28 Ekim 2013 Pazartesi

İslamoğlu Tef. Ders. HADİYD (01 - 01)(171-A)






El Hamdu Lillahi Rabbil'Alemiyn Vesselatü Vesselâmü alâ Resulüna Muhammedin ve alâ alihi ve ashabihi ve etba’ıhi ecmaiyn.

Rabbişrah liy sadriy;

Ve yessirliy emriy;

Vahlül ukdeten min lisaniy;

Yefkahu kavliy; (Tâhâ 25-26-27-28)

Rabbim, göğsüme genişlik ver, kolaylaştır işimi, düğümü çöz dilimden, ki anlasınlar beni. Rabbeneftah bil hayr, vahtim bil hayr, Rabbi yessir ve lâ tüassir, Rabbi temmim bil hayr. Rabbim Kur’an ı bize aç, bizi Kur’an a aç. Kur’an ın abı hayatını susuz gönüllere ellerimizle saç. Çünkü insanlık bu suya muhtaç ya rabbi. Amin.

Değerli Kur’an dostları bugün stüdyo da çekilen tefsir derslerimizin tam 171. sini çekiyoruz. Bu 8.5 yılı doldurup 9. yılına girmiş olan, 8.5 yılı dolduran uzun bir maraton. Gerçekten yorucu ve yer yerde insanın bazen enerjisini tüketici bir faaliyet, bir çaba, bir çalışma. Ama rabbimize hamd ediyoruz, şükrediyoruz ki bizi Kur’an a kurban etti. Hayatımızı Kur’an a adamayı lutfetti. İşte bu çerçeve de 171. derse kadar getirdiği için ona sonsuz hamd ederek ben bugünkü tefsirime başlamak istiyorum.

Bugünkü dersimizin konusu Hadiyd suresi. Hadiyd suresi 57. sure tedvinde. Adını 25. ayetinden alıyor, ki 25. ayet aynı zamanda bu surenin taç ayeti. Özellikle kitap, mizan ve Hadiyd. Vahiy, adalet ve güç. İlim, hikmet ve hüküm üçlüsünü yan yana dizen bu ayetin sureye adını vermiş olması gayet anlamlı. Bu adı daha sahabe zamanında almış olmalı ki bazı kaynaklar da  sahabeden gelen rivayetler için de sure Hadiyd olarak anılıyor.

[Ek bilgi; Hadiyd; demir demektir. 25. ayetinde demirin yararlarına işaret edildiği için Hadiyd adını alan bu surede…. (Prof Dr. Süleyman Ateş-Yüce Kur’an ın çağdaş tefsiri)]

Surenin iniş zamanı hiç tereddüt yok, muhtevasına baktığımızda ki bence surelerin iniş zamanını tespitte rivayetlerden önce muhtevaya bakmalı, muhteva en güvenilir tespit ölçüsü olmalı. Bu çerçeve de düşündüğümüzde, gördüğümüzde sure Medeni bir sure. Aksine bazı rivayetler bulunsa da. Kendisi gibi Sebbeha ile başlayan, Haşr ve Saff sureleri yine; Yüsebbihu, sebbeha nın muzari formu olan, Yusebbişhu ile başlayan Cumu’a ve Teğabün sureleri de Medeni. Yani aslında sebbeha ve Yusebbihu ile başlayan surelerin tamamının Medeni olduğunu görüyoruz.

10. ayetinde ki Fetih; Aslında yüreklerin İslam’a ısındırılmaya  başlandığı, yüreklerin İslam’a açıldığı, düşünelim Fetih suresi Hudeybiye Antlaşmasının arkasından inmişti. Kur’an fetih derken yüreklerin fethini, yüreklerin İslam’a açılmasını ima eder, ihsas eder, kasteder hatta. İşte bu çerçeve de bu surenin 10. ayeti de surenin iniş zamanına ilişkin bize bir bilgi veriyor. Fetihten söz ediyor, demek ki sure 6. yılda, ya da yaklaşık 5. veya 7. yıllar arasında inmiş olmalı hicretten sonraki 6. yıl civarında inmiş olmalı. Muhtemelen bu surenin iniş zamanı Hicretten sonrasının ortalarına tekabül etmiş oluyor böylece.

Surenin konusuna gelince, eğer bu sureye kendi adının dışında konusuna bakarak bir isim bulmak durumunda olsaydık bu isim infak suresi olurdu. Gerçekten de Hadiyd suresi bir infak suresidir. Mülkiyet tasavvurunu inşa ederek girer söze onun için. Muhatabının zihninde bir mülkiyet tasavvuru inşa eder. Mülkiyet nedir, mülk kime aittir, varlık kimindir, benim dediğimiz şeyler gerçekten benim mi, bizim dediğimiz şeyler gerçekten bizim mi. Bizim değilse kimin, bize nispeti ne kadardır sahicimidir, mecazi midir, yoksa gerçekte varlığın maliki Allah mıdır. İşte bu suallerin cevabını verir surenin girişi.

Nifak, infak karşıtlığını buluruz bu surede. Gerçekten de infakın, karşılıksız yardım yapmanın, paylaşmanın, Allah’ın bize sınama maksadıyla verdiği serveti, ona muhtaç olanlarla paylaşmanın nifakın karşıtı olduğunu, nifak hastalığını yenmenin ilacının infak olduğunu bu sure de görürüz. Açık ve net bir biçimde. Ki infakla ilgili bir pasajın tam göbeğine, yani 13. ayete neden nifakın ve münafıkların yerleştirildiğini de buradan yola çıkarak anlayabiliriz.

İnfaktan kaçışla ilgili ayetler içerir müteakiben sure. Ki Yahudileşme alameti adını verdiğim bir tavır bu. Dünyevileşmenin en tipik tarihsel örneği Yahudileşmedir, İsrail oğullarının Yahudileşmesi. İşte bu çerçeve de bize onları ibreti alem olarak sunar sure ve surenin başta da söylediğim gibi taç ayeti 25. ayetidir. Ki kitap, mizan ve Hadiyd. Yani vahiy, adalet, adil yargılayabilecek bir muhakeme, dengeli bir muhakeme. İnsanda baktığına doğru bir ölçüyle, doğru bir kiloyla, doğru bir metreyle bakacak, tartacak, alacak, satacak bir doğru muhakeme, mizan. Bu aslında ve demir.

Aslında surede mizanın söz edilmesiyle, Hıristiyanlar la ilgili ayetler arasında ruhbanlıktan söz edilmesi ince bir imadır. Arasında bir bakışımlılık var. Nedir bu? Ruhbanlık mizanı olmayan bir dindarlık. Kantarın topuzu kaçmış bir dindarlık. İşte böyle bir göndermesi de var surenin sonunda yer alan ruhbanlıkla ilgili ayetlerin. Onun için taç ayeti olan 25. ayeti kitaptan, mizandan ve Hadiyd den yani demirden söz eder. Bu ilim, hikmet, hüküm, ya da tevhid, adalet ve cihada tekabül eder. Ki İslam’ın 3 esasıdır bunlar. İnsandan Allah’a ulaşan ilginin merkezinde tevhid, insandan insana ulaşan ilişkinin merkezinde adalet ve bu ikisinin yer yüzünde hakimiyetini sağlayan da cihattır. İşte kitap mizan ve Hadiyd üçlemesi bunu ifade eder. Bu kısa özet girişten sonra şimdi suremizi tefsire geçebiliriz.




1-) Sebbeha Lillâhi ma fiysSemâvati velArd* ve "HU"vel'AziyzülHakiym;

Semâlarda ve arzda olan her şey Allâh'ı (işlevleriyle) tespih etmektedir! "HÛ" Aziyz'dir, Hakiym'dir. (A. Hulusi)

01 - Tesbih etmekte Allah ı Göklerde ve yerdeki, o öyle azîz, öyle hakîmdir. (Elmalı)


Sebbeha Lillâhi ma fiysSemâvati velArd* ve "HU"vel'AziyzülHakiym göklerde ve yerde her ne varsa hepsi Allah’ın yüceliğini dillendirmektedir. Bu ibarenin, bu ayetin bir başka çevirisi de şöyle yapılabilir; Göklerde ve yerde ne varsa, yani bu varlık alemi içinde, bütün bir varlık siferi içinde, bu alemde ne varsa her biri, her şey Allah adına hareket eder. Çünkü Sebbeha, sebeha kökünden türetilmiş, hareket etti, merkezinden hedefine doğru yol aldı, bağından sıyrıldı, tutulduğu yerden bırakıldı anlamlarına gelir. Zaten kelimenin kendisini ters çevirdiğimizde manayı da ters çevirebiliriz. Sebeha yı ters çevirdiğimizde habese çıkar. Yani kelimenin şeklini ters çevirelim, manayı da ters çevirmemiz lazım. Sebeha hareket ettirdi, Abese, hareketsiz bıraktı, hapsetti, tuttu, mahkum etti manasına gelir. Onun için hareket etti manasından yola çıkarak Sebbeha Lillâhi ma fiysSemâvati velArd ifadesini göklerde ve yerde her ne varsa hepsi Allah adına hareket eder diye anlayabiliriz, çevirebiliriz.

Aslında bu insanoğluna bir uyarı. Ey insan akılsız, yani şuur dışı varlıklar Allah adına hareket ederler. Şu cansız gibi gördüğün tüm varlıklar da Allah adına hareket eder. Onların içine yerleştirilmiş atomlar bile Allah adına hareket eder. yani her şey kendi Kâbe’sini dönmekte, kendi Kâbe sini tavaf etmektedir. Bir tek sen, sen akıllı varlık, sen iradeli varlık, sen şuurlu varlık, sen Allah akıl verdi, imtihan etmek için akıl verdi diye Allah’a sırtını dönebiliyorsun. Allah adına hareket etmeyebiliyorsun, yani isyan edebiliyorsun. Gel ey insan şu varlık korosuna sende katıl. Şu varlığın ilahisine sem de gir. Bu koroda çatlak ses çıkarma. Sen de varlık korosuna katılırsan varlık gibi Allah adına hareket edersin. Sen de varlık korosuna katıl ki şu varlık içinde çatlak ses çıkaran biri konumuna düşme. Aslında zımnen insana söylenen bu.

ve in min şey'in illâ yüsebbihu Bi hamdiHİ ve lâkin lâ tefkahune tesbiyhahüm. (İsra/44) ayetini hatırlayalım: Şu alem içinde her şey, ama her şey onu hamd ile tespih etmektedir. O’nun adına hareket etmektedir. O’nun kendisini koyduğu vazifeyi yapmaktadır. O’nun kendisini koyduğu yerde durmaktadır. Fakat ey insanoğlu bunu sen anlamamaktasın. Onların tespihini anlamamaktasın. Bu tespihi biz duyulacak bir şey gibi anlamamamız için zaten işitmemektesin denmiyor ayette. Anlamamaktasın. ve lâkin lâ tefkahune tesbiyhahüm bu işitilecek bir ses değil, bir görev, bir vazife, bir eylem tipidir. Onun için tespih Allah adına hareket etmek diye çevrilirse daha doğru çeviri olur.

Aynı zaman da tespih soyutlamayı da içerir. Çünkü; kaynağından uzaklaştı,i çıktığı yerden uzaklaşarak yol aldı anlamına da gelir. Bu anlam çerçevesinde Aklın yüceltmesi, tespih yüceltme anlamına gelir. Aklın yüceltmesi nasıl olur? Soyutlayarak olur. Zaten soyutlayamayan akıl şirke düşer. Tarihin en büyük sapması olan şirk, aslında aklın soyutlama yeteneğini kazanamamasıdır. Soyutlayamayınca alemlerin rabbini somutlaştırmaya kalkar. Eşyaya hapsetmeye kalkar. Zihni O’na doğru yükseltemeyince onu kendi yaşadığı dünyaya indirir. Ona eşya içinde bir yer biçer. Ona zaman ve mekan içinde yer biçer.Ona boyut biçer. Dolayısıyla putçulukların, putların tamamı böyle ortaya çıkar. Soyutlayamayan zihin tanrıyı nesneleştirmeye kalkar. İşte bu tespih aynı zamanda soyutlama anlamını da içerir. Eğer soyutlayamazsa şirk kaçınılmaz olur, ki soyutlayamayan aslında uzak tanrı inancına sapar. Uzak tanrı inancı da şirki doğurur.

Tanrıya yaklaşmak, Allah’a yaklaşmak için ne gerekir? Aracılar gerekir bu sefer haydi aracılar bulalım demeye kalkar insanoğlu. Onun için Sebbeha Lillâhi ma fiysSemâvati velArd ayeti kerimesi insanın zihninin Allah’a yücelmesi, zihnin soyutlaması, aynı zamanda Allah’ın insan zihnine nüzul etmesi anlamına da gelir.

[Ek bilgi 1; "Bir rivayette; müezzinin sesinin ulaştığı her yerde ki kuru-yaş, (canlı-cansız) eşyanın, onun lehinde tanıklık edeceği bildirilmiştir.
Ayet ve hadisler bu tarz bilgilerle doludur Biz ise böyle rivayetlere inanmakla birlikte bu inanca keşfi de ekledik. Bu meyanda gözümüzle görerek ve kulaklarımızla duyarak tşların Allah’ı dille zikrettiğini duyduk. Taşlar Allah’ın yüceliğini bilen kimselerin konuşması olarak her insanın algılayamayacağı şekilde bize hitap etmiştir.
O halde Allah’ın yaratıklarından her cins belirli bir ümmettir. Allah onları kendilerine özgü bir ibadete göre yaratmış nefislerinde bu ibadeti onlara bildirmiştir. (İbn. Arabi F.Mekkiye/1-426)]

[Ek bilgi 2; İNSAN HAKKINDA ANTİÇEKİM YASASI
Şayet beyinde, 120. günde "antiçekim" dalgaları üretim devresi açılmış ise, bu kişinin ruhu dediğimiz taşıyıcı dalgalar, "antiçekim" dalgaları ile yüklenmiş olarak beden örgüsünü oluşturur. Yok, eğer "antiçekim" dalgaları devresi açılmaz ise, bu defa "ruh" dediğimiz "taşıyıcı dalgalar" sadece kendi başlarına meydana gelirler.
"Antiçekim" dalgalarının özelliği; yüklenmiş olduğu dalga bedeni, yüklenmiş olduğu ruhu, Dünya'nın ve Güneş'in çekim alanından bağımsız hâle kavuşturmaktır.
Aynı zamanda "antiçekim" dalgalarının ikinci bir özelliği de, ruha "pozitif enerji" sağlayan dalgaları yüklenmektir. Yani, üçüncü tür dalgalar, bu ikinci tür dalgalara yüklenmektedir. Şayet beyin, ikinci tür dalgaları üretmiyorsa, bu takdirde, üçüncü tür dalgalar yüklenecek mahal bulamayacakları için, üreten birime hiçbir fayda sağlamayacaktır ölüm ötesi yaşantısında!..
"Antiçekim" dalgalarının üretilmesi konusunda insanın kesinlikle hiçbir dahli yoktur!....
Bahsettiğimiz "antiçekim" dalgalarını üreten beyinler "SAÎD" kelimesiyle, yani "saadete ermiş" anlamında anlatılmaktadır!.. Buna karşılık "antiçekim" dalgalarından mahrum olarak meydana gelen insan ruhlarına ise "ŞAKÎ" denilmektedir!.. Yani, şekavet hâlinde olan! (A. Hulusi- İNSAN RUHU ÜZERİNE AÇIKLAMALAR)]

ve "HU"vel'AziyzülHakiym Zira O’dur mutlak üstün ve güçlü olan, hikmetle edip eyleyen, her işinde hikmetli olan. Ayetin bu isimlerle bitmiş olması tesadüf değil hiç şüphesiz. El Aziyz ve El Hakiym tespih ile ilgilidir. Yani Allah’ın izzetini yüceliğini anlamak için insanın tespih modunda olması lazım. Onun için zihnin yücelmesi lazım, zihnin mirac etmesi lazım ki Allah’ın yüceliğini kavrayabilsin. En azından El aczü an derkil idraki, idrakün… Onu idrak etmek, O’nu idrakten aciz olduğunu idrak etmektir. En azından bunu bilsin. İşte bunu bildiğinde El Aziyz olduğunu bilir, yüceler yücesi, mutlak yüce. Ve El Hakiym olduğunu da bilir.

Neden Allah kendisini yüceler yücesi kılmış, neden insan idraki Allah’ı anlamaktan, kavramaktan daha doğrusu acizdir? O’nu tümüyle kavramaktan, özellikle zatıyla kavramaktan acizdir diye sorarsa insan El Hakiym ismi ile karşılaşır. Hikmeti vardır. Çünkü insan aklı yaratılmıştır, yaratılmış olan mutlak olanı tam kavrayamaz. Mukayyet olan mutlak olanı kavrayamaz, kapsayamaz, kuşatamaz. Akıl önce sınırlandırır, sonra anlar, göz gibidir. Göz de önce sınırlandırır sonra görür. Sınırsız olanı göremez, sınırsız olanı kavrayamaz, sınırsız olanı duyamaz. Onun için İnsanın Allah’ı bilmesi şu manaya gelir; Kendi küçüklüğünü, O’nun büyüklüğünü. Kendi sınırlılığını, O’nun sınırsızlığını. Kendi mukayyetliğini, O’nun mutlaklığını bilmek. Zaten büyüğü, sonsuzca büyüğü insan zihni kavrayamaz. İnsan zihninin kavraması kendi küçüklüğünü kavradığında O’nun büyüklüğü kavranır.

Devam ediyor B sayfasına geçiniz.
        171. videoyu toplu olarak BURADA bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder