31 Ağustos 2011 Çarşamba

İslamoğlu Tef. Ders. Araf (152-155)(56-A)




Sevgili Kur’an dostları geçen dersimizde A’raf suresinin 150. ayetine kadar işlemiştik. İşlediğimiz ayetleri hatırlayacak olursak Mekke döneminin ikinci yarısında indirilen bu ayetlerde, içerisinde hiçbir Yahudi nüfus bulunmayan Mekke de onlarca ayet İsrail oğullarının Yahudileşme serüveninden söz ediyordu. Bu Yahudileşme serüveni içerisinde ana noktalardan temel sapmalardan biri olan İsrail oğullarının kendilerine zulmeden firavunun elinden kurtulduktan sonra nasıl zalim kavmin putu olan ineğe, buzağıya taptıklarını anlatıyor ve bunun arkasından Hz. Musa’nın bu sapmaya karşı tepkisini veriyordu.

Haddi zatında geçen ders işlediğimiz ayetlerden de hatırlayacağınız gibi İsrail oğulları buzağıya tapmıyorlardı. Mısır’ın apis tanrısı, kutsal sığır tanrısı olan apise tapıyorlardı. Ona da tapmıyorlardı, tıpkı Tevrat’ta bir cümle ile geçen Mısır güzel ve görkemli bir inekti. Sözünde olduğu gibi İsrail oğulları özledikleri Mısır’a tapıyorlardı. Toprağa tapıyorlardı.

Onun için Kur’an akide pahasına, iman pahasına, onur pahasına, özgürlük pahasına böylesine bir toprağa bağlılığı reddediyordu.

İşte o ayetlerin ardından Hz. Musa Vahiy almak için gittiği Tûr dan dönünce karşılaştığı bu korkunç, ürpertici manzaraya tepki gösterdi. İlk tepkisini de yerine halef olarak bıraktığı Harun’a göstermişti kardeşi Harun peygambere. Harun peygamber bu işte kendisinin bir dahli olmadığını, kendisini de ezip geçtiklerini, eğer daha da ısrarlı davransaydı canına kastedecekleri haberini verince Hz. Musa  bu kez doğrudan Allah’a yönelecek ve şöyle diyecek;


151-) Kale Rabbığfirliy ve liehıy ve edhılna fiy rahmetiKE ve ENTE Erhamür Rahiymiyn;

(Musa) dedi ki: "Rabbim... Beni de kardeşimi de mağfiret et ve bizi rahmetine dâhil et... Sen, Erhamur Rahıymiyn'sin." (A.Hulusi)

151 - Dedi: rabbim bana ve kardeşime mağfiret buyur ve bizi rahmetinin içine koy, sen ki erhamürrahimînsin. (Elmalı)


Kale Rabbığfirliy ve liehıy ve edhılna fiy rahmetiKE ve ENTE Erhamür Rahiymiyn; Musa; Rabbim dedi. Rabbim beni bağışla, sanırım bu beni bağışla duası, özrü, istiğfarı; öfkemi, aceleci öfkemi, verdiğim acele yargıyı, kardeşim Harun için olan suizannımı bağışla anlamına gelse gerek. Beni bağışla, kardeşimi de ve bizi koruyucu şefkatinle kuşat. Çünkü sen merhametlilerin en merhametlisisin.

Bir peygamber son dahlinde insanın istikametinin nereye dönmesi gerektiğini, insanın son yöneleceği merciinin hangi mercii olması gerektiğini işte böyle öğretir insana.


152-) İnnelleziynet tehazül ıcle seyenalühüm ğadabün min Rabbihim ve zilletün fiyl hayatid dünya* ve kezâlike neczil müfteriyn;

Muhakkak ki buzağıyı (tanrı) edinenlere, Rablerinden bir gazap ve dünya hayatında bir aşağılanma ulaşacaktır... Biz iftiracıları böyle cezalandırırız. (A.Hulusi)

152 - Şüphesiz o danayı edinenlere rablerinden bir gadab ve Dünya hayatta bir zillet erişecek ve işte müfterileri böyle cezalandırırız. (Elmalı)


İnnelleziynet tehazül ıcle ve Musa peygamber Harun’a yönelerek; Şu buzağıyı tanrı edinenlere gelince dedi.

seyenalühüm ğadabün min Rabbihim ve zilletün fiyl hayatid dünya sonunda onlar rablerinin gazabı gelip onları bulacak, dünya hayatında ise onursuzluğa, zille, onursuzluğa mahkum olacaklar.

Bu ibareyi Musa peygamberin ağzından naklediyor diye düşünüyorum Kur’an. Ona atfetmek lazım diye düşünüyorum, çünkü ibare, yukarı ile doğrudan bağlantılı. Her ne kadar dinsel bir atıf yoksa da bu ibareyi en doğru olan Hz. Musa’nın ifadesinin bir devamı saymaktır gibi geliyor bana.

Tabii burada sadece şirk değil, aynı zamanda düşmanına tapacak kadar onursuzlaşan bir topluluğa hüküm koyma var. Onun içinde diyor ki;

seyenalühüm ğadabün min Rabbihim sonunda rablerinin gazabı gelip onları bulacak, ama bu Allah’ın hakkına tecavüz etmelerinin karşılığı. Bu o. Fakat şirk, hele onların şirki. Yalnızca Allah’ın hakkına tecavüz değil ki, bir de kendi onurlarına tecavüz. Çünkü düşmanlarına tapıyorlar. Düşmanlarının putuna tapıyorlar. Mısır’a tapıyorlar. Kendilerinin varlığına kastetmiş, kendilerine en büyük zulmü yapmış, soykırım uygulamış bir topluluğun putunu tanrı ediniyorlar.

Bu sadece akidevi bir suç olmaz, aynı zamanda bu insanın kendi kendisine karşı, insanın kendi onuruna karşı işlediği büyük bir suçtur. İşte onun için ayet, 1 ve 2. bölümü veriyor bize, ki o da; ve zilletün fiyl hayatid dünya. dünya hayatındaysa onursuzluğa mahkum olacaklar. Zaten bu onursuzluğun ta kendisi. Bir insan veya insanlar düşmanlarına tapmaya başlamışlarsa bundan büyük onursuzluk mu olur.

Affınıza sığınarak Cemil Meriç’in bir tasviri geldi gözümün önüne. Tam da İsrail oğullarının düşmanlarının tanrısına tapma zilletini güzel ifade eden bir tasvir.

Efendisinin pisliğini şifa niyetine içen aptal uşak..! Der.

Ağır, ama bir o kadar da betimleyici, olayı insanın zihnine kazıyıcı bir tasvir bu. Aynen İsrail oğullarının düştüğü Yahudileşme kompleksi bu idi işte. Onun için tıpkı onlar efendisinin pisliğini şifa niyetine içen aptal uşak rolünü oynuyorlardı. Allah bundan büyük bir zillet verebilir miydi.

ve kezâlike neczil müfteriyn; biz iftiracıları, Allah hakkında, yalan uyduranları, hakikate çamur atanları işte böyle cezalandırırız.


153-) Velleziyne amilüs seyyiati sümme tabu min ba'diha ve amenû* inne Rabbeke min ba'diha le Ğafûrun Rahıym;

Ancak öyleleri (de var) ki, kötülükler yaptıktan sonra, ardından pişman olup tövbe ederek, iman ettiler... Muhakkak ki Rabbin ondan sonra elbette Ğafûr'dur, Rahıym'dir. (A.Hulusi)

153 - O, kötü amelleri işleyip de sonra arkasından tövbekâr olup iman edenler ise şüphe yok ki rabbin ondan sonra elbette gafurdur rahîmdir. (Elmalı)


Velleziyne amilüs seyyiati sümme tabu min ba'diha ve amenû Ne ki, devam ediyor. Ne ki önce kötülük işleyip te ardından pişmanlık duyarak Allah’a güvenle yönelenlere gelince. ve amenû sözcüğünü, güvenle diye çevirmeyi uygun buldum, ve iman edenlere gelince anlamına gelir kelime anlamı. Ama buradaki iman daha çok güvenle ilgili bir iman. Güvene dayalı. Zaten bir iman ki güvene dayanmıyorsa o iman olur mu? Sana iman ettim ama güvenmiyorum diyen bir iman, iman mıdır ve unutmayın bugünkü bir çok insanın Allah’a imanı, işte böylesine çelişkili bir imandır.

Rabbim sana inandım, ama falancaya güveniyorum.

Diyen bir iman..! Böyle bir iman, iman olur mu? Ama böyle binlerce, milyonlarca iman var. İşte onun için ben özellikle güven, yani imanın ahlaki tanımı olan güven boyutunu vurguladım bu çeviride.

Evet, Allah’a güvenle yönelenlere gelince;

inne Rabbeke min ba'diha le Ğafûrun Rahıym; Kuşkusuz senin rabbin, hele de böyle bir tevbeden sonra, böyle bir pişmanlıktan sonra Çok bağışlayıcıdır, merhamet sahibidir. Süpürme yok. Ne yaparlarsa yapsınlar, ne kadar büyük suç işlerse işlesinler, yine kulumsun bana geleceksin dercesine, affederim diyor peşinen. Yeter ki ısrar etme.

Bakınız işlenen günahın büyüklüğüne bakınız, nankörlüğün büyüklüğüne bakınız; Allah’ın rahmetinin büyüklüğüne bakınız. Hiçbir nankörlük Allah’ın rahmetinden büyük olamaz. Hiçbir günah Allah’ın merhametinden büyük olamaz. Hiçbir isyan Allah’ın affından da büyük olamaz.

İşte bu. Onun için Gelin diyor, kurtardım sizi. Siz küfrettiniz, ama gene gelin, gene kurtarırım. Ben size iyilik ettim, siz ihanet ettiniz. Hem kendinize hem bana. Ama ısrar etmeyin, ben gene size iyilik ederim, hem de affederim. İşte Allah’ta bu. Kendisini kendi kelamı ile tanıtıyor.


154-) Ve lemma sekete am Musel ğadabü ahazel elvah* ve fiy nüshatiha hüden ve rahmetün lilleziyne hüm liRabbihim yerhebun;

Musa'nın öfkesi geçince, levhaları aldı... O yazılı metinde, Rablerinden korkanlar için hüda ve rahmet vardır. (A.Hulusi)

154 - Vaktâki Musâ’dan gadab sustu, elvahı aldı ve onlardaki yazıda bir hidayet ve bir rahmet vardı, fakat öyle kimselere ki onlar sırf rableri için hidayet ve rahmet duyarlar. (Elmalı)


Ve lemma sekete am Musel ğadabü ahazel elvaha ve öfkesi yatışınca, Olay örgüsü devam ediyor, tahkiye yöntemi ile, hikaye yöntemi ile Kur’an bize olay mahallinden notlar aktarmaya devam ediyor.

Ve öfkesi yatışınca Musa, Levhaları aldı ve fiy nüshatiha hüden ve rahmetün lilleziyne hüm liRabbihim yerhebun; Onların üzerlerinde Rablerinden korkanlara rehberlik eden ve rahmet vaat eden öğretiler yazılı levhaları aldı. Yani aldığı levhaların üzerinde rablerinden korkanlara rehberlik eden ve rahmet vaad eden öğretiler yazıyordu. Aslında Allah’ın rahmeti bu değil mi, Allah nasıl rahmet eder, vahiy Allah’ın rahmeti değil mi. Vahiy Allah’ın en büyük rahmeti değil mi. Yani yukarıdaki ayet; le Ğafûrun Rahıym; diye biten ayet. Allah çok bağışlayıcı ve merhamet kaynağıdır diye biten ayet eğer zihninizde oturmadı, Allah nasıl rahmet eder, müşahhas bir örnek olsa diye düşünüyorsanız eğer, hemen aklınıza getirin. Aslında bu ayetlerin kendisi Allah’ın rahmetidir.

İşte Allah böyle rahmet eder. Allah insanla konuşarak rahmet eder, Allah insana tenezzül ederek rahmet eder. Allah insanı muhatap alarak rahmet eder. Allah insanlık tarihinde ki iyi ve kötü olayları insanın önüne serip de ona, aklın varsa göle diyerek rahmet eder. İşte böyle rahmet eder. Onun için rahmetinin en büyük timsali olan vahye dikkat çekti burada


155-) Vahtâre Musa kavmehu seb'ıyne racülen limiykatiNA* felemma ehazethümür recfetü kale Rabbi lev şi'te ehlektehüm min kablü ve iyyaye, etühliküna Bi ma feales süfehaü minna* in hiye illâ fitnetüKE, tudıllü Biha men teşaü ve tehdiy men teşa'*
ENTE Veliyyüna fağfir lena verhamna ve ENTE hayrul Ğafiriyn;

Musa, tövbe etmeleri için kararlaştırılan yere gelmek üzere, halkından yetmiş adam seçti... Ne zaman ki orada onları şiddetli sarsıntı yakaladı, (Musa şöyle) dedi: "Rabbim... Eğer dileseydin (hakikati örtme suçundan dolayı) onları da beni de daha önce helâk ederdin! Aramızdaki anlayışı kıtların yaptığı yüzünden bizi helâk mi edeceksin? O ancak, senin bir fitnendir; kimi dilersen onunla saptırır ve kimi dilersen hidâyet edersin... Sen Veliyy'mizsin; bizi mağfiret et ve bize rahmet kıl... Sen Ğâfir'lerin (bağışlayanların) en hayırlısısın." (A.Hulusi)

155 - Bir de Musâ kavminden mikatımız için yetmiş er seçmişti, vaktâ ki bunları o sarsıntı yakaladı, rabbim, dedi: dilese idin bunları ve beni daha evvel helâk ederdin, şimdi bizi içimizden o süfehanın ettikleriyle helâk mi edeceksin? O sırf senin fitnen, sen bununla dilediğini dalâlete bırakır, dilediğine hidayet kılarsın, sen bizim velimizsin, artık bize mağfiret buyur, merhamet buyur, sen ki hayrülgafirînsin. (Elmalı)


Vahtâre Musa kavmehu seb'ıyne racülen limiykatiNA ve Musa belirlediğimiz bir zaman ve mekanda hazır olmak üzere toplumu arasından 70 kişi seçti.

felemma ehazethümür recfetü kale Rabbi lev şi'te ehlektehüm min kablü ve iyyay

Burada tabii Kur’an ın başka taraflarında anlatılan bu hikayenin, burada anlatılmayıp ta başka taraflarında anlatılan bir takım ayrıntıları var. Bu ayrıntılara niye burada değil de bir başka yerde değiniliyor diye soracak olursanız;

Kur’an tarih kitabı değildir. Tarihi olayları başından sonuna ayrıntıları ile anlatmak gibi bir işlevi yok Kur’an ın. Kur’an o anda söylemek istediği ne ise o söylediğine örnek olmak, delil olmak üzere tarihten bir ana, bir vakte, bir olaya sadece zum yapar. İşaret verir, ona yönlendirir gözlerinizi. Sadece olayın anlatmak istediği ahlaki ilkeyle ilgili olan tarafını verir, ayrıntıyı geçer. Çünkü maksadı olayı anlatmak değil, maksadı size ahlaki ilkeyi, Allah’ın ahlakını, ya da Allah – insan ilişkilerine ilişkin bir yasayı hatırlatmaktır. O yasa çerçevesinde aktardığı için ayrıntıyı geçer.

Burada da ayrıntı geçilmiş, onun için 70 kişi ne yaptı diye sorduğumuzda, onların ne yaptığını Kur’an ın başka tarafından öğreniyoruz.

Ve iz kultüm ya musa len nü'mine leke hatta nerallahe cehraten.. (Bakara/55)

Hani demiştiniz ki ey Musa, Allah’ı biz de, bize vahiy gönderen, bize mesaj gönderen Allah’ı biz de açıkça görmedikçe sana inanmayacağız. Demiştiniz. İşte bu seçilmiş 70 kişinin de böyle bir sapması oldu. Bakınız Allah’ın merhametine adeta onlar günah yarıştırıyor, Allah rahmetini yarıştırıyor tabir caizse. Onun için işte bu boşlukta bu tarihi olay var.

felemma ehazethümür recfetü Böyle deyince onlar ne oldu? kale Rabbi lev şi'te ehlektehüm min kablü ve iyyay O zaman onları derin bir sarsıntı tutunca Musa; Rabbim dedi, tekrar Allah’a, tekrar rabbine yöneldi. Başka neresi var ki..! Rabbim dedi, dileseydin bunları ve beni daha evvel helak ederdin, o suçu işlediklerinde. Düşmanlarının tanrılarına taptıklarında helak ederdin. Beni de helak ederdin, diyor.

İlginç, çok ilginç. Oysa ki o, o suçu işlemedi. Ama sorumluluk hissediyor.

Felenes'elennelleziyne ürsile ileyhim velenes'elennel murseliyn; (A’raf/6)

And olsun toplumlara gönderdiğimiz habercilerden soracağız. Vazifenizi yaptınız mı. ..velenes'elennel murseliyn; onlardan soracağız. Bir de; ürsile ileyhim habercileri gönderdiğimiz toplumlardan soracağız. Bunlar size görevlerini yaptılar mı diye.

İşte bu peygamberlik, yeryüzünün en ağır yükü. Peygamberlik, insanın omuzlarına binen bir dağ. Onun için sorumluluk hissediyor ve böyle diyor.

Racfe, burada sarsıntı anlamına geldiğini daha önce de söylemiştim. Bu sarsıntının fiziki bir deprem, hem de gürültülü bir sarsıntı anlamına geliyor. Yani bir volkanik deprem olma ihtimali çok yüksek. Ama bunun bir yürek sarsıntısı, bir pişmanlığı çağrıştıran, bir iç sarsıntıyı da ima ettiğini gözden ırak tutmamak lazım, insanın içi sarsılır ya; Ne yaptım ben..! Ben ne yaptım..! Ben nasıl isyan ettim. Ben Allah’a karşı nasıl bunu yapabildim der ya, içi sıkılır ya, içinde bir deprem kopar ya, içinde bir volkan çağlar ya. Böyle bir pişmanlık volkanı, işte böyle bir depreme de delalet ediyor olsa gerek.

etühliküna Bi ma feales süfehaü minna Evet, her aklı başında insanın büyük felaketlerde soracağı ilk soru budur. Şimdi, içimizdeki beyinsizler yüzünden bizleri de helak edecek misin Allah’ım..!

Ne dersiniz, Kasten susuyorum ki bu muhteşem söz ruhunuzda gereken yankıyı uyandırsın diye. İçimizdeki beyinsizler yüzünden bizleri de helak eder misin Allah’ım.

Her aklı başında insan büyük felaketlerin ardından, İşte Hz. Musa’nın sorduğu bu soruyu sorar. Bu korkulu bir dua. Bu içinde volkan gibi kaynayan pişmanlık ateşiyle yanan bir yüreğin Allah’a yönelişidir işte. Tevbenin iç depreme dönüşmesidir bu. İçimizdeki beyinsizler yüzünden bizleri de helak eder misin Allah’ım..!

in hiye illâ fitnetüK bu senin sınamandan başka bir şey değil. tudıllü Biha men teşaü ve tehdiy men teşa' onunla dilediğini sapıklığa terk eder, dilediğini de doğru yola yöneltirsin. Yani bela bazılarının imanını bazılarının inkarını artırır. Ya da başka bir ifade ile; Bela müminin imanını, kafirin inkarını artırır. Bela bazıları için ebedi belaya dönüşür, bazıları içinde ebedi saadete.

Onun için bu harika ifadeler sadece Hz. Musa’nın çağında geçerli olan bir ilkeyi değil, tüm zamanlar ve zeminlerde, tüm insanlık için geçerli olan ebedi yasaları hatırlatıyor.

ENTE Veliyyüna Devam ediyor Musa. Sensin bizim velimiz, fağfir lena verhamna ve ENTE hayrul Ğafiriyn; O halde bizi bağışla Allah’ım. Bize merhamet et Allah’ım. Çünkü sen bağışlayanların en hayırlısısın. Bağışlayanların en hayırlısı sensin, çünkü sen bağışlar, dönüp de başa kakmazsın. Ben sizi bağışladım demezsin. Çünkü sen bağışlar, bağışlamanı istismar etmez, çünkü sen bağışlar, bin kez bağışlar, bin birinci kez yine yaptığım zaman; Yinemi sen..! Demezsin. Bir kez de; Yinemi sen demezsin. Bin kez bağışlarsın. Onun için sen bağışlayanların en hayırlısısın.

Bir çokları da bağışlayabilir. İnsanlar da bağışlayabilir ama hiç biri senin gibi bağışlayamadı onların. Bağışlarlar, başa kakarlar, bağışlarlar istismar ederler, bir kez bağışlar, iki kez bağışlar, üç kez bağışlar, dördüncüsünde suç olur. Öbürünün de acısını çıkarırlar. Ama sen öyle misin Allah’ım, döner döner bağışlar, bin kez bağışlarsın da bir kez olsun yinemi sen demezsin.


Devam ediyor B sayfasına geçiniz
56. videoyu tolu halde http://kurantefsir.wordpress.com/2011/08/19/islamoglu-tefsir-ders-araf-152-17156/ bulabilirsiniz

30 Ağustos 2011 Salı

İslamoğlu Tef. Ders. Araf (146-151)(55-E)

D sayfasından devam



146-) Seasrifü an âyâtiyellezine yetekebberune fiyl Ardı Bi ğayril Hakk* ve in yerav külle ayetin lâ yu'minu Biha* ve in yerav sebiyler rüşdi lâ yettehızûhu sebiyla* ve in yerav sebiylel ğayyi yettehızûhu sebiyla* zâlike Bi ennehüm kezzebu Bi âyâtina ve kânu anha ğafiliyn;

Haksız olarak arzda büyüklenenleri, mucizevî kuvvelerimden uzak tutacağım; çünkü onlar hangi mucizeyi görseler, ona iman etmezler! Rüşd yolunu görseler, o yola girmezler... Sapıklık yolunu görseler, onu yol edinirler... Bu, onların (hakikate) işaretlerimizi yalanlamaları ve onlardan gâfiller olmaları dolayısıyladır. (A.Hulusi)

146 - Âyetlerimden uzaklaştıracağım yer yüzünde o haksızlıkla büyüklenenleri, ki her âyeti görseler de ona iman etmezler, rüşt yolunu görseler de onu yol tutmazlar, ve eğer sapıklık yolunu görürlerse onu yol tutarlar, öyle: çünkü onlar âyetlerimizi tekzip etmeyi âdet edinmişler ve hep onlardan gâfil olagelmişlerdir. (Elmalı)


Seasrifü an âyâtiyellezine yetekebberune fiyl Ardı Bi ğayril Hakk Yeryüzünde haddini aşarak büyüklük taslayanları ayetlerimden uzak tutacağım. ve in yerav külle ayetin lâ yu'minu Biha isterse onlar her türlü mucizeye şahit olsunlar. Yine de ona inanmazlar.

Burada çok önemli bir uyarı var. Yine de ona inanmazlar. İsterse her türlü mucizeye şahit olsunlar, onlar yine de inanmazlar. Neden? Çünkü alabora olmuş bir bilinçle bakıyorlar. Ayetler boyunca hep buna dikkat çektim; Alabora olmuş bir bilinç, ters dönmüş bir bilinç.

ve in yerav sebiyler rüşdi lâ yettehızûhu sebiyla yine onlar Hakk yolunu görüyor olsalar bile o yoldan gitmezler. * ve in yerav sebiylel ğayyi yettehızûhu sebiyla fakat sapık yolu görünce hemen onu kendilerine yol olarak benimserler.

Ne kadar açık değil mi? Tefsire falan gerek yok, tefsir edilmiş bir biçimde gönderilmiş zaten, mufassal, zâlike Bi ennehüm kezzebu Bi âyâtina ve kânu anha ğafiliyn; İşte bu onların ayetlerimizi yalanlamaları ve onlara karşı umursamazlıkları nedeniyledir.

Geldi mi şimdi? Dikkat buyurun, ayetin bu son cümlesi çok önemli. Kendi bireysel ve hevai yargılarını genel, geçer tek ölçü olarak gören ve dolayısıyla bireysel sorun, kaygı ve endişelerini, mutlak ahlaki ölçülerinin, ilahi değer yargılarının üzerinde gören kibirli insanların tamamınadır işte bu ayetteki ebedi hakikat. Kendi kişisel , sübjektif görüşünü, Allah’ın insanlık için koyduğu genel yasaların, objektif yasaları üzerinde görüp, kendi kişisel kaygılarını, kendi kişisel endişelerini mutlak ahlaki ölçülerin üzerinde tutmak. İşte bu, bunlara böylesine bir mesaj.


 147-) Velleziyne kezzebu Bi âyâtiNA ve Lıkail Ahireti habitat a'malühüm* hel yüczevne illâ ma kânu ya'melun;

(Hakikate) işaretlerimizi ve âhiret likâsını (sonsuz gelecek yaşamın getirisini) yalanlayanların yaptıkları boşa gitmiştir... (Onlar) sadece yapmakta olduklarının sonucunu yaşamıyorlar mı? (A.Hulusi)

147 - Halbuki ayetlerimizi ve Âhirete kavuşacaklarını tekzip edenlerin bütün amelleri heder ola gelmiştir, her halde çekecekleri sırf kendi amellerini cezasıdır. (Elmalı)


Velleziyne kezzebu Bi âyâtiNA ve Lıkail Ahireti habitat a'malühüm Nitekim ayetlerimizi ve ahiret buluşmasını yalanlayan kimselerin yapıp ettikleri boşa gidecek. hel yüczevne illâ ma kânu ya'melun; öyle ya, onların yaptıklarının karşılığından başka bir şeyle mi ödüllendirilmeyi bekliyorlar.

İlginç değil mi? Soru ilginç. Yani kötüyü tercih edip iyi sonuç bekleyenlerin gülünç tavrına örtülü bir istihza. Hem kötü yapacaklar, hem de iyi karşılık bekleyecekler. Onlar yaptıklarının karşılığını almayacaklarını mı sanıyorlar. Dahası, yaptıklarından başka bir karşılık mı verileceğini umuyorlar.

Görüyorsunuz ya Allah’a bigane kalınca insanın yaptıklarının mantığı da kalmıyor. Mantık ta yok oluyor. Kötüyü yapıp iyiyi beklemek, hiç çalışmayıp ücret günü ücret talep etmek gibi.


148-) Vettehaze kavmü Musa min ba'dihi min huliyyihim 'ıclen ceseden lehu huvar* elem yerav ennehu lâ yükellimühüm ve lâ yehdiyhim sebiyla* ittehazûhu ve kânu zalimiyn;

Musa'nın halkı ondan sonra (yani Musa'nın Tur'a çıkışından sonra), kendilerinin değerli süs eşyalarından meydana gelen, (buzağı gibi) böğürebilen buzağı heykeli edindiler... Fark edemediler mi ki o (heykel) onlarla ne kelâm edebiliyor ne de bir yola hidâyet edebiliyor? Onu (ilâh) edindiler ve zâlimler oldular (nefslerine zulmettiler)! (A.Hulusi)

148 – Musâ’nın arkasından ise kavmi tutmuşlar huliyyatlarından bir dana: böğüren bir heykel edinmişlerdi, görmemişler miydi ki o, onlara bir söz de söyleyemezdi, bir yol da gösteremezdi, fakat onu idindiler ve zalim idiler. (Elmalı)


Vettehaze kavmü Musa min ba'dihi min huliyyihim 'ıclen ceseden lehu huvar Ve Musa’nın halkı onun peşi sıra takılardan yaptıkları ses çıkaran bir buzağı heykelini tanrı edindiler.

Yeni bir pasaj. Yukarıda kestiği konuya yeniden girdi. Aslında yukarıda anlatmayıp buraya bıraktığım şey de buydu. Musa’nın ümmeti arkasına takılan, iman edenler o ayrılınca, kendi başlarına kalınca ses çıkaran bir buzağı heykeli yapıyorlar, tanrı ediniyorlar.

elem yerav ennehu lâ yükellimühüm ve lâ yehdiyhim sebiyla Onlar, onun kedileri ile konuşmayacağını, kendilerine vahiy indirmeyeceğini, ya da yol göstermeyeceğini görmüyorlar mıydı sanki. Çok ilginç değil mi? Rabbimizin, vahyin bu sorusu çok ilginç.

ittehazûhu ve kânu zalimiyn; yine de onu tanrı edindiler. Çünkü onlar alabora olmuş bir bilinç taşıyorlardı. Zulme gömülmüş kimselerdi.

Evet sevgili dostlar, İlginç..! El ‘icl, buzağı, yani sığır yavrusu anlamına. Türkçede de öyle kullanılıyor. Neden sizce buzağı yaptılar? Başka bir şey yapamazlar mıydı. Neden buzağıya tapmaya başladılar. Aralarında Samiri isimli, yine Kur’an dan öğreniyoruz, bir sanatkar, bir kuyumcu sanatkar. Takıları topluyor Hz. Musa ayrılınca. Onlardan güzel bir altın buzağı heykeli yapıyor. Üstelik firavunların halkı korkutmak için  tanrıları, özellikle bu totemleri, keçi gibi, koyun gibi. İşte bunlar hep bereket tanrısı, tanrıları. Öküz gibi, boğa gibi hayvanlardan olan totem tanrıları, bir de rüzgara karşı koyunca ses çıkaran bir düzenekle yapıyorlar. Ki halk gerçekten ses çıkarıyor zannedip te korksun diye. İşte böyle bir put yapıyorlar.

Neden buzağı sorusu önemli. Çünkü apis, kutsal sığır, bereket tanrısı idi Mısır’ın, firavunların. Biz biliyoruz ki kökeni Muvahhit, hermetik öğretiye dayansa da, daha sonra Mısır çok tanrılı bir hale gelmiş ve yüzlerce uydurma tanrıya tapar olmuştu Mısır’lılar.

İşte onlardan biri de apis idi. Boğa tanrısı, kutsal boğa. Ki kutsal boğalardan biri ölünce yerini alacak bir buzağı bulunur, şimdi antik bir kent olan Menfis teki apiyon tapınağına yerleştirilirdi. Sığır tapınağı demektir apiyon. Sığır mabedi yerleştirilirdi. Apis rahipleri, rahipleri vardı buranın. Yani boğa, inek tanrı, etrafında rahipler.

Ne yaparlardı? Tarihin bize verdiği bilgilere göre ineğin, boğanın hareketlerini tefsir ederlerdi. Kehanet çıkarırlardı. Kuyruğunu şöyle oynatırsa böyle olacak. Şöyle böğürürse bu felaket gelecek, sağa yatarsa böyle olacak, sola yatarsa böyle olacak. Etrafında da bir yığın sığır müfessirleri vardı.

Düşünebiliyor musunuz, bir sektör haline geliyor aynı zamanda. Çok ilginç ve bu adamlar sığırın.., inektir, boğadır, hayvandır yani, hayvan. Bilinçsiz.., nasıl olur demeyin. İnsan hakikatten uzaklaşınca böylesine mantıksızlaşır ve onun hareketlerine bakarak koca bir ülkeye yön verirlerdi Apis rahipleri.

Onun için ve Yeremya kitabında, Ahdi Kadim’de Mısır çok genç ve güzel bir inek diye bir cümle var. Ben buradan yola çıkarak aslında Musa peygamberin ayrılığında bir yavru inek heykeli yapıp ta tapanlar, Mısır’a tapıyorlardı. Özlemişlerdi Mısır’ı. Düşmanlarına tapıyorlardı. Toprağa olan bağlılıkları özgürlük, iman ve onur pahasına idi. İşte bu ayette Özgürlük, onur ve iman pahasına toprağa bağlılığın olmayacağını bize gösteriyor ve böyle bir sapmayı reddediyordu.

Onun için burada İsrail oğulları düşmanına aşık olan bir tipi gösteriyordu. Böylesine bir onursuzluk.


149-) Ve lemma sukıta fiy eydiyhim ve raev ennehüm kad dallu, kalu lein lem yerhamna Rabbuna ve yağfir lena lenekûnenne minel hasiriyn;

Düşünüp, hakikatten sapmış olduklarını fark ederek pişman olduklarında: "Yemin olsun ki, Rabbimiz bize rahmet etmez ve bizi mağfiret etmez ise, kesinlikle hüsrana uğrayanlardan oluruz" dediler. (A.Hulusi)

149 - Vaktâki ellerine kırağı düşürüldü ve cidden sapmış olduklarını gördüler, kasem olsun ki, dediler: eğer bize merhamet etmez de rabbimiz, mağfiret buyurmazsa her halde hüsranda kalanlardan olacağız. (Elmalı)


Ve lemma sukıta fiy eydiyhim ve raev ennehüm kad dallu, kalu Pişmanlık içinde elleri yanlarına düşüp te satmış olduklarının farkına varınca şöyle dövündüler.

lein lem yerhamna Rabbuna ve yağfir lena lenekûnenne minel hasiriyn; Eğer rabbimiz bize acıyıp ta bağışlamazsa işte o zaman biz büsbütün kaybedenlerden olacağız.


150-) Ve lemma race'a Musa ila kavmihi ğadbane esifen, kale bi'sema haleftümuniy min ba'diy, eaciltüm emre Rabbiküm* ve elkal'elvaha ve ehaze Bi re'si ehıyhi yecurruhu ileyh* kalebne ümme innel kavmestad'afuniy ve kâdu yaktüluneniy* fela tüşmit Biyel a'dae ve lâ tec'alniy me'al kavmiz zalimiyn;

Musa halkına öfkeli ve üzgün olarak döndüğünde: "Arkam sıra ne kadar çirkin şeyler yaptınız! Rabbinizin hükmünü bekleyemediniz mi?" dedi... (Derken) levhaları yere bırakıp, kardeşinin başını tuttu ve onu kendine çekti... (Harun) dedi ki: "Anamın oğlu! Muhakkak ki bu topluluk beni zayıf - güçsüz buldu ve nerede ise beni öldüreceklerdi... Düşmanlarımı sevindirme ve beni şu zâlimler topluluğu ile bir tutma!" (A.Hulusi)

150 - Vaktâki Musâ kavmine gadabnâk, esefnâk, olarak döndü, bana arkamdan ne fena halef oldunuz? Rabbinizin emrini ivdiniz mi? dedi ve elvahı bırakıverip kardeşini başından tuttu, kendine doğru çekiyordu, Anam oğlu, dedi: inan olsun bu kavim beni hırpaladılar, az daha beni öldürüyorlardı, sen de benimle düşmanları sevindirme ve beni bu zalim kavim ile beraber tutma. (Elmalı)


Ve lemma race'a Musa ila kavmihi ğadbane esifen, kale Ve Musa halkının yanına döndüğünde, hüzünle karışık bir öfke ile dedi ki;

bi'sema haleftümuniy min ba'diy Benim yokluğumda ne berbat bir yol tutturmuşsunuz öyle..!

Celalli bir peygamberdi. Sert bir micaza sahipti.

eaciltüm emre Rabbiküm Rabbinizin emrini çiğnemede bu ne acele böyle.  ve elkal'elvaha ve ehaze Bi re'si ehıyhi yecurruhu ileyh hemen levhaları fırlattı, attı, kardeşinin başını kavrayıp kendine doğru çekti.

Dikkatinizi çekiyor mu? Levhaları attı. Levhalarda ne yazıyordu? Allah’ın emirleri. Peki levhaları neden attı? Şimdi böyle bir soru resmen gündem değiştirmektir. Parmak ayı gösterirken aya değil de parmağa bakmaktı. İşte bazılarının zihni böyle ters çalışır. Levhaları atmak günah değil mi? Allah’ın emrini tutmak için levhaları attı. Onun için ters çalışırsa zihin nerelerden ne çıkarır ona bir örnek olsun diye sırf burada böyle gerçekten de gülünç kaçan bir soruyu sordum.

kalebne ümme innel kavmestad'afuniy ve kâdu yaktüluneniy Harun dedi ki ona; Anamın oğlu diye yakındı bu topluluk beni etkisiz hale getirdi, hatta az kalsın canıma kastedeceklerdi. fela tüşmit Biyel a'dae ve lâ tec'alniy me'al kavmiz zalimiyn; sakın ola ki düşmanlarıma karşı beni gülünç duruma düşürme. Aman bunu yapma bana ve beni bu zalimler güruhuyla bir tutma. Diye yalvardı.

İlginçtir, Tevrat’ta ki anlatım buzağı heykelini yapma ve ona tapma eylemini Hz. Harun’a atar. Böylesine bir iftira. Tevrat’ı sonradan yazanlar, yazan kalemler kendi peygamberler de olduğu halde Hz. Harun’un put yapıp ona taptığını söyleyecek kadar ileri gidebilmişlerdir. Kur’an bunun bir iftira olduğunu adeta zımnen söylercesine bir peygambere yakışmayacak hiçbir eylemi, peygambere nispet etmez. Ancak olayın gerçeğini işte böyle verir.


151-) Kale Rabbığfirliy ve liehıy ve edhılna fiy rahmetiKE ve ENTE Erhamür Rahiymiyn;

(Musa) dedi ki: "Rabbim... Beni de kardeşimi de mağfiret et ve bizi rahmetine dâhil et... Sen, Erhamur Rahıymiyn'sin." (A.Hulusi)

151 - Dedi: rabbim bana ve kardeşime mağfiret buyur ve bizi rahmetinin içine koy, sen ki erhamürrahimînsin. (Elmalı)


Kale Rabbığfirliy ve liehıy ve edhılna fiy rahmetiKE ve ENTE Erhamür Rahiymiyn; Musa bir peygambere yakışanı yaptı o anda ve dedi ki; Rabbim, beni bağışla, kardeşimi de bağışla ve bizi koruyucu şefkat inle kuşat. Çünkü sen merhametlilerin en merhametlisisin. Hz. Musa’nın bu duasına ta yürekten biz de amin diyor ve buna şu duayı ekliyoruz.

Rabbim, Ümmeti Musa’nın Yahudileşip yoldan çıktığı gibi, ümmeti Muhammed’i Yahudileşmekten koru.


“Ve ahiru davana velil hamdülillahi rabbil alemiyn”



55. videonun sonu.

29 Ağustos 2011 Pazartesi

İslamoğlu Tef. Ders. Araf (139-145)(55-D)

C sayfasından devam
139-) İnne haülai mütebberun mahüm fiyhi ve batılün ma kânu ya'melun;

"Muhakkak ki onların inanç ve uygulamaları helâkı oluşturur! Yapmakta oldukları da boştur." (A.Hulusi)

139 -  Çünkü o gördüklerinizin, içinde bulundukları din helâke mahkûmdur, ve bütün yaptıkları batıldır. (Elmalı)


İnne haülai şunlara gelince, şu imrendiğiniz putperest topluma gelince; mütebberun mahüm fiyhi ve batılün ma kânu ya'melun; yaşam tarzları onları yok oluşa sürükleyecektir. Zira onların yaptıkları, saçmalıktan başka bir şey değildir.

Gerçekten de anlamsız, boş bir şeydi. Onun için mahüm fiyhi burada yaşam tarzı biçiminde çevirdim; ..alâ ma entüm aleyhi.. (Ali İmran/179) gibi tıpkı buda. Bu gibi kalıplar Arap dilinde hemen hemen üzerinde bulunduğumuz şey, yaşanılan şey, yaşanılan gerçek anlamlarına gelir ki, işte tam da yaşam tarzı, hayat tarzı demektir.


140-) Kale eğayrAllâhi ebğıyküm ilâhen ve HUve faddaleküm alel alemiyn;

"O sizi âlemlere (insanlara) üstün kılmışken (hilâfet hakikatini bildirmesi nedeniyle), sizin için Allâh'tan gayrı bir ilâh mı düşüneyim" dedi. (A.Hulusi)

140 - Hiç, dedi, Ben size Allah dan başka bir ilâh mı isterim? O, sizi âlemlerin üstüne geçirdi. (Elmalı)


Kale eğayrAllâhi ebğıyküm ilâhen ve ekledi, kim, Hz. Musa tabii ki. Size Allah’tan başka bir tanrı mı arayayım şimdi, ve HUve faddaleküm alel alemiyn; Üstelik o bütün insanlar arasından vahyi taşıma onurunu size bahşetmişken.


141-) Ve iz enceynaküm min ali fir'avne yesumuneküm suel azâb* yükattilune ebnaeküm ve yestahyune nisaeküm* ve fiy zâliküm belaün min Rabbiküm azıym;

Hani (şunu da hatırlayın) sizi Firavun hanedanından kurtarmıştık... (Hani onlar) azabın en kötüsünü size tattırıyorlardı; erkek çocuklarınızı öldürüyorlar, kadınlarınızı diri bırakıyorlardı... İşte bunda sizin için, Rabbiniz tarafından büyük deneme vardı. (A.Hulusi)

141 - Hem düşünseniz, a sizi Ali Firavundan kurtardığımız hengâmı, size azabın kötüsünü peyliyorlardı, oğullarınızı boyuna katlediyorlar, kadınlarınızı diri tutuyorlardı, bunda size rabbiniz tarafından azîm bir imtihan var. (Elmalı)


Ve iz enceynaküm min ali fir'avne yesumuneküm suel azâb Dahası, hatırlayın ki size en berbat acıları yaşatan Firavun toplumunun elinden kurtarmıştık sizi. Yani Musa o kadar dedi ama ben dahasını hatırlatayım, diyerek sözü birinci ağızdan, yani rabbimizden naklen verilen bu söz, ben dahasını hatırlatayım diyor rabbimiz.

Size en iğrenç acıları yaşatan firavun toplumun elinden kurtarmıştık. yükattilune ebnaeküm ve yestahyune nisaeküm onlar oğullarınızı öldürtüp evlat acısı çektirmek için kadınlarınızı sağ bırakıyorlardı. ve fiy zâliküm belaün min Rabbiküm azıym; İşte bu rabbiniz tarafından tabi tutulduğunuz büyük bir sınavdı.


142-) Ve va'adna Musa selasiyne leyleten, ve etmemnaha Bi aşrin fetemme miykatü Rabbihi erbe'ıyne leyleten ve kale Musa liehıyhi Harunahlüfniy fiy kavmiy ve aslıh ve lâ tettebı' sebiylel müfsidiyn;

Musa'ya otuz geceyi vadettik... Sonra ona on ekledik; böylece Rabbinin tayin ettiği süreç kırk geceye tamamlandı... Musa, kardeşi Harun'a: "Kavmim içinde benim yerime geç, ıslah et ve fesat çıkarmak isteyenlere uyma!" dedi. (A.Hulusi)

142 - Bir de Musâ’ya otuz geceye vaat verdik ve anı bir on ile tamamladık, bu sûretle rabbinin mîkatı tam kırk gece oldu ve Musâ kardeşi Harun’a şöyle dedi: kavmim içinde bana halef ol, ıslâha çalış da müfsitler yoluna gitme. (Elmalı)


Ve va'adna Bir başka enstantane sergileniyor aynı İsrail oğullarının Yahudileşme serüveninden ve devam ediyor ayetler;

Ve va'adna Musa selasiyne leyleten, ve etmemnaha Bi aşrin Ve Musa’ya 30 gecelik bir süre tayin ettik ve buna 10 gece daha ekledik.

Bu neden 30 ve 10 biçiminde geliyor, şöyle izah edebiliriz sahih rivayetlere göre ve İbn. Abbas’ın da görüşü bu. Tercüman ül Kur’an olan İbn. Abbas’ın; İlk 30 gün Resulallah’ın “hıra” sına bedel olan bir yürek hazırlığı. Vahyin iniş üssü olan kalp hazırlanıyor vahyin inişine. Son 1o gün ise 10 emir talim ettiriliyor. Musa A.S. a gelen on emir. Bunu sahih rivayetler bize böyle açıklıyorlar.

fetemme miykatü Rabbihi erbe'ıyne leyleten böylece rabbinin tayin ettiği süre 40 geceye tamamlanmış oldu. Aslında Miykad, hem ismi zaman, hem ismi mekan, hatta hem de mimli mastar formu olduğu için rabbinin tayin ettiği süre, rabbinin tayin ettiği yer. Gibi anlamlara da gelir.

 ve kale Musa liehıyhi Harun ve Musa kardeşi Harun’a dedi ki;

ahlüfniy fiy kavmiy ve aslıh ve lâ tettebı' sebiylel müfsidiyn; Halkımın arasındaki görevimi sen üstlen, düzeni sağla, sakın bozguncuların yoluna sapma.


143-) Ve lemma cae Musa limiykatina ve kellemehu Rabbuhu, kale Rabbi eriniy enzur ileyKE, kale len teraniy ve lakininzur ilelcebeli feinistekarre mekanehu fesevfe teraniy* felemma tecella Rabbuhu lilcebeli ce'alehu dekken ve harra Musa sa'ıka* felemma efaka kale subhaneKE tübtü ileyKE ve ene evvelül mu'miniyn;

Musa, takdir ettiğimiz süreç tamamlandığında; Rabbi de Ona seslenince, (şöyle) dedi: "Rabbim, göster kendini, bakayım sana!"... (Rabbi) buyurdu: "Beni, asla göremezsin!.. Fakat dağa (benlik dağı) nazar et... Şayet (tecelli ettiğimde) dağ hâlâ durursa, beni görebilirsin!"... Rabbi dağa (benliğine) tecelli edince, onu yok etti... Musa da baygın (benliğini yitirmiş olarak) düştü! Kendine döndüğünde: "Subhansın sen (seni tenzih ederim)! Sana tövbe ettim... Ben iman edenlerin ilkiyim" dedi. (A.Hulusi)

143 -  Vaktâki Musâ mikatımıza geldi, ve rabbi onu kelâmıyla taltif buyurdu, ya rab! dedi: göster bana bakayım sana, buyurdu ki: beni katiyen göremezsin ve lâkin dağa bak eğer yerinde durursa demek beni göreceksin, derken rabbi dağa bir tecelli buyurunca onu un ufrâ ediverdi, Musâ da baygın düştü, sonra vaktâki ayıldı sübhansın, dedi: sana tevbe ile döndüm ve ben müminlerin evveliyim. (Elmalı)


Ve lemma cae Musa limiykatina ve kellemehu Rabbuh ve Musa tayin ettiğimiz vakitte, ki yukarıda Miykad’ı açıklamıştık, tayin, tespit ettiğimiz yere gelince Rabbi de onunla konuştu. Kale Dedi ki Musa;..

Tarihin ender rastladığı bir hadise gerçekleşiyor. Bu an, zamanın donduğu an adeta.Musa peygamberi, tüm peygamberler içerisinde bir özelliği ile öne çıkaran; Kelimullah, Allah’la konuşan peygamber olma özelliğiyle öne çıkaran, zamanın donduğu muhteşem bir an. İnsanın tüylerini diken diken eden bir an.  

Kale Musa dediki; Rabbi eriniy enzur ileyK Rabbim göster bana zatını, göreyim seni.

Kale Allah cevap verdi; len teraniy ve lakininzur ilelcebeli feinistekarre mekanehu fesevfe teraniy asla, asla göremezsin beni dedi Allah. Fakat şu dağa bak, eğer yerinde kalırsa Bu dağ,..

Hz. Musa ile Alemlerin evrenin yaratıcısı arasında geçen bu diyalog Kur’an a o kadar canlı biçimde alınmış ki, zamanı adeta dinlerken de donduruyor. Adeta insanı çamaşır gibi sıkıyor.

Burada bir imkansızlık ifade ediliyor. Hacc suresinin 73. ayetinde;

..len yahluku zübâben ve levictemu leh.. (Hacc/73)

Diyor ya, aynı, len edatı kullanılarak. len teraniy, Len yahlıku,Yani isterse hepsi bir araya gelseler bir tek sineği dahi yaratamazlar. Bu hiçbir zaman yaratamayacaklar anlamına geliyor zaten. Burada bir imkansızlığı, bu gözlerle Allah’ı görmenin imkansızlığı dile getiriliyor.

felemma tecella Rabbuhu lilcebeli ce'alehu dekken ve harra Musa sa'ıka Kelimelere bakın, hiç Arapça bilmeseniz yine yeter. Ne olduğunu ruhunuz anlar Arapça bilmenize gerek yok. İsterseniz bir kez daha okuyayım:

felemma tecella Rabbuhu lilcebeli ce'alehu dekken ve harra Musa sa'ıka kelimelerin fonetiği sesi bile ne olduğunu gösteriyor. Ve rabbi daha tecelli eder etmez onu toza dumana çevirdi. Param parça etti. Dekka..!

Musa ise baygın yere düştü. felemma efaka kale subhaneK kendine geldiği zaman dedi ki, şanın ne yücedir senin rabbim..! tübtü ileyKE ve ene evvelül mu'miniyn; Pişmanlık duyarak sana yöneldim ve ben inananların ilkiyim. Herhalde burada inananların ilki olmaktan kasıt, Allah’a onun varlıkla birliğine inanmak değil. Çünkü o inananların ilki değil. Burada inananların ilkinden kasıt,Senin görünmeyecek olduğuna bizzat şahit olanların ilkiyim. Çünkü ilkti gerçekten. Buna bizzat şahit olanların ilki o olmuştu.


144-) Kale ya Musa innistafeytüke alenNasi Bi risalatiy ve Bi kelamiy* fehuz ma ateytüke ve kün mineş şakiriyn;

Buyurdu ki: "Ey Musa! Muhakkak ki Ben seni, risâletlerim ve kelâmım ile insanlar üzerine seçtim... Al sana verdiğimi ve şükredenlerden (değerlendirenlerden) ol!" (A.Hulusi)

144 - Buyurdu ki: ya Musâ! Haberin olsun ben risaletlerimle ve kelâmımla seni o insanların üzerine intihab eyledim, şimdi şu sana verdiğimi al ve şükrünü bilenlerden ol. (Elmalı)


Kale ya Musa innistafeytüke alenNasi Bi risalatiy ve Bi kelamiy Allah buyurdu ki; Ey Musa, mesajların yolu ile ve hitabım sayesinde seni insanlar arasından seçip onurlandırdım.

fehuz ma ateytüke ve kün mineş şakiriyn; Öyleyse sana bahşettiklerime sımsıkı sarıl ve şükredenlerden ol.

Bu ayetten peygamberliğin o anda verildiği çıkarılmamalı. Çünkü daha önce Hz. Musa’ya ilahi emirlerin geldiği zaten söyleniyordu. Ama o anda adeta peygamberlik süreci içerisinde bambaşka bir aşamaya geçildiğini de görüyoruz bu ayetle.


145-) Ve ketebna lehu fiyl'elvahı min külli şey'in mev'izaten ve tafsıylen li külli şey'in, fehuzha Bi kuvvetin ve'mür kavmeke ye'huzû Bi ahseniha* seüriyküm darel fasikıyn;

Biz Musa için levhalarda, kaçınılması gereken şeyler hakkında öğüt ve yaşam için gerekli olan şeyleri detaylarıyla yazdık... "Bunları sıkıca tut ve kavmine, bunlara en güzel şekilde uyup muhafaza etmelerini emret... (Bu hükümlere uymayan) itaatten çıkmışların yurdunu göstereceğim size." (A.Hulusi)

145 - Ve onun için elvahta her şeyden yazdık, mev'ızaya ve ahkâmın tafsiline dair her şey'i. Haydi, dedik: bunları kuvvetle tut, kavmine de emret onları en gözeliyle tutsunlar, ileride size o fasıkların yurdunu göstereceğim. (Elmalı)


Ve ketebna lehu fiyl'elvahı min külli şey'in mev'izaten ve tafsıylen li külli şey'in ve levhalara onun için her şey hakkında öğüt, ve her konuda net anlaşılır açıklamalar yazdık. Fehuzha bu levhalar Ahdi kadim de geçen on emir ve belki de onların ayrıntıları.

Tevrat bu anlamda 10 emir ve ayrıntıları Hz. Musa’ya bir seferinde inmiştir kanaati, inancı, işte bu ayette anlatılan o on günlük vahyi iletme sürecinde verilmesinden dolayı söylenir. Ki mahiyetini Allah bilir tabii.

fehuzha Bi kuvvetin ve'mür kavmeke ye'huzû Bi ahseniha artık onlara sımsıkı sarıl, halkına da emret iyi niyetle, onlarda sıkıca sarılsınlar. Vahye tabii ki. seüriyküm darel fasikıyn; Daha durun, size yoldan çıkmışların dünyasını da göstereceğim dedi Allah.


Devam ediyor E sayfasına geçiniz.
55. videoyu toplu halde http://kurantefsir.wordpress.com/2011/08/18/islamoglu-tef-ders-araf-127-15155/ bulabilirsiniz.

28 Ağustos 2011 Pazar

İslamoğlu Tef. Ders. Araf (133-138)(55-C)

Devam ediyor.


133-) Feerselna aleyhimüt tufane vel cerade vel kummele veddafadia veddeme âyâtin mufassalatin festekberu ve kânu kavmen mücrimiyn;

Biz de onların üzerine tafsilâtlı işaretler olarak tufan, çekirge, haşerat, kurbağalar ve kan yağdırdık! (Yine de) büyüklendiler ve suçlu bir topluluk oldular. (A.Hulusi)

133 - Biz de kudretimizin ayrı ayrı âyetleri olmak üzere başlarına tufan gönderdik, çekirge gönderdik, haşarat gönderdik, kurbağalar gönderdik, kan gönderdik yine inat ettiler ve çok mücrim bir kavim oldular. (Elmalı)


Feerselna aleyhimüt tufane Buradaki fee Ta’kıbiye dir, bütün işte bu tavırları yüzünden bunun üzerine ne oldu; Bizde onlara tufanı..!

Tufan, farklı farklı karşılıklar almış özellikle ıstılah kitaplarında. Ragıp el Isfahani; Kapsamlı felaket diye karşılamış. Tac-ul Aruz sahibi ise kitlesel ölüm getiren bir bela diyor. Ama açıktır ki tufan, sel ve su baskınları, ölümlere yol açan su ve sel baskınları olsa gerek. Ki Mısır’ın en büyük felaketlerinden biri Nil’in yılda birkaç kez kabarıp etrafında canlı adına ne varsa silip süpürüp götürmesi idi.

Onun içinde iğrenç bir gelenek oluşturmuşlar her yıl Nil kabarmasın diye içlerinden genç terütaze bir çocuğu, bir kız çocuğunu canlı canlı ırmağa atar boğarlar, ona kurban edip ırmak tanrısını teskin etmek için rüşvet vermiş olurlardı. Yani biraz önceki ayetlerle bu eski Mısır da ki gelenek arasında ne kadar ilginç bir irtibat var değil mi. Ayetlerin söylediği hakikatle. Yani gerçeğe iman etmezse insan, nasıl kendi soyuna hakarete yöneliyor, zulme yöneliyor. İşte bu Mısır geleneği, eski Mısır geleneği. Canlı canlı kız çocuğunu Nil’e atıp boğulmasını seyretmek. Hangi vicdan, hangi insaf, hangi insani duygu ile bir insan veya insanlık bunu izleyebilir.

İşte Allah belirlemezse hayatın esaslarını, insan kendi kısır aklı ile belirlemeye kalkar ve Allah’ı dışlarsa orada olacak olan budur.

Bugün olmuyor demeyiniz lütfen. Bugün modern tanrılara, modern yöntemlerle sunuyorlar insanları. Belki bu günün çağın modern tanrılarına öyle teker teker sunmuyorlar. Modern çağın modern tanrıları sırf 25 yıl içerisinde kopan iki dünya savaşında 60 milyon insanın kanını içiyor. Ama yine de doymuyor. Onun için bugün artık geliştik canım böyle şeyler olmaz demeyin lütfen. Modern çağın modern putları var, totemleri var, tanrıları var ve onların uğruna eskisinden çok daha fazla insan kurban ediliyor.

vel cerade vel kummele veddafadia veddeme kurbağa sürülerini, yani ondan önce cerad var, çekirge sürülerini, kurbağa sürülerini ve haşereleri vel kummel, bizde kınığ diye geçmiş, işte oradan geçen bir sözcük. Ve kan kırmızı suyu musallat ettik onlara.

Bunların hepsi firavun ve halkının başına gelen, Allah’ın vahyine karşı direndikleri için başına gelen belalar ve musibetler. Bu belaların ayrıntıları zaten Ahdi kadim’de, Kitab ı Mukaddes de ayrıntıları ile ele alınmış ve açıklanmış, anlatılmış.

âyâtin mufassalatin festekberu ve kânu kavmen mücrimiyn; Bunlar apaçık mesajlardı. Fakat yine de büyüklük tasladılar. Zira onlar günaha batmış bir toplumdu. Şeytanlaşmışlardı yani.

Musibet; müminin imanını, kafirin inkarını artırır sevgili dostlar. Onun için bu yasa o gün de geçerli idi. O günde müminlerin imanını artıran bu musibetler, kafirlerin inkarını artırmıştı.

[Ek bilgi; FİRAVUNA KARŞI GERÇEKLEŞEN BELÂLAR.

Kan Belası;

Musa’yla Harun RAB’bin buyurduğu gibi yaptılar. Harun firavunla görevlilerinin gözü önünde değneğini kaldırıp ırmağın sularına vurdu. Bütün sular kana dönüştü.(20)

Kurbağa belası;

Böylece Harun elini Mısır’ın suları üzerine uzattı; kurbağalar çıkıp Mısır’ı kapladı.(6)
Firavun Musa’yla Harun’u çağırtıp, “RAB’be dua edin, benim ve halkımın üzerinden kurbağaları uzaklaştırsın” dedi,

Sivrisinek Belası;

Öyle yaptılar. Harun elindeki değneği uzatıp yere vurunca, insanlarla hayvanların üzerine sivrisinekler üşüştü. Mısır’da yerin bütün tozu sivrisineğe dönüştü.(17)
Büyücüler firavuna, “Bu işte Tanrı’nın parmağı var” dediler. Ne var ki, RAB’bin söylediği gibi firavun inat etti, Musa’yla Harun’u dinlemedi.(19)

At Sineği Belası;

Halkımı salıvermezsen senin, görevlilerinin, halkının, evlerinin üzerine at sineği yağdıracağım. Mısırlılar’ın evleri ve üzerinde yaşadıkları topraklar at sinekleriyle dolup taşacak.(21)
RAB Musa’nın isteğini yerine getirdi; firavunun, görevlilerinin, halkının üzerinden at sineklerini uzaklaştırdı. Tek sinek kalmadı.(31)

Hayvanların Ölümü;

RAB İsrailliler’le Mısırlılar’ın hayvanlarına farklı davranacak. İsrailliler’in hayvanlarından hiçbiri ölmeyecek.’ ”(4)
Ertesi gün RAB dediğini yaptı: Mısırlılar’ın hayvanları büyük çapta öldü. Ama İsrailliler’in hayvanlarından hiçbiri ölmedi. (6)

Çıban Belası;

Kurum bütün Mısır’ın üzerinde ince bir toza dönüşecek; ülkenin her yanındaki insanların, hayvanların bedenlerinde irinli çıbanlar çıkacak.”(9)
Büyücüler çıbandan ötürü Musa’nın karşısında duramaz oldular. Çünkü bütün Mısırlılar’da olduğu gibi onlarda da çıbanlar çıkmıştı. (11)

Dolu Belası;

RAB Musa’ya, “Elini göğe doğru uzat” dedi, “Mısır’ın her yerine, insanların, hayvanların, kırdaki bütün bitkilerin üzerine dolu yağsın.” (22)
Şiddetli dolu yağıyor, sürekli şimşek çakıyordu. Mısır Mısır olalı böylesi bir dolu görmemişti.(24)
Yalnız İsrailliler’in yaşadığı Goşen bölgesine dolu düşmedi.(26)

Çekirge belası;

Musa değneğini Mısır’ın üzerine uzattı. Bütün o gün ve gece RAB ülkede doğu rüzgarı estirdi. Sabah olunca da doğu rüzgarı çekirgeleri getirdi. (13)
Toprağın üzerini öyle kapladılar ki, ülke kapkara kesildi. Bütün bitkileri, dolunun zarar vermediği ağaçlarda kalan meyvelerin hepsini yediler. Mısır’ın hiçbir yerinde, ne ağaçlarda, ne de kırdaki bitkilerde yeşillik kalmadı.(15)
 “Lütfen bir kez daha günahımı bağışlayın ve Tanrınız RAB’be dua edin; bu ölümcül belayı üzerimden uzaklaştırsın.”(17)
RAB rüzgarı çok şiddetli batı rüzgarına döndürdü. Rüzgar çekirgeleri sürükleyip Kamış Denizi’ne döktü. Mısır’da tek çekirge kalmadı. (19)

Karanlık Belası:

Musa elini göğe doğru uzattı, Mısır üç gün koyu karanlığa gömüldü. (22)

Kitabı Mukaddes – Mısırdan çıkış.




134-) Ve lemma veka'a aleyhimürriczü kalu ya Mused'u lena Rabbeke Bi ma ahide 'ındek* lein keşefte annerricze lenu'minenne leke ve le nursilenne me'ake beniy israiyl;

Üzerlerine bu azap geldiğinde: "Ey Musa! Sözleşmene dayanarak, bizim için Rabbine dua et... Şayet bu azabı bizden kaldırırsan, muhakkak ki sana iman edeceğiz ve mutlaka İsrail oğullarını seninle beraber göndereceğiz" dediler. (A.Hulusi)

134 - Vaktaki azab üzerlerine çöktü, ya Musâ! dediler: Bizim için rabbine dua et, sana olan ahdi hürmetine, eğer bizden bu azâbı sıyırırsan kasem olsun ki sana katiyen iman ederiz ve Beni İsraîl’i seninle beraber mutlak göndeririz. (Elmalı)


Ve lemma veka'a aleyhimürriczü kalu Bu musibetlerin başlarına geldiği her zaman şu vaatte bulunurlardı.

İşte tam tipik bir küfür davranışı. Musibet başına gelince, yani başı sıkışınca şu vaatte bulunurlardı.

ya Mused'u lena Rabbeke Bi ma ahide 'ındek ey Musa, seninle yaptığı peygamberlik hürmetine bizim için rabbine dua et, lein keşefte annerricze lenu'minenne leke ve le nursilenne me'ake beniy israiyl; eğer o musibeti bizden uzaklaştırırsa söz, sana inanacak ve İsrail oğullarının seninle gitmesine izin vereceğiz.

Her musibet gelişinde, başları her sıkışmada böyle bir vaade bulunuyorlar. Peki ya devamı?


135-) Felemma keşefna anhümürricze ila ecelin hüm baliğuhu izâ hüm yenküsûn;

Kendilerine verdiğimiz mühlet sona erene kadar onlardan bu azabı kaldırdığımızda, bir de bakarsın ki onlar yine sözlerinden dönmüşler! (A.Hulusi)

135 - Vaktaki erişecekleri bir müddete kadar azâbı kendilerinden sıyırdık derhal yeminlerini bozdular. (Elmalı)


Felemma keşefna anhümürricze ila ecelin hüm baliğuhu izâ hüm yenküsûn; fakat sözlerini gerçekleştirecekleri bir süre için musibeti kaldırdığımız her seferinde ise gerisin geri sözlerinden dönerlerdi.

Hiçte sürpriz değil, hiçte garip değil. Fıtrat sözüne ihanet eden musibet sözüne neden sadakat göstersin ki. Onlar bir kere var oluşlarına ihanet ettiler. Çünkü küfür var oluşa ihanettir. Kişi kendi var oluşuna ihanet ediyorsa, musibet sözüne neden sadakat göstersin. Onun için onlar da göstermediler.


136-) Fentekamna minhüm feağraknahüm fiyl yemmi Bi ennehüm kezzebu Bi âyâtina ve kânu anha ğafiliyn;

(Bu sebeple) onlara yaptıklarının sonucunu şiddetle yaşattık; mucizelerimizi - işaretlerimizi yalanlamaları ve onlardan gaflete düşmeleri dolayısıyla, onları denizde boğduk! (A.Hulusi)

136 - Biz de âyetlerimizi tekzip ettikleri ve onlara kulak asmadıkları için kendilerinden intikam aldık da hepsini denizde boğduk. (Elmalı)


Fentekamna minhüm Göstermediler de ne oldu? Ne oldu, en sonunda bizde bunun acısını onlardan çıkardık. feağraknahüm fiyl yemmi Bi ennehüm kezzebu Bi âyâtina ve kânu anha ğafiliyn; Ayetlerimizi yalanladıkları ve onlara kayıtsız kaldıkları, dikkatinizi çekerim. ve kânu anha ğafiliyn; Onlara karşı kayıtsız kaldıkları, aldırmazlıkları, vurdum duymazlıkları yüzünden hepsini denizde boğduk.

Kayıtsız kalmak, bu önemli. Altını çizmeli bunun. Aldırmamak, karşı çıkmakla aynı görülüyor. Allah’ın tuttuğu karnede aldırmazlıkla karşı çıkmak, aynı suça, aynı nota tekabül ediyor. Onun için hakikat karşısında aldırmayanlar, sessiz kalanlar, zulme karşı sessiz kalanlar, zulmedenlere ortak olanlar gibi değerlendiriliyor. Buradan rahatlıkla bu çıkarılabilir.


137-) Ve evresnel kavmelleziyne kânu yüstad'afune meşarikal'Ardı ve meğaribehelletiy barekna fıyha* ve temmet kelimetü Rabbikel Husna alâ beniy israiyle Bi ma saberu* ve demmerna ma kâne yasne'u fir'avnü ve kavmühu ve ma kânu ya'rişun;

Hor görülüp güçsüz bırakılmış topluluğu, içinde bereketler oluşturduğumuz yeryüzünün doğularına ve batılarına mirasçı kıldık... Rabbinin İsrailoğullarına olan o en güzel sözü, sabretmeleri sonucu yerine geldi. Firavun ve halkının yapageldikleri şeyleri ve dikip yükselttiklerini de yerle bir ettik! (A.Hulusi)

137 - Ve o hırpalanıp ezilmekte bulunan kavmi ma'hud Arzın bereketlerle donattığımız maşrıklarına Mağribilerine varis kıldık ve Rabbinin Beni İsraîl’e olan o güzel kelimesi sabır etmeleri sebebiyle tamamen tahakkuk etti de Firavun ile kavminin yapa geldikleri masnûâtı ve yükselttikleri binaları yerlere serdik. (Elmalı)


Ve evresnel kavmelleziyne kânu yüstad'afune meşarikal'Ardı ve meğaribehelletiy barekna fıyha Bir zamanlar hor görülüp ezilen insanları, toprağını bereketli kıldığımız ülkenin en doğusundan en batısına kadar tamamına hakim kıldık.

Buradaki barekna fıyha ibaresi, isra suresinin 1. ayetinde, ki yaklaşık bir ifade olarak gelir. Kutsallıktan çok bize göre verimlilik, toprak bereketi anlamına gelir, alınmalıdır. Çünkü ikisinde de bereket toprağa izafe edilmiştir. Fiyha burada.

Subhanelleziy esra Bi abdiHİ leylen minel Mescidil Harami ilel Mescidil Aksalleziy barekna havlehu..(İsra/1) Orada da Havlehu, etrafını, etrafındaki araziyi anlamına. Onun için buradaki bereket, daha çok toprak bereketi, verimlilik olsa gerek.

Ali İmran/ 96 da ki Bekke’ye, Kabe’nin içinde bulunduğu vadi olan bekke vadisine atfedilen bereket ise daha farklı.

..Bi Bekkete mübareken.. Ali İmran/96 Yalın olarak geliyor orada ve Kabe vadisine atfediliyor, toprağa değil. Zaten toprağın bitek olmadığı, verimsiz olduğu İbrahim Suresinin 37. ayetinde açıkça zikredilmiş.

..Bi vadin ğayri ziy zer'ın 'ınde.. İbrahim/37.

Hz. İbrahim Allah’a dua ederken; Ben neslimi, çocuklarımı, eşimi, bitek olmayan, verimsiz, hiç ot bitmeyen bir araziye bıraktım diyor.

Onun için adeta burada ki barekna,  ğayri ziy zer'ın ifadesinin karşıtı. Yani bitek olan, bitek olmayan gibi düşünülürse sanırım daha doğru olur.

ve temmet kelimetü Rabbikel Husna alâ beniy israiyle Bi ma saberu ve rabbinin İsrail oğullarına verdiği güzel bir gelecek vaadi, onların sabırlarına karşılık olarak işte böyle gerçekleşmiş oldu. Bu vaat hangi vaatti, bu surenin 128. ayetinde Musa peygamberin dilinden verilen vaat. İşte o vaat gerçekleşti.

ve demmerna ma kâne yasne'u fir'avnü ve kavmühu ve ma kânu ya'rişun;

Bu çok önemli, Firavun ve avenesinin mimarı olduğu kibir uygarlığını işte böylece tarihe gömdük.

Kibir uygarlığı diye çevirdim, Çok fazla müdahil olmuş değilim bu çeviriyi yaparken. Çok serbest bir çeviri de sanmayın bunu. Aslında literal olarak ya'rişun sözcüğünün anlam alanı içerisinde kalarak bu çeviriyi yaptım. Çünkü aş, aynı kökten gelir. Görkem, yüce, kalmış, dikilmiş anlamına gelir. Herhalde buradan firavun uygarlığının görkemini tasdik ediyor değildir, bu görkemin bir başkaldırı, bir kibir uygarlığı olduğunu söylüyor Kur’an. Yani kibir uygarlığı, Allah’a karşı başkaldırı uygarlığı. Elindeki iktidar imkanını Allah’a başkaldırmak için kullanan bir uygarlık. Onun için ben de oradan yola çıkarak ya'rişun ibaresini kibir uygarlığı olarak çevirdim ve tüm tarihin kibir uygarlıklarının akıbetini işte buradan yola çıkarak görebilirsiniz.


138-) Ve cavezna Bi beniy israiylel bahre feetev alâ kavmin ya'küfune alâ asnamin lehüm* kalu ya Musec'al lena ilâhen kema lehüm aliheh* kale inneküm kavmün techelun;

İsrail oğullarına denizi geçirttik... Kendilerine ait putlara tapınan bir topluluğa ulaştılar. Dediler ki: "Ey Musa... Onların sahip olduğu ilâhlar gibi bizim için bir ilâh oluştur"... (Musa) dedi ki: "Muhakkak ki siz çok cahilsiniz!" (A.Hulusi)

138 - Ve Beni İsraîl’e denizi atlattık, derken bir kavme vardılar, toplanmışlar kendilerine mahsus bir takım putlara tapıyorlardı, ya Musâ! dediler: Bunların bir çok ilâhları olduğu gibi sen de bize bir ilâh yap, siz, dedi: Gerçekten cahillik ediyorsunuz. (Elmalı)


Ve cavezna Bi beniy israiylel bahre sonunda İsrail oğullarını denizden geçirdik.

Bu deniz, kızıl deniz denilir genellikle ama bizce daha büyük bir ihtimalle burada sözü edilen, geçilen deniz, firavunun da içinde boğulduğu deniz, bugün artık kara haline gelen ve daha sonradan üzerinde Süveyş kanalının açıldığı, ki Süveyş kanalı açılmazdan önce, binlerce yıl önce kanalın olduğu yer yine denizdi. Onun için oralar önce deniz iken sonradan yavaş yavaş suları çekilip önce sığ bir denize, sonra bataklığa, sonra sazlık ve kamışlığa dönüşecektir. İşte daha büyük bir ihtimalle hadise burada gerçekleşmiş olmalı.

Kur’an neden olaylar arasında bir bağlantı kurmadan sadece belli noktalara zum yaparak geçiyor derseniz eğer, Kur’an ın maksadı bize hadisenin öyküsünü, hikayesini sunmak değil. Kur’an tarih kitabı değil. Kur’an burada ahlaki ilkelere, ahlaki motiflere dikkat çekiyor. Bizim dikkatimizi, ibret alacağımız noktalara çekip geçiyor. Amacı da öğüt vermek ve ibret almamızı sağlamak. Yoksa olayın tarihi detaylarını bize aktarıp ta bir tarih kitabının yaptığını yapmak değil. Onun için de Kur’an bize bu gibi hadiseleri anlatırken, sadece anlattığı bağlamla ilgili kısımlarını alır, diğer kısımlarını bırakır ve anlatırken olaylar arasında zamansal bir bağlantı da kurmayabilir kimi zaman. Hatta bazen takdim-tehir yapar. Sonradan olmuş olayı önce, önceden olmuş olayı sonradan nakledebilir. Bunlar esasa ilişkin şeyler değildir. Kur’an ın maksadı bize, tarihte yaşanmış o hadiseden yola çıkarak Allah’ın yasalarını öğretmektir.

feetev alâ kavmin ya'küfune alâ asnamin lehüm Derken bir takıp putlara tapınan insanlarla karşılaştılar İsrail oğulları. Kurtuldular, bakınız Allah’ın rahmeti sayesinde düşmanlarından kurtuldular, yolda puta tapan bir topluma rastladılar.

Kalu ne deseler beğenirsiniz peygamberleri olan Hz. Musa’ya, ya Musec'al lena ilâhen kema lehüm aliheh Ey Musa dediler, onların tanrısı gibi bize de bir tanrı tedarik ediver.

İşe bakın, Allah’a şükredecekleri bir noktadalar. Korkunç bir zulümden kurtarılmışlar, muhteşem bir mucize ile ve geldikleri nokta burası. İşte Müslüman İsrail oğullarının Yahudileştiği nokta burası. Müslüman İsrail oğullarının Yahudileştiği nokta.

Bu ümmete taa..!  başından bir uyarı, daha baştan uyarı. Yahudileşmeyin ey Ümmeti Muhammed. Siz de Müslüman İsrail oğullarının yaptığı gibi Yahudileşmeyin.

Tabii şöyle bir soru gelebilir akla. Nasıl olabilir, bu kadar mı körler, bu kadar mı vurdum duymazlar, bu kadar mı sapmaya hazırlar. Yani yaşadıklarını hiç yaşamamış gibi davranmaları mümkün mü. Bunun açıklamasını belki ilerde gelecek ayetlerle vereceğiz, ama hemen şunu söyleyeyim ki onlar, muhtemelen Amâlika kavimlerinden birinin, putperest kavimlerinden birinin içinden geçtiler yerleşim merkezlerinden ve onların taptığı putları gördüler. Ama ilginçtir onların heykelini yaptıkları, daha sonra yapacakları, daha doğrusu heykelini yapacakları buzağıdan anlıyoruz ki, aslında onlar Mısır’a tapıyorlar. Düşmanlarına tapıyorlar. Onu ilerde göreceğiz.

kale inneküm kavmün techelun; Musa cevaben dedi ki; Siz sahiden de cahil bir toplumsunuz, ne kadar cahil adamlarsınız dedi.


Devam ediyor D sayfasına geçiniz.