31 Mayıs 2013 Cuma

İslamoğlu Tef. Ders. FUSSİLET (20 - 25) (150-E)



D sayfasından devam

20-) Hattâ izâ ma câûha şehide aleyhim sem'uhüm ve ebsaruhüm ve cüludühüm Bima kânu ya'melun;

(Allâh'ın düşmanları bilinçler) oraya geldiklerinde, onların sem'leri (işitme hassaları), basarları (görme hassaları) ve derileri (altındaki tüm bedenleri), tüm yaptıklarıyla onların aleyhine olarak şahitlik etti. (A.Hulusi)

20 - Hattâ ona vardıklarında aleyhlerine kulakları ve gözleri ve derileri şahadet eder: neler yapıyor idiyseler. (Elmalı)


Hattâ izâ ma câûha şehide aleyhim sem'uhüm ve ebsaruhüm ve cüludühüm Bima kânu ya'melun hatta, burada ki hatta edatı, bizde ki hatta, bizim dilimize geçmiş aynı anlamı verir. Hatta ateşe vardıklarında, ateşe ulaştıklarında kulakları gözleri ve derileri yapa geldikleri şeyler sebebiyle onlara karşı şahitlik yapar.

Kulak, göz ve deri anılıyor. 5 duyudan koklama ve tatma duyuları anılmıyor. Çünkü bu duyular günah için en az kullanılan duyulardır koklama ve tatma. Kulak, göz ve deri, 5. ayetin ışığında anlamak lazım bu ifadeyi. Deri bildiğiniz gibi sinir uçları mesela ateşi ya da soğuğu haber veren birer elçidir deride. Tıpkı tehlikeye karşı uyaran peygamberler gibi insanı; Bak ortam sıcaklaştı, bir ateş var. Ya da ortam soğudu sırtını kalınlaştır, üşütebilirsin diye uyarır. Yani deride ki sinir uçları beyne haber verir tıpkı bir elçi gibi, bir resul gibi. Bu haberi alan beyin komut verir ve artık insan tedbirini alır. O ateşten kaçar, yanmasın diye. Onun için en ağır acıyı yaşatan derinin yanmasıdır. Yoksa ette deri kadar sinir hücresi olmadığı için o kadar acımaz.

İşte buradan yola çıkarak bir başka gerçeği söylüyor, intikal etmemizi istiyor, zihni bir intikal yapmamızı istiyor Kur’an. Duyular sahibine gerçeği ilettiği halde sahibi bu araçları amaç dışı kullanmışsa bu o organa işaret anlamına gelir. Emanete ihanettir bu. Dolayısıyla yer yüzünde duyular haber veriyor, sahibi buna aldırmıyorsa yanmayı hak etmiş demektir. Ve o deri beni de yaktın kendini de yaktın diye sahibini şikayet etme hakkına sahiptir.

Emanete ihanet dedim duyuların dili çözülünce, dillerin duyulacağı bir şey kalmaz. Duyuların dili çözülünce diller bir şeyi duyuramaz. Kulak iletti, göz gördü, deri algıladı. Fakat bunların sahibi onları dinlemedi. Şimdi kendilerini dinlemeyenden şikayetçiler. Hayat şahadettir, onlar da şahadet ediyorlar. Şahittirler yani. Dolayısıyla tanıklık yapıyorlar. Onun için biz bu aleme sahip olmak için değil, şahit olmak için geldik. Elimiz bile bizden bağımsız şahitlik yapıyor. Elimiz bile, gözümüz kulağımız, dilimiz dudağımız bile şahitlik yapıyor.

Burada aslında ince bir nükte var. düşüncemizi soyutlama yeteneği ile donatıyor bu ayet. Aklımızı soyutlama yeteneği ile. Soyutlama yeteneği kazanmak düşüncenin en rafine halidir. Ne kadar bu yeteneği kullanırsa o o kadar akıllı sayılır. Onun için düşüncenin kalitesi soyutlama yeteneği ile ölçülür. Elinizi soyutlayın ve elinizle konuşun, diyalog kurun. Ey elim deyin benden memnun musun. Elinizi Müslüman etmekten, özünüzü Müslüman etmekten, dilinizi, dudağınızı, kulağınızı Müslüman etmekten söz edin. Soyutlamak aynı zamanda süpürücülük illetinden kurtulmanın da yoludur. Güzel bir alim, güzel bir öncü güzel bir insan. Fakat kötü bir cümle, kötü bir davranış, kötü bir hal.

Soyutlamayı beceren bir beyin nasıl yaklaşır? At çöpe diyen soyutlamayı beceremeyen kısır düşünceli insandır. Soyutlamayı beceren güzel bir insan ama dili ona ihanet ediyor der. Güzel bir insan ama eylemi ona ihanet ediyor. Güzel bir insan ama şu hali ona ihanet ediyor. Yani soyutlamayı bilen böylesine temyiz kabiliyetine sahip olur. İşte bu ayette bize soyutlamayı öğretiyor.

Derinizi soyutlayın ve onun işlevini yeniden düşünün. Derinizi soyutlayın ki ahirette sizin aleyhinize şahitlik yapmasın. Soyutlamayı bilen yüce akıllar burada organlarıyla diyaloga girerler. İş işten geçmeden onları konuştururlar ve onların konuştuğunu dinlerler. Gözüm sen benden şikayetçi misin dediklerinde gözün şikayetini dinler ve tedavi ederler. Tevbe istiğfar budur işte. Gözün şikayetini dinlemek ve tedavisine yönelmek. Kulağın şikayetini dinlemek ve tedavisine yönelmek. Yüreğin şikayetini dinlemek ve tedavisine yönelmek. Bunu burada yapanlar ötede bu organların aleyhte şahitliği ile karşılaşmayacaklar.

[Ek bilgi; TAVSİYE;

Herhangi bir yerde Allah’a karşı bir günah işlediğinde o yeri terk etmezden önce bir ibadet yapman gerekir. Böyle yapınca o mekan aleyhine şahitlik edeceği kadar lehinde de şahitlik eder. İbadeti yaptıktan sonra oradan ayrılabilirsin.

Aynı şey giydiğin elbise için de geçerlidir. Allah’a giymiş olduğun bir elbise içindeyken asi olunca söylediğim üzere elbisenin içindeyken bir ibadet yapmalısın.

Kestiğin tırnakların, kılların, traş ettiğin saçın, sakalın, bıyığın, yıkanırken üzerinden ayrılan kirlerin vs. Bunlardan herhangi biri bedeninden ayrılırken taharetle ve Allah’ı zikretme halinde bulunmalısın. Onlar seni nasıl terk ettiklerini sana soracaklardır. Bu durumlar da yapabileceğin en kolay ibadet emri hakkında Allah’ın tövbeni kabul etmesi için dua etmendir.

Bu durumda O’nun emrine bağlanırken zorunlu bir işi yerine getirmiş de olursun. O emir;

Rabbiniz size; “Bana dua edin size icabet edeyim.” (Mü’min/60) ayetinde ifade edilir.

Demek ki Allah sana kendisine dua etmeni emretmiştir. Ayetin devamında da şöyle der.

“Bana ibadete karşı büyüklenenleri cehenneme sokacağım.”

Burada ibadet ile kastedilen duadır ve benim karşımda zelil olup bana muhtaç olmaktan sarfı nazar edenler demektir. Dua ibadet diye isimlendirilmiş, ibadet de zillet, eziklik ve yoksulluk anlamına gelir. Onlar cehenneme zelil ve hor bir şekilde gireceklerken emredileni yapanları ise Allah izzetli bir halde cennete girmekle ödüllendirir. (İbn. Arabi Fütûhat-ı Mekkiye cilt/18-s;181)]


21-) Ve kalu li cüludihim lime şehidtüm aleyna* kalu entakanAllâhulleziy entaka külle şey'in ve HUve halekaküm evvele merretin ve ileyHİ turce'un;

Bedenlerine dediler ki: "Niçin aleyhimize şahitlik ettiniz?"... Dediler ki: "Her şeyi konuşturan Allâh bizleri konuşturdu... Sizi başlangıçta O yarattı... Şimdi de O'na rücu ettiriliyorsunuz." (A.Hulusi)

21 - Derilerine niçin aleyhimizde şahitlik ettiniz? derler, bizi, derler: her şey'i söyleten Allah söyletti, sizi de ilk defa o yarattı yine ona götürülüyorsunuz. (Elmalı)


Ve kalu li cüludihim lime şehidtüm aleyna derilerine niçin aleyhimize şahitlik ettiniz diye sorarlar. Yaşamak tanık tutmaktır aslında. Ama bunu bilmiyor beyimiz. Niçin aleyhimizde konuşuyorsun, yani hem kendini hem beni yakıyorsun diyor. Yani derinin kendine dediğini, kendisi deriye söylüyor. Duyularla sahibi arasında karşılıklı suçlama yani. Kendini de yaktın beni de yaktın der gibi adeta.

Hadiste İbn. Kesir de yer almış şöyle bir ifade var. “Kör olası ben seni savunuyorum, senin yaptığına bak” diyecek buyuruyor efendimiz. Yani duyunun sahibi, o derinin sahibi ben seni savunmaya çalışıyorum, aslında savunmuyor, deri onu savunuyordu. Fakat o onun savunmasını bile boşa çıkardı. Şimdi hak etti.

[Ek bilgi; DERİNİN YANMASI

RUH", yani "holografik ışınsal beden" Güneş'in içine gittiği zaman, oradaki yüksek radyasyonun etkisiyle deforme olur, eğrilir, büzülür, yanar(!), fakat yok olmaz!.. Bunun misali, rüyada, bedeninin ezilip-büzülmesi, kırılması, yaralanması, parçalanması ertesinde yeniden yaşamına aynen devam etmesidir.

İşte "cehennem" denen Güneş'in içindeki yaşantıda da, dalga beden tahrip olur, ezilir, uzar, genişler, yassılaşır, yıpranır, yanar ve akabinde eski hâline döner... Ve bu durum tekrar tekrar sürer gider. (A. HULUSİ – Yaşam sistemi)]

kalu entakanAllâhulleziy entaka külle şey'i onlarda her şeye kendi dilince konuşma yeteneği veren Allah, bize de verdi. Diyecek deriler. Her şey kendini kendince ifade eder, kendisi hakkında bilgi verir. Allah her şeye dil verdi diyor ya ayet, işte bu. Gülün yaydığı koku bilgidir. Gülün göze verdiği renk bilgidir. Şekli bilgidir, katılık, sıvılık, gazlık, ışıma bilgidir. Gülün açması ve kokması, yani konuşmasıdır.

ve in min şey'in illâ yüsebbihu Bi hamdiHİ ve lâkin lâ tefkahune tesbiyhahüm. (İsra/44)bu varlık içinde hiçbir şey yoktur ki O’nu hamd ile anmamış, tespih etmemiş olsun. Fakat sizler onun tespihini anlamıyorsunuz. Yani varlık dile gelmiş, kendi dili ile konuşuyor. Var olmak konuşmaktır diyebiliriz. Deriniz bu dünyada konuşuyor, sıcaklığı ve soğukluğu haber veriyor. Tutanı ve iteni haber veriyor. Her şeyin dilinin çözüldüğü ahirette konuşması neden garip olsun ki. Orada da konuşuyor.

ve HUve halekaküm evvele merretin ve ileyHİ turce'un sizi yoktan var eden O’dur, dönüşünüz de yine O’nadır.


22-) Ve ma küntüm testetirune en yeşhede aleyküm sem'uküm ve lâ ebsaruküm ve lâ cüludüküm ve lâkin zanentüm ennAllâhe lâ ya'lemu kesiyren mimma ta'melun;

Sem'inizin (işitme azanızın), basarlarınızın (görme azalarınızın) ve bedenlerinizin aleyhinize şahitlik yapmasını ummadığınızdan (keyfinize göre yaşadınız)... Yaptıklarınızın birçoğunu Allâh'ın bilmediğini zannediyordunuz! (A.Hulusi)

22 - Evvel kulaklarınız ve gözleriniz ve derileriniz aleyhinize şahadet eder diye sakınmaz idiniz ve lâkin zannetmiş idiniz ki Allah yaptıklarınızdan bir çoğunu bilmez. (Elmalı)


Ve ma küntüm testetirune en yeşhede aleyküm sem'uküm ve lâ ebsaruküm ve lâ cüludüküm bir zamanlar siz kulaklarınızın, gözlerinizin ve derilerinizin size karşı şahitlik yapmasından sakınmazdınız. Kelime anlamıyla alırsak testetirune; Üstünü örtmezdiniz. Yani saklamazdınız. Bu duyuların sahibine dünyada algıladıklarını aynen bildirme niteliklerini ifade edebilir. Yani dünyada algıladıklarını duyularını sahibine aynen iletir. Me küntüm testetirun, gizlemezdiniz, saklamazdınız. İnce bir istihza var gibi burada. Şimdi burada neden gizlemeye çalışıyorsunuz, dünyada gizleseydiniz ya. Yani elinizden günahı gizleseydiniz ya, gözünüzden günahı gizleseydiniz ya Ondan gizleyemediğini Allah’tan mı gizlemeye çalışıyorsunuz. Bu ne çelişki. Duyularınız dünya hayatında gerçeği söyledi fakat siz bunu ciddiye almadınız. Neden? Nedeni hemen arkasında;

ve lâkin zanentüm ennAllâhe lâ ya'lemu kesiyren mimma ta'melun Üstelik Allah’ın yaptıklarının hakkında fazla bir şey bilmediği zannına kapılırdınız. Ebet, dünyada böyleydiniz. Allah tasavvurunuz yamuktu. Gören, aktif, müdahil bir Allah’a inanmıyordunuz. İnanıyorsanız bile görmeyen bir Allah’a, pasif bir Allah’a, uzak bir Allah’a inandınız.


23-) Ve zâliküm zannükümülleziy zanentüm Bi Rabbiküm erdaküm feasbahtüm minel hasiriyn;

İşte Rabbiniz hakkında beslediğiniz bu yanlış zan sizi uçuruma mahvetti de hüsrana uğrayanlardan oldunuz. (A.Hulusi)

23 - İşte rabbinize beslediğiniz o zannınız sizi helâke sürükledi de hüsrana düşenlerden oldunuz. (Elmalı)


Ve zâliküm zannükümülleziy zanentüm Bi Rabbiküm erdaküm feasbahtüm minel hasiriyn bakın işte rabbiniz hakkında ki bu zannınız sizi helake sürükledi de böylece hüsrana uğrayanlardan olup çıktınız.

Allah’a suizan; suizanların en tehlikelisi İşte burada dile getirilen o en tehlikeli suizan. Görmeyen, duymayan bilmeyen bir Allah zannetmek. Oysa ki elinizden bile gizleyemediğiniz şeyleri Allah’tan nasıl gizlediğinizi zannettiniz. Bu ne çelişki. İnsan kul olduğu Allah’ı aciz tasavvur eder mi. Böyle aciz tasavvur edilen bir şeye kul olunur mu. Böyle aciz tasavvur edilen bir şey Allah olur mu? Tanrı olur mu? Hem böyle aciz tasavvur et, hem de onu tanrı et. Bu çelişki değil mi? Aslında büyün bu sorular ve daha bir çok soruyu zımnen sormamızı istiyor.


24-) Fein yasbiru fen naru mesven lehüm* ve in yesta'tibu fema hüm minel mu'tebiyn;

Sabırla katlansalar bile (bir gün geçer diye), Nâr onların yaşam ortamıdır! Eğer (mazeret ile Rablerini) razı etmek isteseler, onlar mazeretleri kabul edilip razı olunanlardan olmazlar! (A.Hulusi)

24 - Artık sabredebilirlerse ateş kendilerine bir ikametgâhtır, yok eğer hoşnutluğa dönmek isterlerse hoşnut edileceklerden değildirler. (Elmalı)


Fein yasbiru fen naru mesven lehüm eğer dayanabilirler ise ateş onlar için bir tür mesken olacaktır. Mesven de ki belirsizlik tür olarak, nev olarak yansıttık çeviriye ve in yesta'tibu fema hüm minel mu'tebiyn geri dönüp af için baş vurmak isteyecekler, asla başvuruları kabul edilmeyecektir. Yani geri dönmek isteyecekler, biz yanılmıştık itirafında bulunacaklar. Gerçeği görecekler, fakat gerçeği görmelerinin hiçbir pratik yararı olmayacak. Olmayacak çünkü gerçeği görmelerinin kendilerine bir kazanımı olmayacak. Dolayısıyla pratik yararının olmadığı bir anda gerçeği görmek meziyet değildir.


25-) Ve kayyadnâ lehüm kurenae fezeyyenu lehüm ma beyne eydiyhim ve ma halfehüm ve hakka aleyhimül kavlü fiy ümemin kad halet min kablihim minel cinni vel ins* innehüm kânu hasiriyn;

Onlar için karînler (şeytanî fikirliler {cin veya ins}) hazırladık ki; (bu yakın arkadaşlar) yapmakta olduklarını ve yapmayı hayal ettikleri arzularını onlara süslü gösterdiler! Cin ve insten, onlardan önce gelip - geçmiş ümmetler hakkındaki hükmü, bunlar aleyhine de hak oldu... Muhakkak ki onlar hüsrana uğrayanlardı! (A.Hulusi)

25 - Hem onlara bir takım yanaşıklar saldırmışızdır da onlar, onlara önlerindekini ve arkalarındakini ziynetleyi vermişlerdir, Cin ve İnsten önlerinden geçen ümmetler içinde onların aleyhine de söz Hakk olmuştur, çünkü hep kendilerine yazık etmişlerdir. (Elmalı)


Ve kayyadnâ lehüm kurenae zira onlara güdümüne girecekleri yoldaşlar musallat ettik. Kayyadnâ; mümkün kıldık, hazır hale getirdik anlamına gelir. Ama asıl burada anahtar terim kurenae. Kariyn; yakın kıldı bağlı kıldı, bağımlı kıldı, birbirine kattı, bir biriyle iç içe geçirdi anlamlarına gelir. Birbirine mahkum etti anlamına gelir hatta. Cazibe merkezi kıldı anlamına ulaşabiliriz oradan. Hatta bir şeyin güdümüne girene de kariyn denilir. Yani nefse, bilinç altına, içgüdüye, şeytani benliğe, öteki kişiliğe, bütün bunların hepsine birden delalet edebilir.

Bu ayeti Zuhruf/46 (Hayır 36 olacak) ayeti ışığında anlamak zorundayız.

Ve men ya'şü an zikrir Rahmâni nukayyıd lehu şeytanen fehuve lehu kariyn. (Zuhruf/36) Kim rahmanın, o sınırsız merhamet kaynağının vahyine –zikir burada vahiy olarak alınabilir- ya da hatırlatmasına, uyarısına tavuk karası gözlerle, yamuk bakışlarla bakarsa, O sınırsız merhamet sahibi, merhametinden onu mahrum kılar da onu başına birini musallat eder ki o onun öteki kişiliği olur. Şeytanı musallat eder. Öteki kişiliği şeytan olur. Yani nefsi şeytanlaşır, o onun uydusu haline gelir. fehuve lehu kariyn o onun uydusu haline gelir ve artık onun yörüngesinden ayrılamaz olur, onun gölgesi olur. Onu istediği gibi sürer. İstediği yere götürür. İşte burada da Zuhruf 36. ayetin ifade ettiği gerçek farklı bir formla ifade ediliyor.

[Ek bilgi; YAŞAM SİSTEMİ

Nasıl, Dünya üzerinde insanlar veya Dünya'da ve uzayda yaşayan cinler var ise; onlar gibi her gezegende ve yıldızda da yaşayan varlıklar vardır!.. Dolayısıyla Güneş'in de kendine has ışın yapılı sâkinleri mevcuttur.

İşte bunlar Kur'ân-ı Kerîm'de "zebânî" diye tarif edilmişlerdir... Bu isimle adlandırılmışlardır!  Bizler nasıl Dünya üzerinde yaşayan varlıklar olarak, elimize düşen güçsüz varlıklara istediğimizi yapıyorsak; aynı şekilde Güneş'in içine gidecek insanlara da, Güneş'in canlıları olan "zebânî"ler, oranın şartları içinde dilediklerini yapacaklardır... Ki bu davranışlar insanlara eziyet olacaktır.  (A. Hulusi; Yaşam sistemi)]

fezeyyenu lehüm ma beyne eydiyhim ve ma halfehüm önlerinde olanı da arkalarında kalanı da kendilerine süslü göstermiştir. Kim? O ikinci kişiliği, öteki kişiliği haline gelen iç güdüleri. Mesela iç güdüler bilinci esir alırsa ne olur?

Bilinci iki tür şey etkiler. Bir bilinç altı etkiler bir de bilinç üstü. Bilin altı güdülerin etkisi ile oluşturulmuş bir alan. Güdüler bilinç altını oluşturur ve bilinç altını oluşturan güdüler bilinci etkiler, bilinci kendi ellerine geçirirler, denetimleri atkına alırlarsa, artık o insan güdülerinin esiri olur. Şehvetinin esiri olur. Hırsının, öfkesinin esiri olur. O insan Kendini tutma sorunu yaşar. Kendimi tutamadım. Artık ondan sonra kendisini hiç tutamayacaktır. Mesela bir sofra gördüğünde kendini tutamayacaktır. Bir haram gördüğünde kendini tutamayacaktır. Bir Allah’ın razı olmadığı, Allah’ın lanet ettiği bir şey gördüğünde kendini tutamayacaktır. Yani kendini tutma sorunu olacaktır. Artık kendini tutamaz. Çünkü kendinde değildir. Kendini tutamayan kendini kaybeder. Kendini kaybeden kendini nasıl bilir. Kendini bilmez.

Dolayısıyla bilinç altı bilinci eğer etkisi ve denetimi altına alırsa insanın kendini tutma sorunu, kendini kaybetme ile neticelenir ve işte o noktadan sonra artık yörüngesine girdiği şeytan, yani iç güdüleri onu; eline gemini alıp istediği yere sürülen bir ata dönüştürür. Sırtına biner istediği yere götürür. Aslında oruç kendini tutmak için içgüdülerin bilinci denetim altına almaması için güdülerin tutulması halidir. Yani binincin denetimini güdülerin elinden alıp ruha vermek için bedeni aç bırakıp aklı, ruhu ve iradeyi beslemektir.

Aslında gece namazı, hatta sabah namazı, namazların tamamı bütün bu ibadetler birer denetim altına alma terbiyesidir. Uykuyu denetim altına alamayan kimse uykunun denetimine girer. Uykunun denetimine girmek; atın; süvarinin sırtına binmesi demektir. Oysa ki süvari atın sırtında olmalıydı. O nedenle burada denetim altına alamadığınız iç güdüleriniz, sizi denetim altına alırsa o zaman öteki kişiliğiniz olur şeytan ve onun yörüngesinde biteviye döner durursunuz anlamına geliyor ve tabii ki süslü gösterecektir günahı.


Kafataslarımızdaki büyük olanla bağlantı halinde olan bağırsaklardaki küçük beyin, zihinsel durumumuza kısmen karar verir ve vücudun her tarafında belirli hastalıklarda anahtar roller oynar. Onun etki alanı geniş olsa da; ikinci beyin, herhangi bilinçli düşüncenin veya karar vermenin merkezi değildir.

        New York Presbyterian Hastanesi/Columbia Üniversitesi Tıp Merkezi’nde Anatomi ve Hücre Biyolojisi Departman başkanı, yeni oluşan Nörogastroenteroloji alanında uzman ve 1998 yılı kitabı ‘’İkinci Beyin’’ (HarperCollins Yayınevi) in yazarı olan Michael Gershon, "
İkinci beyin, büyük düşünce süreçlerine yardımcı olmamakta. Din, filozofi ve şiir, baştaki beyine bırakılmış’’ demiştir.


Dr. Gershon, "Beyin bedende nörotransmitter’larla dolu olan tek yer değildir. Yüz milyon nörotransmitter bağırsağın uzunluğunu kaplamaktadır, yaklaşık olarak beyinde bulunan sayı kadar’’ demiştir. Eğer yemek borusunun, midenin ve kalın bağırsağın sinir hücrelerini katarsak, bağırsakta bütün periferik sinir sisteminin geri kalan kısmından daha fazla sinir hücresi vardır. Baş kısmında beyni kontrol eden neredeyse her kimyasal, hormonlar ve nörotransmitter’lar da dahil, bağırsakta belirlenmiştir.

Bu karmaşık devre, bağırsaktaki beynin bağımsız olarak davranmasını sağlamaktadır. Bunun ispatı, yutmayı kontrol eden beyin sapı hücreleri zarar görmüş olan felç hastalarında görülebilir. Eğer bu meydana gelirse bir cerrah karına ait duvarda bir delik oluşturur, böylelikle beslenme gıdaların direkt olarak midenin içerisine elle girmesiyle başarılabilir. Yiyecek bir kere midede olduğunda, sindirim ve emilim beyin ölümü olan kişilerde bile gerçekleşebilir. Merkezi sinir sistemi, yutma ve defekasyon (bağırsaklardakilerin rektum ve anüs yoluyla dışarı atılması) için gereklidir, fakat yiyeceğin yutulmasından arta kalanların anüsden dışarı atıldığı zamana kadar bağırsak sorumludur.]

ve hakka aleyhimül kavlü fiy ümemin kad halet min kablihim minel cinni vel ins işte böylece kendilerinden önce gelip geçmiş olan görünür görünmez varlıklardan nice topluluklar hakkında ki vaad onlar içinde gerçekleşmiş oldu. innehüm kânu hasiriyn şüphe yok ki onlar daima kaybeden taraf oldular.

Burada da insanla beraber cinlerin anılması vahyin ilk muhatabı olan müşriklerin cin tasavvuruna, Allah’ın müdahil olamadığı, yani Allah’ın müdahalesi dışında kaldığına inandıkları, istediklerini yaptıkları, keyiflerine uyanı yaptıklarına inandıkları cinlerin de Allah’ın müdahalesi altında olduğunu ve görünür görünmez tüm varlıklara Allah sözünü geçirdiğini ifade etmek içindir.


Ve ahiru davahüm enil hamdülillahi rabbil alemiyn

Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır.


150. videonun sonu.
150. videoyu toplu olarak BURADA bulabilirsiniz

30 Mayıs 2013 Perşembe

İslamoğlu Tef. Ders. FUSSİLET (14 - 19) (150-D)



C sayfasından devam

14-) İz caethümur Rusulü min beyni eydiyhim ve min halfihim ella ta'budu illAllâh* kalu lev şâe Rabbuna leenzele Melaiketen feinna Bima ursiltüm Bihi kâfirun;

Hani onlara Rasûlleri önlerinden (bildiklerine dayanarak) ve arkalarından (bilmediklerini bildirerek) gelip: "Başkasına tapınmayın; sadece Allâh'a kulluk, ibadet edin!" (dedi)... Onlar da dediler ki: "Eğer Rabbimiz dileseydi elbette melekler inzâl ederdi... Zaten biz, kendisi ile irsâl olunduğunuz şeyi (hakikat bilgisini) inkâr edenleriz." (A.Hulusi)

14 - Onlara Allah dan başkasına tapmayın diye Resuller önlerinden ve arkalarından geldiği vakit, «rabbimiz: dilese idi Melâike gönderirdi, onun için biz sizin gönderildiğiniz şeylere inanmayız» dediler. (Elmalı)


İz caethümur Rusulü min beyni eydiyhim ve min halfihim ella ta'budu illAllâh hani elçiler onlara önlerinden ve arkalarından gelerek Allah’tan başkasına kulluk etmeyin demişlerdi.

Önlerinden ve arkalarından gelmek, ikna için her yolu denemek anlamına gelebilir. Ya da İlerisini gerisini, geçmişini geleceğini. Helak olmuş kavimleri ve kendilerini bekleyen akıbeti bir bir anlattılar anlamına da gelebilir.

kalu lev şâe Rabbuna leenzele Melaikeh Onlar; Rabbimiz böyle bir şey isteseydi kesin melekler indirirdi dediler. Evet, eğer rabbimiz vahyini bildirmek isteseydi, melekleri indirerek bunu yapardı dediler. feinna Bima ursiltüm Bihi kâfirun şu halde biz sizinle gönderildiğini iddia ettiğiniz şeyleri ısrarla reddediyoruz dediler.

6. ayetle birlikte anlamak gerekiyor bu ayeti. Ben de sizin gibi bir beşerim deniliyordu o ayette. Hayata müdahil olmayan bir peygamber tasavvuru var müşriklerin Onun içinde melek indirilmeli değil miydi diyorlar, melek bekliyorlar. Olağan dışı varlıklar bekliyorlar. Çünkü hayat standartlarının bozulmasını, keyiflerine keder gelmesini istemiyorlar. Eğer ilahi vahyi bir insan getirirse o insan bu vahyi aynı zamanda pratiğe dönüştürecek. Bu pratikte onları bağlayacaktır. Onlar kendi hayat tarzlarından asla vazgeçmek ve fedakarlık yapmak istemiyorlar. Onun içinde gelen vahyin pratiğe dönüşmesini arzu etmiyorlar. Yani bir insan peygamber arzu etmemelerinin temelinde böyle bir mantık yatıyor.


15-) Feemma 'Adün festekberu fiyl Ardı Bi ğayril Hakkı ve kalu men eşeddü minna kuvveten, evelem yerav ennAllâhelleziy halekahüm huve eşeddü minhüm kuvveten, ve kânu Bi âyâtiNA yechadun;

Ad'a (Hud'un kavmine) gelince, Hak'sız olarak arzda benlik tasladılar ve dediler ki: "Kuvvetçe bizden daha güçlü kimdir?"... Görmediler mi ki kendilerini yaratmış olan Allâh, kuvvetçe onlardan daha şiddetlidir! Bilerek (kasten) işaretlerimizi inkâr ediyorlardı! (Esmâ kuvvelerimizi vehmettikleri benliklerine ait sanıyorlardı.) (A.Hulusi)

15 - Sonra Âd, Arzda bigayri Hakk kibirlenmek istediler ve bizden daha kuvvetli kim var? dediler, ya kendilerini yaratmış olan Allahın onlardan daha kuvvetli olduğunu bir düşünmediler de mi? Fakat âyetlerimizi inkâr ediyorlardı. (Elmalı)


Feemma 'Adün Ad kavmine gelince festekberu fiyl Ardı Bi ğayril Hakk nitekim onlar da haksız yere büyüklendiler. Büyük olmadıkları halde büyük görünmek, büyüklenmek işte. Haddini bilmemektir bu. Büyük değilsiniz ama büyük görünmeye çalışıyorsunuz. Haddini bilmeyenler, kendini bilmeyenler böyle yapar. Bu kendini kaybetmektir, dengesini yitirmektir. Onun için Ad kavmi de dengesini yitirdi. Büyük değildi ama, Allah’ın büyüklüğünü göz ardı ettikleri için kendilerine tanrılık izafe ettiler. Medeniyetlerini, uygarlıklarını tanrılaştırdılar. Her şeye güçlerinin yeteceğini düşündüler. Büyüklük tutkusuna düştüler, kapıldılar. Ve ne oldu?

ve kalu men eşeddü minna kuvveten ve ne dediler? Bizden daha güçlü kim var ki dediler. Evet, büyüklük tuzağına düşen herkesin yaptığı şey bu. Bizden daha güçlü kim var ki..!

Süper güçlülük iddiasında bulunuyor Ad kavmi. Güç ahlakı yok. Ahlaksız güç var. Onun içinde Allahuekber’i bilmiyorlar. Allahuekber’i kavrayamıyorlar. Güç ahlakından mahrum oldukları için güçlüyü haklı sanıyorlar. İşte bu ayet güç ahlakının, ahlaksız gücü daima alt ettiğini, tarihte ahlaksız gücün ilelebet yaşamadığını ve yerini mutlaka güç ahlakına bıraktığını ifade eden ayetlerden biri.

evelem yerav ennAllâhelleziy halekahüm huve eşeddü minhüm kuvveten öyle mi, ne yani onları yaratan Allah’ın kendilerinden daha güçlü olduğunu da mı düşünemediler. Kendilerini yaratan Allah’ın onlardan daha güçlü olduğunu akıllarına getirmediler mi? ve kânu Bi âyâtiNA yechadun bir de kalkmışlar ayetlerimizi bile bile inkar ediyorlar.


16-) Feerselna aleyhim riyhan sarsaren fiy eyyamin nehısatin li nüziykahüm azâbel hızyi fiyl hayatid dünya* ve leazâbül ahireti ahza ve hüm lâ yunsarun;

Bu yüzden, dünya hayatında onlara rezillik - zillet azabını tattıralım diye, o bahtsız günler içinde, onların üzerine dondurucu bir rüzgâr irsâl ettik! Sonsuz gelecek yaşamının azabı elbette daha rezil - rüsva edicidir... Onlar yardımcı da bulamazlar! (A.Hulusi)

16 - Biz de kendilerine Dünya hayatta zillet azâbını tattırmak için nuhusetli günlerde üzerlerine bir sarar rüzgârı salıverdik ve elbette Âhıret azâbı daha zilletlidir, hem de onlar kurtarılamayacaklardır. (Elmalı)


Feerselna aleyhim riyhan sarsaren fiy eyyamin nehısatin li nüziykahüm azâbel hızyi fiyl hayatid dünya nihayet bu dünya hayatında alçaklığın azabını kendilerine tattırmak için kara günler boyunca üzerlerine iliklere işleyen bir rüzgar gönderdik.

Evet sarsaren diyor. Homurdayan bir rüzgar anlamına da almış dil alimleri, ama iliklere işleyen bir soğuk rüzgar veyahut ta yüreği üşüten bir belanın soğuğu, bu anlama da gelebilir. Ama bir bela tasvir ediliyor burada. Ahkaf, Ad kavminin yaşadığı yer. Kum tepeleri Hadramevd; ölü yeşil, adı üstünde. Hadramevd, ölü yeşil.

Bu yüzyılın 2. yarısında kazılar yapıldı bu yerde. Bu medeniyetin kalıntıları bulundu. 12 m. Kum dağlarının altından çıkartıldı bu kalıntılar. Koca bir medeniyetin nasıl büyük bir bela ile kütür kütür gittiğinin canlı şahidi olarak gidip görenler bu kalıntılarda bu belayı bin yıllar sonrasına kalmış bir öğürt, bir uyarı olarak hala seyrediyorlar.

ve leazâbül ahireti ahza ve hüm lâ yunsarun ama ahiretin azabı kesinlikle daha alçaltıcıdır ve onlar yardım da göremeyecekler.


17-) Ve emma Semudü fehedeynahüm festehabbül 'ama alelhüda feehazethüm sa'ıkatül azâbilhuni Bima kânu yeksibun;

Semud'a (Sâlih'in halkına) gelince, biz onlara hidâyet ettik de onlar âmâlığı (körlüğü) sevip, hüdaya (hakikate) tercih ettiler... Bu hâlleri yüzünden kazandıkları ile horlayıcı - alçaltıcı azabın yıldırımı kendilerini yakaladı. (A.Hulusi)

17 – Semûd’e gelince; biz onlara yolu gösterdik de onlar hidayete karşı körlüğü sevmek istediler, derken ve kendilerini kesibleri sebebiyle o hor azâb saikası alıverdi. (Elmalı)


Ve emma Semud Semud kavmine gelince. Semud kavmi de Ad kavminin tam zıddına, yeni Ad derlerdi Semud a. Ad a da eski Semud denilebilir. Yani Ad-ı Seni diye de bilinir, 2. Ad. Ad kavminin kalıntılarından, ya da belayı görenlerden. Ya da belanın kendisine erişmediği kimselerden bu bela üzerine kuzeye göç edip vadil kura da kendilerine yepyeni bir  mekan tutan insanlar yine orada bir uygarlık oluştururlar. Önceleri sahih akideye sahipken sonradan bozulurlar ve yine tarihin yasası onlar içinde işler. İşte Semud kavmi bu.

fehedeynahüm festehabbül 'ama alelhüda çok ilginç bir ifade. Nitekim biz onlara da yol göstermiştik. Ama onlar doğru yolu görmektense körlüğü tercih ettiler. Doğru yol dururken, yani görmek dururken körlüğü tercih etmek. Görmek için göz yetmez sevgili Kur’an dostları görmek için ışıkta yetmez. Göz de ışık ta şart.

Fakat görmek için bambaşka bir şey daha gerektir, görme iradesi. Görmeyi isteyeceksiniz. Görmek istemeyene kimse Hakkı gösteremez. Duymak istemeyene kimde hakkı duyuramaz. Her şey görene. Köre ne? Demişler ya. Aslında körlük gözle, gözün yapısıyla fiziki olarak ilgili bir şey değildir. Görmek insanın tasavvuru ile ilgili bir şeydir. O hakikati görmek istiyor musunuz, istemiyor musunuz İradesi ile ilgili bir şeydir. Görmek istemediği bir hakikati birine kimse gösteremez. İşte burada olduğu gibi.

Körlüğü görmeye tercih etmek nasıl bir şey? Görmemeyi görmeye tercih etmek, körlüğü görmeye tercih etmek. İşte bunlar için Kur’an kör kelimesini kullanıyor. Gözü görmeyen görme özürlü olanlar Kur’an a göre kör falan değil. Asıl hakikati görme iradesi sergilemeyenler kör. Körlük; zihni, akli bir olaydır, bedeni bir olay değildir.

feehazethüm sa'ıkatül azâbilhuni Bima kânu yeksibun sonuçta yapa geldikleri şeylere karşılık onları onur kırıcı bir azab yıldırımı çarptı. Evet, Azab yıldırımı, ya da Allah’ın gazabı çarptı.


18-) Ve necceynelleziyne amenû ve kânu yettekun;

İman edip korunanları kurtardık. (A.Hulusi)

18 - İman edip de korunur olanları ise kurtardık. (Elmalı)


Ve necceynelleziyne amenû ve kânu yettekun Ama biz iman eden ve sorumluluk bilinciyle davrananları kurtardık. Yani bir bela, bir gazap, bir azab inkardan dolayı geliyorsa sadece inkar edenleri pençesine alır. Rabbimiz bir biçimde kendisine güvenenlerin güvenini zedelemez. Onlara yardımını ulaştırır.


19-) Ve yevme yuhşeru a'daullahi ilen nari fehüm yuze'un;

O süreç geldiğinde Allâh düşmanları hep beraber toplanırlar ve Nâr'a sevk olurlar. (A.Hulusi)

19 - Allah düşmanlarının toplanıp ateşe sevk olunacakları gün ise onlar baştan âhire hep tevkif olunurlar. (Elmalı)


Ve yevme yuhşeru a'daullahi ilen nari fehüm yuze'un ve Allah düşmanlarının ateşe doğru sevk edildikleri o gün baştan sona zapturapt altına alınırlar. Ya da tutuklanırlar. Yani zincire vurulurlar diye de çevirebiliriz.

a'daullah Allah düşmanları, Allah’a savaş açanlar tabii ki. Yoksa Allah’ı tanımayanlar değil. Yani her Müslüman olmayan Allah düşmanı değildir. Allah düşmanı, Allah’ı bile bile Allah’a savaş açanlardır. Zaten hiç tanımayan ona savaşta açmaz. Bile bile Allah’a karşı savaş açanlar. Allah’ın ayetlerine karşı savaş açanlar tersi evliyaullah, Allah dostları. Onlar da Allah’a kayıtsız şartsız teslim olanlardır.

Devam ediyor E sayfasına geçiniz.
150. videoyu toplu olarak BURADA bulabilirsiniz.

29 Mayıs 2013 Çarşamba

İslamoğlu Tef. Ders. FUSSİLET (10 - 13) (150-C)



B sayfasından devam



10-) Ve ce'ale fiyha revasiye min fevkıha ve bareke fiyha ve kaddere fiyha akvâteha fiy erbe'ati eyyam* sevaen lissailiyn;



Orada (arzda = bedende) fevkinde sâbit dağlar (benlikler) oluşturdu, orada bereketler vücuda getirdi ve orada (istidatları itibarıyla) isteyenler için eşit olmak üzere varlıklarının devamı için gereken azıklarını dört süreçte ölçülendirdi. (A.Hulusi)



10 - Hem ona üstünden ağır baskılar yaptı ve onda bereketler husule getirdi, ve onda azıklarını takdir buyurdu, araştıranlar için bir düzeye dört gün içinde. (Elmalı)





Ve ce'ale fiyha revasiye min fevkıha ve o arz üzerine sarsılmaz dağlar yerleştirdi. ve bareke fiyha ve ona bereket bahşetti, bolluk bahşetti. ve kaddere fiyha akvâteha fiy erbe'ati eyyam* sevaen lissailiyn ve oranın besinlerini ora sahiplerinden talep eden kimseler arasında eşit bir biçimde takdir etti, paylaştırdı, verdi. Bütün bunlar 4 evrede gerçekleşti. fiy erbe'ati eyyam cümlei muteriza olarak, tırnak içi bir cümle olarak metnin içine yerleştirilmiş. Bütün bunlar 4 evrede gerçekleştirildi. Bu 4 evre hemen yukarıdaki ayette ifade buyrulan 2 evreyi de kapsar. Bu ikisi 4 evre eder. daha sonra 12. ayette gelecek iki evre ile birlikte 6 evre eder ki, yererin ve göklerin yaratılışla 6 evreden söz eden bir çok ayet mevcuttur Kur’an da.



Eşit diye çevirdim ama bu eşitlik bizim beşeri eşitlik tanımımızla alakası olmayan bir eşitlik. Beşeri ihtiyaç ve eşitlik kavramı tamamen sübjektif bir kavram. İlahi adalete dayalı eşitlik, farklı bir eşitliktir ve ona gerçekten akıl sır ermez. Bu anlamda Allah’ın kendi hesabıyla, o ilahi matematiği ile yaptığı ilahi hesap, bizim bilmediğimiz, asla bilemeyeceğimiz, belki sonsuz değişken, Üç. bin, beş bin, yüz bin, beş yüz bin, bir milyon değişkenin bir araya gelerek hepsiyle çapraz ve paralel hesaplamalar sonucunda kim için ne hayırlıdır. Kim için hangisi hayırlıdır, vermek mi vermemek mi, varsıllık mı yoksulluk mu bütün bunları ilahi hesap ile hesaplayıp herkese o ilahi adaleti ile pay etmesi kastediliyor. Yoksa her eşitliğin adalet olmadığını biz de şu insan aklımızla biliyoruz.



Bazı eşitlik hatta zulümdür. Eğer çok çalışanla hiç çalışmayana aynısını veriyorsanız o zaman bu eşitlik adalet sayılamaz. Dolayısıyla rabbimizin burada ki sevaen ile kastı ilahi adalette ki o paylaştırma sistemidir.





 11-) Sümmesteva ilesSemai ve hiye duhanün fekale leha ve lil Ardı'tiya tav'an ev kerha* kaleta eteyna tai'ıyn;



Sonra duhan (şekillenmemiş fıtrî benlik) hâlindeki semâya (bir kısım Esmâ mânâlarını açığa çıkarmak suretiyle) yerleşerek, ona (şuura) ve arza (bedene) dedi ki: "İsteyerek yahut zorunlu olarak gelin (Esmâ'mın gereğini açığa çıkarın) ikiniz!" İkisi dediler ki: "İsteyerek, itaat ediciler olarak geldik!"(Esmâ özellikleriyle oluşmuş bulunan beyinde semâ = düşünsel boyut ve arz = bedensel organlar boyutu, ikisi de Esmâ özellikleri açığa çıkışına itaat edici oldu.) (A.Hulusi)



11 - Sonra Semaya doğruldu da o bir dumanken ona ve Arza gelin, ikiniz de ister istemez, dedi: geldik isteye isteye dediler. (Elmalı)





Sümmesteva ilesSemai ve hiye duhanün dahası o duman halinde olan göğü şekillendirdi, göğe yöneldi diye de çevirebiliriz. Göğü hüküm ferma oldu, hükümranlığını göğe de geçirdi. Böyle ifade buyrulmasının sebebi, özellikle vahyin ilk inkarcı muhataplarının nazarında göğün; Allah’ın kudretine boyun eğmeyecek kadar büyük olduğu, tıpkı cinlerin Allah’ın hükümranlığı dışında, onun sözünün geçmediği bir alan tasavvuru olduğu için, işte cahiliye müşriklerinin bu tasavvurunu reddetmek için böyle geldi ibare. Yani sizin sandığınız gibi gök Allah’ın müdahil olmadığı bir alan ya da olamayacağı bir alan değil, Allah ona da boyun eğdirdi. Yani şu gördüğünüz bütün varlıklara boyun eğdirdi, bunun içine gök ve yer de dahildir, cinler ve melekler de, hatta şeytan da dahildir.



 ve hiye duhanün gaz bulutu diye de çevirebiliriz. Bugünkü bilgilerimiz bunun evreni oluşturan hidrojen gazı olduğunu söylüyor. Belki daha gelecekte aha farklı bulgular ortaya çıkacak. Biz bu duhanın da daha farklı bir şey olduğunu da öğrenmiş olacağız. Ama yer yüzünün kozmolojisinde bizim ancak yeni öğrendiğimiz bu hakikati Kur’an ın bundan 1.400 sene önce söylemiş olması da gerçekten dikkat çekici bir unsur.



fekale leha ve lil Ardı'tiya tav'an ev kerhen ona ve arza her ikiniz isteyerek ya da istemeyerek varlık sahnesine gelin, varlık sahnesine çıkın dedi. kaleta eteyna tai'ıyn ikisi birden; Bizler boyun eğerek geldik dediler. kaleta eteyna tai'ıyn boyun eğerek, yani gönüllü olarak geldik dediler.



Evrende ki muhteşem uyuma bir atıf bu ayet. Yani evrende ki şu gördüğünüz uyum, zaten adına onun için kozmos diyoruz. Yoksa kaos derdik. Onun için kozmos, bunlar birbirinin zıddı kelimeler. Dolayısıyla bu uyum tesadüf değil. Anlamlılık ve amaçlılık yasasına dikkat çekiyor bu ayet. Şu gördüğünüz evren asla anlamsız ve amaçsız değil. Şu gördüğünüz bilinçsiz evren, yani iradesi olmayan evren anlamsız ve amaçsız değilse, ya Allah’ın şaheseri olan insan, bilinçli ve iradeli olan insan nasıl anlamsız ve amaçsız olur. Burada sordurmak istediği soru bu, bu ayetin, sormamızı istedi soru.  



Ey insan uyumu bozma diyor zımnen. Şu evrensel uyumu bozma. Kozmik bir ilahi söyleniyor kozmik bir koro var. İradesiz varlıklar Allah’a teslim olmuşlar, onların teslimiyeti itaat olarak adlandırılıyor, fakat kulluk olarak değil. Sadece iradeli varlıkların Allah’a teslimiyeti kulluk, ubudiyet olarak adlandırılıyor.



Evet, ben insanları ve cinleri, bir başka ifade ile görünen ve görünmeyen tüm varlıkları Sadece bana kulluk etsinler diye yarattım; Ve ma halaktül cinne vel inse illâ liya'budun (Zariyat/56) ayetini hatırlayalım zariyat suresinde ki. Bu ayette özellikle iki varlığın geçmesi, ikisinin ortak noktasına delalet eder, o da iradedir. Ben iradeli varlıkları iradesiz varlıklar gibi zorla boyun eğdirmek içim yaratmadım, iradeleriyle gönüllü olarak boyun eğsinler, yani kulluk etsinler. Diye yarattım buyurmuştu. Onun için içinde irade olmayan şey ibadet olamaz. Bir davranışı ibadet yapan şey iradedir. İşte iradeli varlığın teslimiyetine rabbimiz ibadet diyor. Bu farkı da vurgulamış olduk.



 Ey insan diyor zımnen demiştim kozmik koroyu bozma, koroya iradenle katıl, çatlak ses çıkarma. Çıkarma ki yarın hesabını zor verirsin. Eğer bu kozmik koroda üstelik şah eser olduğun halde çatlak ses çıkarırsan sadece kendi sorumluluğunu bilmemiş olmakla kalmazsın. Aynı zamanda diğer varlıkların hakkına da geçmiş olursun. Zımnen biz bunu da anlayabiliriz.





12-) Fekadâhünne seb'a Semavatin fiy yevmeyni ve evha fiy külli Semain emreha* ve zeyyennes Semaed dünya Bi mesabiyha ve hıfza* zâlike takdiyrul 'Aziyzil 'Aliym;



Böylece onları iki süreçte yedi semâ (yedi Bilinç {Nefs} mertebesi) olarak hükmetti ve her semâda onun işlevini vahyetti! Dünya semâsını (en yakın semâyı) (Bi-)mesabîh (aydınlatıcılar - fikirler) ile süsledik ve hıfzettik Aziyz, Aliym'in takdiridir bu! (A.Hulusi)



12 - Bu suretle onları iki günde yedi Sema olmak üzere yerine koydu, ve her Semada ona ait emrine vahiy verdi, ve Dünya Semayı kandillerle donattık ve hıfzettik, işte bu hep o azîz alîmin takdiridir. (Elmalı)





Fekadâhünne seb'a Semavatin fiy yevmeyni ve evha fiy külli Semain emreha üstelik onları iki aşama da yedi gök olarak var etti. Her bir göğe kendi görevini yükledi. Göklere görev yükleyen Allah, insan gibi bir şah eseri yaratır da ona görevini vahy etmişse bunda şaşılacak ne var. Zımnen bu soruyu sormamız isteniyor. Bunun neresine şaşmalı.



Seb'a Semavat yedi gök. Bilinen ve bilinmeyen birbirinden farklı tüm kozmik sistemlere işaret eder. Yedi, çeşitliliğe delalet eder Arapça da. Dolayısıyla burada da çok çeşitli, bir birinden farklı kozmik sistemler anlamına alabiliriz.



ve zeyyennes Semaed dünya Bi mesabiyha ve hıfzan ve biz en yakın göğü ışıklarla süsledik ve bir güvenlik sistemi oluşturduk. Hıfzan ve muhafaza olarak, koruma olarak, yani ve ona koruma olarak bir güvenlik kuşağı oluşturduk açılımı bu. Bu tek kelimelik ifadenin.



Gök yüzünün çıplak gözle görüntüsünün tasviri veriliyor burada ve zeyyennes Semaed dünya hem dünya seması anlamına çevirebiliriz algılayabiliriz, hem de en aşağı sema, en alçak sema biçiminde de, gök biçiminde de anlayabiliriz. Bir ihtimal dünya gezegenimizi diğer gezegenlerin arasında en güvenilir olan noktaya yerleştirdik şeklinde de o hıfzan’ı anlamak mümkin. Çünkü gerçekten de kozmologların da açıkça ifade ettikleri gibi Dünya güneşin gezegenleri arasında öyle bir yere yerleştirilmiş ki oradan daha güvenli bir yer yok. Hem güneş ısısını alma açısından, hem de gökten maruz kalacağı gök taşları ve kuyruklu yıldızlara çarpışma ihtimali açısından en güvenli güneş gezegeni dünya olarak ifade ediliyor.



[Ek bilgi; Bu ayette haleka kelimesi yerine kada kelimesinin kullanılmış olması dikkat çekiyor. Bu kelime ayetlerde üç farklı manada, “tamamlamak”, “yerine getirmek” ve “kararlaştırmak” manalarında geçiyor. “Yedi semadan her birine o semanın emrini vahyetti.”
Buradaki emreha kelimesi “o semanın emri” demek oluyor. Emr kelimesinin sonundaki ha zamir eki dişi sınıfından tekil varlıklar için kullanılıyor. Böylece her bir semanın özelliklerinin bu emrlerle belirlenmiş olduğunu düşünmek mümkündür.
Gene bu ayette geçen semaed dünya (= dünya seması) ifadesi, güneş sistemi dediğimiz hacımdaki bir semaya işaret ediyor olmalı, çünkü aynı ifade 37/6 ayetinde de geçiyor:
inna zeyyennes semaed dünya bi ziynetinil kevakib (= andolsun Biz, dünya semasını gezegenler takısıyla süsledik).
Buradan da “dünya seması” ifadesinin gezegenleri içine alan genişlikteki bir mekanı ifade ettiğini söyleyebiliyoruz.
Bazı günümüz yorumcularına göre bu ayetteki “yedi sema” dünya semasının tabakaları olabilir. Bu günkü bilgilerimize göre bu tabakalar şöyledir: 1) troposfer, 2) stratosfer, 3) ozonosfer, 4) mezosfer, 5) termosfer, 6) iyonosfer, 7) ekzosfer. Bu tabakalardan her biri belli özelliklere sahiptir. Fakat biz, bu ayette işaret edilen yedi semanın dünya atmosferinin tabakalarını değil, bütün evreni meydana getiren yedi semayı ifade ettiğini düşünüyoruz. (Dr. Şakir Kocabaş)]
 



zâlike takdiyrul 'Aziyzil 'Aliym işte bu her şeyi bilen yüceler yücesi Allah’ın takdiridir.





13-) Fein a'redu fekul enzertüküm sa'ıkaten misle sa'ıkati 'Adin ve Semud;



Eğer yüz çevirirlerse, de ki: "Sizi, Ad ve Semud'un yıldırımı benzeri bir yıldırım ile uyarıyorum!" (A.Hulusi)



13 - Bunun üzerine yine başlarını çevirirlerse o vakit de ki: size Ad ve Semûd saikası gibi bir saika haber veriyorum. (Elmalı)





Fein a'redu fekul enzertüküm sa'ıkaten misle sa'ıkati 'Adin ve Semud bu kadar ihsanımıza, lûtfumuza, in’amımıza rağmen yüz çevirirlerse eğer de ki, sizi Ad ve Semud u çarpan yıldırıma benzer bir yıldırımla uyarıyorum.



Evet, gerçekten ilginç. Bu ayetin sebebi nüzulü bahsinde ilginç bir olay anlatılır. Ki bu olayı en ayrıntılı olarak Esira da buluyoruz İbn. Hişam’ın. Ama ondan farklı olarak başka kaynaklarda da yer almış, özellikle İbn. Kesir tefsirinde yer vermiş, Utbe bin Rebia, Ebu Süfyan’ın kayın pederi, Resulallah ile birkaç kuşak dede sonrasında akrabalığı oluştuğunu gördüğümüz biri. Bir müşrik reisi. Utbe Bin Rebia.



Bir gün arkadaşlarıyla beraber otururken de ki ben gidip Muhammed ile konuşmak istiyorum. Şöyle içimi dökeyim, derdini dinleyeyim, bir konuşmayı deneyeyim. Şimdiye kadar hiç biriniz bunu yapmadınız, bunu ben yapmak istiyorum ne dersiniz der. Onlar buyur git derler ve Resulallah’ın yanına varır. Der ki; Ya Muhammed, ya da rivayette ki ifadesiyle



- Ey yeğenim, bak seni çok severim bilirsin. Senin başına bir şey gelmesini istemem. Sen bu iş ile bizi böldün, kavmine ve kabilene kötülük ediyorsun. Onların taptığı putları küçümsüyorsun. Dolayısıyla onları küçümsüyorsun. Yeğenim semin derdin ne. Eğer zenginlik istiyorsan aramızda para toplayalım seni zengin edelim. Makam istiyorsan buyur elimden geleni yapıp seni Mekke’ye reis seçtireceğim. Eğer başka bir şey istiyorsan onu söyle onu yapalım, yerine getirelim. Yeter ki sen bu işten vazgeç. Yeter ki kavminle, kabilenle böyle zıtlaşmayı bırak.



Resulallah sonuna kadar dinler. Sözü bitince



- Bitti mi? der. “Bitti” der Utbe. “O zaman şimdi de sen dinle” der. Döner



- BismillahirRahmanirRahıym Haa, Miiiym Tenziylün miner Rahmânir Rahıym Kitabun fussılet ayatuhu Kur'ânen 'Arabiyyen likavmin ya'lemun





Diye bu surenin ilk ayetlerini, ilk pasajlarını tane tane yüreğe işleyen bir tını ile okur. Ta ki bu ayete gelir, bu ayete gelince, yani ayette ifade buyrulduğu gibi bu kadar ihsanımıza rağmen yüz çevirirlerse de ki sizi Ad ve Semud’u  çarpan yıldırıma benzer bir yıldırımla uyarıyorum ayetine gelince Utbe’nin rengi atar. İnsiyaki bir davranışla, kendiliğinden bir davranışla hemen elini Resulallah’ın ağzına kapatır; “Aman sus” der ve orayı terk eder.



Utbe’nin renginin atmış bir halde kendilerine doğru geldiğini gören arkadaşları ne oldu diye sorarlar. Der ki;



- Ben ondan öyle bir söz işittim ki o ne şiire benzer, ne kehanete. Ben öylesini hiç duymadım. Bu söz eğer yanılmıyorsam muhatabının üstünde az ya da çok mutlaka etki yapar ve bu etkiyle eğer o Araplara boyun eğdirirse bırakın onun yakasını. Onun şerefi sizin şerefinizdir. O sizin çocuğunuzdur. Dolayısıyla o eğer Araplara boyun eğdirirse bundan siz kazançlı çıkarsınız, dokunmayın der. Ama yok yapamaz Araplar ona hücum ederse o zaman da siz kendi kardeşinizin oğlunu öldürmek onun kanlarına elinizi bulamaktan kurtulmuş olursunuz. O zaman da istediğiniz olmuş olur der. Ama onu kendi haline bırakın, çünkü ben bu sözleri başka kimseden duymadım. Der.



Ona; Ne o senide mi etkiledi diye sorarlar. Yani etkilenmişsin. Yok der. Fakat okuduğu şeyler içerisinde öyle bir şey söyledi ki korktum der. Başımıza bir bela gelmesinden korktum. Çünkü bu güne kadar ne demişse o oldu. İşte böyle bir olay aktarılır bu ayetler çerçevesinde.





Devam ediyor D sayfasına geçiniz.

150. videoyu toplu olarak BURADA bulabilirsiniz.