Değerli
Kur’an dostları bugünkü tefsir dersimize kaldığımız yerden, yani Fussilet
suresinin 26. ayeti ile devam ediyoruz.
26-)
Ve kalelleziyne keferu lâ tesme'û li hazel Kur'âni velğav fiyhi lealleküm
tağlibun;
Hakikat
bilgisini inkâr edenler (Hz.Rasûlullâh'ı
dinleyenlere) dediler ki: "Şu Kurân'ı
dinlemeyin ve Onun hakkında boş laflar edin ki, belki üstün çıkarsınız!"
(A.Hulusi)
26 - Bir
de dedi ki o küfredenler: şu Kur'an ı dinlemeyin ve ona yaygara yapın, belki
bastırırsınız. (Elmalı)
Ve
kalelleziyne keferu lâ tesme'û li hazel Kur'âni velğav fiyhi lealleküm tağlibun küfürde direnen kimseler dediler ki bu Kur’an ı
dinlemeyin, ona kulak vermeyin, onu karalayıp şamata yapın ki bastırabilesiniz.
İlginç
bir akıl, şamatacı akıl diyebiliriz. Hakikati dinlememek, hakikatten kaçmak
için ona kulak tıkamak, yani cehalet saadettir demek. Bilmemeyi bilinçli bir
biçimde tercih etmek, cehaleti bilinçli bir biçimde tercih etmek, tercihi
cehalet olmak. Buna cehli mürekkeb demektir. İnsan bilmez, bilmediğini de
bilmez, dolayısıyla cahildir. Fakat insan bilmek istemez, bilebileceği halde,
önüne kadar geldiği halde, hatta bilme yollarının tamamı kendisine açıldığı
halde ısrarla cehaletini savunur. İşte bu cehli mürekkebdir, işte bu mazur
görülmeyecek cehalettir. İşte bunun hiçbir mazereti yoktur.
Küfür
en tehlikeli ön yargıdır, bu bir ön yargıdır. Dinlemeyin, ona karşı şamata
yapın. Neden? Ancak böyle bastırabilirsiniz sesini. İşte bu küfrün ön yargı
olduğunun açık bir kanıtı.
4
ve 5. ayetle birlikte okumak gerekiyor bu ayeti. 4. ve 5. ayetlerde kulakları
üzerinde kurşun, ağırlık olduğunu söylüyorlardı. Kalplerinde perde olduğunu
söylüyorlardı. Kur’an la, vahiyle kendi aralarında aşılmaz bir engel olduğunu
söylüyorlardı. Bu ayetle birlikte düşündüğümüzde bu insanların hakikatte
sorunlarının bilmemekten kaynaklanmadığını, ön yargıdan kaynaklandığını,
kendilerini cehalete bilinçli olarak kilitlemekten kaynaklandığını anlıyoruz.
Bunun
karşıtı bir tavır var. Bu küfürde direnenlerin tavrı. Bunun karşıtı tavır ise
imanda direnenlerin tavrı. O ne? 35. ayet. (Hayır 34 olacak) Gelecek ama
ben hemen şimdiden haber vereyim;
Ve
lâ testevil hasenetü ve les seyyie..
(34) kötülükle iyilik asla bir olmaz. Kötülükte bir olmaz, iyilikte. Tam
tercümesi bu. Yani ne kötülük iyilikle, ne iyilik kötülükle eşit olabilir. Ne
kötülüğe iyilik, ne iyiliğe kötülük. Ne kötülüğe kötülük, ne iyiliğe kötülük.
Yani kötülüğe iyilikle kötülüğe kötülükte bir olmaz. İyiliğe iyilikle, iyiliğe
kötülükte bir olmaz. Onun için bu formda gelmiş ve devamı şöyle;
idfa'
Billetiy hiye Ahsen..(34) tezini en
güzel biçimde savun. İşte bunun karşıtı tavır da bu. Yani bir yerde dinlemeyin,
şamata çıkarın, belki yenebilirsiniz, alt edebilirsiniz. Öbür tarafta tezini en
güzel şekilde, muhatabını kırmadan savun. feizelleziy beyneke ve beynehu adâvetün keennehu veliyyün
hamiym. (34) Ola ki muhatabınla senin
aranda bir düşmanlık olabilir, bir husumet ve kin olabilir. Eğer tezini güzel
savunursan o sana sımsıcak bir dost kesilebilir.
Yine
bunun karşısında yer alan mü’min tavrı; Elleziyne yestemi'unel kavle feyettebi'une ahsene.
(Zümer/18) onlar ki kendilerine söyleyecek sözü olan herkesi sonuna kadar
dinlerler. Kim olursa olsun feyettebi’une ahsene. Fakat dinledikleri
sözün en güzeline uyarlar.
İşte ön
yargılı kafir tavrı dinlemeyin, kulak vermeyin, hatta başkalarına da
dinletmeyin. Şamata çıkarın, saptırın bu tavır. İmanda direnenlerin tavrı ise;
dinle, düşmanın dahi olsa dinle. Dinle en güzeline uy. Bu doğrunun doğruyu
söyleyenden bağımsız olarak hakikatine delalet eder. Doğruyu söyleyenle senin
aranda ki husumet, onun ağzından çıkan doğruya husumete dönüşmesin. Hakikat
hakikattir. Söyleyenden bağımsız olarak hakikattir. Onun için sen hakikat
kimden sadır olursa olsun ona değer ver.
Hikmet
mü’minin yitiğidir. Dâlletül mü’min. Onu nerede bulsa alır. İşte bu. Ahlaki
çerçeve bu.
Böyle bir
tavır sözün gücünün olmadığı bir yerde hakim tavır olarak ortaya çıkar. Gücün
sözü vardır orada. Onun içinde bastırın, söyletmen, vurun mantığıdır bu. Çünkü
orada sözün değeri yoktur, orada gücün değeri vardır. Onun içinde gücü olan
haklıdır. Söz dinlemezler. Sözü dinlemedikleri gibi sözü dinletmezler. Çünkü
söyleyecek bir sözleri yoktur. Sözün gücünün olmadığı, sözün üstün olmadığı bir
yerde güç tanrılaştırılır, güç fetiş haline gelir. Gücün tanrılaştırıldığı,
fetiş haline geldiği bir yerde ise artık hiçbir söz kar etmez. Söz para etmez.
Orada güç konuşur. Güç yarıştırılır.
Orada
hakikate paha biçilmez. Çünkü orada hakikatin değeri yok. Orada güce paha
biçilir. Kim daha güçlü ise onun önünde eğilir insanlar. Tüm vahiylerin maksadı
gücün sözünü yok edip, sözün gücünü yükseltmektir. Eğer söz güçlü olursa, en
Hakk olan söz muhatabını bulur. Eğer söz dinlenirse, yani söz pazarı serbest
bir biçimde açılırsa, o pazarda en değerli sözler hakikate en yakın olan, ya da
hakkı en iyi ifade eden sözler olur.
Velğav gargaraya getirin ayette geçen kelime. Amacından
saptırın, içeriğinden boşaltın, etkisizleştirin anlamlarına gelir. Yani sadece
fiili şamatayı ifade etmez, aynı zamanda hakikati içeriğinden boşaltma, ona
karşı kara propaganda yürütme, gerçeğin gerçekliğine çamur atmada bu velğav
içine girer. Yani şamatacılar şamata yaparak gerçeğin sözünü, gücünü bastırmaya
çalışırlar. Tabii şairler şiirleriyle gerçeğin gücünü bastırmaya çalışırlar.
Hakkın sözünü bastırmaya çalışırlar. Bu günün belki de basınına tekabül eder.
Yine
kıssacılar, hikayeciler, masalcılar kıssalarıyla, masallarıyla gerçeğin gücünü
bastırmaya çalışırlar. Yani herkes, tabii tüccarlar, para sahipleri, sermaye
sahipleri paralarını kullanarak gerçeğin gücünü bastırmaya çalışırlar. Burada
velğav hepsini, hak sözün gücünü bastırmaya çalışan herkesin tavrını içine
alır.
27-)
Felenüziykannelleziyne keferu azâben şediyden ve lenecziyennehüm esveelleziy
kânu ya'melun;
Andolsun
ki o hakikat bilgisini inkâr edenlere şiddetli bir azabı tattıracağız ve
elbette onlara yaptıklarının en kötü sonuçlarını yaşatacağız! (A.Hulusi)
27 - İşte
biz de onun için o küfredenlere şiddetli bir azâb tattıracağız ve kendilerine
yaptıkları âmellerin en kötüsünün cezasını vereceğiz. (Elmalı)
Felenüziykannelleziyne
keferu azâben şediyde ve elbet
inkarda direnen bu kimselere şiddetli bir azab tattıracağız. Ben bunu terk
edilmişlik acısı diye çeviriyorum. Azabın kök anlamına nispetle. El ‘Azb, terk
etmek, bir şeyden ayrılmak, kesip koparmak, ya da kesip ayrılmak anlamlarına
gelir. İnsandan susuzluğu giderdiği için soğuk suya azb, ma ül azb denilir.
Dolayısıyla bu köke nispet etmemde sebepsiz değil ayetin devamına baktığımızda
bizim bu anlayışımızı daha da pekiştiren bir ifade görüyoruz ki orayı tefsir
ederken buna değineceğiz.
ve
lenecziyennehüm esveelleziy kânu ya'melun
ve onları kesinlikle yapa geldiklerinin en kötüsüyle cezalandıracağız.
Bu
da ilginç. ve le
necziyennehüm ahsenelleziy kânu ya'melun (Ankebut/7)ayetini hatırlayın. Onun tam zıddı bu
ayet, bu ifade. Orada mü’minler için onları yaptıklarının en güzelleriyle
ödüllendireceğiz deniliyordu. Burada ise inkarda direnenleri yaptıklarının en
kötüsüyle cezalandıracağız.
Aslında
imanın ve inkarın insan eylemlerinin değerlendirilmesinde 1 numaralı ölçü
olarak kabul edildiğini gösterir bu iki örnek. Eylemlerimizin temelinde iman ve
inkar yatar. Belirleyici rol imana ve inkara verilmiştir.
Eylemlerimizin
hepsi ruhsuz birer cesede benzer. İman onlara ruh verir, ruh üfler ve
canlandırır. İnkarsa onları öldürür. Ölmüş bir ceset, yani ruhu çıkmış bir
ceset. İmansız bir eylem. Dünyanın en güzeli de olsa yüzüne bakılmaz. Çünkü
artık ruhu yoktur. Çünkü artık hakikate nispeti yoktur. Çünkü kasıtlı iyiyi
kastederek yapılmamıştır. Amaçlı ve anlamlı değildir. Tesadüfi iyilik iyi
değildir. O nedenle iman eylemlerimizin ruhu mesabesindedir. Eğer bu ruh
çıkarsa, imansız olursa eylem dünya güzeli de olsa yüzüne bakılmaz olur, çürür.
28-)
Zâlike cezâü a'daillahin nar* lehüm fiyha darul huld* cezaen Bima kânu Bi
âyâtiNA yechadun;
İşte
Allâh düşmanlarının yaptığının sonucu, ateştir! Onlar için orada sonsuzluk
vatanı vardır! Bilerek işaretlerimizi inkâr etmelerinin (Rablerini kabullenmemelerinin)
sonucu olarak! (A.Hulusi)
28 - O
işte cezâsı Allah düşmanlarının, o ateş, onlara ondadır ancak ebediyet evi,
âyetlerimize yaptıkları cehudluğun cezası. (Elmalı)
Zâlike
cezâü a'daillahin nar işte budur
Allah düşmanlarının cezası, ateş. En nâr..! ateş. Allah’a düşmanlık yapanlarla
yapmayanlar ile bir tutulmaz. Allah düşmanları ‘adaullah. Allah
düşmanlarının zıddı evliyaullah; Allah dostları Fakat Allah’a düşman olan
kafirle, Allah’a düşman olmayan kafir. Allah’a düşman olan gayri müslimle
Allah’a düşman olmayan gayri Müslim bile bir olmaz. Allah’a savaş açmış,
düşmanlığını ilan etmiş, O’ndan gelen ne varsa O’na karşı mücadeleye adamış
kendini. Ama öbür tarafta gerek bilmediğinden, cehaletinden, gerekse böyle bir
karşıt olmadığından iman etmemiş, Allah’a dost olmamış ama düşman da olmamış
olan bile bir olmaz. Allah dostu ile Allah düşmanı bir olsun mu? Nasıl bir olur.
Yani Allah’tan dostuyla düşmanını bir tutmasını kim isteyebilir.
Dolayısıyla
cennet ve cehennemin varlığı, ödül ve cezanın varlığı aslında dostla düşmanın
ayrılığı temeline dayanır. Siz dostunuzla düşmanınızı bir tutmuş bir aklı selim
bir akıl saya bilir misiniz. Böyle bir insan düşüne bilir misiniz. Bir insan ne
kadar hilim sahibi, ne kadar yumuşak huylu, ne kadar hoş görülü olursa olsun,
benim dostumda bir düşmanımda bir deme lüksüne sahip olabilir mi? İşte bu
çerçevede cenabı hakkın ödül ve cezasını anlamamızı böyle kolaylaştırıyor ayet.
lehüm
fiyha darul huld* cezaen Bima kânu Bi âyâtiNA yechadun onların sürekli kalacakları yer darul huld; sürekli
kalacakları yer ayetlerimizi bile bile inkar etmelerine karşılık yechadun, bile
bile inkar etmek. Etmelerine karşılık olmak üzere orası olacaktır. Yani ateş
olacaktır.
Bile
bile inkarın mantığı farklı. Biraz önce söyledim dinlememeyi seçmek, kulak
tıkamayı seçmek. Yani kulağınıza ses gelmediği için mahrum kalmak değil
hakikatten. Kulağınıza gelen sesi duymamak için parmağınızı kulağınıza tıkamak.
Yüreğinizin üstüne daha kalın perdeler örtmek, hakikatten bile isteye kaçmak,
gerçeğe karşı gözünüzü kapamak.
Bu
insanın kendisine karşı zulmüdür başta. Çünkü göze karşı zulümdür, kulağa karşı
zulümdür, akla karşı zulümdür, yüreğe karşı zulümdür. Bütün bunlar kendi
fonksiyonunu icra etsin diye insana emanet edilmiş olan değerlerdir. Göz görsün
diye vardır, kulak işitsin diye vardır, akıl; akletsin, düşünsün diye vardır.
Yürek inansın diye vardır. Düşünün bunların emanet edildiği kişi bunları
amaçlarının tam zıddına kullanacak. Kulağı işitmesin diye, gözü görmesin diye,
aklı düşünmesin diye, yüreği inanmasın diye ısrarla kullanacak. Bu zulümlerin
en büyüğüdür. Bu insanın Allah’ın kendisine açtığı krediyi olağanüstü
istismarıdır ve bunun mutlaka cezası olmalıdır.
29-)
Ve kalelleziyne keferu Rabbena erinellezeyni edallâna minel cinni vel insi
nec'alhüma tahte akdamina li yekûna minel esfeliyn;
Hakikat
bilgisini inkâr edenler dediler ki: "Rabbimiz... Cin ve insan türünden (şeytanlardan) bizi saptıran
o ikiliyi göster de, o ikisini ayaklarımızın altına alalım da en aşağılık
olsunlar!" (A.Hulusi)
29 - Ve
muhakkak diyecek ki o küfredenler: ey râbbimiz! Göster bize Cinn-ü insten
bizleri ıdlâl edenlerin ikisine de, ki onları ayaklarımızın altına alalım en
aşağılıklardan olsunlar. (Elmalı)
Ve
kalelleziyne keferu ve (o ateşe
girince onlar,) İnkarda direnen kimseler diyecek ki Rabbena erinellezeyni edallâna minel cinni vel ins rabbimiz görünen ve görünmeyen tüm varlıklardan bizi
saptıranları bize göster de nec'alhüma tahte
akdamina li yekûna minel esfeliyn
hepsini de ayaklarımızın altına alıp çiğneyelim ki hepimizin en alçağı
olsunlar.
Hakikati
inkarı hayat tarzı edinen, günahı ahlak haline getiren küfür ve günahla özdeşleşmiştir.
Böyle biri kendisini çiğnemek zorundadır. Yani eğer hakikati inkar eden kimse
günahı ahlak haline getirmişse, -ki zaten burada günahı ve küfrü ahlak haline getirenlerden söz ediliyor-
Onlar öncelikle kendilerini çiğnemişlerdir.
Biraz
önce tefsir ederken söyledik bir üstte ki cümleyi gözlerine kulaklarına,
akıllarına, yüreklerine, varlıklarına zulmetmişlerdir. Onları çiğnemişlerdir.
Onun için tabii ki bu talepleri dürüstçe bir talep değildir. Siz kendinizi
çiğnediniz. Aslında bizi saptıranlar derken toplu taca atmanın gereği yok sizi
siz saptırdınız, siz saptınız.
Devam
ediyor B sayfasına geçiniz.
151. videoyu toplu olarak BURADA
bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder