20 Ağustos 2012 Pazartesi

İslamoğlu Tef. Ders. NÛR (03-03)(110-A)





Sevgili Kur’an dostları geçen dersimizde Nûr suresinin 2. ayetine kadar işlemiştik. Hatırlayacak olursak 2. ayet Allah’ın yasakladığı ahlaki bir cürümden söz ediyordu, zinadan.

Zina hem insanın insanlığına, insaniyetine yönelik bir taarruz, hem de insanın toplumsal saygınlığına yönelik bir taarruz, bir saldırı olarak algılanıyordu vahiy tarafından. Dolayısıyla zina sadece 2 kişinin arasında olup bitmiş bir olay değil, toplumun birer parçası durumunda olan insanın içinde bulunduğu topluma katması gereken saygınlığı yok etmesi. Toplumsal katma değer yerine değersizlik üretmesi ahlaki değerlerin standardını yok etmesi ve dolayısıyla bir toplumu ayakta tutan dirlik ve düzenlik içinde tutan, yeryüzündeki hayatın başarılı inşasına en büyük darbeyi vuracak olan bir cürüm ve bir günah olarak niteleniyordu.

Her günahın elbette bir cezası vardır. Eğer bir günah dünyevi bir sonuç üretiyor, yani suça dönüşüyorsa o günahın cezası o günahın cezası yalnız ukbaya bırakılmıyor, aynı zamanda dünyevi bir karşılığı da oluyordu. İşte zina çift boyutlu, hem suç, hem günah olan bir durumdu. Ve nûr suresinin 2. ayeti zinayı suç olarak nitelendirip bu suçun dünyada ki karşılığını dile getiriyordu cezasını. Bu ceza celde diye orijinal ifadesi ile geçen bu ceza aslında bu suçu işleyen insanın canını yakmaktan çok bu suçun kendisine yönelik caydırıcı bir ceza idi. Yani cezanın mahiyeti eğer suçluyu yok etmek, suçlunun canını yakmak olsaydı adı celde olmazdı.Celde; etkisi cilt ile sınırlı kalan bir vuruş, vurma biçimi demektir. yani cildin altında ki kasa geçmeyen, etkisi kasa geçmeyen bir vuruş.

Bu anlamda topluma karşı yapılan bu büyük saygısızlığın toplum tarafından mutlaka dışlanması gerekiyordu. Yani suça ve günaha sadece suç ve günah olarak bakmak, onu günah olarak bilmek yetmez. Onun suç olduğuna iman etmek gerek. İşte Kur’an çizdiği bu sınırlarla ahlaki davranış biçimini, yalnızca kişinin gönüllü eylemine bırakmıyor, ahlaki davranma formunu aynı zamanda kişinin bir imanı haline getiriyor, bir inancı haline getiriyordu. Bu ayette de biz bunu görüyoruz.

Efendimize Medine’de iktidar yıllarında bir delikanlı gelmiş;

- Ya Resulallah ben zina etmek istiyorum. Demişti.

Efendimiz derin derin o delikanlıya bakmış ama kızmamış terslememiş, huzurundan kovmamış. Yani onun şahsiyetini zedelememiş. Kişiliğini yıkmamış, hatta böyle bir toplum, bu toplumda günah işlemek içinden gelen bir genç bile toplumun liderine gelip içinden geçeni söyleyebilecek kadar özgüvene sahip bir toplum. Ve ona;

- Senin annen var mı? Senin bacın var mı, senin teyzen var mı? Senin halan var mı? Diye sormuş, her birine evet cevabı almıştı ve dönüp; Senin böyle çirkin bir fiili işleyeceğin kimse ya birinin annesi, ya birinin kız kardeşi, ya birinin teyzesi ya birinin halasıdır değil mi? Demiş.O gençte;

- Ya Resulallah ben böyle bire şey düşündüğüm için, arzu ettiğim için Allah’a istiğfar ediyorum. Bu beni ikna etti vazgeçiyorum. Diye dönmüş ve gitmişti.

İslam toplumunda ahlaki davranışların böylesine bir zemin üzerinde yükselmesi bu toplumu ailenin merkezi olan bir rol ve fonksiyon yüklendiği bir toplum haline getirmişti. İslam’ın ideal toplumunda tüm ahlaki davranış biçimlerinin ilk kazanıldığı okul aile idi. Zina ise öncelikle aile kurumuna yönelik bir saldırıydı. Çünkü bir toplumda insanların Allah tarafından insan tekeline verilmiş olan, bir nimet olan cinselliği aile dışı bir biçimde, aile kurumuna ihtiyaç duyulmayacak bir biçimde tatmin etmek ve kullanmak, başta ailenin fonksiyonunu ortadan kaldırırdı. Dolayısıyla aile kurumu yara alırdı. Kurulmuş bir ailede meydana geliyorsa eğer bu fiil bu takdirde sadece bireysel bir cürüm olmakla kalmaz aynı zamanda ailenin temelleri sarsılır ve yıkılırdı.

İşte bütün bunlar göz önüne alınarak aslında Kur’an da ki zinaya yönelik tüm yaptırımlar aileyi, aile kurumunun sıhhat ve selametini, dolayısıyla bir toplumun ahlaki standartlarını korumaya yöneliktir. Şimdi 3. ayete geçebiliriz.

(3. ayet, 2. tefsir.)

3-) Ezzaniy lâ yenkihu illâ zaniyeten ev müşriketen, vezzaniyetü lâ yenkihuha illâ zanin ev müşrik* ve hurrime zâlike alel mu'miniyn;

Zina (evlilik dışı ilişki) yaşayan erkek ancak zina eden yahut müşrik bir dişiyi nikâh eder... Zina eden dişi de ancak zina eden veya müşrik bir erkekle nikâh eder. Bu, iman edenlere haram edilmiştir. (A.Hulusi)

03 - Zanî bir zaniye veya müşrikten başkası nikâh etmez, müminlere ise bu haram kılındı. (Elmalı)


Ezzaniy lâ yenkihu illâ zaniyeten ev müşriketen zina yapan erkek ancak zinakar bir kadınla, diğer bir ifade ile cinsel güdülerini tanrılaştıran bir kadınla birlikte olur. vezzaniyetü lâ yenkihuha illâ zanin ev müşrikun zina eden bir kadın da ancak zinakar bir erkekle, diğer bir ifade ile cinsel güdülerini tanrılaştıran bir erkekle birlikte olur. ve hurrime zâlike alel mu'miniyn zaten bu tür bir birleşme inananlara haram kılınmıştır.

Müminin ahlaki karşılığını söylersek Allah’a güvenenlere, kendileri için neyin iyi, neyin kötü olduğunu belirleme konusunda Allah’a güvenenlere yasaklanmıştır.

Değerli dostlar verdiğim mana şu ana kadar klasik tefsir okullarının çoğunluğunun anladığı mananın biraz dışında bir mana. Peki, aslında çoğunluğun verdiği mana neydi? Onu da zikredeyim; Zina eden erkek ancak zinakar bir kadınla, ya da müşrik bir kadınla nikahlanır. Yine devamında da zina eden bir kadın ancak zinakar bir erkekle ya da müşrik bir erkekle nikahlanır şeklinde idi. Fakat böyle bir anlamada ciddi problemler var.

1 – Buradaki eğer ayetteki; lâ yenkihuha onu, “illa”, ki “lâ” yı, “illa”yı nötralize ettiği için, götürdüğü için biz yenkihuha onu nikahlar şeklinde anlarsak eğer ve bu nikahı bildiğimiz nikah sözleşmesi olarak anlarsak bu durumda bir müminin bir müşrikle evlenemeyeceğini, bunun kesin yasak olduğuna dair Kur’an ın vahyin yasağını izah edemeyiz. Bakara/221. ayeti bu yasağı getirir ki, bu yasak geldikten sonra bir çok mümin erkek, müşrik karısından boşanmıştı. Ya da tersi olmuştu. Öncelikle bunu zikretmek lazım.

O halde burada ki nikah aslında mecazen birleşmeye, beraber olmaya atıf olarak kullanılmıştır ki zaten bu mana sadece bizim anladığımız bir şey değil, Mücahit, İkrime, Katade gibi ilk dönem otoriteleri ve daha sonra Ebu Müslüm Isfahani gibi sonraki müfessirler ve ona katılan Razi gibi müfessirler burada ki nikahı nikah sözleşmesi değil cinsel birleşme olarak anlamışlar.

2 – Yine 2. problem Ceza kefarettir. El hudud-u keffaretün. İslami hadler günahın kefaretidir. Böyle bir had vurulduktan, yani cezası çekildikten sonra ek bir mahkumiyet olarak, hukuki yaptırım olarak herhangi bir şey gerekmez. Yani bir de sen sadece zinakar bir kadını nikahlayabilirsin diye nikah alternatiflerini yok etmek, ya da sadece zinakar bir erkeği nikahlarsın demek mümkün değil.

3 – Burada ki lâ yenkihuha illâ ibaresi bir emir değil, yani nehiy değil bir haberdir. Ancak şunun la birleşir. Birleşemez ancak şunun la birleşir, nikahlayamaz, ancak şunun la nikahlayabilir. Yani burada haber verilmektedir. Emir değil. Bunu emir olarak anlayan günümüzde yeni Kur’an okuyucuları böyle bir günah ömründe herhangi bir dönemde eğer irtikap etmişse, böyle bir yanlış anlamaya sapıyor. Bununla alakası olmadığını açıkça söylemek gerek. Yani nikah lafzi değil mecazidir burada ve buradaki aynı zamanda Müşrikun, müşriketen ibareleri, yani kadın müşrik, erkek müşrik ibareleri belki kelime manasıyla çevrilebilir. Fakat unutmayalım ki bunları cinsel güdülerini ilahlaştırmış, tanrılaştırmış insan diye çevirmemiz, yine vahyin müşrik tarifine, vahyin genel olarak şirki tanımına uymaktadır.

Eraeyte menittehaze ilâhehu heva.. (Furkan/43) ayetini hatırlayalım. Hevasını güdülerini, zevkini, arzusunu ilah edinen kimseye baksana sen. Adeta açılımı gibi. Yani arzusunu ilah edinmek. Aslında şirkin tipik bir türüdür. Onun için çevirimizin gerekçeleri de bunlardan oluşmaktadır.

Şehvetin illeti zevk değil. Vahye göre şehvetin asıl illeti insan neslinin devamıdır. Zaten şehvetin iki tür illeti vardır. Allah’ın insana nimet olarak verdiği bu şeyin iki illeti var. Biri lezzet, biri de insan neslinin devamı. Fakat tarihte kimi medeniyetler Allah’ın insanoğluna verdiği bu emanetin illetini zevk olarak görmüşlerdir. O medeniyetlerin akıbeti, işte Vezüv de olduğu gibi olmuştur. İşte Sodom ve Gomore de olduğu gibi olmuştur. Lût kavminin başına gelen o elim ve dehşet gazapta olduğu gibi olmuştur.

İşte bugün batıda gördüğümüz, insanın insanlığını yok eden ve Allah’ın verdiği bu nimetin tamamen istismarına dayanan ahlaki yoksullukta olduğu gibi. Ama eğer bu güzel nimetin illetini insan neslinin devamı olarak görmüşse bir toplum, ki vahyin inşa ettiği toplumlar böyle görmüşlerdir. O zamanda bu nimet geçek bir nimete dönüşmüş, toplumun mutluluğuna katma değer olmuş ve o topluluk yeryüzünde imam toplum, önder ve örnek toplum olmuştur.

Cinsellik vahye göre bir emanet ve nimettir. Fakat ilginçtir Yahudi, Hıristiyan düşüncesine göre, özellikle Pavlusyen Hıristiyanlığa göre cinsellik bir günahtır. Onun içinde papazlar, din görevlileri Yani Hıristiyan din adamları rahipler, rahibeler, din kadınları evlenmezler.

Katolisizm de bir evlilik ısrarla tavsiye edilmiştir, kadını korumak için değil. Bir kadın bir günah, iki kadın iki günah, 3 kadın üç günah sayıldığı için. Yani en az günahla yetin maksadıyla bu tavsiye yapılmıştır. Onun içindir ki bunlar sistemlerinde tabii ki herhangi bir öcü olmaksızın Adem’e günahı işlettiren unsur kadın olarak nitelendirilmiştir. Kur’an böyle bir düşünceye imaen dahi yer vermez. O nedenle bu inanç sistemlerinde aynı zamanda cinsellik bir günah olarak nitelendirilmiş. Cinselliği günah olarak niteleyen bir inanç ya da düşünce sistemi insanla savaşıyor demektir. İnsanı karşısına alıyor demektir.

Allah’ın insana verdiği sevmek, öfkelenmek, üzülmek, gayret etmek, nefret etmek gibi duygular insanın hayatı inşa etmesinde çok temel fonksiyon üstlenen duyulardır, duygulardır. Bu duygular olmasaydı eğer insan, yeryüzünde hayatı nasıl inşa edecekti. Sevmek olmasaydı nasıl inşa edecekti, tırsmak ve korkmak olmasaydı insan nasıl tedbir alacaktı. Nefret olmasaydı insan nasıl kendini güvenliğe alacaktı, güvenlik ihtiyacını nasıl fark edecekti. İyi ve kötüyü fark etmeseydi, güzel ve çirkini, doğru ve yanlışı fark etmeseydi insan bir dünya inşasına niçin soyunacaktı.

O halde bütün bunlar aslında şehvetin de içinde olduğu bir güdüler paketi bir duygular paketiyle mümkindir. Ve bu duygular paketinin itici gücü insan oğluna verilmiş büyük nimetlerden biri olan şehvet nimeti sayesindedir.

İnsanoğluna verilen bu nimetler insanın saadeti uğruna da kullanılabilirler, felaketi uğruna da kullanılabilirler. Mesele insana verilen bu yeteneğin meşru sınırlar içerisinde kullanılıp insanın insanlığına katma değer olması ve insanın yeryüzünde yaratılış amacını gerçekleştirme yolunda bir yakıt olmasıdır. İşte vahiy bu sınırları bize öğreten ilahi bir mesajlar bütünüdür ve bu ayetlerde de bu sınırlar bize öğretilmektedir.


Devam ediyor B sayfasına geçiniz.
110. videoyu toplu olarak http://kurantefsir.wordpress.com/2012/08/17/islamoglu-tef-ders-nur-04-26110/ bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder