24 Şubat 2011 Perşembe

İslamoğlu Tef. Ders. Alu İmran (133-155)(26)


Sevgili dostlar, sevgili Kur’an dostları. Kur’an derslerimizin 26. sına Alu İmran suresinin 133. ayeti ile devam ediyoruz.

133-) Ve sariu ila mağfiretin min Rabbiküm ve cennetin arduhes Semavatu vel Ardu, u'ıddet lil müttekıyn;

Ve koşuşun Rabbinizden bir mağfirete ve bir Cennete ki eni Sema vat-ü Arz genişliğidir, muttakîler için hazırlanmıştır. (Elmalı)
Koşuşun, Rabbinizden (hakikatinizdeki Esmâ bileşiminden kaynaklanacak olan) mağfirete ve semâlar (idrak mertebeleri) ile arz (kuvveler platformu) genişliğindeki (Allâh Esmâ'sının kuvveleriyle tahakkuk ortamı olan) cennete... Korunanlar için hazırlanmıştır o! (A.Hulusi)
Ve sariu Birbirinizle yarışın. ila mağfiretin min Rabbiküm Rabbinizin mağfiretine ermek ve cennetin arduhes Semavatu vel Ard ve Muttakiler için u'ıddet lil müttekıyn; Muttakiler için hazırlanmış gökler ve yeryüzü genişliğinde olan cenneti kazanmak için bir birinizle yarışınız.
Bu ayet Medine Yahudileri ile ya da müşriklerle riba yarışı değil, hayır yarışı yapmayı tavsiye etmekte. Hatırlayacağınız gibi geçtiğimiz derste faizi yasaklayan ayeti tefsir etmiştik. Uhut savaşı sırasında faizi yasaklayan bir ayetinin inmesinin gerekçesi olarak ta aslında savaşın kaybının temel nedeni olduğunu söylemiştik.
Resulallah’ın Uhut dağının tepesine yerleştirdiği ve Akbabaların, düşmanın cesetlerinin üzerinde dolaştığını görseniz dahi yerinizi kesinlikle terk etmeyin diye emir verdiği, bu emre rağmen, düşman bir ara yenilir gibi, kaçar gibi olunca Müslümanlar ilk hücum ile düşmanı püskürtünce bu emre rağmen okçuların 10 kadarı dışında, yaklaşık 50 okçu idi, büyük bir kısmı yerlerini terk etmişler ve ganimete hücum etmişlerdi.
Bu ganimete koşuşturmanın temelinde yatan, arka planında yatan saikte faiz idi. Bu insanlar çevrelerinde faizli muamele yaparak servet yapmış bir yığın insan görüyorlardı. Özellikle Medine Yahudileri ve Mekke müşrikleri servetlerini faiz yolu ile, büyük oranla faiz yolu ile elde ediyorlardı. Onun için de Uhut harbinin en sıcak anlarını görüntüleyen, en sıcak anlarını bize aktaran ayet-i kerimelerin arasında faiz yasağı ile ilgili bir ayet yer almakta idi.
Bu ayet-i kerimede de onların bu yanlış düşüncelerini reddediyordu cenab-ı Hakk ve diyordu ki; “Birbirinizle yarışacaksanız eğer faiz ile servet biriktirmede, ya da daha iyi bir niyete mebni olarak yorumlarsak; Müşrik ordusu çok iyi teçhiz edilmiş bir ordu idi çünkü faizle çok yüksek kazançlar elde ediyorlardı. Eğer biz de faizle yüksek kazançlar elde etseydik biz de ordumuzu çok iyi teçhiz eder, çok iyi teşkilatlandırır ve bu savaşı biz kazanırdık şeklinde bir kötülükte yarışmak gibi yanlışı işlemeyiniz. Eğer ille de yarışacaksanız mutlaka ve mutlaka rabbinizin mağfiretine ermek, yerler ve gökler kadar olan, gökler ve yeryüzü genişliğinde olan cenneti kazanmak için yarışın.” Denilmişti.
Burada özellikle siyer kaynaklarının anlattığı bir anektot hemen aklıma geldi. Bizans İmparatoru Heraklius’un elçisi Resulallah’a geldiğinde bu ayet bir vesile ile okunmuştu. Elçi polemik yapmak istedi ve sordu;
- Eğer sizin vaat ettiğiniz cennet, gökyüzü ve yeryüzü, gökler ve yeryüzü genişliğinde ise o zaman cehennem nereye gitti. Nereye sığacak..!
Gibi bir polemik yapmak istemişti ve Resulallah onun polemiğine şöyle karşı bir soru ile cevap vermişti.
- Gündüz gelince gece nereye gitti.
Diye karşı bir polemikle cevap vermişti.

134-) Elleziyne yünfikune fiys serrai ved darrai vel kazımiynel ğayza vel afiyne aninNas* vAllahu yuhıbbul muhsiniyn;

O muttakîler ki bollukta ve darlıkta infak ederler, ve kızdıklarında öfkelerini yutarlar ve nas’ın kusurlarını affedicidirler, Allah da Muhsinleri sever. (Elmalı)
Onlar ki, bollukta ve darlıkta Allâh için karşılıksız bağışta bulunurlar, kızdıklarında öfkelerini kontrol ederler, insanların kusurlarını affederler. Allâh ihsan edenleri sever. (A.Hulusi)
Elleziyne yünfikune fiys serrai ved darra onlar ki bollukta da darlıkta da yardım ederler. Karşılıksız infakta bulunurlar.
Burada hesabiliğe değil, haspiliğe dikkat çekiliyor ve müminin hesapçı değil, hesabi değil hapsi olması gerektiği vurgulanıyor.
Mümin şöyle düşünür;
“Sahip olduğum her şey Allah’a aittir ve bana Allah’ın bir emanetidir. Emanete sadakat, onu bana emanet edenin razı olacağı yere harcamaktır. Eğer emaneti bana verenin razı olmadığı bir yere harcarsam emaneti, emanete ihanet olur.”
Diye düşünür. Onun için de mümin yalnızca bollukta vermez, darlıkta da verir. Hatta, akıllı mümin eğer sahip olduğu her bir şeyin Allah’tan geldiğine inanıyorsa Allah’ın; Ganiyyul Müstean olduğuna inanıyorsa, Allah’ın, varlığın tümünün sahibi olduğuna inanıyorsa o zaman özellikle darlıkta verir ki, Allah genişletsin. Vas’i olan genişletmeyi bir sıfat olarak edinen, daralan, bunalan insanların genişlemesi için Rahmeti ile, mağfireti ile yardımına, darına yetişen Allah’ın kendi darına da yetişmesi için darlıkta, özellikle darlıkta verir.
Verir ve Allah’ın kendisine fazlası ile iade edeceğini bilir.
Verir, çünkü sahip olduğu zaten Allah’tan gelmişti.
Verir, çünkü servet bir imtihandır. Bir sınavdır.
Verir, çünkü kul, kul kadar verirse, Allah’ta Allah kadar verir. Onun için sadece bollukta değil, darlıkta da verir.
Kim verir? Muttaki, Allah’a karşı sorumluluğunun bilincinde olanlar. Sorumluluk bilincini kuşanmış olanlar. Allah – kul ilişkisi çerçevesinde Allah ile diyaloga girmiş olanlar. Allah ile arası bozuk olmayanlar. Ve daha ne yaparlar?
vel kazımiynel ğayz Öfkelerini kontrol altında tutarlar. Eğer öfkenizi kontrol altında tutarsanız, öfkelenmeyin demiyor Kur’an. Dikkatinizi çekerim. Çünkü bu tutulamayacak bir talep olur. Öfke insani bir duygudur. Onun için galiba Hz. Ömer’e atfedilen yaygın bir söz vardır. “Kızmayan adamın merkepten ne farkı vardır.” Der. Öyledir. Kızılacak noktada kızmayan bir insanın duyguları kaybolmuştur. Ama asıl olan hiç öfkelenmemek değil, öfkeyi kontrol atına almaktır. Eğer öfkenizi kontrol altına almazsanız, siz öfkenizin esiri olursunuz. Öfkeniz sizin esiriniz olmalı.
İşte burada; vel kazımiynel ğayz ile bu tavsiye ediliyor. Öfkenizi esir alın.Öfkenizin esiri olmayın.
vel afiyne aninNas Ve insanların hatalarını bağışlarlar.
Burada hemen bir şeyi hatırlıyoruz. Niçin böyle bir ayetin içerisine böyle bir ibare yerleştiriliverdi? Uhut’un en sıcak sahnelerini anlatan ve infak ile başlayan bir ayetin devamında, insanların hatalarını bağışlarlar gibi bir cümle geldi.
Burada bir olayı hatırlamamız gerek. Uhut savaşı öncesinde Resulallah savaş konseyi toplamıştı. Savaş konseyinde bir çok insan, bir çok kabile reisi yer alıyordu. Tabii ki muhacirlerin ileri gelenleri de yer alıyordu. Hz. Ömer gibi, Hz. Ali gibi. Savaş konseyinin yaşlıları, Resulallah’ta dahil, savaşı şehrin içinde. Mekke de bir savunma savaşı biçiminde yapalım teklifinde iken, gençleri ve çoğunluk savaşı dışarıda saldırı savaşı biçiminde yapalım teklifinde bulunmuşlardı.
Resulallah’ın görüşü bunun aksi olmasına rağmen çoğunluğun ısrarlı görüşü bu olduğu için savaşı bir saldırı savaşı biçiminde yapma teklifini kabul etti ve Medine’den takriben 10 Km. uzaktaki Uhut’a kadar geldi. Ama bilinen olaylar oldu ve savaş kaybedildi. İşte bunun üzerine Resulallah dönüp te kendisini savaşı dışarıda yapmaya, saldırı savaşı yapmaya ikna eden insanlara; “sizin yüzünüzden bunlar başımıza geldi..!” demedi.
Engin bir Ahlak sergiledi orada. Yine o muhteşem ahlakı orada da tebarüz etti ve Kur’an Resulallah’ın, kendisini savaşı dışarıda karşılamaya ikna eden savaş konseyinin çoğunluk ve genç üyelerine nasıl davrandığını şöyle tespit etti Kur’an.
(Alu İmran/159) FeBima rahmetin minAllahi linte lehüm Allah’tan bir rahmet sayesinde sen onlara yumuşak davrandın. ve lev künte fazzan ğaliyzal kalbi lenfaddu min havlik Eğer sen onlara katı kalpli, sert muamele etsen, davransaydın bütün bunlar sizin yüzünüzden başımıza geldi, suçlu sizsiniz gibi bir takım fatura çıkarmalarda bulunsaydın etrafından dağılır giderlerdi. fa'fü anhüm o halde onları bağışla. vestağfir lehüm sadece bağışlamakla kalma, onlar için bağışlanma dile. Allah’ın da bağışlamasını iste.
Çünkü onlar yalnız sana karşı değil, savaştan kaçarak, savaşın en kızgın anında seni terk ederek, çünkü savaş konseyinde ısrarla savaşı dışarıda kabul etmeyi isteyen üyeler, savaşın en sıcak anında Resulallah’ı terk edip kaçmışlardı. İşte onun için onlar sadece sana karşı hata işlemediler Allah’a karşı da hata işlediler. vestağfir lehüm onun için, onlar için de istiğfar et. Allah’ta bağışlasın onları.
ve şavirhüm fiyl emr ve bütün bunlara rağmen onlarla danışmaya, istişare yapmaya devam et. Yani sizinle istişare yaptık böyle oldu mantığına girme. Sizinle istişare ettikte başımıza bunlar geldi, o halde bunda böyle sizinle istişare etmeyeceğim deme. Aksine onlarla istişareye devam et. Çünkü yenmekte, yenilmekte var. Ve nihayetinde bütün bunlar sizin gelir hanenize yazılan birer tecrübe.
fe izâ azemte fe tevekkel alAllah Eğer bir iş konusunda karar vermişsen, bir işe azm etmişsen Allah’a dayan ve yürü.
innAllahe yuhıbbül mütevekkiliyn; Allah mütevekkil olanları sever. İşte bu ayet-i kerime Resulallah’ın o anda ki duygularını da ele veriyordu.
Burada vel afiyne aninNas insanların hatalarını bağışlarlar ayetinden anladığımız işte bu arka plandır. Onlar hata yapmışlardı ve Resulallah’ tan rabbimiz onlarında hatasını bağışlamasını istiyor.

vAllahu yuhıbbul muhsiniyn; Zira Allah, iyilik edenleri, Muhsinleri, yani Resulallah’ın ihsanı tarifi ile eğer ele alırsak, Allah kendisini görür gibi kulluk edenleri sever.




135-) Velleziyne izâ fe'alu fahışeten ev zalemu enfüsehüm zekerullahe festağferu li zünubihim* ve men yağfiruz zünube illAllah* ve lem yusırru alâ ma fe'alu ve hüm ya'lemun;

Ve onlar ki bir kabahat yaptıkları veya nefislerine bir zulmettikleri vakit Allah’ı anarlar da derhal günahlarına istiğfar ederler, günahları da Allah dan başka kim mağfiret eder? Hem yaptıklarına bile bile ısrar etmezler. (Elmalı)
Onlar utanılacak bir iş yaptıklarında veya (Allâh'tan perdelenerek) nefslerine zulmettiklerinde; Allâh'ı düşünüp yaptıkları yanlış, kusur dolayısıyla istiğfar ederler. Suçları da Allâh'tan başka kim bağışlayabilir (ki)! Onlar yaptıkları yanlışlarda ısrarlı değillerdir. (A.Hulusi)
Velleziyne izâ fe'alu fahışeten ev zalemu enfüsehüm Yine onlar utanç verici bir iş yaptıkları, ya da kendilerine bir kötülük ettikleri zaman. Utanç verici bir işti Resulallah’ı bırakıp kaçmak, savaşın en sıcak anında ve aynı zamanda bu davranış, insanın kendi kendisine yaptığı büyük bir kötülüktü. Çünkü kendi kendisine olan güvenini kaybederdi. Kendi kendisine olan güvenini kaybetmesi, kişinin kendisine yapacağı en büyük kötülüklerden biridir.
Zekerullah İşte böyle bir iş işlediklerinde, utanç verici bir iş yaptıklarında, ya da kendilerine bir kötülük ettikleri zaman ne yaparlar? Zekerullah hemen Allah’ı hatırlayıp, festağferu li zünubihim hemen günahları için istiğfar ederler. Çünkü yukarıdaki ayet muhsiniyn ile bitti: Allah’ı görür gibi kulluk edenler bir hata yaptıkları zaman, Allah’ı hatırlarlar.
Bu ne demektir? Yaptığınız işe Allah ne diyor sorusunu hayatınızın temeli kılmışsınızdır. Çünkü hayat ya insanların bakışlarını ölçü alarak yaşanır, ya da mutlak hakikat olan ilahi bakışı ölçü alarak yaşanır. Yani eğer insani bakışı ölçü alıyorsanız insanlar ne der diye sorarsınız her yaptığınız iş için. Ama ilahi bakışı ölçü alıyorsanız bu yaptığım işe Allah ne der diye sorarsınız. Allah yaptığınız her bir işte ilahi bakışı ölçü almanızı ve Allah ne diyor diye sormanızı istiyor. İşte bu aynı zamanda vicdani bir otokontrol sağlar. Sadece budur insanı kötülük işlemekten alıkoyan duygu.
Bu noktada ayet-i kerime Zekerullah hemen Allah’ı hatırlarlar ve günahları için istiğfar ederler. Allah ne der derler. “Allah’ın yüzüne nasıl bakacağım”, tabii tırnak içinde kullanıyorum bu yüzü. Allah’ın zatı manasında Kur’an da yüz biçiminde kullanıldığı için, “Allah’ın zatına nasıl bakacağım!” mecazen kullandım, derler ve hemen Allah’ı hatırlarlar.
ve men yağfiruz zünube illAllah Zira Allah’tan başka günahları kim bağışlayabilir ki?

ve lem yusırru alâ ma fe'alu ve hüm ya'lemun; Üstelik onlar yaptıkları kötülük üzerinde bile bile ısrar etmezler. Evet..!

Niçin Allah’ı hatırlarlar sorusunun cevabı, çünkü Allah’tan başka günahları affedecek bir kapı yoktur. Onun için. Onun için hemen Allah’ı hatırlarlar. Allah ne der diye sorarlar. Allah’a nasıl yüzüm olur diye sorarlar. Rabbimi gücendirdim mi, Rabbimi üzdüm mü diye sorarlar. Ve onların bir özelliği de bile bile hatalarında ısrar etmezler.
Sevgili dostlar hata işlemek anlaşılabilir bir şey. Ama hata da ısrar etmek hiç anlaşılamayacak bir şey. Suçu savunmak, suçu işlemekten bin kat daha ağır bir suçtur. Suçunu savunanlar affedilmezler. Suç işleyenler affedilirler. Şeytan suç işlediği için şeytan olmadı. Suçunu savunduğu için şeytan oldu. Çünkü Adem de suç işledi. Ama Adem suçunu savunmadığı için adam oldu. şeytansa suçunu savunduğu için şeytan oldu. İşte suçu savunmakla suçu savunmamak arasındaki fark, Adem’le şeytan arasındaki fark kadardır.
İnsan hata eder. İnsan yanılır, insan günah işler ama hatasını, günahını ve yanılgısını savunamaz. Savunmamalıdır. Çünkü kendisine verilen aklı vicdanı, fıtratı, iradeyi eğer yok saymıyorsa, bunlara ihanet etmiyorsa insan suçu savunamaz. Suçu savunmadığı sürece affı umulur. Eğer suçunu savunmaya başlamışsa şeytanın yoluna girmiş demektir. Günahta ısrar en büyük günahtır.

136-) Ülaike cezauhüm mağfiretün min Rabbihim ve cennatün tecriy min tahtihel enharu halidiyne fiyha* ve nı'me ecrul amiliyn;

İşte bunların mükâfatı Rablerinden bir mağfiret ve altından ırmaklar akar Cennetlerdir, içlerinde ebedî kalmak üzere onlar, ne de güzeldir ecri iş yapanların. (Elmalı)
İşte onların yaptıklarının karşılığı (cezası), Rablerinden bir bağışlanma ve altlarından ırmaklar akan cennetlerdir. Sonsuza dek orada kalırlar. Ne güzel mükâfattır bu yararlı iş yapanlara. (A.Hulusi)

Ülaike cezauhüm İşte bunların ödülü mağfiretün min Rabbihim Rablerinden bir mağfiret, bir bağış, bir af, ve cennatün tecriy min tahtihel enharu halidiyne fiyha ve nı'me ecrul amiliyn; Orada yerleşip kalacakları, içlerinden ırmaklar akan cennetlerdir bunların ödülü. Çaba gösterenler için ne muhteşem bir ödül. ve nı'me ecrul amiliyn; çaba gösterenler için gayret edenler için.
Bakınız cenneti kazanmak, cenneti satın almak biçiminde gerçekleşmiyor. Çaba göstermek biçiminde gerçekleşiyor. Çünkü bedeli ödenmiş bir şey değildir. Cenneti elde edenler bedelini ödedikleri içim değil, onu elde etmek için var güçlerini harcadıkları için elde ederler. Yoksa onun bedelini değil bir ömür, bin ömür bile ödemek için yetmez. Yeterli değildir.
Çok gözde bir, boğazın gözde bir semtinden denize nazır bir ev yapacak kadarcık dahi bir arsa almak için bir ömürlük çalışmanız yetmezken nasıl genişliği gökler ve yeryüzü kadar olan ve dünyanın hiçbir güzel parçası ile karşılaştırılamayacak kadar güzellik timsali olan uçsuz bucaksız cennetin bedelini ödemiş sayılabilirsiniz ki. Onun için Kur’an ve nı'me ecrul amiliyn; çaba gösterenler için ne muhteşem bir ödül der. Çünkü cennet Allah’ın verdiği bir ödüldür. Bir lütuftur.

137-) Kad halet min kabliküm sünenün fesiyru fiyl Ardı fenzuru keyfe kâne akıbetül mükezzibiyn;

Sizden evvel kanun olmuş bir takım vaka’lar geçti, onun için Arzda dolaşın da bir bakın: Peygamberleri tekzip edenlerin akıbetleri nasıl olmuş? (Elmalı)

Sizden önce kendine özgü yaşam tarzları olan toplumlar gelip geçti. Arzda (fiilen veya bilgi yollu) gezinin de (hakikati) yalanlayanların sonu ne oldu görün. (A.Hulusi)

Kad halet min kabliküm sünenün sizden önce de nice hayat tarzları gelip geçti sünen, sünnetin çoğulu, hayat tarzı anlamına gelir. Örnek alınacak yöntem anlamına gelir. Tabii bu anlamlardan mülhem olarak Resulallah’ın bize bıraktığı örnek hayatına da sünnet denilmiştir. Ama burada özellikle kullanımı nötr dür. Mücerret kullanılmıştır. Hem olumlu hem olumsuz anlamıyla, sizden öncede nice hayat tarzları gelip geçti. Nice medeniyetler ve milletler gelip geçti.
Bu tarihin yasasına işaret eder. Tarihte bir çok medeniyet kurulmuş ve yıkılmış. Onun için tarihte müstekbirlik yapmış, firavunca Allah’a baş kaldırmış medeniyetlerin sonuna bakınız. Tarih, medeniyetler mezarlığıdır. Tarih, uygarlıklar mezarlığıdır. O nedenle kendi uygarlığı, kendi devleti, kendi sistemini ilelebet yaşayacak zannedenler, hiç yıkılmayacak zannedenler, özellikle Allah’a baş kaldırıp kendi çağının firavunluğuna soyunduğu, Allah’la savaşa tutuştuğu halde kurduğu sistemi ilelebet yaşayacak zannedenler tarihe baksınlar diyor Kur’an. Tarih milletlerin, sistemlerin, devletlerin, uygarlıkların çöplüğüdür. Oraya baksınlar.
fesiyru fiyl Ard öyleyse gezin yeryüzünü fenzuru keyfe kâne akıbetül mükezzibiyn; ve hakikati yalanlayanların sonunun nasıl olduğunu görün.
Çok ilginç bir davet değil mi? Haydi diyor Kur’an, gezmeye çağırıyor. Hem de bu çağrıyı Kur’an’ın bütününde, tam 6 yerde yineliyor. Fesiyru emri Kur’an ın tam 6 yerinde gelir. fesiyru fiyl Ard, - fenzuru keyfe kâne akıbetül mücrimiyn; (Araf/84) biçiminde de gelir başka formlarda da gelir. Suçluların sonunun ne olduğunu görün, gezin yeryüzünü, dolaşın yer yüzünü de.
Onun için, eğer İtalya’ya Vezüv’e giderseniz orada bir kentin, sefahate boğulmuş, her türlü ahlaksızlığın, her türlü seksüel ilişkinin, her türlü ahlaksız ilişkinin serbestçe ifa edildiği, toplumsal bir kokuşmuşluğun tarihteki en mücessem örneklerinden biri olan bir kentin nasıl bir gecede yanardağın patlaması ile kül olduğunu ve o anda insanların ahlaksızlıklarını icra ederken nasıl taş kesilip yani o lavların altında nasıl fosilleştiğini ve külleştiğini şimdi dahi Vezüv’e gidenler görürler. İtalya’ya, Napoli’ye gidenler orada bir açık hava müzesi gibi bizatihi binlerce yıl önce tarihin ibret vesikası olarak dondurduğu o taşlaşmış ahlaksızlık sahnelerini izleyebilirler.
Yine eğer yolu düşerse insanımızın Ürdün’le bugünkü Filistin arasında yer alan Lut gölünü seyredebilirler. Burunlarına o büyük ahlaksızlığına verilmiş belanın kokusu gelecektir. Onu hissedecekler ve gözleri ile algılayacaklardır.
Yine San’a ya gidebilirler. Yemen’e gidebilirler ve orada bir toplumun nasıl belaya çarptırıldığının kokusunu hissedebilirler. Onun için gezin yeryüzünü.
Bir zamanlar dünyaya meydan okuyan hatta Allah’a savaş açan geçmiş kadim uygarlıkların nasıl yerle bir olduğunu görün. O Allah’a karşı burnunu diken firavunların şimdi ne olduğuna bakın. Nemrut’un ne olduğuna bakın. Bakın da modern Nemrut’lar ibret alın diyor Kur’an. Yani herkese yeryüzünü dolaşıp ibret almasını söylüyor.

138-) Hazâ beyanun linNasi ve hüden ve mev'ızatün lil müttekıyn;

Bu işte umum insanlar için bir beyan ve bilhassa korunacak muttakîler için bir vaaz-ü irşad’dır. (Elmalı)
Bu, insanlar için açıklama (ibret), korunanlar için de hidâyet ve öğüttür (aydınlatma). (a.Hulusi)
Hazâ beyanun linNas Bu bütün insanlığa yapılmış bir açıklamadır.

ve hüden ve mev'ızatün lil müttekıyn; Sorumluluk bilincini kuşananlar içinde bir rehber ve bir öğüttür.

Bu dediği Kur’an ın, Müfessirlerin çoğu tarafından, özellikle Taberi, Razi, Şevkani, Alusi, Kurtubi gibi müfessirlerin çoğu tarafından Kur’an olarak algılanmışsa da sözün bağlamından biz bu ile yukarıda ifade edilen hakikatleri anlıyoruz. Yani, yukarıda ifade edilen hakikatler tüm uygarlıkların fani olduğunu ifade eden hakikatler.
Yine Hak ve hayır yolunda yarışılması gerektiğini ifade eden hakikatler. Faizin gerçekten de insanlığın zararına olduğunu ifade eden ilahi hakikat. Ve yukarıdaki ayetler pasajın içerisinde ifade edilen tüm hakikatlerden söz edildiğini anlıyoruz buradan. Allah’tan bir açıklama, hem de insanlığın tamamına yapılmış bir açıklama olduğunu beyan ediyor Kur’an.

139-) Ve la tehinu ve la tahzenu ve entümül a'levne in küntüm mu'miniyn;

Fütur getirmeyin ve mahzun olmayın daha yükselecekken sizler, gerçek müminlerseniz (Elmalı)
Gevşemeyin, hüzünlenmeyin; siz en üstün olanlarsınız, eğer iman edenlerseniz. (A.Hulusi)
Ve la tehinu öyleyse yılgınlığa kapılmayın. Evet..! yılgınlığa kapılmayın. Çünkü Allah size dünya ve ahiret saadetinin anahtarlarını bu şekilde veriyor. Yılgınlığa kapılmayın, bu ayetlerin 1. muhatabının Uhut’ta savaşı kaybetmiş müminler olduğunu aklınıza getirirseniz daha iyi anlarsınız. Ve la tehinu öyleyse şu durumda yılgınlığa kapılmayın.

ve la tahzenu ve üzülmeyin de. Ne yılgınlığa kapılın, ne üzülün. ve entümül a'levne in küntüm mu'miniyn; Eğer gerçekten inanıyorsanız, insanların en üstünü mutlaka siz olursunuz.Bunun tersi nedir? Eğer insanların üstünü değilseniz inancınızda bir problem vardır. O halde kendinizi, imanınızı gözden geçirin.

Bu ayetin öncelikle vermek istediği mesaj, imanın izzet ve onurunu taşımamızdır. İmanın izzet ve onurunu taşıyor muyuz. İmanı bir madalya gibi, iftihar edilecek bir onur olarak taşıyor muyuz. Bu çok önemli. Yoksa aşağılık duygusu ile ağzına kadar dolu olan bir takım insanların yaptığı gibi, inandığımız için utanıyor uyuz. Müslüman olduğumuz için utanıyor muyuz. Müslümanlığımızı utanılacak bir şey gibi, bir ayıp gibi mi taşıyoruz, yoksa onurla mı taşıyoruz, gururla mı taşıyoruz. Bu çok önemli bir şey.
İnancınızdan utanıyor musunuz, yoksa inancınızla iftihar mı ediyorsunuz. Bu kendinizle olan ilişkinize bağlı bir şey. Kendinizden utanıyor musunuz, yoksa kendinizi kabullenebildiniz mi? İçiniz sinerek kabullendiniz mi. Bu kendinizle barışık olup olmadığınızla bağlantılıdır. Kendinizle barışık değilseniz kendinizden utanırsınız. Kendinizle barışık değilseniz İslam’la da barışık olamazsınız. Allah’la da barışık olamazsınız. Çünkü İslam, Allah’ın nizamıdır. Onun için bu gider en sonunda sizin kendinizle olan ilişkinize dayanır.
İmanı en büyük imkan mı biliyorsunuz, yoksa imanınız olduğu halde imkanım yok mu diyorsunuz, mazeret ileri sürüyorsunuz. Bu ayet imanı en büyük imkan bilmenizi size telkin ediyor.
Unutmayın Uhut’ta 70 kişi ölmüştü. Uhut’un o gerçekten de vefat edenler içerisinde, şehit olanlar içerisinde hz. Hamza gibi, Musab bin Umeyr gibi, Sa’d bin Rebi gibi gerçekten de Ashab-ı kiramın güzide isimleri vardı. Ve Resulallah ciğer parelerinden bir çoğunu orada yitirmişti. İslam Ciğerparelerden bazılarını orada şehit vermişti. İşte bütün bu yılgınlık bütün bu acı içerisinde Allah insanlara imanı en büyük imkan olarak tanımlıyor ve diyordu ki; eğer inanıyorsanız yılgınlığa kapılmayın. Üzülmeyin de. Çünkü inanıyorsanız en üstün siz olursunuz. İnanıyorsanız zindanda da olsanız hürsünüz. Eğer inanmıyorsanız yani nefsinize esirseniz sarayda da olsanız tutsaksınız. Çünkü iç güdülerinizin elinde esir olmuşsunuz. Bunu iyi bilmek lazım.
140-) İn yemsesküm karhun fekad messel kavme karhun mislüh* ve tilkel eyyamu nüdavilüha beynen Nas* ve liya'lemAllahulleziyne amenû ve yettehıze minküm şüheda'* vAllahu la yuhıbbuz zalimiyn;
Eğer size bir yara dokundu ise heriflere de öyle bir yara dokundu; Hem o günler, biz onları insanlar arasında evirir çeviriniz, hem Allah iman edenleri bileceği ve sizden şehitler, şahitler tutacağı için; ki Allah zalimleri sevmez. (Elmalı)
Eğer size bir yara (-nın ızdırabı) dokunuyorsa, o topluluğa da bir benzeri dokunmuştur. Böyle günler, devridaim olurlar insanlar arasında. İman edenlerin Allâh'ça bilinmesi (varlığındaki Esmâ mertebesince açığa çıkarılanın sonucunun meydana getirilmesi) ve hakikate hayatları pahasına şehâdet edenlerin oluşması içindir. Allâh zulmedenleri (nefslerinin veya başkalarının hakkını vermeyenleri) sevmez. (A.Hulusi)
İn yemsesküm karhun Şimdi gerekçesini de söylüyor. Teselli ediyor Kur’an. Eğer size bir zarar dokunmuşsa karh hem yara anlamına gelir, hem de yaranın verdiği elem ve acı, zarar anlamına gelir. Eğer size bir zarar dokunmuşsa;
fekad messel kavme karhun mislüh gerçek şu ki benzer bir zarar başka insanlara da dokundu. Yani yenilen dünya tarihinde yalnız siz değilsiniz. Her toplumun başına yenilmek gibi bir sınav gelebilir. Her toplum bir üstte sınanır, bir altta sınanır. Yani eğer taşıyorsanız mutlaka ve mutlaka hem varlıkla hem yoklukla hem zaferle, hem yenilgi ile sınanacaksınız. Devam ediyor Kur’an:
ve tilkel eyyamu nüdavilüha beynen Nas ve insanlık tarihinin temelinde yatan bir kurala, bir kanuna, bir yasaya dikkat çekiyor. Zira o günleri biz insanlar arasında döndürür dururuz. Yani başarıyı ve başarısızlığı, yenilmeyi ve yenmeyi, varlığı ve yokluğu insanlar arasında döndürür dururuz. Bu tarihin yasasıdır diyor Kur’an.
Allah’a atfedilen, Allah’a izafe edilen birçok eylem yasadır aslında. İlahi bir yasadır. Biz insanlar arasında döndürür dururuz denilen iyi ve kötü, yenme ve yenilme, varlık ve yokluk, üstte ve altta olma hali aslında tarihin bir kuralıdır. Onun için hiçbir uygarlık, hiçbir millet, hiçbir medeniyet yoktur ki bir doğuş, bir gelişme, bir altın dönemi, ya da bir yıkılış, bir çöküş dönemi olmasın.
Onun için insanlar hem varlıkla sınanırlar hem yoklukla. Tıpkı insan teki gibi medeniyetlerinde hayatında yoklukla sınandıkları, altta sınandıkları anlar olur. Nasıl ki insan acı ile sınandığı zaman sabredince ödülünü alacaksa, medeniyetler, uygarlıklar da yoklukla, altta sınandıkları zaman eğer direnirlerse, -sabrı ben direniş anlamında alıyorum- Hakikat üzerinde direnirler ve tortularını atarlar kendilerini yenileyebilirlerse, yani toplumsal bir tevbe ye baş vururlarsa, tevbe kendini yenilemektir. Tevbe hakikatte ısrar, tortuları ve posayı atmaktır. Eğer bunu yapabilirlerse o zaman yeniden bir altın çağı yaşamaya doğru kanat çırpabilirler. Yeniden yücelişe ve yükselişe geçebilirler.
ve liya'lemAllahulleziyne amenû Ki Allah iman edenleri ayırsın.
Niçin yapar bunu Allah? Tarihe bu yasayı niçin koymuştur? İman edenlerle inkar edenleri birbirinden ayırmak için. Eğer sürekli iyilikler ve güzellikler ve sevinçler içerisinde sınasaydı o zaman kötüler iyilerden, samimi olanlar olmayanlardan nasıl ayrılacaktı ki. Acılar ayıklar. Unutmayın, madeni posasından ateş ayırır. Onun için de altını saflaştırmak için ateşe atarlar, eritirler. Bir maden eritilmeden saflaşmaz.
Onun için burada da adeta bir madenin saflaşması gibi. Damıtılıp arıtılması gibi insanlık ta tarihi boyunca damıtılması için bir takım acı elem ve ıstıraplardan geçirilmesi gerekmekteydi. Onun için Kur’an;
ve liya'lemAllahulleziyne amenû Ki Allah iman edenleri ayırsın. Burada liya'leme bilsin öğrensin manasına gelen bir kelime kullanılmış, ama biz bu kelimenin “Allah’ın seçip ayırması” anlamına geldiğini söyleyebiliriz.
ve yettehıze minküm şüheda' Ve sizden hakikate şahit olanları tespit etsin. İçinizden hakikate şahit olanlar, yani yaşayan şehit olanları tespit etsin. İşte bu tespit Mutlaka ve mutlaka bir sınavla olur. Sınavda acı, elem ve keder verir insana. Çünkü insanın sınanması için sevinçle değil acı ile sınanması lazım.
vAllahu la yuhıbbuz zalimiyn; Ve ayet böyle ilginç bir cümle ile biter. Çünkü Allah zalimleri sevmez.
Niçin “Çünkü Allah zalimleri sevmez” cümlesi ile bitti ayet? Çünkü iyiyi kötüye katmak, iyiyi kötüden ayırmamak zulümdür. Allah bu zulmü işlemez, bu zulmü işleyenleri de sevmez. İyiyi kötüden ayırmamak, kişinin hem hakikate yaptığı zulümdür, hem kendisine yaptığı zulümdür. Allah bunu yapanları sevmiyor. Kendisi de yapmıyor.
Buradan bir atıf olarak anlıyoruz biz bu cümleyi. Hani unutmayın okçuları böyle seçti Allah. İyiyi kötüden nasıl ayırmıştı. Emir tutanlarla emir tutmayanlar. Emir tutmayanlar ganimete koştular, bir avuç insan, 10 kadar okçu yerlerini terk etmedi ve tamamı kırıldı şehit oldu. Bir tanesi ayakta kalmadı. Halid Bin Velid’in, müşrik ordusunun süvari komutanı olan Halid bin Velid, arkadan bir kuşatma harekatına girişti ve yerinde kalan okçuları, bir avuç okçuyu bire kadar kırdı onlar şehit oldular. İşte Allah onları böyle seçti. Böyle ayırdı.
Yine ikinci bir ayıklama harekatını Uhut’ta görüyoruz. Dağın sırtlarında. Resulallah’ın etrafında ki insanlar savaşın en sıcak anında bir avuç insan kalmıştı. Bazı kaynaklara göre 8 kişi kalmıştı diyorlar Resulallah’ın etrafında. Gerisi hep kaçmıştı. Hatta Hz. Ömer’in bir sözü vardır. “Hayatımda en çok hayıflandığım şey Uhut günü kaçışımdı.” Diyecektir.

141-) Ve li yümahhısAllahulleziyne amenû ve yemhakal kafiriyn;

Ve Allah iman edenleri seçib kâfirleri mahvedeceği için (Elmalı)

Ve dahi (bu yaşanılanlar), Allâh'ın iman edenleri (bu olayları yaşatarak) arındırması; hakikati örtenleri de (bu yoldan) mahvetmesi içindir. (A.Hulusi)

Ve li yümahhısAllahulleziyne amenû Yine Allah iman edenleri arındırıp üste çıkarsın ve yemhakal kafiriyn; ve küfre saplananları da mahvetsin için böyle yaptı.

Aslında 141. ayet, 140. cı ayetin anlam olarak devamıdır. Hatta; vAllahu la yuhıbbuz zalimiyn; bir cümle-i Mu’teriza diyebiliriz, iki tırnak arası ya da iki tire arası cümledir diyebiliriz burada. Allah iman edenleri arındırıp üste çıkarsın. Burada mahhsmahhg kelimesi birbirinin zıddıdır. Mahhs damıtmak, yani kelimenin tam anlamıyla rafine haline getirmektir. Allah müminleri rafine haline getirsin, damıtsın. O halde mahhs damıtılmış şekli ise, mahhg da geriye kalan posasıdır. Mahhg ı da posa olarak algılamakta hiçbir beis yok. Ve unutmayın ki insanı acı rafine eder. Elem ve keder rafine eder. kelimesi ile
Hiç sevincin insanı eğittiğini gördünüz mü? Sevinçler insanı eğitemez, acı ve elem insanı eğitir. Allah’a en çok yakın olanların en çok acı çekenler olduğunu görürsünüz. Neden diye sormayın. Çünkü onlar en damıtılmış, en rafine, insanlığın en rafine şahıslarıdır. Onlar rafine olmuşlar, damıtılmışlar, saflaşmışlardır.

142-) Em hasibtüm en tedhulül cennete ve lemma ya'lemillahulleziyne cahedu minküm ve ya'lemes sabiriyn;

Yoksa siz zannettiniz mi ki Allah içinizden o mücahede edenleri hiç belli etmeden, sabredenleri belli etmeden Cennete girivereceksiniz? (Elmalı)
Yoksa siz zannetiniz mi ki Allâh, içinizden o mücahede edenleri (aziym ve kararlılıkla hakikati yaşamak için mücadele edenleri) belli etmeden, bu yolda sabırla devam edenleri ortaya çıkarmadan, cenneti yaşayacaksınız! (A.Hulusi)
Em hasibtüm en tedhulül cenne Ya yoksa siz cennete girebileceğinizi mi sanıyorsunuz. ve lemma ya'lemillahulleziyne cahedu minküm ve ya'lemes sabiriyn; Allah içinizden cihat edenleri ve yolunda direnenleri seçip ayırmadan siz cennete girebileceğinizi mi sanıyorsunuz.
Hitaba bakınız sevgili dostlar. Allah içinizden direnenleri dedim. Sabrı direniş olarak hep nitelendiriyorum. Çünkü sabır hakikat üzerinde direnmeye sabır denilir. Hakikat üzerinde direniş. Çünkü hakikate sadık olanlar bu sadakatlerin bedelini öderler. Hakikate saldıranlar, hakikat üzerinde direnenlere saldırılar. Onları hakikatten saptırmak için. İşte orada direniş sabırdır.
Cihatta bu konuda gösterilen tüm gayretlerin hepsidir. Bu konuda insanın elinden gelen gayreti göstermesine Cihat denir. Onun için burada Allah, hakikat üzerinde direnip elinden gelen gayreti gösterenleri seçip ayırıncaya kadar cennete gireceklerini mi sanıyorlar buyuruyor.
Bu ayet bize Bakara suresinin 214. ayetini hatırlattı;
Em hasibtüm en tedhulül cennete ve lemmâ ye'tiküm meselülleziyne halev min kabliküm Yoksa siz sizden öncekilerin başına gelenler sizin de başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sanıyorsunuz. messethümül be'sâu veddarrâu ve zülzilû onlar öyle zorluklar, öyle sıkıntılar, öyle acılar çektiler ve öyle sarsıldılar ki hattâ yekulerRasûlü velleziyne âmenû meahû metâ nasrullah peygamber ve onunla birlikte olan müminler şunu demek zorunda kalmışlardı. “Rabbim yardımın ne zaman..!” Artık boğazlarına gelmişti acı. Artık dayanacak güçleri kalmamıştı ve Allah’ın ne zaman yetişeceksin diyorlardı. Peki bunu diyecek zaman gelince Allah’ın ne dediğini sanıyorsunuz? elâ inne nasrAllahi kariyb İyi bilin ki, hiç kuşkunuz olmasın ki Allah’ın yardımı çok çok yakındır. Bittim ya rabbi diyene, yettim kulum diyecektir. Ve unutmayın ki kulun gücünün bittiği yerde Allah’ın yardımı başlar.

143-) Ve lekad küntüm temennevnel mevte min kabli en telkavhu, fekad raeytümuhu ve entüm tenzurun;

Celâlim hakkı için siz o ölümle karşılaşmadan evvel onu temenni ediyordunuz, fakat işte onu gördünüz bakıp duruyordunuz. (Elmalı)

And olsun siz, ölümle karşı karşıya kalmadan önce şehîd olmayı temenni ediyordunuz. İşte onu gördünüz, bakıp duruyorsunuz! (A.Hulusi)

Ve lekad küntüm temennevnel mevte min kabl en telkavhu Nitekim siz ölümle yüz yüze gelmeden önce Allah yolunda can vermeyi arzuluyordunuz. Hani hatırlayın savaş kurulunun, savaş şurasının içinde; savaşı dışarıda hücum savaşı olarak yapalım diyenlerin görüşünü hatırlayın. Burada hemen savaş şurasını hatırlatırım size; Bir kısmı o kadar savaşı savunuyorlardı ki hücum savaşını, savaşı dışarıda karşılayalım biz onları yeneriz vs. gibi kahramanlıkta bulunuyorlardı. İşte ayet onu hatırlatıyor.
fekad raeytümuhu ve entüm tenzurun; İşte şimdi onu gördüğünüz halde seyirci kalan da yine siz oldunuz. Siz ölümle yüz yüze gelmeden önce Allah yolunda can vermeyi arzuluyordunuz, işte şimdi gördünüz, seyirci kalan da yine siz oldunuz. Evet..! Yani burada bir çelişkiye dikkat çekiliyor. Peygamberi dışarıda hücum savaşına ikna etmeye çalışan insanlar, savaşın en sıcak anında Resulallah’ı yalnız bırakan insanlar olmuştu. İşte onlar hatırlatılıyor. Ve burada eylem ile teori arasındaki açığın farkına dikkat çekiliyor. Açığa dikkat çekiliyor. Yani insan konuşmaya başladığında, bir iddiayı dile getirdiğinde, çok daha rahat olabiliyor. Ama bizatihi olayın içine girdiğinde, işte o zaman eylem ile teori arasındaki o fark ortaya çıkıveriyor. Bu farka dikkat çekiyor bu ayet-i kerime.

144-) Ve ma Muhammedün illâ Rasul* kad halet min kablihirRusül* efein mate ev kutilenkalebtüm alâ a'kabiküm* ve men yenkalib alâ akıbeyhi felen yadurrAllahe şey'a* ve seyeczillahuş şakiriyn;

Muhammed de ancak bir Resuldür ondan evvel Resuller hep keldi geçti, şimdi o ölür veya katledilirse siz ardınıza dönüverecek misiniz? Her kim ardına dönerse elbette Allaha bir zarar edecek değil, fakat şükredenlere Allah yarın mükâfat verecek. (Elmalı)
Muhammed, Rasûlden başka bir şey değildir. Ondan önce de Rasûller gelip geçti. Şimdi o ölse veya öldürülse, siz (inancınızdan - davanızdan) geri mi döneceksiniz? Her kim geri dönerse, Allâh'a hiçbir zarar veremez! Allâh şükredenleri cezalandıracaktır (değerlendirenlere bunun getirisini yaşatacaktır). (A.Hulusi)
Ve ma Muhammedün illâ Rasul ve savaşın içerisinde yaşanmış bir olayı şu anda ele alıyor. Ve ma Muhammedün illâ Rasul Muhammed yalnızca bir elçidir. kad halet min kablihirRusül ondan önce de elçiler gelip geçmiştir.
efein mate ev kutilenkalebtüm alâ a'kabiküm O halde o ölür ya da öldürülürse topuklarınız üzerinde gerisin geri, dönecek misiniz.
Bu ayetler zaten bir tefsirdir. Kendisi tefsir olan bu ayetlerin tefsire de ihtiyacı yoktur. Onun için bu ayetleri bir müfesser, tefsire konu olan nesne olan bir metin değil, bir müfessir, kendisi yaşanmış bir olayı tefsir eden ayetler olarak algılamak gerekiyor.
ve men yenkalib alâ akıbeyhi felen yadurrAllahe şey'a Fakat kim topukları üzerinde gerisin geri dönerse iyi bilsin ki; felen yadurrAllahe şey'a Allah’a hiçbir zarar veremez. ve seyeczillahuş şakiriyn; Halbuki Allah şükredenlerin karşılığını verecektir.
Orada, Uhut’ta İbn. Kamie diye bir müşrik, hz. Peygamber zannederek sahabeden bir tanesini tahminen Musab Bin Umeyr’i şehit etmişti. Çünkü o da tam zırhlıydı, Resulallah’ta tam zırhlıydı. Yüzü örtüktü. Ve bağırdı. “Ela inne Muhammed kad kutil.” Haberiniz olsun ey insanlar Muhammed işte şimdi öldürüldü. Bu çığlığı duyan insanlar hep birden bağrıştılar. Bu çığlık Medine’ye kadar büyük bir sayha halinde yankılandı.
Müslümanlarda tabii bunu duydu. Biz uhut savaşını ayrıntıları ile nakleden kaynaklardan öğreniyoruz ki bu bir sınavdı. Muhteşem, büyük bir sınav. Bazı insanlar Resulallah’ın vefat ettiği haberini alınca şu tepkiyi göstermişlerdi. Ki Enes Bin NadrResulallah vefat ettiyse yaşayıp ta ne yapacağım, ben de onun gittiği yere gidiyorum.” Yani sen öldün madem, o halde ölüm güzel demektir der gibi ben de Resulallah’ın vefat ettiği bir dünyada yaşayıp ta ne yapacağım deyip Enes Bin Nadr gibi şahadete gidenler oldu. Enes Bin Nadr böyle söyleyip daldı ve şehit olmuştu. bunlardan biri. “
Onun gibi insanlar vardı. Bir kısmı da yüreğinde kuşku taşıyanlar, henüz daha imanı oturmamış olanlar, bambaşka şeyler düşünmeye başladılar. Müşriklerle yeniden barışmak, onların safına geçmek, artık bundan sonra her işin bittiğini zannetmek, ya da en azından derin bir umutsuzluğa kapılıp, ye’se kapılıp, tamamen her şeyi bırakıp artık yatağına çekilme düşüncesi zihninden bir biri ardına geçirenler oldu. İşte bütün bu karmaşık ortam içerisinde Medine’ye kadar bu söylentinin yankılandığını düşünün.
Hatta unutulmaz bir hadise de yaşanmıştı o zaman. Sümeyra Hatun Medine’de ekmek yaparken ağızdan ağza sayhalanarak, yankılanarak gelen “Muhammed öldü..!” haberi tabii ki bir ok gibi saplanmıştı mümin yüreklere.
Sümeyra Hatun önündeki ekmek tahtasını savuruverdi ve hamurlu elleri ile örtüsünü rüzgarda savura savura Uhut’a doğru koşmaya başlamıştı, soluk soluğa. Uhut’a yetiştiğinde tabii ki savaş bitmişti. Çünkü yaklaşık 10 Km. lik bir mesafe vardı. Savaş bitmişti ve artık herkes şehitlerini arıyordu.
Sümeyra Hatun o korkunç manzara ile karşılaştı, onun kocası, kardeşi ve oğlu da savaşa katılmıştı Uhut savaşına. Müminler safında. Onun görünce onu tanıyan bir tanesi;
Kocan burada yatıyor ya Sümeyra..!” ..
Onu bırak Resulallah nerede..! Resulallah’a ne oldu..! Hala inanmak istemiyordu.
“Kardeşin burada Ya Sümeyra..! Dediler.
Ben onu sormuyorum cennet ona helal olsun, güle güle gitsin ama Resulallah nerede..!
Oğlunu bir başkası işaret ediyor.
İşte oğlun da burada yatıyor..!”
Bana Resulallah’ı gösterin Allah’ınızın aşkına..!” diyordu.
Resulallah’ın ne zaman ki yüzünü gördü;
Elhamdülillah ya Resulallah, sen hayattasın ya, anam babam sana feda olsun..!” demişti.
Bu bir masal değil, bu bir hikaye değil. Bu bir hayat, yaşanmış bir gerçeklik. Ancak bu günün insanı modern düşünce tarzı ile sistemi ile Sümeyra kadını anlayamaz. Anlamamakta da kendince haklı. Çünkü bu günün insanının baktığı yerden bakmıyordu Sümeyra kadın. Sümeyra kadının baktığı yerden bu günün insanı bakmıyor. Eğer aynı yerden baksaydı anlayabilirdi. Belki yine anlayabilir bir gün aynı yerden bakarsa.

145-) Ve ma kâne li nefsin en temute illâ Bi iznillahi Kitaben müeccela* ve men yürid sevabed dünya nü'tihi minha* ve men yürid sevabel ahireti nü'tihi minha* ve senecziş şakiriyn;

Hem Allahın izni olmadıkça kimseye ölmek yok: o vadesi ile yazılmış şaşmaz bir yazı, bununla beraber kim Dünya sevabını isterse ona ondan veriniz, kim de Ahiret sevabını isterse ona da ondan veririz, şükredenlere ise muhakkak mükâfat vereceğiz. (Elmalı)
Varlığındaki Allâh Esmâ'sının oluşturduğu ("B"iiznillah) değişmez programı (kitaben müeccela) elvermedikçe hiç kimse ölmez! Kim dünyanın nimetlerini isterse, ona dünyada veririz. Kim de sonsuz gelecek sürecinin nimetlerini arzu ederse, ona da ondan veririz. Biz şükredenlerin cezasını (karşılığını) veririz (değerlendirenlerin değerlendirmelerinin sonucunu yaşatırız). (A.Hulusi)
Ve ma kâne li nefsin en temute illâ Bi iznillahi Kitaben müeccela Hiç kimse Allah’ın izni ile yasalaşmış vade dışında ölmez. Ölemez. Yani, Allah’ın izni ile yazılmış ve yasalaşmış olan vade ile ölür herkes ancak.
Tabii bu ecel meselesini gündeme getiriyor. Ecel süre demektir. Bir borcun ödenme vadesine ecel denilir Arap dilinde. Hayatın kaderidir bir yerde, ölçüsüdür. Kur’an da 55 yerde geçer bu kelime, sadece ikisinde fiil olarak geçer o da bu bildiğimiz manada ecel anlamına gelmez. Demek ki bildiğimiz manada ömrün eceli anlamına kullanılan tüm kelimeler isim olarak gelirler.
İsimler biliyorsunuz zaman bildirmezler, yer bildirmezler.
İsimler sürekliliğe delalet ederler.
İsimler biteviliğe delalet ederler.
İsimler sabit bir şeyin hakikatine bir atıftırlar. Onun için isim olarak gelmiştir. Zaman ve yer bildirmez dedim. Fiiller zaman ve yer bildirir, isimler değil.
Bu noktada ecel kendisi süre anlamına gelse de form olarak zaman ve yer bildirmeyen isim biçiminde gelmiştir. Bunun bize verdiği bir anlam var. Bu anlamda şudur.
Ecel aslında organizmanın kaderidir. İnsan organizmasının kaderidir. Bakıllani’nin Ruh nedir sorusuna; Kalpte, beyinde ve ciğerde olan 3 kuvvettir dediğini hatırlıyorum burada. Ve Bakıllani’nin ruha, ruh nedir sorusuna verdiği bu cevabı ecel ile örtüştürdüğümde o zaman Allah’ın, insanı hayata bağlamak için yarattığı, koyduğu o yasaların gerçekleşmesidir ecel. Yani insan hayata Şu ,şu, şu yasalarla bağlıdır. Eğer bu bağlar koparsa insan hayattan kopar. İşte bu bağların kopması hali hadisesine Kur’an ecel demektedir.
Ve işin ilginci kelam kitaplarımızın ecel bahsinde delil olarak getirdikleri ayetler; ferdin, bireyin eceline değil, ümmetlerin, toplumların uygarlıkların eceline işaret eden ayetler olmuştur. Ki; Araf/34, Yunus/49, Nahl/61 ayetleri hep kişinin eceline değil, ümmetlerin, toplumların, milletlerin eceline delalet ederler ve bu ayetlerin arkasından ne bir saat geri, ne bir saat ileri gibi bir kesin ifade gelir. Onun için bu kesin ifadeli ayetlerin hemen tamamı birey eceli için değil de; Ümmet, toplum, uygarlık eceli için kullanılır.
Yine Kur’an da Hacc/5 ayette; Ecel, doğum anlamına kullanılır. Yani hep ölüm anlamına kullanılmıyor. Ömrün sona ermesini sağlayan ilahi yasaya biz ecel diyoruz. Bu manada. Ben daha uzun daha detaylı bir incelemeye burada girmiyorum, çünkü İman isimli eserimde ecel’i,Kur’an daki tüm ecelle ilgili ayetleri ele alarak incelediğim için ben burada girmiyorum.
ve men yürid sevabed dünya nü'tihi minha ve kim bu dünyanın nimetlerini isterse ona ondan veririz. Hatırlayın Uhut’u, hatırlayın okçuları. Bu ayetin ilk muhatapları çerçevesinde onlara bir hitap.
ve men yürid sevabel ahireti nü'tihi minha Kim de öte dünyanın nimetlerini isterse ona da ondan veririz. Öte dünyanın nimetlerini isteyip, ganimete koşmayıp ta, Resulallah’ın emri var diye yerinde durup şehit olan insanlara Allah’ın müjdesi bu. Onlar ahiretin nimetini istediler ve ona kavuştular.

ve senecziş şakiriyn; ve biz şükredenleri ödüllendiririz.

146-) Ve keeyyin min Nebiyyin katele meahu ribbiyyune kesiyr* fema vehenu lima esabehüm fiy sebiylillâhi ve ma daufu ve mestekânu* vAllahu yuhıbbus sabiriyn;

Nice Peygamber, ma'iyyetin de rübubiyyet aşina bir çok erenler harb ettiler de Allah yolunda başlarına gelenlerden dolayı fütur getirmediler, zaaf göstermediler, miskinlik etmediler Allah da sabredenleri sever. (Elmalı)
Nice Nebiler, beraberlerinde Rablerinin kulluğu içinde olduklarını yaşayanlar olduğu hâlde savaştılar da; Allâh yolunda başlarına gelenler yüzünden gevşemediler, zaaf göstermediler ve boyun eğmediler. Allâh güçlüklere tahammül edenleri sever. (A.Hulusi)
Ve keeyyin min Nebiyyin katele meahu ribbiyyune kesiyr Ve nice peygamber, yanındaki rabbe adanmış bir çok insanla birlikte savaşma durumunda kaldı. Bu da Resulallah’la birlikte müminlere bir uyarı, bir rahatlatma. Yani ey Muhammed sadece savaşan sen değilsin, savaşmak zorunda kalan sen değilsin, üzerine yürünen sen değilsin tarihte. Senden önce de bit çok peygamber savaşmak zorunda kalmıştı.
fema vehenu Yani bu hitaptan yola çıkarak Resulallah’ın gerçekten munis, gerçekten bir karıncayı incitmeyecek kadar yumuşak yaratılışının savaşla hiç uyumlu olmadığını anlarsınız. Ama buna rağmen imanın insana taşınması yolunda eğer insan engel olmuşsa, o engeli ortadan kaldırmak için Resulallah savaşı zaruret olarak yapmıştı.
İşte bu çerçeve de Resulallah gibi karıncayı dahi incitmeyecek kadar mülayim bir tabiata sahip olan insan için savaşın ne büyük bir ıstırap olduğunu anlayabilirsiniz. Bu ayette adeta alttan alta böyle bir histe veriliyor.
fema vehenu lima esabehüm fiy sebiylillâhi Onlar, Allah yolunda başlarına gelenden dolayı ne yılgınlığa kapıldılar, ve ma daufu ne acziyet gösterdiler. ve mestekânu ne de onursuzluk sergilediler.
Evet..! Özellikle onursuzluk sergilemek üzerinde durmak istiyorum. Daha doğrusu altını çizmek istiyorum. Onursuzluk..! Çünkü bugün Allah yolunda olduğunu söyleyen, Allah yolunda mücadele ettiğini söyleyen insanların en büyük problemi, onurlarını koruyamamak. Mücadele ederken onurla mücadele edememek. İmanlarının onurunu koruyamamak ve imana karşı savaş açan güçler karşısında ezilmek, onlar karşısında eğilmek, bükülmek, zillete duçar olmak. Onun için; ve mestekânu ne de onursuzluk sergilediler.

vAllahu yuhıbbus sabiriyn; zira Allah direnenleri sever. Allah direnenleri sever, çözülenleri, ezilenleri, zillet gösterenleri, yere yatanları, nokta kadar menfaat için virgül gibi eğilenleri değil. Allah hakikat üzerinde direnenleri sever. Eğer savunduğunuz dava hakk ise, hakikat ise o zaman direnmek zorundasınız. Eğer hakikat değilse niçin savunuyorsunuz.

147-) Ve ma kâne kavlehüm illâ en kalu Rabbenağfir lena zünubena ve israfena fiy emrina ve sebbit akdamena vensurna alel kavmil kafiriyn;

Başka bir söyledikleri de yoktu, sade: ya Rabbena bize günâhlarımızı ve işimizde taşkınlıklarımızı mağfiret buyur, cihad meydanında ayaklarımızı iyi dire ve kâfirlere karşı bizleri mansur kıl, diyorlardı.(Elmalı)

Onların söyledikleri şu idi: "Rabbimiz suçlarımızı ve yaptıklarımızdaki aşırılığı bağışla; bize metanet ve sebat ver; hakikati inkâr edenlere karşı bize yardım et, zafer ver." (A.Hulusi)

Ve ma kâne kavlehüm illâ en kalu Onların söylediği yalnızca şuydu. Rabbenağfir lena zünubena ve israfena fiy emrina Rabbimiz günahlarımızı ve eylemlerde ki taşkınlıklarımızı bağışla ve sebbit akdamena bizi sabit, kadem kıl, ayaklarımızı dimdik tut, adımlarımızı sabit kıl, geriye adım attırma. vensurna alel kavmil kafiriyn; ve kafir topluma karşı bize yardım et.

148-) Fe atahumullahu sevabeddünya ve husne seva Bil' ahireti, vAllahu yuhıbbul muhsiniyn;

Bin netice Allah da kendilerine hem Dünya sevabını verdi hem de Ahiretin güzel sevabını, öyle ya Allah güzel iş yapan Muhsinleri sever.(Elmalı)

Allâh da onlara hem dünya sevabını verdi hem de sonsuz gelecek sürecinin en güzel sevabını verdi. Allâh ihsan edenleri sever. (A.Hulusi)

Fe atahumullahu sevabeddünya Bunun ardından Allah onlara hem bu dünya nimetlerini, ve husne seva Bil' ahireti hem de öte dünya nimetlerinin en güzelini bahşetti.
Yukarıdaki ayeti hatırlayın dostlar, 145. ayeti, Orada ne diyordu? İsteyene dünya nimetlerini veririz, isteyene ahiret nimetlerini. Bu ayette ne diyor? Adeta denilmek istenen şu; Eğer ahiret nimetlerini isterseniz yanında “Promosyon olarak dünya nimetlerini de verebiliriz.” Ama dünya nimetlerini isteyen kimseye promosyon olarak ahiret verilmeyecektir.
vAllahu yuhıbbul muhsiniyn; Allah kendisini görüyormuş gibi kulluk edenleri sever. Allah sever, Allah sevmez noktasında bitiyor ayetler dikkatinizi çekiyor mu dostlarım. Kur’an dostları..! Ayetler böyle bitiyor. Allah yakar diye değil. Allah vurur, Allah çarpar diye değil, Allah sever, Allah sevmez diye bitiyor.
Hatırlayın hemen; ..vAllahu la yuhıbbuz zalimiyn; (140) Allah zalimleri sevmez, vAllahu yuhıbbul muhsiniyn; Allah Muhsinleri sever. Sever, sevmez..! Niçin? Sevmek ya da sevmemekle terbiye etmek Terbiyenin en rafine halidir. En yüce terbiye sevgi ile terbiyedir. Onun için Allah korkutmuyor, sevgisini almakla korkutuyor. Allah’tan niçin korkulur o halde? Sevmez diye korkulur. “Ya beni sevmezse” diye korkulur.

149-) Ya eyyühelleziyne amenû in tütıy'ulleziyne keferu yerudduküm alâ a'kabiküm fetenkalibu hasiriyn;

Ey o bütün iman edenler! eğer kâfirlere itaat edecek olursanız sizi tersinize çevirirler de öyle bir inkılâba uğrarsınız ki bütün hüsran içinde kalırsınız. (Elmalı)
Ey iman edenler, eğer kâfir olanlara (hakikati inkâr edenlere) uyarsanız, sizi topuklarınızın üzerinde geri döndürürler de hüsrana uğrayanlar olarak kalırsınız. (A.Hulusi)
Ya eyyühelleziyne amenû siz ey iman edenler, in tütıy'ulleziyne keferu eğer küfre saplananlara uyarsanız, yerudduküm alâ a'kabiküm sizi ökçelerinizin üzerinde gerisin geri döndürürler. Açık..! Tefsiri içinde bunların kendisi bir tefsir. Eğer küfre saplananlara uyarsanız sizi ökçelerinin üzerine gerisin geri döndürürler. fetenkalibu hasiriyn; İşte o zaman kaybedenlerden olursunuz. Gerçekten kaybedersiniz. Gerçekten kaybeden siz olursunuz.

150-) Belillahu mevlâküm* ve HUve hayrun nasıriyn;

Doğrusu sizin Mevla’nız bir Allah’tır ve o, yardım edeceklerin en hayırlısıdır. (Elmalı)
Doğrusu Mevlâ’nız Allâh'tır! O yardımıyla zafere ulaştırandır. (A.Hulusi)
Belillahu mevlâküm Hayır, sizin Mevla’nız Allah’tır. Sizin dostunuz, sizin sırdaşınız, sizin dayanağınız, barınağınız, sığınağınız, tutamağınız Allah’tır. Allah varken kafirlere niçin dayanasınız. Hakikati inkara şartlanmış olanlara niçin sırtınızı veresiniz, onlardan niçin yardım bekleyesiniz, niçin onların gözüne bakasınız..!
ve HUve hayrun nasıriyn; Yardımcıların en hayırlısı da O’dur. O’ndan yardım isteyin o halde. O’na sığının, O’na dayanın, O’na yaslanın. Unutmayın ebediye yaslanan, ebediyen ayakta kalır. Yıkılacak, geçiciye yaslanan yıkılır.

151-) Senulkıy fiy kulubil'leziyne keferürru'be Bima eşrekû Billahi ma lem yünezzil Bihi sultanen ve me'vahümün nar* ve bi'se mesvez zalimiyn;

Allahın hiç bir Bürhan indirmediği şeyleri ona şerik koştukları için biz o kâfirlerin kalplerine korku düşüreceğiz, Onların varacakları yer, Cehennemdir, ne de kötüdür o zalimler yatağı. (Elmalı)

Kendilerine tanrı oldukları yolunda hiçbir delil inzâl edilmemiş olanları, hakikatlerindeki Allâh Esmâ'sına şirk koştukları için, kâfirlerin kalplerinde korku oluşturacağız, yaşam ortamları da ateştir. Zâlimlerin ulaştığı son ne kötüdür! (A.Hulusi)

Senulkıy fiy kulubil'leziyne keferürru'be kafirlerin yüreklerine korku salacağız. Evet..! Bu da Allah’ın bir vaadi. Kafirlerin yüreklerine korku salacağız. Ne sebeple? Bima eşrekû Billahi ma lem yünezzil Bihi sultanen Hiçbir delile dayanmadan Allah’a şirk koşmalarından dolayı kafirlerin yüreklerine korku salacağız.
Hiçbir delile dayanmadan, burada bazı müfessirlerinde isabetle belirttikleri gibi taklidi imanın caiz olmadığı sonucuna varmış bazı ulema. Bu ayetten yola çıkarak. Yani delilsiz bilgiye inanmamak esastır. Onun için bir şeyin ilim olabilmesi için, alamete yaslanması, yani hakikate bir atıf olması şarttır. İlim, alametten gelir, hakikate bir atıf olması lazımdır. Yoksa zan olur. Onun için Rabbimiz bizi de hakikate çağırırken mutlaka delillerini sergiliyor.
Bakınız, ben Allah’ım, delil göstermedim, böyle emrediyorum, ben emrettiğim için yapacaksınız bile demiyor. Delillerini gösteriyor. Kendi varlığının, birliğinin, kitabının kendi katından oluşunun delillerini gösteriyor. Kendi yasalarının üstün oluşunun delillerini sergiliyor ve aklımıza hitap ediyor. İkna yöntemini kullanıyor Kur’an unutmayalım. Ben Allah’ım ne diyorsam o olur demiyor, yine de aklımıza hitap ediyor. Ve hatta en sonunda seçme hakkını da bize bırakıyor. İstersek kötüyü bile seçebiliyoruz. Ama seçimimizin sonucuna katlanmak şartıyla.
ve me'vahümün nar Nitekim onların son durağı ateştir. ve bi'se mesvez zalimiyn; Ne berbattır zalimlerin meskeni.
152-) Ve lekad sadakakümullahu va'dehu iz tehussunehüm Bi iznihi, hatta izâ feşiltüm ve tenaza'tüm fiyl emri ve asaytüm min ba'di ma eraküm ma tuhıbbun* minküm men yüriydüd dünya ve minküm men yüriydül ahirete, sümme sarafeküm anhüm liyebteliyeküm* ve lekad 'afa anküm* vAllahu zü fadlin alel mu'miniyn;
Filhakika Allahın size vaadi doğru çıktı, o hengâmda onları doğruyordunuz tâ o sevdiğiniz galebeyi Allah size gösterdikten sonra isyan edip verilen emirde nizaa kalarak yıldığınız lâhzaya kadar ki kiminiz dünyayı istiyordu, kiminiz Ahireti istiyordu, sonra Allah sizi müptela kılmak için onlardan çevirdi, mamafih sizden afüv de etti, Allahın müminlere bir fazlı var. (Elmalı)

(Uhud'da) Allâh elbette size sözünü tuttu; varlığınızdaki Allâh Esmâ'sının elverdiği kuvve ile (biiznihi) onları yok etmek üzereydiniz. Ancak Allâh size sevdiğinizi (zafer ve ganimet) gösterdiğinde zayıflık gösterdiniz ve size verilmiş olan hükme isyan edip tartıştınız. Sizden kimi dünyalığı istiyordu (görev yerini bırakıp ganimete koştu), kimi de sonsuz geleceği (Rasûlün hükmüne uyup direndi ve şehîd oldu). Sonra Allâh, size ne durumda olduğunuzu göstermek için geri çevirdi. Bununla beraber sizi affetti. Allâh iman edenlere fazl sahibidir. (A.Hulusi)

Ve lekad sadakakümullahu va'de Allah elbette size verdiği sözü tuttu, evet, tuttu. iz tehussunehüm Bi iznihi Nasıl tuttu özellikle bu ayetlerin ilk muhatapları için bu ayetin ne demeye geldiğini anlamamız için ayetin devamını okumamız lazım. iz tehussunehüm Bi iznihi Onun izni sayesinde düşmanlarınızı perişan ediyordunuz. Mahvediyordunuz. hatta izâ feşiltüm fakat en sonunda gevşediniz. Çünkü savaşın safahatını izah ediyor, açıklıyor ayet.
Önce Müslümanlar Talha ve Zübeyr (R.A.) nezaretinde, onların, İslam ordusunun iki kanadından yaptığı hücum müşrik ordusunu, ki İslam ordusu 700 kişi, Müşrik ordusu 1000 kişi idi, püskürtmüştü. Müşrikler geriye doğru tüm ganimetlerini, tüm araç ve gereçlerini bırakarak geriye doğru birbirini ezerek kaçışıyorlardı. Böyle bir manzara oluşmuştu.
İşte o manzarayı bizim gözlerimizin önüne seriyor bu ayet. Ve en sonunda gevşediniz diyor. Niçin? Çünkü ganimete koştunuz. Yani düşman dururken düşmanı bırakıp ganimete eğildiniz. Daha doğrusu, aracı, amaçlaştırdınız. Amacınızı unutup araca sarıldınız.
ve tenaza'tüm fiyl emr Peygamberin emri konusunda üstelik tartıştınız.
Burada okçuların yaptığı o büyük hata dile getiriliyor. Resulallah orada durun demişti. Kesinlikle orayı terk etmeyin. Yani kesinlikle savaşı kazanmış olsak dahi benden emir gelmedikçe buralardan oynamayacaksınız. Yerinizi bırakmayacaksınız dediği halde 50 okçudan 40 tanesi ganimete koşmuşlar, sadece komutanları ile birlikte 10 kişi kalmıştı. İşte o tartışma.
Komutanları bağırıyordu gidenlere;
- Resulallah emretmedi mi, yerinizden oynamamanızı söylemedi mi? Benden emir gelmedikçe hiç kimse yerini terk etmesin demedi mi..! Demiş, ama ötekiler orada;
- İşte artık yendik, artık savaş bizim oldu onlar kaçıyor.
Diye cevap vermişler ve bir tartışma çıkmıştı aralarında. İşte o tartışmaya işaret ediyor.
(Atlanan cümle ve asaytüm min ba'di ma eraküm ma tuhıbbun Ancak Allâh size sevdiğinizi (zafer ve ganimet) gösterdiğinde zayıflık gösterdiniz ve size verilmiş olan hükme isyan edip tartıştınız..)
minküm men yüriydüd dünya içinizde dünyaya özlem duyanlar olduğu gibi ve minküm men yüriydül ahirete ahirete özlem duyanlar da vardı.
İşte ikiye ayırıyor Kur’an o ganimete koşanları dünyaya özlem duyanlar, yerinde kalanlar; Yerinde kalıp Resulallah’ın emrini çiğnemeyip şehit olanları da Ahirete özlem duyanlar olarak nitelendiriyordu.
sümme sarafeküm anhüm liyebteliyeküm Bunun üzerine Allah sizi sınamak için düşmanlarınızı yenmenize mani oldu. Evet..! Düşmanlarınızı yenmenize mani oldu. Yani Allah’ın yardımı çekiliverdi. ve lekad 'afa anküm Allah’ın yardımı çekilince ne olur? Bakınız en basit örneğidir Uhut. Ne olur? O ana kadar size direnç veren içinizde ki güç kayboluverir. Düşmanın üzerine giden insanlar, kaçmaya başlar. İşte budur. İman en büyük imkandır demiştim, onun için söyledim.
ve lekad 'afa anküm Fakat o şimdi sizi bağışladı. Ve bir müjde geliyor arkasından. Çünkü korkmak, çünkü mala düşkünlük, çünkü hata insani bir şey. Allah affettiğini bildiriyor.
vAllahu zü fadlin alel mu'miniyn; Niçin? Zaten Allah inananlara karşı çok lütufkardır.

153-) İz tus'ıdune ve la telvune alâ ehadin ver Rasulü yed'uküm fiy uhraküm feesabeküm ğammen Bi ğammin likey la tahzenu alâ ma fateküm ve la ma esabeküm* vAllahu Habiyrun Bi ma ta'melun;

O sıra siz boyuna uzaklaşıyordunuz, kimseye dönüp bakmıyordunuz, Peygamber ise arkanızdan sizleri çağırıp duruyordu, bunun üzerine Allah sizi gama karşı gam ile müsab kıldı ki ne elinizden giden zafere ne de başınıza gelen musibete mahzun olmayasınız, ve Allah biliyor, ne yapıyordunuz. (Elmalı)
Hani Rasûl, arkanızdan sizi çağırırken, siz kimseye bakmadan kaçmaktaydınız. Bunun yüzünden Allâh, içinizde üzüntü üstüne üzüntü ile cezalandırdı ki kaybettiğinize üzülmek ya da size isabet etmiş olanla kalmayasınız diye (zafer, ganimet elinizden kaçmış, üstelik utanç verici bir duruma düşmüştünüz). Allâh yapmakta olduklarınızı yaratan olarak, her şeyden haberi olandır. (A.Hulusi)
İz tus'ıdune ve la telvune alâ ehadin O zaman siz kimseye bakmadan tepeye doğru tırmanıyordunuz. Sa’ade yukarı tırmanmak yukarı çıkmak anlamına gelir. Yani dağın tepesine doğru kaçanlara buda. Resulallah’ı bırakıp dağa doğru sığınanlara kaçanlara hitap bu ayet. Yukarıdaki okçulara idi, bu da Resulallah’ı yalnız bırakıp kaçan müminlere.
Resulallah arkasından önünden koşuyorlardı, Resulallah dağa doğru tırmanıyordu. Hatta eteğine bir kılıç darbesi bile isabet etmişti o kadar yakın kalmışlardı. Onun etrafında birkaç sahabi kalmıştı, bazı kaynaklara göre 8 kişi kalmışlardı, bazı kaynaklarda 10 – 12 kişi oldukları söylenir. Saad’a (R.A.);
- Ya Saad, anam babam sana feda olsun, at ya Saad..! dediği nakledilir Resulallah’ın. Yani o noktada artık bir ölüm kalım savaşına girmişti Resulallah. Hatta işte;
- Ya Resulallah hala beddua etmeyecek misin..! Denildiği an o andır. O an Resulallah’ın dişinin kırıldığı an, yüzünün yarıldığı an Resulallah elini kaldırmış onlar, etrafındakiler tam beddua edecek diye beklerken; “İlahi..!” demişti. “Allahümme mağfirli kavmi, Allah’ım bu toplumu affet, İnnehüm la ya’rifun. Çünkü onlar bilmiyorlar.” Çünkü onlar hakikatin farkına varmadılar. Gerçeğin farkına varmadılar. Onun için işte ancak bir peygamber yapardı böyle bir duayı. Ancak bir peygamber şefkati ile yapılabilirdi böyle bir dua. Bu bizim için bir kılavuz, bir yol göstericidir.
ver Rasulü yed'uküm fiy uhraküm ve peygamber arkanızdan sizi çağırıyordu feesabeküm ğammen Bi ğammin işte bu yüzden peygamberin elemine karşılık o size öyle bir elem verdi ki..! Çünkü peygambere elem verdiniz. Peygamberi terk ettiniz yalnız bıraktınız.
Bazı müminler Medine’ye kadar kaçmışlardı hatta biraz abartılı da olsa Uhut savaşını ayrıntıları ile kaydeden kaynaklarda, bir günlük yola kaçanlar vardı diye söylenir. Ve bunların içinden ismi meşhur bazı sahabiler de gösterilir.
likey la tahzenu alâ ma fateküm ve la ma esabeküm Ne kaçırdığınız fırsata ne de başınıza gelene üzülesiniz diye işte bu yüzden peygamberin elemine karşılık size de elem verdi. Kaçırdığınız fırsata üzülemeyesiniz. Üzüle yemez diniz buna çünkü buna şükür diyecek hale geldiniz çünkü. Ve başınıza gelene de üzülmeyesiniz. Çünkü başınıza gelen sizi bitirmedi. Size bir ders oldu.
Sonuçta yine aslında savaş kaybetmiş bir ordu gibi bitmediniz, tükenmediniz. Bu Allah’ın bir lütfuydu. Ama size Allah Bedr’in rövanşını yaptırtarak bir ders verdi. Yani üstte sınamıştı Bedr’de, Bu kez de altta sınadı. Onun için bir vererek sınadı, bir de alarak sınadı. Bakalım verince; “Ya rabbi sen iyisin, büyüksün, ulusun, yücesin seni seviyorum” diyenler, alınca “Seni sevmiyorum” tavrına mı girecekler. İşte onun için sınadı.

[Unutulan cümle; vAllahu Habiyrun Bi ma ta'melun; Allâh yapmakta olduklarınızı yaratan olarak, her şeyden haberi olandır. (A.H.)]

154-) Sümme enzele aleyküm min ba'dil ğammi emeneten nü'asen yağşa taifeten minküm ve taifetün kad ehemmethüm enfüsühüm yezunnune Billahi ğayrel Hakkı zannel cahiliyyeti, yekulune hel lena minel emri min şey'* kul innel emre küllehu Lillahi, yuhfune fiy enfüsihim ma la yübdune leke, yekulune lev kâne lena minel emri şey'ün ma kutilna hahüna* kul lev küntüm fiy buyutiküm le berezelleziyne kütibe aleyhimül katlü ila medaci'ıhim* ve liyebteliyAllahu ma fiy suduriküm ve liyumahhısa ma fiy kulubiküm* vAllahu Aliymun Bi zatis sudur;

Sonra o gamın arkasından üzerinize bir emniyet indirdi: bir uyku ki içinizden bir taifeyi sarıyordu, bir taife de nefisleri sevdasına düşmüşlerdi: Allaha karşı cahiliye zannı nâ hak bir zan besliyorlardı: «var mı bize o emirden bir şey?» diyorlardı, «hakikat emrin hepsi Allahın» de, onlar nefislerinde sana açamadıkları bir şey gizliyorlar: «bizim emirden bir hissemiz olsa idi burada katl olunmazdık» diyorlar, deki: «evinizde de olsa idiniz üzerlerine katil yazılmış bulunanlar yine çıkacak düşüp kaldıkları yerleri çaresiz boylayacaklardı, Allah sinelerinizdekini yoklamak ve yüreğinizdekini meydana çıkarmak içindir ki bunu başınıza getirdi, Allah sinelerin künhünü bilir. (Elmalı)
Sonra gamın ardından bir güven duygusu inzâl ederek içinizi yatıştırdı. Bir grup da (münafıklar - ikiyüzlüler) kendi canlarının (çıkarlarının) kaygısına düşmüştü. Allâh'a karşı cahiliye zannı ile düşünerek "Bu karara bizim bir katkımız mı var" diyorlardı. De ki: "Hüküm - karar tümüyle Allâh'a aittir!" Onlar dışa vurmadıklarını içlerinde sakladılar. "Bu hüküm - kararda bir hissemiz olsaydı burada öldürülmezdik" dediler. De ki: "Evlerinizde dahi kalsaydınız, haklarında öldürülme yazılmış (programlanmış) olanlar her hâlükârda evlerinden çıkıp, düşüp kalacakları (öldürülecekleri) yere giderlerdi. Allâh içinizdekini (dışınıza vurup ne olduğunuzu) size göstermek ve yanlış fikirlerden arınmanızı sağlamak için bunu yaşattı. Allâh içinizdekileri bilir, zira sînelerinizin hakikati O'nun Esmâ'sıdır." (A.Hulusi)
Sümme enzele aleyküm min ba'dil ğammi emeneten sonra o, -savaş anlatılmaya devam ediyor- bu elemin ardından size bir güven hissi bahşetti. nü'asen yağşa taifeten minküm bir kısmınızı çepeçevre kuşatan bir dinginlik bahşetti size.
nü'as, uykudan önce gelen uyuşukluk, mayışma hali diyebiliriz. Ama burada mecazen iç huzuru anlamında kullanmış ki ben bunu dinginlik olarak çevirdim.
ve taifetün kad ehemmethüm enfüsühüm Bir diğer kısmı ise canlarının derdine düşmüşlerdi. ehemmethüm enfüsühümyezunnune Billahi ğayrel Hakkı zannel cahiliye Allah hakkında cahiliyyeye özgü yanlış fikirlere kapıldılar onlar. O bir kısmı. Ne diyorlardı?
yekulune hel lena minel emri min şey' diyorlardı ki bizim bu işte bir karar yetkimiz mi var..! Bundan iki şey kastediliyor olabilir ki benim anladığım, algıladığım Allah’u alem galip olan mana şu; Yani bizim bir suçumuz yok. Onlar manevi sorumluluklarını inkar ediyorlardı. Savaşın kaybındaki manevi sorumluluklarını inkar edip, sorumluluğu Allah’a atıyorlardı. Yani adeta bu bizim kaderimiz dercesine. Yani eğer bizim elimizde olsaydı, biz böyle yapmazdık..! Efendim..! O halde bizin herhangi bir sorumluluğumuz yok dercesine sorumluluklarını inkar ediyorlar, manevi sorumluluklarını üstlenmiyorlardı. Allah’a iftira ediyorlardı belki bir yerde.
Çünkü bu mantığı hatırlayın, yine müşriklerde böyle bir mantığı ele veriyor Kur’an;
Ve kalelleziyne eşrakü lev şaAllahu ma abedna Nahl/35
Şirk koşanlar diyorlardı ki eğer Allah dilemeseydi biz tapmazdık, putlara tapmazdık diyorlardı. Yine bir başka varyantında bir başka formuyla gelir ayet;
..lev şaAllahu ma eşrekna.. Enam/148
Eğer Allah dilemeseydi biz şirk koşmazdık. Görüyor musunuz mantığı. Görüyor musunuz sapık kader inancını. Kişinin manevi sorumluluktan yırtmak için sorumluluğu Allah’a atması. Oysa ki irade ne için vardı, seçme yeteneği ne için vardı ve burada da insanlar bir tür, tabii ki müşriklerin mantığıdır demiyorum ama burada bir tür böyle şaibeli bir mantığa kapılmıştılar ve bu işten, bize herhangi bir karar yetkimiz mi var ki biz bu işten sorumlu tutulalım diyorlardı.
Kul cevap ver onlara; innel emre küllehu Lillahi Evet, bütün yetki yalnızca Allah’a aittir. yuhfune fiy enfüsihim ma la yübdune leke, yekulune Onlar ise içlerinde gizleyip sana göstermedikleri gerçek duygularını şöyle dile getiriyorlardı.
Yekulun diyorlardı ki; lev kâne lena minel emri şey'ün ma kutilna hahüna eğer karar yetkisi bizde olsaydı burada bu kadar ölü vermezdik diyorlardı. Şimdi aslında bu ayeti kerimede insanın manevi sorumluluğu ile Allah’ın takdiri arasındaki ince nokta gündeme getiriliyor. Yani zafer verip vermemek Allah’a aittir. Lakin siz zaferden yani sonuçtan bağımsız olarak eylemlerinizin karşılığını göreceksiniz. İşte bu gerçek vurgulanıyor ve bu gerçek aşağıda da vurgulanacak;
kul lev küntüm fiy buyutiküm De ki; Evlerinizde kalmış olsaydınız dahi le berezelleziyne kütibe aleyhimül katlü ila medaci'ıhim ölümü takdir edilmiş olanlarınız yıkılacakları yere kadar kesinlikle giderlerdi. Gideceklerdi. Evet..! Eğer ölümü takdir edilmişse yıkılacakları yere kadar gideceklerdi. Giderlerdi. Yani Allah’ın takdirinin kesinliği ifade ediliyor burada. Ancak dediğim gibi Allah’ın sonucu takdir etmesi sizi eyleminizden sorumlu olmadığınız anlamına gelmiyor. İşte insanın eylemlerinin manevi sorumluluğunu üstlenmesi ile, bu eylemin sonucunda takdir edilen getiri ya da götürü, kazanç ya da kayıp, zafer ya da yenilgi birbirinden ayrılıyor. Sonuç Allah’ın takdiri ancak eylemleriniz sizindir. Eylemlerinizin mutlaka karşılığını göreceksiniz denilmektedir.
ve liyebteliyAllahu ma fiy suduriküm bu da Allah’ın göğüslerinizde olan her bir şeyi sınaması ve liyumahhısa ma fiy kulubiküm ve kalplerinizde olanları arıtıp damıtması içindir ki yukarıda “mahs” ı işlemiştim.
vAllahu Aliymun Bi zatis sudur; zira Allah kalplerin içini bilir.

155-) İnnelleziyne tevellev minküm yevmel tekal cem'ani innemestezellehümüş şeytanü Bi ba'dı ma kesebu* ve lekad afAllahu anhüm* innAllahe Ğafûr'un Haliym;

O iki cemiyet çarpıştığı gün içinizden arkasını çevirenler, hakikaten onları Şeytan sırf bazı kesibleri bahanesi ile kaydırmak istedi, mamafih Allah kendilerinden affetti, Allah gafurdur halimdir. (Elmalı)
İki ordu karşı karşıya geldiğinde sizden kaçanlar, bunu, şeytanın (vehmin) kendilerinde oluşmuş yanlış fikirleri tahrik etmesi sonucu ortaya koymuşlardır. Allâh onları affetti. Allâh Ğafûr'dur, Haliym'dir. (A.Hulusi)
İnnelleziyne tevellev minküm yevmel tekal cem'ani iki ordunun karşılaştığı gün içinizden kaçanlara gelince innemestezellehümüş şeytanü Bi ba'dı ma kesebu bir takım eylemleri nedeniyle şeytan onların ayaklarını kaydırdı.
Şimdi yukarıda söylediğim anlaşıldı mı? Yani şeytanın insanın ayağını kaydırması günahın sebebi değildir. Günahın sebebi insanın işlediği eylemin ta kendisidir. İnsan işlediği eylemle şeytana kapı aralamış olur, fırsat vermiş olur imkan tanımış olur. İnsanın tanıdığı o imkanla şeytan insanın perdesinde kendi filmini oynatır.
ve lekad afAllahu anhüm Fakat şimdi Allah onların günahlarını sildi. Yine de Allah şeytanın sizi aldatmaları sonucunda oluşan günahlarınızı affetti.
innAllahe Ğafûr'un Haliym; Çünkü Allah çok affedicidir, çok haliymdir.
Allah’ın hepimizi affına ve mağfiretine muhatap kılması niyazı ile.
“Ve ahiru davana velil hamdülillahi rabbil alemiyn”