A
sayfasından devam
11-) Ülâikel mukarrebun;
İşte
onlar mukarrebûn'dur (Kurbiyet mertebesini
yaşayanlar). (A. Hulusi)
11- Onlar
mukarrebundur. (Elmalı)
Ülâikel mukarrebun işte onlardır
Allah’a yakınlık sağlayanlar. Mukarrabun, Sıratalleziyne
en'amte aleyhim (Fatiha/7) Hani fatiha da okuyoruz ya. Kimin yoluna
ilet bizi? Kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet. Kim bunlar diye sual
ettiğimizde Nisa/69. ayetinde bunların sıfatlarını buluyoruz. Nebiler,
peygamberler, sıddıyklar, yani dürüstler, doğrular, Allah’a sözlerinde sadık
olanlar, şehiydler, imanına hayatını şahit kılanlar, dahası imanına canını
şahit kılanlar. İmanına parasını şahit kılanlar, imanına ilmini şahit kılanlar.
İmanına sahip olduğu değerleri şahit kılanlar. Ne varsa. şehit olmak için bu
manada sadece ölmek gerekmiyor. Aslında şehit olmanın kaçınılmaz şartı Allah
yolunda yaşamaktır. Allah yolunda yaşayanlar, yaşadıkları yolda da ölürler.
Onun için imana sahici bir şahit getirenler. Allah’ın kabul edebileceği bir
şahit gösterenler. Ya rabbi ben Mü’minim demek iddiadır. İddianızı ispat
ediyorsanız şehiydsiniz. Şahit gösteriyorsanız. İşte şehiydler onlar, şüheda
onlar.
Ve 4.
salihiyn; İyi olmuş, iyiliği hayat tarzı haline getirmiş, iyiliği bir isim
olarak almamış sadece, iyiliği hayatına yedirmiş. İyiler kampında olmuş ve iyi
olmayı hesaplı bir ahlakla değil, hapsi bir ahlakla yaşamış olanlar. Yani
baştan ayağa serapa iyilik kesilmiş olanlar. Kötü düşünmeyenler, kötülük yapmak
elinden gelmeyenler. Zihni, akli, kalbi, fiili, fikri, hissi, lafzi her türlü
iyiliğe öncülük edenler ve iyiliğin kaynağı haline gelenler. İşte onlar
salihıyn. Ülâikel mukarrebun onlar Allah’a yakın olanlar.
12-) Fiy cennatin na'ıym;
Nimet
cennetlerindedirler. (A. Hulusi)
12 - Onlar
naıym Cennetlerindedirler. (Elmalı)
Fiy cennatin na'ıym işte bu sayılan,
bunlar, özellikle Allah’a yakın olanlar, mukarrabun olanlar. Yani bir yerde
Kurban da aynı kökten ya, Kurban; Fu’lan vezninden, taşıdığı anlamın tüm olumlu
boyutlarıyla dolu olanlar manasına gelir. Allah’a her tür yakınlık, yani her
türlü yakınlık dedimse elbette bu yakınlık asla cismani, beşeri, fiziki bir
yakınlık değil. Ama akli yakınlık, kalbi yakınlık. Yani bu manada Allah’ın
denetimi altında olmak demektir yakınlık. Çünkü birinin size şah damarınızdan
yakın olduğuna iman ederseniz, O’ndan bir şey kaçıramayacağınıza da iman etmiş
olursunuz. Ve işte o zaman siz sizi unutursunuz da Allah sizi unutmaz. O zaman
siz sizden saklarsınız da Allah’tan saklayamazsınız. İşte böylesine bir
yakınlık.
Bunlar için ne var? Fiy cennatin na'ıym
sonsuz nimetlerle dolu has bahçelerde yerleşecek olanlar bunlardır.
[Ek bilgi; Bir Hikaye.
Velîlerden İbrahim b. Edhem,
bir gün hamama gitmek istedi. Hamamcı ona "Paran varsa girersin. Paran
yoksa giremezsin," dedi. İbrahim b. Edhem (k.s) bunu işitince ağlamaya
başladı. Hamamcı, "Ey derviş, paran yoksa girebilirsin. Niçin bunun için
ağlıyorsun ki!" deyince, İbrahim1 b. Edhem dedi ki:
"- Ey karındaşım! Ben
bunun İçin ağlamıyorum. Sen bir (şeytan evi) olan hamama parasız sokmuyorsun.
Yarın Rahman olan Allah, (rahmet evi) olan cennete amelsiz sokar mı, alır mı?
Sen iyi, güzel İşleri, amelleri çoğaltmaya bak. Yarın ancak onunla cennete
girebilirsin, ey azizim" dedi. (Ebu l-Leys Semerkandi, Tefsiru l Kur an)]
13-) Sülletün minel'evveliyn;
Çoğunluğu
önceki (devir)lerdendir.
(A. Hulusi)
13 - Bir
çok evvelînden. (Elmalı)
Sülletün minel'evveliyn. (Sonraki
ayetle birleşti)
14-) Ve kaliylün minel'ahıriyn;
Azınlığı
sonrakilerdendir. (A. Hulusi)
14 - Biraz
da âhirînden. (Elmalı)
Sülletün minel'evveliyne (13) Ve kaliylün
minel'ahıriyn bir çoğu öncekilerden, birazı da sonrakilerden olacak.
Ne demek bu? İlerde gelecek Sülletün minel'evveliyne (39) Ve sülletün minel'ahıriyn (40) ama orada
farklı bir vurgu var, burada ise daha farklı. Bir çoğu öncekilerden, birazı da
sonrakilerden olacak. Buradan şunu anlıyoruz, bir ihbar bu, gaybtan haber,
gelecekten bir haber bu aslında. Lokomotif şahsiyetler zaman ilerledikçe
azalacak. Yani iyiliğin izini takip edenler hep olacak. Öncekilerden de
sonrakilerden de.
Fakat izi takip edilecek iyiler,
yani öncü iyiler gittikçe azalacak. Daha çoğu geçmişte kalacak. Onun için
mü’min geçmişe sırtını dönerek iyi olamaz. Mü’min iyinin geçmeyeceğini
bilendir. İyinin modasının olmadığını, iyiliğin moda olmadığını, dolayısıyla da
geçmeyeceğini, zamanının geçmeyeceğini bilendir. İyilik dünya tarihinin insanın
önüne getirip bıraktığı bir miras. Onun içinde iyilerin yolunda yürümek budur.
Bu anlamda Sülletün
minel'evveliyne (13) Ve kaliylün minel'ahıriyn bir ihbardır,
gelecekten haber ki lokomotif iyiler gittikçe azalacak. Vagon iyiler çok olsa
da her dönemde, izi izlenecek olanlar azalacak manasına gelir. Tabii buradan
şunu da belki çıkarabiliriz; Ahlak seviyesi giderek düşecek. Ki modern aklın
gelişme mitine aykırı bir bakış açısı bu. Kur’an doğrusal bir tarih anlayışını
işte böyle reddediyor.
Nedir doğrusal tarih anlayışı; En
son gelen en ileridir, en iyidir. Dolayısıyla kim ne kadar geç gelmişse o kadar
iyidir. Bu modern batının sapık aklıdır ve bu yanlıştır. Nietzsche’nin dediği
gibi; İnsanlık sofrasına en son geleceksiniz en baş köşeye kurulacaksınız ha?
Reva mı bu? Alemin uyanığı siz misiniz diyordu. İnsanlığın sofrasına en son
gelin, en baş köşeye kurulun. Bırakın da insanlığın sofrasına önce gelmiş
büyükler baş köşeyi kapsınlar. Siz haddinizi bilin ve yerinize oturun. Yani
sonradan gelen boş kalan yere oturur. Dolayısıyla İslam’ın zaman anlayışını da
veren bir ibare bu.
[Ek bilgi; ÖNCEKİLER
SONRAKİLER.
Bu öncekiler ve sonrakiler
ta’bîri üzerinde üç görüş vardır: Taberî’hin tercih ettiği görüşe göre
öncekiler, daha önce geçen ümmetlerdir. Sabıkların bir cemâati onlardan, birazı
da sonrakilerden, yani son gelen Muhammed ümmetindendir. Dünyâ yaratılalıdan
beri gelip geçen bütün insanlarla karşılaştırılınca Muhammed ümmeti için
“biraz” denmesi uygun olabilir.
Ancak bu görüşü benimsemeyen
ve: “Siz, insanlar için çıkarılan en hayırlı ümmetsiniz”[a. İmran/110] âyetinin
açık ifadesiyle yeryüzüne çıkarılmış ümmetlerin en hayırlısı olduğu belirtilen
bu ümmetin Allah’a yakın olanlarının azınlıkta kalmasını uygun görmeyen İbn Kesîr
ve İbn Cüzey’e göre öncekiler de. sonrakiler de bu ümmettendir. Öncekiler ilk
Müslümanlardır, onların Allah’a yakın olanları çoktur. Bu vasıftaki temiz
Müslümanlar git gide azalırlar, sonra gelenler içinde bunlar daha az olur[İbn
Kesîr, Tefsîr: 4/285]. Bazılarına göre de es-Sâbikûn, önce geçmiş
peygamberlerdir. Çünkü önceki zamanlarda daha çok peygamber
gelmiştir[et-Teshîl: 4/88].
Söz, Hz. Peygamber’in daveti
ile ilgili insanlar üzerinde olduğu için ikinci görüş tercîhe şayandır.
Peygamber sahabelerini, muhacirler, ensâr ve onların ardından gelenler şeklinde
üç sınıfa ayıran Haşr: 95/10., Tevbe: 113/100. âyetleri de ilk sabıkların,
Muhammed ümmetinden ilk inanan muhacirler ve ensâr olduğunu ifade eder.
“Neden siz Allah yolunda
harca-mayasınız ki? Göklerin ve yerin mirası zaten Allah’ındır. Elbette
içinizden (Mekke ‘nin) feth(in)den önce (Hak yolunda) harcayan ve savaşan(lar.
ötekilerle) bir olmaz. Onların derecesi, sonradan infâk eden ve savaşanlardan
daha büyüktür.
Bununla beraber Allah hepsine
de (gerek fetihten önce, gerek fetihten sonra infâk eden ve savaşan
Müslümanlara) en güzel sonucu vazetmiştir. Allah, yaptıklarınızı haber
almaktadır.”[Hadiyd/10] âyetinde de bu ilk mü’minler grubunun faziletine işaret
edilmiştir. Onlar her türlü takdire lâyıktırlar. İslâm onlar sayesinde kök
salıp bize kadar gelmiştir. (Prof. Dr.Süleyman Ateş- Kur’an Ansiklopedisi]
15-) Alâ sürurin mevdûnetin;
Mücevherlerle
işlenmiş tahtlar üzerindedirler. (Buradan
başlayan cennet tanımlayıcı âyetleri okurken; Ra'd: 35 ve Muhammed: 15.
âyetlerde vurgulanan "Meselül cennetilletiy = cennettekilerin MİSALİ -
TEMSİLİ" şöyle şöyledir, diye başlayan uyarı göz ardı edilmemelidir.
Anlatılanlar temsil yolludur. A.H.) (A.
Hulusi)
15 - Murassa'
tahtlar üstünde. (Elmalı)
Alâ sürurin mevdûnetin Altın
mücevher işlemeli, huzur tahtlarına kurulacaklar. Aslında mevdûneh, Kur’an da
sadece burada kullanılan nadir terimlerden, kelimelerden biri. Nedir? İşlemeli,
sırmalı, kaplamalı, oymalı, nakışlı bütün bu manaları kapsayabilir. Dokumaya
işlemeye, Arapçada ki eş anlamlısı mesc, bu kelime ifade eder. Fakat burada
aslında cennette ki mükemmelliği ifade ediyor. Hatta hatta bir iması var,
söylesem sanırım yanlış anlaşılmaz; el emeği göz nuru tahtlara kurulacaklar.
Burada şöyle bir ima var cennette karşılaştıkları o nimetler aslında dünyada ki
çabalarının bir ödülü olacak. Yani haybeden gelmeyecek. Bu bir ödül ama hiçbir
ödül sebepsiz verilmez. Dünya da ki emeklerinin karşılığı, ama ödül olarak.
Onlarla kıyaslanamaz derecede Allah’ın Allah’ça verdiği bir ödül olarak
önlerinde olacak.
16-) Müttekiiyne aleyha mütekabiliyn;
Karşılıklı
kurulmuşlardır. (A. Hulusi)
16 - Karşı
karşıya kurulmuşlar. (Elmalı)
Müttekiiyne aleyha mütekabiliyn
onlara yaslanıp karşılıklı sevinç paylaşacaklar. Yani sefa sürecekler, sefam
olsun diyecekler, mutluluğun dibini bulacaklar. Mutluluğun kaynağını
bulacaklar, mutluluğun üretildiği merkezde olacaklar. Bunun anlamı bu.
Aslında cennetten söz edilen her
yerde ideal güzellikten söz ediliyor demektir. Cennet ideal güzelliğin öbür
adı. Cennet kalıcı güzelliğin üretildiği merkez. Zorunlu olarak mecaz
kullanılacaktır. Çünkü gayba ait bu ideal güzellikler, bu geçici dünyamızın
lisanına nasıl çevrilebilir ki. Ancak gördüğümüz şeylerden yola çıkarak
görmediğimiz bu mutlak güzellikleri algılayabiliriz. Onun içinde Kur’an zaten
bu hakikati Secde/17 ayetinde dile getiriyor;
Fela ta'lemü nefsün ma uhfiye lehüm min kurreti a'yün. (Secde/17)
cennette cennetlikleri hangi göz kamaştırıcı güzelliklerin beklediğini asla
bilemezsiniz, hayal bile edemezsiniz, tahayyül ve tasavvur dahi edemezsiniz.
Muhtemelen bu ayetin tefsiri
sadedinde Allah Resulü öyle buyurur Hatta öyle okur Allah’ı ve Allah’ın
ayetlerini ‘adet tü
li’ ibadi’s salihîyn salih kullarım için cennette öyle nimetler
hazırladım ki mâ lâ
‘aynün ra’ed hiçbir göz görmedi onları, onun gibisini Velâ üzünün semi’at hiçbir kulak duymadı onun gibisini Ve lâ hatara ‘alâ kalb-i beşerin
hiçbir insanın aklına gelmedi böylesi. Yani tasavvur dahi edilemez. Onun için
böyle bir şeyden kim haber verebilir. ve lâ yünebbiuke mislü Habiyr (Fatır/14)
elbette her şeyden haberdar olan Allah’tan başkası bize cennetten, ahiretten
haber veremez. Tıpkı okuduğum Fatır/14 ayetinde olduğu gibi.
17-) Yetufü aleyhim vildanün muhalledûn;
Çevrelerinde
ebedî gençlikleriyle hizmetliler... (A. Hulusi)
17 - Pırlanır
etraflarında muhalled evlatlar. (Elmalı)
Yetufü aleyhim vildanün muhalledûn
onları bekleyecek ölümsüz gençlikler. Ölümsüz gençlik bekleyecek onlar. Nasıl
ölümsüz gençlik ne anlayacağız? Bunu şöyle de çevirebiliriz, ölümsüz gençler
etraflarında fır dönecekler, tavaf edecekler, hizmetlerinde olacaklar. Ama Ta’afı aleyh, hem etrafını döndü, hem
de başına bir hal geldi, başına bir iş geldi anlamına. Hem müspet, hem menfi.
Kalem/19. ayetinde de bu anlamda kullanılır.
Onun için onların içinde
bulunduğu ölümsüz gençliğe bir atıf olarak okunmalıdır bu ayet. Ki Allah Resulü
de öyle demiyor muydu? Cennette insanların hep aynı yaşta olacaklarını, hiç
ihtiyarlamayacaklarını, hatta bir haberde, haberin sıhhati hakkında bir takım
şeyler söylenmiş olsa da erkeklerin 33 yaşında, hanımlarında 18 yaşında
olacağına dair. Aslında bunlar hep tabii ki mecazi ifadeler. Yani sürekli
gençlik. Unutmayalım cennet ideal güzelliğin merkezi. İnsanın da ideal
güzelliği orada ortaya çıkacak.
Onun için orada insanın üzerine
ihtiyarlık arız olmayacak. Cennetin ideal güzelliğin, mutlak güzelliğin
üretildiği yer olduğunun aslında birer göstergesi bu ayetler. Belki namazlardan
sonra çektiğimiz tespihatta ki 33 rakamı da aslında bir tür cennet talebi. Bir
tür cennette ki yaşlarımızı çekiyoruz aslında. Yani kim bilir böyle
yorumlamakta bir sakınca yok.
[Ek bilgi; “Ali b. Ebi Talîb
(r.a) ile Hasen el-Basri şöyle demişlerdir: Burada sözü geçen "evlatlarda
müslümanlann küçük yaşta olup herhangi bir sevab ya da günahları olmayan
çocukları kastedilmektedir.
Selman el-Fârisî de:
Müşriklerin (küçük yaşta öien) çocukları, cennetliklerin hizmetkârları
olacaktır, demiştir.
El-Hasen dedi ki: Bunların
mükâfatlarını görecekleri hasenatları, cezalandırmalarını gerektiren de
günahları olmadığından böyle bir konuma yerleştirileceklerdir.
Buyruğun maksadı şudur:
Cennetlikler en mükemmel bir sevinç ve nimet içerisinde olacaklardır. Nimet ise
insanın etrafında çokça hizmetçilerin ve bu türden küçük çocukların bulunması
ile tamam olur. (Kurtubi/El Camiu li Ahkâmil-Kur’an)]
18-) Biekvabin ve ebâriyka ve ke'sin min
ma'ıyn;
Kaynağında
dolmuş ibrikler, sürahiler ve kâselerle.. (A. Hulusi).
18 - Küpler
ve ibriklerle me'ıynden bir piyâle. (Elmalı)
Biekvabin ve ebâriyka ve ke'sin min ma'ıyn
tarifsiz güzellikte bir kaynaktan doldurulmuş, tarifsiz güzellikte ibrikler ve
kusursuz su. İşte bu aslında yine dünyada ki nimetlerin idealinin orada
bulunduğunu ifade eden bir ayet. Tarifsiz güzellikte diye çevirdim, çünkü hep
nekira gelmiş. Biekvabin ve ebâriiyka be
ke’sin min ma’ıyn. Hep belirsiz form kullanılmış. Neden bu belirsizlik?
Tarif edilemez de ondan. Öyle tarifsiz güzellikte kaynaktan doldurulmuş
sürahiler, bardaklar, ibrikler, sular ki bunlar, bu dünyada tarifi mümkün
değil. Tarifsiz güzellikte kaplar, tarifsiz güzellikte su, tarifsiz güzellikte
içen, tarifsiz güzellikte dağıtan. Hepsi tarifsiz, inanılmaz güzellikte.
19-) Lâ yusadda'ûne anha ve lâ yünzifun;
Ne
başları ağrır ondan ne de şuurları bulanır! (A. Hulusi)
19 - Ne
başları ağrıtılır ondan ne de irer zevâle. (Elmalı)
Lâ yusadda'ûne anha ve lâ yünzifun
ne baş döndürür ne de sarhoş eder.
20-) Ve fakihetin mimma yetehayyerun;
Tercih
edecekleri meyve;(A. Hulusi)
20 - Meyve
beğendiklerinden. (Elmalı)
Ve fakihetin mimma yetehayyerun ve
her tür meyve ve kuru yemiş seçeneği mimma yetehayyerun u seçenek diye
çevirebiliriz. Her tür meyve Fakihe hem meyveye Arap dilinde, hem de kuru
yemişe tekabül ettiği için böyle çevirdim.
21-) Ve lahmi tayrin mimma yeştehun;
Canlarının
çektiği kuş eti; (A. Hulusi)
21 - Kuş
etti istediklerinden. (Elmalı)
Ve lahmi tayrin mimma yeştehun ve
canlarının çektiğinden tarifsiz lezzette kuş etleri. Dedim ya Cennet güzelliğin
üretildiği merkez. Hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın duymadığı, hiçbir
aklın tasavvur edemeyeceği bir güzelliğin üretildiği merkez. Ancak bizim beşer
dilimize, ancak bizim beşeri zihnimize o tarifsiz güzellik işte dünyamıza ait
olan şeyler üzerinden anlatılıyor. Zorunlu olarak mecaz içermek zorunda cenneti
anlatan ayetler.
[Ek bilgi; Orada boyunları deve
boyunları gibi kuşlar vardır." Ömer (r.a): Şüphesiz ki bunlar şişman
kuşlardır, deyince Rasûlullah (sav): "Onları yemek ondan da
güzeldir" diye buyurdu. (Tirmizi) dedi ki: Hasen bir hadistir. (Kurtubi/El
Camiu li Ahkâmil-Kur’an)]
22-) Ve hûrun 'ıyn;
Ve
Hur-i Iyn (net görüşlü {biyolojik gözün sınırlamalarıyla kayıtlı olmayan} eşler {birkaç beden}; şuur yapı olan
"insan"ın özelliklerini yaşatacak, eşi olan bedenler. Tek bilincin
tasarrufundaki birden çok bedenle yaşama süreci. A.H.). (A. Hulusi)
22 - Huri
ıyn. (Elmalı)
Ve hûrun 'ıyn ve kusursuz bakışlı
temiz eşler. Geçtiği 4 ayette Mekki dir hûr kelimesinin, ki rahman suresinin
72. ayetinde işlemiştik. Hemen arkada yer alıyor o ayet; Hûrun maksuratün
fiylhıyam (Rahman/72) yani gözü gönlü eşine dönük, pırıl pırıl eşler
çardaklarda kalacaklar. Gözü gönlü eşine dönük diye çeviriyorum. Çünkü hûrun
maksurat bu anlama geliyor. Muhtemelen Kur’an da geçtiği ilk yerde Rahman/72
ayeti. Çünkü 4 yerde geçiyor, tümü de Mekki surelerde geçiyor.
3 kök anlama
geliyor Hûr; Renk anlamına, geri dönüş anlamına, bir şeyin kendi ekseni
etrafında dönmesi anlamına. Gözü gönlü eşine dönük diye çevirmemiz işte buna
dayanıyor. Aslında kelime Ahver, ki bunu ifade ediyor, çoğulu havra sadece
dişil veya eril değil, hem dişiyi kapsıyor, hem erkeği kapsıyor. Hûr. Onun
içinde sadece dişiye yönelik kullanmak, dişiyle sınırlamak, ya da dişiye
hasretmek doğru değil. Oraya tertemiz eşler olarak girecekler.
İşte bu mana
Mekke’den Medine ye geldiğimizde Hûrun
‘ıyn veya Hûr kelimesinin
yerini, bu ibarenin yerini ezvâcün
mutahherah (A. İmran/15) kalıbı akıyor. Artık Medine de bu kalıp
kullanılmıyor. Bunun yerini tertemiz eşler alıyor. Biz de bundan anlıyoruz ki
aslında bu tertemiz eşlerin yerine Mekke de kullanılan dilin bir boyutu olarak
gündeme geliyor. A. İmran/15. ayetinde ezvâcün
mutahheratun (A. İmran/15) ifadesi geçiyor zaten
İşte bu
çerçevede Rahman/72 ayetinde de izah ettiğimiz gibi burada da Hûrn ‘ıyn i; gözü gönlü eşine dönük
pırıl pırıl eşler şeklinde anlayabiliriz.
23-) Keemsâlil lü'lüilmeknun;
Saklı (sedefte büyümüş) incilerin
misali gibi (Esmâ hakikatinden oluşmuş ve o
özelliklerin açığa çıkışı olan insan şuurundan var olmuş Allâh yaratısı
bedenler).(A. Hulusi)
23 - Saklı
inci timsalleri gibi. (Elmalı)
Keemsâlil lü'lüilmeknun adeta gün
görmemiş inciler gibi. Yani yer altında saklanmış, ait olduğu yerde, midyenin
kabuğunun içinde gün görmemiş. Bu ne demek? El değmemiş. Hani o meşhur o güzel
türkünün o mısraı var ya;
Yüzünde göz izi var
Sana kim baktı yarim.
Diyor Yüzünde göz izi olmayan,
gözünde yüz izi olmayan eşler. El değmemiş, hatta göz değmemiş, göz bile
değmemiş. Yani sadece el değmemiş değil, göz bile değmemiş. O kadar noksansız,
o kadar kusursuz, o kadar iffet abidesi ki, göz ilk defa değiyor. İşte böyle
bir şeyi resmediyor ayet.
Devam ediyor C sayfasına geçiniz.
170. videoyu toplu olarak BURADA
bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder