19 Aralık 2014 Cuma

İslamoğlu Tef. Ders. KÂFİRÛN SURESİ (01-05) (198-C)




Kevser suresinden sonra Kafirun suresi geliyor 109. sırada elimizde ki mushafta. Fakat iniş sıralamasında 18. sırada yer alıyor. Adını ilk ayetinden alıyor. İhlas ile birlikte düşünülmüş bu sure hep. Hatta mukaşkışateyn şeklinde isimlendirilmiş. Yani hastalıktan iyi eden manasına, hastalığı kurutan, kurutup atan manasına. Tabii ki bu hastalık manevi hastalık, yani kalbin hastalığı İhlas ile birlikte sayanlar olmuş, hatta onu bir sure telakki edenler dahi olmuş.

Fakat öyle olmadığı kesin. Ama birbirine adeta atıf gibidir. Sanki Lâ İlâhe İllallah’ın Lâ ilâhe si. Kafirun suresi İllallah ‘ı, İhlas suresi ise İllallah, yani tevhid suresidir. Bu iki sure Lâ ilâhe İllallah’ın iki yarısını temsil eder. Lâ ilahe nin açılımı, Kafirun da, İllallah’ın açılımı tevhid yani ihlas suresinde yapılır gibidir.

İlk tertiplerde maun suresi ile fil suresi arasına yerleştirilmiş. Konusu tevhid. Ana fikri bir cümle “imanda pazarlık yok.” İmanda pazarlık olmaz. Hatta tersi de geçerli pazarlık olan yerde iman olmaz. Eğer imanda pazarlık yapıyorsa biri, orada da iman olmaz. Onun için pazarlık olan yerde iman, imanda da pazarlık olmaz.

Niye? İman pazarlıksız bir şey, Allah’a teslimiyet çünkü. Ya rabbi %95 teslim olsam olmaz mı? Olmaz, ona teslimiyet denmiyor ki İslam denilmesi için, Müslüman adını alması için, teslimiyet adını alması için pazarlıksız teslim olması, kayıtsız şartsız teslim olması lazım. %99 bile olmaz. Çünkü teslimiyetin özüne aykırı, teslimiyetin yapısına, mantığına aykırı. Teslimiyette pazarlık istisna tutulamaz. Ya rabbi sana teslim oldum ama şu, şu, şu hariç. Hayır Ya rabbi sana teslim oldum ama siyasi işlerime karışma, Ya rabbi sana teslim oldum ama ticaretime karışma. Bu teslimiyet değildir ki. Kayıtsız şartsız teslim olmaktır İslam’ın adı.

Tarihi bir zemin üzerine, olay üzerine oturur sure. Kureyş Allah resulü ile pazarlık yapar. Allah Resulü bu pazarlık üzerine bir rivayette Ebu Talib’e gelirler Kureyş’in uluları, sanadidi Kureyş kaynaklarımızın ifadesi ile ve ondan şöyle bir ricada bulunurlar.

Gel yeğenine içimizde ki en güzel kızı alalım eğer istiyorsa. Onu, onunla everelim. Veya para toplayalım içimizde en zengin yeğenin olsun, onu paraya boğalım. Veya içimizden en sevdiğin veya en meşhur, en dalyan gibi, en fidan gibi falanımızın oğlu. Bu oğlumuzu sana verelim onun karşılığında Muhammed’i bize  teslim et. Veya söyle ona başımıza lider olmak istiyorsa lider seçelim. Yani biraz sonra mecnun diyecekleri insana nasıl teklif ediyorlar, kendi içlerinde nasıl çelişkililer bakar mısınız.

Amca bunları dinlemiş ve göndermiştir. Yeğenini çağırmış; Yeğenim Kureyş böyle böyle böyle diyor. Allah resulünün cevabı tarihe geçecek dillere destan bir dava adamı cevabıdır. Vallahi ay emmiy, Vallahi ya emmiy. Valahi ey amca lev vede us şemse fiy yemini vel kamera fiy şimali lem ma teraktü hazel emr. Eğer güneşi sağ elime ayı sol elime koysalar vallahi ben bu davamdan vazgeçmem. Ama benim için en dikkat çekici tarafı bu ifadenin en sonudur. lem ma teraktü hazel emr. Hatta ye’tiyallahu bi emri ta ki Allah’tan bir emir gelinceye kadar.

Bu neyi gösteriyor, bu son cümle? Allah’tan bir emir gelirse vazgeçerim. Yani bu dava benim kişisel davam değil ki. Ben bunun kişisel bire kin meselesi, dava meselesi yapmadım ki. Allah görev kendirdi, kul olduğum için mecburum. Eğer Allah geri alsın, dönüp sormam bile niye aldın. Dolayısıyla siz elçiye konuşuyorsunuz, elçiye zeval olmaz ki. Elçiyi gönderene söyleyin bunu. Ben bir elçiyim, ben kendiliğimden gelmiş değilim ki, kendiliğimden çekileyim. Veya ben çekilince olsun. Mümkin mi bu?

Dolayısıyla yapılan teklifte ki mantık hatasını da gösteriyor aynı zamanda. Yani beni gönderen Allah’a söyleyin bunları bana değil ve ben bunu kişisel bir dava haline getirmedim. Yani inada bindirmedim ben. Allah geri çeksin ben bugün bırakırım. Yani bu çok önemliydi.

[Ek bilgi; Sure, küfür dini ile İslam dini arasında hiçbir ilginin bulunmadığını ve herbirinin başlı başına ayrı bir düşünce olup uzlaşma imkanının da bulunmadığını açıklamaktadır. Başlangıçta bu surenin muhatabı Kureyşli kafirlerdir ve sure onların teklifleri üzerine nazil oldu. Ama surenin geçerliliği o günler ile sınırlı değildir. Kur'an'a geçen bu talimat müslümanlar için kıyamete kadar geçerlidir. Küfür dini ne şekilde olursa olsun, hem sözle hem de amelle ondan beraat etmek gerekir. Bu surede, küfür dininin ilkelerine riayet edilemeyeceği ve din konusunda hiç bir anlaşma olamayacağı kafirlere bildirilmiştir. (Mevdudi-Tefhimu-l Kur’an)]

Ve bir başka kaynakta tarihi olay Vakıdi’nin ve İbn. İshak’ın eserlerinde Meğaziy ve Siyra da şöyle nakledilir. Hz. Peygamber Kâbe’nin etrafında tavaf ederken Esved Bin Abdülmuttalib, Velid bin Muğire, Ümeyye bin Halef ve As bin Vail gelirler ve şu teklifte bulunurlar; Gel sen bizim tanrılarımıza bir yıl ibadet et, biz de senin tanrına bir yıl ibadet edelim. Ona hayır deyince; O zaman gel sen bizim tanrılarımıza 1 ay ibadet et biz seninkine bir bütün yıl. Pazarlık yapa yapa bi1 günü 1 yıla çıkarırlar. Allah resulü üzgün bir biçimde onları reddederek eve döner ve işte o gece Kâfirun suresi nazil olur ve bu bir dönüm noktası olur.

Kafirun suresinden sonra artık Mekke aristokratlarının Allah resulünden ümidi kesilmiş. Yani artık pazarlık paylarının olmadığını bu işe böyle bir çözüm bulamayacaklarını anlarlar ve ondan sonra top yekun saldırıya geçer ve düşman olurlar. Yani Kâfirun suresi Mekke hayatı boyunca Allah resulünün dönüm noktalarından birini teşkil eder. Ondan sonra ikinci dönüm noktası is Necm suresidir. Müşriklerin putlarının tek tek sayıldığı ve reddedildiği, orada da düşmanlık bir ileri aşamaya taşınır. Bu dönüm noktası olan surelerden biridir. Şimdi suremizi tefsire geçebiliriz.

[Ek bilgi; İbn Abbas'tan şöyle rivayet edilmiştir: Rasulullah, "Ben, şirkten kurtulacağınız kelimeleri size öğreteyim mi?" dedi. Ve "o kelimeler, uyumadan önce Kafirun suresini okumanızdır" buyurdu. (Ebu Ya'la, Taberanî). (Mevdudi-Tefhimu-l Kur’an)]



Rahman, Rahıym olan Allah adına. Özünde merhametli, işinde merhametli Allah adına.


1-) Kul yâ eyyühel kâfirun;

De ki: "Ey hakikat bilgisini inkâr edenler!" (A.Hulusi)

1 - Deki: ey kâfirler! (Elmalı)


Kul yâ eyyühel kâfirun de ki siz ey kafirler. De ki siz ey küfrü hayat tarzı edinenler. De ki siz ey inkarı ahlâk haline getirenler. Kafirin ismi fail olmasından yola çıkarak bir fiil, failin ismi olması için onu hayat tarzı ve ahlâk tarzı haline getirmesi lazım. Onun için farklı versiyonlarıyla çevirdim. Ne kadar çevrilebilirse onların hepsini çeviriye yansıttım ki bu manalar da burada var olduğu bilinsin.

Kul, Kur’an da ilk de ki fiili. Ki Kur’an da bunun dışında 4 dure daha böyle başlar Kul HUvAllâhu Ehad. (İhlas/1) Felâk suresi Kul e'ûzü BiRabbil felak. (Felak/1) Nas suresi; Kul e'ûzü BirabbinNâs. (Nas/1) ve cin suresi; Kul ûhıye.. (Cin/1) Dolayısıyla 4 sure + 1= 5 sure Kur’an da Kul emir fiiliyle başlar. De ki; manasına gelir.

Birincisi inşadır, çünkü emirdir. Bunun anlamı da şudur ben seni inşa ediyorum ey kul, Allah seni inşa ediyor, emir veriyor, bu emri tut.

İkincisi o emir kuludur niye ona gidip de böyle pazarlıklar yapıyorsunuz manasını zımnen verir. Öyle değil mi Kul; onlara diyor ki De ki; Benim adıma de. Sen kendiliğinden demiyorsun ki. Bu vahyi, bu dini sen kendiliğinden tebliğ etmiyorsun ki, gelmişler seninle pazarlık yapıyorlar. Yapacaklarsa benimle yapsınlar. Zımnen bu var. De ki de Kul de bu var. Varsa itirazınız bana gelin diyor yani.

Üçüncüsü sözün asli sahibi o değil midir? Allah’tır Onun için Kur’an a siz onun sözü gibi bakmayın, Kur’an Allah’ın sözüdür. Allah’tan aldığını iletmektedir sadece bu. İşte kul böyle zımni vurgulara sahiptir.

El Kâfirun; Meful geldiği için Ya eyyühel Kafiriyn gelmiş. İsmi fail; küfrü hayat tarzı olursa ismi fail gelir. Fiil olarak gelebilirdi, ama fail olarak gelmiş çünkü küfrü hayat tarzı haline getirmişler.

[Ek bilgi; “Kafirun suresini her okuduğumda Hz. İbrahim’in bir tevhid deklarasyonu var Şuârâ suresinde o aklıma gelir.
İnsanın ne durumda olduğunu bilmesi lazım, sizin ne durumda olduğunuzu da bilmeniz lazım ve sizin ona etraflı bilgi vermeniz lazım. Yani ben şimdi şöyleyim siz böylesiniz. Eskiden ben böyleydim siz öyleydiniz, öyleyse ne haliniz varsa görüne getirecek bir tebliğ biçimi var.
Bu surede bir kararlılık öğretisi de vardır, ben böyleyim kardeşim. Sen şimdi beni böyle anla, ister kabul et istersen reddet ama ben buyum. Siz durumunuzu pozisyonunuzu açık dille ortaya koyacaksınız. Böylece inançların karışmamasını temin edeceksiniz. Yani nerede ayrışıyoruz, nerede birleşiyoruz bunun net çizgilerle ortaya koymak lazım. Yani bu sure mert ve net olmayı öğretiyor.
Hz. İbrahim’in tevhid manifestosu dediğimiz Şuârâ suresinde nefis bir açılımı vardır bu ayetlerin mutlaka hatırlanması gereklidir. 69. ayetten doğrudan bilgi 104. ayete kadar geliyor. Bir bölümü çok çarpıcı diyor ki rabbimiz;
Vetlü aleyhim nebee İbrahiym. (Şuârâ/69) sen şimdi onlara İbrahim’in haberini aktar, ya da İbrahim’in haberini gündem yap. Artık merkezinizde İbrahim’in haberi olsun.
İz kale liebiyhi ve kavmihi ma ta'budun. (Şuârâ/70) hani İbrahim babasına ve demişti ki, si,z neye kulluk yapıyorsunuz? Cevap veriyor;
Kalu na'budu asnamen fenezallü leha akifiyn. (Şuârâ/71) biz putlara tapıyoruz, biz putlara boyun eğmeye devam edeceğiz. Hz. İbrahim diyor ki;
Kale hel yesme'uneküm iz ted'un. Şuârâ/72) siz onlara dua ettiğiniz, yalvardığınız zaman sizi duyuyorlar mı?
Ev yenfeuneküm ev yedurrun. (Şuârâ/73) ya da size yarar veya zararları dokunuyor mu bunların? Cevap veriyorlar;
Kalu bel vecedna abaena kezâlike yef'alun. (Şuârâ/74) hayır, hayır, ama biz atalarımızı böyle yapar bulduk. Diyor ki Hz. İbrahim;
Kale eferaeytüm ma küntüm ta'budun. (Şuârâ/75) hiç düşünüyor musunuz nelere tapındığınızı, hiç kafa yordunuz mu, neye tapıyorsunuz. Duymuyor, işitmiyor, yararı yok zararı yok. Atam öyle yaptı diye böyle yapılır mı?
Entüm ve abaükümül akdemun. (Şuârâ/76) hem siz, hem geçmiş atalarınız neye tapındığınızı hiç düşündünüz mü?
Bu Kul yâ eyyühel kâfirun demek yani. Durum, pozisyon ortaya koyuyor. Sonra diyor ki Hz. İbrahim;
Feinnehüm adüvvün liy illâ Rabbel alemiyn. (Şuârâ/77) bu tapındığınız varlıklar benim düşmanımdır. Ancak benim dostluğum alemlerin rabbinedir. Şimdi Allah’ı anlatıyor diyor ki;
Elleziy halekaniy feHUve yehdiyn. (Şuârâ/78) O beni yaratan, bana doğru yolu gösterendir.
Velleziy HUve yut'ımüniy ve yeskıyn. (Şuârâ/79) beni doyuran, benim susuzluğumu giderendir.
Ve izâ merıdtu feHUve yeşfiyn. (Şuârâ/80) Hastalandığım zaman bana şifayı ihsan eden O’dur.
Velleziy yümiytüniy sümme yuhyiyn. Şuârâ/81) beni öldürecek sonra da diriltecek olan O’dur.
Velleziy at'meu en yağfire liy hatıy'etiy yevmeddiyn. (Şuârâ/82) mahşer günü hatamı bağışlamasını umduğum varlık ta O’dur.
Rabbi heb liy hükmen ve elhıkniy Bis salihıyn. (Şuârâ/83) rabbim bana güçlü bir muhakeme ihsan eyle. Beni salihler arasına koy.
Vec'al liy lisane sıdkın fiyl ahıriyn. (Şuârâ/84) beni benden sonrakilerin düzgün anacağı bir vesile eyle. Yani beni güzel sözlerle ansınlar.
Vec'alniy min veraseti cennetin na'ıym. (Şuârâ/85) beni nimet cennetlerine varis olanlardan eyle. Diye devam ediyor.
Hz. İbrahim Allah’ı böyle tanıtıyor. Bu surede de Cenabı Hakk peygamberden bir kulluk tanıtımı yapmasını istiyor. Karşı taraftakinin durumu ne, benim durumum ne. Onu ortaya koymasını istiyor. Böylece bir tevhid öğretisi bu surenin merkez konusu olarak tespit edilmiş oluyor. (Mehmet Okuyan- Okudun mu)]


2-) Lâ a'budu mâ ta'budûn;

"Sizin tapındığınıza ben tapınmam!" (A.Hulusi)

 2 - Tapmam o taptıklarınıza. (Elmalı)


Lâ a'budu mâ ta'budûn asla ama asla kul olacak değilim sizin kul olduğunuz şeylere.

[Ek bilgi; Bu ifade, kafirlerin ibadet ettiği ve halen de ibadet etmekte oldukları bütün mabudları şamildir. Onlar; melekler, cinler, nebîler, veliler, ölmüş insanların ruhları, güneş, ay, yıldız, hayvanlar, ağaçlar, nehirler, hayalî tanrılar ve tanrıçalar da olabilir. (Mevdudi-Tefhimu-l Kur’an)]


3-) Ve lâ entüm 'âbidûne mâ a'bud;

"Siz de benim ibadet ettiğime abidler (ibadet eden kullar) değilsiniz." (A.Hulusi)

3 - Siz de tapanlardan değilsiniz benim mabuduma. (Elmalı)


Ve lâ entüm 'âbidûne mâ a'bud ve siz de benim kul olduğuma kulluk edecek değilsiniz. Kul olacak değil, kulluk edecek değilsiniz.

Dikkat buyurun iki şeyi birbirinden ayırmaya çalışıyorum tam tercümeye yansıtmak için metni. Bu gerçekten zor bir şey. Ta’budu ve ‘abudu fiiller, bunlar fiil. ‘abidun ise fail, isim yani. Bu ikisini birbirinden ayırmak lazım tercüme yaparken. Dolayısıyla kul olmak ve kulluk etmek ayırımını işte bunun için dikkate değer buluyorum, bunun için önemli buluyorum.

Yine 2 ve 3. ayetler ile 4 ve 5. ayetler aynı gibi dursa da tekrar değil. Aynı da değil zaten. Yani bu surede tekrar yok, tekrar savunucularını destekleyen bir şey yok surede farklı. 2. ve 3.  ayetlerle 4 ve 5. ayetler farklı. 2 ve 3. ayetlerde lâ ile gelecek zaman fiksleniyor. Yani ben kulluk etmem derken etmeyeceğim, gelecek zaman 2 ve 3 te. Fakat 4. ayette ise ‘abedtüm; mazi geçmiş zaman. O zaman 2 çiftin de 2-3 ile 4-5. ayetlerin zamanı farklı ilkinde gelecek zamanda kulluk etmeyeceğini, yani şirke asla bulaşmayacağını ilan ediyor. 3 ve 4 le de geçmişte de hiç bulaşmamış olduğunu ilan ediyor. iki zamanı birden kapsıyor. Biri gelecek, öbürü geçmiş zamanı.

Müşriklerin teklifi çift zamanlıydı redde çift zamanlı geliyor aslında. Hatta Ebu Müslüm Isfahani’nin harika bir tahlili var. ayetlerde ki “mâ” larla ilgili. Burada ki; Lâ ‘abudu mâ ta’budun. Yine mâ ‘abudu yine mâ ‘abettüm, yine mâ ‘abudu. 4 tane mâ var ve bunları ikiye ayırıyor Ebu Müslim Isfahani, o cins kafa müfessirimiz. Ve ilk ikisiyle son ikisine farklı mana  veriyor. Gerçekten çok dikkat çekici. 2 ve 3 te ki mâ lar elleziyle hükmünde, yani ismi mevsul, ilgi zamiri yeni dil bilgisi kurallarıyla. Mutlak varlık manasına geliyor. Yani Allah. Fakat 4 ve 5 tekiler mastar. Bilinçsiz ve körü körüne bir kulluğa delalet ediyor. Mastar, fiilin kendisine delalet ediyor bilinçsiz ve körü körüne kulluk. Yani ben öyle bir şeye kulluk ediyorum ki, öyle bir varlığa, Mutlak varlık. 2. ve 3. ayetlerde ki mâl ar. Benim kulluk ettiğim mutlak varlık. Fakat sizin kulluk ettikleriniz ise körü körüne bir kulluk, gözü kapalı bir kulluk. İşte buna delalet ediyor.

Ve bu ayette gaybi bir ihbar da görüyoruz. Nedir bu? bu pazarlığı yapmak için gelen ekipten hiç biri ömürlerinin sonuna kadar iman etmiyorlar ve hepsi de müşrik olarak ölüyorlar. Bu çok ilginç. Demin saydığım isimlerin hepsi de müşrik olarak ölüyorlar. Devam ediyoruz;


4-) Ve lâ ene 'abidün mâ 'abedtüm;

"Sizin tapındıklarınıza ben abid (ibadet eden kul) değilim." (A.Hulusi)

4 - Hem ben tapıcı değilim sizin taptıklarınıza. (Elmalı)


Ve lâ ene 'abidün mâ 'abedtüm zaten ben asla kul olmadım sizin geçmişte kul olduklarınıza, asla kul olmadım. Hz. Peygamberin geçmişinde şirke bulaşmadığının da en güzel delili, belgesidir bu.

[Ek bilgi; “Tercümelerde genellikle gözden kaçırılan bir detay var. Ama çok önemli bir soruyu cevaplayan bir detaydır bu. ve ne olursa olsun gözden kaçırılmamalıdır. Ve lâ ene 'abidün mâ 'abedtüm ben TAPINMIYORDUM sizin tapındığınız şeylere. Bu Hz. Peygamberin peygamber olmadan önceki hayatıyla alakalı duruşunu ortaya koyuyor.Hani deniyor ki Hz. Peygamber, peygamber olmadan önce kavminin dini üzere idi diyorlar. Bunu şiddetle reddediyorum Öyleyse ona neden hanif deniyor? Hz. Muhammed kavminin dini üzere falan değil. Onun delillerinden biri budur. İkinci gelen Ve lâ entüm 'âbidûne mâ a'bud siz de benim kulluk yaptığım varlığa kulluk YAPMIYORDUNUZ. Öyle ise şimdi; Leküm diynüküm ve liye diyn sizin dininiz size, benim yolum bana. Benim değerlerim bana, sizin değerleriniz size.
Bu bir anlamda din özgürlüğü deklarasyonudur da aynı zamanda. Yani yer yüzünde herkesi iman ettirmek zorunda değildir mü’minler. Çünkü Kur’an ı kerimde mesela Yusuf/103  ayetinde Ve ma ekserunNasi velev haraste Bi mu'miniyn. Yusuf/103) insanların çoğunluğu sen ne kadar üzerine düşsen de iman edecek değildir diyor.  (Mehmet Okuyan- Okudun mu)]


5-) Ve lâ entüm 'âbidûne mâ a'bud;

"Siz de benim kulluk ettiğime abidler (kullar) değilsiniz." (A.Hulusi)

5 - Hem de siz tapıcılardan değilsiniz benim mabuduma. (Elmalı)


Ve lâ entüm 'âbidûne mâ a'bud ve zaten siz de benim kulluk etmiş olduğuma kul olacak değilsiniz. Dolayısıyla bu ne geçmişte böyle oldu, ne gelecekte de böyle olacak.

Aslında burada harika bir nükte var biliyor musunuz; Şirk neydi? Hak batıl şirketi. Müşrikler kimdi? Allah’a iman eden Allah dışındakilere de tanrılık yakıştıran. Yani Allah’ı inkar etmiyorlar, iman ediyorlar. Bu ayetlerden yola çıkarak ne diyebiliriz? Hiçbir şirkte Allah’a iman kabul edilmez. Yani şirk varsa onun içinde %90 nında Allah’a iman olsa %10 da da Allah’tan rol çalıp bir başkasına tanrılık yakıştırılsa o %90 da iman etmemiş sayılıyor. Buradan bu çıkıyor. Yani siz aslında Allah’tan başkalarını Allah’a şirk koştuğunuz gün Allah’a iman etmeyi bıraktınız. Çünkü imanda pazarlık olmaz. İmanda %de olmaz. İmanda yüzdelikli iman yok ki, iman saf bir şey, som bir şey. Siz imanda yüzdelikli bir pazarlığa tabi tuttuğunuz günden itibaren Allah’ı inkar etmiş sayılıyorsunuz. Biz bunu anlıyoruz buradan.


6-) Leküm diynüküm ve liye diyn;

"Sizin din (anlayışınız) size, benim din (anlayışım) banadır!" (A.Hulusi)

6 - Size dîniniz, bana dînim. (Elmalı)


Leküm diynüküm ve liye diyn evet, sizin dininiz size, benim dinim bana.

Burada ki “lâm” lamı istihkak derler buna. Eğer istihkak manası verirsek çeviriyi şöyle yapmam lazım. Sizin dininiz size layık, benim dinim bana layık. Veya sizin dininize siz müstahaksınız, benim dinime de ben müstahakım. Evet, temizler temiz içindir, pisler pis içindir. Adeta herkes layık olduğunu bulur dercesine “lâm” a istihkak manası verecek olursak eğer.

Burada diyn aslında değerler sistemi, hatta borçluluk bilinci. Hatırlayalım Maun suresinin ilk ayetinde Eraeytelleziy yükezzibü Bid diyn (Maun/1) i izah ederken dinin manasını açmıştık. Aslında borçluluk bilinciydi. Dindarlık Allah’a borçluluk bilinci. Yani değerler sistemi.

Peki değerler sistemi olan insan pazarlık yapar mı? değerin pazarlığı olur mu? Bir değerin pazarlığını o değerin sahibi belirler fiyatını. Din gibi bir değerin sahibi Allah’tır. Dolayısıyla ben pazarlık yapamam diyor Allah resulü. Allah’ın dinine iman etmiş hiç kimse pazarlık yapamaz. Çünkü Allah’ın dininin fiyatını Allah belirler. Allah’tan başkasının hazinesinde de Allah’ın hazinesinde olan yoktur.

Peki siz ne yapıyorsunuz? Siz fiyatlandırıyorsunuz. Benim değerlerim var, sizin fiyatlarınız var. Benimki eddiyn, sizinki diyn. Dolayısıyla ben pazarlığa gelmiyorum siz geliyorsunuz. Siz hemen düşüverdiniz. Putlarınızdan ödün veriverdiniz, hemen pazarlığa yanaştınız. Zaten sıkıntınız da burada, kendiniz nasılsanız karşınızdakini de öyle anlıyorsunuz, öyle zannediyorsunuz. Niye? Siz pazarlığa gelebilecek bir din uydurdunuz, çünkü kendi uydurduğunuz şey. Helvadan put yaparsanız olacağı bu. Ama herkesi kendiniz gibi zannediyorsunuz. Eddiyn e iman eden insanları da kendiniz gibi pazarlıklı zannetmeyin. Onlar Allah’a teslim oldular, hiç pazarlık yaparlar mı?

Hani Firavunun sihirbazları hz. Musa’nın elinde ki mucizeye şahit olduktan sonra oracıkta Musa işle hiç pazarlığa bile yanaşmadan, böyle bir teşebbüse dahi kalkmadan. Rabbi Musa ve Harun. (Şûara/48) Biz Musa ve Harun’un rabbine iman ettik demişlerdi. Firavun bunun üzerine olanca haşmet, dehşet ve korkunçluğuyla; amentüm lehu kable en azene leküm. (Şûara/49) şimdi siz benden izin almadan iman ettiniz ha? le ukattı'anne eydiyeküm ve ercüleküm min hılafin  bu muhalefetinizden dolayı, bu kopmanızdan dolayı ellerinizi ve ayaklarınızı keseceğim ve leusallibenneküm ecme'ıyn ve topunuzu asacağım demişti de –ki dediğini de yaptı zaten- yapacağını da biliyorlardı. Bu tehdit üzerine Hz. Musa’nın gözlerine gözlerini dikip de şimdi ne olacak bile demediler.

Evet, ne dediler? inna ila Rabbina münkalibun. (Şûara/50). Olsun zaten rabbimize dönecek değil miyiz erinde gecinde, ne olacak ha bir gün önce ha bir gün sonra. Evet, pazarlıksız imanın tarihi örneklerini de Kur’an işte böyle anlatıyor.

Rabbim bizlere pazarlıksız, garazsız, ivazsız, kendisi için kılınmış ve içine hiç şirk katılmamış, küfür katılmamış ve asla Allah’tan başkasına tanrılık yakıştırmak gibi bir kirin, pisliğin katılmadığı som ve saf bir iman lûfetsin inşaAllah.


Ve ahiru davahüm enil hamdülillahi rabbil alemiyn

Allah doğru söyledi. Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır.

İslamoğlu Tef. Ders. KEVSER SURESİ (01-03) (198-B)






Maun suresinin arkasından Kevser suresi geliyor. Elimizde ki mushafta 108. sure. El Kevser. İsmi camid. İsmi camid lerin Arap dilinde özelliği delalet ettikleri mananın dışında başka hiçbir şeye delalet etmezler. Yani sadece ve sadece delalet ettikleri mana ile sınırlanırlar. Onun içinde çok hayır demek. Yani Allah resulüne eğer izafe ediliyor, isnat ediliyorsa bu hayır o zaman Allah resulüne verilen, sadece ona verilen çok hayırdan bahsediliyor demektir ki zaten öyle olduğu devamında ki ibareden de anlaşılıyor.

Kevser suresi Mekki bir sure. Ama tam tersini söyleyen otoritelerde olmuş, mesela Hz. Enes sahabeden. ResulAllah’ın hizmetinde 10 yıl kalmış olan sahabe Medenidir demiş. Tabii böyle bir hadis nakledilmiş. Bu hadis’in Enes’e nispeti doğrumu yanlış mı o ayrı bir mesele. Fakat üslup ve muhteva bu görüşü asla desteklemez.

Tekasür’ün önüne yerleştirmişler ilk tertip sahipleri. Bu da yaklaşık 2. yılın sonuna ya da 3. yılın başına tekabül eder, peygamberliğin 3. yılı tabii ki. Zira surenin en sonu, 3. ayeti Allah resulünden nefret edenlerden söz ediyor. Nefret edenlerden söz etmek için onların artık piyasa da olması lazım. Bu da ilk yılda değildi. İlk yılda Allah resulünden nefret edenden söz edemezdik. Onun için 3. yılın başına tarihlemek doğru olsa gerek.

[Ek bilgi; Sure Medeni olabilir.
Şekil olarak bakıldığı zaman, ifade tekniği olarak ta Mekki bir sure kimliğinde görülüyor. Genel olarak ta İslam alimlerinin çok büyük bir kısmı surenin Mekke de indirildiği kanaatindedir. O kanaat gereği Mekke’nin de 2. yılında, hatta sıralama da maun suresinin peşindedir ve iniş olarak ta oldukça ilk yıllara tekabül ediyor, öyle kabul ediliyor.
Böyle kabul edilince bence bir takım sıkıntılar gündeme geliyor. Surenin içeriğinde anlatmak istediğinde çok kolay anlaşılamayan bir takım yaklaşımlar ortaya konuluyor. Çok esaslı bazı emirler biraz havada kalıyor. Bu itibarla farklı yaklaşımlar ortaya koymak zorunda olduğumuz bir sure.
Genelde tabii Mekke de indirildiği kabul edildiği için surenin içeriği de Mekki şartları tahayyül ettirecek şekilde kabul ediliyor. Hatta bazen da mesela ‘ateyna fiiliyle başlıyor. ‘Ateyna fiili geçmiş zaman fiili, mazi bir fiil. Onun anlamının gelecek zaman ifade ettiği yorumları yapılıyor. Neticede o anlamda kullanılan kelimeler Kur’an da var. Yani hakkını teslim edelim Kur’an da mazi siğada gelmesine rağmen muzari manası veren, hele ki kıyamet ve mahşerle alakalı pek çok kullanım var. Bunları görmezlikten gelmeyelim ama eğer bir zorunluluk varsa öyle yorumlamak lazım mazi fiiller muzari manası nasıl alır diye. Yani siz onu geçmiş zaman kalıbında tercüme edemezseniz, bir sıkıntı varsa o zaman dersiniz ki olacağı kesin olan olaylar için geçmiş zaman kalıbı kullanılır. İşte kıyamet için, mahşer için verilen örnekler bunlardan bir kaçıdır.
Fakat ben bu surede bu yaklaşımın zorunlu olmadığına inanıyorum. Çünkü bu surenin Mekke de indirildiğini ifade eden pek çok rivayet olduğu gibi, Medine de indirildiğini gösteren rivayetler de var. Dolayısıyla biz meseleye rivayetler nasıl şekillendi oradan bakmak yerine, surenin içinin nasıl dizayn edildiğine bakarak mesajı anlamaya çalışmak ve biraz da surenin başka surelerle anlam ilişkisi nasıldır acaba oradan baktığımız zaman bir farklı kapı önümüze açılıyor. Ben o kapıyı zorlayanlardanım, öyle anlaşılmasının daha doğru olduğunu düşünüyorum. Diğeri de ille de yanlıştır demiyorum ama benim yaklaşımım bu.
Mesela Enes Bin Malik kaynaklı bir rivayette diyor ki; Bir gün mescitteydik ResulAllah ta oradaydı, bir ara böyle göğe doğru başını kaldırdı tebessüm ederek tekrar bize döndü ve biraz önce bir sure indirildi bana dedi ve Kevser suresini okudu.
Böyle olunca şimdi Enes Bin Malik çok iyi biliyoruz ki Medine nin adamıdır. Dolayısıyla mescit dendiğinde de Medine mescidi akla gelir. Öyle olunca demek ki bu sure eğer o rivayet doğruysa bu sure Mekki değil Mendi bir sure. Yani oradan bir çıkarımda bulunabiliriz. Ama ben bu tabii yaklaşımımı sadece rivayetlerden ibaret bırakmayacağım. Sadece Mekki olduğunu söyleyen rivayetler bulunduğu gibi Medeni olduğunu gösteren rivayetlerde vardır işin bu kısmı ile ilgili birkaç bilgi vereyim istiyorum.
Mesela İbn. Kesir bu surenin Medeni olduğunu söylüyor. Mekki olduğu görüşlerini de veriyor ama kendi kanaati o. Mesela Suyuti diyor ki bu sure nerede indirildiği tartışmalı olan surelerdendir diyor. İşte Müslim’in şerh edicisi Nebevi de bu surenin Medeni olduğu kanaatini ileri sürenlerdendir.
Şimdi başka nüzül sebepleri de naklediliyor. Tabii ilk etapta bakıldığı zaman böyle düşünülebilir diyebileceğimiz türden rivayetler var nüzül sebepleri ile ilgili.
Peygamberin erkek çocukları ölüyordu. Erkek çocukları öldüğü için ona ebter diyorlardı soyu kesik anlamında. Buna dair mesela As bin Vail’in, mesela Ukbe Bin Ebi Muayd ın, mesela Ka’ab Bin Eşref’in ya da çeşitli Kureyşli ileri gelenlerin peygamberimizi bu anlamda soyu kesiklikle itham ettiklerine dair rivayetler var. Böyle rivayetlere bakınca Mekke liler, Kureyş’liler peygamberin erkek çocuklarının öldüğünü ifade ederek ona ebter diyorlar demek ki sure Mekki’dir sonucunu elde ediyorlar.
Fakat rivayetler bu kadar değil. Mesela peygamberimize ebter diyenlerden biri Kaab Bin Eşref. Bu Mekkeli değil, Medine’li bir adam. Öyle olunca iş değişiyor. Hatta daha çarpıcı bir durum var; peygamberimizin hangi erkek çocuğu öldüğünde bunu söylüyorlar sorusunu sorunca da peygamberimizin İbrahim adlı çocuğunun vefatı sonrasında bunların söylendiği ifade edilir, o zaman iş daha da değişiyor.
Hz. İbrahim diyelim Peygamberimizin oğlu, o da Medine de doğmuş bir çocuk. Öyle olunca bakın işin rivayet boyutundan baktığınız zaman tek düze değil rivayetler sadece Mekke’yi işaret etmiyor bu rivayetler. Bunlar Medine’yi de işaret ediyorlar. Dolayısıyla surelerin Mekki mi Medeni mi olduğuna dair sadece rivayetlerden hareket etmenin yetişmeyeceği kanaatindeyim. Başka şeylere de bakmak lazım.
Ben işte o başka şeyler bağlamında kullanılan kalıpları esas alıyorum, verilen bilgileri esas alıyorum ve burada sözü edilen mesela Kevser, surenin adı bu. Çok nimet demek, çok imkan demek. Çok imkanın verildiği beyan ediliyor. Acaba peygamberimize bu sureden önce indirilen başka surelerde böyle imkanlar verilmesinden verileceğinden söz eden bilgiler var mı diye bir soru akla geliyor,
Bu sorunun çok net bir cevabını Duha suresinde buldum. Orada yüce Allah buyuruyor ki;  VedDuha (1) Kuşluk vaktine, gündüze yemin olsun VelLeyli izâ seca (2) bastırdığı zaman geceye yemin olsun Mâ vedde'ake Rabbüke ve mâ kalâ (3) rabbin seni terk etmedi, sana darılmadı. Ondan sonra Ve lel'ahıretü hayrün leke minel'ûla. (4) ahiret senin için öncesinden daha hayırlı olacaktır diyor. Ahiret, öncesinden. Tabii orada ki ahireti genelde ahiret olarak algılayan genel yaklaşıma karşılık ben ahiretin peygamberliğin sonraki dönemi anlamına geldiğini, yani Medine’si. Medinesinin Mekke’sine göre daha hayırlı olacağı manasına geldiğini, o görüşü benimsediğimi ifade etmiştim. 5. ayette; İşte tam da burayı işaret ettiğini düşünüyorum; Ve lesevfe yu'tıyke Rabbüke feterda. (5) rabbin sana çeşitli nimetler ‘ıta edecek ve sen memnun ve mutlu olacaksın.
İşte orada peygamberimize verileceği lesevfe “lam”, te’kittir manayı kuvvetlendiriyor. Sevfe İleride anlamına geliyor. Gene tabii hakkını teslim edelim bazı alimlerimiz sevfenin ahireti işaret ettiğini ve peygamberimize ahirette verilecek nimetlerin ayette kastedildiğini kabul ediyorlar.
Ben o kanaatte değilim. Sevfe nin Medine’yi işaret ettiğine inanıyorum. Üstelik Ve lesevfe yu'tıyke  ‘ata, yu’tıy fiilinin aynısının burada kullanıldığını, dolayısıyla burada ki ‘ateyna ile orada ki Yu’tıy in yani fiil olarak ta aynısını tercih edilmesi bence bir işarettir. Dolayısıyla Duha suresinde verileceği haber verilen nimetlerin Kevser suresinde verildiğinden söz edildiğine inanıyorum.
Öyleyse Kevser suresi Mekki değil Medeni bir sure olmak durumundadır yani orası ile irtibat kuruyorum. Bu benim kanaatim.
Bu sureye Medeni demenin ne faydası var? Orada can alıcı bir mesele var. Orayı sağlam bir zemine oturtabilmek için bu surenin iniş yeri ve iniş zamanı ile ilgili doğru bir duruşunuz olmalıdır diye düşünüyorum.
Şimdi bu surenin Mekki oluşu durumunda el Kevser ne demektir, Medeni olduğunu kabul ettiğimizde el kevse ne demektir bu detayı vermek durumundayız. Burayı anlarsak Fe salli li Rabbike venhar çok rahatlıkla anlaşılacaktır. İşte kurban mıdır değil midir, ne anlama geliyor diye. Bence sorun 2. ayetten kaynaklanmıyor, sorun 1. ayetten kaynaklanıyor. Surenin iniş yeri ve zamanı konusunda ki çok net bir tutum ortaya konulamamasından ya da referansları çok güçlü bir duruş ortaya konulamamasından kaynaklanıyor. Zannım budur yanılıyor olabilirim ama gerçekten böyle inanıyorum, surenin Medine de indirildiğine inanıyorum ve o itibarla da 1. ayeti yorumlayayım.
Şimdi şöyle başlıyor BismillahirRahmanirRahıym, İnnâ a'taynâkel Kevser işte iki kelimelik bir ayet. İnnâ yı edat sayalım a’taynâke fiil ve mef’ul ek Kevser de 2. Mef’ul sayalım. Yani kısa bir cümlecik.
Şimdi innâ lar var Kur’an ı kerimde biz ifadeleri var, bunun muhtemel bazı sebeplerini demiştik işte tevazu, yücelik, insanlara istişare öğretme amacı olabilir bir de sistemin içerisinde meleklerin görevlendirilmesini hatırlatıyor olabilir.
Burada İnnâ a’taynâ deyince Allah’u telâ nın peygamberimize inkarcı muhatapların tutumunu ortaya koymak üzere peygamberimizi sahiplenen bir anlam derinliğinin de olduğunu düşünüyorum. Yani biz verdik. Yani burada bir başarı varsa bu başarı muhatabın değil, bu başarının kaynağı biziz diyor. Yani risaletin ortaya konulmasında ki saik biziz.
Çok önemli bir ayeti kerime var En’am/33 Kad na'lemü biz biliyoruz innehu le yahzünükelleziy yekulun bu inkarcıların söylemekte olduklarının seni hüzünlendirmekte olduğunu biz biliyoruz. Feinnehüm bu adamlar lâ yükezzibuneke aslında seni yalanmalıyorlar ve lakinnez zalimiyn işte bu zalimler Bi âyâtillâhi yechadun Allah’ın ayetlerini inkar ediyorlar.
Şimdi cenabı Hakk imanı da üzerine alıyor, inkarı da peygamberin üzerinden kendi üzerine alıyor. Yani biz ifadelerinde meseleyi sahipleniyor kendine yönlendiriyor. Dolayısıyla burada böyle de bir anlam içeriğinin, anlam zenginliğinin bulunduğunu düşünüyorum.  (Mehmet Okuyan-Okudun mu tv programı)]

Kur’an ın en kısa suresi Kevser suresidir. 3 ayetlik 3 tane suresi vardır Kur’an ın. Fakat bu 3 ünün içinden de en kısası Kevser suresidir. Fakat anlamı çok derindir.

Konu olarak şerh ve duha suresinin hizasına yazılmalıdır. Yani motivasyon surelerinin hizasına Allah resulünü motive ettiği için, yüreklendirdiği için, teselli ettiği için.

Evet, vahiy sadece ağır bir yük değil, vahiy aynı zamanda büyük hayır, Kevser, el Kevser diyen bir sure bu. yani vahiy sadece sırtını ikiye katlayan ağır bir yük değil ey Muhammed, vahiy senin için Mekke’nin yetimini alemlere rahmet eden muhteşem bir hayır aynı zamanda. Bu sayede yetim, alemlere rahmet oldu. Buna da şükür gerekir değil mi. Medem böyle büyük bir nimetle karşı karşıyasın şükrünü eda et. Fe salli li Rabbike venhar (2) işte 2 ayet bu şükrü emreder.

El ebter olup ondan alakasını kesen, aslında el kevser’den mahrum kalır. Yani anlayacağınız gibi el ebter le el Kevser birbirinin zıddıdır mesani özelliği gereği. Hümeze ve lümeze nasıl birbirinin ters anlamları ise. Biri arkadan çekiştirmek biri önden çekiştirmekse. Yine Müzzemmil ve Müddessir zıt anlamlıdır mesani özelliği gereği. Müzzemmil’in aslı tezemmele dir. Nedir üstüne bir şey alan, yük yüklenen manasına gelir. Müddessir aslı tedessera dır, altına bir şey alan manasına gelir. Kinayeten yatan manasına gelir.

İşte onlar gibi burada da el Kevser ile el ebter birbirinin zıddıdır. Elkevser çok hayır, el ebter çok hayırdan kendini mahrum etmek, kesilmek manasına gelir. Şimdi suremizi tefsire geçebiliriz.



Rahman rahıym Allah adına. Özünde merhametli, işinde merhametli Allah adına. Her bildiri bir otorite adına okunur ve dinlenir, siz ey kullar bu ilahi bildiriyi Allah’tan gelen bir bildiri olarak dinleyin ve okuyun.


1-) İnnâ a'taynâkel Kevser;

Muhakkak ki biz verdik sana O Kevser'i! (A.Hulusi)

1 - Biz verdik sana hakikatte Kevser. (Elmalı)


İnnâ a'taynâkel Kevser sana, ke, kitap zamiri. Sana, hatta belki yalnız sana bir çok hayır vermedik mi. Daha doğrusu; Burada soru yok belki zımnen böyle de çevrilebilir. Sana bir çok hayrı biz verdik. Çünkü burada ki vurgu bize. İnne nin ismi olarak gelmiş. Biz. Nefsi mütekellim meal ğayr zamiri. Burada biz verdik başkası değil vurgu ona ayette. Çok hayrı biz verdik.

Bu çok hayır ne? El Kevser; camid isim. Camid isimler sadece müsemmalarına delalet eder demiştim. Nebiye tahsis edilen nimetlere delalet eder bu. Çünkü müsemması nebi. Nübüvvet Allah resulüne verilen 1 numaralı nimet. Kur’an Allah resulüne verilen 1 numaralı nimet.

Hz. Enes’ten havuz hadisi gelmiş. Genelde müfessirlerimiz Kevser’i de cennette bir havuz diye nakletmişler. Biraz önce Medeni mi Mekkiğ mi bahsinde ifade ettiğimiz gibi aslında bu biraz da duygusal bir açıklama. Surenin indiği dönem itibarıyla ve kelimenin delaletleri itibarıyla çok hayır manası ortada duruyor.

Başbakan Erdoğan, şöyle devam etti:
"(Biz sana kevseri verdik. Öyleyse Rabbin için namaz kıl ve kurban kes. Doğrusu sana buğzeden ebterin, yani soyu kesik olanın ta kendisidir) İşte bu ayetin rehberliğinde Hazreti Peygamberin şahsı manevisinde bugün karşı karşıya kaldığımız meseleleri tekrar tekrar düşünmek zorundayız. Kevser Suresi ırkçılığın kesin reddidir. Kevser Suresi asabiyetin reddidir. Her gün namazlarımızda okuduğumuz Kevser Suresi soy üstünlüğü iddia edenlere, asalet taslayanlara, kendisini diğerinden üstün görenlere Rabbimizin verdiği kesin ihtardır.
Oğullarıyla övünenler, soylarıyla böbürlenenler, mezarlardaki ölülerini dahi sayacak kadar kafataslarını ölçecek kadar aklını ve izanını kaybedenler aynı şekilde Kevser'i de kaybetmişlerdir. Bizler 780 bin kilometrekare üzerinde tıpkı dünya sathına yayılmış Müslümanlar, müminler gibi en önce Kevser Suresi'ni öğrenen, en önce çocuklarımıza Kevser suresini öğreten onu tekrar tekrar okuyan bir ümmetiz. Soy üstünlüğünü, asabiyeti kesinlikle reddeden bu sure bizim birbirimize nasıl bakmamız gerektiğini gösteren ölçüdür. Kendisini diğerinden üstün gören, kendi ırkını, kendi soyunu, kendi kavmini ve kabilesini diğerinden üstün gören veya üstte gören Kevser'i kaybetmiş, Hazreti Peygambere takdir edersiniz ki yüz çevirmiştir."(Kanal/a haber)]


2-) Fe salli li Rabbike venhar;

O hâlde Rabbin için salâtı yaşa ve kurbanı (benlik) kes! (A.Hulusi)

2 - Sen de Rabbin için namaz kıl ve kurban kesiver. (Elmalı)


Fe salli li Rabbike venhar burada aslında İnnâ a'taynâke de ki zamir hitap zamiri, şahsa özel tahsisi ifade eder. Duha da ki, inşirah suresinde ki ve fetih suresinde ki leke ler gibi. VedDuha, VelLeyli izâ seca, Mâ vedde'ake Rabbüke ve mâ kalâ, Ve lel'ahıretü hayrün leke minel'ûla. (Duha/1-2-3-4) leke minel’ûlâ, senin için son, önden daha hayırlı olacaktır. Evet, burada ki leke gibi.

Yine; Elem neşrah leke sadrek, (İnşirah/1) biz senin göğsünü ferahlatmadık mı. Leke senin için aslında orada. Biz senin için göğsünü ferahlatmadık mı.

Yine; İnnâ fetahnâ leke fethan mubiynâ. (Fetih/1) sana apaçık bir fetih nasip etmedik mi. Leke, senin için ve sana. Dolayısıyla burada Allah resulüne verilen özel nimetler hatırlatılıyor. Burada ki “kâf” ona delalet ediyor.

Fe salli li Rabbike venhar o halde namazı da kurbanı da yalnızca rabbine tahsis et. Böyle çevirmek zorundayım çünkü burada ki “lâm” tahsis içindir. Burada namaz kıl ve kurban kes emri yok. Burada ki emir zaten kılınan namaz değil, zaten öteden beri o toplumun kesmekte olduğu İbrahimi bir gelenek olan kurban değil. Burada emir; Namazı rabbine tahsis et, yani sadece rabbin için kıl.

Aslında burada ki namazı da bir öncede ki surede ki namaz gibi ibadet olarak görebiliriz, anlayabiliriz. İbadeti yalnızca rabbine tahsis et ve kurbanı da yalnız rabbin için kes. Aslında bu emir Fatiha da her gün onlarca kez okuduğumuz ayeti kerimeyi hatırlatmıyor mu İyyaKE na'budu VE iyyaKE nesta'iyn. (Fatiha/5) na’budu, iyyaKe nesta’iyn; iyyaKe demektir aslında. Ama mef’ul mukaddem gelmiş,başta gelmiş, tümleç başa alınmış. Neden? Çünkü tahsis anlamı katar da ondan. Sadece, yalnızca, yalnız ve yalnızca sana kulluk ederiz. Ve yalnız senden yardım isteriz. Belki şöyle de çevirebiliriz orada ki “vav”’a niçin manası vurgusuna dayanarak; sadece sana kulluk ettiğimiz için sadece senden yardım isteriz.

Evet, İşte o ayetin Kevser suresinde ki karşılığı bu, belki açılımı. Fe salli li Rabbike venhar yalnızca rabbin için ibadet et. İbadeti sadece Allah’a has kıl.

Venhar; Nahr, aslında göğüs manasına gelir. yani göğüs. Göğüsten mülhem olarak hayvan kurbanlamaya da bu kökten bir isim söylenmiştir.Onun için kurban manasına gelmiştir. Farklı manalar verenler de olmuştur, göğüsten yola çıkarak, etimolojisinden yola çıkarak; Ellerini göğsüne kaldır manasına gelir diyenler de olmuştu. İftitah tekbirinde ki eli göğse kaldırmanın, veya eli kulaklara kadar kaldırmanın emrini buradan, delilinin bu olduğunu söyleyenler olmuştur. Fakat doğrusu Nahr, yevmün nahr; kurban kesmektir, kurban kesilen gündür. Kurban bayramıdır aslında. Dolayısıyla böyle intişar bulmuştur, hem Kur’an hem sünnette ve hem de ilk muhatapların dilinde.

Burada hassaten, mücerret olarak namaz kıl ve kurban kes emri yoktur. Burada emir namazı ve kurbanı Allah için kıl ve kes dir. Allah’tan başkası için değil. Allah’a tahsis et sadece Allah’tan ibadette ihlası emretmektedir bu ayet. İbadette şirki reddetmeyi, başkasına dönmeyi reddetmeyi ve sadece ibadeti Allah’a has kılmayı emretmektedir.

[Ek bilgi; Benliğin kurbanlığını boğazla.Ta ki müşaheden esnasında benliğin telvin suretinde zuhur etmesin, seni temkin makamından almasın. Kusursuz fena ile Hak’la beraber ol, O’nun bekasıyla ebediyen beka bul! Vuslatın, halin, seninle var olan zürriyetin konumundaki ümmetinin vuslatı ile soyu kesik olmazsın.(M. Arabi-Te’vilat)]


3-) İnne şânieke hüvel'ebter;

Muhakkak ki sana hıncı olan var ya, asıl odur ebter (soyu kesik)! (A.Hulusi)

3 - Doğrusu sana bugz edendir ebter. (Elmalı)


İnne şânieke hüvel'ebter hiç şüphe yok ki senden nefret eden var ya, işte o hayrın tamamından kesilmiştir, kopmuştur. Yani senden nefret eden, sana verilen çok hayırdan da kopar, kopmuştur.

El Ebter’i tefsir geleneğimiz farklı farklı mecralarda yorumlamışlardır. Hatta el ebter’i soyu kesik manası vermek çok meşhur olmuştur. Soysuz, nesli yürümeyen, zürriyetsiz vs. gibi. Bu manaya, böyle bir mana vermeye hem istikrai bir okuma sonucu Kur’an ın yaklaşımı, hem kelimenin kendisi, hem bağlam, hem de dış bağlam şiddetle reddeder ve fakir de reddeder.

Bir kez Allah resulüne müşriklerin bir itham yapmış olduğu kabul ediliyor. Bu itham da ebter, yani soysuz. Niçin? Oğlu olmadığı için, veya oğlu olup yaşamadığı için. Oğlu olmuştur peygamberimizin Kasım, zaten künyesi ebül Kasım dır. Daha sonra İbrahim. hicretin 6. yılda doğan 8. yılda vefat eden küçük İbrahim olmuştur. Yani doğmuştur, ölmüştür. Zaten ebedi çocuk yoktur ki, doğmuştur ve ölmüştür. Oğlu olmuştur ResulAllah’ın. Kaldı ki ebter çocuksuz, zürriyetsiz. Oysaki ResulAllah’ın çocukları vardır. Kimisi hayatındayken vefat etmiş, Hz. Fatıma da o vefat ettikten sonra yaşamıştır ve ondan da torunları olmuştur. Daha Resulallah yaşarken olmuştur. Resulallah’ın nesli Fatıma üzerinden devam etmiştir.

Ha, onlar kızı evlattan saymıyorlar, oğlanı evlattan sayıyorlar dolayısıyla oğlan evladı üzerinden yürümediği için böyle diyorlar dersek, o zaman Kur’an böyle bir ithamı itham olarak kabul edip muhataplarına geri atmıştır öyle mi? Buradan o çıkıyor. Huvel’ebter inne şânieke senden nefret eden, asıl ebter odur diyor. Yani Kur’an bu hakareti onaylıyor kabul ediyor ama muhatabına atarak öylemi?

Acaba böylemi yani Kur’an çocuksuz olmaya bir nakise olarak mı bakıyor. Çocuksuzluk Kur’an a göre bir nakisa değildir. Çocuksuzlukla imtihan Kur’an a göre bir imtihandır. Hz. Zekeriya bu imtihandan geçmiştir, Hz. İbrahim bu imtihandan geçmiştir, Hz. Meryem’in annesi Hane bu imtihandan geçmiştir. Dolayısıyla bu bir imtihandır. Allah dilediğine verir dilediğinden alır. Dilediğine de hiç vermez. Dolayısıyla bu bir itham olamaz ki, bu bir nakisa olamaz ki. Bu insandan Allah’ın nimetini işte kıskandığı esirgediği manasına gelmez ki. Bunda ne hayırlar gizlidir kimse bilemez ki. Allah bazen vererek hayır diler bazen vermeyerek hayır diler. Hayır Allah’ın dilediğindedir. Dolayısıyla verdiği için mi hayırlı, aldığı için mi hayırlı kim bilebilir ki bunu. Onun için bunu bir itham olarak kabul etmesi, düşünülebilir mi Kur’an ın Hele hele kız çocuğunu evlattan saymayan bir anlayışı kabul etmesi düşünülebilir mi*

Peki bunu diyelim ki böyle, klasik yorum muhatabına geri attı diyor ve biz de böyle kabul edelim bir an için. Muhatabı kim? Tefsirlerimizde As Bin Vail. Tek isim geçer o. As Bin Vail kim? Amr İbn. As’ın babası. Peki muhatabına geri attığına geri çevirdiğine göre bu ithamı asıl ebter odur diyor ayet bu yoruma göre. Yani soyu kesik olan odur. As bin Vail’in soyu kesik miymiş? Hayır, neden? Amr İbn As onun oğlu. Amr İbn. As’ın oğlu da Abdullah ve ondan da bir çok torunu olmuştur. Dolayısıyla tarih boyunca As bin Vail’in nesli yaşamıştır, nesli kesilmemiştir.

Bu şii müfessirlerimiz tarafından bu ayetler Allah resulünün Hz. Fatıma dan gelen neslini tebcil etmek için yorumlanmıştır. Sünni müfessirlerden bir kısmı ise buna mukabil Sünni bir geleneği oluşturarak demişlerdir ki hayır, buradaki dünyadaki nesil değil, ahiretteki nesil. Ahirette nesli kesiktir As bin Vail’in veya kafirlerin.

Öyle mi acaba Ahirette de nesli kesilmiyor ki kafirlerin, müşriklerin cehennem var ve cehennemde ebedi kalacaklar. Mü’minler cennette nasıl kalacaklarsa, müşrikler de cehennemde öyle kalacaklar. Yani ne dünyada ne de ahirette küfrün ve şirkin kökü kesilmiyor, bitmiyorlar. Dolayısıyla bu yaklaşımı hangi versiyonu ile olursa olsun alsak alamıyoruz.

Onun için biz tekrar kelimenin köküne dönüyoruz. Nedir? El ebter. Betera. Aslında gataa manasına gelir. Gataa. El ebter, el gataa. Yani kesik bu manaya geliyor. Bunun soyla ilişkilendirilmesi sonradan, el makdum manasına geliyor el ebter aslında. el makdum; hiçbir iz kalmamacasına kopmak manasına gelir. Hatta öyle ki o kadar koptu ki vardı da koptu bu bağ denilmeyecek kadar koptu manasını veriyor lügatlarımız. Onun için burada ki soyu kesik manası sonradan kazandırılmış bir mana hatta yoruma dayalı bir manadır.

Burada el Ebter aslında el kevserin zıddıdır. El Kevser nasıl çok hayır manasına geliyorsa el ebter de hayırdan kopmak, hayrın tamamından kopup kesilmek manasına geliyor. Senden nefret eden hayrın tamamından kopup kesilir manasıdır. Ayetin manası budur. Ey Muhammed bir adam senden nefret ediyorsa aslında Kur’an dan kopar, Allah’tan kopar, vahiyden kopar, nübüvvetten kopar, hikmetten kopar, hakikatten kopar, ibadetten kopar, kulluktan kopar yani hayırlardan kopar ve cennetten kopar. Onun için el ebter olan el kevser’den mahrum kalır. Bu surede söylenen hakikat budur.

Bana her gün, her okuduğumda “Biz sana Kevser’i verdik” diyen Rabbimi duymazlıktan geliyorsam… Eyvah! Ardından bak ki ne geliyor: “Namaz kıl Rabbin için kurban kes! Asıl seni kınayandır soyu kesik, serveti devamsız olan!”
Bana (da) verildiğini fark ettiğimde Kevser’in sağımda solumda önümde arkamda “Kevser olasıca” güzellikler arıyorum. Ve buluyorum da.
Demek ki zaman bir Kevser; bana veriyor Rabbim; namaz kılarak ebedileştiriyorum zamanı, ömrümden beş vakti Rabbim için kurban olarak, keserek ömrüme devam kazandırıyorum.
Demek ki bedenim bir Kevser; bana hiç yoktan bağışladı Rabbim; seccadeye atarak bu çürüyen, eksilen, eskiyen, gözden düşen bedenimi sonsuz bir diriliğe kavuşturuyorum. Gözümü ayırıyorum dünyanın süslerinden kurban gibi. Kalbimi sıyırıyorum fani sevmelerin yüzünden kurban kesercesine. Bakışımı sonsuzlaştırıyorum. Sevdalarımı faniliğin paslı kılıcından, ölümün insafsız uçurumundan kurtarıyorum.
Demek ki servetim bir Kevser; bana tam ihtiyacım kadar, tam arzu ettiğim biçimde, hak etmediğim halde veriliyor. Servetimin yüzünü Allah’a çeviriyorum namazımdaki kıble gibi ve bana verildiğini biliyorum, tükenmezlik kazanıyor. Nimet elimden çıksa da, Mün’im olan Allah bana kalıyor, benimle kalıyor. Nimet hiç kesilmiyor, ebter olmuyor.
Demek ki “bana verilenler” Kevser, “bana verilenleri” infak ederek kurban edersem, servetim devamlılık kazanıyor, zenginliğim hiç bitmiyor.
Demek ki, şükür bir Kevser; yediğimi içtiğimi ağzımla şükre dönüştürerek namaz kıldırırsam, burada biten ve tükenenler adına söylediğim “Elhamdülillah”ı orada bitmez tükenmez bir “Elhamdülillah” olarak yerim içerim.
Demek ki şükür bir Kevser; “nimeti ziyadeleştiriyor”, çok ediyor, sonsuza taşı(rı)yor. Şükürsüzler biriktirdiklerini, istiflediklerini, oburlukla yığdıklarını çoğaltmayı umarken, asıl onlarınki “ebter” oluyor, bereketten kesiliyor. “Dille değil elle şükretmek” anlamına gelen “infak”ımla kurban ettiğim, eksilttiğim malım kesintisiz ve bitmez oluyor.
En önemlisi de: “Muhammed’e [asm] Kevser’i veren” bana da “Muhammed’i [asm] Kevser olarak veriyor. Çünkü;
“…Bütün nimet hazinelerini açmak salâhiyetinde olan, nimet-i imana vesile olan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm dahi öyle bir nimettir ki, nev-i beşer ilelebed o Zâtı medh ü senâ etmeye borçludur.” (Yirmi Dokuzuncu Lem’â, Said Nursî) (Senai Demirci)]

Rabbim bizleri el ebter olmaktan muhafaza kılsın, el kevser’e, yani hayrın kaynağı olan Allah resulünden koparmasın inşaallah. Kevser suresinden sonra Kafirun suresi geliyor.


{ve ahıru da'vahüm enil Hamdu Lillâhi Rabbil alemiyn. (Yunus/10)}
            Dualarının sonu da "Âlemlerin Rabbi Allah'a hamdolsun." diye şükretmek olacaktır.(Elmalı)}