El Hamdu Lillahi
Rabbil'Alemiyn Vesselatü Vesselâmü alâ Resulüna Muhammedin ve alâ alihi
ve ashabihi ve etba’ıhi ecmaiyn.
Rabbişrah liy sadriy;
Ve yessirliy emriy;
Vahlül ukdeten min lisaniy;
Yefkahu kavliy;
(Tâhâ 25-26-27-28)
Rabbim, göğsüme genişlik ver,
kolaylaştır işimi, düğümü çöz dilimden, ki anlasınlar beni. Amin. Rabbeneftah bil hayr, vahtim bil hayr,
Rabbi yessir ve lâ tüassir, Rabbi temmim bil hayr.
Değerli Kur’an dostları bugün
tefsir dersimize vakıa suresiyle devam ediyoruz. Vakıa suresi adını ilk
ayetinden alır. Bu surenin adını efendimiz (A.S.) koydular. Vakıa olay demek,
durum anlamına geliyor, olay, vuku bulmuş olay, veya vuku bulacak olay. Surenin
bilinen tek ismi bu.
Surenin iniş zamanına gelince,
Mekkidir. Bunda herhangi bir itilaf yoktur. Hem muhteva açısından hem de
belağat açısından bu zaten görülüyor. Mekke dönemini 3 dilimlik bir sürece
ayırırsak, bu 3 dilime ayırdığımız Mekke döneminin 2. dilimine tekabül eder. Bu
surenin hangi dönemde indiğini ele veren gerçekten etkili bir rivayette var
elimizde.
Bir gün Hz. Ebu Bekir Allah
resulünün saçlarının hızla ağardığını fark edince le gad şipte ya Resulallah? Ya Resulallah çabuk ihtiyarladın,
saçlarını ağarttın der. Allah Resulü de cevaben; “Saçlarımı Hud, vakıa, mürselât, 'Amme
yetesâelun (Nebe/1), İzeşŞemsü küvviret. (Tekvin/1) sureleri ağarttı buyurur. Bu sayılan
sureler arasında Vakıa da vardır.
Demek ki
Allah Resulünün vahiy ile ilişkisi öylesine tabir caizse ecnebi ifadeyle interaktif,
karşılıklı, canlı, aktüel bir ilişki ki, efendimiz vahiy tarafından inşa
olunuyor. Bu inşa oluş sırasında elbette ki ağırlık hissediliyor. Zaten vahiy
ağır bir söz. kavlen
sekıyla. (Müzemmil/5) ağır bir kelam, ağır bir söz, değerli bir söz.
Onun içinde iniş üssü olan Allah Resulünün yüreği vahiy ile inşa olurken, Allah
Resulünün dışına da yansıyor, saçına da yansıyor, sakalına da yansıyor ve işte
bu hali ifade ediyor biraz önce naklettiğim haber.
Surenin
konusu, sureyi özellikli kılan muhteva da. Kur’an ın fihristi niteliğinde. Onun
için surenin Allah Resulü tarafından sık sık okunduğu rivayetleri vardır hatta
her geçe okuduğuna dair bir takım rivayetler bulunmakta.
Bu aslında
surenin konusuyla alakalı bir şeydir. Konusuna bakarak Resulallah’ın verdiği
önemin sebebini anlayabiliriz. ResulAllah’ı inşa ettiğini söyledim. Çünkü
Kur’an da, Kur’an isminin keriym sıfatıyla, keriym niteliği ile nitelendiği tek
ayet; İnneHU leKur'ânun Keriym (77) bu
surede bulunmakta. Fark etmiş olduğunuz gibi Keriym vasfı da aslında özne, ismi
fail, hem de mübalağa ile ismi fail. Aşırı özne. Ne demek aşırı özne? Ben seni
fail olarak inşa edeceğim. Ben seni değiştireceğim. Ben Kur’an ım, Kur’an
muhatabını inşa eder, ben de seni inşa edeceğim. Zımnen budur aslında. Kur’an
ın sıfatlarının ismi fail, hem de mübalağa ile ismi fail olması. İşte o ayet bu
surede geçiyor.
Mesrûk,(Mesrûk Bin El-Ecda)
ki yanlış hatırlamıyorsam tabiin, yani 2. neslin zahitlerindendir. Züht’üyle
meşhurdur, ilmiyle irfanıyla meşhurdur. Öyle der. Kim öncekilerle sonrakilerin,
cennetliklerle cehennemliklerin, dünya ehli ile ahiret ehlinin haberini bir
arada okumak, görmek, duymak, anlamak istiyorsak vakıa suresini okusun.
Gerçekten de vakıa suresini özel kılan sebeplerden biri bu muhteva. Adeta
Kur’an ın bir özeti niteliğinde. Kur’an sanki sıkıştırılmış, konular itibarıyla
vakıa suresinin içine konmuş. Nitekim her surede bu özellik bir parça bulunur.
Hatta hatta şunu bile söyleyenler çıkmış otoritelerimiz arasından; Tüm Kur’an,
Kur’an ın her ayetinde görünür. Kur’an ın her ayeti tüm Kur’an ı temsil eder.
Ama vakıa suresi bu temsil özelliği itibarıyla diğer surelerin içinden seçilip
daha çok ortaya çıkan bir sure.
Son saat uyarısıyla başlar sure.
Sadece misafirin değil, misafirhanenin de geçici olduğunu dile getirir. Yani
sadece Allah’ın şerefli konuğu olarak yer yüzünde misafir ettiği insan geçici
değildir. İnsanı misafir eden yer yüzü de geçicidir. Bunun da bir ölümü vardır.
Buna son saat diyor Kur’an. İşte ondan haber vererek başlar sure.
Hayat iyilerle kötüler arasında
bir yarıştır, bir mücadeledir. Ve hemen ardından iyiler ve kötülerin yarışı
dile getirilir. Bu yarışta öne gidenler, geride kalanlar, ortada olanlar, Bu
yarışta Sabikun diye müjdelenip öncülük yapanlar ve ashabül meymene (8) diye
müjdelenip onların vagonu olan, onların izinden gelenler. Bir de ashabül meş'eme (9) diye yerilenler,
uğursuzlar. Şeref ve izzet yoksulları. Allah’ın kendilerine açtığı krediği har
vurup harman savuran ve Allah ile sözleşmesine ihanet edenler. İşte onlardan
söz eder sure.
Daha sonra ödül ve cezaya getirir
sözü. Değil midir ki değerli Kur’an dostları eğer bir imtihan varsa ortada mutlaka
ödül ve ceza da olmalı. Eğer ödül ve ceza olmayacaksa, suyu getirenle testiyi
kıran bir tutulacaksa su getirmenin gerekçesi ne ola ki, niçin su getirsinler
ki, herkes testi kırar. Eğer iyilerle kötüler aynı akıbeti paylaşacaklarsa, iyi
olmanın gerekçesi kalır mı? iyi olmak ödülü hak etmeli. Kötü olmanın da bir
cezası olmalı. İşte söz oraya gelir ve inkârın temelinde ne sebep yatıyor?
İnkârın, aslında inkâr arızi bir durum, daimi olan imandır, asli olan imandır,
fer’i olan inkârdır. Çünkü iman özü itibarıyla var olanın açığa çıkması. İnkâr
ise yok olanın iddia edilmesidir, karanlığa benzer, iman ise ışığa benzer.
Işığın kaynağı olur, karanlığın kaynağı olmaz. İnkar karanlığa benzer, ışığın
yokluğu halidir. Aslında karanlık bizatihi var değildir, bir şey değildir,
ışığın yokluğu halidir. İnkâr da böyle negatif bir şeydir. Aslında olması
gerekenin olmadığı zaman ortaya çıkan durumdur, arızidir. İşte oraya getirir ve
inkârın temelinde şükürsüzlük. Şükürsüzlüğün de temelinde kadir kıymet
bilmezlik, değer bilmezlik vardır der 57 ve 74. ayetleri arasında.
Vahyi yalanlamaksa en büyük
kıymet bilmezliktir. Çünkü vahiy insanın önüne Allah’ın açtığı bir gök
sofrasıdır. Bu sofradan yemeyen, bu sofraya sırtını dönen, bu sofraya iltifat
etmeyen aslında ruhunu açlıktan öldürmüş demektir. İşte bunların, aslında
yaşamıyor gibi yaşadıklarını, dik süründüklerini, ve Allah’ın kendilerine
açtığı o büyük krediyi, o muhteşem imkânı elleriyle yok ettiklerini dile
getirir sure.
Ve en sonunda yalandan
beslenenlere dikkat çeker. Lütfen dikkat buyurun, yalandan beslenmek Ve tec'âlune
rizkaküm enneküm tükezzibun (82)ve siz yalanlamanızı rızkınız haline
getiriyorsunuz, yani yalandan besleniyorsunuz. İşte bu dikkat çekici ifadelerin
arkasından sure insan dan Allah adına, Allah adıyla hareket etmesini ister. Fessebbih Bismi
Rabbikel 'Azıym (96)ey insanoğlu artık sen sadece rabbin adına,
rabbin adıyla hareket et. Aziym olan, muazzam olan, muhteşem olan, mükemmel
olan, sonsuz ve mutlak olan rabbin adına hareket et diyerek son bulur. Bu kısa
girişten, bu kısa özetten, mukaddimeden sonra şimdi surenin vakıa suresinin
tefsirine geçebiliriz.
[Ek bilgi; FAKİRLİK
DOKUNMAZ.
İbn. Mes’ud (ra) anlatıyor;
Resulallaha.s.v. şöyle söyledi; Kim her gece Vakıa suresini okursa ona fakirlik
gelmez.(Kütübü sitte-808)]
1-) İzâ vekâ'atil vâkı'atü;
O
gerçek (ölümü tadarak başlayan ikinci hayat) vuku bulduğunda. (A. Hulusi)
01 - Koptu mu o Vakıa bir. (Elmalı)
İzâ vekâ'atil vâkı'ah (Sonraki ayete
bitişik)
2-) Leyse livak'atiha kâzibeh;
Artık
onun gerçekliğini yalanlayacak olmaz! (A. Hulusi)
02 - Olmaz
vakıasına yalan diyen dil. (Elmalı)
İzâ vekâ'atil vâkı'atü (1) Leyse livak'atiha
kâzibeh gerçekleşmesi kesin olan gün gelip gerçekleştiği zaman. Vakı’ah, Leyse
livak'atiha kâzibeh kimse kalmayacaktır onu yalanlayan.
Nedir gerçekleşmesi kesin olan
gün? Son saat, yani misafirhanenin de bir ömrü vardır. Sadece misafirin değil.
Misafirhane de bir gün gelip ölecektir. Misafir hanenin ölümüne Kur’an son saat
diyor. sa’ah. İşte o gün geldiğinde kimse yalanlayamayacak.
Neden yalanlayamayacak? Çünkü
gayb yakıyn olacak. Nasıl yalanlasın ki. Göz göre göre yalanlanır mı? Yaşayarak
yalanlanır mı? o zaman işte iman etmenin bir değeri kalmayacak. O zaman
inanmanın herhangi bir anlamı olmayacak.
Buradan neyi anlıyoruz? Elleziyne
yu'minûne Bil ğayb..(Bakara/3) Bakara suresinin girişinde; Onlar ki
gayba iman ederler. Yani görmeden inanırlar. Neden görmeden inanırlar? Zaten
iman böyle bir şey. Görseniz inanmaktan söz edilebilir mi orada. İman ahlaken
güvenmek demek. Neden görmeden inanırlar? Çünkü Allah’ın doğru söylediğine iman
etmişlerdir. Sadakallahül azıym Aziym olan Allah doğru söyledi, doğru
söylemiştir. Başkasını düşünmek mümkin mi. Onun için iman zaten gayba imandır
özü itibariyle. Eğer o gayb gerçekleşmişse artık orada imandan söz edilemez.
İşte burada
da ahirete, yani sona, bu ahirete hem dünyanın sonu son saat olarak, hem de
ondan sonraki yeni hayatın başlangıcı, kıyameh, yeniden kalkış ve ondan sonra
gelen Ba’sü ba’del mevt, yeniden diriliş, ondan sonra gelen hesap günü ve ondan
sonra gelen ödül ve ceza cennet ve cehennem hepsi girer. Gerçekleştikten sonra
inanmak herhangi bir değer ifade etmiyor. Çünkü yarar taşımıyor. İnanmak
bizatihi yarar taşıdığı için emredilmiştir. İnanmamız istenmiştir. İnanmanın
yarar taşımadığı durum artık gözünüzle görüp, halinizle yaşadığınız durumdur
bunun bir yararı yoktur. İnanmanın yararı dünyada dır, bu hayattadır.
Biz bu
hayatta inandığımızda ahlaki değer üretiyoruz. Ahirette inandığımız şeyler bir
bir zaten görünecek. Perde kaldırılacak. İş perde kaldırılmadan perdenin
arkasında kilere iman ettim, ametü diyebilmek. Hatta öyle amentü diyebilmek ki
sevgili seyyidina Ali R.a. ın ifadesiyle perde kaldırılsaydı yakıynim artmazdı
diyor. Yani iman ettiğim şeyler şu anda bana bir bir gösterilse imanımda hiçbir
şey değişmez. Bu kadar inandım.
Zaten ihsan
da bu değil mi? Allah Resulü ihsanı nasıl tanımlıyordu? Mel ihsan diye sorulunca; en
ta’büdallahe keenneke terahü Allah’a; O’nu görüyormuş gibi ibadet etmendir,
kulluk etmendir fein
lemtekün terâhü ve innehû yerâke her ne kadar sen O’nu görmüyor isen de O
seni kesin görüyor. İşte bu. Görür gibi inanmak.
3-) Hafıdatün Râfi'atün;
(Kimini)
alçaltıcıdır, (kimini) yükselticidir! (A. Hulusi)
03 - İndirir
bindirir. (Elmalı)
Hafıdatün Râfi'ah o dur bazılarını
alçaltan, bazılarını da yükselten. Zımnen herkes gerçek değeriyle o gün ortaya
çıkacak. Yani dünyada kendisini yüksek satanlar, yüce konumları aralarında
paylaştıran, aslında alçak olduğu halde yüce yerleri aralarında kapışanlar,
ahirette layık oldukları yere indirilecek. Veya son saatte. İşte o zaman herkes
gerçek yerini bulacak. Değerli olanlar değersiz gibi, değersiz olanlar da
değerli gibi görünüyor bazen dünyada. İnsanlar değeri takas ettikleri zaman,
bakış açılarını yamulttukları, amuda kalkarak eşyayı ve varlığı okudukları
zaman her şeyi ters görebiliyorlar. Ama Allah bir gün gelecek, her şeye gerçek
değerini gösterecek. İşte o zaman yer yüzünde değerli gibi kendisini satan bir
çoklarının aslında alçağın da alçağı. Yer yüzünde bazılarının sırf maddi açıdan
baktıkları için değerini fark etmedikleri değerli insanların da gerçek değerini
ortaya koyacak ahiret. Ahiret her şeyin gerçek değeri ile ortaya çıktığı, veya
değersizin de değersizliği ile ortaya çıktığı gerçek bir durumdur.
[Ek
bilgi; Bir mesel ÖYLE DEĞİL..!
Kendince çok bilgin ve İslam’ı
çok iyi anlayan ve geniş çevresine oldukça çok faydalı (!?) bilgiler hayatı
boyunca sunan bir kişi, bir gün ansızın ölümü tadıverir.
Ölürken: "Hayatım saadet içinde geçti, insanlara çok faydalı oldum.. beni kesin
cennet, hem de ne cennet bekliyor" diye düşünür.
Lakin bir müddet sonra
ahirette durumu umduğu gibi olmaz. Buna çok şaşırır. münker nekir ile konuşur,
derler ki:
"İyi ama öyle değil işte. çok bilmek değil, çok paylaşmak değil, riya,
benlik, tamah, hayal, zandan uzak durmak idi senin hedefin. Sana söylemediler
mi: "Ene cennete" giremez diye?
Demiş: "Ama ben hep olabildiğince vermeye çalıştım..! Sayemde çok kişiler
hidayete erdi, en azından vesile oldum !!"
Derler: "Karşılığını manevi, benlik olarak bekledin ama. RİYA bu..! Benlik
bu, şirk bu, ölü bir toprak gibi olacaktın, sadece Dostun ALLAH olacak idi,
halk değil. Bunu dünyada anlamadın, tabii şimdi hiç anlayamazsın, uzun konu,
şimdi ne desek boş. Boş girdin dünyaya, boş geldin, çok yazık oldu..!" (Okyanusum.com dan)]
4-) İzâ rüccetil'Ardu recca;
Arz (beden) şiddetli bir
sarsılışla sarsıldığında, (A. Hulusi)
04 - Yer
bir sarsılış sarsıldığı. (Elmalı)
İzâ rüccetil'Ardu recca yer dehşetli
bir sarsılışla sarsıldığı zaman.
5-) Ve büssetilcibalü bessa;
Dağlar
(bedendeki organlar) hurdahaş edildiğinde, (A. Hulusi)
05 - Dağlar
bir serpiliş serpildiği. (Elmalı)
Ve büssetilcibalü bessa dağlar
paramparça olup böyle korkunç bir yarılışla hallaç pamuğu gibi atıldığında,
6-) Fekânet hebâen münbessâ;
(Nihayet) dağılmış toz
olduğunda. (A. Hulusi)
06 - Hepsi
dağılıp berhavâ bir hebâ olduğu. (Elmalı)
Fekânet hebâen münbessâ toz
zerrecikleri halinde diyor. Öyle ki paramparça olup toz zerrecikleri halinde
atıldığında.
7-) Ve küntüm ezvâcen selâseh;
Siz üç
cinse ayrıldığınızda: (A. Hulusi)
07 - Siz
de üç sınıf olduğunuz zaman. (Elmalı)
Ve küntüm ezvâcen selâseh sizler 3
kesime ayrılacaksınız. 3 bölüğe, 3 kısma, 3 gruba. Nedir onlar?
8-) Feashabül meymeneti mâ ashabül meymeneh;
Ashab-ı
Meymene (uğurlular-mutlular, sağcılar, Hakk'ı
bulmada isâbet etmişler), ne ashab-ı
meymenedir! (A. Hulusi)
08 - Ki
sağda «Ashabı meymene»: Ne «Ashabı-meymene!». (Elmalı)
Feashabül meymeneti mâ ashabül meymeneh
bu 1. grup. 1- Bahtiyar kampa dahil olan bir kesim olacak mâ ashabül meymeneh ama ne
bahtiyarlık. Biz bunu meymene hem şeref ve onur manasına gelen “yüm” den hem de
yine aynı kök, aynı zamanda bereket manasına da gelir. Bereket sahibi mübarek
insanlar olacak amma ne bereket. Veya şerefli ve onurlu insanların ait olduğu
bir kamp olacak, ama ne şeref, ama ne onur manasını da verebiliriz.
9-) Ve ashabül meş'emeti mâ ashabül meş'emeh;
Ashab-ı
Meş'eme (uğursuzlar-mutsuzlar, solcular,
Hak'tan kozalı yaşamışlar), ne ashab-ı
meş'emedir! (A. Hulusi)
09 - Solda
«Ashabı meş'eme»: Ne «Ashabı -meş'eme!» (Elmalı)
Ve ashabül meş'emeti mâ ashabül meş'emeh
ikinciler de bunlar, bir de bedbaht kampa dahil olan bir kesim olacak mâ ashabül
meş'emeh ama ne bedbahtlık. Meş’eme Şu’um kökünden türetilmiş Şu’um aslında
uğursuzluk anlamına da gelir, alçaklık anlamına gelir, onursuzluk anlamına
gelir. Yani uğursuzların kampına dahil olan bir kesim olacak. Ama ne
uğursuzlar. Onursuzların kampına dahil olan bir kesim olacak ama ne onursuzluk
bu. Neden onursuz? Çünkü şerefin kaynağı Allah’tır. Allah’a sırt dönmüş olan,
şerefe yüzünü dönmüş olmaz. Allah’a sırtını dönen şereften ve onurdan mahrum
kalırda ondan. Bu da ikinci kesim. İyiler ve kötüler. Kısaca böyle de
anlayabiliriz. Bir iyilerin kampı olacak, onlara dahil olanlar. Bir de kötüler
kampı olacak onlara dahil olanlar. 3. bir kesim daha var ama.
10-) Ves sabikunes sabikun;
Es
Sâbikun (yakîn ile öne geçenler), sabikundur; (A. Hulusi)
10 - İlerde
sabikun, işte o sabikun. (Elmalı)
Ves sabikunes sabikun bir de yarışta
öne geçip arayı açanlar olacak. Yarışta öne geçenler, ilginçtir iyiler ve
kötüler ayrıldıktan sonra iyiler de kendi içlerinde ikiye ayrılıyor iyilerin
lokomotif olanları, iyiler vagon olanlar. İyilikte öne geçenler ve onların
izini izleyenler, ardından gelenler.
Aslında böyle bir tasnifi
yapmasının temelinde şu yatıyor; Yarışın, iyi olmanın sonu yoktur. Ben iyi
oldum, bu yeter. İyilerin kampına dahil oldum bu yeter demeyin, iyiliğin sonu
yok. İyilikte yarışın. ..festebikul hayrat. (bakara/148)
hayırlarda yarışın diyordu ya Kur’an. İyilikte yarışın. Yani ben iyiler
kampındayım ya bana bu yetmez mi demeyin. İyilerin önünde olmaya, iyiler
arasında lokomotif olmaya gayret edin. Vagon olmakla yetinmeyin. İyilerin
izlediği biri olun, sadece iyileri izlemekle yetinmeyin, sizden sonra iyilerin
de izleyeceği biri haline gelin. Burada böyle bir imayı görebiliriz.
Devam ediyor
B sayfasına geçiniz.
170.
videoyu toplu olarak BURADA
bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder