A sayfasından devam
36-)
Felemma cae Süleymane kale etümidduneni Bi mal* fema ataniyAllâhu hayrun mimma
ataküm* bel entüm Bi hediyyetiküm tefrehun;
(Hediye getiren elçiler)
Süleyman'a geldiğinde, (Süleyman) dedi ki: "Beni mi hediyenizle durdurtacaksınız?
Allâh'ın bana verdiği, size verdiğinden daha hayırlıdır! Hediyeniz sizin gibileri
mutlu eder!" (A.Hulusi)
36 - Bunun
üzerine gönderilen Süleyman’a vardığı vakit siz, dedi: mal ile bana imdat mı
ediyorsunuz? Bakın Allahın bana verdiği size verdiğinden daha iyi, hayır siz
hediyenize güveniyorsunuz. (Elmalı)
Felemma
cae Süleymane kale etümidduneni Bi malin Sebe kraliçesinin elçisi
Süleyman’a gelince o şöyle dedi. Güya servetle beni desteklemiş mi oluyorsunuz?
Hz. Süleyman’ın verdiği ders,
bambaşka bir ders. Yani paranın satın alamayacağı şeyler vardır. Yüksek servet
akide deki yoksullaşmayı kapatamaz. Verdiği derslerden biri bu. Yani beni
desteklemiş mi oluyorsunuz servetle. Oysa ben sizi imanla desteklemek
istiyorum. Yani benim size sunduğum en büyük hediye imana davet. Dolayısıyla
sizin servetiniz akidenizde ki fukaralığınızı örtmüyor, yoksulluğunuzu
kapatmıyor demeye getiriyordu. Devam ediyor;
fema
ataniyAllâhu hayrun mimma ataküm Ama Allah’ın bana verdiklerinin,
sizin bana verdiklerinizden kat kat daha hayırlı olduğunu biliniz. 15. ayete
dikkatinizi çekerim. Bu ayette özel bilgi, özel bir ilim verildiği ifade
buyruluyordu Hz. Süleyman’a ve tabii ki Hz Davud’a da ve yine ayrıca hüküm
verildiğini söylüyordu Kur’an enbiya/79. ayetinde. Ki Hz. Süleyman’a özel bilgi
ve hüküm, yani muhakeme yeteneği verilmişti. Daha başka şeylerde verilmişti ki
o şeyler burada gözüküyor. Yani hayvanların mantığını okuma yeteneği
verilmişti.
Aslında o özel bilginin bir
boyutuydu bu. Onun için diyor bana verilen nübüvvet, bana verilen bilgi, bana
verilen hüküm senin dünyayı bana vermenden çok daha hayırlıdır. Çünkü rabbim
benim için hayırlı olanı verdi. Aslında ben de bir Kralım, benimde servetim
var. Fakat ben servetle övünmüyorum. Ama bilgiyi gerçek bir servet olarak
görüyorum. Muhakeme yeteneğini gerçek bir servet olarak görüyorum ve bunları
hiçbir şeye değişmediğimi söylüyorum demek istiyordu.
bel
entüm Bi hediyyetiküm tefrehun ve şöyle tamamlıyordu sözünü. Bilakis
sunduğunuz hediyeler, armağanlar sizin gibileri sevindirir diyordu. Yani
nereden baktığınıza bağlı kimin ne ile sevindiğine bakınız, onun nereden
baktığını öğreniniz. Kimi ne satın alır, kimin gönlünü ne eğler. Haydi Kur’an
ın ifadesi ile soralım kimi ne tatmin eder. Ya
eyyetühen Nefsül Mutmainneh. (Fecr/27) ey tatmin olmuş nefis. Tabii nesnesi
yok cümlenin. Neyle tatmin olmuş. Ama biz anlıyoruz o nesneyi. Yani Allah’ın
rızası ile, cennetle tatmin olmuş. Bunun anlamı şu; cennetten daha aşağısına
satılmamış olan nefis. Allah rızasından daha aşağına fiyat biçmemiş olan nefis.
İşte bu.
Onun için Hz. Süleyman bize bir bakış açısı öğretiyor. Tabii Belkıs’a da,
Belkıs’ın adamlarına da bir bakış açısı öğretiyor. İnsan neye giderse ucuz
gitmez. İnsanın değerini kim takdir eder onu söylüyor.
37-)
İrcı' 'ileyhim felene'tiyennehüm Bi cünudin lâ kıbele lehüm Biha ve le
nuhricennehüm minha ezilleten ve hüm sağırun;
"Geri
dönün onlara (bildirin)... Yemin ederim ki, karşı çıkamayacakları ordularımla
gelirim ve oradan onları âcizler ve aşağılanmışlar olarak çıkarırım!"
(A.Hulusi)
37 - Dön
onlara, vallahi karşı gelemeyecekleri ordularla varırım da oradan kendilerini
zilletler içinde hor, hakir oldukları halde çıkarırım. (Elmalı)
İrcı'
'ileyhim felene'tiyennehüm Bi cünudin lâ kıbele lehüm Biha ve le nuhricennehüm
minha ezilleten ve hüm sağırun seni gönderenlere dön ve Allah’ın şu
buyruğunu onlara ilet. And olsun karşı konulmaz bir ordu ile biz onların
üzerine yürüyeceğiz ve elbette onları küçük düşürülmüş bir halde hor ve hakir
olarak oradan çıkaracağız.
Bu cümlede aslında Allah’ın şu
buyruğunu ilet ibaresinin karşılığı yok. Yani onsuz bir metin bu. Fakat o
ibareyle birlikte anlamamızı mümkin kılacak işaretler var, delaletler var.
Nedir onlar? Bu cümlenin öncesinden ve sonrasından bağımsız olarak bu cümlede
zamirler birden bire azamet zamirine değişir. Yani “Na” biz. Oysa ki öncesinde
doğrudan 1. tekil zamirlerle Hz. Süleyman’a giden zamirlerle konuşuluyordu.
Fakat “nun” ile, sonrasında da aynı. Ama bu cümleye gelince azamet zamiri
dediğimiz, saygı zamiri dediğimiz Cenab-ı Hakkın kendisine atfettiği fiillerde
sık kullandığı “na” zamirini görüyoruz. Yani felene`tiyennehüm, velenühricennehüm. Burada biz zamiri. Yani oradaki isimle,
buradaki fiiller fiili muzari olduğu için, mazide “na” gelir. Muzaride ise
“nun” gelir. “Nun” ona bedel olarak gelir. Yani biz çıkaracağız, biz gireceğiz,
biz çıkaracağız ibareleri haddi zatında bu cümlede hitabın Hz. Süleyman’a değil
de Allah’a oluşunun delili olarak rahatlıkla okunabilir.
Bunun
tabii ahlaki bir iması da var. Bu menkıbevi kıssanın dili oldukça tevriyelidir
demiştim. İşte bu tevriyelerden biri bu. Yani Hz. Süleyman muhatabını Allah
adına davet ediyor, Allah adına korkutuyor, ki zaten Belkıs demişti bir kral,
ya da krallar, yöneticiler ülkelere zorla girdiklerinde orayı helak ederler,
oranın izzetli insanlarını zilletli hale getirirler demişti ya. Aslında bu bir
kınamaydı tabii. Hz. Süleyman’ı bir peygamber olarak bununla tehdit etmesi
düşünülemez. Kaldı ki Bakara suresinde ve başka surelerde gelen ayetlerde de
hiçbir şekilde durduk yerde bir saldırıyı Kur’an ın tecviz (izin) etmediğini
cevaz vermediğini görüyoruz.
38-)
Kale ya eyyühel meleü eyyüküm ye'tiyniy Bi arşiha kable en ye'tuniy müslimiyn;
(Süleyman ileri gelenlerine)
dedi ki: "Ey önderlerim... Onlar, teslim olmak üzere gelmeden önce, onun
tahtını hanginiz bana getirir?" (A.Hulusi)
38 - Ey
heyet, dedi: kendileri teslim olarak bana gelmezden evvel o kadının tahtını
bana kim getirir? (Elmalı)
Kale
ya eyyühel meleü eyyüküm ye'tiyniy Bi arşiha kable en ye'tuniy müslimiyn
Süleyman, Kraliçenin davete icabet edeceğini anlayınca. Yani burada sözün akışı
içerisinde Kıssa atlayıverdi. Aradaki boşlukları atladı ve yeni bir sahneyi
gündeme getiriyor. Biz o aradaki boşluğu böyle anlıyoruz. Yani arada elçiler
gitti geldi ve en sonunda Kraliçe daveti kabul etti. Kendisi bizzat gelmeyi
kabul etti. İşte bunu anlayınca Hz. Süleyman dedi ki siz ey maharetli kişiler,
ey danışmanlar, ya da ey maharetli kişiler. Ki burada bu bağlamda elinden iş
gelen, çok özel yeteneği olan kimseler manası vermemiz daha uygun olur. Ey
maharetli kişiler, onlar gönülden teslim olmak üzere, yani tamamen teslim olmak
üzere bana gelmeden önce onun tahtını bana aranızdan kim getirir. Dedi.
Burada ki kable en ye'tuniy
müslimiyn yine tevriyeli. Bana tam bir teslimiyetle teslim olmadan önce
manasına geleceği gibi Müslüman olmadan önce, Müslüman olmak için gelmeden önce
anlamını da verebiliriz. Onun için, onun tahtını bana kim getirir dedi.
Taht iktidar gücünü simgeler. Bu
ayette alınacak ahlaki ders şu; Dünyevi iktidar geçicidir. Mutlak iktidar
sahibine teslim ol ki ahiret iktidarı senin olsun. Taht; bir Kral, bir kraliçe
için iktidarın simgesidir. Tahtını kaybetti deriz mesela. Aslında tahtını
kaybetmemiştir. Yani kaybolan bir şey yoktur ortada. Taht orada duruyordur.
Fakat iktidarını kaybetmiştir. Tahta oturdu deriz. Belki tahta falan da
oturmamıştır. Ama oturduğu şey iktidardır. Yani o iktidarı temsil eder.
Dolayısıyla burada tahtın
getirilmesi, onu iktidarından arındırmak, onu dünyevi iktidardan etmek. Niçin
ne maksatla? Gerçek iktidarı göstermek için. Yani Allah’ın mutlak iktidarına
boyun eğdirmek için onun dünyevi iktidarını bir anlığına elinden almak. Bu
tahtın gelişinden sembolik olarak okuduğumuz kıssadan hisse bu olsa gerek.
39-)
Kale 'ıfriytün minel cinni ene atiyke Bihi kable en tekume min mekamik* ve
inniy aleyhi le kaviyyün emiyn;
Cinn'den
bir ifrit dedi ki: "Sen yerinden ayağa kalkmadan önce onu sana
getiririm... Bu iş için yeterli güce sahip olduğuma güvenebilirsin."
(A.Hulusi)
39 - Cinden
bir ifrit, ben, dedi: onu sana sen makamından kalkmazdan evvel getiririm ve her
halde ben buna karşı kuvvetli bir emînim. (Elmalı)
Kale
'ıfriytün minel cinni ene atiyke Bihi kable en tekume min mekamik* ve inniy
aleyhi le kaviyyün emiyn cinlerden, yani görünmez varlıklardan,
şeytani maharette biri. Sen daha oturduğun yerden kalkmadan onu sana getiririm.
Çünkü bu konuda ben güvenilir bir güç sahibiyim dedi.
‘ıfrit, aslında ‘el afer kökünden
türetilir bu kelime toprak demektir. ‘el afer. Hatta ‘afirehu ifadesi Arap
dilinde güreşte rakibinin sırtını yere getirdi manasına gelir. Tüm anlamları
olumsuzdur. Lügatlere baktığımızda bu kelime ‘ifriyt olumsuzdur. Olumsuz
çağrışımlar yüklüdür. Şeytani bir deha sahibi, şeytani bir güç sahibi. Hatta
Elmalı’nın dediği gibi şeytani desiselere sahip acayip bir kerata diyor
Elmalılı bunu açıklarken. Yani acayip bir kerata. Şeytani bir dehaya sahip,
yani tuttuğunu koparacak. Ki Ragıp El Isfahani’nin el müfredatında bunu
görüyoruz zaten bu manaların hepsini.
İşte burada yine simgesel bir
öğüt verilmeye çalışılıyor o da şu; tüm çağrışımları kötü, olumsuz olabilecek
bir ‘ıfriyd, yani şeytani zekaya sahip biri de iktidarı ele geçirebilir.
İktidarı ele geçirmek iktidar sahibine şeref ve onur yüklemiyor. Onun haklı
olduğunun garantisi değil. Hiçbir iktidar, iktidara oturanın haklı olduğunun
garantisi değil. Bak, şeytani zekaya sahip bir ifrit bile senin tahtını,
iktidarını ele geçirebilir. Onun için eğer sen iktidardan alıyorsan
haklılığını, gücünü; güvenme. O gittiğinde senin her şeyin gitmiş olur. Ama
gücünü imanından alıyorsan, erdeminden alıyorsan, Allah ile ilişkinden alıyorsan,
gerçek iktidara yaslanmışsan hangi şeytani deha senden onu soyutlayabilir ki.
İşte aslında verdiği muhteşem ahlaki öğütler var bu menkıbevi kıssanın.
Devam ediyor C sayfasına geçiniz
119. videoyu toplu olarak http://kurantefsir.wordpress.com/2012/10/19/islamoglu-tef-ders-neml-032-058119/
bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder