18 Ekim 2012 Perşembe

İslamoğlu Tef. Ders. NEML (015-021)(118-D)



C sayfasından devam

16-) Ve verise Süleymanü Davude ve kale ya eyyühenNasu ullimna mantıkattayri ve utina min külli şey'* inne hazâ le hüvel fadlül mubiyn;

Süleyman, Davud'a vâris oldu ve dedi ki: "Ey insanlar... Bize Mantık-at Tayr (kuşdili - insan dışındaki canlılarla iletişim özelliği) öğretildi; (böylece) bize her şeyden (bilgi alma nasibi) verildi... Muhakkak ki bu, apaçık lütuftur!" (A.Hulusi)

16 - Ve Süleyman Davûd’a varis olup ey Nâs, dedi: bize mantıkuttayr (kuş dili) talim buyruldu, hem bize her şeyden verildi, şüphesiz ki bu her halde o fazlı mübîn. (Elmalı)


Ve verise Süleymanü Davude ve Süleyman, Davud’a varis oldu. M.Ö. 900 lerde, yani spesifik olarak 965 – 926 yılları arasında Hz. Süleyman iktidarda bulundu. O muhteşem adalet devletini ayağa kaldırdı. Ki; 40 yıl iktidarda bulundu yaklaşık olarak. Bu iki peygamberin elinde kurulmuş olan adalet devleti gerçekten de kendisinden sonraki uygarlıkların önünü açtı. Bunların varisi olan Yunan düşüncesi yeryüzünde belki de felsefenin ulaştığı ufukları temsil etti. Ama o ufuklara Süleyman ve Davud A.S. sayesinde ulaştı.

Tabii burada bir karşılaştırma daha yapmak lazım; Davud ve Süleyman peygamber, baba oğul sultan oldular, peygamber olarak aynı soydan gelen Zekeriyya ve Yahya kurban oldular. Yine baba oğul peygamber olarak. Yani 1. ler yeryüzünün bir tarihinde yükselen zamanına denk gelmişlerdi, 2. ler alçalan zamanına denk geldiler. Fakat bu 2 örnekte, kurban olanlar da sultan olanlarda hep amaçlarına hizmet ettiler, hep başarılıydılar. Yani başarılı olmak için Sultan olmak şart değil, Kurban olmakta şart değil. Aslında sultan olanlar da kurban olmuştu, kurban olanlar da sultan olmuştu.

Onun için hangi zeminde, zamanın ve tarihin yükselen ya da alçalan zamanında gelip gelmediğiniz önemli değil, görevinizi yapıp yapmadığınız önemli mesajı veriliyordu bu 4 örnek zemininde.

ve kale ya eyyühenNasu ullimna mantıkattayr ve ey insanlar diye seslendi Hz. Süleyman. Bize kuşların mantığı öğretildi. Varlığı bir kitap gibi okuma öğretildi yani. Varlığı bir kitap gibi okumak. Mantık; Nutk kökünden gelir. Hem dil, hem dili ortaya çıkaran mantık anlamına gelir. Onun için kuşların dili demek yerine kuşların mantığı -ki Elmalılı üstadımızda aynı görüşte- demek daha doğrudur.

Ragıb El Isfahani harika bir açıklama getirir. Bu ayet bağlamında. Mantık kelimesinin açıklaması sadedinde. Der ki; Bir şeyden bir anlam çıkaran kimseye nispetle o şeyin dili vardır. İsterse konuşma yeteneğine sahip olmasın. Kişinin dilinden anlamadığı bir şeyse dilsizdir. İsterse konuşma yeteneğine sahip olsun. Yani eğer eşyayı anlayabiliyorsanız, onun dili vardır. Onun dilinin olup olmadığı sizin ondan bir şey anlamanıza bağlıdır. Eğer anlayamıyorsanız isterse konuşsun onun dili yoktur. Çünkü size bir şey anlatmıyor. O nedenle Kuşların mantığını anlamak eşyayı okumak, varlığı bir kitap gibi okumak. Asıl olan budur.

Kuşa Süleyman’ın dili öğretilmemiştir, Süleyman’a kuşun dili, mantığı öğretilmiştir. Yani burada mucize kuşa ait değildir. Burada meziyet kuşu anlayan kuşu okuyan Süleyman’a aittir. Burada ne demek isteniliyor peki, altında yatan sır ne, ibret ne? İktidar ve güç ancak hikmet sayesinde insanileşir. Eğer hikmetle okursanız iktidar ve güç karıncayı ezmeyecek bir adalete dönüşür. İşte onun örneği veriliyor burada devam edelim.

[Ek bilgi; “Araplar şöyle derler: "Güvercin nutketti, seslendi." Süleyman (a.s)'ın kuşların diline dair öğrendiği şey ise, kuşların maksad ve gayelerinden bazısını bazısından ayırıp seçmesi, farketmesidir.” (Fahruddin el Râzi)

“Kâ'b (r.a.) şöyle demiştir:

Bir gün Süleyman (a.s.)'ın yanında bir kumru öter. Hz. Süleyman kuşların ne konuştuğunu anladığı için yanındakilere «bu kuşun ne söylediğini biliyor musunuz?» diye sorar.
Onlar da bilmediklerini söyler. O «'ölmek için doğdunuz, yok olmak için de yiyiniz' diyor» der.
Sonra Üveyik kuşu öter. Onun da ne söylediğini yanındakilerin anlayıp anlamadıklarını sorar.
Onlar bir şey anlamadıklarım söylerler. Süleyman (a.s.) «o kuş şöyle diyor 'keşke insanlar yaratılmadaydı. Çünkü onlar dünyaya gelip günahkâr oldular, Allah'ın emirlerine karşı gelip isyan ettiler'» der.
Sonra Tavus kuşu öter. Aynı soruyu yanındakilere yine sorar, onlar yine bir şey anlamadıklarını söyler. Süleyman (a.s.) «'esirgemeyen, esirgenmez' diyor» der.
Arkasından gece kuşu öter, yanındakiler onun ötüşünden yine bir şey anlamazlar. Süleyman (a.s.) «'ey günahkârlar, tevbe istiğfar edin1 diye- size nida ediyor» der.
Sonra Tavta kuşu öter, insanlar onun ötüşünden de bir şey anlamaz. Süleyman Ca.s.) «'ey insanlar, aklınızı başınıza alın, her canlı ölür, her yeni eskir' diyor» der.
Sonra kırlangıç öter, onun da ötüşünden halk bir şey anlamaz. Süleyman (a.s.) »'ey insanlar, ölmeden önce iyi ameller gönderin ki, gittiğiniz zaman onları bulaşınız' diyor» der.
Sonra güvercin öter. Hz. Süleyman (a.s.) onun ne söylediğini yanındakilere sorar. Onlar hiçbir şey anlamadıklarını söyler. O «yerlerin ve göklerin doluşunca Rabbini teşbih ettiğim söylüyor» der.
Sonra karga öter, yanındakiler onun da ne söylediğini anlamazlar. Süleyman (a.s.), «bu 'ey Rabbim, hilebazlara ve isyankârlara lanet et' diye Rabbine niyaz ediyor» der.

Rivayete göre, Yahudilerden bir topluluk îbn. Abbas'a gelip şöyle demişlerdir:
*Sana yedi şey soracağız, eğer bunlara cevap verebilirsen, biz de senin dinine gireceğiz ve iman edeceğiz.» İbn Abbas (r.a.) da öğrenmek için sorun, fakat inat için sormayın, der.
Yahudiler «koyun ne diye meler, horoz ne diye öter, kurbağa ne diye bağırır, merkep ne diye anırır, at ne diye kişner, sığır ne diye bağırır ve tavuk ne diye öter» derler.

İbn Abbas (r.a.) onlara şu cevabı verir:
Davar «Ey Rabbim, Muhammed ve âline düşman olanlara lanet et, der.
Horoz «Ey insanlar, Allah'ı zikredin, ömrünüzü gaflet içinde geçirmeyin» der.
Kurbağa «Karadakilerin ve denizde-kilerin ma'budu olan Allah'ı zikrederim» der.
Merkep «Ey Rabbim, sana isyan edenlere lanet et» der.
At «Bütün noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah, her şeyin Rabbidir» der.
Sığır “Ey Rezzâk-i Âlemt senden her gün beni rızıklandırmanı istiyorum» der.
Tavuk «Rahman arş üzere galiptir» der.
Yahudiler İbn Abbas (r.a.)'dan bu cevabı alınca hepsi iman edip Müslüman olurlar. (Ebü'l-Leys Semerkandi/Tesirül Kur’an)]

ve utina min külli şey' ve bize bu alanda gerekli olan her şey bahşedildi. inne hazâ le hüvel fadlül mubiyn elbet bu, işte budur Allah’ın apaçık lûtfu. Yani iktidar, bilgi, yetenek, hepsi emanettir. Bu işte, bunun emanet olduğunu bilmek Allah’ın büyük Lûtfudur.


17-) Ve huşire li Süleymane cünudühu minel cinni vel insi vettayri fehüm yuze'un;

Süleyman için cinden, insten ve kuşlardan oluşan ordular bir araya getirildi. Onlar hep beraber düzenli bir şekilde (Süleyman tarafından) sevk ve idare olunuyorlardı. (A.Hulusi)

17 - Hem Süleyman’a Cinn-ü İns ve tuyurdan (kuşlar) orduları toplandı, hep bunlar zabt-u idare olunuyorlardı. (Elmalı)


Ve huşire li Süleymane cünudühu minel cinni vel insi vettayri fehüm yuze'un ve günlerden bir gün Süleyman’ın cinlerden, insanlardan ve kuşlardan oluşan ordusu bir araya getirilmiş ve zapturapt altına alınarak yola çıkarılmıştı.

Burada el cinn kavramının Kur’an da cisimleşmiş olarak kullanıldığı ilk yer burası. Yani ordunun içinde zapturapt altına, hatta burada ki Yuze’un kelimesi; hem sıraya dizip yola çıkarmak, hem birbirine berkitmek, birbirine zincirlemek anlamına da geliyor. Onun için zapturapt altına alınmış bir ordu içinde bir bölüm, bir bölük cinn olarak nitelendiriliyor.

Ki Kur’an da biz Arap dilinde de, Arap dilinin yansıması olarak Kur’an da da cinn sözcüğünün çok anlamlı olarak kullanıldığını biliyor ve görüyoruz. Hem görünmeyen, gaybi varlıklar, insanın göremediği gizli varlıklar olarak, ki yaygın kullanımı bu, bilinen kullanımı bu ve bu anlamda Kur’an da çok sık kullanılıyor ve burada ve birkaç yerde daha cismanileşmiş bir biçimde, özgül ağırlığı olan varlık olarak tanımlanıyor. Bu durumda mana şu olabilir sadece bir yorum olarak, -ki 18. ayetle birlikte okunduğunda karınca çiğneyebilen bir cin bu, yani iz bırakan, ayak izi olan, ki bir sonraki ayette gelecek zaten karınca çiğneyebilen bir cin bu.- o halde burada cismani ve özgül ağırlığa sahip bir türden söz ediliyor.

Cinin ender rastlanan insana ve başka herhangi bir türe de atfedilmesi mümkindir, yani ender rastlanan, her yerde görülmeyen, pek az görülen bir tür. Yabani bir insan içinde kullanılabilir. Çok ender rastlanan bir tür içinde kullanılabilir. Onun için burada ki anlamı cismani olarak böyle yorumlanması mümkündür.


18-) Hattâ izâ etev alâ vadin nemli, kalet nemletün ya eyyühen nemlüdhulu mesakineküm* lâ yahtımenneküm Süleymanü ve cünudühu ve hüm lâ yeş'urun;

Nihayet Karınca Vadisine geldikleri vakit, bir dişi karınca: "Ey karıncalar... Meskenlerinize girin... Süleyman ve orduları farkında olmadan sizi ezip yok etmesinler" dedi. (A.Hulusi)

18 - Hattâ karınca deresi üzerine vardıklarında bir karınca şöyle dedi: ey karıncalar, haydin meskenlerinize girin, Süleyman ve ordusu sizi fark etmeyerek kırıp geçirmesin. (Elmalı)


Hattâ izâ etev alâ vadin neml derken karıncaların olduğu vadiye gelince. Özel ya da cins isim olarak anlaşılabilir bu vadi. Karınca vadisine şeklinde de anlaşılabilir ki  böyle bilinen bir vadi, ya da karıncaların içinde bulunduğu bir vadiye gelince;

kalet nemletün ya eyyühen nemlüdhulu mesakineküm bir karınca dedi ki; ey karıncalar, daha doğrusu komut verdi bir karınca; Ey karıncalar, haydi derhal yuvalarınıza girin diye komut verdi.

Nemletün; bir karınca manasına gelir. Zemahşeri Ebu Hanife’nin bu karıncanın cinsiyeti konusunda bir yorum yaptığını söyler o da bu karınca dişi idi der Ebu Hanife ve delil olarak ta Kalet fiilinde ki müenneslik “t” sini gösterir. Eğer dişi olmasaydı Kalet denmezdi der Zemahşeri’nin naklettiğine göre. Bu önemlidir, çünkü biraz sonra gelecek ayetlerin nüktesi ile alakalıdır. Yani haddi zatında bu aynı zamanda bugün bilimsel olarak yapılan tüm çalışmaların sonucunda da görülmüştür ki karıncaları dişi karıncalar, yani kraliçe karınca yönetmektedir.

lâ yahtımenneküm Süleymanü ve cünudühu ve hüm lâ yeş'urun Ki Süleyman ve orduları farkına varmadan sizi ezmesin, çiğnemesin, yani deliklerinize girin, yuvalarınıza girin çiğnenmeyesiniz. Der o Kraliçe karınca.

Burada tabii iktidar hikmetle birleşirse karıncayı incitmeyen bir yönetim ortaya çıkar. Burada ki nükte de bu. verilmek istenen ahlaki öğüt ve ders bu. Bakın Süleyman Sultan oldu yeryüzünde, bir uygarlık kurdu fakat karıncayı incitmemenin yolunu buldu. Ey iktidar sahipleri siz de güç ve iktidarı elinize geçirirseniz böyle hikmetli davranın, yoksa emanete ihanet etmiş olursunuz ahlaki mesaj bu.


19-) Fetebesseme dahıken min kavliha ve kale Rabbi evzı'niy en eşküre nı'metekelletiy en'amte aleyye ve alâ valideyye ve en a'mele salihan terdahu ve edhılniy Bi rahmetiKE fiy ıbadiKEssalihıyn;

Karıncanın sözünden dolayı tebessüm etti (Süleyman) ve şöyle dedi: "Rabbim... Bana ve ana-babama bahşettiğin nimete şükretmeme, razı olacağın sâlih amel yapmama beni muvaffak kıl ve (hakikatimdeki Rahıym isminden gelen) rahmetinle beni sâlih kullarının içine dâhil et." (A.Hulusi)

19 - O da bunun sözünden gülercesine tebessüm etti de ya rabbi! Dedi: beni nefsime zâbıt kıl ki bana ve valideynime inam buyurduğun nimetine şükredeyim ve razı olacağın iyi bir amel yapayım ve beni rahmetinle salih kulların miyanına idhal buyur. (Elmalı)


Fetebesseme dahıken min kavliha Süleyman onun komut vermesinden dolayı gülercesine tebessüm etti. İşte burada önemli Ebu Hanife’nin bu konuşan karıncanın cinsiyeti neydi sorusuna verdiği cevap, çünkü Süleyman neden güldü sorusu önemli. Bana göre Hz. Süleyman dişiden yönetici mi olur diye güldü. Yani benim yorumum bu. Yani yanılıyor da olabilirim. Burada açıklanmıyor, herhangi bir gerekçesi de yok. Fakat Süleyman’ın gülüşü; “bak bak cinsiyetine bakmadan yöneticiliğe kalkışmış.” Biçiminde çünkü görüşüm böyle desteksiz değil, 22 ve 23. ayetlerde Hüd hüd’ün yeryüzünde dişiden bir yöneticinin olduğu haberini getirmesiyle de alakalı bir görüş. Onun için Süleyman güldü diyor ve tabii devamında;

ve kale Rabbi evzı'niy Rabbim dedi iç dünyamı öyle bir düzene sok ki, belki ondan sonra hatasını anlamış olmalı ki, iç dünyamı öyle düzelt. Öyle güzelleştir, öyle bir düzene sok ki; en eşküre nı'metekelletiy en'amte aleyye ve alâ valideyy senin bana ve ana babama bahşettiğin nimetlere layıkıyla şükreden biri olayım. ve en a'mele salihan terdahu ve hep senin hoşnut olacağın güzellikleri yapan biri olayım. ve edhılniy Bi rahmetiKE fiy ıbadiKEssalihıyn ve beni rahmetinle erdemli kullarının arasına kat. Yani nedir ahlaki öğüdü bu ayetin?

Haddini ve sorumluluğunu bilen karıncayı incitmez. Yoksa iktidar ve gücü zulmüne alet eder. Dünyayı yöneten biri de olsan Sultan Süleyman gibi kendini denetleyemiyorsan hiçbir şey değilsin. İç denetimini kur, kendini denetle. Bu da Allah’tan bağımsız olmaz. O halde kendini denetlemenin yolu Allah ile ilişkiyi sıcaklaştırmak. Allah ile ilişkiyi doğru kurarsan kendi iç denetimini kurarsın, iç denetimini kurarsan eline geçen iktidar ve gücü doğru kullanır, karıncayı incitmezsin. İşte ahlaki mesaj bu.


20-) Ve tefekkadet tayre fekale maliye lâ eral hüdhüd* em kâne minel ğaibiyn;

(Süleyman bir gün) kuşları gözden geçirdi ve "Niye Hüdhüd'ü göremiyorum... Yoksa kayıp mı oldu?" dedi. (A.Hulusi)

20 - Bir de kuşları teftiş etti de bana dedi: ne oluyor hüdhüdü görmüyorum? Yoksa gaiplere mi karıştı? (Elmalı)


Ve tefekkadet tayre fekale maliye lâ eral hüdhüd yine bir gün kuşları denetliyordu ki bir den hüd hüdü neden göremiyorum dedi. Çünkü hüd hüd kaybolmuştu. Bunun, Hz. Süleyman’ın ordusunda eğitilmiş kuşlardan bir kuş, ki zaten kuş dilini bilmek, kuşların nasıl eğitileceğini nasıl işe yarayacağını, davranış biçimlerini, onların yönlendirilmelerini, onların kullanışlarını, onların evcilleştirilmelerini bilmekte anlamına geliyordu Hz. Süleyman kendi iktidarında gerçekten bir çok hayvanı en ideal bir biçimde ordusunda kullanabilmiş bir peygamber hükümdardı.

em kâne minel ğaibiyn yoksa yine kayıplara mı karıştı. Demek ki sık sık kayıplara karışan bir kuşmuş.


21-) Le ü'azzibennehu azâben şediyden ev le ezbehannehu ev leye'tiyenniy Bi sultanin mubiyn;

"(Ya) bana kayboluşunun güçlü bir gerekçesini gösterecek ya da ben ona azap çektireceğim veya öldüreceğim." (A.Hulusi)

21 - Elbette ona şiddetli bir azâb ederim veya boynunu keserim, yahut da bana her halde açık, kuvvetli bir bürhan getirir. (Elmalı)


Le ü'azzibennehu azâben şediyden ev le ezbehannehu ev leye'tiyenniy Bi sultanin mubiyn ya karşıma geçerli bir mazeretle çıkar, ya da onu şiddetli bir biçimde cezalandırır, daha olmazsa kafasını kopartırım. Diye konuştu.

Devam ediyor E sayfasına geçiniz

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder