El Hamdu Lillahi
Rabbil'Alemiyn Vesselatü Vesselâmü alâ Resulüna Muhammedin ve alâ alihi
ve ashabihi ve etba’ıhi ecmaiyn.
Rabbişrah liy sadriy;
Ve yessirliy emriy;
Vahlül ukdeten min lisaniy;
Yefkahu kavliy;
(Tâhâ 25-26-27-28)
Rabbim, göğsüme genişlik ver,
kolaylaştır işimi, düğümü çöz dilimden, ki anlasınlar beni. Rabbeneftah bil hayr, vahtim bil hayr,
Rabbi yessir ve lâ tüassir, Rabbi temmim bil hayr. Rabbim Kur’an ı bize aç,
bizi Kur’an a aç. Kur’an ın abı hayatını susuz gönüllere ellerimizle saç. Çünkü
insanlık bu suya muhtaç ya rabbi. Amin.
Değerli Kur’an dostları bugün
stüdyo da çekilen tefsir derslerimizin tam 171. sini çekiyoruz. Bu 8.5 yılı
doldurup 9. yılına girmiş olan, 8.5 yılı dolduran uzun bir maraton. Gerçekten
yorucu ve yer yerde insanın bazen enerjisini tüketici bir faaliyet, bir çaba,
bir çalışma. Ama rabbimize hamd ediyoruz, şükrediyoruz ki bizi Kur’an a kurban
etti. Hayatımızı Kur’an a adamayı lutfetti. İşte bu çerçeve de 171. derse kadar
getirdiği için ona sonsuz hamd ederek ben bugünkü tefsirime başlamak istiyorum.
Bugünkü dersimizin konusu Hadiyd
suresi. Hadiyd suresi 57. sure tedvinde. Adını 25. ayetinden alıyor, ki 25.
ayet aynı zamanda bu surenin taç ayeti. Özellikle kitap, mizan ve Hadiyd.
Vahiy, adalet ve güç. İlim, hikmet ve hüküm üçlüsünü yan yana dizen bu ayetin
sureye adını vermiş olması gayet anlamlı. Bu adı daha sahabe zamanında almış
olmalı ki bazı kaynaklar da sahabeden
gelen rivayetler için de sure Hadiyd olarak anılıyor.
[Ek bilgi; Hadiyd; demir
demektir. 25. ayetinde demirin yararlarına işaret edildiği için Hadiyd adını
alan bu surede…. (Prof Dr. Süleyman Ateş-Yüce Kur’an ın çağdaş tefsiri)]
Surenin iniş zamanı hiç tereddüt
yok, muhtevasına baktığımızda ki bence surelerin iniş zamanını tespitte
rivayetlerden önce muhtevaya bakmalı, muhteva en güvenilir tespit ölçüsü
olmalı. Bu çerçeve de düşündüğümüzde, gördüğümüzde sure Medeni bir sure. Aksine
bazı rivayetler bulunsa da. Kendisi gibi Sebbeha
ile başlayan, Haşr ve Saff sureleri yine; Yüsebbihu, sebbeha nın muzari formu
olan, Yusebbişhu ile başlayan Cumu’a ve Teğabün sureleri de Medeni. Yani
aslında sebbeha ve Yusebbihu ile başlayan surelerin tamamının Medeni olduğunu
görüyoruz.
10. ayetinde ki Fetih; Aslında
yüreklerin İslam’a ısındırılmaya
başlandığı, yüreklerin İslam’a açıldığı, düşünelim Fetih suresi
Hudeybiye Antlaşmasının arkasından inmişti. Kur’an fetih derken yüreklerin
fethini, yüreklerin İslam’a açılmasını ima eder, ihsas eder, kasteder hatta.
İşte bu çerçeve de bu surenin 10. ayeti de surenin iniş zamanına ilişkin bize
bir bilgi veriyor. Fetihten söz ediyor, demek ki sure 6. yılda, ya da yaklaşık
5. veya 7. yıllar arasında inmiş olmalı hicretten sonraki 6. yıl civarında
inmiş olmalı. Muhtemelen bu surenin iniş zamanı Hicretten sonrasının ortalarına
tekabül etmiş oluyor böylece.
Surenin konusuna gelince, eğer bu
sureye kendi adının dışında konusuna bakarak bir isim bulmak durumunda olsaydık
bu isim infak suresi olurdu. Gerçekten de Hadiyd suresi bir infak suresidir.
Mülkiyet tasavvurunu inşa ederek girer söze onun için. Muhatabının zihninde bir
mülkiyet tasavvuru inşa eder. Mülkiyet nedir, mülk kime aittir, varlık
kimindir, benim dediğimiz şeyler gerçekten benim mi, bizim dediğimiz şeyler
gerçekten bizim mi. Bizim değilse kimin, bize nispeti ne kadardır sahicimidir,
mecazi midir, yoksa gerçekte varlığın maliki Allah mıdır. İşte bu suallerin
cevabını verir surenin girişi.
Nifak, infak karşıtlığını buluruz
bu surede. Gerçekten de infakın, karşılıksız yardım yapmanın, paylaşmanın,
Allah’ın bize sınama maksadıyla verdiği serveti, ona muhtaç olanlarla
paylaşmanın nifakın karşıtı olduğunu, nifak hastalığını yenmenin ilacının infak
olduğunu bu sure de görürüz. Açık ve net bir biçimde. Ki infakla ilgili bir
pasajın tam göbeğine, yani 13. ayete neden nifakın ve münafıkların
yerleştirildiğini de buradan yola çıkarak anlayabiliriz.
İnfaktan kaçışla ilgili ayetler
içerir müteakiben sure. Ki Yahudileşme alameti adını verdiğim bir tavır bu.
Dünyevileşmenin en tipik tarihsel örneği Yahudileşmedir, İsrail oğullarının
Yahudileşmesi. İşte bu çerçeve de bize onları ibreti alem olarak sunar sure ve
surenin başta da söylediğim gibi taç ayeti 25. ayetidir. Ki kitap, mizan ve
Hadiyd. Yani vahiy, adalet, adil yargılayabilecek bir muhakeme, dengeli bir
muhakeme. İnsanda baktığına doğru bir ölçüyle, doğru bir kiloyla, doğru bir
metreyle bakacak, tartacak, alacak, satacak bir doğru muhakeme, mizan. Bu
aslında ve demir.
Aslında surede mizanın söz
edilmesiyle, Hıristiyanlar la ilgili ayetler arasında ruhbanlıktan söz edilmesi
ince bir imadır. Arasında bir bakışımlılık var. Nedir bu? Ruhbanlık mizanı olmayan
bir dindarlık. Kantarın topuzu kaçmış bir dindarlık. İşte böyle bir göndermesi
de var surenin sonunda yer alan ruhbanlıkla ilgili ayetlerin. Onun için taç
ayeti olan 25. ayeti kitaptan, mizandan ve Hadiyd den yani demirden söz eder.
Bu ilim, hikmet, hüküm, ya da tevhid, adalet ve cihada tekabül eder. Ki
İslam’ın 3 esasıdır bunlar. İnsandan Allah’a ulaşan ilginin merkezinde tevhid,
insandan insana ulaşan ilişkinin merkezinde adalet ve bu ikisinin yer yüzünde
hakimiyetini sağlayan da cihattır. İşte kitap mizan ve Hadiyd üçlemesi bunu
ifade eder. Bu kısa özet girişten sonra şimdi suremizi tefsire geçebiliriz.
1-) Sebbeha Lillâhi ma fiysSemâvati velArd* ve
"HU"vel'AziyzülHakiym;
Semâlarda
ve arzda olan her şey Allâh'ı (işlevleriyle) tespih etmektedir! "HÛ" Aziyz'dir, Hakiym'dir.
(A. Hulusi)
01 -
Tesbih etmekte Allah ı Göklerde ve yerdeki, o öyle azîz, öyle hakîmdir.
(Elmalı)
Sebbeha Lillâhi ma fiysSemâvati velArd* ve
"HU"vel'AziyzülHakiym göklerde ve yerde her ne varsa hepsi
Allah’ın yüceliğini dillendirmektedir. Bu ibarenin, bu ayetin bir başka
çevirisi de şöyle yapılabilir; Göklerde ve yerde ne varsa, yani bu varlık alemi
içinde, bütün bir varlık siferi içinde, bu alemde ne varsa her biri, her şey
Allah adına hareket eder. Çünkü Sebbeha, sebeha kökünden türetilmiş, hareket
etti, merkezinden hedefine doğru yol aldı, bağından sıyrıldı, tutulduğu yerden
bırakıldı anlamlarına gelir. Zaten kelimenin kendisini ters çevirdiğimizde
manayı da ters çevirebiliriz. Sebeha yı ters çevirdiğimizde habese çıkar. Yani
kelimenin şeklini ters çevirelim, manayı da ters çevirmemiz lazım. Sebeha
hareket ettirdi, Abese, hareketsiz bıraktı, hapsetti, tuttu, mahkum etti
manasına gelir. Onun için hareket etti manasından yola çıkarak Sebbeha Lillâhi ma
fiysSemâvati velArd ifadesini göklerde ve yerde her ne varsa hepsi
Allah adına hareket eder diye anlayabiliriz, çevirebiliriz.
Aslında bu insanoğluna bir uyarı.
Ey insan akılsız, yani şuur dışı varlıklar Allah adına hareket ederler. Şu
cansız gibi gördüğün tüm varlıklar da Allah adına hareket eder. Onların içine
yerleştirilmiş atomlar bile Allah adına hareket eder. yani her şey kendi
Kâbe’sini dönmekte, kendi Kâbe sini tavaf etmektedir. Bir tek sen, sen akıllı
varlık, sen iradeli varlık, sen şuurlu varlık, sen Allah akıl verdi, imtihan
etmek için akıl verdi diye Allah’a sırtını dönebiliyorsun. Allah adına hareket
etmeyebiliyorsun, yani isyan edebiliyorsun. Gel ey insan şu varlık korosuna
sende katıl. Şu varlığın ilahisine sem de gir. Bu koroda çatlak ses çıkarma.
Sen de varlık korosuna katılırsan varlık gibi Allah adına hareket edersin. Sen
de varlık korosuna katıl ki şu varlık içinde çatlak ses çıkaran biri konumuna
düşme. Aslında zımnen insana söylenen bu.
ve in min şey'in illâ yüsebbihu Bi hamdiHİ
ve lâkin lâ tefkahune tesbiyhahüm. (İsra/44) ayetini hatırlayalım:
Şu alem içinde her şey, ama her şey onu hamd ile tespih etmektedir. O’nun adına
hareket etmektedir. O’nun kendisini koyduğu vazifeyi yapmaktadır. O’nun kendisini
koyduğu yerde durmaktadır. Fakat ey insanoğlu bunu sen anlamamaktasın. Onların
tespihini anlamamaktasın. Bu tespihi biz duyulacak bir şey gibi anlamamamız
için zaten işitmemektesin denmiyor ayette. Anlamamaktasın. ve lâkin lâ tefkahune tesbiyhahüm
bu işitilecek bir ses değil, bir görev, bir vazife, bir eylem tipidir. Onun
için tespih Allah adına hareket etmek diye çevrilirse daha doğru çeviri olur.
Aynı zaman da tespih soyutlamayı
da içerir. Çünkü; kaynağından uzaklaştı,i çıktığı yerden uzaklaşarak yol aldı
anlamına da gelir. Bu anlam çerçevesinde Aklın yüceltmesi, tespih yüceltme
anlamına gelir. Aklın yüceltmesi nasıl olur? Soyutlayarak olur. Zaten
soyutlayamayan akıl şirke düşer. Tarihin en büyük sapması olan şirk, aslında
aklın soyutlama yeteneğini kazanamamasıdır. Soyutlayamayınca alemlerin rabbini
somutlaştırmaya kalkar. Eşyaya hapsetmeye kalkar. Zihni O’na doğru
yükseltemeyince onu kendi yaşadığı dünyaya indirir. Ona eşya içinde bir yer
biçer. Ona zaman ve mekan içinde yer biçer.Ona boyut biçer. Dolayısıyla
putçulukların, putların tamamı böyle ortaya çıkar. Soyutlayamayan zihin tanrıyı
nesneleştirmeye kalkar. İşte bu tespih aynı zamanda soyutlama anlamını da içerir.
Eğer soyutlayamazsa şirk kaçınılmaz olur, ki soyutlayamayan aslında uzak tanrı
inancına sapar. Uzak tanrı inancı da şirki doğurur.
Tanrıya yaklaşmak, Allah’a
yaklaşmak için ne gerekir? Aracılar gerekir bu sefer haydi aracılar bulalım
demeye kalkar insanoğlu. Onun için Sebbeha
Lillâhi ma fiysSemâvati velArd ayeti kerimesi insanın zihninin Allah’a
yücelmesi, zihnin soyutlaması, aynı zamanda Allah’ın insan zihnine nüzul etmesi
anlamına da gelir.
[Ek bilgi 1; "Bir rivayette;
müezzinin sesinin ulaştığı her yerde ki kuru-yaş, (canlı-cansız) eşyanın, onun
lehinde tanıklık edeceği bildirilmiştir.
Ayet ve hadisler bu tarz
bilgilerle doludur Biz ise böyle rivayetlere inanmakla birlikte bu inanca keşfi
de ekledik. Bu meyanda gözümüzle görerek ve kulaklarımızla duyarak tşların
Allah’ı dille zikrettiğini duyduk. Taşlar Allah’ın yüceliğini bilen kimselerin
konuşması olarak her insanın algılayamayacağı şekilde bize hitap etmiştir.
O halde Allah’ın
yaratıklarından her cins belirli bir ümmettir. Allah onları kendilerine özgü
bir ibadete göre yaratmış nefislerinde bu ibadeti onlara bildirmiştir. (İbn.
Arabi F.Mekkiye/1-426)]
[Ek bilgi 2; İNSAN
HAKKINDA ANTİÇEKİM YASASI
Şayet beyinde, 120. günde
"antiçekim" dalgaları
üretim devresi açılmış ise, bu kişinin ruhu dediğimiz taşıyıcı dalgalar, "antiçekim" dalgaları ile yüklenmiş
olarak beden örgüsünü oluşturur. Yok, eğer "antiçekim" dalgaları devresi açılmaz ise, bu defa
"ruh" dediğimiz "taşıyıcı dalgalar" sadece kendi başlarına
meydana gelirler.
"Antiçekim" dalgalarının özelliği; yüklenmiş olduğu dalga
bedeni, yüklenmiş olduğu ruhu, Dünya'nın ve Güneş'in çekim alanından bağımsız
hâle kavuşturmaktır.
Aynı zamanda "antiçekim" dalgalarının ikinci bir
özelliği de, ruha "pozitif enerji"
sağlayan dalgaları yüklenmektir. Yani, üçüncü tür dalgalar, bu ikinci tür
dalgalara yüklenmektedir. Şayet beyin, ikinci tür dalgaları üretmiyorsa, bu
takdirde, üçüncü tür dalgalar yüklenecek mahal bulamayacakları için, üreten
birime hiçbir fayda sağlamayacaktır ölüm ötesi yaşantısında!..
"Antiçekim"
dalgalarının üretilmesi konusunda insanın kesinlikle hiçbir dahli yoktur!....
Bahsettiğimiz "antiçekim" dalgalarını üreten
beyinler "SAÎD"
kelimesiyle, yani "saadete ermiş" anlamında anlatılmaktadır!.. Buna
karşılık "antiçekim"
dalgalarından mahrum olarak meydana gelen insan ruhlarına ise "ŞAKÎ" denilmektedir!.. Yani,
şekavet hâlinde olan! (A. Hulusi- İNSAN
RUHU ÜZERİNE AÇIKLAMALAR)]
ve "HU"vel'AziyzülHakiym
Zira O’dur mutlak üstün ve güçlü olan, hikmetle edip eyleyen, her işinde
hikmetli olan. Ayetin bu isimlerle bitmiş olması tesadüf değil hiç şüphesiz. El
Aziyz ve El Hakiym tespih ile ilgilidir. Yani Allah’ın izzetini yüceliğini
anlamak için insanın tespih modunda olması lazım. Onun için zihnin yücelmesi
lazım, zihnin mirac etmesi lazım ki Allah’ın yüceliğini kavrayabilsin. En azından
El aczü an derkil idraki, idrakün…
Onu idrak etmek, O’nu idrakten aciz olduğunu idrak etmektir. En azından bunu
bilsin. İşte bunu bildiğinde El Aziyz olduğunu bilir, yüceler yücesi, mutlak
yüce. Ve El Hakiym olduğunu da bilir.
Neden Allah kendisini yüceler
yücesi kılmış, neden insan idraki Allah’ı anlamaktan, kavramaktan daha doğrusu
acizdir? O’nu tümüyle kavramaktan, özellikle zatıyla kavramaktan acizdir diye
sorarsa insan El Hakiym ismi ile karşılaşır. Hikmeti vardır. Çünkü insan aklı
yaratılmıştır, yaratılmış olan mutlak olanı tam kavrayamaz. Mukayyet olan
mutlak olanı kavrayamaz, kapsayamaz, kuşatamaz. Akıl önce sınırlandırır, sonra
anlar, göz gibidir. Göz de önce sınırlandırır sonra görür. Sınırsız olanı
göremez, sınırsız olanı kavrayamaz, sınırsız olanı duyamaz. Onun için İnsanın
Allah’ı bilmesi şu manaya gelir; Kendi küçüklüğünü, O’nun büyüklüğünü. Kendi
sınırlılığını, O’nun sınırsızlığını. Kendi mukayyetliğini, O’nun mutlaklığını
bilmek. Zaten büyüğü, sonsuzca büyüğü insan zihni kavrayamaz. İnsan zihninin
kavraması kendi küçüklüğünü kavradığında O’nun büyüklüğü kavranır.
Devam ediyor B sayfasına geçiniz.
171.
videoyu toplu olarak BURADA
bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder