A sayfasından devam
4-)
İnnelleziyne lâ yu'minune Bil ahireti zeyyenna lehüm a'malehüm fehüm ya'mehun;
Ölümsüz
gelecek yaşamlarına iman etmeyenlere gelince; onların yaptıkları işleri
kendilerine süsleyip (keyifli) gösterdik; artık onlar (hakikate) kör ve şaşkın, (ortalıkta) bocalar dururlar! (A.Hulusi)
04 - Çünkü
Âhirete inanmayanların yaptıklarını kendilerine müzeyyen göstermişizdir de
onlar ilerisini görmezler, kalpleri körelmiştir. (Elmalı)
İnnelleziyne
lâ yu'minune Bil ahireti zeyyenna lehüm a'malehüm ahirete
inanmayanlara gelince. Biz onlara yapıp ettikleri her bir şeyi süslemişizdir.
Süslü göstermişizdir. fehüm ya'mehun bu yüzden
onlar kuşku bataklığında körcesine, körü körüne debelenir dururlar.
İman gözü açar, inkar gözü kör
eder. İmanın açtığı göz bu göz değil, basirettir, yani kalp gözü. İmansızlığın
kapattığı göz de bu göz değil, yine basirettir. İç gözdür, iç görüyü kapatır.
İnkar insanın iç dünyasına çöreklenmiş bir virüs bir mikroptur. Orayı tarümar
eder, orayı mahveder. Burada da fehüm ya'mehun
derken körlüğe bir atıf var. ameh, aslında bir çamura çöküp orada debelenmek,
yani kuşku içinde çıkamayacak bir biçimde debelendikçe battığı bir çamura
çökmek anlamına gelir. Baktığı yerde yaldız görür, fakat içini göremez. Dışını
görür. Çünkü körlük içerden. İç göz olursa eşyanın içini görür. Dış göz dışını,
bilinç içini görür. Eğer o olmazsa sadece dışını görür. Dışını gören aldanır,
çünkü eşya dışından yaldızlanmıştır.
İşte burada süslenmek budur.
Ayette ki zeyyanna lehüm, onlara süslü gösterdik, süsledik, albenili
kıldık, cazip kıldık. Günahın dıştan bakınca cazibeli olması budur. Eğer böyle
olmasaydı imtihan olmazdı. Eğer böyle olmasaydı gözle, daha doğrusu bakmakla
görmek aynı olurdu. Her bakan görürdü eğer öyle olmasaydı. Oysa ki her bakan
görmüyor. Hatta bazen gözü kör olanların gördüğünü gözü açık olanlar görmüyor.
Onun için bakmakla görmek arasındaki fark, eşyanın dışı ile içi arasında ki
fark gibidir. Dışı süslenmiştir günahın. Bu süse aldanan kör olanlardır. Yani
iç gözü kapalı olanlar. Akıl yürütme yoluyla onun özüne ulaşamayanlar. Bilinci
olmayanlar, sağlam bir bilgiye sahip olmayanlar. İşte böyle bir silsile halinde
yukarıdaki ayetlerle bağlantı kurabiliriz.
Bilgiye dayalı imanı, cehalete
dayalı, körü körüne inkar ya da inanç ne olursa olsun ayrı tutmak lazım. Ayrı
tutuyor işte. Bilgiye dayalı iman, bilince dayalı iman. Eğer iman böyle bir
bilgi ve bilince dayalı olursa baktığının kabuğunu aşar ve özüne ulaşır.
5-)
Ülaikelleziyne lehüm suül azâbi ve hüm fiyl ahireti hümül ahserun;
İşte
bunlar var ya, azabın kötüsü onlaradır! Gelecekteki yaşamda da en çok hüsrana
uğrayacak olanlar onlardır! (A.Hulusi)
05 - Bunlar
o kimselerdir ki kendilerine azâbın kötüsü vardır ve bunlardır ki Âhirette en
çok hüsrana düşenlerdir. (Elmalı)
Ülaikelleziyne
lehüm suül azâb azabın en kötüsüne duçar olacak olan kimseler işte
bunlardır. ve hüm fiyl ahireti hümül ahserun
ve onlar, evet onlardır en büyük kaybı yaşayacak olanlar.
6-) Ve
inneke letülakkal Kur'âne min ledün Hakiymin 'Aliym;
Sen (şuurunla) kesinlikle
Kurân'a, Hakiym ve Aliym'in ledünnünden (hakikatindeki
Esmâ mertebesinden) nail olunuyorsun.
(A.Hulusi)
06 - Ve
emin ol ki sen bu Kur'an a ilmine nihayet olmayan bir hakîmin ledünlünden
irdiriliyorsun. (Elmalı)
Ve
inneke letülakkal Kur'âne min ledün Hakiymin 'Aliym ne var ki sen
kuşkusuz bu Kur’an a her şeyi bilen o Hakiym’in sayesinde kavuştun. Vahyin
kaynağına bir atıf var burada. Yani vahiy; vahyi alanın arzusuyla değil, vahyi
verenin arzusu ile iner. Vahiy; Vahyi alan peygamberin isteğine göre değil,
vahyi veren Allah’ın dileğine göre iner. Onun içinde isteyen peygamber olmaz.
İstenilen ve seçilen, Allah tarafından seçilen, ıstıfa edilen peygamber olur.
Ve buradan sözü Hz. Musa’nın vahyine getirecektir ayet. Onun için Resulallah’ın
vahyi ile Hz. Musa’nı vahyi arasında bir irtibat kurulacaktır. Bu irtibat haddi
zatında vahiylerin kaynağının hep aynı olduğunu, vahiylere yönelik itirazların
da birbirine benzer olduğunu bize öğretecektir.
7-) İz
kale Musa li ehlihi inniy anestü narâ* seatiyküm minha Bi haberin ev atiyküm Bi
şihabin kabesin lealleküm tastalun;
Hani
Musa kendi ehline: "Ben bir ateş algıladım... Ya ateşle ilgili bir haber
getiririm yahut bir kor ateş getiririm belki ısınırsınız" dedi. (A.Hulusi)
07 - Hani
bir vakit Musâ, ehline demişti: ben cidden bir ateş hissettim, ondan size bir
haber getireceğim, yahut bir yalın şule alıp geleceğim, gerek ki bir ocak yakar
ısınırsınız. (Elmalı)
İz
kale Musa li ehlihi inniy anestü narâ hani bir zamanlar Musa
ailesine; Gözüme bir ateş ilişti demişti. seatiyküm
minha Bi haberin ev atiyküm Bi şihabin kabesin lealleküm tastalun
belki ondan size bir haber getiririm, ya da bir ateş koru getiririm de siz bu
sayede ısınırsınız demişti.
Hz. Musa’ya inen ilk vahyin
kıssası Tâhâ/10 ayetinde yer alır zaten. Burada Hz. Musa’ya vahyin nasıl
indiği, ilk vahyin iniş anı resmediliyor. Hz. Musa Medyen’den hem hocası, hem
işvereni, hem de kayın pederi olan Hz. Şuayb’ın yanından evlenmiş, çoluk çocuğa
karışmış bir halde yola çıkıp tam tiyh sahrasını geçerken işte orada, bugün tûr
dağı diye bilinen, ki o bölgenin yüce bir tepesidir, o bölgede vahiy alır. O
vahyi aldığı an vahiy tarafından resmediliyor.
8-)
Felemma caeha nudiye en burike men fiynnari ve men havleha* ve subhanAllâhi
Rabbil alemiyn;
(Musa) ona (ateşe) geldiğinde: "O
ateşin içindeki de, onun çevresinde olan da mübarek kılınmıştır! Subhan Allâh
âlemlerin Rabbidir!" diye hitap algıladı. (A.Hulusi)
08 - Derken
vak tâ ki ona vardı şöyle nidâ olundu: haberin olsun mübarek kılınmıştır bu
ateşteki kimse ve bunun havalisindekiler ve sübhandır o âlemlerin rabbi Allah. (Elmalı)
Felemma
caeha nudiye en burike men fiynnari ve men havleha fakat oraya
gelince kendisine şöyle seslenilir. Bu ışık kaynağı hem içinde, hem de
etrafında olan herkes ise kutlu kılınmıştır. Yani hem içinde olan senin gibi,
Harun gibi peygamberler için kutlu kılınmıştır, hem de etrafında yer alacak
herkes için. Ben ışık kaynağı diye çevirdim oysa ki metinde harfiyen ateş
geçiyor. Fakat burada ki nâr ateşin hem ışık verme niteliğine, hem de ısı verme
niteliğine bir atıf olsa gerek.
Vahyin de böyle iki boyutu var.
Ki girişte İsra/87. (Hayır İsra/82 olması gerek)ayetini okudum vahyin
iki boyutu için. Adeta hem ışık verip insanın önünü aydınlatan bir ışık
kaynağı, fakat doğru yaklaşmayan doğru bakmayan, iman etmeyen, güvenmeyen
içinde hüsranını artıran bir ateş gibi algılanabilir.
ve
subhanAllâhi Rabbil alemiyn ve Alemlerin rabbi olan Allah’ın şanı
pek yücedir. Yani O yüce olan Allah’tan indirilmiştir bu vahiy. O’nun
yüceliğinin en büyük ifadesi vahiy ile kullarına şefkat ve merhametini indirmiş
olmasıdır.
9-) Ya
Musa inneHU ENAllâhul 'Aziyzül Hakiym;
"Yâ
Musa! Kesinlikle Ben O Allâh'ım Aziyz, Hakiym olan!" (A.Hulusi)
09 - Ya
Musâ! hakikat bu: benim o azîz, hakîm Allah. (Elmalı)
Ya
Musa inneHU ENAllâhul 'Aziyzül Hakiym ey Musa hikmeti ile muamele
eden yüceler yücesi Allah var ya, işte o benim.
10-) Ve elkı asâk*
felemma reaha tehtezzü keenneha cânnün vella müdbiren ve lem yu'akkıb* ya Musa
lâ tehaf inniy lâ yehafü ledeyYEl murselun;
"Asanı
at!"... (Musa) asasının, sanki çevik bir yılan gibi hareket ettiğini
görünce, geri dönüp kaçtı ve arkasına bakmadı... "Yâ Musa, korkma!
Muhakkak ki benim katımda Rasûller korkmaz!" (A.Hulusi)
10 - Ve
bırak asanı, derken onu çevik bir yılan gibi ihtizaz ediyor görüverince dönüp
geri kaçtı ve arkasından bakmadı, ya Musâ, kokma, zira benim, korkmaz yanımda
Resul olanlar. (Elmalı)
Ve
elkı asâk şimdi elindeki değneği, asayı yere bırak. Hz. Musa Hz.
Şuayb’ın yanında ki mesleği çobanlıktı. Değneğini de beraber getirmişti. O onu
sıradan bir değnek olarak algılıyordu. Rabbimiz ona eşyanın hiç te göründüğü
gibi sıradan olmadığını, aslında eşyanın içinde muhteşem potansiyel taşıyan
birer potansiyel mucize olduğunu. Bu mucizeyi onun elinde bu potansiyeli
kinetize ederek, açığa çıkararak gösterecekti. Onun içinde Musa’ya; eşyaya
farklı bir yerden bakması, sadece göründüğü noktadan değil, özü itibarıyla, ki
yukarıda görmekle bakmak arasındaki farkı izah etmiştik. Yani sadece bakan
değil gören bir gözle bakmasını, öyle baktığında; bak nasıl eşyanın içinde
muhteşem bir potansiyel barındırdığını gösterecekti. Ve işte o mucize
sergileniyor.
felemma
reaha tehtezzü keenneha cânnün vella müdbiren ve lem yu'akkıb fakat o
asasının çevik ve kıvrak bir yılan gibi hızla aktığını görünce ardına bakmadan
kaçmaya başladı.
Evet, elindeki asa ona göre bir
değnekti.fakat değnek birden canlanmıştı. O, onun hızla hareket ettiğini
gördüğünde kaçmaya başladı. Aslında birden çok nükte içeriyor. Birçok atıflar
içeriyor bu ibare. Bunun içerdiği 1. atıf yukarıda söylediğim gibi eşyanın
içinde muhteşem bir potansiyel var, eşyaya öyle sıradan bakma, kabuğuyla bakma.
2. firavunların kamçısına karşılık senin de asan var. seni firavuna peygamber
olarak, davetçi olarak göndereceğim. Onun kamçısından korkma. Artık asa
sahibisin. Elindeki asa firavun kamçısından daha güçlüdür eğer doğru
kullanırsan, eğer adalet için kullanırsan, eğer hikmetle kullanırsan o asa
firavunun kamçısını yenecektir.
Firavunun kamçısından söz edişim
sembolik bir söz değil, tüm firavunların heykellerinde açıkça görüleceği gibi
tek ellerinde kamçı, diğer ellerinde halkalı bir haçla firavunlar heykellerini yaptırırlardı.
Bugüne kalan tüm heykellerde bunu görmek mümkündür. O kamçı firavunun halk
üzerinde ki ceberutluğunu, otoritesini ve baskısını temsil ederdi.
Burada cânnün diye, nekira
olarak, belirsiz olarak geçen yılan, Şuârâ suresinde suresinde sü’ban diye
geçer. Büyük yılan. Buradaki keenneha cânnün ile araf ve Şuârâ daki sü’ban
sanki birbirinin zıddı gibi. Bunu Razi başta olmak üzere birçok müfessir şöyle
izah etmişler. Büyük bir yılandı fakat sanki küçük bir yılan gibi çevik hareket
ediyordu, hızla akıyordu şeklinde. Bu böyle de anlaşılabilir.
Buradaki “kâf” teşbih edatı
farklı bir biçimde de anlaşılabilir ki görünen nesnenin niteliğine değil, gören
öznenin algısına yönelik müdahale olarak ta anlaşılabilir. Yani keenneha
cânnün sanki o yılandı, sanki o çevik bir yılan gibiydi. Bu ibare 2.
şekilde görülen nesnenin mahiyetinde ki değişiklik değil aslında, gören öznenin
bakışındaki, algısındaki müdahale şeklinde. Yani ilahi müdahale görenin
algısına yönelik. Görenlerin algısına müdahale edilmiş, onlar keenneha
cânnün sanki onu bir yılan gibi algılamışlardı biçiminde de anlaşılabilir.
Yani iki anlayışta muteberdir ve geçerlidir ve iki anlayışta da mucizenin
mucizeliğinden hiçbir şey eksilmez.
ya
Musa lâ tehaf inniy lâ yehafü ledeyYEl murselun Allah buyurdu ki ey
Musa korkma. Çünkü benim huzurumda elçiler korkuya kapılmazlar.
11-)
İlla men zaleme sümme beddele hüsnen ba'de suin feinnİY Ğafûrun Rahıym;
"Ancak
(nefsine)
zulmeden müstesna! (Zulümden) sonra yaptığı kötü davranışı düzelten kişi için ise ben Ğafûr'um,
Rahıym'im." (A.Hulusi)
11 - Ancak
zulmeden sonra da kötülüğün arkasından güzelliğe tebdil eyleyen başka, ona da
ben gafûr, rahîmim. (Elmalı)
İlla
men zalem ancak zulme bulaşanlar hariç. Zulme bulaşanlar diye
çevirdim çünkü buradaki ima Hz. Musa’nın daha önce karıştığı kazalı cinayet
olayıdır. Yani bir yumrukla kazaen öldürülen o adamın cinayetine karışma
olayına bir atıf vardır. Fakat bu atıf nasıl tamamlanıyor; sümme beddele hüsnen ba'de suin feinnİY Ğafûrun Rahıym
fakat o kötülüğün ardından gidişatlarını iyi yönde değiştirirlerse unutmasınlar
ki ben merhameti sınırsız bir bağışlayıcıyım. Yani bağışlarım. Yeter ki
değiştirsinler gidişatlarını, af dilesinler, Allah’a yani bana yönelsinler, o
zaman onları ter temiz ederim.
Hz. Musa’nın karıştığı o kazaya
yönelik bir atıf içerdiği açık ve tabii ki tevbeye bir atıf. Yani ey Musa sen
Allah’tan gönülden tevbe ettin ve halini düzelttin. Yanlışını savunmadın, yani
Adem gibiydin, sen Adem’in izini takip ettin şeytanın değil. Adem hata yaptı
fakat hatasını anladı ve itiraf etti vazgeçti adam oldu. Şeytan hata yaptı,
hatasını savundu şeytan oldu, iblis oldu.
Onun için sen Adem’in izini talip
ettin şeytanın değil onun içinde sen korkma, yani korkmana bir gerekçe yok.
Tertemiz eder Allah. Burada tevbenin insanı nasıl temizlediğinin tipik bir
örneği gösteriliyor ve aynı zamanda bir insan eğer tevbe etsem dahi yine de
kiri ve izi kalacak, yine de ben saf ve temizler arasına karışamayacağım
düşüncesinde ise ona bak tevbe edeni Allah peygamber seçmiştir. Yani işlediği
bu hataya rağmen, zaten bu hataya ilişkin Hz. Musa’nın tevbesinden farklı
surelerde söz edilir. Bu hataya ilişkin Musa’nın tevbesi Musa’yı peygamber
seçmemiz konusunda belki de bir vesile oldu.
İşte arkadan gelecek ayette
aslında bu tevbenin sembolik değeri konusunda muhteşem bir insana görüş ve
bakış açısı sunuyor. Nedir o? Okuyalım;
Devam ediyor C sayfasına geçiniz.
118. videoyu toplu olarak http://kurantefsir.wordpress.com/2012/10/12/islamoglu-tef-ders-neml-001-031118/
bulabilirsiniz
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder