31 Ağustos 2012 Cuma

İslamoğlu Tef. Ders. NÛR (36-40)(111-E)



D sayfasından devam


36-) Fiy buyutin ezinAllâhu en türfea ve yüzkere fiyhesmuHU yüsebbihu leHU fiyha Bil ğudüvvi vel asal;

(O Nûr = hakikat ilmi) Allâh'ın, yükseltilmesine ve içlerinde (şuurda) kendi isminin (işaret ettiğinin) zikredilmesine (hatırlanıp müşahedesine, Esmâ'sının elvermesiyle) izin verdiği evlerdedir (beyin - bilinç)! Sabah-akşam (âfakî ve enfüsî seyirde) oralarda (o evlerde) O'nun tespihindedirler! (A.Hulusi)

36 - O evlerde ki: Allah onların rif'atlandırılmasına ve içlerinde isminin zikredilmesine izin vermiştir, onlarda sabah ve akşam üstleri ona tesbih ederler. (Elmalı)


Fiy buyutin ezinAllâhu en türfea ve yüzkere fiyhesmuHU yüsebbihu leHU fiyha Bil ğudüvvi vel asal içerisinde sabah akşam O’nun adının anıldığı için yükseltilmesine izin verdiği evlerde O’nun ululuğunu ve yüceliğini sürekli dile getiren, arkasındaki ayette ricalül geliyor, nice yiğitler vardır. Onunla birlikte okumamız daha doğru olur.

Aslında İbn Abbas ve ona uyanlar bu ayeti bir önceki ayetin devamı olarak okurlar. Fakat Ferra bu ayeti bir sonraki ayetin devamı olarak okur, hatta bir sonraki ayetin başındaki rical sözcüğünü bu ayette ki yüsebbiHU fiilinin öznesi olarak görür. Biz de bu okuyuşu tercih ettik ve bir sonraki ayetle devam edelim.


37-) Ricalun lâ tülhiyhim ticaretün ve lâ bey'un an zikrillâhi ve ikamis Salâti ve iytaizZekâti, yehafune yevmen tetekallebu fiyhilkulubu vel ebsar;

(Onlar o) Ricaldir ki, kendilerini ne ticaret ne de (dünyevî) alışveriş Allâh'ın Zikri'nden (hakikatlerini hatırlamaktan engelleyip), salâtın ikamesinden (hakikatini yaşamaktan) ve zekâtı vermekten (kendisindekini karşılıksız paylaşmaktan) alıkoymaz! Onlar, kalplerinde (şuurlarında açığa çıkan içsellikteki hakikat) ve gözleriyle görecekleri (âfakta müşahede edilecek dışsal gerçeklik) nedeniyle, dönüşülecek süreçten korkarlar. (A.Hulusi)

37 - Nice erler ki ne ticaret ne beyi' kendilerini zikrullahtan, namaz kılmaktan, zekât vermekten alıkoymaz, kalplerin ve gözlerin kıvranacağı günden korkarlar. (Elmalı)


Ricalun işte böyle yiğitler var ki lâ tülhiyhim ticaretün ve lâ bey'un an zikrillâhi ve ikamis Salâti ve iytaizZekâ onları ne ticaret ne bir başka kazanç kapısı Allah’ı anmaktan, salâtı ikame etmekten ve arınmak için verilmesi gerekeni vermekten alıkoyabilir. Bunların hiç birisi onları alıkoymaz.

41. ayette, daha sonra gelecek kuş sürülerinin salâtından söz ediliyor. Onun için namaz kılmak diye çevirmek yerine salâtı ikame etmek diye çevirdim. Yani ne manaya geliyor; Allah’a karşı esas duruşunu koruyan. Çünkü namazı da içeren bir şey. Namazında amacı bu zaten. Çok daha kapsamlı bir durumu ifade ediyor. İnsanın Allah karşısında ki esas duruşu.

Salâ kökü biliyorsunuz insanı dik tutan omurgaya verilen isimdir. Burada sayılan nitelikler esas duruş sahibi bir müminin nitelikleridir.

yehafune yevmen tetekallebu fiyhilkulubu vel ebsar onlar, kalplerin ve gözlerin dehşetle döndüğü günden korkarlar. Yani kıyametten, hesap gününden, hesap verecek bir hayat yaşarlar onun için.


38-) Liyecziyehümullâhu ahsene ma amilu ve yeziydehüm min fadliHİ, vAllâhu yerzüku men yeşau Bi ğayri hisab;

(Bu yüzdendir ki), Allâh onlara, çalışmalarının sonucunu en güzel şekilde yaşatır ve onlara lütfuyla, fazlasını da bağışlar... Allâh dilediğini ölçüsüz yaşam gıdasıyla besler! (A.Hulusi)

38 - Çünkü Allah kendilerine işledikleri amellerin en güzeliyle ecir verecek, fazlından da ziyadesini bahş eyleyecektir, ve Allah dilediğine hesapsız rızık verir. (Elmalı)


Liyecziyehümullâhu ahsene ma amilu ve yeziydehüm min fadliH bütün bunların sonucunda da Allah onları yaptıklarının en iyisiyle ödüllendirir. Üstelik onlara kendi lûtfundan daha fazlasını da verir. vAllâhu yerzüku men yeşau Bi ğayri hisab zira dilediğine hesapsız rızık bağışlayan yalnızca Allah’tır.


39-) Velleziyne keferu a'malühüm keserabin Bi kıy'atin yahsebuhüzzam'anu maen, hattâ izâ caehu lem yecidhü şey'en ve vecedAllâhe 'ındehu feveffahu hısabeh* vAllâhu seriy'ul hisab;

Hakikat bilgisini inkâr edenlere gelince, onların çalışmaları da, çöllerdeki susayanın su sandığı serap gibidir! Nihayet ona (seraba, amellerine), (ölümü tadarak) ulaştığında, bir şey bulmaz! Allâh'ı kendi indînde bulmuştur (Esmâ'sıyla hakikatinde olduğunu fark etmiştir ama ne yazık ki bunu değerlendirmekte geri dönüşü olmayan noktadadır)! (Allâh da) ona geçmiş yaşantısının sonuçlarını tümüyle yaşatır! Allâh "Seriy'ul Hisab"dır (yapılanın sonucunu anında yaşatan)! (A.Hulusi)

39 - Küfredenlerin ise amelleri bir engin çölde serap gibidir, susayan onu bir su zanneder, nihayet ona vardığı vakit onu bir şey bulmaz da yanında vicdanı Allah’ı bulur, o da ona tamamı ile hesabını görüverir ve Allah seri' hesaplıdır. (Elmalı)


Velleziyne keferu a'malühüm keserabin Bi kıy'atin yahsebuhüzzam'anu maen inkarda ısrar edenlere gelince onların yapıp ettikleri çölde görülen serap gibidir. Susuzluktan yanmış olan onu su sanır. hattâ izâ caehu lem yecidhü şey'en ne ki ona yaklaştığında orada sudan hiçbir iz bulamaz. ve vecedAllâhe 'ındehu feveffahu hısabehu fakat Allah’ı kendi vicdanında bulur ve bilir ki o hesabı tastamam görür.

Burada eğer mot a mot okuyacak olursak; kendi vicdanında değil, kendi yanında diye çevirmemiz lazım. İnsanoğlu olmayan yerde suyu görür de her yerde tecelli eden Allah’ı göremez. Böyle bir garip varlık insan. Üstelik kendisine şah damarından daha yakın olduğu halde göremez.

vAllâhu seriy'ul hisab zira Allah çok seri hesap görendir.


40-) Ev kezulümatin fiy bahrin lücciyyin yağşahü mevcün min fevkıhi mevcün min fevkıhi sehab* zulümatün ba'duha fevka ba'd* izâ ahrece yedehu lem yeked yeraha* ve men lem yec'alillâhu lehu nûren fema lehu min nûr;

Yahut (onun yaşantısının getirisi), derin bir denizdeki karanlıklar gibidir ki, onu bir dalga kaplar, onun üstüne de başka bir dalga (onu bürür), bu ikinci dalganın üstünde de bulutlar! Birbirinin üstünde karanlıklar! (İçinde bulunan) elini dışarı çıkarsa, neredeyse onu göremez... Allâh kimde nûr (ilim) oluşturmamışsa (artık) onun nûru (ilmi) olmaz! (A.Hulusi)

40 - Yahut derin bir denizdeki zulümât gibidir, onu bir dalga bürüyor, üstünden bir dalga, üstünden bir bulut, öyle zulümât ki birbiri üstüne, elini çıkardığı vakit onu görmesi ihtimali yok, her kime de Allah, bir nûr yapmamışsa artık onun için hiç nûr yoktur. (Elmalı)


Ev kezulümatin fiy bahrin lücciyyin veya onların yapıp ettikleri bir okyanusun derin karanlıkları gibidir. yağşahü mevcün min fevkıhi mevcün min fevkıhi sehabun onu kat kat üstüne dalgalar kuşatıyor derken üstüne bir de kara bulutlar zulümatün ba'duha fevka ba'd kat kat karanlık üstüne karanlıklar.

Hemen hatırlayalım ki Nûr’un alâ Nûr geçmişti 35. ayette. Orada Nûr üstüne Nûr, burada karanlık üstüne karanlık. Allah’ın vahiy Nûr’undan mahrum kalmış insan hem gözünü, hem göz görse dahi gözün ışığını, hem aklını kaybetmiş, bunun sonucunda da küfür ve günah karanlığına daldıkça dalmış kimse gibidir. Yani gözünü kaybetmiş, ışığını kaybetmiş, aklını kaybetmiş. Gözü olsa ışık olmayınca yine göremez. Gözü ve ışığı olsa aklı olmayınca yine kavrayamaz. İşte böyle bir insan, 3 şeyini kaybetmiş. Nihayet bunun sonucunda vicdanının sesini duyamaz ve fıtratını da koruyamaz olmuş. Yanlış üst yapı doğru alt yapıyı da mahvetmiş. Bu ibare işte Nûrun alâ Nûr un zıddıdır.

izâ ahrece yedehu lem yeked yeraha kişi çıkarıp baksa nerdeyse elini dahi göremeyecek durumda yani değil soyut hakikatleri, somut gerçekleri bile kavrayamaz, fark edemez hale gelmiş. ve men lem yec'alillâhu lehu nûren fema lehu min nûr nitekim bir kimseyi Allah aydınlatmamışsa onun asla aydınlıktan nasibi olmaz ve o asla karanlıktan kurtulmaz. Yani Allah’ın ışık vermediği kimse karanlığa mahkum olur. Eğer imanı yoksa aslında o gece üstüne gecenin içinde kalmış olan aklını, gözünü ve ışığı kaybetmiş bir zavallıdan başkası değildir.

Rabbim Vahyin ışığını gönlümüze düşürsün ve aklımızı vahiyle münevver kılsın.


“Ve ahiru davana enil hamdülillahi rabbil alemiyn”

Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır.


111. videonun sonu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder