22 Mayıs 2013 Çarşamba

İslamoğlu Tef. Ders. MÜ’MİN (61 - 65) (149-C)



B sayfasından devam.

61-) Allâhulleziy ce'ale lekümül leyle li teskünu fiyhi vennehare mubsıra* innAllâhe lezûfadlin alenNasi ve lâkinne ekserenNasi lâ yeşkürun;

Allâh ki, sizin için, geceyi onda sükûn bulasınız; gündüzü de görüp değerlendiresiniz diye yarattı! Muhakkak ki Allâh insanlara lütuf sahibidir... Ne var ki insanların çoğunluğu şükretmezler! (A. Hulusi)

61 - Allah o ki sizin için geceyi yaptı, içinde dinlenesiniz diye, gündüzü de göz açıcı, hakikat Allah, insanlara karşı bir Fadıl sahibi ve lâkin insanların ekserîsi şükretmezler. (Elmalı)


Allâhulleziy ce'ale lekümül leyle li teskünu fiyhi vennehare mubsıran geceyi sükûnet bulasınız diye, gündüzü de işleriniz göresiniz diye yaratan Allah’tır.

Yukarıyla irtibatı elbette var. Biraz önce insanın Allah ile irtibatından bahsediyordu ayetler. Şimdi insanın tabiatla irtibatından bahsediyor. Yani insan çevresinde ki varlığın Allah ile ilişkisini görmezse, kendisinin Allah ile ilişkisini kuramaz. Bu varlığı okuma meselesi. Onun için varlık bir kitaptır, açık bir kitap. Onu okuyamıyorsanız rabbinizle ilişkinizi doğru biçimde kuramazsınız.

Yeni pasaja girdik aslında bu ayetle 61 – 69 ayetler bir pasaj. Sıralama ilginç bu pasajda. Önce zaman, 61. ayet işte burada. Sonra mekandan söz edilecek 64. ayet. Sonra ise insandan söz edilecek. Zımnen gece gündüz metaforu iman küfür zıtlığının varlığına da ibret olarak sunuluyor. Kur’an ın hemen her tarafında gece gündüz örneği verildiği zaman ya açık olarak ya da zımnen iman ve küfrün hayatta ki varlığının hikmeti nedir sorusuna verilmiş ilahi bir cevap.

Eğer gece olmasaydı gündüzün değerini bilmezdiniz. Küfür olmasaydı imanın değerini, çirkin olmasaydı güzelin değerini, batıl olmasaydı hakkın değerini, cehennem olmasaydı cennetin değerini bilmezdiniz.

innAllâhe lezûfadlin alenNasi ve lâkinne ekserenNasi lâ yeşkürun çünkü Allah insanlara karşı sınırsız lütuf sahibidir, kerem sahibidir. Ama insanların çoğu yinede şükretmemektedirler.


62-) Zâlikümullâhu Rabbüküm Haliku külli şey'* lâ ilâhe illâ HU* feenna tü'fekûn;

İşte budur Rabbiniz Allâh, her şeyin Hâlık'ı! Tanrı yoktur; sadece "HÛ"! Nasıl (Hak'tan) döndürülüyorsunuz! (A. Hulusi)

62 - İşte o Allah dır rabbiniz her şeyi yaradan, başka tanrı yok ancak o, o halde nasıl çevrilir siniz? (Elmalı)


Zâlikümullâhu Rabbüküm rabbiniz olan Allah var ya, işte o budur. İbare ilginç, yani ey rabbim sen kimsin diye soruyorsanız rabbinizi rabbinizden tanıyın. Kendi kelamından tanıyın, işte o budur. Özellikle rab sıfatı burada açıklanıyor dikkat buyurunuz lütfen. Haliku külli şey'* lâ ilâhe illâ HU her şeyi yaratan, kendisinden başka tapılmaya layık hiçbir varlık bulunmayan O dur. feenna tü'fekûn ilginç bitti, böyle bitmeliydi. O halde nasıl oluyor da böylesine savruluyorsunuz.

Tü’fekûn u savruluş olarak çevirdim. Bu bağlamda ki en doğru karşılığı olduğunu düşünüyorum. Bir sonraki ayette de zaten biraz daha açılacak. İsterseniz onu da okuyalım;


63-) Kezâlike yü'fekülleziyne kânu Bi âyâtillâhi yechadun;

Allâh'ın işaretlerini bilerek inkâr edenler işte böylece döndürülür! (A. Hulusi)

63 - İşte Allahın âyetlerine cehudluk (ayetleri inkar) edenler öyle çevriliyorlar. (Elmalı)


Kezâlike yü'fekülleziyne kânu Bi âyâtillâhi yechadun işte Allah’ın ayetlerini bile bile, göre göre inkar eden kimseler de vaktiyle daha önce böyle savrulmuştular. Durum bu.

Evet değerli dostlar, bu savruluş zihni bir savruluş. ‘efeke aslında iftira etti, yalan söyledi manasına gelir, yoldan çıktı manasına gelir. Fakat zihni bir savruluşu ifade eder. Yani yoldan çıkma da zaten budur. Zihni bir savruluş. Kendi kendine yalan söyleme halidir bu. Yalanı kime söyledi? Elbette kendisine. Allah’a inkarını yükseltirken, yani göz göre göre hakikati inkar ederken kime yalan söyleyecek. Kendi varlığının zerreleri hakikati haykırıyor aslında.

İşte bu zihni bir savruluş. Savrulan zihindir çünkü. İlk sebeple son gaye arasında bağ kuramayan zihin. Parmakla parmağın gösterdiği yer arasında bağ kuramayan zihin. Parmak bir yeri gösterirken parmağa bakıp gösterilen yere bakamayan zihin. Cama bakıp camdan bakamayan zihin. Bir türlü gösterileni göremeyen zihin. Onun içinde savrulur durur. Çünkü çivisi yok. Çünkü koordinatları yok. Çünkü haritası yok, çünkü yolu yok, yolsuz. Yolunu kaybetmiş bir akıl savrulmayıp ta ne yapacak.

Onun için böyle bir aklın sahibi yürür fakat yol almaz. Dolaşmak ayrı şey, yol almak ayrı şey. Yol almak, yolu olmak demektir. Yol almak maksadı bilmek demektir. Yol almak bilinçli bir biçimde bir yere doğru ulaşmaya çalışmaktır. Oysaki dolaşmak; yılkı atının yaptığı gibi hedefi olmayanın yürümesi yol almak değildir. Hedefi olmak içinde mutlaka bir yol haritası, bir yolu olmak gerekir.


64-) Allâhulleziy ce'ale lekümül'Arda karâren vesSemae binaen ve savvereküm feahsene suvereküm ve razekaküm minat tayyibat* zâlikümullâhu Rabbüküm* fetebarekâllahu Rabbül 'alemiyn;

Allâh ki, arzı sizin için bir yaşama yeri, semâyı da bina (içindekilerle arzı - bedeni mamûr eden) olarak oluşturdu. Sizi tasvir etti (özelliklendirdi) de sizin (mânâ) sûretlerinizi (özelliklerinizi) en güzel etti ve sizi tayyibattan (ilim ve marifetlerden) yaşam gıdalarıyla besledi! İşte Rabbiniz Allâh! Âlemlerin (insanların) Rabbi Allâh ne yücedir! (A. Hulusi)

64 - Allah o ki sizin için Arzı bir makarr (karargah) yaptı, Semayı bir bina, ve size suret verdi, sonra da suretlerinizi güzellendirdi, hoş nimetlerden sizi merzuk da buyurdu, işte o Allah dır rabbiniz, ne yücedir o Allah, rabbülâlemîn. (Elmalı)


Allâhulleziy ce'ale lekümül'Arda karâren vesSemae binaen yer yüzünü sizin için bir yerleşim alanı yapan ve gök kubbeyi tepenize inşa eden ve savvereküm feahsene suvereküm size şekil verip, üstelik şeklinizi de en güzel surette yapan ve razekaküm minat tayyibat sizi temiz ve güzel nimetlerle rızıklandıran yine Allah’tır.

Zamandan sonra mekana tekabül eder demiştim. Bakınız mekan geldi. Mekana ve insana geldi söz aslında. Rububiyet işte bu. Allah’ın rabliği yarattığının muhtaç olduğu her şeyi de yaratmak demektir rab olmak. Sadece yaratıp bırakmak değil, yarattığını yaşatmak, yaşaması için ihtiyaç duyduğu her şeyi yaratmak, onu terbiye etmek, onun potansiyelini kinetize etmesi için aşama aşama bir noktadan alıp bir başka noktaya iletmek. Bütün bunlar Rab sıfatının çerçevesi içine girer.

zâlikümullâhu Rabbüküm Rabbiniz olan Allah işte budur, böyledir. fetebarekâllahu Rabbül 'alemiyn nitekim alemlerin rabbi olan Allah ne yüce bir bereket kaynağıdır.

Neden böyle bitti ayet? İnsandan, insanın yaratılışından, insanın suretinden, siyetinden bahseden bir ayet neden bereketle biter? Allah’ın yaratışında ki bereket şudur; İnsanoğlunda potansiyel sınırlı değildir. Eğer kendi potansiyelini gerçekleştirecek gayreti gösterirse Allah ona ilave potansiyel ekler. Yani onu büyütür, büyütür..!

Bu niye böyle geldi? Unutmayın biraz önce tekebbür gelmişti, kibir gelmişti. Yani eğer büyük olmak istiyorsan Allah’a kul ol. Büyüklenmekle büyük olmak ayrı şey. Yani büyük yapması için Allah’ın kapısına başvur. Allah’a sırt dönerek büyük olunmaz, sadece büyüklenilir. Bu da tekebbürdür. Seni küçüklüğe götürür. Çünkü seni büyütecek olan Allah’tır. Bu, bu demektir.


Ahmed Hulûsi, 1986'da yayımlanan "İNSAN VE SIRLARI" kitabının, "Dünyadaki En Önemli Çalışma Zikir" adlı bölümünde bu konuyla ilgili şunları söylüyor:

"Yaklaşık 14 milyar hücreden oluşan insan beyninin ancak cüzi bir kısmı doğum sırasında aldığı ışınlarla faaliyete girer; bundan sonra da yeni tesirlerle yeni açılımlara kavuşması imkânsızdır.

Beyin, doğum anından sonra dışarıdan gelen ışın etkileriyle yeni hücre gruplarını devreye sokamaz. Ancak beyindeki devreye girmemiş kapasite ilelebet âtıl durmak için var edilmiş demek değildir bu..."

"Allâh ismini dilinizle söylediğinizi kabul edelim... 'Allâh' kelimesinin beyinde hatırlanması demek, bu kelimenin mânâsını oluşturan hücre grupları arasında bir biyoelektriğin akışı demektir... Esasen beyindeki tüm fonksiyonlar, beyin hücreleri arasındaki biyoelektrik faaliyetten başka bir şey değildir!.. Her mânâya göre beyindeki değişik hücre grupları arasında bir biyoelektrik akışı söz konusudur. Bu akış neticesinde devreye giren hücre grubuna göre ortaya sayısız mânâlar çıkmaktadır."

Belleğin işlevi, John Horgan, "Dağınık İşlevler" makalesinde aynı konuyu şöyle açıklıyor: "Bu deney beynin bir bölgesinin sözcük türetmeyi gerektiren kısa süreli bellek görevi gördüğünü, ama iş otomatikleştikten sonra beynin başka bir bölümünün bu görevi devraldığını gösteriyor. Diğer bir deyişle, bellek yalnızca içeriğine göre değil, aynı zamanda işlevine göre de bölümlere ayrılıyor."

Ahmed Hulûsi'nin, yine "İNSAN VE SIRLARI" adlı kitabındaki yanıtı ise şöyle: "Zikir yaptığınız zaman yani Allâh'a ait olarak bilinen bir mânâyı tekrar ettiğiniz zaman beyinde ilgili hücre grubunda bir biyoelektrik akım meydana geliyor ve bu, bir tür enerji şeklinde, manyetik bedene yükleniyor! Aynı zamanda siz bu mânâyı tekrara devam ederseniz yani bu kelimeyi tekrara devam ederseniz, bu defa tekrarlanan kelimenin tekrarından oluşan biyoelektrik, daha da güçlenerek yeni hücre birimlerini devreye sokuyor ve bir kapasite genişlemesi söz konusu oluyor."

Sonuç olarak, zikrin bilimsel açıklamasının elimizdeki iki yorumu var. İlki, 1986 yılında, tam yirmi üç yıl önce Ahmed Hulûsi, diğeri ise bu açıklamadan tam sekiz yıl sonra 1994 yılında, dünyaca ünlü bir bilim dergisinin Türkçe sayısında, John Horgan adlı bir Batılı tarafından yapılmış. Batılının dediklerine dört elle sarılmadan önce, Ahmed Hulûsi'yi bir kez daha okumakta yarar var. (Ahmed Hulusi – Dua ve zikir.]


65-) "HU"vel Hayyü lâ ilâhe illâ HUve fed'uhu muhlisıyne lehüd diyn* elHamdu Lillâhi Rabbil 'alemiyn;

"HÛ"dur El Hayy! Tanrı yoktur; sadece "HÛ"! Dini O'na has kılarak, O'na yönelin artık! Hamd, âlemlerin (insanların) Rabbi Allâh'a aittir. (A. Hulusi)

65 - Hayy ancak o, ondan başka tapılacak yok, onun için dîni halîs kılarak ona, hep ona yalvarın, hamd, Allâhın, o Rabbülâlemîn in. (Elmalı)


"HU"vel Hayyü lâ ilâhe illâ HUve mutlak diri O ve kendisinden başka ibadete layık olan hiçbir ilah yoktur. fed'uhu muhlisıyne lehüd diyn artık siz de ona adanmış samimi ve saf bir inançla sadece O’na yalvarın. Evet, O’na adanmış bir iman. Muhlisiyne lehüd diyn. Saf ve arı duru bir iman ona adanmış. Lehüd diyn.

Evet, Peki O’ndan başkasına adanmış olabilir mi iman? Zaten O’na iman denilmiyor ve o imanı Allah kabul etmiyor. O İslam’ı, o teslimiyeti Allah kabul etmiyor. Zaten burada da vurgulanan o.

Ve men yebteğı ğayrel İslâmi diynen felen yukbele minhu, ve huve fiyl ahireti minel hasiriyn. (A. İmran/85) Kim İslam’dan başka bir dine sarılırsa ondan o kabul edilmeyecektir. Asla Allah onu din olarak kabul etmeyecektir. Yani teslimiyet yolunun dışında bir yol Allah tarafından din olarak kabul edilmeyecektir. Tüm örnek ve ibretler bu hakikate sözü getirmek içindi dostlar. İşte bu hakikate nihayet sözü getirdi ve Allah’a adanmış bir imanın makbul tek iman olduğunu söyledi.

elHamdu Lillâhi Rabbil 'alemiyn öyle bir imana sahipseniz eğer Hamd tümüyle Alemlerin rabbi olan Allah’a mahsustur diye. Dönün bir ömrü hamd ile geçirin. Yani hamd edin artık. Böyle bir imanın tek teşekkürü böyle olur.


Devam ediyor D sayfasına geçiniz.
149. videoyu toplu olarak BURADA bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder