Allah’ın selamı, bereketi,
atıfeti, hidayeti, rahmeti üzerinize olsun sevgili Kur’an dostları. Geçen
dersimizde Mü’min suresinin 50. ayetine kadar işlemiştik. Geçen ders
işlediğimiz ayetler kısaca şu ana fikir etrafında dönüyordu. “Allah asla
engellenemez.” Allah’ın yardımı firavunun sarayında da olsa gelir sizi kuşatır.
İşte o ayetlerin ardından şimdi
hitap doğrudan ilk muhatabına, yani Allah Resulüne yöneldi ve şöyle dedi;
51-) İnna lenensuru RusüleNA velleziyne amenû
fiyl hayatid dünya ve yevme yekumül eşhad;
Muhakkak
ki biz Rasûllerimize ve iman edenlere, dünya hayatında da şahitlerin kıyam
ettiği günde de yardım edeceğiz. (A. Hulusi)
51 - Elbette
biz Resullerimizi ve iman edenleri Mansur kılacağız hem Dünya hayatta hem de
şahitler dikileceği gün. (Elmalı)
İnna lenensuru RusüleNA velleziyne amenû fiyl
hayatid dünya ve yevme yekumül eşhad şüphe yok ki biz resullerimize
ve iman eden kimselere, hem bu dünya hayatında, hem de ahiretin şahitlerin
dinleneceği yevme yekumül eşhad. Öyle çevirelim şahitlerin dinleneceği o günde
hasımlarına karşı elbette yardım edeceğiz.
İlk muhataba bir teselli var,
Resulallah’a; sana yardım edeceğiz. Çünkü sen o Resullerin altın zinciri içinde
en büyük halkasın. Fakat ayette onu aşan bir müjde var. O müjde yalnızca
resullere değil, Allah’ın yardım vaadi, Resullerin izini takip eden, onların
bıraktığı risalet mirasına sadakat gösteren, ihanet etmeyen mü’minlere de
yardım vaadi yapılmakta.
Bu elbette eğer Nebinin mirasına
ihanet etmemişsek bizim de gönlümüzü teselli eden ilahi bir müjde. Herkes bu
müjdenin muhatabı olmanın çabasının, Allah Resulünün bıraktığı mirasa sadakat
göstermekten geçtiğini unutmamalı.
52-) Yevme lâ yenfe'uz zâlimiyne ma'ziretühüm
ve lehümül la'netü ve lehüm sûüddar;
O
süreçte mazeret beyanları zâlimlere fayda vermez... Hem o lânet (Allâh'ın Esmâ kuvvelerinden uzak düşmüşlük) onlarındır ve hem de vatanın kötüsü onlarındır! (A.
Hulusi)
52 - O
günkü zâlimlere özür dilemeleri fâyda vermez, onlara lânet vardır ve onlara
yurdun kötüsü vardır. (Elmalı)
Yevme lâ yenfe'uz zâlimiyne ma'ziretühüm
o gün zalimlere mazeretlerinin hiçbir yararı olmaz. Mazeret yararsız. Çünkü
anlamsız. Allah; Akıl, fikir, iz’an verdi ve verdiği aklın kullanılmasını
istedi. Ama verdiği akla ihanet etti insanoğlu. O aklı kullanmak yerine
başkalarının peşine takıldı ve sonuçta aklını kullanmasının hiçbir anlam
taşımadığı bir güne geldi. Yani hüküm gününe, yargı gününe. Ve orada meşru bir
gerekçe göstermeden bir takım mazeretler ileri sürdü. Bu kendi aklına, kendi
iz’anına, kendi iradesine ihanetin tescilinden başka hiçbir anlam taşımaz.
ve lehümül la'netü ve lehüm sûüddar
onların payına düşen Allah’ın rahmetinden dışlanmak. Lanet bu. Bizim dilimizde
kazandığı anlam biraz daha farklı. Fakat lanet Allah’ın insanı rahmetinden
dışlaması.
Rahmetten dışlanmak lanet mi?
Evet ya..! Ekstra bir şeye ihtiyaç yok ki. Allah rahmetini çekerse geriye
lanetten başka ne kalır. Allah desteğini çekerse insan nasıl dik durabilir.
Allah elini bırakırsa insanın, insan sürünmekten nasıl kurtulabilir ki. Lanet
bu aslında. Ve en berbat yurda konmak olacaktır. Allah’ın rahmetinden dışlanmak
ve berbat bir yurda konmak.
53-) Ve lekad ateyna Muselhüda ve evresna beniy
israiylel Kitab;
Andolsun
ki Musa'ya hüda (Hakikat bilgisi) verdik... İsrailoğullarını da BİLGİye mirasçı kıldık! (A.
Hulusi)
53 - Şanım
hakkı için biz Musâ’ya o hidayeti verdik ve Benî İsrail’e o kitabı miras
kıldık. (Elmalı)
Ve lekad ateyna Muselhüda ve evresna beniy
israiylel Kitab vaadimiz gereği vaktiyle biz Musa’ya hidayetimizi,
yani vahyimizi, rehberliğimizi iletmiş ve İsrail oğullarını ilahi kelama varis
kılmıştık. Neden bu ümmete gönderilmiş olan ilahi kelamda, hem de Mekke’de,
Yahudilerin yaşamadığı bir yerleşim biriminde İsrail oğulları ile ilgili bir
ayet geliyor. Yani Mekke’de Yahudi yok ama bu ümmete İsrail oğullarına verilen
vahiy hatırlatılıyor. Aslında zımnen söylenen belli; İsrail oğulları mirasa
ihanet ettiler. Hani bakara suresinde;
Yâ beniy isrâil'ezkürû ni'metiyelletiy
en'amtü aleyküm ve enniy faddaltüküm alel alemiyn. (Bakara/47) Ey
İsrail oğulları hatırlayın ki bir zamanda sizi vahiy emanetini taşımakla
görevlendirip insanlığa anne toplum olarak seçmiştim. Evet, seçim bu. Aslında
seçilmiş kavim olmak; sorumluluğun insanlığa kucak kucak vahyi taşıma
sorumluluğunun sırtlarına verilmiş olmasıdır. Yoksa yattığınız yerden banko
Allah’ın rahmetini hiç zahmetsizce kesenize indireceksiniz mesajı değil. Yani
siz; ..nahnü ebnaullahi ve ehıbbauHU. (Maide/18) biz Allah’ın oğulları ve dostlarıyız cakasını
satasınız diye değil. Yükünüz ağırlaştı. Bu yükü taşırsanız sorumluluğunuza
müdrik olursanız Allah’a hesabınızı kolay verirsiniz. Onun için o
hatırlatılıyor.
Meselülleziyne hummilutTevrate sümme lem
yahmilûha kemeselilhımari yahmilu esfara. (Cuma/5) ayete bakın,
kendilerine Tevrat’ı verip de Tevrat’ın gereğince amel etmeyen insanlar neye
benzer biliyor musunuz. Sırtına kitap yüklenmiş eşeklere benzer diyor ayet.
Yani burada aslında sevinmekten daha öte sorumluluğun ağırlığı altında titremek
gerekmiyor mu. Sorumluluğunu bilenler sevinsinler. Yerine getirenler
sevinsinler. Onun içinde kitap taşıyan merkep olmak sadece İsrail oğullarına,
yani Tevrat’ın kendilerine emanet ettiği ümmete has bir şey değil. Kur’an ın
kendilerine emanet edildiği ümmette eğer onların Tevrat’a yaptığı muameleyi Kur’an
a yaparlarsa onlarda kitap taşıyan merkep gibi olacaklardır. Allah böyle
olmaktan korusun.
[Atlanan ayet;
54-) Hüden ve zikra li üliyl elbab;
Derin
düşünen akıl sahiplerine Hakikate erdirici ve hatırlatma olmak üzere! (A.
Hulusi)
54
- Ki aklı selîm sahiplerine bir irşat ve bir ihtar olmak için. (Elmalı)
Hüden ve zikra li üliyl elbab “Aklı
başında, selim, halis akıl sahibi olanlara bir irşat ve hatırlatmak için. Yani
Allah'ın peygamberlerine ve müminlere dünya ve ahiret yardımının muhakkak
olduğunu ve Firavun gibi zalimlere karşı mücadelenin gerekliliğini hatırlatmak
için.” (Elmalı)
üliyl elbab Kur’an-ı Kerim’de
16 ayette geçen “ulü’l-elbâb” ifadesini “saf akıl sahipleri” olarak dilimize
çeviriyoruz. (Bkz: Ragıp el-İsfahani, el-Müfredat, l-b-b mad., s: 733) Bununla,
fıtratı bozulmamış, kendisi için gerçek ortaya çıktığında bunu kavrayan, kabul
eden, kişisel zaaf ve beklentiler sebebiyle görmezlikten gelmeyen kişiler
kastedilmektedir.
Bu tabir, sağlam duruş
sergileyen kişiler için de kullanılır. Çünkü bu tür insanlar, herhangi bir
konuda donanımlı olsun veya olmasın, doğrulara açıktırlar ve gerçek ortaya
çıktığında herhangi bir tarafa çekmeden gerçeği kabul edip hareketlerini ona
göre düzenlerler. Önyargı ve saplantıları olmadığı için sürekli gelişim
halindedirler. (Süleymaniye vakfı)]
55-) Fasbir inne va'dAllâhi hakkun vestağfir
lizenbike ve sebbih Bi Hamdi Rabbike Bil 'aşiyyi vel ibkâr;
Sabret!
Muhakkak ki Allâh'ın vaadi haktır! Yanlışların için istiğfar et! Akşam ve sabah
Rabbinin hamdi olarak tespih et! (A. Hulusi)
55 - O
halde sabret, çünkü Allahın vaadi haktır hem günahına istiğfar ve akşam, sabah
rabbine hamdıyla tesbih et. (Elmalı)
Fasbir inne va'dAllâhi hakkun şu
halde dirençli olun. Doğrudan ilk muhataba, dolaylı olarak tüm muhataplara ve
modern muhatap olarak bizlere de. Eğer risalet mirasına ihanet etmemiş, o
mirasın sorumluluğuna uygun davranmış biri iseniz bu hitabın muhatabı olarak
kendinizi de düşünebilirsiniz. Diren, sabret Allah’ın vaadi mutlaka
gerçekleşecektir. Sabır, dirençtir dostlar. Arkadan gelen cümle de bunun
delilidir.
vestağfir lizenbike ve sebbih Bi Hamdi Rabbike
Bil 'aşiyyi vel ibkâr evet,günahın için Ondan af dile ve akşam sabah
hamd ile rabbinin yüceliğini dile getir.
Sabır direniştir demiştik, ele
geçirilen mevziyi savunmaktır sabır. Geri adım atmamaktır. Rüzgar ne kadar sert
eserse ezsin mevziinizi terk etmemektir sabır. Onun içindir ki ‘asr suresinde;
ve tevâsav Bil Hakkı ve tevâsav Bis Sabr.
(‘Asr/3) bakınız surenin bu ayetleri ile mü’min suresinin 55. ayetini
karşılaştırın; Fasbir
inne va'dAllâhi hakkun Allah’ın vaadi gerçekleşecektir. Hem Haktır,
hakikattir manasına hem de gerçekleşecektir manasına gelir. Haktır, ama ve tevâsav Bil Hakk hakkı tavsiye
etmekte bize düşen bir ödevdir. Allah’ın vaadi gerçekleşecektir, Allah bu
vaadini hakkı tavsiye edenler eliyle gerçekleştirecektir.
Peki hakkı tavsiye ettiniz,
arkadan gelen sabrı tavsiye etmekte ne oluyor? Hakkı tavsiye etmek adamın
başına iş açar mı? Elbette, Hakkı tavsiye etmek başa iş almaktır. İş başa
düşerse başta işe düşmeli. Onun için hakkı tavsiye etmenin bir bedeli vardır.
Hakkı savunanlar buna sevinirler, batılı savunanlarsa buna fitil olurlar.
Elbette bu onların hoşuna gitmez. Güzelin varlığı çirkini rahatsız eder. İyinin
varlığı kötüyü rahatsız eder. Çünkü kötü iyiyi gördüğünde kötülüğünü hatırlar.
Batıl hakkı gördüğünde batıllığını hatırlar. Küfür imanı gördüğünde
çirkinliğini hatırlar. Onun içinde iman ortalarda görünmesin ister, hatta ister
ki iman hiç olmasın.
Bunu yapamaz, bunu beceremez. O
halde en asgariden iman ortalarda gözükmesin, yani kamusal alana çıkmasın
ister. Onun içinde rahatsız olur, sıkıntılanır ve hatta savaş açar doğruya, hakka,
imana karşı.
İşte böyle bir durumda ve
tevâsav Bis Sabr. (‘Asr/3)hakkı tavsiye başına iş açacaktır, iş
açarsa sabrı tavsiye et. Dirensin, diren, yani hakkı tavsiye etmenin bedelini
ödemek gerektiğinde öde.
vestağfir lizenbike ve sebbih Bi Hamdi Rabbike
Bil 'aşiyyi vel ibkâr günahın için ondan af dile ve akşam sabah hamd
ile rabbinin yüceliğini dillendir. Rabbin zaten yüce, rabbini yücelt diye
çevirmeyi doğru bulmadım. Zaten yüce, sen yüceltemezsin ki. Yüce olan rabbinin
yüceliğini bil ve dille getir. Dile getir ki bu senin hamdin olsun, tespihin
olsun. Şu kainatta her varlık kendi dinlince onun yüceliğini dillendirmekte. O
halde ey insan oğlu bu evrensel koroya sen de katıl ve sen de kendi dilince bu
ilahiyi söyle.
Dikkat buyurmuşsunuzdur vestağfir lizenbik peygambere istiğfar
emri. Allah’tan af dile. Çok ilginç Hz. Peygambere istiğfar ve tespih emri
genellikle Kur’an da zafer vaad edilen bağlamlarda gelir. Gerçekten ilginçtir.
Yani zafer vaad edilen bağlamlar da efendimize Allah’tan günahına af dile emri
geliyor. Mesela Nasr suresi, ki başka surelerde de var.
İzâ câe nasrullahi velfeth. (Nasr/1) Allah’ın
zaferi ve nusreti, yardımı fetih geldiği zaman. Ve raeytenNâse yedhulûne fiy diynillâhi
efvâcâ.(Nasr/2) bir ömür hasretlisi olduğun insanların hakikatin
kucağına fevç fevç kendilerini kaldırıp attıkları, kitle halinde hakikate
teslim olduklarını gördüğün zaman, Fesebbıh BiHamdi Rabbik.. (Nasr/3)rabbinin
yüceliğini dillendir, hem de hamd ile dillendir. Sonsuzca hamd olsun ya rabbi
sana de. vestağfirH
ve O’na af dile, günahlarına O’ndan bağışlanma iste. inneHÛ kâne Tevvâbâ. (Nasr/3) O
tevbeleri kabul eden tek kapıdır.
İşte bu. Bu
sure bir görüşe göre Mekke nin fethi sırasında yolda nazil oldu. Yolda nazil
olmamış olsa, bir miktar, ikinci görüşe göre önce nazil olmuş olsa dahi
Resulallah yolda iken dudaklarında bu ayetleri okuyordu. Hem de başı devesinin
yelesine değecek kadar iki büklüm, gözlerinde yaş. Neydi?, nedir. Burada da
öyle Allah’ın vaadinin gerçekleşeceğini söyleyen bir bağlamda, günahın için
O’ndan af dile.
Peki, ortada
görünen bizim günah olarak bildiğimiz bir şey mi var. Bildiğimiz bir şey de
yok. Peki nedir? Adeta rabbimiz Allah resulü olan efendimizle olan ilişkisinde
en ufak bir gönül ibresinin oynamasını daha baştan engelliyor. Yani bu büyük
fetihte gönlüne en ufak bir şey gelmesin. Gönül ibresinde ki küçük bir oynamaya
dahi rabbimiz izin vermiyor. Tıpkı hasenatül
ebrar, seyyiatül mukarrabin sözünde olduğu gibi. İyilerin iyiliği, Allah’a
çok yakın olanların günahı gibidir. Yani onların iyiliğine bir varın siz
düşünün sözünde olduğu gibi.
Efendimizde
bunu beyan sadedinde diyordu ya; Bazen gönlümün ibresi çok hafif oynar. Hadisin
metninde le yuğan sözcüğü
kullanılıyor. Yani içinde çok küçük bir efilti olur, yani Allah’tan birkaç
nefeslik bir gaflet. Ben 100 defa buna istiğfar ederim. İşte böyle.
Muhabbetiniz ne kadar artarsa, gafletinizin size olan bedeli de o kadar büyür.
Yani Allah ile ilişkiniz rafineleştikçe, yüceldikçe, yükseldikçe O’ndan gafil
aldığınız her nefesi günah gibi hissetmeye başlarsınız. Bu da tabii ilişkinin
niteliğine bağlı.
Razi; vestağfir lizenbik ifadesini bu ayette
ki ümmetinin günahına, yani vestağfir lizembi ümmetin şeklinde anlar. Ümmetinin
günahına istiğfar et, af dile. Fakat bu bir parça zorlama gibi anlaşılabilir.
Klasik kelamın ismet teorisine metni uydurmaya çalışmak gibi de anlaşılabilir.
Ama biraz önce yaptığımız yorum en doğru olanı olsa gerek.
Devam ediyor B sayfasına geçiniz.
149. videoyu toplu olarak BURADA
bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder