A sayfasından devam
27-) Ve kale Musa inniy 'uztü Bi Rabbiy ve
Rabbiküm min külli mütekebbirin lâ yu'minu Bi yevmil hisab;
Musa
dedi ki: "Muhakkak ki ben, yaptıklarının sonucunu yaşama sürecine iman
etmeyen her kibirli benlik sahibinden, benim de Rabbim, sizin de Rabbinize
sığındım." (A. Hulusi)
27 - Musâ
da ben, dedi: her halde öyle hesap gününe inanmaz her mütekebbirden rabbim ve
rabbinize sığındım. (Elmalı)
Ve kale Musa inniy 'uztü Bi Rabbiy ve Rabbiküm
min külli mütekebbirin lâ yu'minu Bi yevmil hisab Musa dedi ki; Ben
kibre kapılıp hesap gününe inanmayan herkesten, benimde, sizinde rabbiniz olan
Allah’a sığınırım.
28-) Ve kale racülün mu'minun, min ali fir'avne
yektümü iymanehu etaktülune racülen en yekule RabbiyAllâhu ve kad caeküm Bil
beyyinati min Rabbiküm* ve in yekü kâziben fe'aleyhi kezibüh* ve in yekü
sadikan yusıbküm ba'dulleziy ye'ıdüküm* innAllâhe lâ yehdiy men huve müsrifün
kezzab;
Firavun
ailesinden olup o ana kadar imanını açıklamamış bir adam dedi ki: "Rabbim
Allâh'tır, dediği için mi bir adamı öldürüyorsunuz? Oysa O, size Rabbinizden
apaçık delillerle gelmiştir... Eğer o yalancı ise, yalanı kendi aleyhinedir...
Şayet doğru söyleyen ise, sizi uyardığı azap size isâbet eder! Muhakkak ki
Allâh, (hakikatindeki sermayeyi) israf eden, çok yalancı kimseye hidâyet etmez." (A.
Hulusi)
28 - Âli
Firavundan mü'min bir er de -ki imanını saklıyordu- â, dedi: bir adamı rabbim
Allah diyor diye öldürecek misiniz? Size rabbinizden beyyinelerle de gelmiş
iken? Hem o bir yalancı ise çok sürmez yalanı boynuna geçer, fakat doğru ise
size yaptığı vaatlerin bir kısmı olsun başınıza gelir, şüphe yok ki Allah
müsrif bir yalancıyı doğru yola çıkarmaz. (Elmalı)
Ve kale racülün mu'minun, min ali fir'avne
yektümü iyman işte o sırada firavunun çevresinde olup ta imanını
gizleyen mü’min bir adam şöyle çıkıştı.
Evet, sureye adını veren olaya
girdik. Sureye adını veren olayın ilk ayeti bu. Hatta sureye adını veren ayet
bu ve burada ki racülün, mü’minun. Mü’min bir adam. Öncelikle isim verilmiyor.
Kur’an istese isim verirdi başka olaylarda isim verdiği gibi. Ama bunda isim
vermiyor. Bir çok noktada da isim vermiyor zaten.
Neden? Çünkü Kur’an ayrıntıya
değil dikkatimizi, olayın vereceği derse. Tarihin belli bir zamanında yaşanmış
olaydan daha çok o olayın zamanlar ve mekanlar üstü dersine dikkatimizi
çekiyor. Burada da bir mü’min, bir mü’min yiğit hatta. Çünkü Racül mecazen kelime olarak erkek
manasına gelse de mecazen yiğit manasına kullanılır. Yani bizde de adam o manaya gelir ya. Adam ol. Bu
kadına da söylenebilir, yani sadece erkeğe değil. Onun için ricalün nisa
demişler. Kadınların erkekleri değil, kadınların yiğitleri diye anlaşılmalı bu.
Yiğit bir adam, bir mü’min. Hem
de Firavunun sarayında bir mü’min. O güne kadar imanını gizlemiş. Neden
gizlemiş? Yeri geldiğinde açıklamak, açıkladığında da bir işe yaraması için.
Buradan bir çok hisse alıyoruz aslında. İsmini vermiyor, Vermiyor, çünkü
maksadı tarihi bilgi vermek değil, maksadı tarih kitabına benzemek değil.
Maksadı tüm zamanlarda geçerli olan ilkeleri sunmak.
Onun içinde bir mü’min diyor,
yiğit bir mü’min ve onu da unutmuyor, unutturmuyor. Vahiy kendi içine bu
mü’minin hatırasını alarak o hatırayı ölümsüzleştiriyor. Namaza, ibadete konu
ediyor. Düşünün Firavunların ismini unuttu gitti insanlık tarihi ama o mü’min
her bir Müslüman’ın yüreğinde o mü’minin sevgisi yaşıyor. Şu anda gelip
sözümüze konuk olduğu gibi.
Tabii ki kim sorusunu tefsirler
sormuş. Bu mü’min kim. Süddi, Firavunun amca oğludur demiş. 2. nesilden tefsir
otoritelerinden Süddi’nin yorumu böyle.
Asiye diyenler olmuş.
Firavunlardan birinin mü’min olan hanımı. Tahrim suresinin son ayetinde kaviy
imanı tüm mü’min kadınlara örnek gösterilen o büyük anne, o büyük kadın. 4
kadın örnek gösterilir Kur’an da, işte bir tanesi de bu.
Yine uzarsif isimli tarihler
birini örnek veriyorlar. Firavuna karşı ayaklanıp Musa’yı ya da çağında Tevhidi
savunanları destekleyen bir saray komutanı. Ama Kur’an ın üslubu bu kişinin
ille de aynı o zaman da olan bir kişi değil, her zaman görebileceğimiz,
rastlayabileceğimiz türden bir sembol kişi, bir simge kişi. Yani zulmün
bağrında imanı savunan mutlaka birileri olur. Her yerde mutlaka iman iyileri
cezp eder. Bu her yerin içine firavunun sarayı da girer. Onun için iyiler
nerede olursa olsun iman varır o yüreği bulur.
Tabii bu çerçeve de bakacak
olursak, anlayacak olursak, Hz. Yusuf’u bu çerçeveye yerleştirebiliriz.
Firavunun sarayında bir mü’minmiydi, evet. Hiksoslar döneminde, yani Arabistan
yarımadasından fatihler olarak gelip mısır firavunlarının elinden Mısır’ı
fethettikten sonra ülkede hanedanlık kuran ve uzun bir süre ülkeyi yöneten
Hiksos hanedanları döneminde Hz. Yusuf, Yusuf suresinde anlatılan o kıssanın
tarihi bir yansıması olarak geldiği, en sonunda köle diye satıldığı, kuyulara
atıldı, en sonunda Mısır’da çok önemli bir siyasal mevki elde etti. Hazine
bakanlığı yapıyordu ama tüm yetkiler elindeydi. Onun içinde Kraldan sonra
kralın yetkisine sahip en büyük yöneticiydi.
Yusuf’un tarihsel kıssası bir
kişi ne yapar sorusunun cevabıdır. Ahlak, erdem, liyakat, çalışkanlık, bilgi ve
faziletle bir kişi ne yapar, bir kişi koca bir imparatorluğu, çağının süper
gücünü parmağına takar ve yönetir. İşte bunlara sahip olabilirse mesajıydı bu.
Ama benim daha farklı bir yorumum
var. Burada ki raculün, mü’minun. Bir yiğit adam, bir mü’min adamla ilgili. Kim
o? Firavunlar hanedanları içerisinde muvahhit tek yönetici olma ayrıcalığını
elinde bulunduran Ahneton (Akhenaton).
Ahneton dönemi gerçekten eski Mısır Krallıkları dönemi boyunca, ki birkaç bin
sene süren tarihin en uzun süreli devletlerinden biridir. Boyunca en çok
tevhide yaklaşan, tevhidin devlet düzeni haline getirildiği bir dönemdi.
Ahneton babasından kalan büyük
Mısır devletini, tüm putları yasaklayarak Allah’a kulluğa mecbur kıldı. Yani
amon dininin, amon tapınağının, amon rahiplerinin pençesinde ki dini hayatı
tamamen kurtararak Allah’a kulluğu tek ibadet biçimi olarak toplumuna gösterdi.
Bununla kalmadı aynı zamanda sarayı halka açtı. Çünkü Firavunlar halka o güne
kadar hiç görünmezlerdi. Halk firavunların devasa heykellerini görür, kendileri
de o kadar büyük sanırlardı. Bu heykellerin hepsinde de illaki bir elinde
halkalı haç, diğerinde de firavunun otoritesinin bir ifadesi olan kamçı bulunurdu
ve devasa heykelleri gören halk firavunu hiç ömründe görmediği için onları
gözünde büyütür ve onların zulmüne ses çıkarmazdı. Hatta öyle bir yasa vardı ki
firavunlar döneminde, firavuna elini dokunan öldürülürdü. Böyle bir yasa da
yürürlükteydi.
İşte böylesine bir devlette Kral
Ahneton’un firavunların putperest geleneğini alt üst etmesi, tek Allah’a iman
edip halkı da tek Allah’a imana çağırması ve amon rahiplerini tamamen işlerini
iptal edip, amon tapınaklarını kapatıp, hatta devletin başkentini bu uğurda
değiştirip Ahataton diye Allah şehri diye yepyeni bir başkent kurdurması ve
oraya göç edip halkın içinde yiyip, içip onlarla haşır neşir olarak; Bakın ben
de sizin gibi bir insanım, sizden farklı biri değilim. Onun için firavunlar
tanrısal birileri değil onlara tapınmayın diye mesaj vermesi gerçekten de manidar.
İşte böylesine bir kraldı Ahneton.
Onun içinde firavunun sarayında bir mü’min deyince ben Ahneton’u da
hatırlıyorum. Bu mümkin bir yorumdur, belki dolaylı olarak bu ayette ifade
edilen mü’min eğer tüm zamanlarda simge ve sembol bir şahsiyet ise bu
şahsiyetlerin içine Ahneton. (Akhenaton)
mutlaka girmelidir.
Tabii sonuç tarihsel malumattan
daha çok tarih üstü, zaman üstü bir müjdedir burada. O müjde açık, her yerde
Allah sevdiği kullarını desteklemek için birilerini aracı kılar. Allah onlara
olan yardımını en olmadık zamanda, en olmadık yerde gösterir işte burada olduğu
gibi. Yani genel mesaj burada budur.
[Ek bilgi; “Firavun, amcasının
oğlu Harmil'in Mûsâ (a.s.) 'ya iman ettiğini bilmiyordu. O, Mûsâ (a.s.)'yi
onların şerrinden kurtarmak için elinden geleni yapıyordu. (Ebü'l-Leys
Semerkandi- Tefsir-ül Kur’an)]
Allahu alem..!
etaktülune racülen en yekule RabbiyAllâhu ve
kad caeküm Bil beyyinati min Rabbiküm Bir adamı sırf rabbim
Allah’tır dediği için, üstelik size rabbinizden hakikatin apaçık delillerini
getirdiği halde öldürecek misiniz dedi o Firavunun sarayında imanını o güne
kadar gizleyen mü’min bir yiğit, mü’min bir adam böyle dedi. Rabbim Allah’tır
dediği için bir adamı öldürecek misiniz.
Bu cümle tarihte bir başka olay hakkında
da kullanıldı. Resulallah A.S. Kâbe’nin etrafında ibadet ediyordu, namaz
kılıyordu. Ukbe bin Ebu Muayd, ki müşrik liderlerindendi. O anda gözü karardı
adamın, küfrü başına vurdu. Resulallah’ı öldürmeyi kafasına kurdu ve geldi
boynunda ki atkıyla Resulallah’ın boynuna sardı ve onu boğmaya başladı. Hz. Ebu
Bekir o anda oradan geçiyordu ve hemen yetişti Ukbe Bin Ebu Muayd’ı itti
Resulallah’ın üzerine abanan bu müşrikten Resulallah’ı kurtardı. Ve orada işte
bu ayeti okudu. Rabbim Allah’tır dediği için bir şahsı öldürecek misiniz.
Buradan yola çıkarak biz bu
surenin iniş zamanını da girişte tespit etmeye çalışmıştık ki Resulallah’a
yönelik iyiliği yok etme çabaları Ebu Talib’in vefatından sonraya denk
düşüyordu. Onun içinde nübüvvetin 9. yılına tarihlemiştik bu sureyi işte bu
olaydan dolayı.
Rabbim Allah’tır dediği için,
sırf bunun için bir kişiyi öldürecek misin? Evet, tarih boyunca tüm
firavunların yaptığı rabbim Allah’tır dediği için insanların hayatına
kastetmek. Ne yapmış? Suçu ne dediğinizde; rabbim Allah’tır benim rabbim sadece
Allah’tır dediği için. Aslında tüm firavun zulümlerini alt alta topladığınızda
hasımlarına yaptıkları şiddetli muamelenin temelinde yatan gerekçeyi öğrenmeye
kalktığınızda buraya ulaşıyorsunuz. Yani kula kul olmadı diye katletmeye
kalkmak. Kula kul olmayanlara düşman olmak, iktidarın elinde tuttuğu gücünü
kula kul olmayanlara karşı şiddetli bir biçimde kullanmak.
Neden? Kula kul olmayanları
korkutacak bir şey yokta ondan. Kula kul olmayanlar hiçbir iktidarın kölesi
olmaz da ondan. Kula kul olmayanlar, iktidara kul olan yöneticilerin karşısında
özgür olurlar da ondan. İşte buna dayanamıyorlar. Onun için burada ki bu ifade
tüm tarih boyunca kula kul olanların, makama kul olanların, iktidarına kul
olanların, kulu kendisine kul edenlerin, kula kul olmayanlara karşı yürüttüğü
şiddet politikasının temelini teşkil eder.
ve in yekü kâziben fe'aleyhi kezibühu kaldı ki
diyor o mü’min adam. Eğer yalancı ise yalanının zararı yalnızca kendisinedir.
Yani Musa eğer yalan söylüyorsa yalanının zararı herhangi birine değil. Yani
size zarar verecek bir şey değil bu Bunun zararını kendisi görür. ve in yekü sadikan
yusıbküm ba'dulleziy ye'ıdüküm yok eğer gerçeği söylüyorsa tehdit
ettiklerinin en azından bir kısmı gelip sizi mutlaka bulacaktır. innAllâhe lâ
yehdiy men huve müsrifün kezzab çünkü Allah yalan dolanla kendini
alaya veren, musrifün, kendini israf eden, kendini harcayan birini asla
hedefine ulaştırmaz.
Bu sureden önce işlediğimiz
surede ..lâ taknetu min rahmetillâh. (Zümer/53) denilen Allah’ın rahmetinden asla ümit
kesmeyin denilen kimseleri hatırlayınız. esrefu alâ
enfüsihim ey kendini harcayan kullarım diyordu ya. Kendini harcamak,
hayatını israf etmek. Onun için eğer böyle yapıyorsa kendini harcamış olur. Ama
kendini harcayan birini de Allah asla hedefine ulaştırmaz diyor o mü’min kişi,
o mü’min adam. Harika bir yaklaşım.
29-) Ya kavmi lekümül mülkül yevme zahiriyne
fiyl Ard* femen yensuruna min be'sillahi in caena* kale fir'avnü ma üriyküm
illâ ma era ve ma ehdiyküm illâ sebiyler reşad;
(O adam dedi ki): "Ey
vatandaşlarım! Yeryüzünde hüküm sürenler olarak bugün zenginlik sizindir...
Fakat, eğer bize gelirse, Allâh'ın hışmına karşı bize kim yardım edip
kurtarır?"... Firavun dedi ki: "Ben size kendi görüşümden başkasını
göstermiyorum ve tek çıkar yoldan başkasına da sizi kılavuzluk etmiyorum."
(A. Hulusi)
29 - Ey
benim kavmim! Bu gün mülk sizin, Arzda yüze çıkmış bulunuyorsunuz, fakat
Allahın hışmından bizi kim kurtarır şayet gelirse bize? Firavun, ben, dedi:
size reyimden başkasını göstermem ve her halde ben size Reşat yolunu
gösteriyorum. (Elmalı)
Ya kavmi lekümül mülkül yevme zahiriyne fiyl
Ard ey kavmim bugün iktidar sizin tekelinizde ve siz üstün güçsünüz.
Zahiriyne fiyl ard, aslında bu ibareyi aynen şöyle çevirmemde hiçbir sakınca
yok; Siz bu günün süper gücüsünüz. Evet, yani dil açısından bu manayı veren bir
yapıda bu ibare. İktidarın bir imtihan olduğunu unutursanız eğer o zaman
ebediyen kaybedersiniz. O mü’min adamın söylediği, verdiği zamanlar ve mekanlar
üstü öğüt bu. Devam edelim o zaman;
femen yensuruna min be'sillahi in caena
tamam ama yani siz bugün iktidar tekelinizde. Yer yüzünde süper güçsünüz.
Eyvallah, tamam. Ama eğer Allah’ın cezasına maruz kalırsak bizi O’ndan kim
kurtaracak. Ne kadar ibretamiz değil mi? İnsanoğlu iktidarla şımarınca yer
yüzünün mutlak hakimi sanır kendisini.
Oysa böyle zanneden herkes eminim
ki kalbine dahi söz geçiremez. Yani kendi bedeni üzerinde ki iktidarı dahi
mutlak değilken insanın, yeryüzünde ki iktidarı nasıl mutlak olur. Yer sallansa
yeri tutamaz, gök inse göğü tutamaz. Ölüm gelse geri çeviremez. Kalbi dursa
çalış diyemez. Peki bu nasıl iddia, bu nasıl bir haddini bilmezlik, kendini
bilmezliktir ki kişiyi, sahibini tanrılık iddiasına sürükler. Böylesine haddini
bilmezliğin önünde ancak böyle bir bilin durur işte. Yani eğer senin iktidarını
Allah bir sallamaya ve sarsmaya başlarsa, kütür kütür yıkmaya başlarsa bunun
önünde kim duracak. Kim geçecek bunun önüne ve sana kim yardım edecek.
kale fir'avnü ma üriyküm illâ ma era ve ma
ehdiyküm illâ sebiyler reşad Firavun buna karşılık dedi ki; Ben size
sadece kendi görüşümü bildiriyorum ve sizi doğru olan alternatifsiz bir yola
yöneltiyorum.
Evet, zorbaların tarih üstü
mantığı burada da ortaya çıktı. Aslında burada söylediği şu. Kimsenin alına
ihtiyacım yok, kimsenin, senin de aklına ihtiyacım yok demeye getiriyor. Eşkıya
dünyaya hükümdar olunca gücün sözü, sözün gücünü yok etmeye kalkacaktır. İşte
burada olduğu gibi. Yani senin aklına ihtiyacım yok demeye getiriyor aklını
beğenmişlik. Tüm zorbaların mantığı böyle çalışıyor. Farklı düşünen kendilerini
uyaranlara karşı düşman oluyorlar. Etraflarında zaten hep kendi zulümlerini
onaylayan insanları tutuyorlar. Onun için zulmettikçe etraflarında ki insanlar
onu alkışlıyor, onlar alkışladıkça o zulmünü artırıyor. Yani birbirlerinin
günahına takviye oluyorlar.
Onun için efendimiz sahih bir
haberde, hadisinde; Eğer Allah bir yöneticiye yardım etmek isterse onun
etrafına onu uyaran bir bitane verir. Yani bir dostlar topluluğu. O yanlış bir
şey yapmaya kalktığında onlar onu uyarır. Doğru bir şey yaptığında ise onu
tebrik ve taltif ederler.
Eğer Allah bir yöneticiye
rahmetini kesmişse, ondan yüz çevirmişse; onun etrafına onun her dediğine kafa
sallayan bir bitane verir. Yani bir yakın çevre. Onlar o günah işledikçe onu
teşvik ederler. Onlar teşvik ettikçe o günahı artırır, zulmü artırır.
Harika bir tespit, gerçekten de
tüm çağlar boyunca, bugün içinde geçerli olan gerçekten bir öğüt bu. Yönetici
etrafında ki insanlarla birlikte davranır. O insanlar yöneticinin davranışını
iyi ya da kötü yönlendiren çevreyi oluşturur.
Devam ediyor C sayfasına geçiniz.
148. videoyu toplu olarak BURADA
bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder