21 Mayıs 2013 Salı

İslamoğlu Tef. Ders. MÜ’MİN (56 - 60) (149-B)



A sayfasından devam

56-) İnnelleziyne yücadilune fiy âyâtillâhi Bi ğayri sültanin etahüm, in fiy sudurihim illâ kibrun mahüm Bi baliğiyh* feste'ız Billâh* inneHU HUves Semiy'ul Basıyr;

Kendilerine gelmiş bir reddedilemez delil olmaksızın Allâh'ın işaretleri hakkında mücadele edenler var ya, onların içlerinde, asla ulaşamayacakları bir kibirden başka bir şey yoktur (Kibriyâ'nın farkındalığına asla ulaşamayacaklardır)! O hâlde sen, Esmâ'sıyla hakikatin olan Allâh'a sığın... Muhakkak ki O, "HÛ"; Semi'dir, Basıyr'dir. (A. Hulusi)

56 - Kendilerine gelmiş katî bir bürhan olmaksızın Allahın âyetlerinde mücadele edenler muhakkak ki onların sînelerinde ancak yetişemeyecekleri bir kibir vardır sen hemen Allaha sığın, çünkü o, semî odur, basîr O. (Elmalı)


İnnelleziyne yücadilune fiy âyâtillâhi Bi ğayri sültanin etahüm Allah’ın ayetleri hakkında kendilerine ulaşmış hiçbir belge ve bilgi olmaksızın, dahası; Sultan; yetki manasına da gelir. Hiçbir yetki olmadan tartışanlara gelince. in fiy sudurihim illâ kibrun mahüm Bi baliğiyh İbare ilginç onların içinde hiçbir zaman erişip tatmin olamayacakları bir büyüklenme tutkusu vardır, başka değil.

Gerçekten ibare ilginç. Tanıdık geliyor değil mi? Onların içinde hiçbir zaman erişip tatmin olamayacakları bir büyüklenme tutkusu vardır. Ayetin tasvir ettiği tipe bakınız. Bu tutku insanoğlunun başına tarih boyunca çok iş açtı. Öyle bir tutku ki büyükleniyor. Kibir nedir?Büyük olmadığı halde kendini büyük satmak. Büyük değil. Yani öyle değil, gösterdiği gibi değil. Ama büyük görünüyor.

Peki bu arada ki boşluğu nasıl dolduracak? Yani yalan söylüyor, sadece söylemiyor, yalan görünüyor. Varlığını yalana dönüştürüyor. Yalanı tüm hücrelerine yediriyor. Kibir bu. Yalanın tüm varlık tarafından, insanın tüm bedeni, tüm varlığı, hücreleri tarafından söylenmesi. İşte tekebbüre dönüşüyor bu durum. Bu durum insanın başına tarihte çok iş açtı. Fakat bu insan soyu tarihinde hiç günümüzde ki kadar bu tutkunun esiri olmamıştır.

Farkında mısınız. Modern insanı tarif ediyor bu ayet, bu ibare, bu cümle. Hiçbir zaman erişemeyeceği kadar büyüklenme tutkusu. O kadar büyük bir kibir ki ne kadar çabalarsa çabalasın o büyüklüğün ayak topuğuna erişemeyecek. Ama erişemeyeceğini bile bile büyükleniyor, küstahlaşıyor, caka satıyor, kurum satıyor.

Tatminsizlik çağının tatminsiz bireyini tarif ediyor bu ifade. Helak süreci işte bu bireylerin eliyle geliyor.

Elhakümüt tekâsür. Hattâ zürtümülmekabir. (Tekâsür/1-2) ayetleri hatırlayın. Ölünceye, kabre girinceye kadar çoğaltma tutkusu, yığma tutkusu, daha büyük, daha çok, daha iyi, daha rahat, daha büyük. Yani daha, daha, daha..! diye daha fazlasını isteme tutkusu sizi helake sürükledi, helak etti. Tekasür suresinin mesajı gerçekten bu günün insanına birebir hitap ediyor.

Mağrurların mağdur ürettiği bir çağ bu çağ. Onun için tekebbür insanlık tarihinde hiç bu kadar yaygınlaşmamış kitleselleşmemişti. Kibir medeniyete dönüşünce adına modernizm diyebilirsiniz. Tekebbürün uygarlığa dönüşmüş biçimi. Büyük olmadığı halde büyük görünmek.

Ya eyyühel'İnsanu ma ğarreke BiRabbikelkeriym. (İnfitar/6) Allah’ın sorduğu soru bu. Ey insanoğlu keriym olan rabbine karşı seni böyle müstağni kılan, böyle gururlu kılan nedir, söyler misin. Neyine gururlanıyorsun, neyine kanıyor, neyine aldanıyorsun. Yani Allah’a sırt dönüp de neye yüz döneceksin. Sırtını döndüğün Allah’a karşı, rağmen nasıl yaşayacaksın. Nasıl huzur bulacaksın. Mutluluğa nasıl ereceksin. Onurunu nasıl koruyacaksın. İnsan onurunu nasıl koruyacaksın. Hala insan olarak nasıl kalacaksın. Çünkü sırtını Allah’a dönen, kula kul olur, eşyaya kul olur, paraya kul olur, şöhrete kul olur. Daha adi şeylere kul olur. Kula kul olanın ise onuru olmaz. İşte ayet bu ve daha söylenecek belki çok söz var, fakat sözün bittiği yerdeyiz.

Bu çağa ve bu çağın Allah’a sırt dönmüş bireyine bakınız asla ulaşamayacağı bir büyüklenme tutkusuyla bu ayet neyi kastediyor onu anlayınız. Rabbine kulluk etmeye tenezzül etmeyen insanın ne bayağı şeylere tenezzül ettiğini görerek üzülün o insanın cenazesini kılın. Ama eğer tekrar dirilsin istiyorsanız o insanı vahiyle baş başa bırakmaktan başka çareniz de yok.

feste'ız Billâh artık sen sadece Allah’a sığın. inneHU HUves Semiy'ul Basıyr çünkü O, evet O’dur her şeyi işiten, her şeyi görüp gözeten.


57-) Le halkus Semavati vel Ardı ekberu min halkın Nasi ve lâkinne ekserenNasi lâ ya'lemun;

Semâların ve Dünya'nın yaratılışı, insanların yaratılışından elbette fevkalâde büyük! Ne var ki insanların çoğunluğu bilmezler. (A. Hulusi)

57 - Elbette Göklerin ve Yerin halkı o nâsın halkından daha büyüktür ve lâkin nâsın ekserîsi bilmezler. (Elmalı)


Le halkus Semavati vel Ardı ekberu min halkın Nasi ve lâkinne ekserenNasi lâ ya'lemun göklerin ve yerin yaratılması elbette insan türünün yaratılmasından daha kapsamlı bir hadisedir. Fakat insanların çoğu bunu dahi anlamazlar. Bunun hikmetini, anlamını dahi bilmezler.

İnsanı tanrılaştıran hümaniter modern düşünceye ret aslında bu ayet. Bir önceki ayetle irtibatlı. Kapsamlı diye çevirdim Ekber sözcüğünü. Bu kapsam nicelik olarak tır. Nitelik olarak değil. Göklerin ve yerin kapsamı nicelik olarak insanın kapsamından çok fazla, İnsan bu evren içerisinde bir okyanusta ki damla kadar bile değil. Mini minnacık bir şey. Onun içinde bu ayette ki bu nicelik olarak kapsam ifadesini, Kur’an da ki mesela;

Ve lekad kerremna beniy Adem.. (İsra/70) Biz ademoğlunu onurlu kıldık, yüce kıldık, ikram edilmiş kıldık. Ya da yine Kur’an da bir çok yerlerde gelir.

Lekad halaknel'İnsane fiy ahseni takviym. (Tıyn/4) insanı biz ahseni takvim üzere, en güzel surette yarattık. Gibi ayetlerle çeliştiğini sanmamak lazım. Çünkü nicelik olarak insanın kainata nispeti bir çöldeki bir tanecik kuma nispetinden daha küçüktür.


58-) Ve ma yestevil a'ma vel basıyru velleziyne amenû ve amilus salihati ve lelmüsiy'* kaliylen ma tetezekkerun;

Kör ile gören, iman edip imanın gereğini uygulayan ile inkâr ile kötülük yapan bir olmaz! Ne kadar da az hatırlayıp düşünüyorsunuz! (A. Hulusi)

58 - Kör ise görenle müsavî olmaz, iman edip iyi iyi işler yapan kimselerle ne de kötülük yapan, siz pek az düşünüyorsunuz. (Elmalı)


Ve ma yestevil a'ma vel basıyru velleziyne amenû ve amilus salihati ve lelmüsiy' görmeyenle gören asla bir olmaz. Ama daha da önemlisi iman edip salih amel işleyen dürüst ve erdemli davrananla, kötüler bir olmaz. Yani görmeyenle görenin bir olmadığını akıl ediyorsunuz. Fakat mana aleminde iman edenle imansızın, iyilik yapanla kötülük yapanın bir olacağını nasıl düşünüyorsunuz. Görmeyen birine renkleri sorsanız hiçbir anlam ifade etmez.

Anadan doğma görmeyen biri için mavi, kırmızı, yeşil, sarı bir şey ifade etmez. Onu biliyorsunuz ve farkı biliyorsunuz. Ama siz kalp gözü kör olmuş olan, kalben ölmüş olan, kokuşmuş olan biriyle, kalben diri olan birinin nasıl aynı akıbete uğrayacağını düşünüyorsunuz. Yani testiyi kıranla suyu getiren bir olsun istiyorsunuz öyle mi? Adil olanla zalim olanı Allah bir tutarsa, iyi olanla kötü olanı bir tutarsa aslında iyi olana zulüm olmaz mı bu. Dolayısıyla bu sizin bile mantığınızın almayacağı bir şey. Allah için bunu nasıl düşünebilirsiniz.

Kur’an ın özürlü tanımı manevidir. Onun için vahyi, okuyan özürlü kardeşlerim asla alınmasın ve üzülmesinler. Kur’an hiçbir yerinde kör derken baş gözü görmeyeni kast etmez. Aksine onları tenzih eder, temize çıkarır. Çünkü asıl kör Kur’an a göre yüreği kör olmuş olanlar.

lâ ta'mel ebsaru ve lâkin ta'mel kulubülletiy fiyssudur. (Hac/46) Gözler değil asıl kör olanlar. Asıl kör olanlar göğüslerdeki kalplerdir. Diyor. Onun için Kur’an kendine has bir özürlü tanımı getirir. Bu özürlü tanımında asıl özürlü, işte elinde, ayağında, gözünde, kulağında engel bulunan değil, asıl özürlü yüreğinde engel bulunandır. Hakka ulaşmaya yüreğinde engel bulunandır özürlü.

kaliylen ma tetezekkerun ne kadar da az öğüt alıyorsunuz.


59-) İnnesSaate le atiyetün lâ raybe fiyha ve lâkinne ekserenNasi lâ yu'minun;

Kesinlikle o Saat elbette gelecektir; onda kuşku yoktur... Ne var ki insanların çoğunluğu iman etmezler! (A. Hulusi)

59 - Her halde o saat muhakkak gelecek, onda şüphe yok ve lâkin nâsın ekserîsi inanmazlar. (Elmalı)


İnnesSaate le atiyetün son saat mutlaka gelecektir. lâ raybe fiyha bundan hiç şüphe yok, kimse kuşku duymasın ki son saat mutlaka gelecektir. ve lâkinne ekserenNasi lâ yu'minun ama insanların çoğu buna dahi inanmaz. Hesap günü aklen ve ahlaken zorunludur. Hem aklen zorunludur, hem ahlaken. Bir hesap günü yoksa iyi ve kötünün bir anlamı kalır mı? İyi olmak ya da kötü olmanın bir anlamı kalır mı? böyleyse aklın anlamı yoktur. Çünkü akıl iyi ve kötüyü birbirinden ayırt etsin, zararlıyı ve yararlıyı birbirinden ayırt etsin. Kötü ve çirkini birbirinden ayırt etsin, hakk ve batılı birbirinden ayırt etsin diye verilmiştir. Eğer bunların arasında bir fark yoksa, akılın bir anlamı yoktur, aklın işlevi yoktur, akıl işe yaramayacaktır. Eğer akıl anlamını yitirirse insan olmanın bir anlamı yoktur. O zaman insanı insan eden ayırıcı vasfın bir anlamı yok. Diğer canlı varlıklarla insanı eşitleyebilirsiniz.

Zaten küresel değersizleştirmeyi savunup insanı yer yüzünde sadece istatistik değer olarak gören modern cinnet. Aç bıraktığı milyonları seyrederken bu bakış açısıyla seyrediyor. Evet, küresel değersizleştirme, yani insanı kutsalla irtibatından soyutlayıp, insanı hayvanlığına indirgeme. Canlı türlerinden bir türe indirgeyip insanı alemi lahuti ile, kutsal alemle olan bağlantısını yok sayma. O zaman insan kasap çengelinde ki etten farkı olmayacak. Yani insanı parçalara ayıran bir cani, eti doğradım diyebilir. Eğer insanı insanlığından soyutlarsanız, değerinden arındırırsanız o zaman insana hürmet, insanın onuru, insanın izzeti nasıl sağlanacak, nasıl korunacak.


60-) Ve kale Rabbükümüd'uniy estecib leküm* innelleziyne yestekbirune an 'ıbadetiy seyedhulune cehenneme dahıriyn;

Rabbiniz dedi ki: "Bana dua edin, size icabet edeyim! Muhakkak ki kibirleri yüzünden ibadet etmeyenler, boyunları bükük olarak cehenneme gireceklerdir." (A. Hulusi)

60 - Halbuki rabbiniz buyurdu: yalvarın ki bana size karşılık vereyim, çünkü benim ibadetimden kibirlenenler yarın hor hakîr olarak Cehenneme girecekler. (Elmalı)


Ve kale Rabbükümüd'uniy estecib leküm ve rabbimiz şöyle buyurur; Bana dua edin ki ben duanıza icabet edeyim. Literal manada verelim; Beni davet edin ki ben davetinize geleyim. Daha farklı bir anlam verelim; Benden beni isteyin ki, bana ulaşabilesiniz. Dua ibadetin iliği. Muhhul ibadat diyordu peygamberimiz. Dua haddini bilmenin esas duruşu.

Kul ma ya'beü Bi küm Rabbiy levla du'âuküm.. (Furkan/77) eğer duanız olmasaydı rabbinizin ne işine yarardınız diyor ya Kur’an, Neye yarardınız. Dolayısıyla dua insanın Allah karşısında ki klas duruşudur. Ve izâ seeleke 'ıbadiy 'anniy feinniy kariyb (Bakara/186) Kullarım sana beni soracak olurlarsa ben uzak değilim, çok yakınım. O kadar yakın ki; ve nahnu akrebu ileyhi min hablil veriyd. (Kaf/16) kuluna şah damarından daha yakın olan bir Allah.

Müşriklerin problemi Allah’ı inkar değil, uzak bir Allah tasavvuruydu. Evet. Çok yakınım uciybu da'veteddâ'ı izâ de'âni (Bakara/186) beni davet edenin davetine, davet ettiği zaman icabet ederim, duasına yetişirim. Ama dilekçe yazmanın dahi bir usulü ve üslubu varsa, her dilekçe katta kabul edilmiyorsa, duanın bir usulü ve üslubu olmasın mı.

Dua aslında insanın akıl modundan yürek moduna geçmesidir. Dua, mod değiştirmektir. Onun için duanın en gür sesi dışarıdan duyulmayan sestir. Duanın en gür sesi yüreğin koy verdiği sesiz çığlıktır. Kibir küfrün, dua imanın alametidir. Bu ayetler de bunu öğretiyor bize.

innelleziyne yestekbirune an 'ıbadetiy seyedhulune cehenneme dahıriyn işte burada öğretiyor. Biraz önce söylediğim cümle bu. Bana kulluk yapmayı kendisine yediremeyenler, yani bana kulluk yapmaya tenezzül etmeyenler, rezil rüsva olarak cehennemi boylayacaklar.

Bir önceki cümlede ki duanın yerini burada ibadet aldı dikkat buyurunuz. Aynı ayette girişte ki cümlede duadan söz ediliyordu. Ama şimdi duadan yüz çeviren değil, duaya tenezzül etmeyen değil, ibadete tenezzül. Adeta dua ve ibadet birbirinin yerine kullanıyorlar burada.

[Ek bilgi 1; DUANIN ŞARTLARI ŞUNLARDIR:

1- Duanın kabul olması için yenilen, içilen ve giyilen şeylerin helâl olması gerekir.
2- Duâ namazdan sonra yapılmalıdır. Namaz kılmayanların duası kabul olmaz.
3- Duâ eşref saatte yapılmalıdır.
4- Duâ akşam ile yatsı arasında veya gecenin yarısından sonra yapılmalıdır. Şu vakitlerde yapılan dualar da kabule şayandır:
1- Sahur vaktinde yapılan duâ.
2- Cuma günü ve gecesi yapılan duâ.
3- Arefe günü ve gecesi yapılan duâ.
4- Beytullah görüldüğü vakit yapılan duâ.
5- Bayram günlerinde ve gecelerinde yapılan duâ.
6- Kandil gecelerinde yapılan duâ.
7- Ramazanda ve özellikle son on gününde yapılan duâ.
8- İtikafta iken yapılan duâ.
9- Receb ayının ilk cuma gecesi yapılan duâ.
10- Peygamberlerin ve velîlerin türbelerinde yapılan duâ.
11- Yolculuk esnasında yapılan duâ.
12- Hastanın duası.
13- Anne-babanın. çocuklarına yaptığı duâ.
14- Velîlerin duası. İşte bu dualar kabule şayandır. Duâ ederken diz çöküp elleri yüzün hizasına kadar kaldırıp başı öne eğerek tevazu ile kalbi, dili ve düşünceyi birleştirip aynı noktaya yönelterek Rabbine yalvarmak gerekir. Bunlar da duânın âdâbındandır. (Ebü'l-Leys Semerkandi – Tefsir-ül Kur’an)]

[Ek bilgi 2 ; DUA

"DUA MÜMİNİN SİLAHIDIR" diyor Rasûlullâh Muhammed Mustafa AleyhisSelâm... Ve gene, şöyle başka bir açıklama getiriyor "DUA" konusuna:
"DUA İBADETİN ÖZÜDÜR."
Bu hadîs-î şerîf'in hemen arkasından şu âyeti kerîmeyi hatırlayalım:
"BEN CİNNİ VE İNSİ YALNIZCA (ESMÂ ÖZELLİKLERİMİ AÇIĞA ÇIKARMAK SURETİYLE) KULLUK ETMELERİ İÇİN YARATTIM!" (51.Zâriyat: 56)
En basit anlamıyla kulluk, dua ve zikirdir!
En geniş anlamıyla kulluk, birimin var oluş gayesinin gereğini yerine getirmesidir.
- Peki, biz dua ettiğimiz zaman, kabul olur mu?
"Eğer kulum, bana ellerini kaldırır da dua ederse, ben o elleri boş olarak geri çevirmekten hayâ ederim." Evet, bu bir hadîs-î kudsî.
Bu konudaki bir başka hadîs-î kudsî de şöyle:
"Ey Âdemoğlu, dua senden, icabet benden; istiğfar senden, bağışlamak benden; tövbe senden, kabul etmek benden; şükür senden, fazlasıyla vermek benden; sabır senden, yardım benden... Ne istedin ki benden sana vermedim..."
İşte yukarıdaki hadîs-î kudsî'yi destekleyen bir âyeti kerîme:
"BANA DUA EDİN, SİZE İCABET EDEYİM!" (40.Mu'min: 60)
Bu konuya açıklık getiren diğer bir hadîs-î kudsî ise şöyle:
"Ben, kulumun zannı üzereyim. Artık dilediği gibi düşünsün!.." Yani siz dua ederken, o duanızın kesinlikle kabul göreceğini düşünürseniz, biliniz ki mutlaka isteğiniz meydana gelecektir!
Nitekim, bu açıdan olaya bakıldığı içindir ki, önde gelen evliyaullâhtan İmamı Rabbanî Ahmed Faruk Serhendî şöyle demiştir:
"Bir şeyi istemek, ona nail olmak demektir. Zira Allâhû Teâlâ kabul etmeyeceği duayı kuluna ettirmez."…


Devam ediyor C sayfasına geöiniz.
149. videoyu toplu olarak BURADA bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder