D sayfasından devam
20-)
Hattâ izâ ma câûha şehide aleyhim sem'uhüm ve ebsaruhüm ve cüludühüm Bima kânu
ya'melun;
(Allâh'ın düşmanları bilinçler)
oraya geldiklerinde, onların sem'leri (işitme
hassaları), basarları (görme hassaları) ve
derileri (altındaki tüm bedenleri), tüm yaptıklarıyla onların aleyhine olarak şahitlik etti.
(A.Hulusi)
20 - Hattâ
ona vardıklarında aleyhlerine kulakları ve gözleri ve derileri şahadet eder:
neler yapıyor idiyseler. (Elmalı)
Hattâ
izâ ma câûha şehide aleyhim sem'uhüm ve ebsaruhüm ve cüludühüm Bima kânu
ya'melun hatta, burada ki hatta
edatı, bizde ki hatta, bizim dilimize geçmiş aynı anlamı verir. Hatta ateşe
vardıklarında, ateşe ulaştıklarında kulakları gözleri ve derileri yapa
geldikleri şeyler sebebiyle onlara karşı şahitlik yapar.
Kulak,
göz ve deri anılıyor. 5 duyudan koklama ve tatma duyuları anılmıyor. Çünkü bu
duyular günah için en az kullanılan duyulardır koklama ve tatma. Kulak, göz ve
deri, 5. ayetin ışığında anlamak lazım bu ifadeyi. Deri bildiğiniz gibi sinir
uçları mesela ateşi ya da soğuğu haber veren birer elçidir deride. Tıpkı
tehlikeye karşı uyaran peygamberler gibi insanı; Bak ortam sıcaklaştı, bir ateş
var. Ya da ortam soğudu sırtını kalınlaştır, üşütebilirsin diye uyarır. Yani
deride ki sinir uçları beyne haber verir tıpkı bir elçi gibi, bir resul gibi.
Bu haberi alan beyin komut verir ve artık insan tedbirini alır. O ateşten
kaçar, yanmasın diye. Onun için en ağır acıyı yaşatan derinin yanmasıdır. Yoksa
ette deri kadar sinir hücresi olmadığı için o kadar acımaz.
İşte
buradan yola çıkarak bir başka gerçeği söylüyor, intikal etmemizi istiyor,
zihni bir intikal yapmamızı istiyor Kur’an. Duyular sahibine gerçeği ilettiği
halde sahibi bu araçları amaç dışı kullanmışsa bu o organa işaret anlamına
gelir. Emanete ihanettir bu. Dolayısıyla yer yüzünde duyular haber veriyor,
sahibi buna aldırmıyorsa yanmayı hak etmiş demektir. Ve o deri beni de yaktın
kendini de yaktın diye sahibini şikayet etme hakkına sahiptir.
Emanete
ihanet dedim duyuların dili çözülünce, dillerin duyulacağı bir şey kalmaz.
Duyuların dili çözülünce diller bir şeyi duyuramaz. Kulak iletti, göz gördü,
deri algıladı. Fakat bunların sahibi onları dinlemedi. Şimdi kendilerini
dinlemeyenden şikayetçiler. Hayat şahadettir, onlar da şahadet ediyorlar.
Şahittirler yani. Dolayısıyla tanıklık yapıyorlar. Onun için biz bu aleme sahip
olmak için değil, şahit olmak için geldik. Elimiz bile bizden bağımsız şahitlik
yapıyor. Elimiz bile, gözümüz kulağımız, dilimiz dudağımız bile şahitlik
yapıyor.
Burada
aslında ince bir nükte var. düşüncemizi soyutlama yeteneği ile donatıyor bu
ayet. Aklımızı soyutlama yeteneği ile. Soyutlama yeteneği kazanmak düşüncenin
en rafine halidir. Ne kadar bu yeteneği kullanırsa o o kadar akıllı sayılır.
Onun için düşüncenin kalitesi soyutlama yeteneği ile ölçülür. Elinizi soyutlayın
ve elinizle konuşun, diyalog kurun. Ey elim deyin benden memnun musun. Elinizi
Müslüman etmekten, özünüzü Müslüman etmekten, dilinizi, dudağınızı, kulağınızı
Müslüman etmekten söz edin. Soyutlamak aynı zamanda süpürücülük illetinden
kurtulmanın da yoludur. Güzel bir alim, güzel bir öncü güzel bir insan. Fakat
kötü bir cümle, kötü bir davranış, kötü bir hal.
Soyutlamayı
beceren bir beyin nasıl yaklaşır? At çöpe diyen soyutlamayı beceremeyen kısır
düşünceli insandır. Soyutlamayı beceren güzel bir insan ama dili ona ihanet
ediyor der. Güzel bir insan ama eylemi ona ihanet ediyor. Güzel bir insan ama
şu hali ona ihanet ediyor. Yani soyutlamayı bilen böylesine temyiz kabiliyetine
sahip olur. İşte bu ayette bize soyutlamayı öğretiyor.
Derinizi
soyutlayın ve onun işlevini yeniden düşünün. Derinizi soyutlayın ki ahirette
sizin aleyhinize şahitlik yapmasın. Soyutlamayı bilen yüce akıllar burada
organlarıyla diyaloga girerler. İş işten geçmeden onları konuştururlar ve
onların konuştuğunu dinlerler. Gözüm sen benden şikayetçi misin dediklerinde
gözün şikayetini dinler ve tedavi ederler. Tevbe istiğfar budur işte. Gözün
şikayetini dinlemek ve tedavisine yönelmek. Kulağın şikayetini dinlemek ve
tedavisine yönelmek. Yüreğin şikayetini dinlemek ve tedavisine yönelmek. Bunu
burada yapanlar ötede bu organların aleyhte şahitliği ile karşılaşmayacaklar.
[Ek
bilgi; TAVSİYE;
Herhangi bir yerde Allah’a
karşı bir günah işlediğinde o yeri terk etmezden önce bir ibadet yapman
gerekir. Böyle yapınca o mekan aleyhine şahitlik edeceği kadar lehinde de
şahitlik eder. İbadeti yaptıktan sonra oradan ayrılabilirsin.
Aynı şey giydiğin elbise için
de geçerlidir. Allah’a giymiş olduğun bir elbise içindeyken asi olunca
söylediğim üzere elbisenin içindeyken bir ibadet yapmalısın.
Kestiğin tırnakların,
kılların, traş ettiğin saçın, sakalın, bıyığın, yıkanırken üzerinden ayrılan
kirlerin vs. Bunlardan herhangi biri bedeninden ayrılırken taharetle ve Allah’ı
zikretme halinde bulunmalısın. Onlar seni nasıl terk ettiklerini sana soracaklardır.
Bu durumlar da yapabileceğin en kolay ibadet emri hakkında Allah’ın tövbeni
kabul etmesi için dua etmendir.
Bu durumda O’nun emrine
bağlanırken zorunlu bir işi yerine getirmiş de olursun. O emir;
Rabbiniz size; “Bana dua
edin size icabet edeyim.” (Mü’min/60) ayetinde ifade edilir.
Demek ki Allah sana kendisine
dua etmeni emretmiştir. Ayetin devamında da şöyle der.
“Bana ibadete karşı
büyüklenenleri cehenneme sokacağım.”
Burada ibadet ile kastedilen
duadır ve benim karşımda zelil olup bana muhtaç olmaktan sarfı nazar edenler
demektir. Dua ibadet diye isimlendirilmiş, ibadet de zillet, eziklik ve
yoksulluk anlamına gelir. Onlar cehenneme zelil ve hor bir şekilde
gireceklerken emredileni yapanları ise Allah izzetli bir halde cennete girmekle
ödüllendirir. (İbn. Arabi Fütûhat-ı Mekkiye cilt/18-s;181)]
21-)
Ve kalu li cüludihim lime şehidtüm aleyna* kalu entakanAllâhulleziy entaka
külle şey'in ve HUve halekaküm evvele merretin ve ileyHİ turce'un;
Bedenlerine
dediler ki: "Niçin aleyhimize şahitlik ettiniz?"... Dediler ki:
"Her şeyi konuşturan Allâh bizleri konuşturdu... Sizi başlangıçta O
yarattı... Şimdi de O'na rücu ettiriliyorsunuz." (A.Hulusi)
21 - Derilerine
niçin aleyhimizde şahitlik ettiniz? derler, bizi, derler: her şey'i söyleten
Allah söyletti, sizi de ilk defa o yarattı yine ona götürülüyorsunuz. (Elmalı)
Ve
kalu li cüludihim lime şehidtüm aleyna
derilerine niçin aleyhimize şahitlik ettiniz diye sorarlar. Yaşamak tanık
tutmaktır aslında. Ama bunu bilmiyor beyimiz. Niçin aleyhimizde konuşuyorsun,
yani hem kendini hem beni yakıyorsun diyor. Yani derinin kendine dediğini,
kendisi deriye söylüyor. Duyularla sahibi arasında karşılıklı suçlama yani.
Kendini de yaktın beni de yaktın der gibi adeta.
Hadiste
İbn. Kesir de yer almış şöyle bir ifade var. “Kör olası ben seni savunuyorum,
senin yaptığına bak” diyecek buyuruyor efendimiz. Yani duyunun sahibi, o
derinin sahibi ben seni savunmaya çalışıyorum, aslında savunmuyor, deri onu
savunuyordu. Fakat o onun savunmasını bile boşa çıkardı. Şimdi hak etti.
[Ek
bilgi; DERİNİN
YANMASI
RUH", yani
"holografik ışınsal beden" Güneş'in içine gittiği zaman, oradaki
yüksek radyasyonun etkisiyle deforme olur, eğrilir, büzülür, yanar(!), fakat yok
olmaz!.. Bunun misali, rüyada, bedeninin ezilip-büzülmesi, kırılması,
yaralanması, parçalanması ertesinde yeniden yaşamına aynen devam etmesidir.
İşte "cehennem"
denen Güneş'in içindeki yaşantıda da, dalga beden tahrip olur, ezilir, uzar,
genişler, yassılaşır, yıpranır, yanar ve akabinde eski hâline döner... Ve bu
durum tekrar tekrar sürer gider. (A. HULUSİ – Yaşam
sistemi)]
kalu
entakanAllâhulleziy entaka külle şey'i onlarda her şeye kendi
dilince konuşma yeteneği veren Allah, bize de verdi. Diyecek deriler. Her şey
kendini kendince ifade eder, kendisi hakkında bilgi verir. Allah her şeye dil
verdi diyor ya ayet, işte bu. Gülün yaydığı koku bilgidir. Gülün göze verdiği
renk bilgidir. Şekli bilgidir, katılık, sıvılık, gazlık, ışıma bilgidir. Gülün
açması ve kokması, yani konuşmasıdır.
ve
in min şey'in illâ yüsebbihu Bi hamdiHİ ve lâkin lâ tefkahune tesbiyhahüm.
(İsra/44)bu varlık içinde hiçbir şey yoktur ki O’nu hamd ile anmamış, tespih etmemiş
olsun. Fakat sizler onun tespihini anlamıyorsunuz. Yani varlık dile gelmiş,
kendi dili ile konuşuyor. Var olmak konuşmaktır diyebiliriz. Deriniz bu dünyada
konuşuyor, sıcaklığı ve soğukluğu haber veriyor. Tutanı ve iteni haber veriyor.
Her şeyin dilinin çözüldüğü ahirette konuşması neden garip olsun ki. Orada da
konuşuyor.
ve
HUve halekaküm evvele merretin ve ileyHİ turce'un sizi yoktan var eden O’dur, dönüşünüz de yine
O’nadır.
22-)
Ve ma küntüm testetirune en yeşhede aleyküm sem'uküm ve lâ ebsaruküm ve lâ
cüludüküm ve lâkin zanentüm ennAllâhe lâ ya'lemu kesiyren mimma ta'melun;
Sem'inizin
(işitme azanızın),
basarlarınızın (görme azalarınızın) ve bedenlerinizin aleyhinize şahitlik yapmasını
ummadığınızdan (keyfinize göre yaşadınız)... Yaptıklarınızın birçoğunu Allâh'ın bilmediğini
zannediyordunuz! (A.Hulusi)
22 - Evvel
kulaklarınız ve gözleriniz ve derileriniz aleyhinize şahadet eder diye sakınmaz
idiniz ve lâkin zannetmiş idiniz ki Allah yaptıklarınızdan bir çoğunu bilmez.
(Elmalı)
Ve ma
küntüm testetirune en yeşhede aleyküm sem'uküm ve lâ ebsaruküm ve lâ cüludüküm bir zamanlar siz kulaklarınızın, gözlerinizin ve
derilerinizin size karşı şahitlik yapmasından sakınmazdınız. Kelime anlamıyla
alırsak testetirune; Üstünü örtmezdiniz. Yani saklamazdınız. Bu
duyuların sahibine dünyada algıladıklarını aynen bildirme niteliklerini ifade
edebilir. Yani dünyada algıladıklarını duyularını sahibine aynen iletir. Me
küntüm testetirun, gizlemezdiniz, saklamazdınız. İnce bir istihza var gibi
burada. Şimdi burada neden gizlemeye çalışıyorsunuz, dünyada gizleseydiniz ya.
Yani elinizden günahı gizleseydiniz ya, gözünüzden günahı gizleseydiniz ya
Ondan gizleyemediğini Allah’tan mı gizlemeye çalışıyorsunuz. Bu ne çelişki.
Duyularınız dünya hayatında gerçeği söyledi fakat siz bunu ciddiye almadınız.
Neden? Nedeni hemen arkasında;
ve
lâkin zanentüm ennAllâhe lâ ya'lemu kesiyren mimma ta'melun Üstelik Allah’ın yaptıklarının hakkında fazla bir şey
bilmediği zannına kapılırdınız. Ebet, dünyada böyleydiniz. Allah tasavvurunuz
yamuktu. Gören, aktif, müdahil bir Allah’a inanmıyordunuz. İnanıyorsanız bile
görmeyen bir Allah’a, pasif bir Allah’a, uzak bir Allah’a inandınız.
23-)
Ve zâliküm zannükümülleziy zanentüm Bi Rabbiküm erdaküm feasbahtüm minel
hasiriyn;
İşte
Rabbiniz hakkında beslediğiniz bu yanlış zan sizi uçuruma mahvetti de hüsrana
uğrayanlardan oldunuz. (A.Hulusi)
23 - İşte
rabbinize beslediğiniz o zannınız sizi helâke sürükledi de hüsrana düşenlerden
oldunuz. (Elmalı)
Ve
zâliküm zannükümülleziy zanentüm Bi Rabbiküm erdaküm feasbahtüm minel hasiriyn bakın işte rabbiniz hakkında ki bu zannınız sizi
helake sürükledi de böylece hüsrana uğrayanlardan olup çıktınız.
Allah’a
suizan; suizanların en tehlikelisi İşte burada dile getirilen o en tehlikeli
suizan. Görmeyen, duymayan bilmeyen bir Allah zannetmek. Oysa ki elinizden bile
gizleyemediğiniz şeyleri Allah’tan nasıl gizlediğinizi zannettiniz. Bu ne
çelişki. İnsan kul olduğu Allah’ı aciz tasavvur eder mi. Böyle aciz tasavvur
edilen bir şeye kul olunur mu. Böyle aciz tasavvur edilen bir şey Allah olur
mu? Tanrı olur mu? Hem böyle aciz tasavvur et, hem de onu tanrı et. Bu çelişki
değil mi? Aslında büyün bu sorular ve daha bir çok soruyu zımnen sormamızı
istiyor.
24-)
Fein yasbiru fen naru mesven lehüm* ve in yesta'tibu fema hüm minel mu'tebiyn;
Sabırla
katlansalar bile (bir gün geçer diye), Nâr onların yaşam ortamıdır! Eğer (mazeret ile Rablerini) razı
etmek isteseler, onlar mazeretleri kabul edilip razı olunanlardan olmazlar!
(A.Hulusi)
24 - Artık
sabredebilirlerse ateş kendilerine bir ikametgâhtır, yok eğer hoşnutluğa dönmek
isterlerse hoşnut edileceklerden değildirler. (Elmalı)
Fein
yasbiru fen naru mesven lehüm eğer
dayanabilirler ise ateş onlar için bir tür mesken olacaktır. Mesven de ki
belirsizlik tür olarak, nev olarak yansıttık çeviriye ve in yesta'tibu fema hüm minel mu'tebiyn geri dönüp af için baş vurmak isteyecekler, asla
başvuruları kabul edilmeyecektir. Yani geri dönmek isteyecekler, biz
yanılmıştık itirafında bulunacaklar. Gerçeği görecekler, fakat gerçeği
görmelerinin hiçbir pratik yararı olmayacak. Olmayacak çünkü gerçeği
görmelerinin kendilerine bir kazanımı olmayacak. Dolayısıyla pratik yararının
olmadığı bir anda gerçeği görmek meziyet değildir.
25-)
Ve kayyadnâ lehüm kurenae fezeyyenu lehüm ma beyne eydiyhim ve ma halfehüm ve
hakka aleyhimül kavlü fiy ümemin kad halet min kablihim minel cinni vel ins*
innehüm kânu hasiriyn;
Onlar
için karînler (şeytanî fikirliler {cin veya ins}) hazırladık ki; (bu yakın
arkadaşlar) yapmakta olduklarını ve yapmayı
hayal ettikleri arzularını onlara süslü gösterdiler! Cin ve insten, onlardan
önce gelip - geçmiş ümmetler hakkındaki hükmü, bunlar aleyhine de hak oldu...
Muhakkak ki onlar hüsrana uğrayanlardı! (A.Hulusi)
25 - Hem
onlara bir takım yanaşıklar saldırmışızdır da onlar, onlara önlerindekini ve
arkalarındakini ziynetleyi vermişlerdir, Cin ve İnsten önlerinden geçen
ümmetler içinde onların aleyhine de söz Hakk olmuştur, çünkü hep kendilerine
yazık etmişlerdir. (Elmalı)
Ve
kayyadnâ lehüm kurenae zira onlara
güdümüne girecekleri yoldaşlar musallat ettik. Kayyadnâ; mümkün kıldık,
hazır hale getirdik anlamına gelir. Ama asıl burada anahtar terim kurenae.
Kariyn; yakın kıldı bağlı kıldı, bağımlı kıldı, birbirine kattı, bir
biriyle iç içe geçirdi anlamlarına gelir. Birbirine mahkum etti anlamına gelir
hatta. Cazibe merkezi kıldı anlamına ulaşabiliriz oradan. Hatta bir şeyin
güdümüne girene de kariyn denilir. Yani nefse, bilinç altına, içgüdüye, şeytani
benliğe, öteki kişiliğe, bütün bunların hepsine birden delalet edebilir.
Bu
ayeti Zuhruf/46 (Hayır 36 olacak) ayeti ışığında anlamak zorundayız.
Ve
men ya'şü an zikrir Rahmâni nukayyıd lehu şeytanen fehuve lehu kariyn. (Zuhruf/36)
Kim rahmanın, o sınırsız merhamet kaynağının vahyine –zikir burada vahiy olarak
alınabilir- ya da hatırlatmasına, uyarısına tavuk karası gözlerle, yamuk
bakışlarla bakarsa, O sınırsız merhamet sahibi, merhametinden onu mahrum kılar
da onu başına birini musallat eder ki o onun öteki kişiliği olur. Şeytanı
musallat eder. Öteki kişiliği şeytan olur. Yani nefsi şeytanlaşır, o onun
uydusu haline gelir. fehuve lehu kariyn
o onun uydusu haline gelir ve artık onun yörüngesinden ayrılamaz olur, onun
gölgesi olur. Onu istediği gibi sürer. İstediği yere götürür. İşte burada da
Zuhruf 36. ayetin ifade ettiği gerçek farklı bir formla ifade ediliyor.
[Ek bilgi; YAŞAM SİSTEMİ
Nasıl, Dünya üzerinde insanlar
veya Dünya'da ve uzayda yaşayan cinler
var ise; onlar gibi her gezegende ve yıldızda da yaşayan varlıklar vardır!..
Dolayısıyla Güneş'in de kendine has ışın yapılı sâkinleri mevcuttur.
İşte bunlar Kur'ân-ı Kerîm'de
"zebânî" diye tarif edilmişlerdir... Bu isimle adlandırılmışlardır! Bizler nasıl Dünya üzerinde yaşayan varlıklar
olarak, elimize düşen güçsüz varlıklara istediğimizi yapıyorsak; aynı şekilde
Güneş'in içine gidecek insanlara da, Güneş'in canlıları olan
"zebânî"ler, oranın şartları içinde dilediklerini yapacaklardır... Ki
bu davranışlar insanlara eziyet olacaktır. (A. Hulusi; Yaşam sistemi)]
fezeyyenu
lehüm ma beyne eydiyhim ve ma halfehüm
önlerinde olanı da arkalarında kalanı da kendilerine süslü göstermiştir. Kim? O
ikinci kişiliği, öteki kişiliği haline gelen iç güdüleri. Mesela iç güdüler
bilinci esir alırsa ne olur?
Bilinci
iki tür şey etkiler. Bir bilinç altı etkiler bir de bilinç üstü. Bilin altı
güdülerin etkisi ile oluşturulmuş bir alan. Güdüler bilinç altını oluşturur ve
bilinç altını oluşturan güdüler bilinci etkiler, bilinci kendi ellerine
geçirirler, denetimleri atkına alırlarsa, artık o insan güdülerinin esiri olur.
Şehvetinin esiri olur. Hırsının, öfkesinin esiri olur. O insan Kendini tutma
sorunu yaşar. Kendimi tutamadım. Artık ondan sonra kendisini hiç
tutamayacaktır. Mesela bir sofra gördüğünde kendini tutamayacaktır. Bir haram
gördüğünde kendini tutamayacaktır. Bir Allah’ın razı olmadığı, Allah’ın lanet
ettiği bir şey gördüğünde kendini tutamayacaktır. Yani kendini tutma sorunu
olacaktır. Artık kendini tutamaz. Çünkü kendinde değildir. Kendini tutamayan
kendini kaybeder. Kendini kaybeden kendini nasıl bilir. Kendini bilmez.
Dolayısıyla
bilinç altı bilinci eğer etkisi ve denetimi altına alırsa insanın kendini tutma
sorunu, kendini kaybetme ile neticelenir ve işte o noktadan sonra artık
yörüngesine girdiği şeytan, yani iç güdüleri onu; eline gemini alıp istediği
yere sürülen bir ata dönüştürür. Sırtına biner istediği yere götürür. Aslında
oruç kendini tutmak için içgüdülerin bilinci denetim altına almaması için
güdülerin tutulması halidir. Yani binincin denetimini güdülerin elinden alıp
ruha vermek için bedeni aç bırakıp aklı, ruhu ve iradeyi beslemektir.
Aslında
gece namazı, hatta sabah namazı, namazların tamamı bütün bu ibadetler birer
denetim altına alma terbiyesidir. Uykuyu denetim altına alamayan kimse uykunun
denetimine girer. Uykunun denetimine girmek; atın; süvarinin sırtına binmesi
demektir. Oysa ki süvari atın sırtında olmalıydı. O nedenle burada denetim
altına alamadığınız iç güdüleriniz, sizi denetim altına alırsa o zaman öteki
kişiliğiniz olur şeytan ve onun yörüngesinde biteviye döner durursunuz anlamına
geliyor ve tabii ki süslü gösterecektir günahı.
[Ek bilgi; BİR VE İKİNCİ
BEYİNLER.
Kafataslarımızdaki
büyük olanla bağlantı halinde olan bağırsaklardaki küçük beyin, zihinsel
durumumuza kısmen karar verir ve vücudun her tarafında belirli hastalıklarda
anahtar roller oynar. Onun etki alanı geniş olsa da; ikinci beyin, herhangi
bilinçli düşüncenin veya karar vermenin merkezi değildir.
New York Presbyterian Hastanesi/Columbia Üniversitesi Tıp Merkezi’nde Anatomi ve Hücre Biyolojisi Departman başkanı, yeni oluşan Nörogastroenteroloji alanında uzman ve 1998 yılı kitabı ‘’İkinci Beyin’’ (HarperCollins Yayınevi) in yazarı olan Michael Gershon, "İkinci beyin, büyük düşünce süreçlerine yardımcı olmamakta. Din, filozofi ve şiir, baştaki beyine bırakılmış’’ demiştir.
Dr.
Gershon, "Beyin bedende nörotransmitter’larla dolu olan tek yer değildir.
Yüz milyon nörotransmitter bağırsağın uzunluğunu kaplamaktadır, yaklaşık
olarak beyinde bulunan sayı kadar’’
demiştir. Eğer yemek borusunun, midenin ve kalın bağırsağın sinir hücrelerini
katarsak, bağırsakta bütün periferik sinir sisteminin geri kalan kısmından daha
fazla sinir hücresi vardır. Baş kısmında beyni kontrol eden neredeyse her
kimyasal, hormonlar ve nörotransmitter’lar da dahil, bağırsakta belirlenmiştir.
Bu
karmaşık devre, bağırsaktaki beynin bağımsız olarak davranmasını sağlamaktadır.
Bunun ispatı, yutmayı kontrol eden beyin sapı hücreleri zarar görmüş olan felç
hastalarında görülebilir. Eğer bu meydana gelirse bir cerrah karına ait duvarda
bir delik oluşturur, böylelikle beslenme gıdaların direkt olarak midenin
içerisine elle girmesiyle başarılabilir. Yiyecek bir kere midede olduğunda,
sindirim ve emilim beyin ölümü olan kişilerde bile gerçekleşebilir. Merkezi
sinir sistemi, yutma ve defekasyon (bağırsaklardakilerin rektum ve anüs yoluyla
dışarı atılması) için gereklidir, fakat yiyeceğin yutulmasından arta kalanların
anüsden dışarı atıldığı zamana kadar bağırsak sorumludur.]
ve
hakka aleyhimül kavlü fiy ümemin kad halet min kablihim minel cinni vel ins işte böylece kendilerinden önce gelip geçmiş olan
görünür görünmez varlıklardan nice topluluklar hakkında ki vaad onlar içinde gerçekleşmiş
oldu. innehüm kânu hasiriyn şüphe yok ki onlar daima kaybeden taraf oldular.
Burada
da insanla beraber cinlerin anılması vahyin ilk muhatabı olan müşriklerin cin
tasavvuruna, Allah’ın müdahil olamadığı, yani Allah’ın müdahalesi dışında
kaldığına inandıkları, istediklerini yaptıkları, keyiflerine uyanı yaptıklarına
inandıkları cinlerin de Allah’ın müdahalesi altında olduğunu ve görünür
görünmez tüm varlıklara Allah sözünü geçirdiğini ifade etmek içindir.
“Ve ahiru davahüm enil hamdülillahi rabbil
alemiyn”
Çağrımız ve davamız
Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır.
150. videonun sonu.
150. videoyu toplu olarak BURADA
bulabilirsiniz
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder