A sayfasından devam
3-) Ğafiriz zenbi ve Kabilit tevbi şediyd'il
'ıkabi Zit tavl* lâ ilâhe illâ HU* ileyhilmasıyr;
Ğâfir'iz
Zenb (suçları bağışlayıcı), Kabilit Tevb (tövbeyi -
hakikatine dönmeyi kabul edici), Şediyd'ül
Ikab (suçları acımasız şiddetle cezalandıran) ve Züt Tavl'dır (lütfu
ihsanı bol olan)... Tanrı yok, sadece
"HÛ"! O'nadır dönüş. (A. Hulusi)
03 - O
günah bağışlayıcı ve tevbe kabul edici ikabı şiddetli, fadıl sahibi Allah dandır
ki ondan başka tapılacak yok, hem onadır dönüm. (Elmalı)
Ğafiriz zenbi ve Kabilit tevbi şediyd'il 'ıkabi
Zit tavl ayete bakın ayete, O, günahları bağışlayandır ğafiriz zenb’ ve Kabilit tevb.
Günahları bağışlayan, bununla kalmayıp kendine yönelenin yönelişini kabul eden,
yani tevbeleri kabul edendir. Üçüncüsü; şediyd’il
‘ıkab. Bakınız Kabilit tevb,
şediyd’il ‘ıkab arasında “vav” yok. Tevbeyi kabul edendir, ama “vav”
kadarcık dahi durmaksızın cezalandırması da şiddetli olandır. Zit tavl
ve keremi de sınırsız olandır.
Dört cümle var bir cümlenin
içinde. Fakat dikkat buyurunuz Zit tavl ın önünde de “vav” yoktur. Yani
cezalandırması şiddetli olandır ibaresi iki rahmetin arasına alınmış. Ğabiliz
zenb ile Zit tavl. Keremi sınırsız olan, tevbeleri kabul eden iki parantezinin
arasına, cezalandırması şiddetli olan. Yani Allah’ın gazabı iki rahmet
parantezinin arasına alınmış. Bu dikkat çekici bir husus.
Ama daha dikkat çekici başka bir
husus var, o da günahların affıyla tevbelerin kabulünün aynı şey olmadığı. ğafiriz zenbi ve Kabilit tevb günahı
bağışlayandır, tevbeyi kabul edendir. Ayrı ayrı şeyler. İhtilaf-ul esma tedüllü alâ ıhtilaf-ül mana. Bu bir Arapça dil
kuralıdır. İsimlerin farklılığı, anlamının farklılığını gerektirir. Hele hele
cümlelerin ayrı ayrı yan yana gelmiş olması, onların ifade ettiği şeyin aynı
olmadığını da gösterir. ki burada zaten bu açıktır. Bu açık olan şey günahların
affı, tevbelerin kabulüyle aynı şey değil.
Ne demek? Tevbe affa uğramanın yollarından sadece biridir,
ama tek yolu değildir. Eğer iman etmişse tevbe edemeden gitmiş olsa dahi affa uğramasının
daha bir çok yolu vardır. Mesela mı? çekilen acılar, kederler, dertler,
ıstıraplar hep birer kefaret olabilir. Yan, tevbe edilmiş bir günah gibi, onlar
fiili tevbe olabilir. Çünkü Allah kuluna asla haksızlık etmez. Dahası,
yoksulluklar, yokluklar, çaresizlikler, tıkanmışlıklar, bunalmışlıklar,
ıstıraplar. Dahası dualar. Dahası vaz geçilen kötülükler. Yani yapmayı düşünmüş
ama yapmaktan vaz geçmiş. O da tevbeye sayılıyor. Yani o günah, günaha
sayılmıyor yapmayı düşünmesi. Ama vaz geçmesi bir başka günahın tevbesine
sayılıyor.
Bir mü’min, efendimizden
öğrendiğimize göre bir günah işlemeyi kafasına koysa, bundan dolayı herhangi
bir sorumluluk taşımaz. Ama vazgeçse ondan dolayı sevap yazılır diyor. Ne demek
bu? Rabbimizin kuluna olan merhamet ve şefkatinin, gazabını çok çok geçtiğinin
ifadesi. Hepsi affedilmenin araçları olabilir.
Efendimizden nakledilen bir
rivayette; Mü’minin başına bela 3 şeyden dolayı gelir buyrulur.
1 – Ya günahına kefaret olsun
diye, yani ağır cezaya bırakmadan asliye cezada, yani bu alemde, bu dünyada, bu
hayatta onu pırıl pırıl etmek, temizlemek, tabir caizse yıkamak için, deterjan
olsun diye. Siyah kirleri götürmek için deterjan olsun. Yüzünü yıkamak için,
gönül yüzün yıkamak için ve günahına kefaret olsun diye. O onu götürür.
2 – Ya ahiretteki derecesini
yükseltsin diye.
3 – Ya da gelebilecek daha büyük
bir belaya kalkan olsun diye.
Bu durumda bir mü’minin başına
gelen acı, musibet, imtihan, felaket, keder, dert, elem, yokluk, yoksulluk,
hastalık ve buna benzer şeylerin aslında boşu yok, boş yok. Üçünden biri. O
nedenle bir mü’min başına gelecek bu
gibi şeylere göğüs gererken daima kazandığını bilir. Haddi zatında bütün
bunların bütünün içinde bir parça olduğuna iman ettiği için ve Allah’ın da
bütünü gördüğünü bildiği için gönlü rahattır, müsterihtir.
Hak şerleri hayr eyler,
Zannetme ki gayr eyler,
Ârif anı seyreyler,
Mevlâ görelim neyler,
Neylerse güzel eyler. Diyebilir,
imanı bunu dedirtir.
Deme şu niçin şöyle,
Yerincedir o öyle,
Bak sonuna sabreyle.
Mevlâ görelim neyler,
Neylerse güzel eyler. Der.
Der çünkü bütünü gören Allah’tır,
kendisi parçayı görmektedir. Parçada kötü duran, bütünde mükemmel durabilir.
Buraya gelirken, veyahut ta bir seyahate çıkarken yolda kaza geçirseniz,
aracınız hasara uğrasa, siz de ufak tefek sıyrıklar alsanız. Bu kendi içinde
parça olarak kötüdür. Fakat yetişemediğiniz otobüsünüzün ertesi gün haberlerde
yolda büyük bir uçuruma yuvarlandığını ve yarısının gittiğini duysanız, Veya
kaçırdığınız, kazadan dolayı kaçırdığınız uçağın düştüğünü duysanız. Veya
geminin battığını duysanız. Veya trenin çarpıştığını duysanız ne düşünürdünüz?
Bir gün evvelki düşüncenizi silersiniz, tam tersini düşünmeye başlarsınız.
- Ya rabbi ne büyükmüşsün, sana
şükürler olsun. Sen beni korudun..! Bir gün evvel öyle demiyordunuz? Yani sizi
taşıyacak araca yetişmenizi engelleyen kazayı, başınıza gelmiş musibet olarak
görüyordunuz ve aksilik diyordunuz. Ama şimdi dua ediyorsunuz.
Fakat bitmedi, Yarın yevmi
kıyamette, büyük günde, hesap gününde çıktınız sizi taşıyacak olan uçakta ölüp
gitmiş olanlara herkes yanıyordu sizde acıdınız. Küçük küçük yavrular da gitti
dediniz. Hatta kendini bilmezler; bunların ne suçu vardı gibi laflar bile etti.
Fakat büyük günde, hesap gününde onlar geldiler. Hesaplarını o kadar kısa
sürede verip geçtiler ki, sen geldin 70- 80- 90 yılın ağır hesabıyla. Baktın ki
içinden çıkılacak gibi değil. Ve döndün rabbine; Ya rabbi beni de o düşen
uçakta edemez miydin.
Şimdi hangisi doğru bunların,
nereye bakacağız. Dolayısıyla parça bütün arasında ki ilişkiyi doğru kurmazsak
eğer, doğru okuyamayız olayları. Onun içinde hep rabbimiz bize bütünü bildiğini
bilmemizi ister bizden ve bu gözle bakarsak eğer o zaman müsterih oluruz.
lâ ilâhe illâ HU O’ndan başka ilah
yoktur
ileyhilmasıyr ve tüm yolar O’na varır. Tüm yollar O’na çıkar.
4-) Ma yücadilü fiy âyâtillâhi illelleziyne
keferu fela yağrurke tekallübühüm fiyl bilad;
Allâh'ın
işaretleri hakkında hakikat bilgisini inkâr edenlerden başkası mücadele edip
tartışmaz! O hâlde onların beldelerde (keyifle) dolaşması seni aldatmasın. (A. Hulusi)
04 - Allahın
âyetlerinde ancak nankörlük eden kâfirler mücadele eder. Şimdi onların beldeler
içinde dönüp dolaşmaları seni aldatmasın. (Elmalı)
Ma yücadilü fiy âyâtillâhi illelleziyne keferu
Allah’ın ayetleri konusunda sadece inkarcılar, inkarda ısrar edenler ileri geri
konuşurlar, polemik yaparlar.
Polemik konusu yapmak Allah’ın
ayetlerini. Vahyin kaynağına saygısızlık ve nankörlüktür aslında. Tabii bu
polemik konusu yapmak Allah’ın ayetleri üzerinde onları daha iyi anlamak için
konuşmakla falan alakası yok. Bu polemiğin tarifi de hemen bir sonraki ayette
gelmiş aslında. Bir sonraki ayette;
..ve cadelu Bil bâtılı li yüdhıdu Bihil
Hakk.. (5) işte yasak olan polemiğin gerekçesini de veriyor. Ne
diyor bakın; Batıl uğruna hakikati kendisiyle alt etmek gibi yanlış ve
yanıltıcı bir mücadele yöntemini benimserler. Batıl uğruna hakikati kendisi ile
alt etmek li
yüdhıdu Bihil Hakk bu manayı bendeniz verdim. Yani benim verdiğim mana bu,
bu ibareye. Ki başkaları manayı vermemiş olabilirler. Hakkı kendisi ile vurmaya
kalkmak. Küfür içindedir, küfrünü savunurken Allah’ın ayetlerini kullanmaya
kalkar. Yani hakkı kendisi ile vurmaya kalkar. İşte bugün piyasada, geçmişte de
örnekleri görüldü bunun. Küfrünü savunurken Allah’ın ayetleri ile imanı hedef
alır. Bu tiplerden söz ediyor aslında.
fela yağrurke tekallübühüm fiyl bilad
fakat onların gözde yerlerde keyif çatmaları seni yanıltmasın. A. İmran
suresinde de var ya Lâ
yeğurrenneke tekallübülleziyne keferu fiyl bilad. (A.İmran) orada
burada ülkelerde keyif sürerek gezip tozmaları seni yanıltmasın.
Bu
yanıltmanın temelinde şu var. Refah, felahın habercisi değildir. Aslında kısaca
özeti bu. Refah, felahın habercisi değildir, yani dünyevi rahat, ahirette ki
kurtuluşun referansı olamaz. Onun için dünyada bir adamın bir eli yağda bir eli
balda görüyorsanız, bu onun ahirette ki kurtuluşuna zerre kadar referans olmaz,
yani bunu aklınızdan çıkarın demektir bu. İşte helak olmuş kavimler diyor
bakınız hemen arkadan gelen;
5-) Kezzebet kablehüm kavmü Nuhın vel ahzâbü
min ba'dihim* ve hemmet küllü ümmetin Bi Rasûlihim li ye'huzûhu ve cadelu Bil
bâtılı li yüdhıdu Bihil Hakka feehaztühüm* fekeyfe kâne 'ıkab;
Onlardan
önce Nuh kavmi ve onlardan sonra da hakikate karşı çıkan tüm topluluklar
yalanladı. Her ümmet kendi Rasûllerini, Onu yakalamak (etkisizleştirmek, öldürmek)
için niyetlendi... Bâtılı seslendirenler olarak, Hakk'ı geçersiz kılmak için
mücadele ettiler... Bu yüzden onları yakaladım... Suçlarının karşılığını
yaşatmam nasıl oldu? (A. Hulusi)
05 - Onlardan
evvel Nuh’un kavmi arkalarından da Ahzab tekzip etmişlerdi ve her ümmet kendi
Resullerini yakalamak kastında bulundu ve hakkı batılla gidermek için boşuna
mücadele ettiler de ben onları tuttum alıverdim o vakit nasıl oldu ikabım?
(Elmalı)
Kezzebet kablehüm kavmü Nuhın vel ahzâbü min
ba'dihim onlardan önce Nûh kavmi peşlerinden gelen tüm kafirlerde
yalanlamışlardı. Yani dünyevi refahın uhrevi felaha referans olması söz konusu
olsaydı onlar olurdu. Fakat dön bak dünya tarihine, insanlık tarihine, yer
yüzünde çatlayıncaya kadar yiyenler, yer yüzünün tüm refahını semirenler ve
sömürenler aslında sonları, akıbetleri en feci olanlar oldu. Onun içinde bir
kıyas yap ve kim gibi olmak, daha doğrusu akıbetin mi güzel olsun yoksa
dünyanın nimetleri ile mi yetinesin sen karar ver.
Eğer diyorsan ki ya rabbi sadece
dünyayı ver bana verir. Verir fakat arkası felakettir. Onun için seni yanıltmasın
birinin dünyevi güzelliklere sahip olması, dünyada refah içinde bulunması, onun
Allah’a yakın olduğunun referansı değildir. Bu sadece onun varlıkla
sınandığının delilidir. Varlıkla sınanmak, yoklukla sınanmaktan bin beter
sınavdır. Sınavını verirse ne alâ, veremezse elde ettiği tüm imkân boğazında ki
ipin kalınlığına dönüşecektir. Elde ettiği tüm imkân ateşini artıran bir yakıta
dönüşecektir.
ve hemmet küllü ümmetin Bi Rasûlihim li
ye'huzûhu her ümmet kendi elçisini yakalayıp ondan kurtulmanın
planlarını yaptı. ve cadelu Bil bâtılı li yüdhıdu Bihil Hakk batıl uğruna
hakikati kendisiyle alt etmek gibi yanlış ve yanıltıcı bir mücadele metodunu
belirlemişlerdi.
4. ayette bunu da dile
getirmiştim bu ibareyi. Şiddetle yerilen polemik işte bu. Hakkı kendisi ile
vurmaya kalkmak demiştim ya. Demagojinin en kötüsü. Gerçek ortaya çıksın diye
değil. Tartışmanın maksadı o değil. Gerçek ortaya çıksın diye değil, gerçek
tartışmalı hale gelsin diye tartışmak. Gerçeği de tartışmalı bulanık, fulû hale
getirmek için tartışmak, ortada gerçek bırakmamak için tartışmak.
Görüyor musunuz tartışmanın demek
ki birbirine zıt iki amacı olabiliyor.
Bir gerçek ortaya çıksın diye tartışmak. Bu tartışmak bilginin
temelidir. Merak bilginin temelidir. Ama bir de tartışma vardır ki işte burada
4. ayette; Ma
yücadilü fiy âyâtillâh Allah’ın ayetleri hakkında polemik yapanlar, ileri
geri konuşanlar, tartışanlardan kasıt, ki bu surede tam bu ibare 4 veya beş
kere gelir. Dönüp dönüp bu konuda uyarır rabbimiz bu surede. Allah’ın ayetleri
hakkında ileri geri konuşmak.
İşte bu aslında ilahi hakikatleri
tartışılır hale getirmek. Bu nedir? Doğru, güzel, iyi, Hakk, batıl,
yanlış,kötü, çirkin kalmasın. İkisinin arasındaki duvarlar yıkılsın.
Dolayısıyla doğru yanlışa karışsın, Hakk batıla karışsın, iyi kötüye karışsın.
Yani siyah ve beyaz yok olsun, yerine gri gelsin. Onun içinde..!
Bunu kimler ister? Siyah ister.
Çünkü beyazın varlığı, siyahı ortaya çıkarır. Beyazın varlığından en çok siyah
rahatsız olur. Öyle değil mi, Musa’nın varlığından en çok Firavun rahatsız
olur. İbrahim’in varlığından en çok Nemrut rahatsız olur. Sevabın varlığından
en çok günah rahatsız olur. İmanın varlığından en çok şeytan rahatsız olur.
Sebebi belli. Çünkü kirli, kirliliği ortaya çıkmasın diye temize düşmandır.
Eğer grinin tonları olsaydı, işte bak ban de griyim diyecekti. Yani kötülükte
eşitlemek. Onun için kendini meşru göstermek için iyileri hedef almak, kötünün
kendisini meşrulaştırma aracıdır.
Burada da aslında bir tür ona
dikkat çekiliyor. ve cadelu Bil bâtılı li yüdhıdu Bihil Hakk yani bunlar Hakkın
ortaya çıkması için değil, hakla batılın bulandırılması, suyun bulanması için
çalışanlar. Eğer iyi ile kötü arasında fark kalmazsa o zaman kötülere gün doğdu
demektir.
İşte bugün post modernizm in
savunduğu şey bu. Yani her şey görece, senin doğrun. O senin doğrun diyor. Bu
da benim doğrum. Hele ki vahiyler var. hele ki Allah konuştu. Düşünebiliyor
musunuz böyle bir mantığı. Dünyada doğru kalır mı böyle bir mantıkla bakınca,
altı buçuk milyar doğru ve hiç biri diğerini tutmayan doğrular. Onun içinde hiç
kimseye doğru olan budur diyemiyorsunuz. Böyle bir dünyada yaşanır mı? Böyle
bir dünyada huzur olur mu? Ahlakın kökeni nedir, ahlak kalır mı böyle bir
dünyada. Şu ahlakidir diyeceğiniz hiçbir şey yoktur, çünkü o senin doğrun
diyor. Onun için hele ki Allah konuştu diyoruz ve o tip bir yaklaşımı
reddediyor işte bu ayet. Yani ne koysan gider?
Hayır, ne koysan gitmez. Doğru ve
yanlış vardır, iyi ve kötü vardır, her yerde iyi iyidir, kötü de kötüdür.
İsterse birileri bunu inkar etsin. Her yerde iyilik yapmak iyidir, kötülük
yapmak kötüdür. Her yerde cinayet kötüdür, her yerde ikram iyidir. Her yerde
insana hürmet iyidir, her yerde insanın onurunu zedelemek kötüdür. Her yerde
iftira kötüdür, ama iftirayı savunan birileri hep çıkacak. Her yerde zulüm
kötüdür. Sadece yer yüzünde değil, uzayda da kötüdür. Yerin yedi kat altında
işleseniz yine kötüdür. Bundan bilmem kaç bin yıl sonra işleseniz yine kötüdür.
Post modern değil ultra modern zamanlar gelse o zaman da işleseniz zulüm yine
zulümdür. Dolayısıyla kötü ve iyi insanlık durdukça duracak, dahası Allah’ın
vahyi okundukça kötü ve iyinin arasında ki o fark hep görülecek.
Feehaztühüm ve sonuçta ben onları
yakaladım. Bu küçük cümlenin atfı nereye biliyor musunuz, hemen ayetin başına Kezzebet kablehüm kavmü Nuhın vel ahzâbü
min ba'dihim* ve hemmet küllü ümmetin Bi Rasûlihim li ye'huzûh demişti ya
her ümmet kendi elçisini yakalayıp ondan kurtulmanın planlarını yaptı. Ama
sonunda ben onları yakaladım. Yani onlar peygamberlerini yakalayıp
susturamadılar ben onları yakaladım.
feehaztühüm* fekeyfe kâne 'ıkab, feehaztühüm* fekeyfe kâne 'ıkabî dir
aslı cezalandırma nasıl olurmuş görsünler bakalım.
Devam ediyor C sayfasına geçiniz.
147. videoyu toplu olarak BURADA
bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder