El Hamdu Lillahi Rabbil'Alemiyn Vesselatü Vesselâmü alâ Resulüna
Muhammedin ve alâ alihi ve ashabihi ecmaiyn.
Rabbişrah
liy sadriy;
Ve
yessirliy emriy;
Vahlül
ukdeten min lisaniy;
Yefkahu kavliy; (Tâhâ 25-26-27-28)
Rabbim, göğsüme genişlik ver,
kolaylaştır işimi, çöz düğümü dilimden, ki anlasınlar beni. Amin! Amin! Vel Hamdu
Lillahi Rabbil'Alemiyn.
Değerli Kur’an dostları Kur’an ın
yepyeni bir suresi ile daha yüz yüzeyiz. NEML suresi. Her sure insana birkaç
heyecan yaşatır, yaşatmalı.
1 - Birincisi; Allah benimle
konuşuyor, beni muhatap alıyor, bana tenezzül buyuruyor diye heyecan duymalı,
sevinç duymalı.
2 – İkincisi; bilgi alıyorum hem
de bilgiyi en sağlam kaynağından, en sahih kaynağından, mutlak bilginin
sahibinden alıyorum diye heyecan ve sevinç duymalı.
3 - Üçüncüsü artıyorum, inşa
ediliyorum, düzeltiliyorum. Allah tarafından yaratılış amacıma uygun bir
biçimde yetiştirilip terbiye ediliyorum diye heyecan duymalı, sevinç duymalı. İşte
bu sureye girerken bu sevinçlerin tümünü birden bir kez daha duyuyor,
hissediyor ve bu duygular içerisinde Neml suresine giriyoruz.
Bu sure Peygamber Aleyhisselâm ve
ashabı tarafından önceleri Tâsin suresi ismi ile anılırdı. Yani surenin ilk
ayetinde ki harfler sureye ad olmuştu. Ama daha sonraları surenin içerisinde
yer alan Neml vadisi, karınca vadisinin geçtiği 18- 19 ve müteakip ayetlerde
anlatılan menkıbeye atfen Neml suresi diye anıldı şöhret buldu.
Surenin iniş zamanı Şuârâ
suresinin hemen ardına denk gelir. Ki gerek Hz. Osman, gerek İbn. Abbas, gerek
İmam Cafer sure sıralamalarında bu sure ittifakla Şuârâ suresinin arkasına
yerleştirilir. Bu da takriben 5, ya da 6. yıla, yani Mekke döneminin.
Nübüvvetin 5. ya da 6. yılına tesadüf eder.
Surenin konusuna baktığımızda bu
dönemi verir. Çünkü sure ilk muhatabı olan sevgili efendimizin şahsiyetini ve
tasavvurunu inşa eden kıssaları ele alır. Peygamberlerin isimleri etrafında
anlatılan kıssa ve menkıbelerle ilk muhatap ve tüm muhatapları, onun şahsında
tüm muhatapların şahsiyeti inşa edilir.
Mesela bu kıssa da en geniş
biçimde yer verilen Süleyman ve Belkıs kıssası bağlamında, ki 16. ve 44.
ayetler arasındadır. Bir karıncayı dahi incitmeme tavrıyla güç ahlakı ve
iktidar, hikmet ilişkisi sorgulanır. Öyle bir sorgulanma tarzıdır ki bu,
verilen karınca örneği bağlamında bir iktidarın adil olması gerektiği, bu
adaletinde bir tek karıncayı incitmemesi gerektiği üzerine kurulur.
Aynı menkıbeyle her peygamberin
ayrı bir yetenekle, ayrı bir meziyetle taltif edildiğine atıf yapılır. Mesela
söz konusu menkıbede Hz. Süleyman’a hayvanların mantığını, hareketlerinden,
tavırlarından okuma yeteneği verildiği ifade buyrulur.
Yine bu surede Musa, Salih ve Lût
AS. ve kavimlerinin kıssalarıyla inkarın ve imanın tarihi yataklarına işaret
edilir. İnkar edenlerin akıbetlerinin hep birbirine benzediği, iman edenlerin
de birbirinin devamı olduğu böylece vurgulanır ve en sonunda bu kıssaların şu
tüm çağlarda her bir muhataba emir suretinde iletilen şu ayet yer alır.
Kul
siyru fiyl Ardı fenzuru keyfe kâne akıbetül mücrimiyn (69) De ki;
dolaşın, gezin yer yüzünü. Görün bakalım günahkârların akıbeti ne olmuş. 69.
ayette ifadesini bulan bu ilahi emir ve arkasından sure vahiyle başladığı sözü
yine vahye getirerek sona erdirir. Bu özetten sonra Neml suresine girebiliriz.
Ki bu sure Kur’an ın resmi sıralamasında 27. suredir.
1-)
Taa Siiiyn* tilke ayatul Kur'âni ve Kitabin mubiyn;
Ta,
Siin... İşte bunlar Kurân'ın (hakikat ve
Sünnetullâh BİLGİsinin) ve Kitab-ı Mubiyn'in (apaçık ortada olan Evrenin {KİTAP} sistem ve düzeninin)
işaretleridir. (A.Hulusi)
01 - Ta,
Sin, bunlar sana Kur'an ın ve mübîn bir kitabın âyetleri.(Elmalı)
Taa
Siiiyn bu heca harfleri, hurufu Mukadda diye bilinen harfler Kur’an
da 28 harfe tekabül eden bir biçimde gelirler ve manaları konusunda 30. aşkın
yorum yapılır. Bunların herhangi bir mana taşıyıp taşımadığından da öte, bir
işlevi olup olmadığı ele alınmalıdır ki, mutlaka bu anlamda bir işleve
sahiptirler. İşlevi sorgulandığında bu harflerin başında geldiği hemen tüm
sureler, ki Ankebut suresindeki gibi 1-2 istisna hariç mutlaka vahye atıf
yapılarak başladığı için bu harfler şöyle bir işlevle anlaşılmışlardır.
İşte Kur’an ın indiği dili
oluşturan sıradan harfler bunlar. Elif, be, te, se..vs. neyse. İşte bu sıradan
harfleri vahiy alıp onların içerisine ilahi anlamları koyarak insanoğluna
ulaştırmıştır ve tabii ki sıradan harfler muhteşem bir amacı ifa eden araca
dönüşmüşlerdir. Bu bir yorumdur ve buna benzer bir çok yorum yapılabilir. Belki
bu yorumların hepsinin hakikati ifade etmede bir parça payı da bulunabilir. Ama
nihai tahlilde bu harflerin gerçek manasının ne olduğunu Allah bilir. Hz. Ebu
Bekir’in yorumunda olduğu gibi;
- Her kitabın bir sırrı vardır,
Kur’an ın sırrı da bu hurufu mukadda, yani bu kesik kesik harflerde
yatmaktadır. Buyurur.
tilke
ayatul Kur'âni ve Kitabin mubiyn bunlar Kur’an ın, yani açık ve
açıklayıcı olan ilahi kelamın ayetleridir. Mubiyn’e bir önceki surenin
girişinde de buna benzer bir ayet yer almıştı. Hatırlayalım Şuârâ suresinin.
Orada da izah etmiştik, burada da kısaca değinip geçelim;
Mubiyn; iki anlama birden
gelir. Özü itibarıyla açık, hem de nesnesini açıklayan, hem bizatihi açık olan
hem de açıklayıcı. Kur’an hem müfessir, hem müfesser bir hitaptır. Yani hem
tefsir eden, hem de tefsir edilen bir hitaptır.
Peki Kur’an ın mubiyn
oluşu neden sık sık ifade buyrulur? Şu iki muhtemel itirazı kökten reddetmek
için.
1. si Ona inananlardan
gelebilecek şöyle bir yüceltmeci mantık. “Biz onu anlayamayız. Onu anlamak
nerde..! biz nerde..!” diyecek sakat mantığı toptan ret içindir. Hayır, bu
kitap mubiyndir, sen ne demek istiyorsun ey insan, bu kitap apaçıktır, bunu sen
anlayasın diye indirdi Allah.
2. si ise, onu aşağılama babında,
“bu ne anlaşılmaz, karma karışık bir kitap” diyecek bugünkü oryantalist
mantığında olduğu gibi tüm itirazlara da toptan ret içermektedir.
2-)
Hüden ve büşra lil mu'miniyn;
İman
edenler için hakikate erdirici ve müjde olarak! (A.Hulusi)
02 - Birer
hidayet ve müjde olmak üzere o müminlere. (Elmalı)
Hüden
ve büşra lil mu'miniyn insanlar için bir rehber ve bir müjdedir.
Huden; rehber. Hatırlayalım
Bakara/2. ayetini; Zâlikel Kitâb'u lâ raybe fiyhi hüden lil muttekıyn (Bakara/2)
kendisinde hiçbir kuşkuya yer bulunmayan bu kitap muttakiler için bir
hidayettir, bir rehberdir diyordu. Burada da müminler için bir rehber olduğu ifade
buyruluyor. Zaten sorumluluk bilinci olan ittika, insanı imana ulaştırır.
İmansa insanın sorumluluk bilincini artırır, yüceltir. Sorumluluk bilincinin
aşağısı, insanın; varlığın en aşağısına karşı duyduğu sorumluluk, en yükseği
ise insanın; varlığın zirvesi olan Allah’a karşı duyduğu sorumluluktur. Aynı
zamanda varlığın, mahlukatın Hâlıkı, yaratılmışların Hâlıkı olan Allah’a.
ve büşra
aynı zamanda müjde. Vahyin bizzat kendisi ilahi bir müjdedir. Allah’ın insandan
umut kesmediğinin ifadesidir. Allah’ın insana vahiy göndermiş olması bizatihi
bir muştu, bir müjdedir. Ona olan şefkat ve merhametinin bir göstergesidir.
Tabii bir de müjdeyi ulaştırması farklı bir müjdedir, 2. bir müjdedir. Bu
müjdeyi ulaştıracak bir peygamber seçmesi farklı bir müjdedir. Görüyorsunuz
vahiy müjde üstüne müjde, muştu üstüne muştudur.
Bu ikisinin birlikte anılması;
Huden ve büşra. Hem hidayet, hem müjde olarak anılması elbette müjdeyi hak
edenin hidayeti bulan olmasından dolayıdır. Hidayete eren müjdeye ulaşmış
olacaktır. Müminlerdir bunlar. Yani Allah’a güvenen, Allah’a itimat eden, bu
itimadını iman haline getiren ve bu iman ile sonuçta müjdeye ulaşan
kimselerdir.
Vahyin; İsra/87 ayetinde (Hayır
82.) buyrulan iki boyutlu tabiatına da bir telmih vardır.
Ve
nünezzilu minel Kur'âni ma huve şifaun ve rahmetun lil mu'miniyne, ve lâ
yeziyduz zalimiyne illâ hasara. (İsra/82) Biz Kur’an dan şifa ve
rahmet olan ayetler indirdik. Fakat kim için bunlar? Elbette Kur’an ın
kaynağına güvenen kimseler için. Yani Kur’an kendisine iman edenler için bir
şifa ve bir sınırsız rahmet. Yani ilahi bir eczanedir, ilahi bir şifa
merkezidir. Hem toplumsal, hem bireysel, hem duygusal, hem fikri, hem akli, hem
siyasi, hem ekonomik. Hangi dert olursa olsun Kur’an ın talimatları içerisinde
tüm dertlerinize birer deva bulabilirsiniz Allah’ın rehberliği içerisinde. Ama
bu tabii ki iman eden ve güvenen kimselere.
Fakat zalimler mi? Yani bilinci
ters dönmüş olanlar, yani haddini bilmeyenler, yani Allah’a karşı müstekbirlik
yapanlar, müstağnilik yapanlar, onlarınsa sadece hüsranını artırır, aldanışını
artırır. Aaa..! bu muymuş vahiy derler. Bu muymuş Kur’an. Evet aldanış budur.
Bakışınız yamuksa baktığınız şey en doğru da olsa yamuk görürsünüz. Yamukluğu
bakışınızda aramazsanız eğer ömür boyu o yamukluğu baktığınızda sanırsınız. Ve
böyle zannederseniz eğer bir ömür sapmaktan geri duramazsınız, doğruyu
bulamazsınız. Çünkü yamukluğu bakışınızda değil de baktığınızda gördünüz.
Bakışınızı düzeltemezsiniz, çünkü bakışınızı doğru zannediyorsunuz. Baktığınızı
düzeltmeye kalkarsınız, düzeltmeye kalktığınız her şeyi de yamul tursunuz,
bozarsınız. İşte bunun gibi.
3-)
Elleziyne yukıymunes Salâte ve yü'tunez Zekâte ve hüm Bilahireti hüm yukınun;
Onlar
ki, salâtı (Allâh'a yöneliş ile mi'râcı yaşama) ikame ederler ve arınıp saflaşmak için varlıklarından
verirler; işte onlar ölümsüz geleceklerine kesin yakîn elde etmişlerdir.
(A.Hulusi)
03 - Ki
namazı dürüst kılarlar ve zekâtı verirler, Âhirette de onlar yakîn edinirler. (Elmalı)
Elleziyne
yukıymunes Salâte ve yü'tunez Zekâte ve hüm Bilahireti hüm yukınun
onlar ki salâtı ikame ederler, yani Allah’a karşı insanın esas duruşu olan
namazı ayağa kaldırırlar.
Salât; es salâ kökünden gelir. Bu
kök insanı dik tutan omurga manasına geldiği gibi ateş manasına da gelir. Bu
anlama gelmesi salleytül u’d, salleytül a’sa. Değneyi doğrulttum,
ateşte bir eğri sopayı ısıtarak doğrultmaya böyle denilir. Demek ki namaz
insanı doğrultan bir işleve sahiptir.
Yine E’kame fiili de aynı cümle
ile ifade edilir. E’kantül U’d, değneği doğrulttum. Yani değneği düzelttim.
Arap dilinde es salâ nın; hem insanı dik tutan omurgaya, hem de ateşe veya
ateşte doğrultmaya isim olarak verilmiş olması ilginçtir. 18 manası vardır
aslında bu kökün 18 manası. Dua gibi daha sonradan kazandığı manalar yanında etimolojik
köken itibarıyla ikinci gelen ata da musalli denilir. Yarışta 2. at. Bu ne
demek? İzlemek, öndekinin peşinden gitmek, onu takip etmek.
Tabii size çok ayrıntılı teknik
bilgiler vererek zamanımı doldurmak istemem. Fakat salât’ın nasıl anlaşılması
gerektiğini, aslında namazın nasıl kılınması gerektiğini de bu köken bize çok
güzel biçimde verdiği için bu malumatı vermek ihtiyacı hissettim.
Namazı doğrulturlar.
Peygamberimiz de zaten namazı; direk olarak vasfetmiş. “Es salâtu imadud
diyn.” Namaz dinin direğidir. Yani aslında salât insanı dik tutar. İnsanın
Allah’a karşı esas duruşu. Allah’a karşı aşk hareketi olan secdeye vardırır,
eşyaya karşı ise dik tutar, eğdirmez. Kula kul etmez. Kul olma makamında
olanlar sadece mutlak İlah olan Allah’a kul olurlar. Namaz kime kul olacağını
bilmektir. Kimin önünde eğileceğini bilmektir. Namazın insana kazandırdığı
bilinç budur. Onun için namazı doğrulturlar. Ayağa kaldırırlar.
Belki burada destek manasına
geldiği için desteği ayaklandırırlar gibi bir anlama da ulaşılabilir. Yani
Allah’a karşı Allah’ın dinine, Allah’ın vahyine olan desteklerini önce namazla
ifade ederler. “Ya rabbi, ben varlığımı senin vahyine, emrine adadım demek
isterler bununla.
ve
yü'tunez Zekâte zekâtı verirler. Yani arınmak ve yücelmek için ödenmesi
gereken bedeli öderler. Unutmayalım bu surenin, Mekke döneminin 5 yada 6.
yılında indiğini. Burada ki zekât fıkhi manada, paranın içinden verilen belli
bir miktar olmaktan daha öte ve daha geniş bir anlamıyla insanın, başta mal
olmak üzere ödemesi gereken her bedeli ödemesi gerektiği ifade buyrulur. Yani
arınmak için yücelmek için, yükselmek için ödenmesi gereken hangi bedel varsa,
neye sahipseniz ondan bedel ödersiniz.
ve hüm
Bilahireti hüm yukınun yine onlar ahirete gönülden inanırlar. İkağn,
yakıyn. Bilginin marifeti aşıp fehme ulaşarak karar kılması halidir. Yani
bilginin sadece bir malumat olmaktan çıkıp anlayışta yerleşip kalpte düşünce ve
bilinç mekanizmasında karar kılması halidir.
Burada imanla eş anlamlı
kullanılmış, bir sonraki ayet dikkate alındığında orada da ahirete iman
etmeyenlerden söz ediliyor ki, demek ki burada ahirete iman edenler, yürekten,
bilerek iman edenler. Yani tesadüfen değil. Uydum kalabalığa cinsinden değil.
Böyle bir hayat amaçsız olamaz. Eğer hayatın bir amacı varsa mutlaka bu hayatın
bir hesabı da olmalı. İyi ve kötünün olduğu bir yerde, iyi ve kötüler birbirine
karıştırılmamalı. İyi yapanlarla kötü yapanların akıbeti de bir olmamalı.
Dolayısıyla hayatın hesabını verebileceğimiz bir hesap günü de olmalı. İşte
bilgiye dayalı gaybe iman budur. Yani ikan budur. Ön bilgiye dayalı gayba iman,
İkan.
Devam ediyor B sayfasına geçiniz
118. videoyu toplu olarak http://kurantefsir.wordpress.com/2012/10/12/islamoglu-tef-ders-neml-001-031118/
bulabilirsiniz
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder