A sayfasından devam
64-)
Emmen yebdeül halka sümme yu'ıydühu ve men yerzükuküm minesSemai vel Ard*
eilâhun meAllâh* kul hatu burhaneküm in küntüm sadikıyn;
Yoksa
yaradılmışları ibda edip (açığa çıkarıp) sonra onu (ilk hâline -
hakikatine) iade eden; sizi semâdan ve arzdan
yaşam gıdasıyla besleyen mi? Allâh yanı sıra tanrı mı? De ki: "Hadi
getirin kesin kanıtınızı, eğer doğru söyleyenler iseniz?" (A.Hulusi)
64 - Yoksa
halkı iptida yaratıp duran sonra onu iade edecek olan ve size Gökten ve Yerden
rızık veren mi? Bir tanrı mı var Allah la beraber? De ki haydin getirin
bürhanınızı (delil) sadıksanız. (Elmalı)
Emmen
yebdeül halka sümme yu'ıydüh Allah değilse kimdir yaratılışı ilk
defa başlatan ve onu tekrar tekrar yenileyen?
Hatırlayalım o ölümsüz Kur’anî
ibareyi; ve
"HU"vel Hallâkul Aliym; (Yasin/81) yaratmayı meslek edinen
bir O. Yani devamlı yaratandır sürekli yaratandır.
Yine başka
bir ayet; külle yevmin HUve fiy şe'n.
(Rahman/29) O her an bir şa’nda dır, her an yaratmadadır. İlk yaratış ve
sürekli yaratış. Yaratılışın çevrimsel yasasına bir atıf bu ayet. Yani ilk kez yarattı ve bu yaratılışı bir yasaya bağladı.
Bağladığı bu yasa gereğince yaratılışı sürekli kıldı ve işte bu süreklilik
içerisinde, bu çevrim içerisinde her şey akmakta, hayat O’nun takdir ettiği
çevrime göre sürekli dönmekte. Unutmayınız gece ve gündüz, dünya ve ahiret işte
bu çevrim çerçevesinde hayat deveran etmekte döne durmakta.
ve men
yerzükuküm minesSemai vel Ard dahası kimdir sizi gökten ve yerden
rızıklandıran Allah değilse. Yaratmakla yetinmedi yarattıklarını doyurdu.
Yarattıklarının yaşaması için gerekli olan her şeyi de yarattı. Bu Er rab
sıfatının bir gereği idi. Yaratan, yarattığını görüp gözeten, koruyup kollayan,
yarattığını terbiye eden yarattığına hedef koyan, koyduğu hedefe ulaşması için
aletler, araçlar veren, akıl gibi, irade gibi, nübüvvet gibi, risalet gibi,
vahiy gibi maddi ve manevi bir yığın nimet veren ve o amaca peyderpey, aşama
aşama ulaştıran Er rab budur işte. Yani sadece yaratmadı, yarattığı için
bir de yaşaması için gereken her şeyi ortaya koydu, rızkını da yarattı,
doyurdu.
eilâhun
meAllâh şimdi ne yani Allah’tan başka bir tanrı öyle mi? Var mı
böyle bir şey. Yani böyle yapan bir insan, Allah’tan başka birine yönelen bir
insan aslında bütün bu şeylerin yaratıcısına nankörlük etmiyor mu? Allah versin
de başkasına teşekkür etmeye kalksın, Allah versin de O’nu unutup yönünü başka
tarafa çevirsin. eilâhun meAllâh Allah’la
beraber başka bir ilah ha?
kul
hatu burhaneküm in küntüm sadikıyn De ki; eğer doğru söylüyorsanız
haydi delilinizi, belgenizi, ikna edici argümanınızı getirsenize? Yani eğer
Allah’tan başka bir ilah olduğuna inanıyorsanız veya öyle görüyor öyle hareket
ediyorsanız bu konuda ikna edici bir delil getirsenize.
65-)
Kul lâ ya'lemu men fiysSemavati vel Ardıl ğaybe illAllâh* ve ma yeş'urune
eyyane yüb'asûn;
De ki:
"Semâlarda ve arzda gaybı Allâh'tan başka kimse bilmez... Ne zaman bâ's
olunacaklarına da şuurları yoktur!" (A.Hulusi)
65 - De
ki: Göklerde ve Yerde Allah dan başka kimse gaybı bilmez, onlar da ne zaman
ba's olunacaklarını bilmezler. (Elmalı)
Kul lâ
ya'lemu men fiysSemavati vel Ardıl ğaybe illAllâh De ki göklerde ve
yerde Allah’tan başka hiç kimse insan idrakini aşan hakikatleri bütünüyle
kavrayamaz.
Evet değerli dostlar burada
özellikle el gayb kavramı, ki Kur’anî kavramlardan biridir. Belki Kur’an ın
yeniden kavramlaştırdığı ıstılah olarak kullandığı kelimelerden biridir bu el
gayb. Bu kavramı insan idrakini aşan hakikat diye çevirdim. Bu çevirim boşuna
değil, bunun böyle açılıma sahip olduğunun en güzel gerekçesi bir sonraki
ayettir. O ayeti tefsir ederken irtibatı da kurmaya çalışacağım.
Bu ibare aynı zamanda insan
aklının sınırlılığına bir göndermedir. Yani göklerde ve yerde sadece sizin
bildikleriniz değil bilmedikleriniz de var. Sırrına eremedikleriniz, bilginizin
ulaşamadıkları. Bu manada, peki bu bağlamda niçin gelmiş diyecek olursak,
unutmayınız ki bu bağlam Ahirete müteallik bir bağlamdır. Hep ahirete iman ile
ilgili ayetler yer alıyor. Bu bağlamda ahiretle ilgili, Allah ile ilgili tüm
anlatımlar mutlaka mecazi olmak durumunda. Bunun ötesinde mutlak hakikate
insanın aklı kavramaz. Mutlak hakikati tümüyle kavramaz. Onun içindir ki
Allah’ı zatıyla değil sıfatıyla biliriz. Allah’ı zatıyla düşünmemiz yasaklanmış
hatta. Çünkü zatıyla düşünmeye kalktığınızda bildiğiniz nesnelerden bilmediğimizi
çıkarmaya kalktığımız için, insan aklının düşünme mekanizması böyle olduğu için
Allah’ı da şeyleştiririz. Cisimleştirmeye kalkarız. Onun içindir ki insan aklı
gaybın künhüne vakıf olamaz. Gayba sadece atıflar yolu ile vakıf olur.
İşte burada haddi zatında
göklerde ve yerde daha bir çok bilmediğimiz, bilemeyeceğimiz, havsalamızın
almayacağı, idrakimizin kapsayamayacağı bir çok varlık olduğu da ima edilmiş
olur bu ayette.
ve ma
yeş'urune eyyane yüb'asûn hiç kimse öldükten sonra ne zaman
dirileceğini de bilemez.
[Ek
bilgi; “Gayb oluşu algılayana GÖREdir! Allâh dilerse istediğine, gayb hükmünden
çıkartır. (A.Hulusi 75. ayet.)]
66-)
Belid dareke ılmuhüm fiyl ahireti, bel hüm fiy şekkin minha* bel hüm minha
amun;
Hâlbuki
sonsuz gelecek yaşam hakkında onların bilgileri birikmiştir. Hayır, onlar ondan
kuşku içindeler... Hayır, onlar ondan kördürler! (A.Hulusi)
66 - Fakat
Âhiret hakkında ılımları tevalî etmekte fakat onlar ondan bir şekk
içindedirler, daha doğrusu onlar ondan kördürler. (Elmalı)
Belid
dareke ılmuhüm fiyl ahireh değilse ahirete ilişkin hakikatler
onların idrak edebileceği bir biçimde kendilerine sunulmuştur. Bu ibarenin
nasıl anlaşılması gerektiği daha ilk nesilden itibaren problem olmuştur. Onun
içinde bize tefsirler İbn. Abbas’tan ve diğer 2., 1. ve 3. neslin
müfessirlerinden farklı okuyuşlar ve farklı anlayışlar taşırlar.
Bu ibarenin tam zıddı bir anlamda
taşıdığını söylemek mümkün. Şöyle de çevirebiliriz. Hayır onların ahirete
ilişkin bilgileri yeterli değildir. Benim çevirim ahirete ilişkin hakikatler
onların idrak edebileceği bir biçimde kendilerine sunulmuştur şeklindeydi.
Hayır onlar ahirete ilişkin bilgileri yeterli değildir. Yani ahirete ilişkin
bilgi konusunda yeterli değillerdir şeklinde de çevrilebilir. Ama itiraz şöyle
edilir bu çeviriye; “Bel” edatı sonrasını olumsuzlamaz. Dahası bereke
yüksek bir şeyi alçak olan bir şeyin seviyesine indirmeye denir. İddareke,
tedarük kelimesinin kökeni olan dereke yüksek bir şeyi alçak bir şeyin
seviyesine indirmektir.
Aslında burada ayetin de anlamı
ortaya çıkıyor. Yüksek hakikatler, yani kâinatın hakikatleri yüksek hakikatler.
Allah’a ilişkin özellikler en yüksek hakikat. Allah’a ilişkin en yüce hakikati
insan zihnine indirmeden insan zihni nasıl kavrayacak. O nedenle bu hakikati insan
zihnine indirmiştir vahiy. Vahyin inmesi aynı zamanda böyle manevi bir inişe de
tekabül eder. Yani sadece mekansal bir iniş değil, sadece makami bir iniş değil
aynı zamanda, bir de insanın idrakine indirilmesi. Mutlak hakikatin mukayyet
akla indirilmesi. Sınırsız hakikatin sınırlı aklın anlayacağı bir seviyeye
getirilmesi. İşte aslında Berake bu.
Yine tedarük tedareke fiil olarak
en arkadaki en öndekine yetişti demektir. Tebareke; en arkadaki en öndekine
yetişti. Bu durumda burada söylenen şu; Onlara idraklerini aşan hakikatler
bütünüyle, yani en arkadaki de dahil, baştan sona idraklerine indirildi. Zaten
ayetin devamında ki ibare de bu tercümemizi doğruluyor onu da okuyalım;
bel
hüm fiy şekkin minha ger gör ki onlar, ondan yana hala şüphe
içindedirler. bel hüm minha amun daha
beteri ondan yana kördürler.
Yine 66. ayetin ilk cümlesi İbn.
Abbas tarafından farklı bir okumayla istihza içerdiği de söylenmiştir. Hatta
soru içeriği ile anlayan da olmuştur. Bu ayeti. Bu ayetin söylemek istediği şey
aslında açık. Eğer tabiata bakarsanız ey insanoğlu, eğer tabiata bakarsan
hayatı okuyabilecek bir zihinle bakarsan o zaman ahiretin varlığına aklen kani
olursun. Yani şöyle bak etrafına. Allah’ın varlığına ahiretin varlığına, yani
gözünle göremediğin hakikatlerin varlığına eğer aklınla doğru biçimde okursan
aklınla görürsün. Gözünle göremediğin mutlak hakikatleri aklınla
kavrayabilirsin. Ama doğru bak.
Bak yere bak göğe. Suyu kimin
indirdiğini düşün, bu yer yüzünü kimin dizayn ettiğini düşün. Bu geceyi ve
gündüzü kimin dizayn ettiğini düşün. Bunların insana vermeye çalıştığı dersleri
düşün. Bütün bunları doğru okursan eğer Allah’ı da layıkıyla bilirsin ahireti
de. O zaman görür gibi inanırsın. Görmezsin, göremezsin, çünkü göz sınırlıdır.
Fakat görür gibi inanırsın. Görmek için gitmen lazım, gidemezsin. O halde
gidebileceğin bir yerin var; akıl. İntikal edebilirsin. Bilinç gözün aşamadığı
duvarları aşar. Onun için bilincinle aşabilirsin. İşte burada bu ayetin
hepimize söylediği gerçek bu.
67-)
Ve kalelleziyne keferu eizâ künna türaben ve abaüna einna lemuhrecun;
Hakikat
bilgisini inkâr edenler dediler ki: "Biz ve atalarımız toprak olduğumuzda,
gerçekten çıkarılacak mıyız?" (A.Hulusi)
67 - Ve
o küfredenler şöyle dediler: bir toprak olduğumuz vakit mı biz ve atalarımız?
Hakikaten bizler mutlak çıkarılacak mıyız? (Elmalı)
Ve
kalelleziyne keferu bu yüzden inkârda direnen kimseler şöyle dediler
eizâ künna türaben ve abaüna einna lemuhrecun
ne yani biz ve atalarımız toprağa karışıp gittikten sonra yeniden çıkarılacağız
öyle mi? Yani bu mümkün olacak mı?
68-)
Lekad vu'ıdna hazâ nahnu ve abaüna min kablü in hazâ illâ esatıyrul evveliyn;
"Andolsun
ki biz de önceki atalarımız da bununla tehdit edildik! Bu eskilerin
masallarından başka bir şey değil." (A.Hulusi)
68 - Yemin
ederiz ki bu bize de vaad olundu bundan evvel atalarımıza da, bu, eskilerin
esatîrinden başka bir şey değil. (Elmalı)
Lekad
vu'ıdna hazâ nahnu ve abaüna min kabl doğrusu bu vaad bize ve
atalarımıza önceden de yapılmıştı. Yani daha önceden de böyle şeyler vaat
edenler olmuştu. Demek ki bu ayetlerin ilk muhatapları daha önceden gelmiş olan
vahiylere ilişkin azda olsa, kıt ta olsa bu bilgilere sahipler. Daha önce de
yapılmıştı diyorlar. in hazâ illâ esatıyrul evveliyn
bu eskilerin masallarından başka bir şey değil.
Kur’an da nerede eskilerin
masalları ifadesi gelirse orada mutlaka bağlam olarak ahirete atıf vardır. Onun
için çoğunluğun zannettiği gibi eskilerin masalları, Kur’an da anlatılan
peygamber kıssalarına gitmiyor, ona ima içermiyor. Aksine ahiret hayatına ima
içeriyor. Yani bunu söyleyen inkârcı mantık eskilerin masalları diye peygamber
kıssalarına demiyor Ahiret hayatına diyor,ahiretin varlığına diyor.
Eskilerin masalları..! Yani
insanoğlu neden ahireti inkâr için bu kadar direnir?Ahireti inkâr etmek insana
ne kazandırır? Oysa ki aksine kaybettirir. Çünkü insan eğer üstünde düşünürse
kendi varlığını bir sürüngenin, bir haşaratın bir solucanın varlığıyla
eşitlemiş olur ahireti inkâr ederse. Yani insan yaratılmışların en zirvesinde
oturan bu bilinçli, akıllı varlık, kendisi üzerine düşünebilen yegane varlık
nasıl olurda yani mahlukat içerisinde kendisi üzerine düşünebilen, kendisi
hakkında düşünebilen, nede, niçin, nasıl diye sorabilen ender varlık. Böyle bir
varlık nasıl kendi varlığını haşaratlarla eşitleyebilir.
İşte bu sorunun cevabını bulmak
için insanoğlunun ahireti neden inkar ettiğinin delillerine bakmak lazım.
İnsanoğlu ahireti sorumluluktan kaçınmak için inkâr eder. Yani hesap vermemek
için. Bu ne demektir? Kısacı bir hayatın hesabını vermemek için sonsuz bir
hayatı reddetmek gibi büyük bir ahmaklık. Kısacık bir hayatın lezzetinden
zevkinden mahrum kalmamak için ebedi hayatı satmak, aslında satamamaktır tabii.
Satmaya kalkmaktır. İnsanın kısa lezzetleri uğruna, geçici hazları uğruna nasıl
bir ihanet edebileceğinin de göstergesidir bu. Kendisine ihanet edebileceğinin.
Çünkü ahireti inkâr insanın kendisine ihanettir, ruhuna ihanettir, ölümsüz
tarafına ihanettir. Ölümlü olan tarafını hoşnut edeceğim diye, ölümsüz olan
tarafını satıyor, satmaya kalkıyor.
Düşün, bu en değerli şeyini, en
ucuza satan bir ahmak gibi. İnsan geçici dünya hayatını daha da
lezzetleştirmek, daha da zevklendirmek için ebedi hayatını satabiliyor. Onun
için inkâra yöneliyor. Yoksa ahireti inkârdan insanın çıkarı ne olacaktır.
İnsan kendisine hakaret etmektedir aslında. Kendi varlığını sürüngenlerin
varlığı ile eşitlemektedir. İşte vahiy ahireti inkâr üzerinde bu kadar şiddetle
durması aslında insana bu gerçeği öğretmek için.
69-)
Kul siyru fiyl Ardı fenzuru keyfe kâne akıbetül mücrimiyn;
De ki:
"Arzda seyredin de, suçluların sonu nasıl oldu, bir bakın."
(A.Hulusi)
69 - De
ki; hele, Arzda bir gezinin de bakın mücrimlerin akıbeti nasıl olmuş? (Elmalı)
Kul
siyru fiyl Ardı fenzuru keyfe kâne akıbetül mücrimiyn de ki; yeryüzünde
dolaşın da günahı tabiat haline getirenlerin sonu ne olmuş görün.
Kur’an da yaklaşık 7 – 8 yerde
geçer, tam sayısını hatırlayamıyorum bu çağrı. Gezin yer yüzünü, dolaşın
yeryüzünü, görün suçluların sonu ne olmuş, görün sahtekarların sonu ne olmuş,
görün hainlerin sonu ne olmuş. Hep bu çağrıyı yapar. Aslında bu seyahati bir
bilgi objesi olarak görmektir. Yani seyahati sadece zevk, sadece insana keyif
veren bir şey olarak değil, amaçsız değil amaçlı bir bilgi objesi olarak
görmektir seyahati. Seyahat aynı zamanda bir kitap okumaktan daha değerli
bilgiler verebilir insana. İşte burada yıkılmış uygarlıkların kalıntısı ibret
vesikası olarak okunursa insan için aslında hakikate doğru insanı yönelten bir
parmak olur. Bir işaret, bir levha olur.
Devam ediyor C sayfasına geçiniz.
120. videoyu toplu olarak http://kurantefsir.wordpress.com/2012/10/26/islamoglu-tef-ders-neml-059-093120/
bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder