B sayfasından devam
24-) Cezâen Bimâ kânu ya'melûn;
Yaptıklarının
cezası (sonucu)! (A. Hulusi)
24 - İşledikleri
amellere mükâfat için. (Elmalı)
Cezâen Bimâ kânu ya'melûn önceden
yaptıklarının bir ödülü olacak bütün bunlar. Önceden yaptıklarının. Bu neye bir
ima? Cennet iyiliğin bedeli değil Kur’an dostları, Cennet; iyiliğin ödülüdür.
Cennet bedelidir dersek yer yüzünde bütün çalışıp çabaladıklarımıza karşın elde
ettiğimiz serveti görüyoruz. Ya uçsuz bucaksız cennetleri, bu kusurlu noksanlı
çabayla nasıl hak ettiğimizi düşünebiliriz. Ancak Allah’ça verilmiş bir ödül
olarak görebiliriz. İşte burada da ona bir ima var. Ama hiçbir ödül sebepsiz
verilmez. Yani ben cenneti hak ettim yerine, aslında ben elimden gelen gayreti
yapmaya çalışayım. Ben kulca yaparım, Allah, Allah’ça verir. Demek daha
doğrusu.
25-) Lâ yesme'une fiyha lağven ve lâ te'siyma;
Orada
ne boş laf duyarlar ve ne de suç kavramı!
25 - Ne
bir boş lâf işidirler orada ne de bir te'sîm.(günah işledin demek) (Elmalı)
Lâ yesme'une fiyha lağven ve lâ te'siyma
orada ne boş bir konuşma ne de kınanma duyacaklar. Yani orada aslında rahatsız
eden hiçbir şey olmayacak. Onları cennetliklerin itirafı hatırlayalım; Ve kalül Hamdu
Lillâhilleziy ezhebe 'annelhazen. (Fatır/34) öyle diyorlardı ya ezhebe ‘annelhazen. Cennete girenlerin
söylediği şey şu olacak; hüznün kökünü bizden kazıyan Allah’a hamd olsun.
Hüznün kökünü kazıyan. Demek ki cennet dışında hüzünsüz bir hayat olmayacak.
Yer yüzünde cennet aramak, bir yalanın peşinden, bir serabın peşinden gitmekten
başka bir şey de değildir aslında. Bu ayet bize bunu da veriyor.
Te’siym; kınama olmayacak,
aslında te’siym, kınama. Neden cennete günahı bağışlanarak girmiş olanlara
senin günahın bağışlandı da girdin bile denmeyecek. Mağfiret bu. sadece günahı
affetmek değil, affettim seni bile dememek. Mağfiret bu. Yani onu mahcup
etmemek.
26-) İllâ kıylen Selâmen Selâma;
Sadece
"Selâm, Selâm" denilir (Selâm isminin
işaret ettiği özellik daim olsun; anlamında). (A.
Hulusi)
26 - Ancak
bir kelâm: Selâmen selâm. (Elmalı)
İllâ kıylen Selâmen Selâma sadece
denilecek ki; Mutluluklar size. Başka ayetleri hatırlıyoruz. Selâmün
aleyküm tıbtüm fedhuluha halidiyn. (Zümer/73) Evet, size selam
olsun, sefa başınıza, ne mutlu size. Girin ebedi kalmak üzere cennetlerinize.
İslam’a
teslim olanlar, selam ve selamete ererler. İslam zaten budur. Yer yüzünde
İslam’a teslim olan, bu dünyada İslam’a teslim olan, öte dünya da selam ve
selamete erer. Bu ayetin ifade ettiği hakikat bu.
27-) Ve ashabül yemiyni mâ ashabül yemiyn;
Ashab-ı
Yemîn (sağcılar, iman edenler) ne ashab-ı yemîndir! (A.
Hulusi)
27 - Ashabı
yemîn ise ne Ashabı yemîn. (Elmalı)
Ve ashabül yemiyni mâ ashabül yemiyn
bahtiyar kesime gelince, Nedir o bahtiyarların ödülü peki? Mâ ashabül yemiyn,
nedir o bahtiyarların ödülü?
28-) Fiy sidrin mahdud;
Meyveleriyle
sidre ağacı içinde, (A. Hulusi)
28 - Dal
bastı kirazlar. (Elmalı)
Fiy sidrin mahdud mahdud’u nasıl çevireceğimi düşünüyorum
da en ideal hale getirilmiş uzun sidre ağaçlarının arasında. Mahdud; Aslında bu kelimede nadir
kullanılan kelimelerden biri. Hatırladığım kadarıyla Kur’an da sadece burada
kullanılıyor. Hem dikeninden soyulmuş manasına gelir, hem de meyve bolluğundan
dalları yere ağmış manasına gelir. Aslında bu bize gelen rivayetlerden
anlıyoruz ki dikenli bir ağaçmış. Meyvesi işe yaramaz çok dikenli bir ağaç.
Peki bu ağacın cennette işi ne?
Zaten bir bedevi de onu sormuş;
Ya Resulallah böyle kötü bir ağaç cennette ne geziyor? Efendimizden aldığı
cevap üzerine aslında cennet tasavvurunu inşa ediyor bu. Yer yüzünde gördüğünüz
bütün bu eşya en ideal haliyle cennette olacak. Aslında belki burada şu da
veriliyor. Salatalık neden dünyanın her tarafında salatalıktır? Kokusuyla,
rengiyle, tadıyla, biçimiyle, şekliyle, şemailiyle.ç Domates neden yeryüzünün
her tarafında domatestir. Karpuz neden yer yüzünün her tarafında karpuzdur. Biz
karpuzu gözümüzle görmemiz gerekmez kokusunu aldık mı karpuz deriz. Karpuz
kokuyor deriz. Bunun aslı nerdedir? Yer yüzünde bunların prototipini, arka
tipini kim yapmıştır, ilk kalıbını kim yapmıştır, nerededir bunun arka tipi
sualinin aslında zımni bir cevabı da var; Cennette.
Bunların aslı cennette.
Cennetteki asıllarının atığı yok, hepsi nûr, hepsi serapa baştan başa vitamin,
baştan başa yarayışlı. Dünyadakiler atığı olanlar. Onun için çünkü cennete
giren insan pürüzsüz olarak girecek. Pürüzsüz baştan ayağa pırıl pırıl olan
insana; baştan ayağa pırıl pırıl nimet gerek. İşte burada da aslında mahdut
ifadesi dünyada ki bu bölgede yaşayan insanların gördüğü o ağaçların ideal
şekli. Dikenleri alınıp diyor Allah resulü, yerine meyve konulacak onların.
Buradan anlıyoruz ki, bunlar tabii hep insan zihnine inzal edilmiş hakikatler.
İnsan zihni yükselsin diye, soyutlayabilsin diye, yücelsin diye. Ne
anlayacağız? İdeal güzelliğin merkezi olduğunu.
29-) Ve talhın mendud;
Meyveleri
istiflenmiş muz ağacı... (A. Hulusi)
29 - Sıvama
muzlar içinde. (Elmalı)
Ve talhın mendud yine mis kokulu
ışıl ışıl ağaçlar. Buna muğaylan ağacı diyor İbn. Aşur tefsirinde. Ki biz
itiraz edecek durumda değiliz, Arap coğrafyasını, Arap bitki örtüsünü, Arap
florasını o çok daha iyi bilir şüphesiz. Kendisi de o coğrafyaya mensup biri
çünkü. Muğaylan ağacı bölge insanının
bildiği bir ağaç bu. Meyvesi yine işe yaramaz bir ağaçmış, bizde ki
pelit’e denk geliyor. Dikenli, O da cennette ideal güzelliği ile arzı endam
edecek.
Buradan ne çıkıyor aslında? Din
insanı cennete hazırlamak içindir. Ağaçların bile cennette ideal güzellikle
arzı endam ettiklerinden yola çıkarak biz insanlar ne anlamamız lazım? Ey insan
senin de dikenin var, senin de öyle yemişlerin var ki pelitten beter, beş para
etmez. Boğaza duruyorsun. Senin de öyle eylemlerin oluyor ki, şu yer yüzünde
yılanlardan daha zehirli olabiliyorsun ey insan. O zaman sen de buradan yola
çıkarak Allah seni cennete koysun istiyorsan bunun bir bedeli olmalı, bir
terbiye süreci. Yani cennete kirli halinle giremezsin. Cennete bu halinle
giremezsin.
Peki ne halimle girerim? İdeal
halinle, pırıl pırıl halinle. İşte din de seni pırıl pırıl etmek için
gönderildi. İşte vahyin amacı da seni pırıl pırıl etmek. İşte peygamberler de
bunun için geldi. Burada zımnen aslında söylenen budur başka bir şey değil.
30-) Ve zıllin memdud;
Yayılmış
(sonsuz)
gölgede, (A. Hulusi)
30 - Memdud
bir saye. (Elmalı)
Ve zıllin memdud ve uzayıp giden
serin gölgeler.
31-) Ve mâin meskûb;
Çağlayarak
dökülüp akan bir suda, (A. Hulusi)
31 - Çağlayan
bir su. (Elmalı)
Ve mâin meskûb ve çağlayanlar. Öyle
ki Ve mâin meskûb bitimsiz, pırıl
pırıl, billur gibi. Sanki elmas akıyor gibi çağlayanlar.
32-) Ve fâkihetin kesiyretin;
Pek çok
meyve (türü) içinde, (A. Hulusi)
32 - Bir
çok meyve. (Elmalı)
Ve fâkihetin kesiyre bir de bol bol,
arkası kesilmeyen meyveler.
33-) Lâ maktu'atin ve lâ memnu'atin;
(Ki o meyveler) ne tükenir
ve ne de yasaklanır! (A. Hulusi)
33 - Ne
eksilir, ne men edilir. (Elmalı)
Lâ maktu'atin ve lâ memnu'a ne bir
kesintiye uğrar, ne de yasaklanır. Yasaklanmak, yani orada hiçbir nimet fazla
yersen zarar verir denilmeyecek. Dünya da öyle. En güzel şeyler dahi dozu
aşıldığı zaman zarar verir. Biliyor musunuz bal şifa kaynağıdır, fakat dozu
aşıldığı zaman zehir olur. Bal vurması denir. Yani baldan insan ölür mü? Eğer
dozu aşılırsa evet, ölür, vurur. Yani en güzel şeyler bile dozu aşıldığı zaman
ölüm oluyor. Ama orada öyle değil, orada bir yasak noktası da yok, bunu
gösteriyor aslında. Yer yüzünde ki güzelliklerin bile bir tehlikesi olduğu,
dozu aşıldığında onun yarar yerine zarar vereceğine bir imayı da görüyoruz
burada.
34-) Ve furuşin merfu'ah;
Yüceltilmiş
sedirler içinde(dirler). (A. Hulusi)
34 - Yüksek
döşekler. (Elmalı)
Ve furuşin merfu'ah ve yüksek
döşekler, veya karakterleri ve kaliteleri yükseltilmiş eşler. Mecazen bu anlama
da gelebilir döşek.
35-) İnna enşe'nahünne inşâen;
Muhakkak
ki biz onları (şuurun eşi olan bedenleri yeni) bir inşa edişle inşa ettik. (A. Hulusi)
35 - Biz
etmişizdir de onları. (Elmalı)
İnna enşe'nahünne inşâen çünkü biz
onları yepyeni bir yaratılışla inşa ettik, edeceğiz. Yani ettik sayıp,
gelecekte olacakları şimdiden ifade eden ayetler. Kiplemede de mazî kullanılıyor ki, kesin olmuş bilin dercesine
inşa edeceğiz. Yeniden çatacağız çatılarını, yeniden yaratacağız insanı. Pırıl
pırıl, yani nasıl olacak; Hani efendimiz bir yaşlı hanıma şaka, latife yapıyor.
Sen cennete giremeyeceksin diyor. O ağlamaya başlıyor; Ya Resulallah nasıl
giremem? Teskin etmek için “sen bu halinle giremeyeceksin diyor genç olarak
gireceksin.” Dolayısıyla yeniden inşa etmek bu anlama geliyor.
36-) Fece'alnahünne ebkâra;
Onları
daha önce hiç kullanılmamış türden oluşturduk! (A. Hulusi)
36 - Yeniden
inşa. (Elmalı)
Fece'alnahünne ebkâra ve onları
bakir veya bakireler olarak var edeceğiz, yaratacağız. Bakir veya bakire,
aslında aklı bakir, ruhu bakir, kalbi bakir, hepsi sıfır Km. Kirlenmemiş,
ellenmemiş, örselenmemiş, koklanmamış güller yani. Bunu kapsamlı anlamak lazım.
37-) 'Uruben etraba;
(Ki o daha önce hiç görülmemiş - kullanılmamış türden bedenler) eşlerine âşık (dünyaya
birbirine düşman olarak inen, insanı maddeye yönelttiren hayvani beden karşıtı
olarak, insan şuuruna sahip bilince, özelliklerini itirazsız yaşatan. A.H.) ve yaşıtlardır (bilinçle
birlikte var olmuştur)! (A. Hulusi)
37 - Kılmışızdır
bir yaşıt ebkâri şeyda. (Elmalı)
'Uruben etraba sevgi dolu ve denk
eşlerle, denk ve uyumlu, etrab;
uyumlu.
38-) Liashabilyemiyn;
(Bunlar) ashab-ı yemîn (saîd olanlar) içindir. (A.
Hulusi)
38 - Ashabı
yemîn için. (Elmalı)
Liashabilyemiyn hepsi de bahtiyarlar
için. Dünya da şeref ve onurunu satmayanlar için, Allah’ın açtığı krediyi
mahvetmeyenler için, yani Allah’a sırt dönmeyenler için.
39-) Sülletün minel'evveliyn;
(Ashab-ı yemîn'in) bir kısmı
evvelkilerdendir. (A. Hulusi)
39 - Bir
çok evvelînden. (Elmalı)
Sülletün minel'evveliyn (Sonraki ayetle birleşik)
40-) Ve sülletün minel'ahıriyn;
Bir
kısmı da sonrakilerdendir. (A. Hulusi)
40 - Ve
bir çok âhirînden. (Elmalı)
Sülletün minel'evveliyn (39) Ve sülletün
minel'ahıriyn işaret ettiğim ayetler geldi. Orada Ve kaliylün minel'ahıriyn (14) demişti,
burada Ve
sülletün minel'ahıriyn Fakat fark var. Orada ki bağlam önde
olanlarla ilgili bağlamdı, lokomotifler. Buradaki ise iyiliğin izini
izleyenler, iyilerin arkasından gelenlerle ilgili bağlam. Bunlardan eskilerden
de çok olacak yenilerden de çok olacak. Yani her zaman iyiler bulunacak
iyilerin bulunmadığı bir zaman olmayacak. Şunu söylemeyin hiç, yer yüzünde iyi
kalmadı. Hayır. Kendinizden umut kestiğinizi gösterir bu. İyi var, iyileri bulun.
Sadıklarla beraber olun, o iyileri keşfedin, iyi var.
41-) Ve ashabüşşimâli mâ ashabüşşimâl;
Ashab-ı
Şimal (şakî olanlar; hakikati inkâr edip kozalı
yaşayanlar), ne ashab-ı şimaldir! (A. Hulusi)
41 - Ashabı
şimal ise ne Ashabı şimal! (Elmalı)
Ve ashabüşşimâli mâ ashabüşşimâl ve
bedbaht kesime gelince. Nedir o bedbaht kesim için hazırladığımız ceza? Nedir
onların cezası ne olacak peki?
42-) Fiy semumin ve hamiym;
Semum (zehirleyici ateş, radyasyon)
ve hamim (yakan su; gerçek dışı bilgi ve şartlanmalar) içinde, (A. Hulusi)
42 - Bir
semum ve hamîm. (Elmalı)
Fiy semumin ve hamiym semum; zehirli
bir ateş aslında. Sem zehir demektir aynı zamanda. Ama semum, bakınız sam yeli
deriz ya aslında buradan gelme sam yeli. Yakıp kavuran. Mesela üzümü öyle kavurur
ki artık üzümü yiyemez olursunuz. Öyle bir rüzgardır ki adeta içinde zehir var
gibi değdiği şeyi yakar kavurur. Hatta hissetmezsiniz. Belki bu bir takım
zehirli ışınların olduğu serpintiler, belki radyasyonları da kapsayan ve ondan
daha öte, daha beter bir şey de aklımıza gelebilir. Fiy semumin ve hamiym zehirli bir
ateş ve yürek dağlayıcı bir umutsuzluğu boca eden bir durum içinde olacaklar.
Hamiym; Aslında yürek yakan bir umutsuzluk, insanın içini kavuran
bir umutsuzluk. Öyle bir umutsuzluk düşünün ki hiçbir taraftan umudunuz
kalmamış ve orada Allah’tan mahrum kaldım diyorlar. Azab bu. Azap kelimesinin
kökü mahrum kalmak, terk edilmek, ayrılmak. Onun için Allah seni bıraktı. Bunun
vereceği iç yangını, dış yangınından bin beter bir yangın olsa gerek. Allah
hepimizi korusun. Allah kendinden mahrum olmaktan korusun bizleri.
43-) Ve zıllin min yahmum;
Simsiyah
dumandan bir gölge (Hakikatindeki kuvveleri
göremez, yaşayamaz bir hâl) içinde, (A. Hulusi)
43 - Ve
zifirden bir zılli mağmum içinde. (Elmalı)
Ve zıllin min yahmum ve iç karartan
boğucu bir gölge.
44-) Lâ bâridin ve lâ keriym;
(Ki o gölge) ne serindir ve
ne de kerîm (cömertçe getirisi olan)! (A. Hulusi)
44 - Ne
serin ne de kerîm. (Elmalı)
Lâ bâridin ve lâ keriym ne
serinletici, ne de rahatlatıcı.
45-) İnnehüm kânu kable zâlike mütrefiyn;
Muhakkak
ki onlar bundan önce, dünyevî - şehvanî zevklerin bolluğu içinde şımarandılar!
(A. Hulusi)
45 - Çünkü
onlar bundan evvel mütrefîn: Keyiflerine düşkün şımarık müsrifîn idiler.
(Elmalı)
İnnehüm kânu kable zâlike mütrefiyn çünkü
onlar geçmişte refah içinde şımarmış azınlıktılar. Yani refah içinde
şımarmıştılar, onun içinde başlarına bu geldi.
46-) Ve kânu yusırrune alelhınsil 'azıym;
O büyük
suçta (Hakikatlerini inkâr ederek onu yaşama yolunda
çalışma yapmamakta) ısrar ederlerdi. (A. Hulusi)
46 - Ve
büyük cinayete ısrar ediyorlardı. (Elmalı)
Ve kânu yusırrune alelhınsil 'azıym
ve büyük ihanette ısrar etmiştiler. Büyük ihanet, yani ihanetin en büyüğü, en
büyüğe yapılan ihanettir. İhanetin en büyüğü büyük olan Allah’a yapılan
ihanettir. İhanetin en büyüğü, büyük emanete yapılan ihanettir. Büyük emanet
Allah’ın insana verdiği akıl ve iradedir.
Devam ediyor D sayfasına geçiniz.
170.
videoyu toplu olarak BURADA
bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder