24 Ekim 2013 Perşembe

İslamoğlu Tef. Ders. VAKIA (24 - 46)(170-C)



B sayfasından devam

24-) Cezâen Bimâ kânu ya'melûn;

Yaptıklarının cezası (sonucu)! (A. Hulusi)

24 - İşledikleri amellere mükâfat için. (Elmalı)


Cezâen Bimâ kânu ya'melûn önceden yaptıklarının bir ödülü olacak bütün bunlar. Önceden yaptıklarının. Bu neye bir ima? Cennet iyiliğin bedeli değil Kur’an dostları, Cennet; iyiliğin ödülüdür. Cennet bedelidir dersek yer yüzünde bütün çalışıp çabaladıklarımıza karşın elde ettiğimiz serveti görüyoruz. Ya uçsuz bucaksız cennetleri, bu kusurlu noksanlı çabayla nasıl hak ettiğimizi düşünebiliriz. Ancak Allah’ça verilmiş bir ödül olarak görebiliriz. İşte burada da ona bir ima var. Ama hiçbir ödül sebepsiz verilmez. Yani ben cenneti hak ettim yerine, aslında ben elimden gelen gayreti yapmaya çalışayım. Ben kulca yaparım, Allah, Allah’ça verir. Demek daha doğrusu.


25-) Lâ yesme'une fiyha lağven ve lâ te'siyma;

Orada ne boş laf duyarlar ve ne de suç kavramı!

25 - Ne bir boş lâf işidirler orada ne de bir te'sîm.(günah işledin demek) (Elmalı)


Lâ yesme'une fiyha lağven ve lâ te'siyma orada ne boş bir konuşma ne de kınanma duyacaklar. Yani orada aslında rahatsız eden hiçbir şey olmayacak. Onları cennetliklerin itirafı hatırlayalım; Ve kalül Hamdu Lillâhilleziy ezhebe 'annelhazen. (Fatır/34) öyle diyorlardı ya ezhebe ‘annelhazen. Cennete girenlerin söylediği şey şu olacak; hüznün kökünü bizden kazıyan Allah’a hamd olsun. Hüznün kökünü kazıyan. Demek ki cennet dışında hüzünsüz bir hayat olmayacak. Yer yüzünde cennet aramak, bir yalanın peşinden, bir serabın peşinden gitmekten başka bir şey de değildir aslında. Bu ayet bize bunu da veriyor.

Te’siym; kınama olmayacak, aslında te’siym, kınama. Neden cennete günahı bağışlanarak girmiş olanlara senin günahın bağışlandı da girdin bile denmeyecek. Mağfiret bu. sadece günahı affetmek değil, affettim seni bile dememek. Mağfiret bu. Yani onu mahcup etmemek.


26-) İllâ kıylen Selâmen Selâma;

Sadece "Selâm, Selâm" denilir (Selâm isminin işaret ettiği özellik daim olsun; anlamında). (A. Hulusi)

26 - Ancak bir kelâm: Selâmen selâm. (Elmalı)


İllâ kıylen Selâmen Selâma sadece denilecek ki; Mutluluklar size. Başka ayetleri hatırlıyoruz. Selâmün aleyküm tıbtüm fedhuluha halidiyn. (Zümer/73) Evet, size selam olsun, sefa başınıza, ne mutlu size. Girin ebedi kalmak üzere cennetlerinize.

İslam’a teslim olanlar, selam ve selamete ererler. İslam zaten budur. Yer yüzünde İslam’a teslim olan, bu dünyada İslam’a teslim olan, öte dünya da selam ve selamete erer. Bu ayetin ifade ettiği hakikat bu.


27-) Ve ashabül yemiyni mâ ashabül yemiyn;

Ashab-ı Yemîn (sağcılar, iman edenler) ne ashab-ı yemîndir! (A. Hulusi)

27 - Ashabı yemîn ise ne Ashabı yemîn. (Elmalı)


Ve ashabül yemiyni mâ ashabül yemiyn bahtiyar kesime gelince, Nedir o bahtiyarların ödülü peki? Mâ ashabül yemiyn, nedir o bahtiyarların ödülü?


28-) Fiy sidrin mahdud;

Meyveleriyle sidre ağacı içinde, (A. Hulusi)

28 - Dal bastı kirazlar. (Elmalı)


Fiy sidrin mahdud mahdud’u nasıl çevireceğimi düşünüyorum da en ideal hale getirilmiş uzun sidre ağaçlarının arasında. Mahdud; Aslında bu kelimede nadir kullanılan kelimelerden biri. Hatırladığım kadarıyla Kur’an da sadece burada kullanılıyor. Hem dikeninden soyulmuş manasına gelir, hem de meyve bolluğundan dalları yere ağmış manasına gelir. Aslında bu bize gelen rivayetlerden anlıyoruz ki dikenli bir ağaçmış. Meyvesi işe yaramaz çok dikenli bir ağaç. Peki bu ağacın cennette işi ne?

Zaten bir bedevi de onu sormuş; Ya Resulallah böyle kötü bir ağaç cennette ne geziyor? Efendimizden aldığı cevap üzerine aslında cennet tasavvurunu inşa ediyor bu. Yer yüzünde gördüğünüz bütün bu eşya en ideal haliyle cennette olacak. Aslında belki burada şu da veriliyor. Salatalık neden dünyanın her tarafında salatalıktır? Kokusuyla, rengiyle, tadıyla, biçimiyle, şekliyle, şemailiyle.ç Domates neden yeryüzünün her tarafında domatestir. Karpuz neden yer yüzünün her tarafında karpuzdur. Biz karpuzu gözümüzle görmemiz gerekmez kokusunu aldık mı karpuz deriz. Karpuz kokuyor deriz. Bunun aslı nerdedir? Yer yüzünde bunların prototipini, arka tipini kim yapmıştır, ilk kalıbını kim yapmıştır, nerededir bunun arka tipi sualinin aslında zımni bir cevabı da var; Cennette.

Bunların aslı cennette. Cennetteki asıllarının atığı yok, hepsi nûr, hepsi serapa baştan başa vitamin, baştan başa yarayışlı. Dünyadakiler atığı olanlar. Onun için çünkü cennete giren insan pürüzsüz olarak girecek. Pürüzsüz baştan ayağa pırıl pırıl olan insana; baştan ayağa pırıl pırıl nimet gerek. İşte burada da aslında mahdut ifadesi dünyada ki bu bölgede yaşayan insanların gördüğü o ağaçların ideal şekli. Dikenleri alınıp diyor Allah resulü, yerine meyve konulacak onların. Buradan anlıyoruz ki, bunlar tabii hep insan zihnine inzal edilmiş hakikatler. İnsan zihni yükselsin diye, soyutlayabilsin diye, yücelsin diye. Ne anlayacağız? İdeal güzelliğin merkezi olduğunu.


29-) Ve talhın mendud;

Meyveleri istiflenmiş muz ağacı... (A. Hulusi)

29 - Sıvama muzlar içinde. (Elmalı)


Ve talhın mendud yine mis kokulu ışıl ışıl ağaçlar. Buna muğaylan ağacı diyor İbn. Aşur tefsirinde. Ki biz itiraz edecek durumda değiliz, Arap coğrafyasını, Arap bitki örtüsünü, Arap florasını o çok daha iyi bilir şüphesiz. Kendisi de o coğrafyaya mensup biri çünkü. Muğaylan ağacı bölge insanının  bildiği bir ağaç bu. Meyvesi yine işe yaramaz bir ağaçmış, bizde ki pelit’e denk geliyor. Dikenli, O da cennette ideal güzelliği ile arzı endam edecek.

Buradan ne çıkıyor aslında? Din insanı cennete hazırlamak içindir. Ağaçların bile cennette ideal güzellikle arzı endam ettiklerinden yola çıkarak biz insanlar ne anlamamız lazım? Ey insan senin de dikenin var, senin de öyle yemişlerin var ki pelitten beter, beş para etmez. Boğaza duruyorsun. Senin de öyle eylemlerin oluyor ki, şu yer yüzünde yılanlardan daha zehirli olabiliyorsun ey insan. O zaman sen de buradan yola çıkarak Allah seni cennete koysun istiyorsan bunun bir bedeli olmalı, bir terbiye süreci. Yani cennete kirli halinle giremezsin. Cennete bu halinle giremezsin.

Peki ne halimle girerim? İdeal halinle, pırıl pırıl halinle. İşte din de seni pırıl pırıl etmek için gönderildi. İşte vahyin amacı da seni pırıl pırıl etmek. İşte peygamberler de bunun için geldi. Burada zımnen aslında söylenen budur başka bir şey değil.


30-) Ve zıllin memdud;

Yayılmış (sonsuz) gölgede, (A. Hulusi)

30 - Memdud bir saye. (Elmalı)


Ve zıllin memdud ve uzayıp giden serin gölgeler.


31-) Ve mâin meskûb;

Çağlayarak dökülüp akan bir suda, (A. Hulusi)

31 - Çağlayan bir su. (Elmalı)


Ve mâin meskûb ve çağlayanlar. Öyle ki Ve mâin meskûb bitimsiz, pırıl pırıl, billur gibi. Sanki elmas akıyor gibi çağlayanlar.


32-) Ve fâkihetin kesiyretin;

Pek çok meyve (türü) içinde, (A. Hulusi)

32 - Bir çok meyve. (Elmalı)


Ve fâkihetin kesiyre bir de bol bol, arkası kesilmeyen meyveler.


33-) Lâ maktu'atin ve lâ memnu'atin;

(Ki o meyveler) ne tükenir ve ne de yasaklanır! (A. Hulusi)

33 - Ne eksilir, ne men edilir. (Elmalı)


Lâ maktu'atin ve lâ memnu'a ne bir kesintiye uğrar, ne de yasaklanır. Yasaklanmak, yani orada hiçbir nimet fazla yersen zarar verir denilmeyecek. Dünya da öyle. En güzel şeyler dahi dozu aşıldığı zaman zarar verir. Biliyor musunuz bal şifa kaynağıdır, fakat dozu aşıldığı zaman zehir olur. Bal vurması denir. Yani baldan insan ölür mü? Eğer dozu aşılırsa evet, ölür, vurur. Yani en güzel şeyler bile dozu aşıldığı zaman ölüm oluyor. Ama orada öyle değil, orada bir yasak noktası da yok, bunu gösteriyor aslında. Yer yüzünde ki güzelliklerin bile bir tehlikesi olduğu, dozu aşıldığında onun yarar yerine zarar vereceğine bir imayı da görüyoruz burada.


34-) Ve furuşin merfu'ah;

Yüceltilmiş sedirler içinde(dirler). (A. Hulusi)

34 - Yüksek döşekler. (Elmalı)


Ve furuşin merfu'ah ve yüksek döşekler, veya karakterleri ve kaliteleri yükseltilmiş eşler. Mecazen bu anlama da gelebilir döşek.


35-) İnna enşe'nahünne inşâen;

Muhakkak ki biz onları (şuurun eşi olan bedenleri yeni) bir inşa edişle inşa ettik. (A. Hulusi)

35 - Biz etmişizdir de onları. (Elmalı)


İnna enşe'nahünne inşâen çünkü biz onları yepyeni bir yaratılışla inşa ettik, edeceğiz. Yani ettik sayıp, gelecekte olacakları şimdiden ifade eden ayetler. Kiplemede de mazî  kullanılıyor ki, kesin olmuş bilin dercesine inşa edeceğiz. Yeniden çatacağız çatılarını, yeniden yaratacağız insanı. Pırıl pırıl, yani nasıl olacak; Hani efendimiz bir yaşlı hanıma şaka, latife yapıyor. Sen cennete giremeyeceksin diyor. O ağlamaya başlıyor; Ya Resulallah nasıl giremem? Teskin etmek için “sen bu halinle giremeyeceksin diyor genç olarak gireceksin.” Dolayısıyla yeniden inşa etmek bu anlama geliyor.


36-) Fece'alnahünne ebkâra;

Onları daha önce hiç kullanılmamış türden oluşturduk! (A. Hulusi)

36 - Yeniden inşa. (Elmalı)


Fece'alnahünne ebkâra ve onları bakir veya bakireler olarak var edeceğiz, yaratacağız. Bakir veya bakire, aslında aklı bakir, ruhu bakir, kalbi bakir, hepsi sıfır Km. Kirlenmemiş, ellenmemiş, örselenmemiş, koklanmamış güller yani. Bunu kapsamlı anlamak lazım.


37-) 'Uruben etraba;

(Ki o daha önce hiç görülmemiş - kullanılmamış türden bedenler) eşlerine âşık (dünyaya birbirine düşman olarak inen, insanı maddeye yönelttiren hayvani beden karşıtı olarak, insan şuuruna sahip bilince, özelliklerini itirazsız yaşatan. A.H.) ve yaşıtlardır (bilinçle birlikte var olmuştur)! (A. Hulusi)

37 - Kılmışızdır bir yaşıt ebkâri şeyda. (Elmalı)


'Uruben etraba sevgi dolu ve denk eşlerle, denk ve uyumlu, etrab; uyumlu.


38-) Liashabilyemiyn;

(Bunlar) ashab-ı yemîn (saîd olanlar) içindir. (A. Hulusi)

38 - Ashabı yemîn için. (Elmalı)


Liashabilyemiyn hepsi de bahtiyarlar için. Dünya da şeref ve onurunu satmayanlar için, Allah’ın açtığı krediyi mahvetmeyenler için, yani Allah’a sırt dönmeyenler için.


39-) Sülletün minel'evveliyn;

(Ashab-ı yemîn'in) bir kısmı evvelkilerdendir. (A. Hulusi)

39 - Bir çok evvelînden. (Elmalı)


Sülletün minel'evveliyn  (Sonraki ayetle birleşik)


40-) Ve sülletün minel'ahıriyn;

Bir kısmı da sonrakilerdendir. (A. Hulusi)

40 - Ve bir çok âhirînden. (Elmalı)


Sülletün minel'evveliyn (39) Ve sülletün minel'ahıriyn işaret ettiğim ayetler geldi. Orada Ve kaliylün minel'ahıriyn (14) demişti, burada Ve sülletün minel'ahıriyn Fakat fark var. Orada ki bağlam önde olanlarla ilgili bağlamdı, lokomotifler. Buradaki ise iyiliğin izini izleyenler, iyilerin arkasından gelenlerle ilgili bağlam. Bunlardan eskilerden de çok olacak yenilerden de çok olacak. Yani her zaman iyiler bulunacak iyilerin bulunmadığı bir zaman olmayacak. Şunu söylemeyin hiç, yer yüzünde iyi kalmadı. Hayır. Kendinizden umut kestiğinizi gösterir bu. İyi var, iyileri bulun. Sadıklarla beraber olun, o iyileri keşfedin, iyi var.


41-) Ve ashabüşşimâli mâ ashabüşşimâl;

Ashab-ı Şimal (şakî olanlar; hakikati inkâr edip kozalı yaşayanlar), ne ashab-ı şimaldir! (A. Hulusi)

41 - Ashabı şimal ise ne Ashabı şimal! (Elmalı)


Ve ashabüşşimâli mâ ashabüşşimâl ve bedbaht kesime gelince. Nedir o bedbaht kesim için hazırladığımız ceza? Nedir onların cezası ne olacak peki?


42-) Fiy semumin ve hamiym;

Semum (zehirleyici ateş, radyasyon) ve hamim (yakan su; gerçek dışı bilgi ve şartlanmalar) içinde, (A. Hulusi)

42 - Bir semum ve hamîm. (Elmalı)


Fiy semumin ve hamiym semum; zehirli bir ateş aslında. Sem zehir demektir aynı zamanda. Ama semum, bakınız sam yeli deriz ya aslında buradan gelme sam yeli. Yakıp kavuran. Mesela üzümü öyle kavurur ki artık üzümü yiyemez olursunuz. Öyle bir rüzgardır ki adeta içinde zehir var gibi değdiği şeyi yakar kavurur. Hatta hissetmezsiniz. Belki bu bir takım zehirli ışınların olduğu serpintiler, belki radyasyonları da kapsayan ve ondan daha öte, daha beter bir şey de aklımıza gelebilir. Fiy semumin ve hamiym zehirli bir ateş ve yürek dağlayıcı bir umutsuzluğu boca eden bir durum içinde olacaklar.

Hamiym; Aslında yürek yakan bir umutsuzluk, insanın içini kavuran bir umutsuzluk. Öyle bir umutsuzluk düşünün ki hiçbir taraftan umudunuz kalmamış ve orada Allah’tan mahrum kaldım diyorlar. Azab bu. Azap kelimesinin kökü mahrum kalmak, terk edilmek, ayrılmak. Onun için Allah seni bıraktı. Bunun vereceği iç yangını, dış yangınından bin beter bir yangın olsa gerek. Allah hepimizi korusun. Allah kendinden mahrum olmaktan korusun bizleri.


43-) Ve zıllin min yahmum;

Simsiyah dumandan bir gölge (Hakikatindeki kuvveleri göremez, yaşayamaz bir hâl) içinde, (A. Hulusi)

43 - Ve zifirden bir zılli mağmum içinde. (Elmalı)


Ve zıllin min yahmum ve iç karartan boğucu bir gölge.


44-) Lâ bâridin ve lâ keriym;

(Ki o gölge) ne serindir ve ne de kerîm (cömertçe getirisi olan)! (A. Hulusi)

44 - Ne serin ne de kerîm. (Elmalı)


Lâ bâridin ve lâ keriym ne serinletici, ne de rahatlatıcı.


45-) İnnehüm kânu kable zâlike mütrefiyn;

Muhakkak ki onlar bundan önce, dünyevî - şehvanî zevklerin bolluğu içinde şımarandılar! (A. Hulusi)

45 - Çünkü onlar bundan evvel mütrefîn: Keyiflerine düşkün şımarık müsrifîn idiler. (Elmalı)


İnnehüm kânu kable zâlike mütrefiyn çünkü onlar geçmişte refah içinde şımarmış azınlıktılar. Yani refah içinde şımarmıştılar, onun içinde başlarına bu geldi.


46-) Ve kânu yusırrune alelhınsil 'azıym;

O büyük suçta (Hakikatlerini inkâr ederek onu yaşama yolunda çalışma yapmamakta) ısrar ederlerdi. (A. Hulusi)

46 - Ve büyük cinayete ısrar ediyorlardı. (Elmalı)


Ve kânu yusırrune alelhınsil 'azıym ve büyük ihanette ısrar etmiştiler. Büyük ihanet, yani ihanetin en büyüğü, en büyüğe yapılan ihanettir. İhanetin en büyüğü büyük olan Allah’a yapılan ihanettir. İhanetin en büyüğü, büyük emanete yapılan ihanettir. Büyük emanet Allah’ın insana verdiği akıl ve iradedir.

Devam ediyor D sayfasına geçiniz.
        170. videoyu toplu olarak BURADA bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder