7 Mayıs 2013 Salı

İslamoğlu Tef. Ders. MÜ’MİN (03 - 05) (147-B)



A sayfasından devam

3-) Ğafiriz zenbi ve Kabilit tevbi şediyd'il 'ıkabi Zit tavl* lâ ilâhe illâ HU* ileyhilmasıyr;

Ğâfir'iz Zenb (suçları bağışlayıcı), Kabilit Tevb (tövbeyi - hakikatine dönmeyi kabul edici), Şediyd'ül Ikab (suçları acımasız şiddetle cezalandıran) ve Züt Tavl'dır (lütfu ihsanı bol olan)... Tanrı yok, sadece "HÛ"! O'nadır dönüş. (A. Hulusi)

03 - O günah bağışlayıcı ve tevbe kabul edici ikabı şiddetli, fadıl sahibi Allah dandır ki ondan başka tapılacak yok, hem onadır dönüm. (Elmalı)


Ğafiriz zenbi ve Kabilit tevbi şediyd'il 'ıkabi Zit tavl ayete bakın ayete, O, günahları bağışlayandır ğafiriz zenb’ ve Kabilit tevb. Günahları bağışlayan, bununla kalmayıp kendine yönelenin yönelişini kabul eden, yani tevbeleri kabul edendir. Üçüncüsü; şediyd’il ‘ıkab. Bakınız Kabilit tevb, şediyd’il ‘ıkab arasında “vav” yok. Tevbeyi kabul edendir, ama “vav” kadarcık dahi durmaksızın cezalandırması da şiddetli olandır. Zit tavl ve keremi de sınırsız olandır.

Dört cümle var bir cümlenin içinde. Fakat dikkat buyurunuz Zit tavl ın önünde de “vav” yoktur. Yani cezalandırması şiddetli olandır ibaresi iki rahmetin arasına alınmış. Ğabiliz zenb ile Zit tavl. Keremi sınırsız olan, tevbeleri kabul eden iki parantezinin arasına, cezalandırması şiddetli olan. Yani Allah’ın gazabı iki rahmet parantezinin arasına alınmış. Bu dikkat çekici bir husus.

Ama daha dikkat çekici başka bir husus var, o da günahların affıyla tevbelerin kabulünün aynı şey olmadığı. ğafiriz zenbi ve Kabilit tevb günahı bağışlayandır, tevbeyi kabul edendir. Ayrı ayrı şeyler. İhtilaf-ul esma tedüllü alâ ıhtilaf-ül mana. Bu bir Arapça dil kuralıdır. İsimlerin farklılığı, anlamının farklılığını gerektirir. Hele hele cümlelerin ayrı ayrı yan yana gelmiş olması, onların ifade ettiği şeyin aynı olmadığını da gösterir. ki burada zaten bu açıktır. Bu açık olan şey günahların affı, tevbelerin kabulüyle aynı şey değil.

Ne demek? Tevbe  affa uğramanın yollarından sadece biridir, ama tek yolu değildir. Eğer iman etmişse tevbe edemeden gitmiş olsa dahi affa uğramasının daha bir çok yolu vardır. Mesela mı? çekilen acılar, kederler, dertler, ıstıraplar hep birer kefaret olabilir. Yan, tevbe edilmiş bir günah gibi, onlar fiili tevbe olabilir. Çünkü Allah kuluna asla haksızlık etmez. Dahası, yoksulluklar, yokluklar, çaresizlikler, tıkanmışlıklar, bunalmışlıklar, ıstıraplar. Dahası dualar. Dahası vaz geçilen kötülükler. Yani yapmayı düşünmüş ama yapmaktan vaz geçmiş. O da tevbeye sayılıyor. Yani o günah, günaha sayılmıyor yapmayı düşünmesi. Ama vaz geçmesi bir başka günahın tevbesine sayılıyor.

Bir mü’min, efendimizden öğrendiğimize göre bir günah işlemeyi kafasına koysa, bundan dolayı herhangi bir sorumluluk taşımaz. Ama vazgeçse ondan dolayı sevap yazılır diyor. Ne demek bu? Rabbimizin kuluna olan merhamet ve şefkatinin, gazabını çok çok geçtiğinin ifadesi. Hepsi affedilmenin araçları olabilir.

Efendimizden nakledilen bir rivayette; Mü’minin başına bela 3 şeyden dolayı gelir buyrulur.

1 – Ya günahına kefaret olsun diye, yani ağır cezaya bırakmadan asliye cezada, yani bu alemde, bu dünyada, bu hayatta onu pırıl pırıl etmek, temizlemek, tabir caizse yıkamak için, deterjan olsun diye. Siyah kirleri götürmek için deterjan olsun. Yüzünü yıkamak için, gönül yüzün yıkamak için ve günahına kefaret olsun diye. O onu götürür.

2 – Ya ahiretteki derecesini yükseltsin diye.

3 – Ya da gelebilecek daha büyük bir belaya kalkan olsun diye.

Bu durumda bir mü’minin başına gelen acı, musibet, imtihan, felaket, keder, dert, elem, yokluk, yoksulluk, hastalık ve buna benzer şeylerin aslında boşu yok, boş yok. Üçünden biri. O nedenle  bir mü’min başına gelecek bu gibi şeylere göğüs gererken daima kazandığını bilir. Haddi zatında bütün bunların bütünün içinde bir parça olduğuna iman ettiği için ve Allah’ın da bütünü gördüğünü bildiği için gönlü rahattır, müsterihtir.

Hak şerleri hayr eyler,
Zannetme ki gayr eyler,
Ârif anı seyreyler,
Mevlâ görelim neyler,
Neylerse güzel eyler. Diyebilir, imanı bunu dedirtir.


Deme şu niçin şöyle,
Yerincedir o öyle,
Bak sonuna sabreyle.
Mevlâ görelim neyler,
Neylerse güzel eyler. Der.

Der çünkü bütünü gören Allah’tır, kendisi parçayı görmektedir. Parçada kötü duran, bütünde mükemmel durabilir. Buraya gelirken, veyahut ta bir seyahate çıkarken yolda kaza geçirseniz, aracınız hasara uğrasa, siz de ufak tefek sıyrıklar alsanız. Bu kendi içinde parça olarak kötüdür. Fakat yetişemediğiniz otobüsünüzün ertesi gün haberlerde yolda büyük bir uçuruma yuvarlandığını ve yarısının gittiğini duysanız, Veya kaçırdığınız, kazadan dolayı kaçırdığınız uçağın düştüğünü duysanız. Veya geminin battığını duysanız. Veya trenin çarpıştığını duysanız ne düşünürdünüz? Bir gün evvelki düşüncenizi silersiniz, tam tersini düşünmeye başlarsınız.

- Ya rabbi ne büyükmüşsün, sana şükürler olsun. Sen beni korudun..! Bir gün evvel öyle demiyordunuz? Yani sizi taşıyacak araca yetişmenizi engelleyen kazayı, başınıza gelmiş musibet olarak görüyordunuz ve aksilik diyordunuz. Ama şimdi dua ediyorsunuz.

Fakat bitmedi, Yarın yevmi kıyamette, büyük günde, hesap gününde çıktınız sizi taşıyacak olan uçakta ölüp gitmiş olanlara herkes yanıyordu sizde acıdınız. Küçük küçük yavrular da gitti dediniz. Hatta kendini bilmezler; bunların ne suçu vardı gibi laflar bile etti. Fakat büyük günde, hesap gününde onlar geldiler. Hesaplarını o kadar kısa sürede verip geçtiler ki, sen geldin 70- 80- 90 yılın ağır hesabıyla. Baktın ki içinden çıkılacak gibi değil. Ve döndün rabbine; Ya rabbi beni de o düşen uçakta edemez miydin.

Şimdi hangisi doğru bunların, nereye bakacağız. Dolayısıyla parça bütün arasında ki ilişkiyi doğru kurmazsak eğer, doğru okuyamayız olayları. Onun içinde hep rabbimiz bize bütünü bildiğini bilmemizi ister bizden ve bu gözle bakarsak eğer o zaman müsterih oluruz.

lâ ilâhe illâ HU O’ndan başka ilah yoktur ileyhilmasıyr ve tüm yolar O’na varır. Tüm yollar O’na çıkar.


4-) Ma yücadilü fiy âyâtillâhi illelleziyne keferu fela yağrurke tekallübühüm fiyl bilad;

Allâh'ın işaretleri hakkında hakikat bilgisini inkâr edenlerden başkası mücadele edip tartışmaz! O hâlde onların beldelerde (keyifle) dolaşması seni aldatmasın. (A. Hulusi)

04 - Allahın âyetlerinde ancak nankörlük eden kâfirler mücadele eder. Şimdi onların beldeler içinde dönüp dolaşmaları seni aldatmasın. (Elmalı)


Ma yücadilü fiy âyâtillâhi illelleziyne keferu Allah’ın ayetleri konusunda sadece inkarcılar, inkarda ısrar edenler ileri geri konuşurlar, polemik yaparlar.

Polemik konusu yapmak Allah’ın ayetlerini. Vahyin kaynağına saygısızlık ve nankörlüktür aslında. Tabii bu polemik konusu yapmak Allah’ın ayetleri üzerinde onları daha iyi anlamak için konuşmakla falan alakası yok. Bu polemiğin tarifi de hemen bir sonraki ayette gelmiş aslında. Bir sonraki ayette;

..ve cadelu Bil bâtılı li yüdhıdu Bihil Hakk.. (5) işte yasak olan polemiğin gerekçesini de veriyor. Ne diyor bakın; Batıl uğruna hakikati kendisiyle alt etmek gibi yanlış ve yanıltıcı bir mücadele yöntemini benimserler. Batıl uğruna hakikati kendisi ile alt etmek li yüdhıdu Bihil Hakk bu manayı bendeniz verdim. Yani benim verdiğim mana bu, bu ibareye. Ki başkaları manayı vermemiş olabilirler. Hakkı kendisi ile vurmaya kalkmak. Küfür içindedir, küfrünü savunurken Allah’ın ayetlerini kullanmaya kalkar. Yani hakkı kendisi ile vurmaya kalkar. İşte bugün piyasada, geçmişte de örnekleri görüldü bunun. Küfrünü savunurken Allah’ın ayetleri ile imanı hedef alır. Bu tiplerden söz ediyor aslında.

fela yağrurke tekallübühüm fiyl bilad fakat onların gözde yerlerde keyif çatmaları seni yanıltmasın. A. İmran suresinde de var ya  Lâ yeğurrenneke tekallübülleziyne keferu fiyl bilad. (A.İmran) orada burada ülkelerde keyif sürerek gezip tozmaları seni yanıltmasın.

Bu yanıltmanın temelinde şu var. Refah, felahın habercisi değildir. Aslında kısaca özeti bu. Refah, felahın habercisi değildir, yani dünyevi rahat, ahirette ki kurtuluşun referansı olamaz. Onun için dünyada bir adamın bir eli yağda bir eli balda görüyorsanız, bu onun ahirette ki kurtuluşuna zerre kadar referans olmaz, yani bunu aklınızdan çıkarın demektir bu. İşte helak olmuş kavimler diyor bakınız hemen arkadan gelen;


5-) Kezzebet kablehüm kavmü Nuhın vel ahzâbü min ba'dihim* ve hemmet küllü ümmetin Bi Rasûlihim li ye'huzûhu ve cadelu Bil bâtılı li yüdhıdu Bihil Hakka feehaztühüm* fekeyfe kâne 'ıkab;

Onlardan önce Nuh kavmi ve onlardan sonra da hakikate karşı çıkan tüm topluluklar yalanladı. Her ümmet kendi Rasûllerini, Onu yakalamak (etkisizleştirmek, öldürmek) için niyetlendi... Bâtılı seslendirenler olarak, Hakk'ı geçersiz kılmak için mücadele ettiler... Bu yüzden onları yakaladım... Suçlarının karşılığını yaşatmam nasıl oldu? (A. Hulusi)

05 - Onlardan evvel Nuh’un kavmi arkalarından da Ahzab tekzip etmişlerdi ve her ümmet kendi Resullerini yakalamak kastında bulundu ve hakkı batılla gidermek için boşuna mücadele ettiler de ben onları tuttum alıverdim o vakit nasıl oldu ikabım? (Elmalı)


Kezzebet kablehüm kavmü Nuhın vel ahzâbü min ba'dihim onlardan önce Nûh kavmi peşlerinden gelen tüm kafirlerde yalanlamışlardı. Yani dünyevi refahın uhrevi felaha referans olması söz konusu olsaydı onlar olurdu. Fakat dön bak dünya tarihine, insanlık tarihine, yer yüzünde çatlayıncaya kadar yiyenler, yer yüzünün tüm refahını semirenler ve sömürenler aslında sonları, akıbetleri en feci olanlar oldu. Onun içinde bir kıyas yap ve kim gibi olmak, daha doğrusu akıbetin mi güzel olsun yoksa dünyanın nimetleri ile mi yetinesin sen karar ver.

Eğer diyorsan ki ya rabbi sadece dünyayı ver bana verir. Verir fakat arkası felakettir. Onun için seni yanıltmasın birinin dünyevi güzelliklere sahip olması, dünyada refah içinde bulunması, onun Allah’a yakın olduğunun referansı değildir. Bu sadece onun varlıkla sınandığının delilidir. Varlıkla sınanmak, yoklukla sınanmaktan bin beter sınavdır. Sınavını verirse ne alâ, veremezse elde ettiği tüm imkân boğazında ki ipin kalınlığına dönüşecektir. Elde ettiği tüm imkân ateşini artıran bir yakıta dönüşecektir.

ve hemmet küllü ümmetin Bi Rasûlihim li ye'huzûhu her ümmet kendi elçisini yakalayıp ondan kurtulmanın planlarını yaptı. ve cadelu Bil bâtılı li yüdhıdu Bihil Hakk batıl uğruna hakikati kendisiyle alt etmek gibi yanlış ve yanıltıcı bir mücadele metodunu belirlemişlerdi.

4. ayette bunu da dile getirmiştim bu ibareyi. Şiddetle yerilen polemik işte bu. Hakkı kendisi ile vurmaya kalkmak demiştim ya. Demagojinin en kötüsü. Gerçek ortaya çıksın diye değil. Tartışmanın maksadı o değil. Gerçek ortaya çıksın diye değil, gerçek tartışmalı hale gelsin diye tartışmak. Gerçeği de tartışmalı bulanık, fulû hale getirmek için tartışmak, ortada gerçek bırakmamak için tartışmak.

Görüyor musunuz tartışmanın demek ki birbirine zıt iki amacı olabiliyor.  Bir gerçek ortaya çıksın diye tartışmak. Bu tartışmak bilginin temelidir. Merak bilginin temelidir. Ama bir de tartışma vardır ki işte burada 4. ayette; Ma yücadilü fiy âyâtillâh Allah’ın ayetleri hakkında polemik yapanlar, ileri geri konuşanlar, tartışanlardan kasıt, ki bu surede tam bu ibare 4 veya beş kere gelir. Dönüp dönüp bu konuda uyarır rabbimiz bu surede. Allah’ın ayetleri hakkında ileri geri konuşmak.

İşte bu aslında ilahi hakikatleri tartışılır hale getirmek. Bu nedir? Doğru, güzel, iyi, Hakk, batıl, yanlış,kötü, çirkin kalmasın. İkisinin arasındaki duvarlar yıkılsın. Dolayısıyla doğru yanlışa karışsın, Hakk batıla karışsın, iyi kötüye karışsın. Yani siyah ve beyaz yok olsun, yerine gri gelsin. Onun içinde..!

Bunu kimler ister? Siyah ister. Çünkü beyazın varlığı, siyahı ortaya çıkarır. Beyazın varlığından en çok siyah rahatsız olur. Öyle değil mi, Musa’nın varlığından en çok Firavun rahatsız olur. İbrahim’in varlığından en çok Nemrut rahatsız olur. Sevabın varlığından en çok günah rahatsız olur. İmanın varlığından en çok şeytan rahatsız olur. Sebebi belli. Çünkü kirli, kirliliği ortaya çıkmasın diye temize düşmandır. Eğer grinin tonları olsaydı, işte bak ban de griyim diyecekti. Yani kötülükte eşitlemek. Onun için kendini meşru göstermek için iyileri hedef almak, kötünün kendisini meşrulaştırma aracıdır.

Burada da aslında bir tür ona dikkat çekiliyor. ve cadelu Bil bâtılı li yüdhıdu Bihil Hakk yani bunlar Hakkın ortaya çıkması için değil, hakla batılın bulandırılması, suyun bulanması için çalışanlar. Eğer iyi ile kötü arasında fark kalmazsa o zaman kötülere gün doğdu demektir.

İşte bugün post modernizm in savunduğu şey bu. Yani her şey görece, senin doğrun. O senin doğrun diyor. Bu da benim doğrum. Hele ki vahiyler var. hele ki Allah konuştu. Düşünebiliyor musunuz böyle bir mantığı. Dünyada doğru kalır mı böyle bir mantıkla bakınca, altı buçuk milyar doğru ve hiç biri diğerini tutmayan doğrular. Onun içinde hiç kimseye doğru olan budur diyemiyorsunuz. Böyle bir dünyada yaşanır mı? Böyle bir dünyada huzur olur mu? Ahlakın kökeni nedir, ahlak kalır mı böyle bir dünyada. Şu ahlakidir diyeceğiniz hiçbir şey yoktur, çünkü o senin doğrun diyor. Onun için hele ki Allah konuştu diyoruz ve o tip bir yaklaşımı reddediyor işte bu ayet. Yani ne koysan gider?

Hayır, ne koysan gitmez. Doğru ve yanlış vardır, iyi ve kötü vardır, her yerde iyi iyidir, kötü de kötüdür. İsterse birileri bunu inkar etsin. Her yerde iyilik yapmak iyidir, kötülük yapmak kötüdür. Her yerde cinayet kötüdür, her yerde ikram iyidir. Her yerde insana hürmet iyidir, her yerde insanın onurunu zedelemek kötüdür. Her yerde iftira kötüdür, ama iftirayı savunan birileri hep çıkacak. Her yerde zulüm kötüdür. Sadece yer yüzünde değil, uzayda da kötüdür. Yerin yedi kat altında işleseniz yine kötüdür. Bundan bilmem kaç bin yıl sonra işleseniz yine kötüdür. Post modern değil ultra modern zamanlar gelse o zaman da işleseniz zulüm yine zulümdür. Dolayısıyla kötü ve iyi insanlık durdukça duracak, dahası Allah’ın vahyi okundukça kötü ve iyinin arasında ki o fark hep görülecek.

Feehaztühüm ve sonuçta ben onları yakaladım. Bu küçük cümlenin atfı nereye biliyor musunuz, hemen ayetin başına Kezzebet kablehüm kavmü Nuhın vel ahzâbü min ba'dihim* ve hemmet küllü ümmetin Bi Rasûlihim li ye'huzûh demişti ya her ümmet kendi elçisini yakalayıp ondan kurtulmanın planlarını yaptı. Ama sonunda ben onları yakaladım. Yani onlar peygamberlerini yakalayıp susturamadılar ben onları yakaladım.

feehaztühüm* fekeyfe kâne 'ıkab, feehaztühüm* fekeyfe kâne 'ıkabî dir aslı cezalandırma nasıl olurmuş görsünler bakalım.

Devam ediyor C sayfasına geçiniz.
147. videoyu toplu olarak BURADA bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder