A sayfasından devam
2-) Ve in yerav ayeten yu'ridu ve yekulu sıhrun
müstemirr;
Eğer
bir mucize görseler yüz çevirir ve: "Olağan bir sihirdir" derler! (A.
Hulusi)
02 -
Hâlâ bir âyet görseler yüz çevirip derler: müstemir (Süregelen) bir sihir.
(Elmalı)
Ve in yerav ayeten yu'ridu ve yekulu sıhrun
müstemirr ama eğer onlar bu konuda mucizevi bir işaret görseler,
sırtlarını dönüp bu sürekli gerçekleşen bir sihirdir, bir büyüdür, bir göz
yanılmasıdır derler. Müşrikler vahiy mucizesine hep sihir olarak baktılar. İlginçtir,
onlar Resulallah’ın vahiy getirmesine ya da Resulallah’ın ilettiği vahyin bu
içerikle gelmesine, insanoğlunun asla bilemeyeceği bir takım alemlerden haber
vermesine, ya da insanoğlunun bu kadar ayrıntılı bilemeyeceği, çünkü yazılı bir
belge gelmediği için malumat sahibi olamayacağı geçmiş zamanlar, insanlığın ilk
yaratılış zamanları, hatta varlığın ilk yaratılış anları konusunda haber
vermesine mucize olarak bakamayınca sihir olarak baktılar.
Bu gerçekten ilginçtir. Müşrikler
sihir sözcüğünü söylediğinde biz hemen vahiy dışı bir şey arıyoruz. Oysa açıkça
müşrikler Zuhruf/30. Ahkaf/7 ayetlerinde bizatihi bu vahyi sihir olarak
nitelemişlerdir. Onun için bu ayette sihir olarak niteledikleri şeyin yine bu
vahiy ve bu vahyin haber verdiği insan bilgisini aşan gerçekler olması kuvvetle
muhtemeldir.
İnkarcı akıl, garip bir akıl.
Hakikate sihir der, sihre iman eder. İnkarcı akıl garip dedim ya hurafeye iman
edilecek bir şey gibi bakar, hakikate de hurafe damgasını vurur. Söyler misiniz
bugün aynı aklın tezahürünü görmüyor musunuz. Bir takım rakamlara uğur ya da
uğursuzluk yükleyip onu kendisine özne kılan, rengi atan, hatta o rakam
çıkmışsa o koltuğa oturmayan, o rakam çıkmışsa o otel odasına yerleşmeyen, o
uçağa binmeyen bir takım batıl inançlılar gerçekten Hakk imana batıl inanç
damgası vurmakta. O kadar da cesaretliler ki,
Öyledir bu iş. Eğer hakikate sırt
dönerseniz batıla yüz dönersiniz. Yani sırtının hakka geliyorsa yüzünüz batıla
gelir. bu böyledir. Eğer ters dönerek bakarsanız, eğer kantarın topuzunu
kaçırırsanız, eğer yalana gerçek muamelesi yaparsanız doğal olarak gerçeğe
yalan diyeceksinizdir. İşte müşrikler de bunu söylüyorlar.
3-) Ve kezzebu vettebe'u ehvaehüm ve küllü
emrin müstekırr;
Yalanladılar
ve hevâlarına (nefslerine hoş gelen şeylere,
sonu boş arzularına) tâbi oldular! (Oysa) her hükmün gereği
açığa çıkacaktır! (A. Hulusi)
03 -
Yalan dediler, hevâlarına uydular, halbuki her emir müstekır (yerini bulmak).
(Elmalı)
Ve kezzebu vettebe'u ehvaehüm zaten
hep yalanlıyorlar ve her daim ön yargılarını izliyorlar. Keyfi yargılarına tabi
oluyorlar. Ehvaehüm, keyfi
yargılarına. Ben ön yargı diye anlamayı daha açıklayıcı buluyorum. Bu ibare 2.
ayette inkar edilen mucizenin vahiy mucizesi olduğu yorumumu destekleyen bir
ibare. Çünkü vahye tabi olmayan hevasına tabi olacaktır. Hevasına tabi olmak
aslında egosuna, nefsine, benliğine, şeytanına tabi olmaktır.
Eğer mutlak hakikatin izini
izlemezseniz, izini izleyeceğiniz bir zaman tedarik edersiniz. Bunu bulmakta
zorlanmazsınız. Onun için Allah insanı kul olma kıvamında yaratmıştır. Mutlaka
kul olur, ama kime? Eğer kul olması gerekene kul olmazsa kul olmak için en olur
olmaz şeyleri tanrılaştırır. En olmaz şeyleri tanrılaştırmakta insanın üzerine
yoktur. Bir Allah’a kul olmayı reddeden, binlerce tanrı peydah edebilir. Onun
içinde hakikate sırtını dönen hevasını, arzusunu, hevesini, ön yargısını
izleyecektir, başka ne yapacaktır.
ve küllü emrin müstekırr ne ki her
şeyin gerçek yüzü sonunda ortaya çıkar. Her şey; Bu ibare birkaç şekilde
çevrilebilir. Her şey gerçek yüzüyle en sonunda zuhur eder, oturur, istikrar
bulur. Yani tüm yanılsamalar, tüm yanılgılar, tüm yanlışlar, insanın hevasını
izlemesi, insanın halüsinasyonlarını izlemesi, insanın bir takım sahte
öncülerin arkasına gitmesi, bir gün gelir ortaya çıkar, gerçek kendini dayatır
ve artık o hale gelir ki gerçekten başkasını kabul edecek durumda olmazsınız.
Yani gerçek kendisini öyle dayatır ki, siz yalanı savunamaz olursunuz. Artık
onu yalanlama bahaneniz kalmaz. Gerçek, ben gerçeğim diye bağırır.
Peki bu durumda imanın bir yararı
olur mu? Hiçbir yararı olmaz. Çünkü iman güvenmektir. Siz güvenilmesi gereken
zamanda Allah’a güvenmediniz. Ama gerçek size kendisin dayattığın da kabul
ettiniz. Bu iradenizle kabule benzemez. Onun için bunun için yararı yoktur.
Onun için ödülü de olmayacaktır.
4-) Ve lekad caehüm minel enbai ma fiyhi
müzdecer;
Andolsun
ki onlara içinde vazgeçirici özellik ihtiva eden haberlerden gelmiştir. (A.
Hulusi)
04 -
Celâlim hakkı için onlara kıssalardan öyleleri de geldi ki onlarda zecredecek
(Önemli) haberler var. (Elmalı)
Ve lekad caehüm minel enbai ma fiyhi müzdecer
doğrusu onlara kendilerine gerçeği dayatan, müzdecer, zecreden, gerçeği
kendilerine zorla dayatan. Şöyle de diyebilir miyiz; Gözlerine hakikati sokan
içeriğe sahip bir haber gelmiştir. Böyle bir haberdir bu vahiy. Gözlere
hakikati sokuyor, daha ne yapsın. Açık açık söylüyor. Çevirip çevirip söylüyor.
Önden arkaya arkadan öne. Bir cennete pencere açıyor, bir cehenneme. Bir
kalıcıya, bir geçiciye çeviriyor insanın bakışını. Bir dünyaya bir ahirete
çeviriyor. Bir tarihe, bir geleceğe çeviriyor. Daha ne yapsın. Yani her türlü,
akılın her türlü haline hitap ediyor Kur’an. Her türlü akla hitap ediyor
Kur’an. Basit akla, mürekkep akla, süper akla, dahi akla, hepsine hitap ediyor
daha ne yapsın. Yani gerçeği açıklanabilecek tüm versiyonlarıyla açıklıyor ve
gözler önüne seriyor. Ki insanoğlunun bahanesi kalmasın. Allah’ım ben anlamadım
benim zeka seviyem düşüktü, benim seviyemi aştı. Veya benim seviyem çok
yüksekti bana ulaşamadı diyemez insanoğlu. Vahiy her zekaya mutlaka bir biçimde
ulaşır.
Tabii ki bu gerçek, hayat ve
insan gerçeği, hayatın çift yüzü gerçeği. İnsanın da çift yüzü gerçeği.
Yaratılmış hiçbir şey tek yüzlü değil. Yaratılmış hiçbir şey tek kutuplu değil
bu manada. Her şey çift her şey zıddıyla kaim. Bir dünya varsa mutlaka bir uhra
da olmalı. Bir bura varsa mutlaka bir ötede olmalı. O zaman ötesiz bir bura
tasavvuru aslında hayatı ıskalamaktır. Vahyin amacı bize bu hakikati bildirmektedir.
Yani ötesiz bir dünya, ahiret siz bir dünya tasavvuru, dünyasızlıktır aynı
zamanda. Hayatı ıskalamaktır. Ruhsuz bir ceset nedir ki, leş. Ruhsuz bir ceset
nedir işte o. ahretsiz bir dünyada o. Dünyaya anlamını veren ahirettir. Cesede
değerini veren ruhtur.
5-) Hikmetun bâliğatun fema tuğnin nüzür;
Hikmeti
bâliğa (amacı tam açıklayan hikmetli anlatım) verilmiştir! Ne var ki uyarmalar (anlayışı kıtlara) fayda
vermiyor! (A. Hulusi)
05 -
Bir hikmeti baliga(Üstün) fakat inzarlar fayda vermiyor. (Elmalı)
Hikmetun bâliğatun vahyin değerini
devam ettiriyor, değerinden söz etmeyi. Hedefe tam ulaştıracak çapta bir
hikmet. Hikmetun bâliğatun. Öyle bir
hikmet ki insanı hedefine ulaştırır. İnsan bir yolcu, hedefe ulaşmak için
yolcunun pusulası, haritası olmaz olmak gerek. Pusulasız ve haritasız bu hayat
okyanusunda bu gemi nereye çarpar, nerede parçalanır, çünkü bu okyanusta
fırtına eksik olmaz. İşte vahiy pusulayı, vahiy haritayı temsil eder. Vahiy bir
ışıktır, bu yolda göz yetmez, göze ışık gerek görmesi için. Eğer yolcuysanız,
yolculuğunun bilincindeyseniz, yola revan olmuşsanız, bir menziliniz varsa
mutlaka bir yol haritasına da ihtiyacınız var demektir. İşte Hikmetun baliğatun bu. maksimum yararı
olan bir harita.
fema tuğnin nüzür fakat bu uyarının
da hiçbir yararı olmadı. Yani, aslında uyarının kerameti yetmiyor. Uyarılanın
istikameti de gerekiyor. Onun için uyarı ne kadar yüksek olursa olsun, ne kadar
değerli olursa olsun, ne kadar tiz olursa olsun uyarılan bir kulak taşımıyorsa
o sesi duyacak, bir göz taşımıyorsa o
ışığı görecek, bir akıl taşımıyorsa o manayı alacak, bir kalp taşımıyorsa o
hakikati duyacak uyarı, varlığın en yüksek uyarısı da olsa kâr etmiyor. Burada
da o söyleniyor.
6-) Fetevelle anhüm* yevme yed'ud dâ'ı ila
şey'in nükür;
O hâlde
onlardan yüz çevir! O çağırıcının çok dehşetli, korkunç olaya çağırdığı
süreçte. (A. Hulusi)
06 -
Sen de onlardan yüz çevir, o gün ki çağırıcı görülmedik müthiş bir şey'e
çağırır. (Elmalı)
Fetevelle anhüm Peki böyle
birilerine ne yapmak gerekir. Uyarı kâr etmiyor Summun bükmün
umyün fehüm lâ yerci'ûn. (Bakara/18) yani sağır, dilsiz, kör,
yüreğinin gözü kör, Yüreğinin kulağı sağır. Yüreğinin dili yok. Dönemez. Peki
ne yapmalı? Alın geldi, bakınız harika bir taktik. Fetevelle anhüm artık sen de onlardan yüz çevir. Madem uyarı kâr
etmiyor, maden söz dinlemiyorlar varlığın en büyük sesine dahi kulakları
tıkalı, kendi gündemini takip et. Bunun altında bu mesaj vardır. Senin
gündemini düşmanın belirlemesin, işine bak.
Fetevelle anhüm. Senin işin var, işine
bak. Yola revan ol, yola devam et. Eğer kapıyı vurdun, kapı açılmıyorsa
vurulacak çok kapı var, devam et. Eğer yüreğinin gözü kör, yüreğinin kulağı
sağır, yüreği yoksa, yüreği olanlara eriş. İşine bak, gündemini takip et,
onlara kilitlenme ve onlar seni umutsuz kılmasın. Onlardan müteşekkil
değil, onlar ölmüş olanlar. Hakikat lügatında onların karşılığı ölüdür. Ölüleri
diriltemezsin. Sen ölmemiş olanlara, veya hastalanmış olanları ara. Git bul,
onlara vahyin şifasını dağıt.
[Ek bilgi; GAZALİ’DEN
DÖRT NASİHAT
Elinden geldiği kadar hiçbir
kimse ile herhangi bir mesele hususunda münazaraya girişme. Cahil insanların
kalpleri hastadır. Eğer hastalık ilerlemiş müzminleşmiş halde ise onu tedavi
ettirmeye boşuna uğraşma. Yok yere yorulmaktan başka bir şey yapmış olmazsın.
Cehalet hastalığı da dört türlüdür.
a) Bir kişi her ne ki sorar,
her neye ki itiraz ederse hep kini ve hasedi sebebiyledir. Sorusuna açık net de
cevap versen sana olan kin ve nefretini arttırmaktan başka bir şeye yaramaz.
Bunlara karşı tutulacak en iyi yol, onların sorularına cevap vermemektir.
b) İkincisi ahmaklıktan doğan
hastalıktır. Bunlar kısa bir süre ilim tahsilinde bulunur, Akli ve şer’i
bilimlerden birkaç mesele öğrenir, sonra gider büyük alimlere mesele sorar
itirazlarda bulunur. Yine bu tip hastalığa tutulanların sorularını da
cevaplandırmakla meşgul olunmaması gerekir.
c) Üçüncü tip cahiller irşat
edilmek aydınlatılmak isterler. Bu maksatla sorar itiraz eder. Büyüklerin
sözlerinden bir şey anlayamaz. Sorularını istifade etmek gayesiyle sorar. Fakat
ne yazık ki anlayış kabiliyetleri noksandır. Bu tip kimselere de cevap vermekle
meşgul olmak münasip değildir.
d) Dördüncü ve tedavi
edilebilir cehalet hastaları ise kişi akıllıdır. Anlayışlıdır. Aynı zaman da
irşat edilmeyi ve aydınlatılmayı da ister. Haset, öfke şehvet ve mal, makam
sevgisine mağlup olmaz. Daima doğru yolu arar. Sorularını da bu amaçla sorar.
İşte bu vasıftaki hastalık tedavi edilebilir. Meşgul olmak caizdir ve
gereklidir. (İ.Gazali-Eyyühel
Veled)]
yevme yed'ud dâ'ı ila şey'in nükür
davetçinin, kimsenin asla tasavvur edemeyeceği o şeye çağıracağın gün, yani ila şey’in nükür; böyle çevirebildim.
Kimsenin asla tasavvur edemeyeceği o şey ne? O tarif edilemez, tasavvur
edilemez bir gün o. Hangi gün? Kıyamet günü, hesap günü. İşte ona çağıracağı
gün;
7-) Huşşe'an ebsaruhüm yahrucune minel ecdasi
keennehüm ceradun münteşir;
Gözleri
dehşetten önlerine eğik hâlde, sanki yayılan çekirge sürüsü misali,
cedeslerinden (kozalarından) çıkıyorlar. (A. Hulusi)
07 -
Gözleri düşkün düşkün kabirlerden çıkarlar, sanki çıvgın çekirgeler. (Elmalı)
Huşşe'an ebsaruhüm yahrucune minel ecdasi
keennehüm ceradun münteşir ayete bakın ayete dostlar, Onlar yılgın
ve bitkin, gözleri akmış, boyunları bükülmüş gözlerle, savrulmuş çekirge
sürüleri gibi yattıkları yerden kalkacaklar. Neden? Hani Buhari’nin naklettiği
bir hadis var ya; Hayat ırmağının kenarında yerden biter gibi bitecekler
diyordu ya hadiste. Hayat ırmağının kenarında. Neden Huşşe’an ebsaruhüm; boyunları bükük bitkin bir halde. Adeta artık
hiçbir şeyin yarar vermeyeceğini anlamış olmanın ıstırabını ta yüreklerinde
duyarak.
Neden böyle bir tasvir yapıyor
ayet. Suçlu ruhlar mahkemeyi tutuklu beklerler. Çünkü suç delilleri sabittir.
Büyük mahkemeyi beklerken onlar için kabir hufratün
min huferin niran (Hadis) cehennem çukurlarından bir çukura dönüşmüştür. O
ruhun mekanı bir ceza evine bir zindana dönüşmüştür. Eğer beraet delilleri
sabit olsaydı ravdatün min riyazıl
cenneh cennet bahçelerinden bir bahçe gibi olacaktı. Özgür bekleyecekti
mahkeme gününü, zincirsiz bekleyecekti. Yani tutuksuz yargılanacaktı. Ama suç
delilleri sabit olunca yargı gününe kadar tutuklu kaldı. Bu da onu bitirdi.
Çünkü; El intizar eşeddü minen-nâr
(Hadis) suçlunun beklemesi ateşten daha şiddetlidir, ateşten daha ağır yakar.
Beklemek böyle bir şeydir. Onun için ayeti kerimede cehennemin bekçilerine
diyor söyle de rabbine işimizi bitirsin diyecek, yalvaracak. Rabbine söyle
işimizi bitirsin. Ama işi bitmeyecek. Allah korusun, rabbim hepimizi muhafaza
kılsın.
[Ek bilgi; YENİLEN.
"Esmâ ül Hüsnâ"dan "El
HASİYB" ismini hatırlayın.
İşte "Esmâ
mertebesi"nde var olan bu ismin işaret ettiği özellik, tüm "çok
boyutlu tek kare"lerin, birbirinin sonucu olarak oluşmasını ve dolayısıyla
birbirini izleyen bir seyir takip etmesini sağlayan, yani "sebep-sonuç" dediğimiz ilişkiyi
doğuran temel özelliktir. Mikrodan
makroya her birim ve yapı bir sonraki anda, bir önceki anda kendisinden açığa
çıkanın sonuçlarını yaşar!.. Bugünün,dünün sonucudur! İster beğen, ister
beğenme, istersen de pişman ol!
Bu durum da, her an yeni bir
"şan"da oluş olarak anlatılır ki aslında "küll" denen
"tümel"in, TEKİL bir varoluş dönüşümünden başka bir şey değildir.
(Bunu hissedebilmek için, seyredebilmek için eskilerin tâbiriyle "kalp
gözüyle", önce mekânsız ve şekilsiz görme özelliği açığa çıkmalıdır.)
Bu isimlerin işaret ettiği
TEK'teki özellikleri, beşerin dünyasındaki olay ve ölçülerle değerlendirmek çok
büyük bir gaflet olup; sonuçta bilinci bir "tanrı-ilâh" anlayışına
hapseder!
Seriy'ul Hisab" (hesabı anında gören) mecazı, toplumların şartlandırıldığı beşerî
mânâda karşılıklı bir "hesaba çekme" olayına değil, TEK'in Evrensel Sistemi'nin işleyiş
mekanizmasındaki bir özelliğe işaret eder; tıpkı Esmâ'dan her bir isim
gibi!.. Devamı
(A. Hulusi)]
8-) Muhtı'ıyne ileddâ'i, yekulul kafirune hazâ
yevmun 'asir;
Çağırıcıya
süratle koşan Hakikat bilgisini inkâr edenler: "Bu şiddetli bir
gündür!" derler. (A. Hulusi)
08 -
Gibi çağırana koşarak, der ki kâfirler: bu pek zorlu bir gündür. (Elmalı)
Muhtı'ıyne ileddâ'i, yekulul kafirune hazâ
yevmun 'asir davetçiye doğru, çağıran sese doğru panik içinde
seğirtecekler, koşacaklar ve o inkar edenler diyecekler ki bu zor gün. Evet, yevmün ‘asır bu dehşet bir gün, bu zor
bir gün.
Mü’min/18 ayetinde de ..yevmel azifeh..
(Mü’min/18) geçiyor ya. Dehşetin dehşeti bir gün. Yani insanın dumanının
tepesinden çıktığı, insanın hücrelerine kadar eridiği bir gün. Yüreklerin,
sahibini boğarcasına gırtlağa dayanacağı dehşet günü diyor Mü’min/18 ayeti.
Tasviri böyle yapıyor. Yüreklerin gırtlağa dayanacağı, boğulurcasına sahibini
yüreği kendisini boğacağı dehşet bir gün. Kıyamet günü böyle resmediliyor
Kur’an da.
9-) Kezzebet kablehüm kavmu Nuhın fekezzebu
abdeNA ve kalu mecnunun vezdücir;
Onlardan
önce Nuh'un kavmi de yalanlamıştı. Kulumuzu yalanladılar ve:
"Cinlenmiştir" dediler; (görevinden) engellediler. (A. Hulusi)
09 -
Onlardan evvel Nuh kavmi tekzip etti yalancı dediler o kulumuza, mecnun
dediler, çok incittiler. (Elmalı)
Kezzebet kablehüm kavmu Nuh şimdi
geçmiş toplumlardan örnekler sunuyor. Kur’an tarihe bir pencere açtı, tarih
imanımızın içine giriyor. Bu tarih Allah’a sırt dönenlerin tarihi. Bu tarih
Allah ile arasını açanların tarihi. Bu tarih kendine yabancılaşan, rabbine
yabancılaşan ve bu yabancılaşmanın bedelini çok ağır ödeyenlerin tarihi. Neymiş
rabbe yabancılaşmak, neymiş kendine yabancılaşmak neymiş Allah ile irtibatı
koparmanın bedeli. İşte şimdi o kıssalara giriyoruz, 1. kıssa Nuh kıssası.
Kezzebet kablehüm kavmu Nuh onlardan
önce de Nuh kavmi yalanlamıştı. Yani küfür orijinal değildir. Kısaca söylediği
bu. Siz orijinal bir şey yapmıyorsunuz küfretmekle. Matah bir şey olduğunu
düşünüyorsanız, değilsiniz. Eğer küfürde öncü olduğunuzu düşünüyorsanız yine
değilsiniz. Yani siz hiçbir şey değilsiniz, karanlıkta bile bir şey değilsiniz.
Negatifte bile bir şey değilsiniz. Sizden de öncüler var küfürde. Bakın onlar
nereye gitmiş.;
fekezzebu abdeNA ve kalu mecnunun vezdücir
abdeNA diyor dikkat buyurun.
Kulumuz. Zımnen bize kulluk edenin Mevla’sı biz oluruz. Yani o benim kulum,
çünkü sadece beni rab edindi. Dercesine. Yani benim kulumu tufandan ben
kurtarırım. Benim kulumun Mevla’sı ben olurum. Yer gök tufan olsa kulumun
kılına dokundurtmam. İşte bu, Allah sevdiği kuluna nasıl yeri göğü hizmet
ettirir onun kıssasıdır Nuh kıssası.
fekezzebu abdeNA ve kalu mecnunun vezdücir
kulumuzu yalanladılar. Hem kulumuzu yalanladılar, hem de dönüp o bir delidir
dediler. Ama sonunda ne oldu? vezdücir
engellendiler. Yani küfr ettiler, yalanladılar, ellerinden geleni ardlarına
koymadılar, fakat yinede engellendiler. Yani Allah’a gönüllü teslim olmadılar,
Allah onları gönülsüz teslim aldı. Allah’a gönüllü teslim olsalardı bunun adı
iman olacaktı. Gönülsüz teslim alınınca inkar oldu. Allah’a gönüllü teslim
olsalardı akıbetleri cennet olacaktı. Allah gönülsüz teslim alınca akıbetleri
cehennem oldu. Fakat değişen bir şey olmadı. Yani Allah yine teslim aldı.
Kaçmak mümkin mi? eynel mefer nereye
kaçmalı Allah’tan kaçmak mümkün mü? Allah’tan taşra bir yol var mı? hani
Seyrani’mizi Tanzimat padişahı AbdülMecid; Tanzimata karşı eleştiri yönelttiği
için “seni Halep’e sürgün ettim.” Deyince şu cevabı vermiş ya Seyrani;
Bozmak mümkin ise aklın bikrini
Boz da bakir iken bul gönder
beni.
Yani ben insanım, düşünmek
Allah’ın bana verdiği bir yetenek. Aklımın bekaretini bozamazsın. Yani ben
düşünürüm, düşündüğümü de söylerim. Bunu yapabilirsen yap. Hakkın mekanından
özge bir mekan bulmak mümkün ise bul gönder beni. Beni nereye süreceksin
Halep’e, Fizana, Yemen’e sür. Ora da hakkın mekanı. Eğer beni sürgün etmek
istiyorsan gerçekten, Allah’a ait olmayan bir mekan bul. Gittiğim yerde Allah
varsa problem yok. İşte bu, işte böyle.
Devam ediyor C sayfasına geçiniz.
168. videoyu toplu olarak BURADA
bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder