29 Mayıs 2013 Çarşamba

İslamoğlu Tef. Ders. FUSSİLET (10 - 13) (150-C)



B sayfasından devam



10-) Ve ce'ale fiyha revasiye min fevkıha ve bareke fiyha ve kaddere fiyha akvâteha fiy erbe'ati eyyam* sevaen lissailiyn;



Orada (arzda = bedende) fevkinde sâbit dağlar (benlikler) oluşturdu, orada bereketler vücuda getirdi ve orada (istidatları itibarıyla) isteyenler için eşit olmak üzere varlıklarının devamı için gereken azıklarını dört süreçte ölçülendirdi. (A.Hulusi)



10 - Hem ona üstünden ağır baskılar yaptı ve onda bereketler husule getirdi, ve onda azıklarını takdir buyurdu, araştıranlar için bir düzeye dört gün içinde. (Elmalı)





Ve ce'ale fiyha revasiye min fevkıha ve o arz üzerine sarsılmaz dağlar yerleştirdi. ve bareke fiyha ve ona bereket bahşetti, bolluk bahşetti. ve kaddere fiyha akvâteha fiy erbe'ati eyyam* sevaen lissailiyn ve oranın besinlerini ora sahiplerinden talep eden kimseler arasında eşit bir biçimde takdir etti, paylaştırdı, verdi. Bütün bunlar 4 evrede gerçekleşti. fiy erbe'ati eyyam cümlei muteriza olarak, tırnak içi bir cümle olarak metnin içine yerleştirilmiş. Bütün bunlar 4 evrede gerçekleştirildi. Bu 4 evre hemen yukarıdaki ayette ifade buyrulan 2 evreyi de kapsar. Bu ikisi 4 evre eder. daha sonra 12. ayette gelecek iki evre ile birlikte 6 evre eder ki, yererin ve göklerin yaratılışla 6 evreden söz eden bir çok ayet mevcuttur Kur’an da.



Eşit diye çevirdim ama bu eşitlik bizim beşeri eşitlik tanımımızla alakası olmayan bir eşitlik. Beşeri ihtiyaç ve eşitlik kavramı tamamen sübjektif bir kavram. İlahi adalete dayalı eşitlik, farklı bir eşitliktir ve ona gerçekten akıl sır ermez. Bu anlamda Allah’ın kendi hesabıyla, o ilahi matematiği ile yaptığı ilahi hesap, bizim bilmediğimiz, asla bilemeyeceğimiz, belki sonsuz değişken, Üç. bin, beş bin, yüz bin, beş yüz bin, bir milyon değişkenin bir araya gelerek hepsiyle çapraz ve paralel hesaplamalar sonucunda kim için ne hayırlıdır. Kim için hangisi hayırlıdır, vermek mi vermemek mi, varsıllık mı yoksulluk mu bütün bunları ilahi hesap ile hesaplayıp herkese o ilahi adaleti ile pay etmesi kastediliyor. Yoksa her eşitliğin adalet olmadığını biz de şu insan aklımızla biliyoruz.



Bazı eşitlik hatta zulümdür. Eğer çok çalışanla hiç çalışmayana aynısını veriyorsanız o zaman bu eşitlik adalet sayılamaz. Dolayısıyla rabbimizin burada ki sevaen ile kastı ilahi adalette ki o paylaştırma sistemidir.





 11-) Sümmesteva ilesSemai ve hiye duhanün fekale leha ve lil Ardı'tiya tav'an ev kerha* kaleta eteyna tai'ıyn;



Sonra duhan (şekillenmemiş fıtrî benlik) hâlindeki semâya (bir kısım Esmâ mânâlarını açığa çıkarmak suretiyle) yerleşerek, ona (şuura) ve arza (bedene) dedi ki: "İsteyerek yahut zorunlu olarak gelin (Esmâ'mın gereğini açığa çıkarın) ikiniz!" İkisi dediler ki: "İsteyerek, itaat ediciler olarak geldik!"(Esmâ özellikleriyle oluşmuş bulunan beyinde semâ = düşünsel boyut ve arz = bedensel organlar boyutu, ikisi de Esmâ özellikleri açığa çıkışına itaat edici oldu.) (A.Hulusi)



11 - Sonra Semaya doğruldu da o bir dumanken ona ve Arza gelin, ikiniz de ister istemez, dedi: geldik isteye isteye dediler. (Elmalı)





Sümmesteva ilesSemai ve hiye duhanün dahası o duman halinde olan göğü şekillendirdi, göğe yöneldi diye de çevirebiliriz. Göğü hüküm ferma oldu, hükümranlığını göğe de geçirdi. Böyle ifade buyrulmasının sebebi, özellikle vahyin ilk inkarcı muhataplarının nazarında göğün; Allah’ın kudretine boyun eğmeyecek kadar büyük olduğu, tıpkı cinlerin Allah’ın hükümranlığı dışında, onun sözünün geçmediği bir alan tasavvuru olduğu için, işte cahiliye müşriklerinin bu tasavvurunu reddetmek için böyle geldi ibare. Yani sizin sandığınız gibi gök Allah’ın müdahil olmadığı bir alan ya da olamayacağı bir alan değil, Allah ona da boyun eğdirdi. Yani şu gördüğünüz bütün varlıklara boyun eğdirdi, bunun içine gök ve yer de dahildir, cinler ve melekler de, hatta şeytan da dahildir.



 ve hiye duhanün gaz bulutu diye de çevirebiliriz. Bugünkü bilgilerimiz bunun evreni oluşturan hidrojen gazı olduğunu söylüyor. Belki daha gelecekte aha farklı bulgular ortaya çıkacak. Biz bu duhanın da daha farklı bir şey olduğunu da öğrenmiş olacağız. Ama yer yüzünün kozmolojisinde bizim ancak yeni öğrendiğimiz bu hakikati Kur’an ın bundan 1.400 sene önce söylemiş olması da gerçekten dikkat çekici bir unsur.



fekale leha ve lil Ardı'tiya tav'an ev kerhen ona ve arza her ikiniz isteyerek ya da istemeyerek varlık sahnesine gelin, varlık sahnesine çıkın dedi. kaleta eteyna tai'ıyn ikisi birden; Bizler boyun eğerek geldik dediler. kaleta eteyna tai'ıyn boyun eğerek, yani gönüllü olarak geldik dediler.



Evrende ki muhteşem uyuma bir atıf bu ayet. Yani evrende ki şu gördüğünüz uyum, zaten adına onun için kozmos diyoruz. Yoksa kaos derdik. Onun için kozmos, bunlar birbirinin zıddı kelimeler. Dolayısıyla bu uyum tesadüf değil. Anlamlılık ve amaçlılık yasasına dikkat çekiyor bu ayet. Şu gördüğünüz evren asla anlamsız ve amaçsız değil. Şu gördüğünüz bilinçsiz evren, yani iradesi olmayan evren anlamsız ve amaçsız değilse, ya Allah’ın şaheseri olan insan, bilinçli ve iradeli olan insan nasıl anlamsız ve amaçsız olur. Burada sordurmak istediği soru bu, bu ayetin, sormamızı istedi soru.  



Ey insan uyumu bozma diyor zımnen. Şu evrensel uyumu bozma. Kozmik bir ilahi söyleniyor kozmik bir koro var. İradesiz varlıklar Allah’a teslim olmuşlar, onların teslimiyeti itaat olarak adlandırılıyor, fakat kulluk olarak değil. Sadece iradeli varlıkların Allah’a teslimiyeti kulluk, ubudiyet olarak adlandırılıyor.



Evet, ben insanları ve cinleri, bir başka ifade ile görünen ve görünmeyen tüm varlıkları Sadece bana kulluk etsinler diye yarattım; Ve ma halaktül cinne vel inse illâ liya'budun (Zariyat/56) ayetini hatırlayalım zariyat suresinde ki. Bu ayette özellikle iki varlığın geçmesi, ikisinin ortak noktasına delalet eder, o da iradedir. Ben iradeli varlıkları iradesiz varlıklar gibi zorla boyun eğdirmek içim yaratmadım, iradeleriyle gönüllü olarak boyun eğsinler, yani kulluk etsinler. Diye yarattım buyurmuştu. Onun için içinde irade olmayan şey ibadet olamaz. Bir davranışı ibadet yapan şey iradedir. İşte iradeli varlığın teslimiyetine rabbimiz ibadet diyor. Bu farkı da vurgulamış olduk.



 Ey insan diyor zımnen demiştim kozmik koroyu bozma, koroya iradenle katıl, çatlak ses çıkarma. Çıkarma ki yarın hesabını zor verirsin. Eğer bu kozmik koroda üstelik şah eser olduğun halde çatlak ses çıkarırsan sadece kendi sorumluluğunu bilmemiş olmakla kalmazsın. Aynı zamanda diğer varlıkların hakkına da geçmiş olursun. Zımnen biz bunu da anlayabiliriz.





12-) Fekadâhünne seb'a Semavatin fiy yevmeyni ve evha fiy külli Semain emreha* ve zeyyennes Semaed dünya Bi mesabiyha ve hıfza* zâlike takdiyrul 'Aziyzil 'Aliym;



Böylece onları iki süreçte yedi semâ (yedi Bilinç {Nefs} mertebesi) olarak hükmetti ve her semâda onun işlevini vahyetti! Dünya semâsını (en yakın semâyı) (Bi-)mesabîh (aydınlatıcılar - fikirler) ile süsledik ve hıfzettik Aziyz, Aliym'in takdiridir bu! (A.Hulusi)



12 - Bu suretle onları iki günde yedi Sema olmak üzere yerine koydu, ve her Semada ona ait emrine vahiy verdi, ve Dünya Semayı kandillerle donattık ve hıfzettik, işte bu hep o azîz alîmin takdiridir. (Elmalı)





Fekadâhünne seb'a Semavatin fiy yevmeyni ve evha fiy külli Semain emreha üstelik onları iki aşama da yedi gök olarak var etti. Her bir göğe kendi görevini yükledi. Göklere görev yükleyen Allah, insan gibi bir şah eseri yaratır da ona görevini vahy etmişse bunda şaşılacak ne var. Zımnen bu soruyu sormamız isteniyor. Bunun neresine şaşmalı.



Seb'a Semavat yedi gök. Bilinen ve bilinmeyen birbirinden farklı tüm kozmik sistemlere işaret eder. Yedi, çeşitliliğe delalet eder Arapça da. Dolayısıyla burada da çok çeşitli, bir birinden farklı kozmik sistemler anlamına alabiliriz.



ve zeyyennes Semaed dünya Bi mesabiyha ve hıfzan ve biz en yakın göğü ışıklarla süsledik ve bir güvenlik sistemi oluşturduk. Hıfzan ve muhafaza olarak, koruma olarak, yani ve ona koruma olarak bir güvenlik kuşağı oluşturduk açılımı bu. Bu tek kelimelik ifadenin.



Gök yüzünün çıplak gözle görüntüsünün tasviri veriliyor burada ve zeyyennes Semaed dünya hem dünya seması anlamına çevirebiliriz algılayabiliriz, hem de en aşağı sema, en alçak sema biçiminde de, gök biçiminde de anlayabiliriz. Bir ihtimal dünya gezegenimizi diğer gezegenlerin arasında en güvenilir olan noktaya yerleştirdik şeklinde de o hıfzan’ı anlamak mümkin. Çünkü gerçekten de kozmologların da açıkça ifade ettikleri gibi Dünya güneşin gezegenleri arasında öyle bir yere yerleştirilmiş ki oradan daha güvenli bir yer yok. Hem güneş ısısını alma açısından, hem de gökten maruz kalacağı gök taşları ve kuyruklu yıldızlara çarpışma ihtimali açısından en güvenli güneş gezegeni dünya olarak ifade ediliyor.



[Ek bilgi; Bu ayette haleka kelimesi yerine kada kelimesinin kullanılmış olması dikkat çekiyor. Bu kelime ayetlerde üç farklı manada, “tamamlamak”, “yerine getirmek” ve “kararlaştırmak” manalarında geçiyor. “Yedi semadan her birine o semanın emrini vahyetti.”
Buradaki emreha kelimesi “o semanın emri” demek oluyor. Emr kelimesinin sonundaki ha zamir eki dişi sınıfından tekil varlıklar için kullanılıyor. Böylece her bir semanın özelliklerinin bu emrlerle belirlenmiş olduğunu düşünmek mümkündür.
Gene bu ayette geçen semaed dünya (= dünya seması) ifadesi, güneş sistemi dediğimiz hacımdaki bir semaya işaret ediyor olmalı, çünkü aynı ifade 37/6 ayetinde de geçiyor:
inna zeyyennes semaed dünya bi ziynetinil kevakib (= andolsun Biz, dünya semasını gezegenler takısıyla süsledik).
Buradan da “dünya seması” ifadesinin gezegenleri içine alan genişlikteki bir mekanı ifade ettiğini söyleyebiliyoruz.
Bazı günümüz yorumcularına göre bu ayetteki “yedi sema” dünya semasının tabakaları olabilir. Bu günkü bilgilerimize göre bu tabakalar şöyledir: 1) troposfer, 2) stratosfer, 3) ozonosfer, 4) mezosfer, 5) termosfer, 6) iyonosfer, 7) ekzosfer. Bu tabakalardan her biri belli özelliklere sahiptir. Fakat biz, bu ayette işaret edilen yedi semanın dünya atmosferinin tabakalarını değil, bütün evreni meydana getiren yedi semayı ifade ettiğini düşünüyoruz. (Dr. Şakir Kocabaş)]
 



zâlike takdiyrul 'Aziyzil 'Aliym işte bu her şeyi bilen yüceler yücesi Allah’ın takdiridir.





13-) Fein a'redu fekul enzertüküm sa'ıkaten misle sa'ıkati 'Adin ve Semud;



Eğer yüz çevirirlerse, de ki: "Sizi, Ad ve Semud'un yıldırımı benzeri bir yıldırım ile uyarıyorum!" (A.Hulusi)



13 - Bunun üzerine yine başlarını çevirirlerse o vakit de ki: size Ad ve Semûd saikası gibi bir saika haber veriyorum. (Elmalı)





Fein a'redu fekul enzertüküm sa'ıkaten misle sa'ıkati 'Adin ve Semud bu kadar ihsanımıza, lûtfumuza, in’amımıza rağmen yüz çevirirlerse eğer de ki, sizi Ad ve Semud u çarpan yıldırıma benzer bir yıldırımla uyarıyorum.



Evet, gerçekten ilginç. Bu ayetin sebebi nüzulü bahsinde ilginç bir olay anlatılır. Ki bu olayı en ayrıntılı olarak Esira da buluyoruz İbn. Hişam’ın. Ama ondan farklı olarak başka kaynaklarda da yer almış, özellikle İbn. Kesir tefsirinde yer vermiş, Utbe bin Rebia, Ebu Süfyan’ın kayın pederi, Resulallah ile birkaç kuşak dede sonrasında akrabalığı oluştuğunu gördüğümüz biri. Bir müşrik reisi. Utbe Bin Rebia.



Bir gün arkadaşlarıyla beraber otururken de ki ben gidip Muhammed ile konuşmak istiyorum. Şöyle içimi dökeyim, derdini dinleyeyim, bir konuşmayı deneyeyim. Şimdiye kadar hiç biriniz bunu yapmadınız, bunu ben yapmak istiyorum ne dersiniz der. Onlar buyur git derler ve Resulallah’ın yanına varır. Der ki; Ya Muhammed, ya da rivayette ki ifadesiyle



- Ey yeğenim, bak seni çok severim bilirsin. Senin başına bir şey gelmesini istemem. Sen bu iş ile bizi böldün, kavmine ve kabilene kötülük ediyorsun. Onların taptığı putları küçümsüyorsun. Dolayısıyla onları küçümsüyorsun. Yeğenim semin derdin ne. Eğer zenginlik istiyorsan aramızda para toplayalım seni zengin edelim. Makam istiyorsan buyur elimden geleni yapıp seni Mekke’ye reis seçtireceğim. Eğer başka bir şey istiyorsan onu söyle onu yapalım, yerine getirelim. Yeter ki sen bu işten vazgeç. Yeter ki kavminle, kabilenle böyle zıtlaşmayı bırak.



Resulallah sonuna kadar dinler. Sözü bitince



- Bitti mi? der. “Bitti” der Utbe. “O zaman şimdi de sen dinle” der. Döner



- BismillahirRahmanirRahıym Haa, Miiiym Tenziylün miner Rahmânir Rahıym Kitabun fussılet ayatuhu Kur'ânen 'Arabiyyen likavmin ya'lemun





Diye bu surenin ilk ayetlerini, ilk pasajlarını tane tane yüreğe işleyen bir tını ile okur. Ta ki bu ayete gelir, bu ayete gelince, yani ayette ifade buyrulduğu gibi bu kadar ihsanımıza rağmen yüz çevirirlerse de ki sizi Ad ve Semud’u  çarpan yıldırıma benzer bir yıldırımla uyarıyorum ayetine gelince Utbe’nin rengi atar. İnsiyaki bir davranışla, kendiliğinden bir davranışla hemen elini Resulallah’ın ağzına kapatır; “Aman sus” der ve orayı terk eder.



Utbe’nin renginin atmış bir halde kendilerine doğru geldiğini gören arkadaşları ne oldu diye sorarlar. Der ki;



- Ben ondan öyle bir söz işittim ki o ne şiire benzer, ne kehanete. Ben öylesini hiç duymadım. Bu söz eğer yanılmıyorsam muhatabının üstünde az ya da çok mutlaka etki yapar ve bu etkiyle eğer o Araplara boyun eğdirirse bırakın onun yakasını. Onun şerefi sizin şerefinizdir. O sizin çocuğunuzdur. Dolayısıyla o eğer Araplara boyun eğdirirse bundan siz kazançlı çıkarsınız, dokunmayın der. Ama yok yapamaz Araplar ona hücum ederse o zaman da siz kendi kardeşinizin oğlunu öldürmek onun kanlarına elinizi bulamaktan kurtulmuş olursunuz. O zaman da istediğiniz olmuş olur der. Ama onu kendi haline bırakın, çünkü ben bu sözleri başka kimseden duymadım. Der.



Ona; Ne o senide mi etkiledi diye sorarlar. Yani etkilenmişsin. Yok der. Fakat okuduğu şeyler içerisinde öyle bir şey söyledi ki korktum der. Başımıza bir bela gelmesinden korktum. Çünkü bu güne kadar ne demişse o oldu. İşte böyle bir olay aktarılır bu ayetler çerçevesinde.





Devam ediyor D sayfasına geçiniz.

150. videoyu toplu olarak BURADA bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder