A
sayfasından devam
5-) Ve
kalu kulubüna fiy ekinnetin mimma ted'una ileyhi ve fiy azânina vakrun ve min
beynina ve beynike hıcabün fa'mel innena amilun;
Dediler
ki: "Bizi kendisine çağırdığın şeye karşı bilinçlerimiz koza içindedir,
kulaklarımızda bir ağır işitme var; bizimle senin aranda da bir perde mevcut!
Artık yap elinden geleni; muhakkak ki biz de yapmaktayız." (A.Hulusi)
05 - Ve
şöyle demektedirler: kalplerimiz senin bizi çağırdığın şeyden örtüler içinde,
kulaklarımızda da bir ağırlık var, ve seninle bizim aramızdan bir ger ki
çekilmiştir, haydi yap yapacağını, çünkü biz yapıyoruz. (Elmalı)
Ve
kalu kulubüna fiy ekinnetin mimma ted'una ileyh bir de derler ki kalplerimiz bizi çağırdığın şeye
kapalıdır. Arap der Tahir Bin Aşur üstad, kalp kullandığı zaman bunu akıl
anlamında kullanır. El Hakk doğrudur. Burada ki kalbi de biz akıl olarak
anlarsak eğer akıllarımız bizi çağırdığın şeye karşı kapalıdır diyorlar. Aklın
örtülü olma hali. Yani bir tür uyuşturulmuş olmak. Bir tür içmeden sarhoş
olmak, aklın örtülmesi. Aslında küfür aklın örtülmesidir. Aklın üzerine örtülen
örtüdür küfür ve Kur’an küfür perdesini yırtmak ister.ç Aklın üstünde ki o
perdeyi, o tozlu perdeyi kaldırıp aklı özgür bırakmak ister. Aklı kışkırtır.
Aklı cazibe merkezi yapar. Aklı aktif ve aktüel hale getirir. Aklı pasif
olmaktan kurtarır, aklı işlevsel yapar.
Kur’an
ın insana verdiği en büyük değer de buradan gelir. Onun akıllı bir varlık
olmasından. İnsana muhatap olmasının nedeni de budur. Eğer Kur’an muhatabında
bir akliyet bulmuyorsa onu ölü kabul eder. Onu yaşayan bir ölü kabul eder. O
artık dik sürünen biridir.
ve fiy
azânina vakrun kulaklarımız da kurşun
vardır. Lafzen ağırlık. Kulağına kurşun akmış deyiminden yola çıkarak Türkçede
ki kulaklarımızda kurşun vardır derler. Kurşun akıtılmıştır derler. Yani vahyin
sesi geçmiyor. ve min beynina ve beynike
hıcabün ve bizimle senin aranda
aşılmaz bir engel, bir duvar vardır derler. fa'mel
innena amilun şu halde sen elinden
geleni yap, biz de elimizden ne geliyorsa onu ardımıza koymayacağız haberin
olsun derler.
Evet,
küfür önyargıdır demiştik girişte. İşte bu ayetten yola çıkarak bunu
söylemiştik. Önyargıya dayalı küfür en zararlı akıl örtülüşüdür. İman ise ön
bilgidir. Asıl olan inkar değildir. Bir şeyi inkarın değeri yoktur.Zaten
olmayan bir şeyin inkarı söz konusu olmaz. Olmayanın adı dahi olmaz. Yokun adı
yoktur. Adı olmayanın inkarı olmaz. Dolayısıyla var olanı inkar ise işte hakiki
küfür odur ve burada önyargının nasıl ağır bir perde, nasıl aklın üstüne
örtülen ağır bir örtü olduğunu ifade ediyor, ön yargılı muhataplar
dinlemiyorlar. Ses geliyor, kulakları işitiyor, gözleri görüyor fakat anlamak
istemiyorlar.
Mü’min
ise dinlemeyi bilen kimseye verilen addır. Onun için Kur’an mü’mini tarif
ederken Elleziyne
yestemi'unel kavle feyettebi'une ahseneh. (Zümer/18) onlar ki sözün
tamamını dinlerler, ama en güzeline uyarlar diyor. Yani biz söz uygarlığının
çocukları olan mü’minler, Allah söze değer verdiği için söze değer veririz. Söz
değerli olmasaydı Allah konuşmazdı deriz. Onun için söyleyecek sözü olan
herkese kulak veriniz. Çünkü bize bu ahlakı sevgili peygamber bıraktı. O
söyleyecek sözü olan herkesi sabırla dinlediği için ona düşmanları üzünün,
kulak dediler, böyle lakap taktılar. Ama o bize dinlemenin bir erdem,
dinlemenin bir güzellik, dinlemenin aynı zamanda bir sorumluluk olduğunu
öğretmişti.
Kafirse
dinlememeyi tercih ediyor. Dinlemediği için küfründe inat ediyor. İşte imanla
küfrün temel farkı bu. Biri dinlemediği şeyi inkar ediyor, diğeri ise inkar
etse dahi eğer söyleyecek sözü varsa ve sözü üslubunca, edebince söylüyorsa
inkar edeceği şeyleri dahi dinliyor ki içinde acaba iyi bir şeyler duyabilir
mi. Yani sözü olan herkese kulak veriyordu.
[Ek bilgi; KİLİTLENMİŞLİK
.. Kişinin eline aldığını veya
karşısındakini "OKU"yabilmesi için ilk şart, geçmiş tüm veri
birikimini bir yana koyarak, onlara dayalı değerlendirmelerini devreye
sokmayarak, tamamen objektif, yorumsuz olmasıdır.
İkinci iş, elindeki metinde
veya karşısında anlatanda, işaret yollu, misal veya mecaz yollu dillendirmelere
dikkat etmesi şarttır!
Üçüncü önemli şart;
Kesinlikle, "ben bunu zaten biliyorum, duymuştum-okumuştum"
önyargısından uzak durup, asla peşin hükümlü olarak konu hakkında hüküm
vermemektir!
Ola ki, o anda sizde o konuda yeterli açıklık oluşmadı.
Bu defa o konuyu sakın inkâr
veya reddetmeyin. Hüküm vermeden, değerlendirme işini zamana bırakın... Zira,
ya o konuda yeterli veritabanınız olmadığı için o konuyu anlayamamışsınızdır;
ya da daha önceden o konuda vermiş olduğunuz bir hükümle beyninizi kilitlemişsinizdir!
Bu durumda yapılacak en iyi
iş, kendinizi o konuya sürekli açık tutmak olacaktır. (A. Hulusi –
kilitlenmişlik)…]
6-)
Kul innema ene beşerun mislüküm yuha ileyye ennema ilâhuküm ilâhün Vahidun
festekıymu ileyhi vestağfiruHu, ve veylün lil müşrikiyn;
(Resûlüm) de ki: "Ben
sizin benzeriniz beşerim; ne var ki bana şu gerçek vahyolunmuş bulunuyor:
Tanrınız olarak düşündüğünüz Ulûhiyet sahibi TEK'tir! O hâlde O'na yönelin ve
O'ndan bağışlanma dileyin... Yazıklar olsun şirk koşanlara!" (A.Hulusi)
06 - De
ki: ben sırf sizin gibi bir beşerim ancak bana şöyle vahiy veriliyor: hepinizin
tanrısı bir tanrıdır, onun için hep ona doğrulun ve onun mağrifetini isteyin ve
vay haline o müşriklerin. (Elmalı)
Kul
innema ene beşerun mislüküm ey
peygamber de ki; ben de sizin gibi ölümlü bir beşerim. Bu bağlamda bu ifadenin
gelmiş olmasının anlamı açık. Kalbinize zorla sokamam deniliyor diyor, demesi
isteniyor zımnen. Yani yüreğinizi açıp ta içine koyamam ki, ben de ölümlü bir
insanım, sizin gibi bir insanım gönüllere hükmedemem ki siz ısrarla dinlememek
istiyorsanız, görmemek istiyorsanız, hakkı reddediyorsanız ben size ille de
zorla hakkı dayatamam ki. Zaten hakikat zorlanarak muhatabına dayatılmaz. Çünkü
hakikat ekstra bir güç istemez, gücünü kendisinden alır. Gücünü Hakk oluşundan
alır. Onun Hakk oluşu muhatabında onun yankı bulmasını sağlayamıyorsa hangi güç
sağlayabilir ki. Ya da güçle sağlasanız dahi bunun ne önemi olur ki. Onun için
hakikatin gücü kendi özünden kaynaklanır. Ona ekstra bir güç, ilave bir güç
transferi gereksizdir.
yuha
ileyye ennema ilâhuküm ilâhün Vahid
bana ilahınızın tek bir ilah olduğu vahy olunuyor. festekıymu ileyhi vestağfiruH öyleyse O’na yönelin ve O’ndan af dileyin. ve veylün lil müşrikiyn
yazıklar olsun Allah’tan başkasına ilahlık yakıştıranlara.
7-)
Elleziyne lâ yü'tunez Zekâte ve hüm Bil ahireti hüm kâfirun;
Onlar (o şirk koşanlar) ki Allâh
için karşılıksız bağışlamazlar; onlar sonsuz gelecek yaşamlarını da inkâr
ederler. (A.Hulusi)
07 - Ki
zekâtı vermezler ve Âhirete onlar kâfirdirler. (Elmalı)
Elleziyne
lâ yü'tunez Zekâh. Onlar ki arınmak
için ödenmesi gereken bedeli ödemeye yanaşmazlar. Yani kısaltarak söyleyelim
arınmak için bedel ödemezler. Bu tam da lafzi karşılığı. Özellikle zekât
kelimesinin etimolojik yani kök anlamından yola çıkarak verdiğimiz lafzi
karşılık.
Zımnen
bedel ödemedikleri halde bedel ödemişlerin arınmışlığına konmak isterler. Biz
bunu anlıyoruz. Bedel ödemeye yanaşmıyor, fakat bedel ödemişlerin arınmışlığına
konmaya çalışıyor. Bedel ödemişlerle aynı muamele görmek istiyor. Ama bedeli
ödemeye yanaşmıyor.
Bu
ayette geçen Zekât kelimesinin anlamı üzerinde ihtilaf edilmiş. Farz zekâttır
diyenler var otoritelerimizden. Ama İbn. Abbas, Mücahid ve 2. kuşağa mensup bir
çok otorite kalbi şirkten temizleyip arındırmak. Lâ ilâhe İllalah’ı yüreğe
yedirmektir diyorlar. Allah’tan başka tapılmaya layık varlık yoktur tevhid
ilkesini yüreğe iyice yedirmektir ve insanın kendi iç dünyasını tüm şirkten
arındırmasıdır anlamını vermişler.
Hatta
bir 3. grup burada ki zekâtın, mali bir tasadduk, sadaka. Başkalarına
karşılıksız yardım olup, Zekât gibi farz olmayan sadaka, tasadduk olduğu
görüşünü de dillendirmişler. Ama biz daha çok İbn Abbas ve onu takip edenlerin
de ifade buyurduğu gibi bunun akideden başlayıp amele kadar. İbadetten başlayıp
mala kadar, hayatın her bir alanında ödenmesi gereken bedeli ödemek anlamına
geldiği kanaatindeyiz. Dolayısıyla insan bazen mal sahibi olur malından bedel
ödemesi gerekir. Bazen ilim sahibi olur ilminden bedel ödemesi gerekir. Bazen
makam sahibi olur makamından bedel ödemesi gerekir. Bazen şöhret sahibi olur
şöhretinden bedel ödemesi gerekir. Yani neye sahipse bedeli ondan ödeyecektir.
Dolayısıyla
biz bunu sadece bir alana, mali alana hasretmek yerine insan inancı uğruna
bedel ödemesi gerektiğinde o bedeli ödemeyi göze almak zorundadır. Arınmak için
bu esas olandır. Bunun mali olanına Zekât diyoruz biz işte. Ama kalbi olanına
mücahede diyoruz, ruh teskiyesi, nefis terbiyesi diyoruz ve iç teksiye diyoruz,
arınma diyoruz. Yani farklı farklı isimler versek de neticede arınmanın her
türü zekât kavramına girer.
ve hüm
Bil ahireti hüm kâfirun işte onlar
evet, onlardır ahireti inkar edenler. Ahiret, yani hesap günü, yani yargı.
Suçlular adil yargı istemezler. Onlar suçludurlar, ödemeleri gereken bedeli
ödemeyip bedeli ödemişlerle bir tutulmak isterler. İşte bu suçtur. Hatta hem
suçlu hem güçlü olmaktır. Dolayısıyla suçlular adil yargı istemezler,
yargılanmak istemezler. Onun için ahireti istemezler. Ahiretten nefret ederler.
Onun için ahirete iman etmezler. Çünkü suçludurlar. Suçlunun ahirete imanı bir
gün yaptıklarından hesap vereceğine imandır. Onlar hesap vermek istemezler.
8-)
İnnelleziyne amenû ve amilus salihati lehüm ecrun ğayru memnun;
İman
edip imanın gereğini uygulayanlara gelince, onlar için arkası kesilmeyen bir
bedel vardır. (A.Hulusi)
08 - Şüphesiz
iman edip iyi iyi işler yapanlar onlar için minnetsiz bir ecir var. (Elmalı)
İnnelleziyne
amenû ve amilus salihati lehüm ecrun ğayru memnun ama iman eden, dürüst ve erdemli davrananlara
gelince, onları kesintisiz bir ödül beklemektedir.
Kesintisiz
bir ödül; ve lâ
yünebbiuke mislü Habiyr. (Fatır/14) sana her şeyden haberdar olanın
verdiği haber gibisini kim verebilir ki diyordu ya Kur’an Fatır suresinin 14.
ayetinde. Sana her şeyi bilen, her şeyden haberdar olanın verdiği haber
gibisini veren bulunmaz. İşte bu ayette bize hiç kimsenin haber veremeyeceği
ahiretten muhteşem bir ödül haberi veriyor.
9-)
Kul einneküm letekfürune Billeziy halekal Arda fiy yevmeyni ve tec'alune leHU
endada* zâlike Rabbül 'alemiyn;
De ki:
"Siz, arzı iki süreçte (yeryüzü
itibarıyla; maddeye - kitleye dönüşmesi süreci ve canlı varlıkların oluşumu
süreci; beden itibarıyla; sperm - yumurta bileşiminden 120. gün olayına kadar
birinci evre ve ondan sonraki doğuma kadar olan ikinci evre. Allâhu âlem. A.H.) yaratmış olanı gerçekten inkâr mı ediyorsunuz; O'na denk
tanrılar mı oluşturuyorsunuz (hayalinizde var
sanıyorsunuz)! İşte O, Rabb-ül (bir şeyin var olmasının dilenişi aşamasından,
yaratılmasından, varlığının dilendiği kadarıyla sürmesi aşamalarınca, gereken
her özelliği, şartlarına göre, Allâh isimlerinin işaret ettiği özelliklerle
meydana getiren) âlemîn'dir!" (A.Hulusi)
09 - De
ki: siz gerçekten küfredip duracak mısınız o halika kî Arzı iki günde yarattı,
bir de ona menendler koşuyorsunuz? o bütün âlemlerin rabbi. (Elmalı)
Kul einneküm
letekfürune Billeziy halekal Arda fiy yevmeyni ve tec'alune leHU endada* zâlike
Rabbül 'alemiyn De ki; şimdi siz arzı
iki evrede, iki aşamada yaratan Allah’ı inkar edip O’na, ki işte O Alemlerin
rabbidir, ortaklar ve eşler mi koşuyorsunuz.
Bu
ayette geçen yevm, bizim bildiğimiz manada bir gün olarak nitelendirilemez.
Aslında yevm gün manasına gelir. Ama gün yer yüzünün kendi etrafında bir
kez dönüşünü ifade eder, ki 24 saattir. Oysa ki bu ayette yeryüzünün yaratılışı
anlatılıyor. Daha henüz yaratılmamış, yaratılma aşamasında olan yer yüzünden
bahsederken günden söz etmek olmayacağı için bunu aşama olarak, bunu evre
olarak, yaratılış evreleri olarak anlamak çok daha doğru olacaktır.
Devam
ediyor C sayfasına geçiniz.
150.
videoyu toplu olarak BURADA
bulabiliriz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder