Sevgili Kur’an dostları bugünkü
dersimize Şuârâ suresinin 141. ayeti ile devam ediyoruz.
141-)
Kezzebet Semudül murseliyn;
Semud
da Rasûlleri yalanladı. (A.Hulusi)
141 - Semûd
gönderilen Resulleri tekzip etti. (Elmalı)
Kezzebet
Semudül murseliyn Semud’da elçilerini yalanladı.
Semud kavmi daha önce A’raf
suresinde, Hud suresinde, Hicr suresinde, Tâhâ suresinde geçtiği gibi, kuzey
Arabistan da Hicr ve vad’il Kura diye bilinen bölgelerde geçmişte kurulmuş olan
bölgesel bir uygarlık. 2. Âd diye de meşhur, böyle anıldığına göre 1. Âd
kavminin, yani yarımadanın güneyinde Ahkaf tepeleri arasında yerleşik bulunan
ve daha önce belaya maruz kalmış olan 1. Âd kavminin, yani Hud peygamberin
kavminin. Daha sonra belki bela sonrasında kalıntılarının veya kalanların veya
civarının kuzeye doğru göç etmiş ataları olsa gerek.
142-) İz
kale lehüm ehuhüm Salihun ela tettekun;
Hani
kardeşleri Sâlih onlara dedi ki: "Korkup sakınmaz mısınız?" (A.Hulusi)
142 - O
vakit ki kardeşleri Salih onlara demişti: Allah dan korkmaz mısınız? (Elmalı)
İz
kale lehüm ehuhüm Salihun ela tettekun hani bir zamanlar onlara da
soydaşları Salih şöyle demişti. Hala sorumluluğunuzun farkına varmayacak
mısınız. Hala Allah’a karşı esas duruşunuzu takınmayacak mısınız, hala kendi
haddinizi bilmeyecek misiniz.
143-)
İnniy leküm Rasûlün emiyn;
"Ben
kesinlikle güveneceğiniz bir Rasûlüm." (A.Hulusi)
143 - Haberiniz
olsun ki ben size gönderilmiş bir Resulüm, eminim. (Elmalı)
İnniy
leküm Rasûlün emiyn bakın ben size gönderilmiş güvenilir bir
elçiyim.
144-)
Fettekullâhe ve etıy'un;
"O
hâlde Allâh'tan (kesinlikle yaptıklarınızın
sonucunu yaşatacağı için) korunun ve bana
itaat edin." (A.Hulusi)
144 - Gelin
Allah dan korkun ve bana itaat edin. (Elmalı)
Fettekullâhe
ve etıy'un şu halde Allah’a karşı sorumlu davranın ve beni izleyin.
Allah’a karşı sorumlu davranın, beni izleyin.
Bu gerçekten ilginç. Neden
Allah’ı izleyin değil? Çünkü izlenecek kimse iz bırakır. Yürüyenlerin izi olur.
Yürüyenler iz bırakır ve o iz takip edilir. Onun için o izin sahibi Allah’ın
kendisine verdiği yol haritasında yürüyorsa, o haritayı takip ediyorsa siz de
onu izleyin. Onu izlerseniz o zaman Allah’a karşı sorumluluğunuzun şuurunda
olmuş olursunuz. Onu izlerseniz o zaman sanki Allah’ı izlemiş gibi olursunuz.
145-)
Ve ma es'elüküm aleyhi min ecr* in ecriye illâ alâ Rabbil alemiyn;
"Bunun
için sizden bir karşılık istemiyorum... Hizmetimin karşılığı yalnızca Rabb-ül
âlemîn'e aittir." (A.Hulusi)
145 - Buna
karşı ben sizden bir ecir istemiyorum, benim ecrim ancak rabbül'âlemîne aittir.
(Elmalı)
Ve ma
es'elüküm aleyhi min ecr* in ecriye illâ alâ Rabbil alemiyn ben bu
davet karşılığında sizden herhangi bir ücret talep etmiyorum, bedel
istemiyorum. Benim ecrimi verecek olan, takdir edecek olan sadece alemlerin
rabbi olan Allah’tır.
Her peygamber böyle diyerek
başlamıştır davetine. Yani yalancı peygamberlerle gerçek peygamberleri ayırt
eden unsurlardan biri de geçmişte bu olmuştur.
146-)
Etütrekûne fiyma hahüna aminiyn;
"(Ne yaparsanız yapın) hep
böyle güvende olacağınızı mı sanıyorsunuz?" (A.Hulusi)
146 - Siz
burada emn-ü eman ile bırakılacak mısınız? (Elmalı)
Etütrekûne
fiyma hahüna aminiyn içinde bulunduğunuz şu konumda, şu durumda fiyma
hahüna, yani şu bulunduğunuz durumda sonuna kadar bırakılacağınıza dair
güvenceniz mi var. yani elde ettiğiniz bu refah, bu uygarlık seviyesi, bu güvenlik
sonsuza kadar baki mi kalacak. Böyle zannediyorsanız siz, Allah’ı hesaba
katmıyorsunuz demektir. Ebedi olduğunu zannediyorsanız sahip olduğunuz bu
refahın aldanıyorsunuz. Bakın, sizden öncekiler ne oldu, onları niçin
düşünmüyorsunuz.
Tabii bütün bu sure boyunca
anlatılan bütün bu 8 ayrı kıssalarda verilen hakikat şu; Yeryüzünde hiçbir
iktidar baki değildir. Bir iktidar eğer Allah ile arasını açarsa ahlakla
arasını açar. Ahlaki değerlerini kaybederse o iktidar tepe taklak gitmeye
mahkumdur. İşte burada verilen örnekler aslında tarihin vahye girmesidir.
Tarihin vahiy olmasıdır. Dahası tarihin bir kitap gibi okunmasıdır. Bir
ibretler kitabı olarak okunmasıdır.
147-)
Fiy cennatin ve 'uyun;
"Cennetler
(bahçeler) ve
pınarlar içinde..." (A.Hulusi)
147 - O
Cennetler, pınarlar. (Elmalı)
Fiy
cennatin ve 'uyun envai çeşit bahçeler içinde ve pınar başlarında.
Tabii ki bir refah sisteminde refah düzeyinin insanlara yansıdığı en belirgin
unsur bu iki unsurdur. Yani insanların gündelik hayatlarını geçirdikleri o
bölgelerde tamamen gelişmiş bir tarım sistemi, gelişmiş bir bahçe düzeni ve
gelişmiş bir sulama sistemi. Bunu gösteriyor bu ifadeler.
148-)
Ve züru'ın ve nahlin tal'uha hedıym;
"Ekinler
ve tomurcuklarıyla hurma ağaçları!" (A.Hulusi)
148 - Lâtif
tal'ı sarkmış hurmalar, ekinler içinde, (Elmalı)
Ve
züru'ın ve nahlin tal'uha hedıym ekinler ve iç geçirtecek kadar
zarif olgun, dolgun hurmaların sarktığı hurmalıklar, bahçeler.
149-)
Ve tenhıtune minel cibali buyuten farihiyn;
"Hünerli
ve keyifli olarak dağlardan evler yontuyorsunuz!" (A.Hulusi)
149 - Ki
bir de dağlardan keyifli keyifli evler yontuyorsunuz, (Elmalı)
Ve
tenhıtune minel cibali buyuten farihiyn dahası dağlarda yonttuğunuz
görkemli evlerden dolayı mı şımarıyorsunuz.
Bugün bu belde de olduğu
söylenen, kalıntıları hala günümüze kadar gelmiş olan Kuzey Arabistan’da ki
Madaim-i Salih kalıntıları bu ayetlerin işaret ettiği refah toplumundan geriye
kalmış şahitler olduğu söylenir. Gerçekten de bu kalıntılara bakıldığında kat
kat, böyle kayalardan dağlar yüzeyinde inci inci işlenmiş muhteşem bir biçimde
süslenmiş kat kat evler, odalar ve daha sonra mezar olarak kullanılmış adeta
saraylar, köşkler.
Tabii ki her refah toplumu içinde
yüzdüğü refahı kendi ellerinin eseri sanır. Sahip olduklarının kendisine neden
verildiğini unutur, onların bir sınama aracı olduğunu hiç aklına getirmez.
Parmağa bakarda, parmağın gösterdiği yere bakmaz. Ekmeğe teşekkür ederde,
ekmeği vereni unutur. Alete teşekkür ederde aleti yapanı unutur. Araca teşekkür
ederde aracı gönderen, yaratan, var edeni unutur. Araca gözünü diker de amacı
unutur. İşte burada da refah toplumlarının geçmişte başından geçeni örnek
olarak gösterilen bu toplumun ulaştığı bu mimari düzey ele alınıyor. Ve sizi
şımartan bu geldiğiniz görkemli nokta mı diyor, soruyor. Yani bakıp bunu kim
yıkabilir mi diyorsunuz. Bunu kim devirebilir mi diyorsunuz dağlarda
yonttuğunuz o sağlam kayaların içinde kurduğunuz köşklere. Evet onu yıkan bir
güç vardı ama hesaba katmıyorsunuz.
[Ek
bilgi; Meadin-i Salih kalntıları; http://ekabiruzay.blogspot.com/2012/07/meadin-i-salih-ad-kavminin-kalntlar.html
]
150-)
Fettekullâhe ve etıy'un;
"O
hâlde Allâh'tan (kesinlikle yaptıklarınızın
sonucunu yaşatacağı için) korunun ve bana
itaat edin." (A.Hulusi)
150 - Gelin
Allah dan korkun da bana itaat eyleyin. (Elmalı)
Fettekullâhe
ve etıy'un ama artık Allah’a karşı sorumlu davranın ve beni izleyin.
Dikkat buyurursanız hem yukarıda
geldi hem burada. 144. ayetle 150. ayet aynı ifade Allah’a karşı sorumlu
davranın, beni izleyin. Yukarıda bir üstteki ayetlere atfen vurgu taşıyor. Yani
beni size gönderdiği için Allah’a karşı sorumluluğunuzu bilin.
İnniy
leküm Rasûlün emiyn (143) size emiyn bir peygamber, güvenilir bir
peygamber gönderdiği için. Unutmayın eğer güvenilir bir peygamber göndermezse
ne olur. Maneviyat insanın ekmek kadar, su kadar ihtiyacıdır. Hatta daha fazla
ihtiyacıdır. Bu ihtiyacı sahih kapıdan gideremediği zaman boşluk oluşur. Bu
boşluğu doldurmak için kalpazanlar sahtekarlar, sahte peygamberler, yalancı
peygamberler türer. Ya da peygamber olduğunu iddia eden şairler, kâhinler,
büyücüler, sihirbazlar sıraya girer. Ve siz hakikati onların kapısında
ararsınız. Maneviyat boşluğunu onların yalancı seslerinden gidermeye
çalışırsınız. Yani sahip olamayacağınız bir şeyi, sahip olamamış birinden
istersiniz. İşte bunun için Allah’a karşı sorumluluğunuzu bilin. Bunun için
Allah’a yönelin. Haddinizi bilin.
Sonraki ise, 150. ayetteki ise
daha farklı bir vurguya sahip. O da yine bir üstteki ayet ve üstteki pasajın
vurgusu. Nedir o? Bakın Allah’a karşı sorumluluğunuzu bilin çünkü bu refahı
O’na borçlusunuz. Size böyle muhteşem bir mimari ortaya koyabilecek bir
kabiliyet vermeseydi nasıl böylesine görkemli bir medeniyet kuracaktınız. Bakın
etrafınızdaki diğer canlılarla bakın onlar taşı taş üstüne koyamazken sizler
böylesine görkemli bir medeniyeti sırf kendi yiğitliğinizden mi başardığınızı
düşünüyorsunuz. Onun için Allah’a karşı sorumluluğunuzu bilin. Sorumlusunuz,
borçlusunuz, borcunuzu bilin ve itiraf edin.
“Ya rabbi, neyim varsa sana
borçluyum.” Deyin. Bu sorumluluk şuurunun zeminidir. Din budur. Din borçluluk
bilincidir.
151-)
Ve lâ tutıy'u emrel müsrifiyn;
"Yetkisini
aşanların emrine itaat etmeyin!" (A.Hulusi)
151 - İtaat
etmeyin o kimselere ki. (Elmalı)
Ve lâ
tutıy'u emrel müsrifiyn haddi aşanların isteklerine uymayın.
152-)
Elleziyne yüfsidune fiyl Ardı ve lâ yuslihun;
"Ki
onlar (yetkilerini aşanlar) dünyada insanları yanlışa yönlendirirler, düzeltici
olmazlar." (A.Hulusi)
152 - yer
yüzünü fesada verirler de ıslâh etmezler. (Elmalı)
Elleziyne
yüfsidune fiyl Ardı ve lâ yuslihun böyleleri; düzeni sağlamadıkları
gibi, düzeni korumadıkları gibi bir de yer yüzünde fesat çıkarıyorlar. Yani
düzeni sağlayacakları yere fesadın sebebi oluyorlar. Tabii çıkardıkları fesadı
kabul de etmezler. Hani Bakara suresinde ifade buyrulduğu gibi;
Ve iza kıyle lehum lâ tüfsidu
fiyl Ard.. (Bakara/11) kendilerine; yer yüzünde fesat çıkarmayın, yer yüzünde
bozgunculuk çıkarmayın, yer yüzünü fesada vermeyin denildiği zaman, uyarıldığı
zaman derler ki; kalû innema nahnu muslihûn
(Bak/11) ne münasebet derler. Biz yalnızca ıslah ediyoruz. Reform yapıyoruz,
düzeltiyoruz. Öyle derler. Yani tüm fesatçılar ıslah ettiklerini
düzelttiklerini, istikrarı sağladıklarını, düzeni koruduklarını savunurlar. Elâ
innehum humulmüfsidûne ve lâkin lâ yeş'urûn. (Bakara/12) Bakın işte gerçekten fesatçılar
onların ta kendileridir. Kur’an bu gerçeği,bugün ayan açık gördüğümüz bu
gerçeği ne muhteşem ifade etmiş. Demek ki her çağda böyleymiş. Bu zamanlar üstü
gerçeği Kur’an böylesine güzel ifade buyurmuş.
153-)
Kalu innema ente minel müsahhariyn;
Dediler
ki: "Sen büyülenmişsin (etki altına
girmişsin)." (A.Hulusi)
153 - Sen
dediler: çok büyülenmişlerdensin. (Elmalı)
Kalu
innema ente minel müsahhariyn peki, onlar nasıl savundular
kendilerini? Şöyle; Dediler ki; sen büyülenmiş birinden başkası değilsin.
Bakınız Firavun da kendisini davet eden Musa’ya, sen delisin demişti. Çünkü
böylesine güç dengesizliğinin olduğu bir noktada, yer yüzünün biricik gücü
olduğunu düşünen bir yöneticiyi ve yönetimi, karşısına çıkıp ta hakikate ve
hakka çağırma cesareti gösteriyorsanız o bunu anlamayacaktır. Çünkü bunun
rasyonel bir izahı yoktur ona göre. Onun için siz delisiniz. Çünkü siz
kahredici bir güce karşı duruyorsunuz. Bunu hangi akılla yaptığınızı
anlamayacaktır. Oysa bunu akılla değil imanla yaptığınızı anlasaydı bunu
demeyecekti. Fakat anlasaydı zaten inkar etmeyecekti, direnmeyecekti.
Bakınız bu insanlarda kendilerini
davet eden peygamberlerine, Salih peygambere böyle karşı koydular. Sen
sihirlenmişsin dediler. Aslında bu bir polemiktir. Yani sana sözümüz yok, sen
iyi biriydin. Fakat yoldan çıktın, “galiba biri seni sihirledi.” Birinin
sihrine maruz kalmasan sen böyle davranmazdır.
Niçin böyle bir akıl yürütme?
Çünkü mevcut olanı meşru olarak görüyorlar. İdeal olanı olgu olarak görüyorlar
ve bu muhteşem refahın içinde, herkesin ağız suyunu akıtan bu refahın içinde
yaşayıp giderken, birinin bu refahın önüne taş koymasını, sen delirdin mi, sen
sihiremi maruz kaldın, yani biri seni büyüledi mi diye tepki ile karşılıyorlar.
Çünkü onlara göre ye iç yat hesabı olacak. Böyle bir refah toplumunda ancak ya
sihirlenmiş olanlar, ya da deli olanlar mevcut duruma itiraz ederler.
Oysa aslında akıllı olanlar
görürlerdi. Akıllı olanlar bir zevkin, bir uygarlığın refahının zirveye çıktığı
bir durumda eğer bunun içini ahlakla dolduramamışsa bu uygarlığın aslında ne
kadar yükseliyorsa o kadar baş aşağı düşeceğini, yani yükseliyor gibi göründüğü
tüm durumların kendi aleyhine geliştiğini düşüşünün ve parçalanmasının da o
kadar sert ve şiddetli olacağını ancak akıllılar görürler. İşte onların başında
da insanlığın ufku peygamberler geliyordu.
Şımarıklığının zirvesine ulaşmış
bir refah toplumunda ahlâka çağrı irrasyoneldir. Hz. Salih’i de böyle
algıladılar. Yani akılcı değilsin, mutlaka sihirlenmiş olmalısın.
154-)
Ma ente illâ beşerun mislüna* fe'ti Bi ayetin in künte mines sadikıyn;
"Sen
yalnızca bizim benzerimiz bir beşersin (ama
kendini farklı sanıyorsun)! Eğer sözünde
sadıksan hadi bir mucize göster!" (A.Hulusi)
154 - Sen
bizim gibi bir beşerden başka nesin? Haydi bir âyet getir eğer sadıklardan isen.
(Elmalı)
Ma
ente illâ beşerun mislüna yine devam ettiler. Sen de sadece bizim
gibi beşer türüne ait ölümlü bir insansın. fe'ti Bi
ayetin in künte mines sadikıyn eğer doğru sözlü isen haydi bir delil
getir de görelim.
Evet, sende bizim gibi bir
insansın dediler. Ölümlüsün, beşersin dediler. Aslında insansın demiyorlar
tabii beşersin. Onlar gibi bir insan değil, ama onlar gibi bir beşer. Doğrudur,
zaten peygamberlerin farklılığı beşerlikte değil insanlıkta, insan olmada
farklılar. Fakat onların ima ettiği şey farklı. Ne o? İnsanüstü bir peygamber.
Mesela melek. Tüm inkarcı toplumlar böyle bir talepte bulunmuşlardır. Çünkü
uymaya gönülleri yoktur. Vahyin çağrısını hayatlarına uydurmaya, hayatlarında
yaşamaya gönülleri olmadığı için eğer gönderilen bir melek olsaydı bu sefer;
Biz meleği izleyemeyiz diyeceklerdi. Çünkü meleklerin izi olmaz. Onun içinde
burada 8 örnek boyunca her peygamber,
Fettekullâhe ve etıy'un
beni izleyin Allah’a karşı muttaki olun beni izleyin. Allah’tan sakının,
Allah’a saygılı davranın beni izleyin. Çünkü beni Allah gönderdi. Ben O’nun
elçisiyim. Eğer Allah’a saygılı olursanız bana da saygılı olursunuz ve beni
izlersiniz.
Beni izleyin. Niçin? Beni
izleyinin aslında arkasında müthiş bir şey var değerli Kur’an dostları.
Filozoflarda olmayan, şairlerde olmayan düşünürlerde olmayan bir şey. Ne o? Ben
sizi bir yola çağırıp ta kendim fildişi kulede oturmuyorum. Ben sizi çağırdığım yolun önündeyim. Yani ben de
yolcuyum. Ben de yürüyorum. Eğer bu yolda bir diken varsa önce benim ayağıma
batacak. Çünkü ben önünüzden gidiyorum. Beni izleyin diyorum. Sizi izleyeyim,
düşün önüme demiyorum, beni izleyin. Fettekul dolayısıyla eğer bu yolda
tehlikeler varsa bu tehlikelere önce maruz kalacak olan benim. Ki her peygamber
böyle olmuştur zaten. Ümmetlerinin içerisinde peygamberden daha ağır acı çeken
olmamıştır. Ağır yük çeken olmamıştır. En ağır yükleri peygamberler çekmiştir.
“Eşeddül belâ, alel enbiya, sümmel ulema sümmel emselü fel emsel” sözünde olduğu gibi. İmtihanın en
ağırlısı önce peygamberlere,sonra alimlere, sonra işte hakikate yakınlığına göre
insanlara paylaştırılmıştır.
Devam
ediyor B sayfasına geçiniz.
117. videoyu toplu olarak http://kurantefsir.wordpress.com/2012/10/05/islamoglu-tef-ders-suara-141-227117/
bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder