A sayfasından devam
7-) Ve huve Bil ufukıl a'lâ;
O,
Ufuk-u Âlâ (tüm dışsallığı kaplamış - âfakta) olduğu hâlde! (A. Hulusi)
07 -
Ve o en yüksek ufukta idi. (Elmalı)
Ve huve Bil ufukıl a'lâ önce en uzak
ufukta belirmişti. Yani ufku kaplamıştı, ufku doldurmuştu. Tabir caizse yer gök
bundan müteşekkil hale gelmişti.
8-) Sümme dena fetedella;
Sonra
yaklaştı, tedelli etti (âfaktan enfüse dönüştü
müşahedesi). (A. Hulusi)
08 -
Sonra yaklaştı da tedellî (Tevazu) etti.
(Elmalı)
Sümme dena fetedella daha sonra
yaklaştı, derken iyice sokuldu.
9-) Fekâne kabe kavseyni ev edna;
İki yayın
birleşimi (kab-ı kavseyn) veya Edna (daha da yakın) oldu! (A. Hulusi)
09 -
«Kâbe kavseyni ev edna» oldu da. (Elmalı)
Fekâne kabe kavseyni ev edna o kadar
sokuldu ki iki yay aralığı, hatta daha az bir mesafe kaldı arada. kabe
kavseyni ev edna Arapların kullandığı bir deyim, gerçek bir deyim. Yakınlık
ifade eder. Şöyle Türkçe de düşünüyorum bunun tam karşılığı şu deyim olsa gerek
arasından su sızmamak. O kadar yakın kaldı, su sızmıyordu. kabe kavseyni ev edna iki yay aralığı kadar. Aslında kaab yayın elle tutulan kısmının
kirişin ucuna ve diğer ucuna kadar olan mesafeye denir diyenler de var, Kaab;
yayın kirişle arasında ki mesafeye.
Yay biliyorunuz Tahtadan,
ahşaptan kiriş ise deri ve bunun gibi şeylerden olur. İkisinin arasında ki
mesafeye dendiğini söyleyenler de var ama doğrusu Kaab elle tutulan yerden
bağlantı yerine kadar iki tane kaab ı olur. Peki neden bu deyim olmuş? Bu
deyimin aslı şu; Güç birliği yapmak isteyen iki kabile reislerinin yaylarını
bir araya getirirler, ikisiyle bir tek ok atarlardı. Eğer iki yayla bir ok
atılırsa bu bir tür yemin anlamına gelirdi ve etrafa da şu duyuru anlamına
gelirdi; Biz artık güç birliği yaptık, bizi kimse ayıramaz. yani biz bir kişi
gibiyiz, biz ikimiz bir kişiyiz ya da biz iki kabile, tek kabileyiz. Birimizin
dostu diğerimizin dostudur, birimizin düşmanı diğerimizin de düşmanıdır.
Buradan aynı zamanda şunu da
çıkarmış oluyoruz; Resulallah’a düşman olan meleğe de düşman olur, Cebrail’e de
düşman olur. Yani Kabe kavseyni ev edna;
bu ikisi dostluklarını ilan etmiş, bunlara düşman olan, aslında Muhammed e
düşman olan meleğe de düşman olur.
Tabii buradan zımnen neyi
anlıyoruz? 19. ayette başlayacak olan ve putlarına bunlar meleklerin suretleri
diye ibadet eden bölge müşriklerine bir mesaj veriliyor. Yani siz meleklerin
suretlerine; Bunlar bizim putlarımız, tanrılarımız diye tapıyorsunuz ama meleğe
düşmanlık yapıyorsunuz, hem de meleklerin en büyüğüne, Cebrail’e. Onun için
Muhammed S.A. a düşmanlık Cebrail’e düşmanlık anlamına gelir ve suçüstü
yakalanıyorsunuz, çelişki halindesiniz. Gibi bir ima da çıkıyor.
10-) Feevha ila 'abdiHİ ma evha;
Böylece
kuluna vahyettiğini vahyetti. (A. Hulusi)
10 -
Verdi kuluna verdiği vahyi. (Elmalı)
Feevha ila 'abdiHİ ma evha işte
Allah’ın kuluna vahyettiğini böylece iletmiş oldu, vahyetmiş oldu.
Feevha ila ‘abdiHİ O’nun kuluna iletti. Ma evha onun vahy etti. Yani bir vahy eden var, bir vahy edilen
var, bir de onun vah yettiği var. 3 ara kademe. Vahy eden Allah, vahy edilen
Cibril, onun vah yettiği Allah resulü. Onun için burada iki vahiy geçiyor. Feevha ‘ila abdiHİ, ‘abdiHİ onun kulu,
yani Allah resulüne vahy etti, bildirdi buda bildirme manasına, ma evha Allah’ın vahy ettiği. Burada da
vahiy manasına alırsak daha doğru anlamış oluruz.
11-) Ma kezebel fuadu ma rea;
FUAD (Kalbindeki nöronların beyinde açtığı gerçeklikle bütünleşti
dıştan gelen bilgi) yalanlamadı (inkâr etmedi) gördüğünü! (A.
Hulusi)
11 -
Gözün gördüğünü kalb tekzip etmedi. (Elmalı)
Ma kezebel fuadu ma rea gördüğünü
gönül yalanlamadı. Gerçekten insanın tüylerini diken diken eden bir ayet. Bir
müşahede bu, bir mucize bu. Aklın havsalanın ötesinde bir mucize. Aklın
derecesine ve derekesine ancak bu kadar indiriliyor. Gördüğünü gönül
yalanlamadı. Şöyle de çevirebiliriz bu ayeti gözün gördüğünü gönül yalanlamadı.
Böyle de çevirebiliriz. Gözüyle gördü gönlü yalanlamadı. Veya gönlüyle gördü
gözü yalanlamadı. Böyle de anlayabiliriz.
17. ayete dayanarak tabii gözü
işin içine katabiliriz. Çünkü 17. ayette işin içinde. O zaman gönül de burada
işin içinde. Neyle gördü? Gönlüyle gördü, gözü ile görmüş gibi oldu. sanırım
böyle anlarsak doğru anlarız. Gönüyle görmek gözü ile görmekten çok daha derin
bir görme. Aslında gören göz değil, bakan göz. Gören gönüldür, Akleden kalptir.
Onun için görme eylemi beynin içinde gerçekleşir. Gözün arkasında geçekleşir.
Onun için göz sadece bir araçtır ve gönül kör olursa göz ne kadar açık olursa
olsun görmez. feinneha lâ ta'mel ebsaru ve lâkin ta'mel kulubülletiy
fiyssudur. (Hac/46)
gözler kör olmaz asıl kör olan sadırlardaki, göğüslerdeki gözdür, yani
kalp gözüdür.
12-) Efe tumarunehu alâ ma yera;
Gördüğü
hakkında O'nunla tartışıyor musunuz? (A. Hulusi)
12 -
Şimdi siz ona o görüşüne karşı mücadele mi ediyorsunuz? (Elmalı)
Efe tumarunehu alâ ma yera şimdi siz
ne yani,hemzeyi istifamiyeyi böyle çevirirsek sanırım daha uygun olur. Ne yani
şimdi siz ne gördüğü hususunda onunla tartışacak mısınız. Yani neyi nasıl
gördüğü hususunda onunla polemiğe mi gireceksiniz. Polemiğe girseniz ne çıkar.
Gören o, gösteren Allah, görünen melek ve siz bunu tam kavrayamazsınız.
İçinizde bu müşahedeyi yaşayan başka biri yok ki onunla tartışsın. Bu akıl sır
ermez bir müşahede. Bu imana konu olan bir müşahede. İman edersiniz, tıpkı
sıddıyk Ebu Bekir gibi. O söylüyorsa doğrudur.
13-) Ve lekad reahu nezleten uhra;
Andolsun
ki Onu bir daha gördü (hakikatin bilincine
inişiyle fark edilmesinde). (A. Hulusi)
13 -
Kasem olsun ki o onu bir deha da inişinde gördü. (Elmalı)
Ve lekad reahu nezleten uhra doğrusu
onu bir kez daha görmüştü. Bakın burada ikinci olaya geçti. Yani bu ayetlerin
indiği ortamda gerçekleşen bir görme buraya kadar. Ama buradan sonrası 18.
ayete kadar da daha önce gerçekleşmiş olan bir görme. Çünkü nezleten uhra, bir
başka inişten söz ediyor. Onun için 1 – 18. ayetler arasında vahiy meleğiyle tek
bir buluşmadan değil 2 buluşmadan söz ediliyor. Biri kadiym, biri de yeni. İki
buluşmadan. Şimdi o kadiym buluşmayı naklediyor bundan sonraki ayetler.
14-) 'Inde SidretilMünteha;
Sidret-ül
Münteha (şuur olarak sonsuz yaşam hissedişi) indînde. (A. Hulusi)
14 -
Sidrei müntehanın yanında. (Elmalı)
'Inde SidretilMünteha en sonuncu
sidre ağacının yanında. Arabistan kirazı ya da Arabistan hurması, veya bir tür
Arabistan ağacı, çöl ağacı. Ki kaynaklar çok farklı farklı tasvir ediyorlar bu
ağacı. Ki bizde katran, sedir ağacı diye meşhur olmuş. Yani adını oradan almış
ama hiç şüphesiz Kur’an da nakledilen o sedir ağacı değil. Biz de biliyorsunuz
toros sedirleri çok yiğit, yüce ve haşmetiyle meşhurdur. Himalaya sedirleri de
öyle. Ama burada bahsedilen sedir, yani sidre ağacının çok daha farklı bir çöl
ağacı. Gölgesi büyük, gerçekten yoğunluklu, uzun ömürlü yine haşmetli bir çöl
ağacı olduğunu düşünmemiz gerekecek. Hurma da diyebiliriz buna bazı
müfessirlerin dediği gibi.
Ama burada asıl el münteha dan
söz edilmesi ilginç ve üzerinde durulması gereken de o. Sidretil münteha; Son
sidre ağacı. Yani eşyanın ufku, el münteha, son, bitiş noktası, eşyanın bittiği
yer. Yani maddi dünyanın bitip manevi dünyanın başladığı yer. Onun için burada
ağaç bir sembol. Tıpkı Hz. Musa’ya ağaçtan konuşulması gibi. Adeta vahiy söz
konusu olduğunda ağaçtan söz ediliyor ..fiyl buk'atil… (Kasas/30) Ama burada el münteha
üzerinde durmamız gerekiyor. O eşyanın bittiği, sanki bu maddi varlığın bitip
manevi varlığın başladığı. Fizik dünyanın bitip metafizik dünyanın başladığı
bir sınır gibi. İki ayrı düzlemin sınırı gibi görünüyor. Ötesi adeta cennetin
yanı. Adeta arka planda cennet var. Adeta dünyanın bitip ahiretin başladığı, ki
hemen bir sonraki ayet zaten bunu ifade ediyor.
15-) 'Indeha Cennetül Me'va;
Cennet-ül
Me'va da Onun (Sidret-ül Münteha'nın) indînde yaşanır! (A. Hulusi)
15 -
Ki Cennetül' me'vâ onun yanında. (Elmalı)
'Indeha Cennetül Me'va me’va
cennetinin yanında. Burada ki cennetül
me’va, yani dünyadaki bahçelerden bir bahçeyi anlamayın, vaad edilen
cennet. Ebedi gireceğiniz, vaad edilen cennet. Vaad edilen cennetin yanında.
Ben bunu yanında diye çevirmek yerine, ‘indeha
aynı zamanda sanki fonda cennet görüntüsü var. Bu çok özel, mucizevi müşahede
de Allah resulüne fonda bir şeyler de gösteriliyor. Onun için Mirac
hadislerinde bana cennet ve cehennem arz olundu buyuruyordu efendimiz. İşte
‘indeha cennetül me’va; fonda cennet
eşliğinde tam orada buluştu.
16-) İz yağşes sidrete ma yağşâ;
O an
ki, Sidre'yi (varlığını) bürüyen (hakikat nûru) bürüyordu (beden hissi
kaybolmuş bir hâlde)! (A. Hulusi)
16 - O
dem ki o Sidreyi bürüyen bürüyordu. (Elmalı)
İz yağşes sidrete ma yağşâ kaplayan
o şey sidreyi boydan boya kaplamış ve kuşatmıştı. Çepeçevre kuşatmıştı.
Kuşattığında, zaman zarfıyla gelmiş İz, kuşattığı zaman.
Dilin, sözün tükendiği nokta
burası işte. Ma yağşa, İz sidrete ma
yağşâ. Orada ki “ma” bilinçli
bir müphemliği ifade eder. Bilinçli bir müphemlik, neden? Çünkü insanoğlunun
sözü tükeniyor. Söz tükeniyor, kelime yetmiyor. Olayın azameti karşısında söz
dağarcığı bitiyor. Çünkü nihayetinde vahyin ilahi anlamları, insanın konuştuğu
kelimelerin içine, kalbine iniyor. Ve insan zihni orada artık duruyor. İşte İz
yağşe sidrate ma yağşâ bu. Orada ki “ma” bilinçli bir müphemliği, yani ey
insanoğlu söz bitti. Sidreyi kaplayan kaplamıştı. O kaplayan ne? Onu
anlayamazsın. Onu kavrayamazsın o orayı kuşattı ama sen onu kuşatamazsın. O
orayı kapladı ama sen onu kaplayamazsın.
17-) Ma zâğal basaru ve ma tağâ;
Görüşü
ne kaydı (gayrı kavramına); ne de haddi aştı (ne de hakikati
müşahededen dolayı tanrılık davasına düşüp, Firavunlaştı.)! (A. Hulusi)
17 -
Göz, ne şaştı ne aştı. (Elmalı)
Ma zâğal basaru ve ma tağâ göz ne
şaştı ve kamaştı, ne de haddi aştı. İfade de ki vuruculuğa bakınız. Göz ne
şaştı ve kamaştı, ne de haddi aştı.
18-) Lekad rea min âyâti Rabbihil kübra;
Andolsun
ki, Rabbinin (Hakikatini var kılan Esmâ
özelliklerinin) işaretlerinden en büyüğünü
gördü! (A. Hulusi)
18 -
Vallahi gördü rabbinin âyâtından en büyüğünü gördü. (Elmalı)
Lekad rea min âyâti Rabbihil Kübra
hakikaten de o rabbinin en büyük ayetlerinden bazılarını, en büyük
sembollerinden bir kısmını görmüş oldu.. Bir benzeri İsra suresinde yer alır bu
ayetin. Subhanelleziy esra Bi abdiHİ leylen minel Mescidil Harami
ilel Mescidil Aksalleziy barekna havlehu linüriyehu min âyâtina.
(İsra/1) Evet, Min âyâti, O’nun ayetlerinden bir kısmını. Hepsini değil, altı
çizilmesi gereken nokta burası. Yani O’nun mucizelerinin tamamını değil bir
kısmını gördü.
Razi;
Allah’ı değil raa rabbeh değil Min âyâti rabbih, rabbinin ayetlerini gördü
şeklinde açıyor bu ibareyi. Rabbini gördü ile rabbinin ayetlerini gördü çok
farklı şeyler diyor. Onun için bazı müfessirlerin rabbini gördü diye
algılamasını adeta metne zorla ve sonradan giydirilmiş bir algılama olarak
görüyor.
Efendimiz
mirac hadisinde, daha doğrusu hadislerinden birinde öyle buyuruyor. “Öyle bir
yere vardım ki kalemlerin cızırtısını işitiyordum ötelerden gelen.” Bu aslında
maddi ve fiziki dünyanın bitip metafizik dünyanın başladığı sınır. Yani meleğin
bile bir adım atarsam yanarım dediği bir sınır beklide bilmiyoruz.
Hatta bu
hadislerde Resulallah’ın ondan ötesinde Burak’a binip ötelere aldığını dile
getirilir. Şah Veliyullah Dihlevi, Resulallah’ın miracta Burak’a bindiğini,
binişini çok güzel biçimde te’vil eder. Der ki; Yani Burak bir hayvan olarak
temsil edilir. Nefsi hayvaninin sırtına bindi, ona galip geldi ve onu aşarak
nefsi ruhani ile mevlaya yüceldi. Yani kendi potansiyelinin sınırına nefsi
ruhani ile yüceldi. Anlamını verir. Ki gerçekten hoş bir anlam.
19-) Efe raeytümüllate vel 'uzza;
Gördünüz
mü Lat'ı, Uzza'yı? (A. Hulusi)
19 -
Siz de gördünüz değil mi Lât-ü Uzzayı? (Elmalı)
Efe raeytümüllate vel 'uzza peki,
hiç düşündünüz mü lât ve Uzza’yı? Bu ikisi Kureyş’in iki ünlü putu. Yani 3 tane
ünlü büyük putu var Kureyşin, ki çok putları var da. Mesela İs’af, Naile Merve
ve sefadaki putlar. Onlar burada sayılmıyor. Ama 3 büyük putu var Kureyş’in
lat, menat ve uzza. İşte ikisi bu.
Devam ediyor C sayfasına geçiniz.
167. videoyu toplu olarak BURADA
bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder