Sevgili Kur’an dostları geçen
dersimizde Nûr suresinin 2. ayetine kadar işlemiştik. Hatırlayacak olursak 2.
ayet Allah’ın yasakladığı ahlaki bir cürümden söz ediyordu, zinadan.
Zina hem insanın insanlığına,
insaniyetine yönelik bir taarruz, hem de insanın toplumsal saygınlığına yönelik
bir taarruz, bir saldırı olarak algılanıyordu vahiy tarafından. Dolayısıyla
zina sadece 2 kişinin arasında olup bitmiş bir olay değil, toplumun birer
parçası durumunda olan insanın içinde bulunduğu topluma katması gereken
saygınlığı yok etmesi. Toplumsal katma değer yerine değersizlik üretmesi ahlaki
değerlerin standardını yok etmesi ve dolayısıyla bir toplumu ayakta tutan
dirlik ve düzenlik içinde tutan, yeryüzündeki hayatın başarılı inşasına en
büyük darbeyi vuracak olan bir cürüm ve bir günah olarak niteleniyordu.
Her günahın elbette bir cezası vardır.
Eğer bir günah dünyevi bir sonuç üretiyor, yani suça dönüşüyorsa o günahın
cezası o günahın cezası yalnız ukbaya bırakılmıyor, aynı zamanda dünyevi bir
karşılığı da oluyordu. İşte zina çift boyutlu, hem suç, hem günah olan bir
durumdu. Ve nûr suresinin 2. ayeti zinayı suç olarak nitelendirip bu suçun
dünyada ki karşılığını dile getiriyordu cezasını. Bu ceza celde diye orijinal
ifadesi ile geçen bu ceza aslında bu suçu işleyen insanın canını yakmaktan çok
bu suçun kendisine yönelik caydırıcı bir ceza idi. Yani cezanın mahiyeti eğer
suçluyu yok etmek, suçlunun canını yakmak olsaydı adı celde olmazdı.Celde;
etkisi cilt ile sınırlı kalan bir vuruş, vurma biçimi demektir. yani cildin
altında ki kasa geçmeyen, etkisi kasa geçmeyen bir vuruş.
Bu anlamda topluma karşı yapılan
bu büyük saygısızlığın toplum tarafından mutlaka dışlanması gerekiyordu. Yani
suça ve günaha sadece suç ve günah olarak bakmak, onu günah olarak bilmek
yetmez. Onun suç olduğuna iman etmek gerek. İşte Kur’an çizdiği bu sınırlarla
ahlaki davranış biçimini, yalnızca kişinin gönüllü eylemine bırakmıyor, ahlaki
davranma formunu aynı zamanda kişinin bir imanı haline getiriyor, bir inancı
haline getiriyordu. Bu ayette de biz bunu görüyoruz.
Efendimize Medine’de iktidar
yıllarında bir delikanlı gelmiş;
- Ya Resulallah ben zina etmek
istiyorum. Demişti.
Efendimiz derin derin o
delikanlıya bakmış ama kızmamış terslememiş, huzurundan kovmamış. Yani onun
şahsiyetini zedelememiş. Kişiliğini yıkmamış, hatta böyle bir toplum, bu
toplumda günah işlemek içinden gelen bir genç bile toplumun liderine gelip
içinden geçeni söyleyebilecek kadar özgüvene sahip bir toplum. Ve ona;
- Senin annen var mı? Senin bacın
var mı, senin teyzen var mı? Senin halan var mı? Diye sormuş, her birine evet
cevabı almıştı ve dönüp; Senin böyle çirkin bir fiili işleyeceğin kimse ya
birinin annesi, ya birinin kız kardeşi, ya birinin teyzesi ya birinin halasıdır
değil mi? Demiş.O gençte;
- Ya Resulallah ben böyle bire
şey düşündüğüm için, arzu ettiğim için Allah’a istiğfar ediyorum. Bu beni ikna
etti vazgeçiyorum. Diye dönmüş ve gitmişti.
İslam toplumunda ahlaki
davranışların böylesine bir zemin üzerinde yükselmesi bu toplumu ailenin
merkezi olan bir rol ve fonksiyon yüklendiği bir toplum haline getirmişti.
İslam’ın ideal toplumunda tüm ahlaki davranış biçimlerinin ilk kazanıldığı okul
aile idi. Zina ise öncelikle aile kurumuna yönelik bir saldırıydı. Çünkü bir
toplumda insanların Allah tarafından insan tekeline verilmiş olan, bir nimet
olan cinselliği aile dışı bir biçimde, aile kurumuna ihtiyaç duyulmayacak bir
biçimde tatmin etmek ve kullanmak, başta ailenin fonksiyonunu ortadan
kaldırırdı. Dolayısıyla aile kurumu yara alırdı. Kurulmuş bir ailede meydana
geliyorsa eğer bu fiil bu takdirde sadece bireysel bir cürüm olmakla kalmaz
aynı zamanda ailenin temelleri sarsılır ve yıkılırdı.
İşte bütün bunlar göz önüne
alınarak aslında Kur’an da ki zinaya yönelik tüm yaptırımlar aileyi, aile
kurumunun sıhhat ve selametini, dolayısıyla bir toplumun ahlaki standartlarını
korumaya yöneliktir. Şimdi 3. ayete geçebiliriz.
(3. ayet, 2. tefsir.)
3-)
Ezzaniy lâ yenkihu illâ zaniyeten ev müşriketen, vezzaniyetü lâ yenkihuha illâ
zanin ev müşrik* ve hurrime zâlike alel mu'miniyn;
Zina (evlilik dışı ilişki)
yaşayan erkek ancak zina eden yahut müşrik bir dişiyi nikâh eder... Zina eden
dişi de ancak zina eden veya müşrik bir erkekle nikâh eder. Bu, iman edenlere
haram edilmiştir. (A.Hulusi)
03 - Zanî
bir zaniye veya müşrikten başkası nikâh etmez, müminlere ise bu haram kılındı. (Elmalı)
Ezzaniy
lâ yenkihu illâ zaniyeten ev müşriketen zina yapan erkek ancak
zinakar bir kadınla, diğer bir ifade ile cinsel güdülerini tanrılaştıran bir
kadınla birlikte olur. vezzaniyetü lâ yenkihuha illâ
zanin ev müşrikun zina eden bir kadın da ancak zinakar bir erkekle,
diğer bir ifade ile cinsel güdülerini tanrılaştıran bir erkekle birlikte olur. ve hurrime zâlike alel mu'miniyn zaten bu tür bir
birleşme inananlara haram kılınmıştır.
Müminin ahlaki karşılığını
söylersek Allah’a güvenenlere, kendileri için neyin iyi, neyin kötü olduğunu
belirleme konusunda Allah’a güvenenlere yasaklanmıştır.
Değerli dostlar verdiğim mana şu
ana kadar klasik tefsir okullarının çoğunluğunun anladığı mananın biraz dışında
bir mana. Peki, aslında çoğunluğun verdiği mana neydi? Onu da zikredeyim; Zina
eden erkek ancak zinakar bir kadınla, ya da müşrik bir kadınla nikahlanır. Yine
devamında da zina eden bir kadın ancak zinakar bir erkekle ya da müşrik bir
erkekle nikahlanır şeklinde idi. Fakat böyle bir anlamada ciddi problemler var.
1 – Buradaki eğer ayetteki; lâ yenkihuha onu, “illa”, ki “lâ” yı, “illa”yı
nötralize ettiği için, götürdüğü için biz yenkihuha onu nikahlar
şeklinde anlarsak eğer ve bu nikahı bildiğimiz nikah sözleşmesi olarak anlarsak
bu durumda bir müminin bir müşrikle evlenemeyeceğini, bunun kesin yasak
olduğuna dair Kur’an ın vahyin yasağını izah edemeyiz. Bakara/221. ayeti bu
yasağı getirir ki, bu yasak geldikten sonra bir çok mümin erkek, müşrik
karısından boşanmıştı. Ya da tersi olmuştu. Öncelikle bunu zikretmek lazım.
O halde burada ki nikah aslında
mecazen birleşmeye, beraber olmaya atıf olarak kullanılmıştır ki zaten bu mana
sadece bizim anladığımız bir şey değil, Mücahit, İkrime, Katade gibi ilk dönem
otoriteleri ve daha sonra Ebu Müslüm Isfahani gibi sonraki müfessirler ve ona
katılan Razi gibi müfessirler burada ki nikahı nikah sözleşmesi değil cinsel
birleşme olarak anlamışlar.
2 – Yine 2. problem Ceza
kefarettir. El hudud-u keffaretün. İslami hadler günahın kefaretidir. Böyle bir
had vurulduktan, yani cezası çekildikten sonra ek bir mahkumiyet olarak, hukuki
yaptırım olarak herhangi bir şey gerekmez. Yani bir de sen sadece zinakar bir
kadını nikahlayabilirsin diye nikah alternatiflerini yok etmek, ya da sadece
zinakar bir erkeği nikahlarsın demek mümkün değil.
3 – Burada ki lâ yenkihuha
illâ ibaresi bir emir değil, yani nehiy değil bir haberdir. Ancak şunun la
birleşir. Birleşemez ancak şunun la birleşir, nikahlayamaz, ancak şunun la
nikahlayabilir. Yani burada haber verilmektedir. Emir değil. Bunu emir olarak anlayan
günümüzde yeni Kur’an okuyucuları böyle bir günah ömründe herhangi bir dönemde
eğer irtikap etmişse, böyle bir yanlış anlamaya sapıyor. Bununla alakası
olmadığını açıkça söylemek gerek. Yani nikah lafzi değil mecazidir burada ve
buradaki aynı zamanda Müşrikun, müşriketen ibareleri, yani kadın müşrik, erkek
müşrik ibareleri belki kelime manasıyla çevrilebilir. Fakat unutmayalım ki
bunları cinsel güdülerini ilahlaştırmış, tanrılaştırmış insan diye çevirmemiz,
yine vahyin müşrik tarifine, vahyin genel olarak şirki tanımına uymaktadır.
Eraeyte menittehaze ilâhehu heva.. (Furkan/43)
ayetini hatırlayalım. Hevasını güdülerini, zevkini, arzusunu ilah edinen
kimseye baksana sen. Adeta açılımı gibi. Yani arzusunu ilah edinmek. Aslında
şirkin tipik bir türüdür. Onun için çevirimizin gerekçeleri de bunlardan
oluşmaktadır.
Şehvetin
illeti zevk değil. Vahye göre şehvetin asıl illeti insan neslinin devamıdır.
Zaten şehvetin iki tür illeti vardır. Allah’ın insana nimet olarak verdiği bu
şeyin iki illeti var. Biri lezzet, biri de insan neslinin devamı. Fakat tarihte
kimi medeniyetler Allah’ın insanoğluna verdiği bu emanetin illetini zevk olarak
görmüşlerdir. O medeniyetlerin akıbeti, işte Vezüv de olduğu gibi olmuştur.
İşte Sodom ve Gomore de olduğu gibi olmuştur. Lût kavminin başına gelen o elim
ve dehşet gazapta olduğu gibi olmuştur.
İşte bugün
batıda gördüğümüz, insanın insanlığını yok eden ve Allah’ın verdiği bu nimetin
tamamen istismarına dayanan ahlaki yoksullukta olduğu gibi. Ama eğer bu güzel
nimetin illetini insan neslinin devamı olarak görmüşse bir toplum, ki vahyin
inşa ettiği toplumlar böyle görmüşlerdir. O zamanda bu nimet geçek bir nimete
dönüşmüş, toplumun mutluluğuna katma değer olmuş ve o topluluk yeryüzünde imam
toplum, önder ve örnek toplum olmuştur.
Cinsellik
vahye göre bir emanet ve nimettir. Fakat ilginçtir Yahudi, Hıristiyan
düşüncesine göre, özellikle Pavlusyen Hıristiyanlığa göre cinsellik bir
günahtır. Onun içinde papazlar, din görevlileri Yani Hıristiyan din adamları
rahipler, rahibeler, din kadınları evlenmezler.
Katolisizm
de bir evlilik ısrarla tavsiye edilmiştir, kadını korumak için değil. Bir kadın
bir günah, iki kadın iki günah, 3 kadın üç günah sayıldığı için. Yani en az
günahla yetin maksadıyla bu tavsiye yapılmıştır. Onun içindir ki bunlar
sistemlerinde tabii ki herhangi bir öcü olmaksızın Adem’e günahı işlettiren
unsur kadın olarak nitelendirilmiştir. Kur’an böyle bir düşünceye imaen dahi
yer vermez. O nedenle bu inanç sistemlerinde aynı zamanda cinsellik bir günah
olarak nitelendirilmiş. Cinselliği günah olarak niteleyen bir inanç ya da
düşünce sistemi insanla savaşıyor demektir. İnsanı karşısına alıyor demektir.
Allah’ın
insana verdiği sevmek, öfkelenmek, üzülmek, gayret etmek, nefret etmek gibi
duygular insanın hayatı inşa etmesinde çok temel fonksiyon üstlenen duyulardır,
duygulardır. Bu duygular olmasaydı eğer insan, yeryüzünde hayatı nasıl inşa
edecekti. Sevmek olmasaydı nasıl inşa edecekti, tırsmak ve korkmak olmasaydı
insan nasıl tedbir alacaktı. Nefret olmasaydı insan nasıl kendini güvenliğe
alacaktı, güvenlik ihtiyacını nasıl fark edecekti. İyi ve kötüyü fark
etmeseydi, güzel ve çirkini, doğru ve yanlışı fark etmeseydi insan bir dünya
inşasına niçin soyunacaktı.
O halde
bütün bunlar aslında şehvetin de içinde olduğu bir güdüler paketi bir duygular
paketiyle mümkindir. Ve bu duygular paketinin itici gücü insan oğluna verilmiş
büyük nimetlerden biri olan şehvet nimeti sayesindedir.
İnsanoğluna
verilen bu nimetler insanın saadeti uğruna da kullanılabilirler, felaketi uğruna
da kullanılabilirler. Mesele insana verilen bu yeteneğin meşru sınırlar
içerisinde kullanılıp insanın insanlığına katma değer olması ve insanın
yeryüzünde yaratılış amacını gerçekleştirme yolunda bir yakıt olmasıdır. İşte
vahiy bu sınırları bize öğreten ilahi bir mesajlar bütünüdür ve bu ayetlerde de
bu sınırlar bize öğretilmektedir.
Devam ediyor
B sayfasına geçiniz.
110. videoyu toplu olarak http://kurantefsir.wordpress.com/2012/08/17/islamoglu-tef-ders-nur-04-26110/ bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder