31 Ocak 2014 Cuma

İslamoğlu Tef. Ders. TAHRİM (07-12) (78-A)e

d sayfasından devam

7-) Ya eyyühelleziyne keferu lâ ta'tezirulyevm* innema tüczevne ma küntüm ta'melun;

(Zebânîlerden hitap şudur): "Ey hakikat bilgisini inkâr edenler! Bugün mazerete yer yoktur! Siz yalnızca yaptıklarınızın sonucunu yaşıyorsunuz!" (A. Hulusi)

07 - Ey o küfredenler! O gün özür dilemeğe kalkmayın çünkü hep yaptıklarınızın cezasını çekeceksiniz. (Elmalı)


Ya eyyühelleziyne keferu lâ ta'tezirulyevm siz ey inkar edenler, siz ey hakikati inkar edip Allah’a nankör olanlar, bugün mazeret ileri sürmeyin innema tüczevne ma küntüm ta'melun şimdi yaptıklarınızdan başkasının karşılığını görmeyeceksiniz. Yani şu anda karşılığını gördüğünüz şeyin hepsi elinizle yaptıklarınızdır. İşlediklerinizin karşılığı olarak cezalandırılıyorsunuz. Sadece ve sadece olan bu.


8-) Ya eyyühelleziyne amenû tûbû ilAllâhi tevbeten nesuha* 'asâ Rabbuküm en yükeffire 'anküm seyyiatiküm ve yudhıleküm cennatin tecriy min tahtihel'enharu, yevme lâ yuhzillahunNebiyye velleziyne amenû me'ahu, nuruhüm yes'a beyne eydiyhim ve Bieymanihim yekulune Rabbenâ etmim lenâ nûrenâ vağfir lenâ, inneKE 'alâ külli şey'in Kadiyr;

Ey iman edenler! Allâh'a özden ve kesin bir tövbe ile tövbe edin! Umulur ki Rabbiniz kötülüklerinizi sizden örter ve sizi altından nehirler akan cennetlere dâhil eder. O süreçte Allâh, O Nebi'yi ve Onunla beraber iman etmişleri rezil - rüsva etmez! Onların nûru, önlerinden ve sağ taraflarında koşar. Derler ki: "Rabbimiz... Nûrumuzu tamamla ve bizi mağfiret eyle... Muhakkak ki sen her şeye Kaadir'sin." (A. Hulusi)

08 - Ey o bütün iman edenler! Allaha öyle tevbe edin ki nasuh (gayet ciddî, müessir, öğütcü) bir tevbe olsun, gerek ki rabbiniz sizden kabahatlerinizi keffaretle örter de sizleri altından ırmaklar akar Cennetlere koyar, O gün ki Allah Peygamberini ve onun maiyetinde iman edenleri utandırmayacak, nûrları önlerinde ve sağlarında koşacak, şöyle diyecekler: ya Rabbenâ! Bizlere nûrumuzu tamamla ve bizleri mağfiretinle yarlığa, şüphesiz ki sen her şey'e kadîrsin. (Elmalı)


Ya eyyühelleziyne amenû ve siz ey iman edenler. tûbû ilAllâhi tevbeten nesuha samimi bir kalp ile tevbe ederek içten bir sadakatle Allah’a yönelin.

En Nasuh; fe’ul vezninden. Hem samimi olan, hem de tevbe edeni samimi kılan tevbe demektir. Yani öyle bir tevbe edeceksiniz ki hem samimi olacaksınız tevbe ederken, hem de tevbe sizi samimi kılacak. Sütün memeye dönmediği gibi günaha dönmemektir Nasuh tevbesi demişler. Yani günaha bir daha dönmemek üzere tevbe. Zaten tevbe dönüş demektir, dönüş, dönüş yapmak. Bilinç yenilemek de diyebiliriz buna. Ölüm gelinceye kadar günah işleyip de ölüm gelip çatınca tevbe ettim diyenin tevbesinin kabul edilmeyeceği Nisa/18. ayetinde ifade edilmiş.

'asâ Rabbuküm en yükeffire 'anküm seyyiatiküm umulur ki, beklenir ki rabbiniz sizin günahlarınızın üzerini örter. ‘asa; temenni edatıyla gelmiş. Bunun anlamı, birkaç anlamı var.

1 – Tevbeyi kabulün Allah’a vacip olmadığı anlamına gelir. Yani sen tevbe et ey kul, fakat şöyle zannetme ben tevbe edeyim de isterse affetmesin. Yok öyle şey. O dilerse affeder. O isterse affeder, sen istersen değil. Ama senin istemen, O’nun istemesi için kaçınılmaz bir gereklilik bunu unutma.

2 -  O’ndan ümit etmek tevbenin edebidir. Yani ümit kesmeyeceksin, fakat kesin de zannetmeyeceksin . Yani kesin affetti, affedildim. İkisi de yanlıştır. Ümit edeceksin, çünkü ümit duadır. Allah’tan ümit kalbin Allah’a duasıdır.

3 – Suç işlemeyenle affedilen arasında küçük bir fark olsun. Haydi sinema tekniği açısından açıklayalım. Allah hayat filmimizden mazı kareleri montajlayacak, kesecek. Kötü kareleri, tevbe bu biz tevbe ettik. Rabbim dedi ki o kareleri gösterme, o kareleri mahşer halkına seyrettirme, ya rabbi beni mahcup etme dedi ve o karelerin hayat filmimizden çıkmasını istedi, rabbimiz de onu kesti. Kestim bile demedi, azarda etmedi ve üzerini örttü. Hiç işlememişle işlemiş olan arasında hiç fark olmasın mı, küçük bir fark sanırım olacak montaj yerleri belli olacak. Yani biz ne olduğunu bilmeyeceğiz ama buralarda bir kesinti yapılmış diyebileceğiz galiba. Yani buralardan bazı kareler gitmiş diyebileceğiz. Evet, tevbe hiç o günahı işlememiş ile işlemiş olan arasında böyle küçük bir farkta sanırım olur.

[Ek bilgi; (İbn Cerir) Hz. Ali, bir defasında bir bedevinin tevbe ve istiğfar kelimelerini aceleyle tekrarladığını görür ve "Bu sahte bir tevbedir" der. Bedevi "O halde sahih tevbe nasıl olur?" diye sorduğunda, Hz. Ali şöyle cevap verir: "Tevbenin sahih olabilmesi için 6 şart gerekir.
1) Yaptığına pişman olman,
2) Gaflet ettiğin farzları yerine getirmen,
3) Gasbettiğin hakkı geri vermen,
4) Eziyet ettiğin kimseden özür dilemen,
5) İşlediğin günahı tekrarlamamaya azmetmen,
6) Nefsini Allah'a itaatle eğitip, günah işlerken zevk aldığın gibi, Allah'a itaat ederken de sıkıntı çekmendir. (Besairu-l Kur’an-Ali Küçük)]

{Atlanan cümle; ve yudhıleküm cennatin tecriy min tahtihel'enharu
O gün ki Allah Peygamberini ve onun maiyetinde iman edenleri utandırmayacak. (A. Hulusi)
O süreçte Allâh, O Nebi'yi ve Onunla beraber iman etmişleri rezil - rüsva etmez! (Elmalı)

Bir müminin yaptığı iyi ameller ve onların mükafatı zail olmaz. Yani kafir ve münafıklar, müminler hakkında "inandılar da ne oldu?" diyebilme fırsatını asla elde edemeyeceklerdir. Sonuçta zelil ve rezil olacak olanlar Allah'a isyan edenlerdir, itaat edenler değil.(Ebu-l Al’a Mevdudi- Tefhimu-l Kur’an)}


yevme lâ yuhzillahunNebiyye velleziyne amenû me'ah işte o gün Allah’ın peygamber ve ona katılarak iman edenleri mahcup etmeyeceği o gün nuruhüm yes'a beyne eydiyhim ve Bieymanihim onlar önlerinden ve sağlarından ışık saçarlar. yekulune Rabbenâ etmim lenâ nûrenâ vağfir lenâ ve derler ki; ellerini açarlar, rablerine yönelirler, gönülden şöyle dua ederler; Ey bizim rabbimiz bize nurumuzu tamamla ve bizi bağışla inneKE 'alâ külli şey'in Kadiyr hiç şüphe yok ki sen her şeye güç yetirensin.

Nûr; ışık, vahyin ışığı. Akla gelen ilk şey bu. Vahiy; ışığın göze nispeti neyse, vahyin gönle nispeti de odur değerli dostlar. Şu ışığı yok edin gözümüz görse de görmez olur, kör olur. O halde vahyin ışığını alamayınca yürek gözü, gönül gözü de kör olur. Vahye bir atıf var.


9-) Ya eyyühenNebiyyu cahidilküffare velmünafikıyne vağluz 'aleyhim* ve me'vâhüm cehennem* ve bi'selmasıyr;

Ey Nebi! Hakikat bilgisini inkâr edenler ve ikiyüzlüler (münafıklar) ile mücahede et ve onlara kesin davran (tavizsiz ol)! Onların barınağı cehennemdir! Ne kötü dönüş yeridir o! (A. Hulusi)

09 - Ey o Peygamber! Kâfirlere ve münafıklara mücahede et ve onlara karşı kalın bulun, onların varacakları yer Cehennemdir, ona gidiş de ne fena gidiştir, (Elmalı)


Ya eyyühenNebiyyu cahidilküffare velmünafikıyne vağluz 'aleyhim sen ey peygamberler ailesinin ferdi, kafirlerle ve münafıklarla cihat et ve onlara karşı sert davran. Vağluz ‘aleyhim diyor, ince ayar çekiyor tabir caizse. Oysa ki bir başka yerde de fasfah diyor yani onlara müsamahalı davran hoşgörülü davran (Hicr/85) Demek ki rabbimiz sürekli kontrol ediyor peygamberinin yüreğini. İlahi kontrol altında Resulallah. Münafıklarla cihat, kafirler gibi olmaz tabii ki ince bir siyasetle olur. Burada kafirlerle ve münafıklarla Allah resulünün nasıl farklı biçimde cihat ettiğini de hatırlamanın tam sırası.

ve me'vâhüm cehennem onların varıp duracağı yer cehennemdir ve bi'selmasıyr o ne kötü son duraktır.


10-) DarebAllâhu meselen lilleziyne keferumraete Nuhın vemraete Lut* kâneta tahte 'abdeyni min 'ıbadiNA salihani fehanetahüma felem yuğniya 'anhüma minAllâhi şey'en ve kıyledhulennare me'addahiliyn;

Allâh, hakikat bilgisini inkâr edenler için Nuh'un karısı ile Lût'un karısını misal verdi... (O kadınların ikisi de) kullarımızdan iki sâlih kulun (nikâhı) altında idiler. (Karıları) onlara (Nuh ve Lût'a) hainlik ettiler de, (Nuh ve Lût) Allâh'tan (gelen) hiçbir şeyi onlardan uzaklaştıramadılar. (O iki kadına): "Girenlerle beraber ateşe girin!" denildi. (A. Hulusi)

10 - Allah küfredenlere Nuh’un karısıyla Lût’un karısını bir mesel yaptı, o iki kadın kullarımızdan birer salih kulun tahtı ismetinde idiler de onlara hıyanet ettiler, onun için o iki salih kul da onları Allahın azâbından zerrece kurtaramadılar, o iki kadının ikisine de denildi ki: girin ateşe girenlerle beraber. (Elmalı)


DarebAllâhu meselen Allah misal verdi, örnek getirdi, ibret getirdi veya örnek gösterdi. Farklı farklı ibareler bunlar Türkçeye yansısın diye çevirmek daha doğru olur. Kimi; lilleziyne keferumraete Nuhın vemraete Lut kafirler için, inkarcılar ve nankörler için Nuh’un ve Lût’un karısını misal getirdi. Evet, Nuh peygamberin ve Lût peygamberin. İki peygamberin eşi bunlar. Kafir eşler.

kâneta tahte 'abdeyni min 'ıbadiNA salihayn bu ikisi de iki salih kulumuzun nikahı altında idiler. Yani iki peygamberin nikahı altında bulunan iki kafir kadından bahsediliyor burada. Fehanetahüma kocalarına ihanet ettiler. Yani kocalarının misyonuna ihanet ettiler. felem yuğniya 'anhüma minAllâhi şey'e (iki kocanın) varlığı da onları Allah’ın cezasına uğramaktan kurtaramadı. Yani iyilere yakın olmak iyi olmanın garantisi değildir demiştim girişte. Burada bir şeyi daha söylemek durumundayım; İyilere hatta peygamber eşi olmak Allah’ın cezasını engellemek için yetmiyor.

Tam da sırası değil mi Allah Resulünün; Kızım fatıma; İşterî nefseki minallah (feinnî lâ uğnî anki minallahi şey'en) Allah’ın elinden nefsini satın al vallahi yarın senin içinde bir şey yapamam deyişini, diye haykırışını hatırlamanın tam sırası değil mi şimdi. ve kıyledhulennare me'addahiliyn ve onlara dedik ki cehenneme girenlerle birlikte siz de girin. Ateşe girenlerle siz de girin.


11-) Ve darebAllâhu meselen lilleziyne amenûmraete fir'avn* iz kalet Rabbibni liy 'ındeke beyten fiylcenneti ve necciniy min fir'avne ve 'amelihi ve necciniy minelkavmizzâlimiyn;

Allâh, iman edenler için de Firavun'un karısını (ders alınası) misal verdi. Hani (Asiye) dedi ki: "Rabbim, benim için indînde, cennette bir ev bina et! Firavun'dan ve onun yaptıklarından beni kurtar! Beni zâlimler topluluğundan da kurtar!" (A. Hulusi)

11 - Allah, iman edenlere de Firavunun hatununu bir mesel yaptı: o vakit o hatun demişti ki: ya rabbi! Nezdi ülûhiyetinde benim için Cennetle bir ev yap ve beni Firavundan ve onun amelinden kurtar, beni o zalimler kavminden necata çıkar. (Elmalı)


Ve darebAllâhu meselen lilleziyne amenûmraete fir'avn ve yine Allah iman eden, Allah’a güvenen kimselere de Firavunun karısını örnek verdi. Kötünün yakını olanda kötü olmaya mecbur değil., Nuh’un karısı kafir, kafir firavunun karısı Kur’an a geçmiş bir mü’min, mücahide bir mü’min. Üstelik prenses. Allah’ın bunlarla bize verdiği ibretler var.

Evet, bu prensesin Hz. Musa’yı sudan kurtaran, bebek Musa’yı sudan alıp yetiştiren prenses olduğu rivayetleri vardır. Adının Asiye olduğu nakledilir kaynaklarda. Hatta Asiye’nin bu prensesin bir gün saçını tarayan maşıta, yani tarakçısı tarağını elinden düşürünce Allah’ın adını anar. O, o güne kadar duymadığı bu isim karşısında meraka kapılır ve bu merak onu imanın kapısına getirir iman ettikten sonra ise kocasıyla zıt taraflara düşerler ve kocası ona büyük bir piramit yaptırmayı vaad eder eğer imanından dönerse. O imanından vazgeçmez, koca bir imparatorluğun prensesi olmaktansa Allah’a iman ederek işkence altında ölmeyi tercih eder. İşte tahrim suresinin 11. ayeti o bu tarihi hadisenin anlatıldığı ayettir.

iz kalet Rabbibni liy 'ındeke beyten fiylcenneh hani o demişti ki bir zamanlar; Rabbim demişti benim için cennette bir mekan bina et. Bu firavunun dünyada senin adını ölümsüzleştireyim, sen vazgeç bu dinden diye onu ayartmak istemesi üzerine o da; Rabbim ahirette sen bana muhteşem bir saray ver der. Dünyanın sarayları onun olsun dercesine böyle söylüyor.

ve necciniy min fir'avne beni firavundan kurtar ve 'amelihi ve onun çirkin eyleminden, veya işkencesinden, zorbalığından veya ayartmasından kurtar ve necciniy minelkavmizzâlimiyn ve beni zalim kavimden kurtar ya rabbi diye işkence altında dua etti.


12-) Ve Meryemebnete 'ımranelletiy ahsanet ferceha fenefahna fiyhi min ruhına ve saddekat Bikelimati Rabbiha ve kütübiHİ ve kânet minelkanitiyn;

İffetini bir kale gibi koruyan İmran kızı Meryem de... Onun içinde ruhumuzdan nefhettik (açığa çıkardık). Rabbinin, Kelimelerindeki Esmâ'sıyla varlığını ve Kitaplarını (Bilgilerini) tasdik etti ve teslim olup itaat edenlerden oldu. (A. Hulusi)

12 - Bir de İmran’ın kızı Meryem’i ki ırzını pek sağlam korudu, fakat biz ona ruhumuzdan nefh ettik, hem rabbinin kelimâtını ve kitaplarını tasdik etmişti, hem «kanitîn»den idi. (Elmalı)


Ve Meryemebnete 'ımran yine İmran’ın kızı Meryem’i de örnek gösterdi Allah. A. İmran/35-47. ayetlerinde ve Meryem suresinde Hz. Meryem’in hayatı ayrıntılı olarak anlatılır. elletiy ahsanet ferceha o Meryem ki iffetini korumuştu. fenefahna fiyhi min ruhına buna karşılık biz de onun rahminde kine ruhumuzdan üflemiştik. Buradaki fiyhi üzerinde çok durulmuş onun rahminde kine. Zamir İsa’ya dönerse eğer tüm insanlar için geçerli olan genel kanun, yani her insanın ruhuna üflenir. Üflendiği için her insan ruh bulur. Ama eğer ikinci ihtimal zamir Meryem’in rahmine dönerse mana onun rahmine üfledik olur. Üçüncü bir ihtimal daha var Meryem’in kendine döner mi. Meryem’e dönmesi için zamirin “ha” olması lazım dişil zamir olması lazım. Oysaki fiyha değil fiyhi burada. Fakat İbn. Mes’ud burayı fiyha okumuş. Bunu bir tarafa koyalım.

Enbiya/91. ayetinde aynı, fiyha olarak geliyor bu zamir. İstisnai bir üreme sistemine bir atıf olabilir mi? Mümkindir. Yani Meryem’in diğer tüm insanlardan farklı olarak istisnai bir üreme yöntemine, üreme sistemine sahip olduğu yönünde anlayabiliriz ki buna A. İmran/37. ayetinde ki ..ve enbeteha nebaten hasenen (A.İmran/37) onu bir çiçek gibi yetiştirdik ayetini de yanına koyabiliriz.

Yine çok ilginçtir devamında, onu da okuyalım; ve saddekat Bikelimati Rabbiha ve kütübiHİ o da rabbinin kelimelerini ve O’nun kitabını gönülden tasdik etmişti. Yani çoğunluk kitabihi okumuş kütübhi’yi. İsa’ya indirilen vahiy veya kitaben mef’ula kabilinden ilahi bir mucizevi doğum da olabilir. Asıl söyleyeceğimiz burada ve kânet minelkanitiyn ve o el pençe divan duranlardan biri idi.

İşte el kanitiyn. Aslında müennes olarak dişil olarak gelseydi bu kelime el kanitat gelmesi lazımdı. A. İmran/43. ayetinde de rakiat yerine raki’iyn gelmiş. İşte bunu da deminki yorumun yanına koyabiliriz. Meryem’in yiğitliğine de delalet edebilir bu ikincisi onun istisnai üreme sistemine de delalet edebilir.

Değerli dostlar Tahrim suresi böylece bitti. Tahrim suresi bize 4 örnek gösterdi. İkisi ibret, ikisi örnek. İkisi ibreti alem ikisi numune-i imtisal. İkisi iki peygamberin iki kafir karısı, diğeri ise Meryem ve dünyanın en kafir, en anud, en isyankar insanlarından biri olan firavunun Müslüman eşi.

Rabbim bizi ibreti alem değil, numune-i imtisal olanlardan kılsın. Rabbim bizi Meryem’in ve Asiye’nin izinden gidenlerden kılsın, Nuh Lût A.S. kafir eşlerinin değil. Aslında burada tüm zamanların insanlarına farklı farklı teselli modelleri sunuluyor. Yani eşinden memnun olmayan, eşinin imanından memnun olmayan, eşinin İslam’ın dan memnun olmayan mü’min kocalara; bakın bu ibretlere de sabredin denildiği gibi, aynı zamanda zalim bir eşe düşüp inim inim inleyenlere de senin eşini Firavunla bir kıyaslasana gibi bir nükte de sunuluyor olsa gerektir. Allahu alem..! Şimdi bir sonraki sureye geçiyoruz.

Sadakallahul azıym. {ve ahıru da'vahüm enil Hamdu Lillâhi Rabbil alemiyn. (Yunus/10)}
Dualarının sonu da "Âlemlerin Rabbi Allah'a hamdolsun." diye şükretmek olacaktır.(Elmalı)}

Tahrim suresinin sonu.
Tahrim suresini toplu olarak BURADA bulabilirsiniz.

30 Ocak 2014 Perşembe

İslamoğlu Tef. Ders. TAHRİM (04-06) (78-A)d



c sayfasından devam


4-) İn tetuba ilAllâhi fekad sağat kulûbüküma* ve in tezahera 'aleyhi feinnAllâhe HUve Mevlâhu ve Cibriylu ve salihul mu'miniyn* velMelaiketü ba'de zâlike zahiyr;

Eğer ikiniz (Ayşe ve Hafsa) Allâh'a tövbe ederseniz (ne âlâ); (yoksa) gerçekten kalpleriniz (Hak'tan) kaymış bulunuyor... Eğer O'nun aleyhine olarak birbirinize destek olursanız, muhakkak ki Allâh, O'nun Mevlâ'sıdır; Cibrîl de, iman edenlerin sâlihi de (Ayşe'nin babası Hz. Ebu Bekir; Hafsa'nın babası Hz. Ömer). Ondan sonra melâike de yardımcı olandır. (A. Hulusi)

04 - Eğer Allaha tevbe ederseniz ne iyi, çünkü ikinizin de kalpleriniz eğildi, yok eğer ona karşı tezahüre kalkışırsanız haberiniz olsun ki Allah onun mevlâsı, hem Cibrîl ve mü'minlerin salihi, onun arkasından da melâike zahîrdir. (Elmalı)


İn tetuba ilAllâh eğer tevbe ederseniz siz ikiniz bu iyi olur. Allah’a yönelirseniz bu sizin hakkınızda iyi olur. fekad sağat kulûbüküma doğrusu her ikinizin de kalbi kaymıştır. Yani aslında kalbeküma gelmesi lazım tensiye olarak gelmesi lazım, çoğul gelmiş. Neden çoğul gelmiş derseniz eğer Hz. Aişe ve Hz. Hafsa ikiliğinden olan yani taraftarı olan diğer eşlerde hadiseye taraf olarak karıştıkları içindir  cevabından başka bir cevabımız yok. Sağat aynanın açısı kaymak manasına gelir. Aslında kalbin açısı kaymış. Demek ki kalbin açısı var ve kayar onu söylüyor ayet.

ve in tezahera 'aleyhi feinnAllâhe HUve Mevlâhu ve Cibriylu ve salihul mu'miniyn şimdi tehdit geliyor; Eğer Allah resulü aleyhine sizler dayanışma içine girerseniz, şunu iyi bilin ki Allah, evet O’dur onun mevlâsı, dostu. Cibrildir onun dostu ayrıca. Ve salih-ül mü’miniyn ve salih mü’minler de onun dostudur.

velMelaiketü ba'de zâlike zahiyr hepsine ilaveten melekler de O’nun destekçileridirler. Yani burada söylenen şu; Maddi manevi onun destekçileri çoktur. Başta Allah, Hz. Cebrail, salih mü’minler ve tüm melekler. Eğer siz ona karşı dayanışma içine girerseniz, Allah resulünü üzerseniz, Allah’ta onunla dayanışma içine girer. Yani bunu sana kim haber verdi diye niye soruyorsun, bir peygambere üstelik. O vahiy alıyor, ona böyle soru olur mu?

[Ek bigi;1 {Ya Abdullah! Biz kureyşliler olarak kadınlara hâkimdik. Onlar bİ-zim emrimizdeydi. Ama Medîneye geldik. Gördük ki burda da kadınlar erkeklerine hâkim olmuşlardı. Erkekler onların emrindeydi. Onlar kadınlarımızı etkilediler. Bir gün hanımının bile bana öfkeli konuştuğunu gördüm.
“Bana karşı mı geliyorsun?” dedim. Dedi ki: “Beni bırak. ResulAllah’ın hanımları da ona böyle konuşuyorlar. Onlardan birisi ResulAllah (s.a)'dan ayrı tek başına duruyor, nöbetinde yerinde durmadı”
Bunun üzerine ben Hafsa’nın yanına vardım. Bu sözü ona söyledim. “Bu söz gerçek mi?” dedim, Hafsa “Gerçektir” dedi.
Ben dedim ki: “Siz onu incitince Allah'ın da size gazap etmeyeceğine emin olabilir misiniz? Ona yerici bir cevap verirsiniz. Ben senin nâmına isterseniz onunla konuşayım. Sakın sen incitici bir cevap verme. Ne ihtiyacın varsa gel benim malımdan al. Sen ona (Âişe'ye) özenme. Çünkü o senden güzeldir. Onun yanında da itibarı daha çoktur.”
Sonra akrabam olan Ümmü Seleme'ye vardım. Ondan durumu soruşturdum. Dedi ki: “Ya İbn-i Hattab! Sen garip bir adamsın! Her şeye karışıyorsun. Şimdi de ResulAllah’ın hanımlarına mı karışıyorsun?”
Bu söz canımı sıktı. “ResulAllah hanımlarını boşadı” sözünü işitince ben “eyvah Hafsa ve Âişe helak oldu” dedim.

ResulAllah (s.a.v) hanımlarına katı davranmaya başladı. Onun sırrı dilden dile dolaşmıştı. ResulAllah (s.a.v)'ı incitmiş. Onlarla bir ay bir araya gelmemeye and içti. Bu sûrenin ilk âyetleri bu sebeplerle indi. Ama keffâret emredilmişti. Hafsa ve Âişe hakkında da tevbe etmeleri emredilmiştir. (Ebü-l Leys Semerkandi- Tersir-ük Kur’an)}]

        [Ek bilgi 2: Bir de tabii burada Rabbimizin sert bir dille eleştirisini kadınlarımız göz ardı etmemelidirler. Kocalarına karşı tavır bozukluğu içinde olan, onların yüzlerine karşı sert cevaplar veren, onların İslâmî emir ve arzularını yerine getirmeyen kadınlar uyarının sertliğine bakarak ibret alsınlar.
Eğer kadınların kocalarına karşı bu hareketleri, onların meşru isteklerine karşılık vermeleri önemsiz bir şey olsaydı, elbette Rabbimiz böyle bir azarlamada bulunmazdı. Hz. Ömer efendimiz ve Ebu Bekir efendimiz elbette kızlarını bu derece azarlamazlardı. (Besairu-l Kur’an-Ali Küçük)]


5-) 'Asâ Rabbuhu in tallakakünne en yübdi lehû ezvacen hayren minkünne müslimatin mu'minatin kanitatin taibatin 'abidatin saihatin seyyibatin ve ebkâra;

Eğer sizi boşarsa, Rabbinin O'na, sizin yerinize sizden daha hayırlı, teslim olan, iman eden, itaat eden, tövbe eden, ibadet eden, dünyalığa karşı oruçlu olan, dul ve bakire eşleri vermesi umulur. (A. Hulusi)

05 - Gerek ki rabbi, şayet o sizi boşarsa, yerinize ona sizlerden daha hayırlı zevceler verir öyle ki Müslimeler, mümineler, kaniteler, tâibeler abideler, Saimeler, seyyibler ve bâkirler. (Elmalı)


'Asâ Rabbuhu in tallakakünne en yübdi lehû ezvacen hayren minkünn farz edin ki o sizi boşadı bu takdirde onun rabbi yerinize sizden daha iyisini getirebilir. Yerinizi sizden daha iyisiyle doldurabilir. Müslimatin Allah’a tam teslim olmuş eşler. Yani o yerinize getirdiği eşler kim olabilir? Allah’a tam teslim olmuş eşler. Zımnen siz de Allah’a tam teslim olun.

İkincisi; mu'minatin Allah’a gönülden bağlanmış, iman etmiş eşler. Kanitatin Allah’a yürekten boyun eğmiş eşler taibatin hata ettiklerinde hiç ısrar etmeyip Allah’a gönülden tevbe eden yönelen eşler. 'abidatin Allah’a yürekten kul olan, gereği gibi kulluk yapan, ibadetinde kusur etmeyen eşler. Saihatin hayır yolunda biteviye koşan, bıkmadan usanmadan hayır yolunda koşan eşler. seyyibatin ve ebkâran dul ya da bakire fark etmez eşler sizin yerinize Allah ona böyle, bu sıfatları taşıyan eşler verir.

İbn. Haleveyh’in bir icadı olarak bu son iki kelime arasına seyyibatin ve ebkâran gelen vav a semeniye vav ı denmiş. Garip gerçekten de. Bu vav diğerlerinin aksine son ikisinin ezdad olduğunu yani zıt olduğunu, aynı anda bir arada bulunamayacağını ifade eder. Yani dul bir hanım hem dul hem bakire olmaz. Bu vav işte onu ifade eder. Dul ya da bakire. Ama bu vasıfları taşıyan eşler verir yerinize.


6-) Ya eyyühelleziyne amenû ku enfüseküm ve ehliyküm naren ve kudühenNasu velhıcaretu 'aleyha Melaiketun ğılazun şidadün lâ ya'sunAllâhe ma emerehüm ve yef'alune ma yu'merun;

Ey iman edenler! Nefslerinizi (benliğinizi) ve ehlinizi (bedeninizin gelecekteki karşılığını), yakıtı insanlar ve taşlar (tapındıkları heykeller, putlar türü cansızlar) olan Nâr'dan koruyun! Onda hükmedildiği üzere emredildiklerini yapan; kendilerine emrettiği konuda Allâh'a âsi olmayan, çok güçlü, çok şiddetli acımasız, melekler (kuvveler) vardır! (A. Hulusi)

06 - Ey o bütün iman edenler! Kendilerinizi ve ailelerinizi koruyun bir ateşten ki yakacağı o insanlar, o taşlardır, üzerinde öyle Melekler vardır ki yoğun mu yoğun, çetin mi çetin, Allah kendilerine ne emrettiyse ona isyan etmezler ve her neye memur iseler yaparlar. (Elmalı)


Ya eyyühelleziyne amenû ku enfüseküm ve ehliyküm naren ve kudühenNasu velhıcarah siz ey iman edenler kendinizi ve ehlinizi, bakmakla yükümlü olduklarınızı, elinizin altında bulunanları; yakıtı taşlar ve insanlar olan ateşten koruyun. Bir tür ateşten. Evet, neran; öyle bir ateş ki böyle aklımıza gelen türden değil, dünya ve ahiretin. Bu ayet iki yere de anlaşılabilir. Öncelikle ahirete ilişkin anlaşılabilir ki zaten hep öyle anlaşılmış. Ama bendeniz dünyaya ilişkin de anlaşılması gerektiğini düşünüyorum. Yani cehennemin dünyada şubesi olan evlerden söz ediliyor. Cennetin dünyada şubesi olan evlerden de söz edilebilir tabii ki. Eğer böylesi varsa öylesi de olur. Öylesi olması için yani cennetin dünyada ki şubesi olması için bir evin ateşten kendimizi korumamış gerekiyor.

Yakıtı insanlar ve taşlar diyor bu ayet. Eğer bir ev cehennemin dünya da ki şubesi olmuşsa o şubenin yakıtı ya içinde ki sakinlerdir ya da duvarlarıdır değil mi? İşte yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem. Yani her ev ya cennetin dünyada ki şubesi, ya cehennemin dünyada ki şubesidir. Cehennemin şubesi olan evlerden söz ediyor ayet. Aslında ailenin korunmasından söz ediyor. Dikkat buyurursanız naran belirsiz gelmiş. Yani, aklınızın almayacağı, ya da öyle tanımsız bir ateş bu. öyle bildiğiniz anlamda bir ateş değil. Rabbim evlerimizi cennetin dünyada ki şubesi kılsın.

[Ek bilgi 1; Sünnetullâh'ta, ismi ALLÂH olanın "Kudret" sıfatı hâkimdir. İsmi "ALLÂH" olanın "Kaadir" sıfatı gereği, Sünnetullâh denen evrensel sistem ve düzen, her dem güçlünün güçsüzü yok etmesi şeklinde işler! İsmi "ALLÂH" olan, var ettiği sistemde "Kudret" sıfatını ortaya koyar. "Acz" ise sistemde yok olmak içindir!
Dolayısıyla, sistemde duygulara ve beşerî değer yargılarına dayalı değerlendirmelerin hükmü yoktur! Acımak veya acınmak sistemin işleyişini etkilemez. Korunmak isteyenler için, içinde bulunulan ortamın gerektirdiği tedbiri almak zorunludur. Duygularına ve beşerî bakış açısına göre yaşayan, bu kararlarının sonuçlarını da yaşar! (A. Hulusi-Sünnetullah)]

[Ek bilgi 2; Evet, işte ehil budur ve kişi önce kendi ehlinden sorumludur. Kişinin ehli onu dinleyen, ona teslim olanlardır. Karısı, oğlu kızı ve kendisini dinleyen, söz geçirebildiği kimselerdir. Bu önemlidir ama. Söz geçirebildikleri. Çünkü bu mânâda bazen sözünü geçirebildiği uzaktaki insanlar kişinin ehli olurlarken, bazen de kişinin kendisini dinlemeyen, kendilerine söz geçiremediği karısı, oğlu, kızı bile onun ehli olmayabilir. Öyle değil mi? Meselâ Hz. Lût a.s. karısı kendisini dinlemediği için onun ehli değildi. Yine Hz. Nuh a.s. oğlu kendisini dinlemediği için Rabbimiz; “O senin ehlin değildir” buyurmuştur.
Demek ki ilk önce ehlimizi ateşten koruyacağız, cehenneme gitmekten koruyacağız. Onları Allah’ın istediği gibi, Allah’ın istediği yerde, Kur’an ve sünnette doyuracak ve cennete götürmeye gayret edeceğiz. (Besairu-l Kur’an-Ali Küçük)]

'aleyha Melaiketun ğılazun şidad ona memur melekler kararlı ve tavizsizdirler. lâ ya'sunAllâhe ma emerehüm hiçbir buyruğunda Allah’a karşı isyan etmezler, karşı gelmezler ve yef'alune ma yu'merun ve Allah’ın tüm dediklerini, emrettiği her şeyi yaparlar. Yani emr olunduklarını yerine getirirler.

Buradan şunu anlıyoruz; Melekler isyan etmeyen varlıklardır. İradeleri belki olmadığı için, belki isyan etmemeleri gerektiği için irade verilmediğinden dolayı. Ama melekler Allah’ın emrini sonuna kadar yapan ve hiç isyan yetenekleri olmayan varlıklardır biz buradan bunu çıkarıyoruz.

Devam ediyor e sayfasına geçiniz.
Tahrim suresini toplu olarak BURADA bulabilirsiniz.

29 Ocak 2014 Çarşamba

İslamoğlu Tef. Ders. TAHRİM (02-03) (78-A)c



b sayfasından devam
2-) Kad feradAllâhu leküm tahıllete eymaniküm* vAllâhu mevlâküm* ve "HU"vel'AliymulHakiym;

Allâh size, ettiğiniz yeminleri (kefaretini ödeyerek) çözmeyi farz kılmıştır! Allâh sizin Mevlâ'nızdır. O, Aliym'dir, Hakiym'dir. (A. Hulusi)

02 - Allah sizin için yemînlerinizin çözümlüğünü farz kılmıştır ve Allah sizin mevlânızdır, hem de alîm hakîm odur. (Elmalı)


Kad feradAllâhu leküm tahıllete eymaniküm doğrusu Allah yeminlerinizi bozup keffaret verebileceğinizi size bildirmiştir. Yeminlerinizin kefaretini verebileceğinizi size bildirmiştir.

Yemin kefaretiyle ilgili asıl açıklama Bakara/224. (225 olacak) ayetinde gelir. Biz bu ibareyi bu ayetiyle birlikte okursak çok daha iyi anlaşılır. Ki orada, Lâ yuahızükümüllâhu Bil lağvi fiy eymaniküm ve lâkin yuahızüküm Bi mâ (agadtüm el eyman- Hatalı okuma) kesebet kulûbüküm. (Bakara/225) Allah sizi kasıtsız olarak yaptığınız yeminlerden dolayı, - o yemini lağv deniliyor buna kategorik olarak- bundan dolayı muaheze etmez. Asıl Allah sizi kendisiyle kendinizi bağladığınız, yani kendinizi yemin ederek bağladığınız hususlardan dolayı, yeminlerden dolayı muaheze eder.

Demek ki yemini lağv denilen şu boş boğazlıklar, işte vara yoğa yemin etmek. Ama kendimizi bir şeyle bağlamışsak, Allah adına söz vermişsek işte o nokta da keffaret gerekiyor Neden keffaret gerekiyor dostlar? Çünkü Allah adına söz verdiniz. Allah dedin ya, Allah dedin orada dur. Öyle Allah demek insanın boşboğazlıkla yapabileceği bir şey değil. Allah adına dedinse, vallahi dedinse, billahi dedinse, tallahi dedinse, Allah’a and olsun dedinse orada bir dur. Çünkü Allah girdi işin işine orada. Allah’ı kattın işin içine orada. Bu basit bir şey mi? Bunun kefareti olmalı. Eğer Allah’ı kattın da tutmamışsan veya Allah’ı katıp ta söz vermişsen mutlaka bunun bir bedeli olmalı. İşte o bedeli ödeyeceksin ey insan. Ayetin bize verdiği ders aslına bu.

vAllâhu mevlâküm Allah’tır sizin efendiniz. Yani buradan ben şunu anlıyorum; Allah’tır sizin efendiniz, siz onun kulu olursunuz, dolayısıyla haram koymak efendiye düşer, kula değil. Dolayısıyla siz O’nun koyduğu harama ittiba edersiniz. O’nun koyduğu sınırlara uyarsınız. Bu kadar. ve "HU"vel'AliymulHakiym zira o dur her şeyi bilen,O’dur hikmetle hükmeden.


3-) Ve iz eserrannNebiyyu ila ba'dı ezvacihi hadiysa* felemma nebbeet Bihi ve ezharehullahu 'aleyhi 'arrefe ba'dahu ve a'reda 'an ba'd* felemma nebbeeha Bihi kalet men enbeeke hazâ* kale nebbeeniyel'AliymulHabiyr;

Hani O Nebi (Hâtemün Nebi), eşlerinden birine (Hafsa'ya) sır olarak bir söz söylemişti. Ne zaman ki (Hafsa) onu (Ayşe'ye) haber verip, Allâh da onu O'na (Hz.Rasûlullâh'a) izhar edince; (Hz.Rasûlullâh) o sözünün bir kısmını açıklamış ve bir kısmından vazgeçmişti. Nihayet (Hz.Rasûlullâh) o sözü Ona (Hafsa'ya) haber verince (Hafsa) dedi ki: "Bunu sana kim haber verdi?" (Rasûlullâh da) dedi ki: "Aliym, Habiyr (olan) bana haber verdi." (A. Hulusi)

03 - Ve hani Peygamber zevcelerinin bazısına sır olarak bir söz söylemişti, vaktâki o onu haber verdi, Allah da Peygambere onu açtı, açınca Peygamber - o zevcesine - birazını tanıttı, birazından da sarfınazar etti, ana bu suretle anlatıverince bunu sana kim haber verdi dedi, bana dedi, o alîm, habîr nübüvvetle haber verdi. (Elmalı)


Ve iz eserrannNebiyyu ila ba'dı ezvacihi hadiysen hani bir gün peygamber eşlerinden birini bir hadiseden dolayı sırrına ortak etmişti. eserranNebiyy peygamber sırrına ortak etmişti. felemma nebbeet Bihi ve ezharehullahu 'aleyh fakat eşi bu sırrı ifşa edip Nebiye bildirince, daha doğrusu nebiye Allah eşinin sırrı ifşa ettiğini bildirince. Eşi bu sırrı ifşa etmiş, Allah’ta peygambere eşine verdiği sırrı bir başkası ile paylaştığına dair ifşa etmişti. Duruma el koyup oyunu bozunca gibi de anlaşılabilir bu. Yani Allah duruma el koymuştu. Muhtemelen Hz. peygamber yeminin bildirmiş ama olayı açıklamamış olabilir. Yani yemin etmesine neden olan olayı söylemeksizin sadece yemin ettim şunu yapmamaya, şunu bir daha işlememeye, veya şunu kendime yasaklamaya yemin ettim demiş olabilir.

'arrefe ba'dahu ve a'reda 'an ba'd Nebi o olayın bir kısmını diğer eşine anlatmış ama bir kısmından söz etmemişti. Yani biz buradan şunu çıkarabiliriz: B ila 3. ayetin ibreti bu aslında, Hz. peygamberin olayın sonucunu söyleyip sebebini söylememiş olduğunu çıkarabiliriz buradan.

felemma nebbeeha Bihi kalet men enbeeke hazâ nihayet peygamber sır tutmayan eşine yaptığı yanlışı bildirince. Ya Hz. Aişe, ya vahiy meleği bildirebilirdi. Yani başkası bildiremezdi bunu. Ya Hz. Aişe söylemişti Allah resulüne ya da vahiy meleği gelip söylemişti. Sırrı ifşa hatadır. Buradan anladığımız açıkça bu.

İkincisi bu ayet bize isim vermiyor bakınız. Yani olayı vurguluyor ismi değil, ismin üzerinde durmayın isimler önemli değil yapılan önemli. Yapılan bir hata ise kim yapmış ulursa olsun hata hatadır. Aslında bize verdiği derste bu ve Ahlak inşa ediyor aslında, bununla ahlak inşa ediyor.

kale nebbeeniyel'AliymulHabiyr  dedi ki, yani bunu sana kim bildirdi. felemma nebbeeha Bihi kalet men enbeeke hazâ peygamber ona haber verince, yani neden sır verdin, ben sana söyleme dediğim halde neden söyledin diye, veya söylemişsin diye haber verince onu tepkisi şu oldu. Bunu sana kim haber verdi?

Hakikaten bu mu sorulmalı, bizim çok sık yaptığımız bir hata. Bunu sana kim haber verdi. Oysa ki haklısın demesi yeterliydi orada. Onu kimin haber vermesinin ne önemi var ki. Ya Hz. Aişe verdi, ya da melek Cebrail verdi, Fark etmez kim verdiyse verdi. Ama yapılan bir yanlış ortada dolayısıyla yanlışı yapan bunu sana kim haber verdi demek yerine yanlışını itiraf edip istiğfar etmesi, tevbe etmesi, yanlışından vaz geçmesi gerekir. Ama bunu sana kim söyledi. Kim söylerse söylesin. Yapılan bir yanlış var ve o yanlıştan dönmek gerekiyor. İşte ilk gösterilen tepki bu olmuş.

kale nebbeeniyel'AliymulHabiyr peygamber dedi ki Aliym ve habir olan, her şeyi bilen ve her şeyden haberdar olan Allah bana haber verdi.

Çok ilginç değerli dostlar. Buradan yola çıkarak şu 3 tespiti yapabiliriz.

1 – Vahyin ilahiliğine dikkat çekiyor bu ilk 3 ayet. Vahiy Allah’tan dır, peygamberin vahye, dahli yoktur., müdahil olmamıştır. Müdahil olsaydı eğer Kur’an a şu olay girmezdi. Bu bir.

2 – Hz. peygamber Allah’ın gözetimi altındadır.

3 – Allah resulünün hayatına Allah doğrudan müdahildir. Biz şu 3 ayetten bu 3 sonucu rahatlıkla çıkarabiliriz.

Devam ediyor d sayfasına geçiniz.
       Tahrim suresini toplu olarak BURADA bulabilirsiniz.

28 Ocak 2014 Salı

İslamoğlu Tef. Ders. TAHRİM (01-01) (78-A)b



A sayfasından devam.



1-) Ya eyyühenNebiyyu lime tuharrimu ma ehallAllâhu leke tebteğıy merdate ezvacike, vAllâhu Ğafûrun Rahıym;

Ey Nebi! Allâh'ın sana helal kıldığı şeyi, hanımlarının gönlü olsun diye niçin (kendine) haramlaştırıyorsun? Allâh Ğafûr'dur, Rahıym'dir. (A. Hulusi)

01 - Ey o Peygamber! Sana Allahın helâl kıldığını niçin harâm edersin, zevcelerinin hoşnutluğunu ararsın? Mamafih Allah gafurdur rahîmdir. (Elmalı)


Ya eyyühenNebiyyu lime tuharrimu ma ehallAllâhu leke tebteğıy merdate ezvacik sen ey peygamber, sen ey peygamberler ailesinin ferdi eşlerinden bazılarının rızasını kazanmak için, gönlünü almak için, onların hatırını yapmak için neden Allah’ın helâl kıldığı şeyi kendine haram ediyorsun. Burada bir uyarı. Belki bir ileri adım daha atarsak, bir azar varmış gibi duruyor. Uyarı olduğu hiç kuşkusuz.

Peki bu uyarının tarihsel bir sebebi olmalı, nedir sebep? Sebebi nüzulü tek değil. Bize kadar gelen rivayetler 3 farklı olay veriyorlar bu ayetlerin iniş nedenine ilişkin. Hz. Peygamberin muhtemelen hicri 8. yılda bir ay süre ile eşlerinden ayrı kalacağına yemin etmesi üzerine nazil oluyor bu ayetler. Yani eşlerinden hiç biriyle birlikte olmayacağına dair yemin ediyor Allah resulü. Peki bu yeminin amacı ne? Daha doğrusu yeminin arkasında yatan gerekçe ne? Diye sorulduğunda işte orada 3 ayrı rivayet görüyoruz.

Birincisi; Hz. Peygamber eşi Zeynep Bint-i Cahş’ın dairesinde bir bal şerbeti içiyor. Allah resulünün adetidir, güneş batıya meyl ettiğinde ortalık serinleyip de hava tatlandığında eşlerini teker teker hanelerinde ziyaret ederlerdi, yani akşamüzeri, ikindi sonrası. Onların hanelerinde 5 – 10 dakika oturur takriben, onlarla hasbıhal eder, gönüllerini alır ve daha sonra diğer eşinin hanesine geçerdi.

İşte bu sırada Hz. Zeyneb Bint-i Cahş’ın odasına girmişti ve Hz. Zeyneb de Resulallah’ın çok sevdiğini bildiği bal şerbeti ikram etmişti ona. Bu şerbeti içtikten sonra da Allah Resulü Hz. Hafza’nın odasına girdi. Ama Hz. Zeynebin odasında her zamankinden, mutad olandan daha fazla kalınca diğer eşlerden bazıları herhalde gayrete gelmiş olacaklar ki Hz. Hazfa ile Hz. Aişe rivayetlerin bildirdiği iki ortak isim bu baş başa vererek bir şaka yapalım dediler. Yani tabii bu şakanın arkasında da onların eşlik gayretleri yatıyordu.

Bu şaka Allah resulünün en hassas olduğu bir konuda yapılacaktı. Hz. Peygamber Hafza’nın odasına girdiğinde; “Ya ResulAllah, yüzünü ekşiterek- Meğafir mi yedin” diye tepki gösterdi Meğafir bölgede yiyen ya da suyunu içenin ağzında hoş olmayan bir koku bırakan, başkasını rahatsız eden bir koku bırakan bir bitki. Allah resulünün en hassas olduğu nokta bu. Allah resulü hiç kimseyi rahatsız etmek istemez ve bu nedenle de soğan sarımsak yiyen mescidimize gelmesin buyurur ve bu nedenle de Allah resulü belki dünya da ağız ve diş bakımı açısından kendisiyle kimsenin boy ölçüşemeyeceği hassasiyette biridir.

Onun diş fırçalaması, misvak kullanma alışkanlığını biz biliyoruz. Hatta onun bu alışkanlığı onun bu ümmetine bir sünnet olarak bıraktığını da biliyoruz. Levlâ en eşukka le emertehüm bissivaki (mea külli salâtin) eğer ben ümmetimin üzerine zor gelmeyeceğini bilseydim, meşakkat olmayacağını bilseydim her beş vakitte misvaki yani 5 vaktin abdestinde, -böyle anlamamız lazım- misvak yani diş fırçalamayı onlara şart koşardım buyurmuştu.

Bu hassasiyette olan Allah resulüne böyle bir şey söyleyince tabii ki ResulAllah olağanüstü hassas olduğu bu konuda kendisine gösterilen tepkiye şu cevabı verir. “Bir daha içmeyeceğim.” Yani Zeyneb’in odasında bal şerbeti içmiştim, demek ki bal yapan arılar meğafir çiçeğinden almışlar balını. Yani böyle bir yorum çıkıyor ortaya. Bu yorumu Hz. Hafza’nın ya da Hz. Aişe’nin Resulallah’a yaptığı da söylenir.

Onun yanından çıkıp Hz. Aişe’nin yanına girince ResulAllah yine aynı tepkiyle karşılaştı. Ya ResulAllah meğafir mi yedin, veya meğafir suyumu içtin. Hayır deyince Zeyneb’in yanında bal şerbeti içmiştim. İşte onun üzerine Allah resulü yemin eder. “Bir daha der içmeyeceğim.” Belki biraz amaçta budur bu şakadan bilemiyoruz. Ve bunu bir daha kimseye diye de tembih eder. Bir rivayet böyle. Tabii söyleme diye tembih ettiği eşi muhtemelen Hz. Hafsa arkadaşı Hz. Aişe’ye açar söyler ve müteakip 3. ayette zaten bunun üzerine.

[Ek bilgi; İLGİLİ HADİS;
Âişe (R) şöyle demiştir: Resûlallah (S) balı ve tatlıyı severdi, ikindi namazından döndüğü zaman kadınlarının yanına girer ve onlardan birinin yanına yaklaşırdı. Bir gün Ömer'in kızı Hafsa'nın yanına girdi de, orada kalmakta olduğundan daha çok kaldı. Ben bunu kıskandım (ve bunun sebebini soruşturdum). Bana:
- Hafsa'ya, kavminden bir kadın küçük bir çömlek bal hediye etti, o da bu baldan Peygamber'e şerbet içirdi, denildi.
Ben de kendi kendime: Vallahi biz bunun için muhakkak bir hi­le yaparız! dedim. Akabinde Şevde bint-u Zem'a'ya şöyle dedim:
- Biraz sonra Rasulullah muhakkak sana yaklaşacaktır. Sana yaklaştığında O'na: Sen megâfîr mi yedin? dersin, O da sana: Hayır, diyecektir. Bunun üzerine sen de O'na: Sen'den hissetmekte olduğum bu koku nedir? dersin. O da sana muhakkak: Hafsa bana bal şerbeti içirmişti! diyecektir. Sen de O'na:. O balın arısı urfut ağacından top­lamıştır! dersin. Bana geldiğinde ben de böyle söyleyeceğim. Yâ Safiyye, sen de böyle söyle! Dedim.
Âişe bu talîmâtın tatbik suretini şöyle anlatmıştır: Şevde şöyle diyordu:
- Vallahi çok geçmedi Rasulullah kapının önünde durdu. Yâ Âişe, senden korktuğum için bana emrettiğin sözü hemen Resûlallah’a oracıkta iken söylemek istedim.
(Âişe dedi ki: Rasulullah ona yaklaşınca, Şevde O'na:
- Yâ Resûlallah, sen megâfîr zamkı mı yedin? demiş O da:
-  "Hayır!" diye cevap vermiş. Şevde:
-  Sen'den hissetmekte olduğum bu koku nedir? demiş.
Rasulullah:
-  "Hafsa bana bal şerbeti içirmişti!" buyurmuş. Şevde:
-  O balın arısı urfut ağacında yayılmış! demiş.
Nihayet Rasulullah benim odama dönüp geldiğinde ben de bu sözlerin benzerini söyledim. Safiye’ye gittiğinde o da bunların ben­zerini söylemişti. Sonra Rasulullah dönüp Hafsa'nın nevbetinde ya­nına vardığında, Hafsa:
- Yâ Resûlallah! Sana o bal şerbetinden içireyim mi? diye sor­duğunda Rasulullah:
-  "Hayır, benim ona ihtiyâcım yoktur!" buyurdu. Âişe (rivayetine son vererek) dedi ki: Şevde bana:
- Vallahi biz Resûlallah’ı bal şerbetinden mahrum ettik, diyor­du. Ben de Sevde'ye:
- Sus! dedim (ve Hafsa hakkındaki hîle ve tedbîrimizin duyul­masını istemedim). (Buhari/ 7 Bab-15)]

İkinci nüzul rivayeti Hz. Hafza’nın odasında Allah Resulü önce kendisine hediye edilen biri iken daha sonra eşi olan ve tabii ki Çocuğu küçük İbrahim’in bin Muhammed’in annesi olan Mısır’lı eşi Haz. Mariye ile birlikte olur. Hz. Mariye’nin hanesi mescidin etrafındaki odalardan değil daha geri de, hatta Medine’nin kıyı semtlerinden birindedir. Orada kardeşi ile birlikte kalmaktadır ve Allah Resulü Mariye’yi her zaman sık gidip ziyaret edemediği için Hz. Mariye ara sıra Allah Resulünün diğer eşlerinin evine, hanesine gelmektedir ve o gün boş olan Hz. Hafza’nın hanesinde Allah Resulü eşi Mariye ile birlikte olur. Hz. Hafsa buna muttali olunca tepki gösterir. Yani bir tür eş kıskançlığı krizi tutar.

Bu tepki üzerine Allah Resulü bir daha böyle yapmayacağına dair yemin eder. Bu da çok gizli bir hadisedir kimsenin açıklanmaması halinde bilemeyeceği bir hadisedir. Ama rabbimiz bunu da vahyin içine alır. İkinci sebebi nüzül budur. Tabii kimseye söylememesi tembihlenir ama Hz. Hafza yine de bunu arkadaşına iletir.

Üçüncü rivayet daha farklı. Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer’in kendisinden sonra liderliğe geçeceğine dair bir imada bulunur. Allah resulü Bu rivayete göre. Yine Hz. Hafza’ya. Hz. Hafza da kendisine söylenmemesine rağmen hemen gider ve arkadaşı Hz. Aişe’ye durumu açıklar. Resulallah’ın eşleri arasında şöyle bir öbeklenme olduğunu bilgi olarak vermek durumundayım;

Hz. Aişe’nin başını çektiği bir grup, Hz. Zeyneb’in başını çektiği bir başka grup. Yani iki gruptur. Hz. Peygamberin eşleri adeta iki rakip grup gibi de diyebiliriz. Tabii ki bu rekabet öyle kırıcı yıkıcı olmamıştır ama tatlı bir rekabet diyebiliriz buna eşleri arasında ki.

İşte bu üç rivayet, üçünde de ortak nokta, verilen bir sır vardır. Allah Resulü’nün helal bir şeyi bir daha yapmayacağına dair, kendine haram kıldığına dair yemini vardır ve tabii bunun arkasından Allah resulünün kimseye deme diye sır emanet ettiği eşinin de gidip ortağına bunu açıklaması vardır. Bunların hepsinde de ortak müşterek nokta budur.

Hz. Peygamber yemin etti, fakat Hz. Peygamberin yemin etmesi bir helali haram kılmadı peygamber olduğu halde. Kendisine dahi bir helali haram kılamayacağı ifade buyruldu. Öncelikle eşya da asıl olanın mübahlık olduğunu söyleyelim. El asl fiyl eşya ibahatül bir şeyin helalliğine delil aranmaz. Eğer yasak değilse helal demektir. Haram değilse helal demektir. İslam fıkıh usulünde usul kaidesi budur, bu kaide de yine Kur’an da çıkarılmıştır. Çünkü Kur’an açıkça der ki;

Kul men harrame ziynetellahilletiy ahrece li ıbadiH. (Araf/32) De ki Allah’ın kulları için çıkardığı, yarattığı, var ettiği güzellikleri haram kılacak kimmiş bakayım göster bana onu. Açıktır Yani Allah’ın kulları için yarattığı ve yasaklamadığı bir şeyi kullarına haram kılmak, yasaklamak, kimsenin işi değildir.

Bir başka ayet; Küllüt taami kâne hıllen li beni israiyle illâ ma harreme israiylü alâ nefsih.. (A. İmran/93) her yiyecek İsrail oğullarına başlangıçta helal di. Ancak İsrail’in, buradaki İsrail Hz. Yakub’un lakabıdır, ancak Yakub’un kendi nefsine yasakladığı şey hariç.

Burada tarihsel olarak bir olaydan bahsediliyor aslında. Bu tarihsel olay Hz. Yakub’un bize helal olan bir şeyi kendisine yasakladığını söylüyor. Allah’u alem bazı etleri, daha doğrusu ineğin ve ona benzer bazı hayvanların iç yağını ve bazı yerlerini yasaklamış kendisine. Bilmiyorum neden sebebi. Fakat Onun koyduğu, kendisi için benimsediği bu yasak belki de perhiz diyebiliriz, daha sonra İsrail oğulları tarafından sanki bir haram gibi algılanmış. Sanki ilahi bir yasak gibi algılanmış. Öyle ki bu yasakla da kalınmamış, zaten Allah dışında kimsenin bir helali haramlaştıramayacağının özünde yatan ve yanlış sonuçlardan birine de burada dikkat çekiliyor. Nedir o? Önce böyle bir yasakla başlıyor haram kılma, daha sonra haram kılınan o şey kutsallaştırılıyor. Tıpkı Hz. Yakub’un kendisi için perhiz addettiği o şeyin İsrail oğullarında ilerleyen yy. lar da hatta bin yıllarda artık haram kabul edilmesidir. İşte belki de uzak doğuda bazı hayvanların kutsallaştırılması.

Yine vahyin indiği çevre de bazı hayvanların, işte saibe, vasiyle, haam gibi isimlerle üst üste 5 batın doğurdu, Arap onun kulağını yarar ve bırakırdı o deveyi. Üst üste 2 kere ikiz doğurdu, Arap onun kuyruğunu keser veya kulağını yarar bir belge olsun diye bırakırdı, kutsal addederdi onu. Artık bu işareti gören her kim olursa bu Allah’ın devesi derdi. Yemek vermezdi, su vermezdi, bakmazdı, çekmezdi, hayvanın hiçbir ihtiyacını gidermezdi. Ama Allah’ın devesi. Yani kutsal deve. İşte saibe, seyid oradan gelir. Vasile yani ile vasıl olunan, sanki Allah’a yaklaşılan veya putlara yaklaşılan, artık nasıl zihinlerinde canlandırıyorlarsa, Yani bölgede böyle bir takım arka plan da var. Onun için Haram kılmanın Allah dışında hiç kimsenin haram kılamayacağı yönünde ki bu genel kuralın gerekçeleri çok önemli, işte bu saydığın gerekçeler onlardan.

Peygamberler Haram koyar mı? Cevabı ayet veriyor. Peygamberin yetkisi beyan yetkisidir. litübeyyine linNasi ma nüzzile ileyhim ve leallehüm yetefekkerun (Nahl/44) kendisine indirileni insanlığa açıklaman için. litübeyyine linNasi insanlığa açıklaman için. ma nüzzile ileyhim Demek ki açıklama beyan peygamberin asli görevidir. Tabii ki beyan iletmeyi öncelikle ifade eder. Yani aldığı vahyi olduğu gibi iletmek. Fakat aynı zamanda beyan açıklamayı da içerir. Onun için Allah Resulünün açıklamaları olmuştur. Mesela yenilmesi yasak olan hayvanlar babında Nehennebi an ekli nuhumül humr-ul ehliyye (Hadis) Peygamber ehli eşek etinin yenilmesini yasakladı. ve an külli zînâbin mine duyûr ve kulli zî adlin minel muhruc Yine peygamber tüm etçil yırtıcı hayvanların, pençeli olanlarının etinin yenilmesini ve yine tüm gagalı etçil kuşların etinin yenilmesini yasakladı diyor.

Ama Dikkat buyurun; Nehennebi diye geliyor, Harramen nebiy diye değil. Sahabe bu ayırımı, ilk raviler bu ayırımı koyuyorlardı. Peygamberin yasaklamasından söz ediyorlardı. Haram kılmasından değil.

Yine; ne hennebî an bey ateyni fî bey aten vahideh alışverişle ilgili peygamberin koyduğu bir yasak mesela bu. Bir satışta iki satışı yasaklıyordu peygamber. Yani bir satışta iki satış şu bir açıklaması; peşin alırsan şu, vadeli alırsan şu deyip ikisinden birine fikslememek, bağlamamak. İkisini açık bırakarak alışveriş yaptığını düşünmek. Yani karşıda ki insan birinden birini tercih etmeden alışverişi bitirdiklerini düşünmeleri. Çünkü mechullük var. Bu yasak mesela. Bir tanesine fikslenecek, peşinse peşin vadeliyse vadeli. Bunu yasaklamış Allah resulü.

Yine ipek ve Altın yasağı erkeklere. Bu da Allah’ın koyduğu haramla özdeşleştirilemez. Öyle olsaydı Süheyb-i Rumi, den gelen, Ebu Davud’da nakledilen rivayette Süheyb-i Rumi 4 tane sahabenin parmağında altın yüzük gördüm dedi. Elbette ki Allah Resulü bunu yasaklamış, Allah Resulünün bu yasağının Allah’u alem temelinde ki sebep cennette erkeklere giydirilecek ve verilecek olan yuhallevne..(Kehf(31) ifade ediliyor, buyruluyor ya orada altından bilezikler takılacak, takılar takılacak. Cennette rabbim eğer verecekse, dünyada mahrum olalım yaklaşımıyla Allah Resulünün attığı bir şey bu. Yaklaşmadığı bir şey.

Yine ipek meselesi de öyle Abdurrahman Bib Avf; vücudu haşarattan tahriş olduğu için, alerjik bir vücuda sahip olduğu için Allah resulünden izin istemiş, O da ipek gömlek giymesine izin vermiş. Yine Halid bin Velid için de benzer bir rivayet var. Demek ki haram olarak kesin, diğer haramlar gibi görseydi Allah resulü asla izin vermezdi. Kızım Fatıma da olsa elini keserim diyen Allah resulü nasıl harama müsaade edecek. Bu gibi çok küçük mazeretlere bakıp ta binaen.

Demek ki Allah resulü için beyan yetkisi çerçevesinde düşünmek lazım. Sonuç şu; Nebi’nin Allah’tan bağımsız haram koyması söz konusu olmamıştır zaten.

Bu nispeten uzun açıklamadan sonra tahrim suresinin 1. ayetiyle devam ediyoruz; vAllâhu Ğafûrun Rahıym Ama Allah sonsuz bağış sahibidir, sonsuz merhamet sahibidir.

Ayet böyle bitiyor. Ayetin böyle bitmesi tesadüf değil elbette. Ayetin sonlarında yer alan esmaül Hüsna isimlerle ayetin muhtevası arasında birebir ilişki vardır. Ayet böyle bittiğine göre bu yapılan bir hatadır. Yani ey peygamber niçin Allah’ın sana helal kıldığı bir şeyi eşlerinin rızasını talep etmek için, onların gönlünü yapmak için kendine haram kılıyorsun derken bunun bir hata olduğunu biz ayetin sonunda ki ğafurun rahiymun esmasından anlıyoruz. Çünkü Allah’ın bağışlayıcılığına, sonsuz merhametine bir atıfla bitiyor ayet. Allah affetmiştir. Bunu da zımnen içeriyor.

Devam ediyor c sayfasına geçiniz.
       Tahrim suresini toplu olarak BURADA bulabilirsiniz.