücümün tükendiğini sana şikayet ediyorum ya rabbi. kuvvetimin azaldığını sana
şikayet ediyorum. insanlardan bıkıp usandığımı sana şikayet ediyorum. Ben
gücümün tükendiğini sana şikayet ediyorum ya rabbi. Kuvvetimin azaldığını sana
şikayet ediyorum. Ey alemlerin rabbi, ey ezilenlerin rabbi, ey benim rabbim, ey
rahmeti, mağfireti sonsuz olan Allah’ım. Beni kimlerin eline bırakıyorsun. Eğer
bana gazaplı değilsen, kızgın değilsen ben bu çektiklerimin hiç birine
aldırmıyorum. Beni nurunla aydınlat, nurundan uzak tutma, beni nefsimle bir
lahza baş başa bırakma diyordu.
[Ek bilgi; (Konuşmadan yazıya
dökemedim, İnternette bulduğum) TAİF
DUASI
Allâhumme ileyke eş’kû dâ’fe
kuvvetiy ve kîllete hiletiy ve hevâniy alennâs; Yâ Erhamerrahimiyn, ente Rabbül
müstad’âfiyn; ente erhamu biy min entekileniy ilâ aduvvin bağiydin
yetecehhemuniy, ev ilâ sadıykın karîbin mellektehu emrî. İn lem tekûn gadbane
aleyye, felâ ubâliy, gayre enne âfiyeteke ev seûliy. Euzü binûri vechikellezi
eşrekat lehu zulûmatu ve salâha aleyhi emriddünya vel âhıreti en yenzile bi
gadabüke ev yehılle aleyye sehatük; ve lekel utba hatta terda ve lâ havle velâ
kuvvete illâ bike.
Anlamı; "Allâh’ım,
kuvvetimin yetersiz kaldığını, çaresiz olduğumu, halk nazarında hor hakîr hale
düştüğümü görüyorsun. Ya erhamer rahimiyn, zayıf görülüp ezilenlerin Rabbi
sensin. Kötü huylu ve kötü tavırlı yabancı düşmanın eline beni terk etmeyecek,
hatta himayemi ellerine verdiğin akrabadan bir dosta bile beni bırakmayacak
kadar Rahimsin. Allah’ım, bana karşı gazaplı değilsen; çektiğim eziyet ve
belâlara hiç aldırış etmem. Ancak şu da var ki, koruma sahan bunları da
çektirmeyecek kadar geniştir. Allâh’ım, gazabına maruz kalmaktan, yahut
rızasızlığından, senin bütün zulmeti parıl parıl aydınlatan, dünya ve âhiret
hallerinin yegâne selâmete çıkartıcısı olan NUR’U Veçhine sığınırım. Allâh’ım
rızan olasıya senden affını diliyorum. Havl ve kuvvet ancak seninledir."]
Dönüm noktası, bitim ya rabbi
denilen yerde, yettim kulum diyecek bir rab vardı. Hani ayeti kerime de
buyrulduğu gibi. Meta nasrullah
(Bakara/214) Allah’ın yardımı ne zaman
peygamber ve beraberindekiler elâ inne nasrAllâhi kariyb. (Bakara/214) İyi bilin ki Allah’ın yardımı çok yakındır. Böyle diyen ve bunun
içini dolduran, gerçekten biten ve bittim diyene yetecek bir Allah vardı.
Ve işte o an
değişmişti. Değişmenin alameti hemen gözüktü. Değişmenin ilk alameti. Allah’tan
gelen yardımın ilk işareti, tabir caizse işaret fişeği Addas’tı. Teselli armağanıydı.
Acının zirvesini yaşayan Resulallah’a bir teselli armağanı. Kovulduğu Taif’te
taşlanarak üzeri yara bere içinde, kan revan içinde çöktüğü o duvarın dibinde
kendisine gönderilmiş bir armağan Addas; bir köle, bir bahçıvan. Taif’li bir
efendinin Ninovalı kölesi. Yunus peygamberin hemşerisi. Resulallah’ı orada
öylesine görünce dayanamadı geldi. Önce yüzünü temizledi, kana bulanmış yüzünü.
Yüzünü temizledikten sonra alnından öptü. Sonra ellerini temizledi, elinden
öptü. Sonra ayaklarını temizledi onları öptü ve Resulallah’ı, peygamberlerin
zirvesini, peygamberler zincirinin son halkasını tebrik etti. Ondan dua istedi.
Resulallah
ilk armağanını böyle almış olarak, teselli armağanını, Mekke’ye döndü. Mekke’ye
dönerken bu surenin 29 – 32. ayetleri arasında ki hadise gerçekleşti. O, ona
ikinci armağandı adeta. Yani sana en yakınların, en yakın olan varlık, insanlar
eğer böyle yapıyorsa, Allah sana görünmeyen varlıkları, cinleri, uzak
varlıkları boyun eğdirir, iman ettirir, teslim ettirir. Yani sen üzülme. Sana
en yakınların ihanet ediyorsa, en uzaklar sadakat gösterir, Allah sana
birilerini bulur buluşturur, onlar sana yar olurlar, yardımcı olurlar, dost
olurlar, sadık olurlar mesajıydı bu. Bu surenin 29 – 32. ayetlerinde ki
cinlerle ilgili mesaj.
İşte bu surenin
indiği zaman dilimi böylesine acının ayyuka çıktığı, çaresizliğin son demine
dayandığı ve artık bittim ya rabbi dediği Resulün; Allah’ım gücümün tükendiğini
sana şikayet ediyorum dediği, yani kendimi sana şikayet ediyorum ya rabbi
dediği ve rabbimizin artık zamanın gün dönümü olduğunu müjdeleyerek kemalühu,
zevalühu. Bir şeyin zirvesi, o şeyin sonudur fetvasınca zamanı tersine çevirip
artık yokuş aşağı bir yola Resulünü soktuğunun göstergesi olmuştu bu. İşte bu
sure böyle bir olayın ertesinde vuku buldu. Zor zaman kor mekan diyebileceğimiz
böylesine bir zamanın ürünlerinden biri.
Surenin
dolayısıyla konusu da bu zaman hakkında bize ip uçları veriyor. Diğer üyelerle
benzerlik arz ediyor Ha mim ailesinin diğer üyeleriyle. Vahyin kaynağı değeri
ve ona iman üzerinde duruyor. Onu inkar edenlerin içine düştüğü o derin açmaz
ve sefaleti dile getiriyor. Onu inkarın en anlaşılamaz tarafı, onu inkar
edenlerin içine girdiği hal. Özellikle bu hali iman eden anne babanın, inkar
eden evladını imana davet bağlamında, örneğinde dile getiriyor bu sure 15.- 20.
ayetler arasında.
Zımnen bize
göre bu örnekle şunu söylüyor. Allah Resulü müminlere baba gibidir. Zaten
Kur’an bunu bir yerde de söylüyor. Mü’minlerin babası gibidir diyor.
Dolayısıyla Allah Resulünün davetine sırt çevirmek, insanın üzerinde bin
babadan daha fazla hakkı olan bir manevi babaya ihanet etmektir. Onun şefkati,
onun merhameti, onun insanlığa olan sevgisi; insanlığın tüm babalarının
sevgisini toplasanız, şefkatini toplasanız, onun sevgi ve şefkatinin zekatı
etmez. İşte böyle bir insanlık babasını üzmek ne demek anlamına geliyor. Böyle
yorumluyorum ben 15 – 20. ayetler arasındaki verilen modeli örneğin.
Peygamberi
ret, nankörlüğün en büyüğüdür. Sözün özü bu. Allahsız bir hayatı ve bu hayatın
bereketsizliğini dile getirerek sure son buluyor. Allahsız bir hayat, o kadar
bereketsiz bir hayat ki, surenin son ayetine göre, o kadar kısa, o kadar
bereketsiz ki, bu bereketsiz hayatı yaşayıp ta ahirette işin gerçeğini
görenler, yani aslında Allahsız bir hayatın yaşanmamış, kısalmış bir hayat
olduğunu, bu gerçeği görenler diyecekler ki …sa'aten
minennehar..(Yunus/45) Yer yüzünde bir saat, yani bir günün bir saati kadar
kaldık. Çünkü çok bereketsiz bir hayat yaşadıklarını ancak o zaman fark
edecekler. Ama iş işten geçmiş olacak.
Kur’an ın
hiçbir tarafında bunu bir mü’min söylemez. Demek ki küfür içinde geçen bir
hayat aslında kısalmış, bereketi kaçmış, bir güne inmiş bir hayattır. İman
içinde geçen bir hayatsa dolu dolu, uzamış, bereketlenmiş, adeta cennette geçen
bir hayat gibi. Tam dolu dolu, mübarek sünnetlenerek yaşanmış bir hayattır.
Şimdi bu kısa özetten sonra Ahkaf suremizin tefsirine geçebiliriz.
[Ek bilgi; Surenin ihtiva ettiği
başlıca konular şunlardır.
1 – Allah ü Teâlânın
vahdaniyeti, birliği hakkında deliller.
2 - Şirkin batıl olduğunu
beyan.
3 - Mü'minlerin ana ve
babalarına karşı yaptıkları iyi muamele ile nail olacakları mükafat.
4 - Dünyanın fani varlıklarına
ve lezzetlerine kapılmanın tehlikeli olduğuna işaret.
5 - Ad kavminin kıssasını
beyan.
6 - Cin taifesinden bir
zümrenin Kur'an-ı Kerimi dinleyip Müslüman olmaları ve kavimlerini de İslam’a
davet ettiklerine işaret.
7 - Peygamberimiz (s.a.v)'in
sabır ve sebat ile mükellef olduğunu beyan.
8 – Allah ü Tealânın
emirlerine isyan etmenin ve ahireti inkâr etmenin vahim sonuçlarını ihtar.
(Ebü’l- Leys Semerkandi -
Tefsir-ül Kur’an]
Devam ediyor B sayfasına geçiniz.
158. videoyu toplu olarak BURADA
bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder