A sayfasından devam
56-) İnnelleziyne yücadilune fiy âyâtillâhi Bi
ğayri sültanin etahüm, in fiy sudurihim illâ kibrun mahüm Bi baliğiyh* feste'ız
Billâh* inneHU HUves Semiy'ul Basıyr;
Kendilerine
gelmiş bir reddedilemez delil olmaksızın Allâh'ın işaretleri hakkında mücadele
edenler var ya, onların içlerinde, asla ulaşamayacakları bir kibirden başka bir
şey yoktur (Kibriyâ'nın farkındalığına asla
ulaşamayacaklardır)! O hâlde sen, Esmâ'sıyla
hakikatin olan Allâh'a sığın... Muhakkak ki O, "HÛ"; Semi'dir,
Basıyr'dir. (A. Hulusi)
56 - Kendilerine
gelmiş katî bir bürhan olmaksızın Allahın âyetlerinde mücadele edenler muhakkak
ki onların sînelerinde ancak yetişemeyecekleri bir kibir vardır sen hemen
Allaha sığın, çünkü o, semî odur, basîr O. (Elmalı)
İnnelleziyne yücadilune fiy âyâtillâhi Bi ğayri
sültanin etahüm Allah’ın ayetleri hakkında kendilerine ulaşmış
hiçbir belge ve bilgi olmaksızın, dahası; Sultan; yetki manasına da gelir.
Hiçbir yetki olmadan tartışanlara gelince. in fiy sudurihim illâ kibrun mahüm Bi baliğiyh
İbare ilginç onların içinde hiçbir zaman erişip tatmin olamayacakları bir
büyüklenme tutkusu vardır, başka değil.
Gerçekten ibare ilginç. Tanıdık
geliyor değil mi? Onların içinde hiçbir zaman erişip tatmin olamayacakları bir
büyüklenme tutkusu vardır. Ayetin tasvir ettiği tipe bakınız. Bu tutku
insanoğlunun başına tarih boyunca çok iş açtı. Öyle bir tutku ki büyükleniyor.
Kibir nedir?Büyük olmadığı halde kendini büyük satmak. Büyük değil. Yani öyle
değil, gösterdiği gibi değil. Ama büyük görünüyor.
Peki bu arada ki boşluğu nasıl
dolduracak? Yani yalan söylüyor, sadece söylemiyor, yalan görünüyor. Varlığını
yalana dönüştürüyor. Yalanı tüm hücrelerine yediriyor. Kibir bu. Yalanın tüm
varlık tarafından, insanın tüm bedeni, tüm varlığı, hücreleri tarafından
söylenmesi. İşte tekebbüre dönüşüyor bu durum. Bu durum insanın başına tarihte
çok iş açtı. Fakat bu insan soyu tarihinde hiç günümüzde ki kadar bu tutkunun
esiri olmamıştır.
Farkında mısınız. Modern insanı
tarif ediyor bu ayet, bu ibare, bu cümle. Hiçbir zaman erişemeyeceği kadar
büyüklenme tutkusu. O kadar büyük bir kibir ki ne kadar çabalarsa çabalasın o
büyüklüğün ayak topuğuna erişemeyecek. Ama erişemeyeceğini bile bile
büyükleniyor, küstahlaşıyor, caka satıyor, kurum satıyor.
Tatminsizlik çağının tatminsiz
bireyini tarif ediyor bu ifade. Helak süreci işte bu bireylerin eliyle geliyor.
Elhakümüt
tekâsür. Hattâ zürtümülmekabir. (Tekâsür/1-2) ayetleri hatırlayın.
Ölünceye, kabre girinceye kadar çoğaltma tutkusu, yığma tutkusu, daha büyük,
daha çok, daha iyi, daha rahat, daha büyük. Yani daha, daha, daha..! diye daha
fazlasını isteme tutkusu sizi helake sürükledi, helak etti. Tekasür suresinin
mesajı gerçekten bu günün insanına birebir hitap ediyor.
Mağrurların
mağdur ürettiği bir çağ bu çağ. Onun için tekebbür insanlık tarihinde hiç bu
kadar yaygınlaşmamış kitleselleşmemişti. Kibir medeniyete dönüşünce adına
modernizm diyebilirsiniz. Tekebbürün uygarlığa dönüşmüş biçimi. Büyük olmadığı
halde büyük görünmek.
Ya
eyyühel'İnsanu ma ğarreke BiRabbikelkeriym. (İnfitar/6) Allah’ın
sorduğu soru bu. Ey insanoğlu keriym olan rabbine karşı seni böyle müstağni
kılan, böyle gururlu kılan nedir, söyler misin. Neyine gururlanıyorsun, neyine
kanıyor, neyine aldanıyorsun. Yani Allah’a sırt dönüp de neye yüz döneceksin.
Sırtını döndüğün Allah’a karşı, rağmen nasıl yaşayacaksın. Nasıl huzur bulacaksın.
Mutluluğa nasıl ereceksin. Onurunu nasıl koruyacaksın. İnsan onurunu nasıl
koruyacaksın. Hala insan olarak nasıl kalacaksın. Çünkü sırtını Allah’a dönen,
kula kul olur, eşyaya kul olur, paraya kul olur, şöhrete kul olur. Daha adi
şeylere kul olur. Kula kul olanın ise onuru olmaz. İşte ayet bu ve daha
söylenecek belki çok söz var, fakat sözün bittiği yerdeyiz.
Bu çağa ve
bu çağın Allah’a sırt dönmüş bireyine bakınız asla ulaşamayacağı bir büyüklenme
tutkusuyla bu ayet neyi kastediyor onu anlayınız. Rabbine kulluk etmeye
tenezzül etmeyen insanın ne bayağı şeylere tenezzül ettiğini görerek üzülün o
insanın cenazesini kılın. Ama eğer tekrar dirilsin istiyorsanız o insanı
vahiyle baş başa bırakmaktan başka çareniz de yok.
feste'ız Billâh artık sen sadece Allah’a
sığın. inneHU
HUves Semiy'ul Basıyr çünkü O, evet O’dur her şeyi işiten, her şeyi
görüp gözeten.
57-) Le halkus Semavati vel Ardı ekberu min
halkın Nasi ve lâkinne ekserenNasi lâ ya'lemun;
Semâların
ve Dünya'nın yaratılışı, insanların yaratılışından elbette fevkalâde büyük! Ne
var ki insanların çoğunluğu bilmezler. (A. Hulusi)
57 - Elbette
Göklerin ve Yerin halkı o nâsın halkından daha büyüktür ve lâkin nâsın ekserîsi
bilmezler. (Elmalı)
Le halkus Semavati vel Ardı ekberu min halkın
Nasi ve lâkinne ekserenNasi lâ ya'lemun göklerin ve yerin
yaratılması elbette insan türünün yaratılmasından daha kapsamlı bir hadisedir.
Fakat insanların çoğu bunu dahi anlamazlar. Bunun hikmetini, anlamını dahi
bilmezler.
İnsanı tanrılaştıran hümaniter
modern düşünceye ret aslında bu ayet. Bir önceki ayetle irtibatlı. Kapsamlı
diye çevirdim Ekber sözcüğünü. Bu kapsam nicelik olarak tır. Nitelik olarak
değil. Göklerin ve yerin kapsamı nicelik olarak insanın kapsamından çok fazla,
İnsan bu evren içerisinde bir okyanusta ki damla kadar bile değil. Mini
minnacık bir şey. Onun içinde bu ayette ki bu nicelik olarak kapsam ifadesini,
Kur’an da ki mesela;
Ve lekad
kerremna beniy Adem.. (İsra/70) Biz ademoğlunu onurlu kıldık, yüce
kıldık, ikram edilmiş kıldık. Ya da yine Kur’an da bir çok yerlerde gelir.
Lekad
halaknel'İnsane fiy ahseni takviym. (Tıyn/4) insanı biz ahseni
takvim üzere, en güzel surette yarattık. Gibi ayetlerle çeliştiğini sanmamak
lazım. Çünkü nicelik olarak insanın kainata nispeti bir çöldeki bir tanecik
kuma nispetinden daha küçüktür.
58-) Ve ma yestevil a'ma vel basıyru velleziyne
amenû ve amilus salihati ve lelmüsiy'* kaliylen ma tetezekkerun;
Kör ile
gören, iman edip imanın gereğini uygulayan ile inkâr ile kötülük yapan bir
olmaz! Ne kadar da az hatırlayıp düşünüyorsunuz! (A. Hulusi)
58 - Kör
ise görenle müsavî olmaz, iman edip iyi iyi işler yapan kimselerle ne de
kötülük yapan, siz pek az düşünüyorsunuz. (Elmalı)
Ve ma yestevil a'ma vel basıyru velleziyne
amenû ve amilus salihati ve lelmüsiy' görmeyenle gören asla bir
olmaz. Ama daha da önemlisi iman edip salih amel işleyen dürüst ve erdemli
davrananla, kötüler bir olmaz. Yani görmeyenle görenin bir olmadığını akıl ediyorsunuz.
Fakat mana aleminde iman edenle imansızın, iyilik yapanla kötülük yapanın bir
olacağını nasıl düşünüyorsunuz. Görmeyen birine renkleri sorsanız hiçbir anlam
ifade etmez.
Anadan doğma görmeyen biri için
mavi, kırmızı, yeşil, sarı bir şey ifade etmez. Onu biliyorsunuz ve farkı
biliyorsunuz. Ama siz kalp gözü kör olmuş olan, kalben ölmüş olan, kokuşmuş
olan biriyle, kalben diri olan birinin nasıl aynı akıbete uğrayacağını
düşünüyorsunuz. Yani testiyi kıranla suyu getiren bir olsun istiyorsunuz öyle
mi? Adil olanla zalim olanı Allah bir tutarsa, iyi olanla kötü olanı bir
tutarsa aslında iyi olana zulüm olmaz mı bu. Dolayısıyla bu sizin bile
mantığınızın almayacağı bir şey. Allah için bunu nasıl düşünebilirsiniz.
Kur’an ın özürlü tanımı
manevidir. Onun için vahyi, okuyan özürlü kardeşlerim asla alınmasın ve
üzülmesinler. Kur’an hiçbir yerinde kör derken baş gözü görmeyeni kast etmez.
Aksine onları tenzih eder, temize çıkarır. Çünkü asıl kör Kur’an a göre yüreği
kör olmuş olanlar.
lâ ta'mel ebsaru ve lâkin ta'mel
kulubülletiy fiyssudur. (Hac/46) Gözler değil asıl kör olanlar. Asıl
kör olanlar göğüslerdeki kalplerdir. Diyor. Onun için Kur’an kendine has bir
özürlü tanımı getirir. Bu özürlü tanımında asıl özürlü, işte elinde, ayağında,
gözünde, kulağında engel bulunan değil, asıl özürlü yüreğinde engel bulunandır.
Hakka ulaşmaya yüreğinde engel bulunandır özürlü.
kaliylen ma tetezekkerun ne kadar da
az öğüt alıyorsunuz.
59-) İnnesSaate le atiyetün lâ raybe fiyha ve
lâkinne ekserenNasi lâ yu'minun;
Kesinlikle
o Saat elbette gelecektir; onda kuşku yoktur... Ne var ki insanların çoğunluğu
iman etmezler! (A. Hulusi)
59 - Her
halde o saat muhakkak gelecek, onda şüphe yok ve lâkin nâsın ekserîsi
inanmazlar. (Elmalı)
İnnesSaate le atiyetün son saat
mutlaka gelecektir. lâ raybe fiyha bundan hiç şüphe yok, kimse kuşku
duymasın ki son saat mutlaka gelecektir. ve lâkinne ekserenNasi lâ yu'minun ama insanların
çoğu buna dahi inanmaz. Hesap günü aklen ve ahlaken zorunludur. Hem aklen
zorunludur, hem ahlaken. Bir hesap günü yoksa iyi ve kötünün bir anlamı kalır
mı? İyi olmak ya da kötü olmanın bir anlamı kalır mı? böyleyse aklın anlamı
yoktur. Çünkü akıl iyi ve kötüyü birbirinden ayırt etsin, zararlıyı ve
yararlıyı birbirinden ayırt etsin. Kötü ve çirkini birbirinden ayırt etsin,
hakk ve batılı birbirinden ayırt etsin diye verilmiştir. Eğer bunların arasında
bir fark yoksa, akılın bir anlamı yoktur, aklın işlevi yoktur, akıl işe
yaramayacaktır. Eğer akıl anlamını yitirirse insan olmanın bir anlamı yoktur. O
zaman insanı insan eden ayırıcı vasfın bir anlamı yok. Diğer canlı varlıklarla
insanı eşitleyebilirsiniz.
Zaten küresel değersizleştirmeyi
savunup insanı yer yüzünde sadece istatistik değer olarak gören modern cinnet.
Aç bıraktığı milyonları seyrederken bu bakış açısıyla seyrediyor. Evet, küresel
değersizleştirme, yani insanı kutsalla irtibatından soyutlayıp, insanı
hayvanlığına indirgeme. Canlı türlerinden bir türe indirgeyip insanı alemi
lahuti ile, kutsal alemle olan bağlantısını yok sayma. O zaman insan kasap
çengelinde ki etten farkı olmayacak. Yani insanı parçalara ayıran bir cani, eti
doğradım diyebilir. Eğer insanı insanlığından soyutlarsanız, değerinden
arındırırsanız o zaman insana hürmet, insanın onuru, insanın izzeti nasıl
sağlanacak, nasıl korunacak.
60-) Ve kale Rabbükümüd'uniy estecib leküm*
innelleziyne yestekbirune an 'ıbadetiy seyedhulune cehenneme dahıriyn;
Rabbiniz
dedi ki: "Bana dua edin, size icabet edeyim! Muhakkak ki kibirleri
yüzünden ibadet etmeyenler, boyunları bükük olarak cehenneme
gireceklerdir." (A. Hulusi)
60 - Halbuki
rabbiniz buyurdu: yalvarın ki bana size karşılık vereyim, çünkü benim
ibadetimden kibirlenenler yarın hor hakîr olarak Cehenneme girecekler. (Elmalı)
Ve kale Rabbükümüd'uniy estecib leküm
ve rabbimiz şöyle buyurur; Bana dua edin ki ben duanıza icabet edeyim. Literal
manada verelim; Beni davet edin ki ben davetinize geleyim. Daha farklı bir
anlam verelim; Benden beni isteyin ki, bana ulaşabilesiniz. Dua ibadetin iliği.
Muhhul ibadat diyordu peygamberimiz.
Dua haddini bilmenin esas duruşu.
Kul ma ya'beü Bi küm Rabbiy levla
du'âuküm.. (Furkan/77) eğer duanız olmasaydı rabbinizin ne işine
yarardınız diyor ya Kur’an, Neye yarardınız. Dolayısıyla dua insanın Allah
karşısında ki klas duruşudur. Ve
izâ seeleke 'ıbadiy 'anniy feinniy kariyb (Bakara/186) Kullarım sana beni soracak
olurlarsa ben uzak değilim, çok yakınım. O kadar yakın ki; ve
nahnu akrebu ileyhi min hablil veriyd. (Kaf/16) kuluna şah
damarından daha yakın olan bir Allah.
Müşriklerin problemi Allah’ı
inkar değil, uzak bir Allah tasavvuruydu. Evet. Çok yakınım uciybu da'veteddâ'ı izâ de'âni
(Bakara/186) beni davet edenin davetine, davet ettiği zaman icabet ederim,
duasına yetişirim. Ama dilekçe yazmanın dahi bir usulü ve üslubu varsa, her
dilekçe katta kabul edilmiyorsa, duanın bir usulü ve üslubu olmasın mı.
Dua aslında insanın akıl modundan
yürek moduna geçmesidir. Dua, mod değiştirmektir. Onun için duanın en gür sesi
dışarıdan duyulmayan sestir. Duanın en gür sesi yüreğin koy verdiği sesiz
çığlıktır. Kibir küfrün, dua imanın alametidir. Bu ayetler de bunu öğretiyor
bize.
innelleziyne yestekbirune an 'ıbadetiy
seyedhulune cehenneme dahıriyn işte burada öğretiyor. Biraz önce
söylediğim cümle bu. Bana kulluk yapmayı kendisine yediremeyenler, yani bana
kulluk yapmaya tenezzül etmeyenler, rezil rüsva olarak cehennemi boylayacaklar.
Bir önceki cümlede ki duanın
yerini burada ibadet aldı dikkat buyurunuz. Aynı ayette girişte ki cümlede
duadan söz ediliyordu. Ama şimdi duadan yüz çeviren değil, duaya tenezzül
etmeyen değil, ibadete tenezzül. Adeta dua ve ibadet birbirinin yerine
kullanıyorlar burada.
[Ek bilgi 1; DUANIN ŞARTLARI ŞUNLARDIR:
1- Duanın kabul olması için
yenilen, içilen ve giyilen şeylerin helâl olması gerekir.
2- Duâ namazdan sonra
yapılmalıdır. Namaz kılmayanların duası kabul olmaz.
3- Duâ eşref saatte
yapılmalıdır.
4- Duâ akşam ile yatsı
arasında veya gecenin yarısından sonra yapılmalıdır. Şu vakitlerde yapılan
dualar da kabule şayandır:
1- Sahur vaktinde yapılan duâ.
2- Cuma günü ve gecesi yapılan
duâ.
3- Arefe günü ve gecesi
yapılan duâ.
4- Beytullah görüldüğü vakit
yapılan duâ.
5- Bayram günlerinde ve
gecelerinde yapılan duâ.
6- Kandil gecelerinde yapılan
duâ.
7- Ramazanda ve özellikle son
on gününde yapılan duâ.
8- İtikafta iken yapılan duâ.
9- Receb ayının ilk cuma
gecesi yapılan duâ.
10- Peygamberlerin ve
velîlerin türbelerinde yapılan duâ.
11- Yolculuk esnasında yapılan
duâ.
12- Hastanın duası.
13- Anne-babanın. çocuklarına
yaptığı duâ.
14- Velîlerin duası. İşte bu
dualar kabule şayandır. Duâ ederken diz çöküp elleri yüzün hizasına kadar
kaldırıp başı öne eğerek tevazu ile kalbi, dili ve düşünceyi birleştirip aynı
noktaya yönelterek Rabbine yalvarmak gerekir. Bunlar da duânın âdâbındandır.
(Ebü'l-Leys Semerkandi – Tefsir-ül Kur’an)]
[Ek bilgi 2 ; DUA
"DUA MÜMİNİN
SİLAHIDIR" diyor Rasûlullâh Muhammed Mustafa AleyhisSelâm... Ve gene,
şöyle başka bir açıklama getiriyor "DUA" konusuna:
"DUA İBADETİN
ÖZÜDÜR."
Bu hadîs-î şerîf'in hemen
arkasından şu âyeti kerîmeyi hatırlayalım:
"BEN CİNNİ VE İNSİ
YALNIZCA (ESMÂ ÖZELLİKLERİMİ AÇIĞA ÇIKARMAK SURETİYLE) KULLUK ETMELERİ İÇİN
YARATTIM!" (51.Zâriyat: 56)
En basit anlamıyla kulluk, dua
ve zikirdir!
En geniş anlamıyla kulluk,
birimin var oluş gayesinin gereğini yerine getirmesidir.
- Peki, biz dua ettiğimiz
zaman, kabul olur mu?
"Eğer kulum, bana
ellerini kaldırır da dua ederse, ben o elleri boş olarak geri çevirmekten hayâ
ederim." Evet, bu bir hadîs-î kudsî.
Bu konudaki bir başka hadîs-î
kudsî de şöyle:
"Ey Âdemoğlu, dua senden,
icabet benden; istiğfar senden, bağışlamak benden; tövbe senden, kabul etmek
benden; şükür senden, fazlasıyla vermek benden; sabır senden, yardım benden...
Ne istedin ki benden sana vermedim..."
İşte yukarıdaki hadîs-î
kudsî'yi destekleyen bir âyeti kerîme:
"BANA DUA EDİN, SİZE
İCABET EDEYİM!" (40.Mu'min: 60)
Bu konuya açıklık getiren
diğer bir hadîs-î kudsî ise şöyle:
"Ben, kulumun zannı
üzereyim. Artık dilediği gibi düşünsün!.." Yani siz dua ederken, o
duanızın kesinlikle kabul göreceğini düşünürseniz, biliniz ki mutlaka isteğiniz
meydana gelecektir!
Nitekim, bu açıdan olaya
bakıldığı içindir ki, önde gelen evliyaullâhtan İmamı Rabbanî Ahmed Faruk
Serhendî şöyle demiştir:
"Bir şeyi istemek, ona
nail olmak demektir. Zira Allâhû Teâlâ kabul etmeyeceği duayı kuluna
ettirmez."…
Devam ediyor C sayfasına geöiniz.
149. videoyu toplu olarak BURADA
bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder