C sayfasından devam
41-) Kale nekkiru
leha arşeha nenzur etehtediy em tekûnü minelleziyne lâ yehtedun;
(Süleyman) dedi ki:
"Tahtını ona zor tanıyacağı bir hâle getirin; bakalım doğru yolu bulacak
mı yoksa doğru yolu bulamayanlardan mı olacak?" (A.Hulusi)
41 - Ona, dedi:
tahtını başkalaştırın bakalım hakikati tanıyacak mı? Yoksa tanımazlardan mı
olacak? (Elmalı)
Kale
nekkiru leha arşeha nenzur etehtediy em tekûnü minelleziyne lâ yehtedun
sözünü şöyle sürdürdü Hz. Süleyman; Onun tahtını kendisinin tanıyamayacağı bir
hale getirin de görelim bakalım doğru yolu bulacak mı, yoksa doğru yolu
bulamayacak kimselerden mi olacak.
Yine o tevriyeli ibarelerden biri
burada geldi. etehtediy em tekûnü minelleziyne lâ yehtedun doğru yolu
bulacak mı ya da hidayete erecek mi, yoksa hidayete eremeyenlerden mi olacak.
Yine o çift boyutlu bir kullanım. Ama biz biliyoruz ki Hz. Süleyman Krallık
makamından dolayı değil, peygamberlik makamından dolayı davet etti ve burada ki
tehtediy’de onun doğru yolu bulma sadece kendi ahtı olduğunu öğrenme
değil, aynı zamanda Hz. Süleyman’ın ona vermek istediği o hikmetli dersi,
ibreti alma meselesi olduğunu anlamış olacağız.
Bu kıssanın amacı biliyoruz ki artık
muhatabını adım adım hidayete yaklaştırmak.Hz. Süleyman’ın amacı da buydu. Yani
bütün bu yapılanların maksadı muhatabını adım adım Allah’ın kapısına kadar
getirmek, yani onun önüne hidayet yolunu açmak, onu doğru yola yöneltmek. Ondan
sonra o yoldan yürüyüp yürümemek onun bileceği bir iş.
42-)
Felemma caet kıyle ehakeza arşük* kalet keennehu hu* ve utınel ılme min kabliha
ve künna müslimiyn;
(Saba Melikesi) geldiğinde
şöyle denildi: "Senin tahtın işte böyle midir?"... (Melike de) dedi ki:
"Sanki o... Bundan önce (zaten) bize ilim verilmişti ve müslimler olmuştuk."
(A.Hulusi)
42 - Binaenaleyh
geldiğinde böyle mi senin tahtın? Denildi, sanki o, mamafih bize ondan önce
ilim verildi Müslüman olduk dedi. (Elmalı)
Felemma
caet kıyle ehakeza arşük Sebe Kraliçesi
gelince ona; Senin tahtın da böylemiydi denildi. kalet
keennehu huve O da; sanki bu tıpkı o. Dedi. Yani o desem tan o
değil, o değil desem o dercesine, böyle ikircikli bir tavrı yansıtan bir cümle.
Dış görünüşü iç görünüşle nasıl
bağdaştırabiliriz. İşte burada işlenen problem bu. Dış görünüşünü
değiştirdiler, dışında bir takım değişiklikler yaptılar fakat özü o. Onun için
burada ki dış görünüşle iç görünüş arasındaki farka bir dikkat çekiş. Ya da
insanın fıtratından uzaklaşarak tanınmaz hale gelmesine bir dikkat çekiş var
burada. Yani onun tahtını başkalaştırıp biraz bozun bakalım tanıyacak mı.
Her sapma Allah’ın orijinal
yarattı fıtrattan insanın uzaklaşması. Yani bozulması. Fakat dikkatle bakan, ya
da kendine dikkatle bakan biri uzaklaştığı fıtratını yeniden keşfedebilir. Ey
Belkıs, ey kraliçe sen, bizim olanca çabamıza, “değiştirme ve bozma, tahrif
etme” çabamıza rağmen kendi tahtının o olduğu konusunda bir kanaate sahipsin.
Ama buna rağmen yine de kuşkulusun. Sen de Allah’ın yarattığı bir orijinal
varlıksın. Kendini bozmuşsun, fakat kendine iyi bakarsan, dikkatli bakarsan o
bozulmanın altında orijinal bir fıtrat olduğunu yapı olduğunu görürsün gibi bir
ahlaki öğüt anlamamız da hiçbir sakınca yok.
ve
utınel ılme min kabliha ve künna müslimiyn Bundan sonrası, ayetin
devamında ki bu cümle; Biz Hz. Süleyman’a atfen okuduk bunu. Bunun üzerine
Süleyman dedi ki; Hakikatin bilgisi ondan önce bize verilmişti. Bu yüzden de
biz teslimiyet yolunu seçmiş olduk. Müslüman olduk yani.
Başta 2. kuşak tefsir otoritelerinden
Mücahid, daha sonraki ilk tan tefsirin sahibi olan Mukatil, Taberi, Zemahşeri,
İbn. Kesir gibi bir çok müfessir bu son cümleyi Hz. Süleyman’ın ağzından
anlamışlardır. Yani ona atfetmişlerdir. Tabii bu cümleyi Belkıs’a atfedenler de
olmuştur ki bu iki okuyuşun ikisi de kıyaslamalı olarak Razi tarafından
tartışılmıştır. Ama biz daha sonra gelecek 44. ayette Belkıs’ın Müslüman
olduğunu itiraf ettiğinden yola çıkarak kıssada ki anlatım sürecinde bu
cümlenin Belkıs’a ait olamayacağını anlıyoruz.
43-)
Ve saddeha ma kânet ta'büdü min dunillâh* inneha kânet min kavmin kafiriyn;
(Bundan önce Melikeyi) Allâh
dûnunda tapındığı şeyler alıkoymuştu... Muhakkak ki O hakikat bilgisini inkâr
eden bir toplumdandı. (A.Hulusi)
43 - Mukaddemâ
Allah dan başka taptığı şeyler ona mâni' olmuştu çünkü kâfir bir kavimden idi. (Elmalı)
Ve
saddeha ma kânet ta'büdü min dunillâh ona ise Allah’ı bırakıp tapına
geldiği şeyler engel oldu. Hz. Süleyman’a atfen devam eden söz bu. Bu cümleyi
diğer şekilde anlayanlar, yani yukarıdaki cümleyi Belkıs’a ait olarak
okuyanlar, bu cümleyi de Allah’a ait olarak okumuşlardır. Ama Hz. Süleyman’ın
sözünün bir devamı olarak okunması daha doğrudur. Yani Allah’ı bırakıp ta
tapına geldiği şeyler ona engel oldu. Belkıs’a engel oldu.
inneha
kânet min kavmin kafiriyn çünkü o zaten hakikati ısrarla inkar eden
bir toplumun mensubuydu.
44-)
Kıyle lehedhulis sarh* felemma raethü hasibethü lücceten ve keşefet 'an
sâkayhâ* kale innehu sarhun mümerredün min kavariyr* kalet Rabbi inniy zalemtü
nefsiy ve eslemtü mea Süleymane Lillâhi Rabbil alemiyn;
Ona:
"Köşke gir" denildi... (Melike) onu görünce derin bir su sandı ve eteklerini sıvadı... (Süleyman) dedi ki: "O
iyice cilalı billur camdan bir köşktür"... (Melike) dedi ki: "Rabbim, ben (dışsal bir güce - güneşe tapmakla) nefsime zulmettim ve (artık) Süleyman ile birlikte Rabb-ül âlemîn olan Allâh'a teslim
oldum!" (A.Hulusi)
44 - Köşke
gir denildi ona, derken onu görünce derin bir susandı ve paçalarından çemrendi,
Süleyman, o dedi: mücellâ bir köşk, sırçadan, kadın ya rabbi! Dedi: hakikaten
ben evvel nefsime zulmetmişim, şimdi Süleyman’ın maiyetinde teslim oldum
Allaha, o rabbül'âlemine. (Elmalı)
Kıyle
lehedhulis sarh Yine Sebe Kraliçesine saraya buyurun denildi. felemma raethü hasibethü lücceten ve keşefet 'an sâkayhâ
fakat sarayı görünce onun önünde derin bir su var sandı ve eteklerini yukarı
kaldırdı. kale innehu sarhun mümerredün min kavariyr
Süleyman dedi ki; Bu tabanı kristalle kaplı bir saraydır. Yine öğüt üstüne
öğüt, ders üstüne ders. Muhteşem ders devam ediyor. Yani Belkıs’ın büyük
öğretmeni Süleyman yine cins öğrenci Belkıs’a şahane bir ders daha veriyor.
Yukarıdaki dersin aslında bir benzeri. Burada da eşyanın görünüşüyle gerçekliği
arasında ki farka dikkat çekiş.
Tefsirlere verilen malumat şu;
Belkıs Hz. Süleyman’ın sarayına girecekken, Hz. Süleyman’ın sarayının önünde
akan bir su vardır, o suyun üzerine hiç fark edilmeyecek şekilde bir camdan,
kristalden bir yol döşenmişti. Suyun akışı görülmektedir fakat suyun üstündeki
o cam görünmemektedir. Gören su akıyor zannetmektedir. Onun için Belkıs’ta
eteklerim ıslanmasın diye, adeta sanki akarsuyun içine adım atıyormuş gibi
attığında adımını, bakıyor ki suya değmiyor. Süleyman açıklama yapıyor; O
gördüğün aslında sen suyu gördün, fakat suyun üstündeki camı göremedin.
İnsan bazen öyledir, bazen cama
bakar, bazen camdan bakar. Cama bakan camın arkasını göremez. Bazen de camın
arkasını göreyim diye camı göremez. Camı göremeyenlerin biliyorsunuz bazen
kafalarını, burunlarını, gözlerini yardıklarını görürsünüz. Çünkü göremeyince
orada bir şey yok zannedip geçmeye çalışır ama tabii ki gerçeğin acıtıcı
etkisiyle karşı karşıya kalır. Bir taraflarını yaralayabilir.
Onun için burada gerçekliğin iki
farklı boyutu arasında ki irtibat kuruluyor ve ona nereden bakması gerektiği,
baktığında hem dışını hem içini doğru okuması gerektiği yani gözün her şeyi
doğru göstermediğini, sadece gözün her şeyi görmediği söyleniyor aslında ona.
Eğer aklını kullanmazsa, göz tek başına yeterli değil. Onun için kalp gözü
görmüyorsa eğer, Ki kalp gözü işte aklın ışığıdır. Vahiy o ışıktır. Vahiy ile
aydınlanmış kalbin gözü görmüyorsa baş gözü eşyayı yarım görür ve böyle
aldanır. Aldanınca da etrafına gülünç olur. Verilen öğüt bu.
kalet
Rabbi inniy zalemtü nefsiy kadın; Rabbim dedi ben kendime kötülük
etmişim. Tabii bu ders verilir, veren güzel vermiş dersi, alanda harika almış.
Yani anlaşıldı sadece baş gözü hakikati görmeye yetmiyor. İnsanı gülünç
düşürüyor. Çünkü suyu gördüm ama suyun üstünde ki camı göremedim. Göremeyince
de eteklerim ıslanmasın diye suya girecekmiş zannettim kendimi ve kaldırdım.
Yani kendi kendimi komik duruma düşürdüm.
Peki ya etrafındaki varlığa,
iktidara, servete bakışın? Ya servetinde sadece bu suyu gördüğüm gibi
görüyorsam, ya iktidarımı da böyle görüyorsam, yarım görüyorsam, ya hayatı da
böyle yarım görüyorsam, ya gerçeği böyle yarım görüyorsam. O zaman ben hepten
mahvolmuşum. İşte o zaman ben kendime büyük kötülük etmişim dedi.
ve
eslemtü mea Süleymane Lillâhi Rabbil alemiyn artık ben de
Süleyman’la birlikte alemlerin rabbine gönülden teslim oldum. Dedi. Evet, yani
gösterilen hakikati gördüm, verilen öğüdü aldı ve Sebe Melikesi sonunda doğru yolu, hidayeti buldu.
Menkıbevî kıssa da baştan beri
kullanılan tevriyeli dil, teslimiyet, hidayet maksatlı olduğu bu ayette olduğu
ortaya çıktı aslında. Sebe Melikesi mutlak iktidara teslim oldu en sonunda.
Yani geçici iktidarın mahiyetini öğrendi, kalıcı iktidarın kimin iktidarı
olduğunu öğrendi, bilgi ve hikmete teslim oldu. Yani Süleyman’da bulunan bilgi
ve hikmete kendisi de teslim oldu. Artık boyun eğmek, baş eğmek gerektiğinde
sadece Allah’a baş eğileceğini, kulluk edileceğini öğrenmiş oldu. Görüyorsunuz
Melike yani Kraliçe de din kardeşimiz oldu, Müslüman oldu. Ayette;
ve
eslemtü mea Süleymane Süleyman’la birlikte Müslüman oldu, onunla
birlikte olmayı kabullendi artık. Müslüman oldu. Dolayısıyla buradan yola
çıkarak şu açık gerçeği bir kez daha anlıyoruz.
İnsanlık tarihi boyunca hakikatin
tüm erleri Müslüman dır. Hangi peygambere müntesip olursa olsun her peygamber
İslam’a çağırmıştır. Her vahiy İslam’ın vahyidir. Her peygamber İslam’ın
peygamberidir ve İslam insanlığın değişmez değerlerinin öbür adıdır. Biz bir
kez daha bunu öğreniyoruz.
45-)
Ve lekad erselna ila Semude ehahüm Salihan enı'budullahe feizâhüm feriykani
yahtesımun;
Andolsun
ki Semud'a, kardeşleri Sâlih'i, "Allâh'a kulluk edin!" diye irsâl
ettik... Onlar hemen birbirleriyle zıtlaşan iki grup oldular. (A.Hulusi)
45 - Celâlim
hakkı için, Allaha ibadet edin diye, Semûd’a da kardeşleri Salihi göndermiştik,
derken bunlar iki fırka oldular çekişiyorlardı. (Elmalı)
Ve
lekad erselna ila Semude ehahüm Salihan enı'budullah doğrusu Semud’a
da soydaşları Salih’i yalnızca Allah’a kulluk edin diye gönderdik.
Şimdi burada yepyeni bir kıssaya
girdi sure, Salih kıssasına. Semud kavmine gönderilen Salih peygamber
kıssasına. İki kıssanın arasında ilginç bir irtibat ta var. Yukarıda ki
menkıbevî Süleyman ve Belkıs kıssası aslında her davet edilen davetçi davete
icabet etmemiştir. Davete icabet eden kimseler kurtulmuştur. Bakın tarihte
peygamberlerin davetine icabet eden Krallar olmuştur, Kraliçeler olmuştur.
İktidarlarını bırakıp ilahi iktidara teslim olmuşlardır. Yani Allah’ın mutlak
iktidarına boyun eğmişlerdir. Fakat öyleleri de olmuşlardır ki Sebe melikesinin
yanında onların ismi bile anılmaz, ona rağmen vahye karşı çıkmışlardır. İşte
onlardan bir örnek te Salih peygamberin kavmidir.
Salih kavmi Kuzey Arabistan da
Medaiyn-i Salih diye bugünde bilinen ve kalıntıları hala ayakta olan bölgede
yaşamış, şehirde yaşamış olan bir kavim. 2. Âd diye de anılır bunlar. 1. Âd
biliyorsunuz Hûd peygamberin kavmi idi ki onların yaşadığı yer güney Arabistan
da bugün Yemen ile Hadramed arasında Ahkaf diye bilinen kum tepelerinin
bulunduğu yerde idi. O belanın ardından büyük bir göç dalgası halinde Kuzeye
doğru bir takım Arap kavimleri gelmiş olabilirler bunların eski ataları onlar olmuş olabilir.
İşte Semud kavmi tarihte çok
büyük bir uygarlık kurmuş, Hatta M.Ö. eser vermiş olan bir çok Yunan filozofu
ve yazarı tarafından da kayda geçirilmiş bir toplumdur. Ki biz Semud kavminin
adına M.Ö. 715 tarihini taşıyan kargon (vadisi) kitabelerinde
rastlıyoruz.
Yine ilginçtir Aristonun,
Ptolemy’nin ve Pilini’nin eserlerinde bu kavmin ismine rastlıyoruz. Onun için
bu kavmin ne kadar büyük bir uygarlık kurmuş olduklarını da anlıyoruz. Yani
M.Ö. sinde yazılmış olan eserlere girmiş bu kavmin hikayesi, ismi.
Semud’lular kurdukları refah
toplumunda şımarmışlar ve başlarına ne geldiğini de rabbimiz Kur’an ın çeşitli
yerlerinde bize aktarmıştı ki, bundan önceki Şuârâ suresinde 142 ve 159.
ayetleri arasında işlemiştik. Yine muhtelif surelerde bu kavim işlenmişti. Ki
enbiya suresinde olsun, A’raf suresinde olsun, Hicr suresinde olsun ve başka
surelerde bu kavimden söz edilir.
feizâhüm
feriykani yahtesımun fakat onlar birbirleri ile çelişen iki fırkaya
ayrılıverdiler. Yani peygamber geldi, davet etti, fakat onlar hakikati
tartışmaya başladılar iki fırkaya ayrıldılar.
46-)
Kale ya kavmi lime testa'cilune Bisseyyieti kablel haseneti, levla testağfirunAllâhe
lealleküm turhamun;
(Sâlih) dedi ki: "Ey
kavmim! İyilikten önce kötülüğü niye acele istiyorsunuz? Merhamet görmeniz için
Allâh'a istiğfar etseniz iyi olmaz mı?" (A.Hulusi)
45 - Celâlim
hakkı için, Allaha ibadet edin diye, Semûd’a da kardeşleri Salihi göndermiştik,
derken bunlar iki fırka oldular çekişiyorlardı. (Elmalı)
Kale
ya kavmi lime testa'cilune Bisseyyieti kablel haseneh Salih
peygamber, Ey kavmim dedi. Niçin iyi olan dururken kötü olanın çabucak
gelmesini istiyorsunuz ki. Onlar; Haydi bakalım diyorlardı şu vaat ettiğin
azabı getiri versene, belayı getiriversene. Haydi biz sana itiraz ediyoruz.
Belamızı bulalım haydi getir de görelim diyorlardı. Böyle meydan okuyorlardı
hakikate karşı.
levla
testağfirunAllâhe lealleküm turhamun Niçin Allah’tan af
dilemiyorsunuz, belki affedilirsiniz, bağışlanırsınız.
47-)
Kalüt tayyerna Bike ve Bi men meak* kale tâiruküm indAllâhi bel entüm kavmün
tüftenun;
Dediler
ki: "Sen ve sana tâbi olanlar yüzünden uğursuzluğa uğradık." (Sâlih) dedi ki: "Sizin
uğursuzluğunuz Allâh indîndedir... Hayır, siz imtihan edilen bir
toplumsunuz." (A.Hulusi)
47 - Biz,
sen ve maiyetindekiler ile teşe'üm ettik dediler, sizin dedi: şeâmetinizin
sebebi Allaha malûm doğrusu siz öyle bir kavimsiniz ki imtihan olunuyorsunuz. (Elmalı)
Kalüt
tayyerna Bike ve Bi men meak onlar ne cevap veriyorlardı biliyor
musunuz, diyorlardı ki biz senin ve seninle beraber olanların uğursuzluk
getirdiğine inanıyoruz. Diyorlardı. Cevaba bakın, ilginç değil mi? Uğursuzluk
getirmek, neden? Aslında bu cevapta Mekke’nin müşrik çevresine bir ima olduğunu
görüyorum. Mekke müşrikleri de refahlarını yitireceklerinden korkuyorlardı.
O akıl şöyle bir akıldır. İçinde
bulundukları o refahın, o kendilerini şımartan o zenginliğin kendi uğurları
olduğunu zannederler. Allah’a atfetmezler onun kaynağını, uğura atfederler.
Onun içinde kendilerine hakikati gösteren insanları uğursuzlukla suçlarlar.
Böyle sapmış bir bakış açısı.
Aslında bu sapmış bakış açısının
temelinde eşyaya uğur atfı yatar. İslam; Eşyaya uğur atfını yasaklar. Eşya
kendiliğinden ne uğurludur ne uğursuzdur. Böyle bir uğur atfı tamamen batıldır,
saçmadır. Aslında saçmalık düzeyinde de kalmaz bu. İslam’ın, vahyin bunu
yasaklaması ve tamamen yok sayması uğur atfının böyle batıl bir inancın
sahibini gülünç ve komik bir duruma düşürmesinden dolayıdır.
Nedir o? Eşyaya kutsallık atfı
bunu yapan kimseyi eşya karşısında nesneleştirir. Biri eşyaya kutsallık atfetti
değil mi? bu eşya uğurludur, ya da uğursuzdur dedi, o eşya karşısında kendisi
nesne haline gelir, nesneleşir. Artık o eşya ondan daha güçlü olur. İnsan kendi
elleriyle kendisini nesneleştirmiş, yani beş paralık etmiş olur. İnsanın buna
hakkı yok. O özne haline gelir. Özne olan nesne olanı oynatır. Dolayısıyla
insan potansiyelini kendi elleriyle yok eder. İç potansiyelini sıfıra indirir.
İşte Allah bunu istemiyor.
İnsanın kendi kendisine en büyük hakaret olarak görüyor, zulüm olarak görüyor.
İnsanın kendisine zulmü. Onun için onun kulu olmaya doğru gider ve kulu olur.
Çünkü o özne kendisi nesnedir. Onun için el Kudüs Allah’ın sıfatıdır. Mukaddes
olan odur ve bir şeye mukaddeslik verilecekse O verir, kutsallık atfedilecekse
O atfeder. O’nun kutsallık atfetmediği bir şeye kutsallık atfedenler Allah’ın
bu sıfatına ortak koşmuş olurlar.
kale
tâiruküm indAllâhi bel entüm kavmün tüftenun Salih; uğursuzluğunuz
Allah’ın takdirindedir. Dedi yani aslında siz işi bilmiyorsunuz, uğur ya da
uğursuzluk yok. Allah’ın takdiri vardır. Yani Allah’ın eşyaya koyduğu ölçü
vardır. Kaldı ki siz besbelli sınanan bir toplumsunuz dedi. Sınanıyorsunuz.,
ama sınavı böylece kaybediyorsunuz. Yani elinize geçirdiğiniz şu nimet, şu
refah aslında eşyanın uğurundan mı bilecekler yoksa Allah’tan mı bilecekler
diye sınanmak için size verildi. Fakat siz sınavı kaybediyorsunuz.
Devam ediyor E sayfasına geçiniz.
119. videoyu toplu olarak http://kurantefsir.wordpress.com/2012/10/19/islamoglu-tef-ders-neml-032-058119/
bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder