Kevser suresinden sonra Kafirun
suresi geliyor 109. sırada elimizde ki mushafta. Fakat iniş sıralamasında 18.
sırada yer alıyor. Adını ilk ayetinden alıyor. İhlas ile birlikte düşünülmüş bu
sure hep. Hatta mukaşkışateyn şeklinde isimlendirilmiş. Yani hastalıktan iyi
eden manasına, hastalığı kurutan, kurutup atan manasına. Tabii ki bu hastalık
manevi hastalık, yani kalbin hastalığı İhlas ile birlikte sayanlar olmuş, hatta
onu bir sure telakki edenler dahi olmuş.
Fakat öyle olmadığı kesin. Ama
birbirine adeta atıf gibidir. Sanki Lâ İlâhe İllallah’ın Lâ ilâhe si. Kafirun suresi
İllallah ‘ı, İhlas suresi ise İllallah, yani tevhid suresidir. Bu iki sure Lâ
ilâhe İllallah’ın iki yarısını temsil eder. Lâ ilahe nin açılımı, Kafirun da,
İllallah’ın açılımı tevhid yani ihlas suresinde yapılır gibidir.
İlk tertiplerde maun suresi ile
fil suresi arasına yerleştirilmiş. Konusu tevhid. Ana fikri bir cümle “imanda
pazarlık yok.” İmanda pazarlık olmaz. Hatta tersi de geçerli pazarlık olan
yerde iman olmaz. Eğer imanda pazarlık yapıyorsa biri, orada da iman olmaz.
Onun için pazarlık olan yerde iman, imanda da pazarlık olmaz.
Niye? İman pazarlıksız bir şey,
Allah’a teslimiyet çünkü. Ya rabbi %95 teslim olsam olmaz mı? Olmaz, ona
teslimiyet denmiyor ki İslam denilmesi için, Müslüman adını alması için,
teslimiyet adını alması için pazarlıksız teslim olması, kayıtsız şartsız teslim
olması lazım. %99 bile olmaz. Çünkü teslimiyetin özüne aykırı, teslimiyetin
yapısına, mantığına aykırı. Teslimiyette pazarlık istisna tutulamaz. Ya rabbi
sana teslim oldum ama şu, şu, şu hariç. Hayır Ya rabbi sana teslim oldum ama
siyasi işlerime karışma, Ya rabbi sana teslim oldum ama ticaretime karışma. Bu
teslimiyet değildir ki. Kayıtsız şartsız teslim olmaktır İslam’ın adı.
Tarihi bir zemin üzerine, olay
üzerine oturur sure. Kureyş Allah resulü ile pazarlık yapar. Allah Resulü bu
pazarlık üzerine bir rivayette Ebu Talib’e gelirler Kureyş’in uluları, sanadidi
Kureyş kaynaklarımızın ifadesi ile ve ondan şöyle bir ricada bulunurlar.
Gel yeğenine içimizde ki en güzel
kızı alalım eğer istiyorsa. Onu, onunla everelim. Veya para toplayalım içimizde
en zengin yeğenin olsun, onu paraya boğalım. Veya içimizden en sevdiğin veya en
meşhur, en dalyan gibi, en fidan gibi falanımızın oğlu. Bu oğlumuzu sana
verelim onun karşılığında Muhammed’i bize
teslim et. Veya söyle ona başımıza lider olmak istiyorsa lider seçelim.
Yani biraz sonra mecnun diyecekleri insana nasıl teklif ediyorlar, kendi
içlerinde nasıl çelişkililer bakar mısınız.
Amca bunları dinlemiş ve
göndermiştir. Yeğenini çağırmış; Yeğenim Kureyş böyle böyle böyle diyor. Allah
resulünün cevabı tarihe geçecek dillere destan bir dava adamı cevabıdır.
Vallahi ay emmiy, Vallahi ya emmiy. Valahi ey amca lev vede us şemse fiy yemini
vel kamera fiy şimali lem ma teraktü hazel emr. Eğer güneşi sağ elime ayı sol
elime koysalar vallahi ben bu davamdan vazgeçmem. Ama benim için en dikkat
çekici tarafı bu ifadenin en sonudur. lem ma teraktü hazel emr. Hatta
ye’tiyallahu bi emri ta ki Allah’tan bir emir gelinceye kadar.
Bu neyi gösteriyor, bu son cümle?
Allah’tan bir emir gelirse vazgeçerim. Yani bu dava benim kişisel davam değil
ki. Ben bunun kişisel bire kin meselesi, dava meselesi yapmadım ki. Allah görev
kendirdi, kul olduğum için mecburum. Eğer Allah geri alsın, dönüp sormam bile
niye aldın. Dolayısıyla siz elçiye konuşuyorsunuz, elçiye zeval olmaz ki.
Elçiyi gönderene söyleyin bunu. Ben bir elçiyim, ben kendiliğimden gelmiş
değilim ki, kendiliğimden çekileyim. Veya ben çekilince olsun. Mümkin mi bu?
Dolayısıyla yapılan teklifte ki
mantık hatasını da gösteriyor aynı zamanda. Yani beni gönderen Allah’a söyleyin
bunları bana değil ve ben bunu kişisel bir dava haline getirmedim. Yani inada
bindirmedim ben. Allah geri çeksin ben bugün bırakırım. Yani bu çok önemliydi.
[Ek bilgi; Sure, küfür dini ile
İslam dini arasında hiçbir ilginin bulunmadığını ve herbirinin başlı başına
ayrı bir düşünce olup uzlaşma imkanının da bulunmadığını açıklamaktadır.
Başlangıçta bu surenin muhatabı Kureyşli kafirlerdir ve sure onların teklifleri
üzerine nazil oldu. Ama surenin geçerliliği o günler ile sınırlı değildir.
Kur'an'a geçen bu talimat müslümanlar için kıyamete kadar geçerlidir. Küfür
dini ne şekilde olursa olsun, hem sözle hem de amelle ondan beraat etmek
gerekir. Bu surede, küfür dininin ilkelerine riayet edilemeyeceği ve din
konusunda hiç bir anlaşma olamayacağı kafirlere bildirilmiştir. (Mevdudi-Tefhimu-l
Kur’an)]
Ve bir başka kaynakta tarihi olay
Vakıdi’nin ve İbn. İshak’ın eserlerinde Meğaziy ve Siyra da şöyle nakledilir.
Hz. Peygamber Kâbe’nin etrafında tavaf ederken Esved Bin Abdülmuttalib, Velid
bin Muğire, Ümeyye bin Halef ve As bin Vail gelirler ve şu teklifte bulunurlar;
Gel sen bizim tanrılarımıza bir yıl ibadet et, biz de senin tanrına bir yıl
ibadet edelim. Ona hayır deyince; O zaman gel sen bizim tanrılarımıza 1 ay
ibadet et biz seninkine bir bütün yıl. Pazarlık yapa yapa bi1 günü 1 yıla
çıkarırlar. Allah resulü üzgün bir biçimde onları reddederek eve döner ve işte
o gece Kâfirun suresi nazil olur ve bu bir dönüm noktası olur.
Kafirun suresinden sonra artık
Mekke aristokratlarının Allah resulünden ümidi kesilmiş. Yani artık pazarlık
paylarının olmadığını bu işe böyle bir çözüm bulamayacaklarını anlarlar ve ondan
sonra top yekun saldırıya geçer ve düşman olurlar. Yani Kâfirun suresi Mekke
hayatı boyunca Allah resulünün dönüm noktalarından birini teşkil eder. Ondan
sonra ikinci dönüm noktası is Necm suresidir. Müşriklerin putlarının tek tek
sayıldığı ve reddedildiği, orada da düşmanlık bir ileri aşamaya taşınır. Bu
dönüm noktası olan surelerden biridir. Şimdi suremizi tefsire geçebiliriz.
[Ek bilgi; İbn Abbas'tan şöyle
rivayet edilmiştir: Rasulullah, "Ben, şirkten kurtulacağınız kelimeleri
size öğreteyim mi?" dedi. Ve "o kelimeler, uyumadan önce Kafirun
suresini okumanızdır" buyurdu. (Ebu Ya'la, Taberanî). (Mevdudi-Tefhimu-l
Kur’an)]
Rahman, Rahıym olan Allah adına.
Özünde merhametli, işinde merhametli Allah adına.
1-) Kul yâ eyyühel kâfirun;
De ki:
"Ey hakikat bilgisini inkâr edenler!" (A.Hulusi)
1 - Deki:
ey kâfirler! (Elmalı)
Kul yâ eyyühel kâfirun de ki siz ey
kafirler. De ki siz ey küfrü hayat tarzı edinenler. De ki siz ey inkarı ahlâk
haline getirenler. Kafirin ismi fail olmasından yola çıkarak bir fiil, failin
ismi olması için onu hayat tarzı ve ahlâk tarzı haline getirmesi lazım. Onun
için farklı versiyonlarıyla çevirdim. Ne kadar çevrilebilirse onların hepsini
çeviriye yansıttım ki bu manalar da burada var olduğu bilinsin.
Kul, Kur’an da ilk de ki fiili.
Ki Kur’an da bunun dışında 4 dure daha böyle başlar Kul HUvAllâhu Ehad. (İhlas/1) Felâk
suresi Kul e'ûzü BiRabbil felak.
(Felak/1) Nas suresi; Kul e'ûzü
BirabbinNâs. (Nas/1) ve cin suresi; Kul
ûhıye.. (Cin/1) Dolayısıyla 4 sure + 1= 5 sure Kur’an da Kul emir fiiliyle
başlar. De ki; manasına gelir.
Birincisi
inşadır, çünkü emirdir. Bunun anlamı da şudur ben seni inşa ediyorum ey kul,
Allah seni inşa ediyor, emir veriyor, bu emri tut.
İkincisi o
emir kuludur niye ona gidip de böyle pazarlıklar yapıyorsunuz manasını zımnen
verir. Öyle değil mi Kul; onlara diyor ki De ki; Benim adıma de. Sen
kendiliğinden demiyorsun ki. Bu vahyi, bu dini sen kendiliğinden tebliğ
etmiyorsun ki, gelmişler seninle pazarlık yapıyorlar. Yapacaklarsa benimle
yapsınlar. Zımnen bu var. De ki de Kul de bu var. Varsa itirazınız bana gelin
diyor yani.
Üçüncüsü
sözün asli sahibi o değil midir? Allah’tır Onun için Kur’an a siz onun sözü
gibi bakmayın, Kur’an Allah’ın sözüdür. Allah’tan aldığını iletmektedir sadece
bu. İşte kul böyle zımni vurgulara sahiptir.
El Kâfirun;
Meful geldiği için Ya eyyühel Kafiriyn gelmiş. İsmi fail; küfrü hayat tarzı
olursa ismi fail gelir. Fiil olarak gelebilirdi, ama fail olarak gelmiş çünkü
küfrü hayat tarzı haline getirmişler.
[Ek bilgi; “Kafirun suresini her
okuduğumda Hz. İbrahim’in bir tevhid deklarasyonu var Şuârâ suresinde o aklıma
gelir.
İnsanın ne durumda olduğunu
bilmesi lazım, sizin ne durumda olduğunuzu da bilmeniz lazım ve sizin ona
etraflı bilgi vermeniz lazım. Yani ben şimdi şöyleyim siz böylesiniz. Eskiden
ben böyleydim siz öyleydiniz, öyleyse ne haliniz varsa görüne getirecek bir
tebliğ biçimi var.
Bu surede bir kararlılık
öğretisi de vardır, ben böyleyim kardeşim. Sen şimdi beni böyle anla, ister
kabul et istersen reddet ama ben buyum. Siz durumunuzu pozisyonunuzu açık dille
ortaya koyacaksınız. Böylece inançların karışmamasını temin edeceksiniz. Yani
nerede ayrışıyoruz, nerede birleşiyoruz bunun net çizgilerle ortaya koymak
lazım. Yani bu sure mert ve net olmayı öğretiyor.
Hz. İbrahim’in tevhid
manifestosu dediğimiz Şuârâ suresinde nefis bir açılımı vardır bu ayetlerin
mutlaka hatırlanması gereklidir. 69. ayetten doğrudan bilgi 104. ayete kadar
geliyor. Bir bölümü çok çarpıcı diyor ki rabbimiz;
Vetlü aleyhim nebee İbrahiym.
(Şuârâ/69) sen şimdi onlara İbrahim’in haberini aktar, ya da İbrahim’in
haberini gündem yap. Artık merkezinizde İbrahim’in haberi olsun.
İz kale liebiyhi ve kavmihi ma ta'budun.
(Şuârâ/70) hani İbrahim babasına ve demişti ki, si,z neye kulluk yapıyorsunuz?
Cevap veriyor;
Kalu na'budu asnamen fenezallü leha
akifiyn. (Şuârâ/71) biz putlara tapıyoruz, biz putlara boyun eğmeye
devam edeceğiz. Hz. İbrahim diyor ki;
Kale hel yesme'uneküm iz ted'un.
Şuârâ/72) siz onlara dua ettiğiniz, yalvardığınız zaman sizi duyuyorlar mı?
Ev yenfeuneküm ev yedurrun.
(Şuârâ/73) ya da size yarar veya zararları dokunuyor mu bunların? Cevap
veriyorlar;
Kalu bel vecedna abaena kezâlike
yef'alun. (Şuârâ/74) hayır, hayır, ama biz atalarımızı böyle yapar
bulduk. Diyor ki Hz. İbrahim;
Kale eferaeytüm ma küntüm ta'budun.
(Şuârâ/75) hiç düşünüyor musunuz nelere tapındığınızı, hiç kafa yordunuz mu,
neye tapıyorsunuz. Duymuyor, işitmiyor, yararı yok zararı yok. Atam öyle yaptı
diye böyle yapılır mı?
Entüm ve abaükümül akdemun.
(Şuârâ/76) hem siz, hem geçmiş atalarınız neye tapındığınızı hiç düşündünüz mü?
Bu Kul yâ eyyühel kâfirun demek
yani. Durum, pozisyon ortaya koyuyor. Sonra diyor ki Hz. İbrahim;
Feinnehüm adüvvün liy illâ Rabbel
alemiyn. (Şuârâ/77) bu tapındığınız varlıklar benim düşmanımdır.
Ancak benim dostluğum alemlerin rabbinedir. Şimdi Allah’ı anlatıyor diyor ki;
Elleziy halekaniy feHUve yehdiyn. (Şuârâ/78)
O beni yaratan, bana doğru yolu gösterendir.
Velleziy HUve yut'ımüniy ve yeskıyn.
(Şuârâ/79) beni doyuran, benim susuzluğumu giderendir.
Ve izâ merıdtu feHUve yeşfiyn. (Şuârâ/80)
Hastalandığım zaman bana şifayı ihsan eden O’dur.
Velleziy yümiytüniy sümme yuhyiyn.
Şuârâ/81) beni öldürecek sonra da diriltecek olan O’dur.
Velleziy at'meu en yağfire liy
hatıy'etiy yevmeddiyn. (Şuârâ/82) mahşer günü hatamı bağışlamasını
umduğum varlık ta O’dur.
Rabbi heb liy hükmen ve elhıkniy Bis salihıyn. (Şuârâ/83)
rabbim bana güçlü bir muhakeme ihsan eyle. Beni salihler arasına koy.
Vec'al liy lisane sıdkın fiyl ahıriyn.
(Şuârâ/84) beni benden sonrakilerin düzgün anacağı bir vesile eyle. Yani beni
güzel sözlerle ansınlar.
Vec'alniy min veraseti cennetin na'ıym.
(Şuârâ/85) beni nimet cennetlerine varis olanlardan eyle. Diye devam ediyor.
Hz.
İbrahim Allah’ı böyle tanıtıyor. Bu surede de Cenabı Hakk peygamberden bir
kulluk tanıtımı yapmasını istiyor. Karşı taraftakinin durumu ne, benim durumum
ne. Onu ortaya koymasını istiyor. Böylece bir tevhid öğretisi bu surenin merkez
konusu olarak tespit edilmiş oluyor. (Mehmet Okuyan- Okudun mu)]
2-) Lâ a'budu mâ ta'budûn;
"Sizin
tapındığınıza ben tapınmam!" (A.Hulusi)
2 - Tapmam o
taptıklarınıza. (Elmalı)
Lâ a'budu mâ ta'budûn asla ama asla
kul olacak değilim sizin kul olduğunuz şeylere.
[Ek bilgi; Bu ifade, kafirlerin
ibadet ettiği ve halen de ibadet etmekte oldukları bütün mabudları şamildir.
Onlar; melekler, cinler, nebîler, veliler, ölmüş insanların ruhları, güneş, ay,
yıldız, hayvanlar, ağaçlar, nehirler, hayalî tanrılar ve tanrıçalar da
olabilir. (Mevdudi-Tefhimu-l
Kur’an)]
3-) Ve lâ entüm 'âbidûne mâ a'bud;
"Siz
de benim ibadet ettiğime abidler (ibadet eden
kullar) değilsiniz." (A.Hulusi)
3 - Siz
de tapanlardan değilsiniz benim mabuduma. (Elmalı)
Ve lâ entüm 'âbidûne mâ a'bud ve siz
de benim kul olduğuma kulluk edecek değilsiniz. Kul olacak değil, kulluk edecek
değilsiniz.
Dikkat buyurun iki şeyi
birbirinden ayırmaya çalışıyorum tam tercümeye yansıtmak için metni. Bu
gerçekten zor bir şey. Ta’budu ve ‘abudu fiiller, bunlar fiil. ‘abidun ise
fail, isim yani. Bu ikisini birbirinden ayırmak lazım tercüme yaparken. Dolayısıyla
kul olmak ve kulluk etmek ayırımını işte bunun için dikkate değer buluyorum,
bunun için önemli buluyorum.
Yine 2 ve 3. ayetler ile 4 ve 5.
ayetler aynı gibi dursa da tekrar değil. Aynı da değil zaten. Yani bu surede
tekrar yok, tekrar savunucularını destekleyen bir şey yok surede farklı. 2. ve
3. ayetlerle 4 ve 5. ayetler farklı. 2
ve 3. ayetlerde lâ ile gelecek zaman fiksleniyor. Yani ben kulluk etmem derken
etmeyeceğim, gelecek zaman 2 ve 3 te. Fakat 4. ayette ise ‘abedtüm; mazi geçmiş
zaman. O zaman 2 çiftin de 2-3 ile 4-5. ayetlerin zamanı farklı ilkinde gelecek
zamanda kulluk etmeyeceğini, yani şirke asla bulaşmayacağını ilan ediyor. 3 ve
4 le de geçmişte de hiç bulaşmamış olduğunu ilan ediyor. iki zamanı birden
kapsıyor. Biri gelecek, öbürü geçmiş zamanı.
Müşriklerin teklifi çift
zamanlıydı redde çift zamanlı geliyor aslında. Hatta Ebu Müslüm Isfahani’nin
harika bir tahlili var. ayetlerde ki “mâ” larla ilgili. Burada ki; Lâ ‘abudu mâ
ta’budun. Yine mâ ‘abudu yine mâ ‘abettüm, yine mâ ‘abudu. 4 tane mâ var ve
bunları ikiye ayırıyor Ebu Müslim Isfahani, o cins kafa müfessirimiz. Ve ilk
ikisiyle son ikisine farklı mana
veriyor. Gerçekten çok dikkat çekici. 2 ve 3 te ki mâ lar elleziyle
hükmünde, yani ismi mevsul, ilgi zamiri yeni dil bilgisi kurallarıyla. Mutlak
varlık manasına geliyor. Yani Allah. Fakat 4 ve 5 tekiler mastar. Bilinçsiz ve
körü körüne bir kulluğa delalet ediyor. Mastar, fiilin kendisine delalet ediyor
bilinçsiz ve körü körüne kulluk. Yani ben öyle bir şeye kulluk ediyorum ki, öyle
bir varlığa, Mutlak varlık. 2. ve 3. ayetlerde ki mâl ar. Benim kulluk ettiğim
mutlak varlık. Fakat sizin kulluk ettikleriniz ise körü körüne bir kulluk, gözü
kapalı bir kulluk. İşte buna delalet ediyor.
Ve bu ayette gaybi bir ihbar da
görüyoruz. Nedir bu? bu pazarlığı yapmak için gelen ekipten hiç biri
ömürlerinin sonuna kadar iman etmiyorlar ve hepsi de müşrik olarak ölüyorlar.
Bu çok ilginç. Demin saydığım isimlerin hepsi de müşrik olarak ölüyorlar. Devam
ediyoruz;
4-) Ve lâ ene 'abidün mâ 'abedtüm;
"Sizin
tapındıklarınıza ben abid (ibadet eden kul) değilim." (A.Hulusi)
4 - Hem
ben tapıcı değilim sizin taptıklarınıza. (Elmalı)
Ve lâ ene 'abidün mâ 'abedtüm zaten
ben asla kul olmadım sizin geçmişte kul olduklarınıza, asla kul olmadım. Hz.
Peygamberin geçmişinde şirke bulaşmadığının da en güzel delili, belgesidir bu.
[Ek bilgi; “Tercümelerde
genellikle gözden kaçırılan bir detay var. Ama çok önemli bir soruyu cevaplayan
bir detaydır bu. ve ne olursa olsun gözden kaçırılmamalıdır. Ve lâ ene 'abidün mâ 'abedtüm ben TAPINMIYORDUM
sizin tapındığınız şeylere. Bu Hz. Peygamberin peygamber olmadan önceki
hayatıyla alakalı duruşunu ortaya koyuyor.Hani deniyor ki Hz. Peygamber,
peygamber olmadan önce kavminin dini üzere idi diyorlar. Bunu şiddetle reddediyorum
Öyleyse ona neden hanif deniyor? Hz. Muhammed kavminin dini üzere falan değil.
Onun delillerinden biri budur. İkinci gelen Ve lâ entüm 'âbidûne mâ a'bud siz de benim kulluk yaptığım
varlığa kulluk YAPMIYORDUNUZ. Öyle ise şimdi; Leküm diynüküm ve liye diyn sizin dininiz size, benim yolum bana.
Benim değerlerim bana, sizin değerleriniz size.
Bu bir anlamda din özgürlüğü
deklarasyonudur da aynı zamanda. Yani yer yüzünde herkesi iman ettirmek zorunda
değildir mü’minler. Çünkü Kur’an ı kerimde mesela Yusuf/103 ayetinde Ve ma
ekserunNasi velev haraste Bi mu'miniyn. Yusuf/103) insanların çoğunluğu sen ne
kadar üzerine düşsen de iman edecek değildir diyor. (Mehmet Okuyan-
Okudun mu)]
5-) Ve lâ entüm 'âbidûne mâ a'bud;
"Siz
de benim kulluk ettiğime abidler (kullar) değilsiniz." (A.Hulusi)
5 - Hem
de siz tapıcılardan değilsiniz benim mabuduma. (Elmalı)
Ve lâ entüm 'âbidûne mâ a'bud ve
zaten siz de benim kulluk etmiş olduğuma kul olacak değilsiniz. Dolayısıyla bu
ne geçmişte böyle oldu, ne gelecekte de böyle olacak.
Aslında burada harika bir nükte
var biliyor musunuz; Şirk neydi? Hak batıl şirketi. Müşrikler kimdi? Allah’a
iman eden Allah dışındakilere de tanrılık yakıştıran. Yani Allah’ı inkar etmiyorlar,
iman ediyorlar. Bu ayetlerden yola çıkarak ne diyebiliriz? Hiçbir şirkte
Allah’a iman kabul edilmez. Yani şirk varsa onun içinde %90 nında Allah’a iman
olsa %10 da da Allah’tan rol çalıp bir başkasına tanrılık yakıştırılsa o %90 da
iman etmemiş sayılıyor. Buradan bu çıkıyor. Yani siz aslında Allah’tan
başkalarını Allah’a şirk koştuğunuz gün Allah’a iman etmeyi bıraktınız. Çünkü
imanda pazarlık olmaz. İmanda %de olmaz. İmanda yüzdelikli iman yok ki, iman
saf bir şey, som bir şey. Siz imanda yüzdelikli bir pazarlığa tabi tuttuğunuz
günden itibaren Allah’ı inkar etmiş sayılıyorsunuz. Biz bunu anlıyoruz buradan.
6-) Leküm diynüküm ve liye diyn;
"Sizin
din (anlayışınız)
size, benim din (anlayışım) banadır!" (A.Hulusi)
6 - Size
dîniniz, bana dînim. (Elmalı)
Leküm diynüküm ve liye diyn evet,
sizin dininiz size, benim dinim bana.
Burada ki “lâm” lamı istihkak
derler buna. Eğer istihkak manası verirsek çeviriyi şöyle yapmam lazım. Sizin
dininiz size layık, benim dinim bana layık. Veya sizin dininize siz
müstahaksınız, benim dinime de ben müstahakım. Evet, temizler temiz içindir,
pisler pis içindir. Adeta herkes layık olduğunu bulur dercesine “lâm” a
istihkak manası verecek olursak eğer.
Burada diyn aslında değerler
sistemi, hatta borçluluk bilinci. Hatırlayalım Maun suresinin ilk ayetinde Eraeytelleziy
yükezzibü Bid diyn (Maun/1) i izah ederken dinin manasını açmıştık.
Aslında borçluluk bilinciydi. Dindarlık Allah’a borçluluk bilinci. Yani
değerler sistemi.
Peki değerler sistemi olan insan
pazarlık yapar mı? değerin pazarlığı olur mu? Bir değerin pazarlığını o değerin
sahibi belirler fiyatını. Din gibi bir değerin sahibi Allah’tır. Dolayısıyla
ben pazarlık yapamam diyor Allah resulü. Allah’ın dinine iman etmiş hiç kimse
pazarlık yapamaz. Çünkü Allah’ın dininin fiyatını Allah belirler. Allah’tan
başkasının hazinesinde de Allah’ın hazinesinde olan yoktur.
Peki siz ne yapıyorsunuz? Siz
fiyatlandırıyorsunuz. Benim değerlerim var, sizin fiyatlarınız var. Benimki
eddiyn, sizinki diyn. Dolayısıyla ben pazarlığa gelmiyorum siz geliyorsunuz.
Siz hemen düşüverdiniz. Putlarınızdan ödün veriverdiniz, hemen pazarlığa
yanaştınız. Zaten sıkıntınız da burada, kendiniz nasılsanız karşınızdakini de
öyle anlıyorsunuz, öyle zannediyorsunuz. Niye? Siz pazarlığa gelebilecek bir
din uydurdunuz, çünkü kendi uydurduğunuz şey. Helvadan put yaparsanız olacağı
bu. Ama herkesi kendiniz gibi zannediyorsunuz. Eddiyn e iman eden insanları da
kendiniz gibi pazarlıklı zannetmeyin. Onlar Allah’a teslim oldular, hiç
pazarlık yaparlar mı?
Hani Firavunun sihirbazları hz.
Musa’nın elinde ki mucizeye şahit olduktan sonra oracıkta Musa işle hiç
pazarlığa bile yanaşmadan, böyle bir teşebbüse dahi kalkmadan. Rabbi
Musa ve Harun. (Şûara/48) Biz Musa ve
Harun’un rabbine iman ettik demişlerdi. Firavun bunun üzerine olanca haşmet,
dehşet ve korkunçluğuyla; amentüm lehu kable en azene leküm. (Şûara/49) şimdi
siz benden izin almadan iman ettiniz ha? le ukattı'anne eydiyeküm ve ercüleküm min hılafin bu muhalefetinizden dolayı, bu kopmanızdan
dolayı ellerinizi ve ayaklarınızı keseceğim ve leusallibenneküm ecme'ıyn ve
topunuzu asacağım demişti de –ki dediğini de yaptı zaten- yapacağını da
biliyorlardı. Bu tehdit üzerine Hz. Musa’nın gözlerine gözlerini dikip de şimdi
ne olacak bile demediler.
Evet, ne dediler? inna
ila Rabbina münkalibun. (Şûara/50). Olsun zaten rabbimize
dönecek değil miyiz erinde gecinde, ne olacak ha bir gün önce ha bir gün sonra.
Evet, pazarlıksız imanın tarihi örneklerini de Kur’an işte böyle anlatıyor.
Rabbim bizlere pazarlıksız, garazsız,
ivazsız, kendisi için kılınmış ve içine hiç şirk katılmamış, küfür katılmamış
ve asla Allah’tan başkasına tanrılık yakıştırmak gibi bir kirin, pisliğin
katılmadığı som ve saf bir iman lûfetsin inşaAllah.
Ve ahiru davahüm enil hamdülillahi rabbil
alemiyn
Allah doğru söyledi. Çağrımız ve davamız
Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır.