8 Ekim 2012 Pazartesi

İslamoğlu Tef. Ders. ŞU’ARÂ (141-154)(117-A)






Sevgili Kur’an dostları bugünkü dersimize Şuârâ suresinin 141. ayeti ile devam ediyoruz.


141-) Kezzebet Semudül murseliyn;

Semud da Rasûlleri yalanladı. (A.Hulusi)

141 - Semûd gönderilen Resulleri tekzip etti. (Elmalı)


Kezzebet Semudül murseliyn Semud’da elçilerini yalanladı.

Semud kavmi daha önce A’raf suresinde, Hud suresinde, Hicr suresinde, Tâhâ suresinde geçtiği gibi, kuzey Arabistan da Hicr ve vad’il Kura diye bilinen bölgelerde geçmişte kurulmuş olan bölgesel bir uygarlık. 2. Âd diye de meşhur, böyle anıldığına göre 1. Âd kavminin, yani yarımadanın güneyinde Ahkaf tepeleri arasında yerleşik bulunan ve daha önce belaya maruz kalmış olan 1. Âd kavminin, yani Hud peygamberin kavminin. Daha sonra belki bela sonrasında kalıntılarının veya kalanların veya civarının kuzeye doğru göç etmiş ataları olsa gerek.


142-) İz kale lehüm ehuhüm Salihun ela tettekun;

Hani kardeşleri Sâlih onlara dedi ki: "Korkup sakınmaz mısınız?" (A.Hulusi)

142 - O vakit ki kardeşleri Salih onlara demişti: Allah dan korkmaz mısınız? (Elmalı)


İz kale lehüm ehuhüm Salihun ela tettekun hani bir zamanlar onlara da soydaşları Salih şöyle demişti. Hala sorumluluğunuzun farkına varmayacak mısınız. Hala Allah’a karşı esas duruşunuzu takınmayacak mısınız, hala kendi haddinizi bilmeyecek misiniz.


143-) İnniy leküm Rasûlün emiyn;

"Ben kesinlikle güveneceğiniz bir Rasûlüm." (A.Hulusi)

143 - Haberiniz olsun ki ben size gönderilmiş bir Resulüm, eminim. (Elmalı)


İnniy leküm Rasûlün emiyn bakın ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim.


144-) Fettekullâhe ve etıy'un;

"O hâlde Allâh'tan (kesinlikle yaptıklarınızın sonucunu yaşatacağı için) korunun ve bana itaat edin." (A.Hulusi)

144 - Gelin Allah dan korkun ve bana itaat edin. (Elmalı)


Fettekullâhe ve etıy'un şu halde Allah’a karşı sorumlu davranın ve beni izleyin. Allah’a karşı sorumlu davranın, beni izleyin.

Bu gerçekten ilginç. Neden Allah’ı izleyin değil? Çünkü izlenecek kimse iz bırakır. Yürüyenlerin izi olur. Yürüyenler iz bırakır ve o iz takip edilir. Onun için o izin sahibi Allah’ın kendisine verdiği yol haritasında yürüyorsa, o haritayı takip ediyorsa siz de onu izleyin. Onu izlerseniz o zaman Allah’a karşı sorumluluğunuzun şuurunda olmuş olursunuz. Onu izlerseniz o zaman sanki Allah’ı izlemiş gibi olursunuz.


145-) Ve ma es'elüküm aleyhi min ecr* in ecriye illâ alâ Rabbil alemiyn;

"Bunun için sizden bir karşılık istemiyorum... Hizmetimin karşılığı yalnızca Rabb-ül âlemîn'e aittir." (A.Hulusi)

145 - Buna karşı ben sizden bir ecir istemiyorum, benim ecrim ancak rabbül'âlemîne aittir. (Elmalı)


Ve ma es'elüküm aleyhi min ecr* in ecriye illâ alâ Rabbil alemiyn ben bu davet karşılığında sizden herhangi bir ücret talep etmiyorum, bedel istemiyorum. Benim ecrimi verecek olan, takdir edecek olan sadece alemlerin rabbi olan Allah’tır.

Her peygamber böyle diyerek başlamıştır davetine. Yani yalancı peygamberlerle gerçek peygamberleri ayırt eden unsurlardan biri de geçmişte bu olmuştur.


146-) Etütrekûne fiyma hahüna aminiyn;

"(Ne yaparsanız yapın) hep böyle güvende olacağınızı mı sanıyorsunuz?" (A.Hulusi)

146 - Siz burada emn-ü eman ile bırakılacak mısınız? (Elmalı)


Etütrekûne fiyma hahüna aminiyn içinde bulunduğunuz şu konumda, şu durumda fiyma hahüna, yani şu bulunduğunuz durumda sonuna kadar bırakılacağınıza dair güvenceniz mi var. yani elde ettiğiniz bu refah, bu uygarlık seviyesi, bu güvenlik sonsuza kadar baki mi kalacak. Böyle zannediyorsanız siz, Allah’ı hesaba katmıyorsunuz demektir. Ebedi olduğunu zannediyorsanız sahip olduğunuz bu refahın aldanıyorsunuz. Bakın, sizden öncekiler ne oldu, onları niçin düşünmüyorsunuz.

Tabii bütün bu sure boyunca anlatılan bütün bu 8 ayrı kıssalarda verilen hakikat şu; Yeryüzünde hiçbir iktidar baki değildir. Bir iktidar eğer Allah ile arasını açarsa ahlakla arasını açar. Ahlaki değerlerini kaybederse o iktidar tepe taklak gitmeye mahkumdur. İşte burada verilen örnekler aslında tarihin vahye girmesidir. Tarihin vahiy olmasıdır. Dahası tarihin bir kitap gibi okunmasıdır. Bir ibretler kitabı olarak okunmasıdır.


147-) Fiy cennatin ve 'uyun;

"Cennetler (bahçeler) ve pınarlar içinde..." (A.Hulusi)

147 - O Cennetler, pınarlar. (Elmalı)


Fiy cennatin ve 'uyun envai çeşit bahçeler içinde ve pınar başlarında. Tabii ki bir refah sisteminde refah düzeyinin insanlara yansıdığı en belirgin unsur bu iki unsurdur. Yani insanların gündelik hayatlarını geçirdikleri o bölgelerde tamamen gelişmiş bir tarım sistemi, gelişmiş bir bahçe düzeni ve gelişmiş bir sulama sistemi. Bunu gösteriyor bu ifadeler.


148-) Ve züru'ın ve nahlin tal'uha hedıym;

"Ekinler ve tomurcuklarıyla hurma ağaçları!" (A.Hulusi)

148 - Lâtif tal'ı sarkmış hurmalar, ekinler içinde, (Elmalı)


Ve züru'ın ve nahlin tal'uha hedıym ekinler ve iç geçirtecek kadar zarif olgun, dolgun hurmaların sarktığı hurmalıklar, bahçeler.


149-) Ve tenhıtune minel cibali buyuten farihiyn;

"Hünerli ve keyifli olarak dağlardan evler yontuyorsunuz!" (A.Hulusi)

149 - Ki bir de dağlardan keyifli keyifli evler yontuyorsunuz, (Elmalı)


Ve tenhıtune minel cibali buyuten farihiyn dahası dağlarda yonttuğunuz görkemli evlerden dolayı mı şımarıyorsunuz.

Bugün bu belde de olduğu söylenen, kalıntıları hala günümüze kadar gelmiş olan Kuzey Arabistan’da ki Madaim-i Salih kalıntıları bu ayetlerin işaret ettiği refah toplumundan geriye kalmış şahitler olduğu söylenir. Gerçekten de bu kalıntılara bakıldığında kat kat, böyle kayalardan dağlar yüzeyinde inci inci işlenmiş muhteşem bir biçimde süslenmiş kat kat evler, odalar ve daha sonra mezar olarak kullanılmış adeta saraylar, köşkler.

Tabii ki her refah toplumu içinde yüzdüğü refahı kendi ellerinin eseri sanır. Sahip olduklarının kendisine neden verildiğini unutur, onların bir sınama aracı olduğunu hiç aklına getirmez. Parmağa bakarda, parmağın gösterdiği yere bakmaz. Ekmeğe teşekkür ederde, ekmeği vereni unutur. Alete teşekkür ederde aleti yapanı unutur. Araca teşekkür ederde aracı gönderen, yaratan, var edeni unutur. Araca gözünü diker de amacı unutur. İşte burada da refah toplumlarının geçmişte başından geçeni örnek olarak gösterilen bu toplumun ulaştığı bu mimari düzey ele alınıyor. Ve sizi şımartan bu geldiğiniz görkemli nokta mı diyor, soruyor. Yani bakıp bunu kim yıkabilir mi diyorsunuz. Bunu kim devirebilir mi diyorsunuz dağlarda yonttuğunuz o sağlam kayaların içinde kurduğunuz köşklere. Evet onu yıkan bir güç vardı ama hesaba katmıyorsunuz.



150-) Fettekullâhe ve etıy'un;

"O hâlde Allâh'tan (kesinlikle yaptıklarınızın sonucunu yaşatacağı için) korunun ve bana itaat edin." (A.Hulusi)

150 - Gelin Allah dan korkun da bana itaat eyleyin. (Elmalı)


Fettekullâhe ve etıy'un ama artık Allah’a karşı sorumlu davranın ve beni izleyin.

Dikkat buyurursanız hem yukarıda geldi hem burada. 144. ayetle 150. ayet aynı ifade Allah’a karşı sorumlu davranın, beni izleyin. Yukarıda bir üstteki ayetlere atfen vurgu taşıyor. Yani beni size gönderdiği için Allah’a karşı sorumluluğunuzu bilin.

İnniy leküm Rasûlün emiyn (143) size emiyn bir peygamber, güvenilir bir peygamber gönderdiği için. Unutmayın eğer güvenilir bir peygamber göndermezse ne olur. Maneviyat insanın ekmek kadar, su kadar ihtiyacıdır. Hatta daha fazla ihtiyacıdır. Bu ihtiyacı sahih kapıdan gideremediği zaman boşluk oluşur. Bu boşluğu doldurmak için kalpazanlar sahtekarlar, sahte peygamberler, yalancı peygamberler türer. Ya da peygamber olduğunu iddia eden şairler, kâhinler, büyücüler, sihirbazlar sıraya girer. Ve siz hakikati onların kapısında ararsınız. Maneviyat boşluğunu onların yalancı seslerinden gidermeye çalışırsınız. Yani sahip olamayacağınız bir şeyi, sahip olamamış birinden istersiniz. İşte bunun için Allah’a karşı sorumluluğunuzu bilin. Bunun için Allah’a yönelin. Haddinizi bilin.

Sonraki ise, 150. ayetteki ise daha farklı bir vurguya sahip. O da yine bir üstteki ayet ve üstteki pasajın vurgusu. Nedir o? Bakın Allah’a karşı sorumluluğunuzu bilin çünkü bu refahı O’na borçlusunuz. Size böyle muhteşem bir mimari ortaya koyabilecek bir kabiliyet vermeseydi nasıl böylesine görkemli bir medeniyet kuracaktınız. Bakın etrafınızdaki diğer canlılarla bakın onlar taşı taş üstüne koyamazken sizler böylesine görkemli bir medeniyeti sırf kendi yiğitliğinizden mi başardığınızı düşünüyorsunuz. Onun için Allah’a karşı sorumluluğunuzu bilin. Sorumlusunuz, borçlusunuz, borcunuzu bilin ve itiraf edin.

“Ya rabbi, neyim varsa sana borçluyum.” Deyin. Bu sorumluluk şuurunun zeminidir. Din budur. Din borçluluk bilincidir.


151-) Ve lâ tutıy'u emrel müsrifiyn;

"Yetkisini aşanların emrine itaat etmeyin!" (A.Hulusi)

151 - İtaat etmeyin o kimselere ki. (Elmalı)


Ve lâ tutıy'u emrel müsrifiyn haddi aşanların isteklerine uymayın.


152-) Elleziyne yüfsidune fiyl Ardı ve lâ yuslihun;

"Ki onlar (yetkilerini aşanlar) dünyada insanları yanlışa yönlendirirler, düzeltici olmazlar." (A.Hulusi)

152 - yer yüzünü fesada verirler de ıslâh etmezler. (Elmalı)


Elleziyne yüfsidune fiyl Ardı ve lâ yuslihun böyleleri; düzeni sağlamadıkları gibi, düzeni korumadıkları gibi bir de yer yüzünde fesat çıkarıyorlar. Yani düzeni sağlayacakları yere fesadın sebebi oluyorlar. Tabii çıkardıkları fesadı kabul de etmezler. Hani Bakara suresinde ifade buyrulduğu gibi;

Ve iza kıyle lehum lâ tüfsidu fiyl Ard.. (Bakara/11) kendilerine; yer yüzünde fesat çıkarmayın, yer yüzünde bozgunculuk çıkarmayın, yer yüzünü fesada vermeyin denildiği zaman, uyarıldığı zaman derler ki; kalû innema nahnu muslihûn (Bak/11) ne münasebet derler. Biz yalnızca ıslah ediyoruz. Reform yapıyoruz, düzeltiyoruz. Öyle derler. Yani tüm fesatçılar ıslah ettiklerini düzelttiklerini, istikrarı sağladıklarını, düzeni koruduklarını savunurlar. Elâ innehum humulmüfsidûne ve lâkin lâ yeş'urûn. (Bakara/12) Bakın işte gerçekten fesatçılar onların ta kendileridir. Kur’an bu gerçeği,bugün ayan açık gördüğümüz bu gerçeği ne muhteşem ifade etmiş. Demek ki her çağda böyleymiş. Bu zamanlar üstü gerçeği Kur’an böylesine güzel ifade buyurmuş.


153-) Kalu innema ente minel müsahhariyn;

Dediler ki: "Sen büyülenmişsin (etki altına girmişsin)." (A.Hulusi)

153 - Sen dediler: çok büyülenmişlerdensin. (Elmalı)


Kalu innema ente minel müsahhariyn peki, onlar nasıl savundular kendilerini? Şöyle; Dediler ki; sen büyülenmiş birinden başkası değilsin. Bakınız Firavun da kendisini davet eden Musa’ya, sen delisin demişti. Çünkü böylesine güç dengesizliğinin olduğu bir noktada, yer yüzünün biricik gücü olduğunu düşünen bir yöneticiyi ve yönetimi, karşısına çıkıp ta hakikate ve hakka çağırma cesareti gösteriyorsanız o bunu anlamayacaktır. Çünkü bunun rasyonel bir izahı yoktur ona göre. Onun için siz delisiniz. Çünkü siz kahredici bir güce karşı duruyorsunuz. Bunu hangi akılla yaptığınızı anlamayacaktır. Oysa bunu akılla değil imanla yaptığınızı anlasaydı bunu demeyecekti. Fakat anlasaydı zaten inkar etmeyecekti, direnmeyecekti.

Bakınız bu insanlarda kendilerini davet eden peygamberlerine, Salih peygambere böyle karşı koydular. Sen sihirlenmişsin dediler. Aslında bu bir polemiktir. Yani sana sözümüz yok, sen iyi biriydin. Fakat yoldan çıktın, “galiba biri seni sihirledi.” Birinin sihrine maruz kalmasan sen böyle davranmazdır.

Niçin böyle bir akıl yürütme? Çünkü mevcut olanı meşru olarak görüyorlar. İdeal olanı olgu olarak görüyorlar ve bu muhteşem refahın içinde, herkesin ağız suyunu akıtan bu refahın içinde yaşayıp giderken, birinin bu refahın önüne taş koymasını, sen delirdin mi, sen sihiremi maruz kaldın, yani biri seni büyüledi mi diye tepki ile karşılıyorlar. Çünkü onlara göre ye iç yat hesabı olacak. Böyle bir refah toplumunda ancak ya sihirlenmiş olanlar, ya da deli olanlar mevcut duruma itiraz ederler.

Oysa aslında akıllı olanlar görürlerdi. Akıllı olanlar bir zevkin, bir uygarlığın refahının zirveye çıktığı bir durumda eğer bunun içini ahlakla dolduramamışsa bu uygarlığın aslında ne kadar yükseliyorsa o kadar baş aşağı düşeceğini, yani yükseliyor gibi göründüğü tüm durumların kendi aleyhine geliştiğini düşüşünün ve parçalanmasının da o kadar sert ve şiddetli olacağını ancak akıllılar görürler. İşte onların başında da insanlığın ufku peygamberler geliyordu.

Şımarıklığının zirvesine ulaşmış bir refah toplumunda ahlâka çağrı irrasyoneldir. Hz. Salih’i de böyle algıladılar. Yani akılcı değilsin, mutlaka sihirlenmiş olmalısın.


154-) Ma ente illâ beşerun mislüna* fe'ti Bi ayetin in künte mines sadikıyn;

"Sen yalnızca bizim benzerimiz bir beşersin (ama kendini farklı sanıyorsun)! Eğer sözünde sadıksan hadi bir mucize göster!" (A.Hulusi)

154 - Sen bizim gibi bir beşerden başka nesin? Haydi bir âyet getir eğer sadıklardan isen. (Elmalı)


Ma ente illâ beşerun mislüna yine devam ettiler. Sen de sadece bizim gibi beşer türüne ait ölümlü bir insansın. fe'ti Bi ayetin in künte mines sadikıyn eğer doğru sözlü isen haydi bir delil getir de görelim.

Evet, sende bizim gibi bir insansın dediler. Ölümlüsün, beşersin dediler. Aslında insansın demiyorlar tabii beşersin. Onlar gibi bir insan değil, ama onlar gibi bir beşer. Doğrudur, zaten peygamberlerin farklılığı beşerlikte değil insanlıkta, insan olmada farklılar. Fakat onların ima ettiği şey farklı. Ne o? İnsanüstü bir peygamber. Mesela melek. Tüm inkarcı toplumlar böyle bir talepte bulunmuşlardır. Çünkü uymaya gönülleri yoktur. Vahyin çağrısını hayatlarına uydurmaya, hayatlarında yaşamaya gönülleri olmadığı için eğer gönderilen bir melek olsaydı bu sefer; Biz meleği izleyemeyiz diyeceklerdi. Çünkü meleklerin izi olmaz. Onun içinde burada 8 örnek boyunca her peygamber,

Fettekullâhe ve etıy'un beni izleyin Allah’a karşı muttaki olun beni izleyin. Allah’tan sakının, Allah’a saygılı davranın beni izleyin. Çünkü beni Allah gönderdi. Ben O’nun elçisiyim. Eğer Allah’a saygılı olursanız bana da saygılı olursunuz ve beni izlersiniz.

Beni izleyin. Niçin? Beni izleyinin aslında arkasında müthiş bir şey var değerli Kur’an dostları. Filozoflarda olmayan, şairlerde olmayan düşünürlerde olmayan bir şey. Ne o? Ben sizi bir yola çağırıp ta kendim fildişi kulede oturmuyorum. Ben  sizi çağırdığım yolun önündeyim. Yani ben de yolcuyum. Ben de yürüyorum. Eğer bu yolda bir diken varsa önce benim ayağıma batacak. Çünkü ben önünüzden gidiyorum. Beni izleyin diyorum. Sizi izleyeyim, düşün önüme demiyorum, beni izleyin. Fettekul dolayısıyla eğer bu yolda tehlikeler varsa bu tehlikelere önce maruz kalacak olan benim. Ki her peygamber böyle olmuştur zaten. Ümmetlerinin içerisinde peygamberden daha ağır acı çeken olmamıştır. Ağır yük çeken olmamıştır. En ağır yükleri peygamberler çekmiştir.

Eşeddül belâ, alel enbiya, sümmel ulema sümmel emselü fel emsel” sözünde olduğu gibi. İmtihanın en ağırlısı önce peygamberlere,sonra alimlere, sonra işte hakikate yakınlığına göre insanlara paylaştırılmıştır.

Devam ediyor B sayfasına geçiniz.
117. videoyu toplu olarak http://kurantefsir.wordpress.com/2012/10/05/islamoglu-tef-ders-suara-141-227117/ bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder