B sayfasından devam
56-)
Nüsari'u lehüm fiyl hayrat* bel lâ yeş'urun;
Onlar
için hayırlar (olsun diye) koşuşturuyoruz! Hayır, onlar farkında değiller!
(A.Hulusi)
056 - Onların
hakikaten hayırlarına müsareat ediyoruz Hayır, şuurları yok. (Elmalı)
ve
beniyn Nüsari'u lehüm fiyl hayrat
şimdi onlar bol bol servet ve evlat verdik diye kendilerine. Bizim kendilerinin
mevcut hallerini desteklediğimizi mi sanıyorlar.
Evet, bu tarih boyunca insanları
düştüğü en büyük yanlışlardan biridir. Ki bu vahyin ilk muhatabı olan Mekke
toplumu da bu yanlışa düşmüştü. Mekke’nin ileri gelenleri, kodamanları şöyle
düşünüyorlardı. Eğer biz hakta olmasak, haklı olmasak bu refah içinde yüzmeyiz.
O zaman biz şu anda böylesine bir refah içindeysek demek ki Allah bizi
destekliyor.
Bu tam da müstekbir mantığıdır ve
tarihin tüm zamanlarında bu mantığı görmek mümkündür. Hele şu yaşadığımız çağda
bakınız yer yüzünü yönetme, toplumları yönetme sevdasında ki gruplara ülkelere,
güçlere onların yüreğinde bu şirk mantığını ayan beyan görürsünüz. Onları
harekete geçiren mantık budur aslında.
Nasıl düşünüyorlar? Biz haklıyız.
Neden? Çünkü güçlüyüz. Gücümüz haklılığımızın delilidir diyorlar. Haklı
oluşlarının referansını güçlü oluşlarını gösteriyorlar. Görüyor musunuz Bugünkü
modern batı uygarlığının temelinde de bu mantık yatar. Modern batı uygarlığının
cemaziyel evveli sömürgeciliğe dayanıyordu. Hollanda’lılar, Portekiz’liler,
daha sonra İngiliz’ler ve daha sonra diğerleri. Afrika kıyılarını, Hint
sahillerini ve dünyanın diğer bölgelerini gemilerle yağmalamaya çıktıklarında,
gemiler dolusu altınlarla, gümüşlerle, baharatlarla döndüklerinde, hatta hatta
boynuna boyunduruk geçirilmiş kölelerle, insanlarla döndüklerinde ve bu
insanların 19 milyonunun yolda kaybolduğunu, yolda telef olduğunu dünya
tarihini yazanlar söylüyorlar.
İşte onlar bu vahşetleri
yaptığında kendilerini şöyle savunuyorlardı. Biz onlara uygarlık götürüyoruz,
medeniyet götürüyoruz. Onun için de bu bizim hakkımız. Tam bir müstekbir
mantığı. Onun için diyorum ki batının tarihinde ki şekliyle kalkınmak bir
insanlık suçudur. Yani sizin saadetiniz insanlığın felaketi anlamına gelecekse
o saadet başkalarının felaketi üzerine kurulmuşsa ona saadet demezler. Ona
asıl, felaket derler.
bel lâ
yeş'urun asla, hayır, böyle olamaz. Fakat onlar bunu bile
bilmiyorlar. Bunun dahi farkında değiller. Biraz önce söylediğim mantık tarih
boyunca kendini hep haklı görmüş haklılığına da gücünü referans vermişse eğer
ona doğruyu anlatmanız çok zor olmakta.
57-)
İnnelleziyne hüm min haşyeti Rabbihim müşfikun;
Onlar
ki Rablerinin haşyetinden titreyenlerdir (hakikati
müşahede sonucu). (A.Hulusi)
057 - Her
halde rablerinin haşyetinden titreyenler. (Elmalı)
İnnelleziyne
hüm min haşyeti Rabbihim müşfikun öte yandan rablerine karşı
duydukları derin saygıdan dolayı tir tir titreyenler, yüreklerinden ürperenler.
Burada ki müşfikun; içi titremektir. Yüreğin Allah’a karşı duyulan sevgi
ve saygıdan dolayı, bu sevgiyi kaybetme ihtimaline karşı tir tir titremesi.
58-)
Velleziyne hüm Bi âyâti Rabbihim yu'minun;
Onlar
ki varlıklarındaki Rablerinin işaretlerine iman edenlerdir. (A.Hulusi)
058 - Ve
rablerinin âyetlerine iman edenler. (Elmalı)
Velleziyne
hüm Bi âyâti Rabbihim yu'minun rablerinin mesajlarına inananlar,
gönülden bağlananlar, Allah’ın gönderdiği mesajın kendi hayırlarına olduğunu, kendi mutluluklarını amaçladığını
bilenler ve Allah’a güvenenler. Ya rabbi, benim için ne emretmişsen benim
mutluluğum da ondadır diyenler.
59-)
Velleziyne hüm Bi Rabbihim lâ yüşrikûn;
Onlar
ki Rablerine ortak koşmayanlardır (kendilerinde
açığa çıkanın Rablerinin Esmâ'sı olduğu bilincindedirler - fenâfillâh). (A.Hulusi)
059 - Ve
rablerine hiç şirk koşmayanlar. (Elmalı)
Velleziyne
hüm Bi Rabbihim lâ yüşrikûn rablerine şirk koşmayanlar, yani
Allah’tan başkasını Allah’a ortak olarak yakıştırmayanlar. Allah’ ait bir
niteliği bir başkasına vermeye kalkmayanlar.
60-)
Velleziyne yu'tune ma atev ve kulubühüm veciletün ennehüm ila Rabbihim raci'un;
Onlar
ki verdiklerini, Rablerine rücu edecekleri düşüncesiyle verirler. (A.Hulusi)
060 - Ve
rablerinin huzuruna varacaklarından yürekleri çarparak vergilerini verenler. (Elmalı)
Velleziyne
yu'tune ma atev ve kulubühüm veciletün ennehüm ila Rabbihim raci'un en
sonunda rablerine döneceklerine inanarak yüreklerinden gelen bir ürpertiyle
vermeleri gereken şeyi gönülden verenler.
Burada özellikle ma atev ve kulubühüm veciletün kalplerinde bir
ürperti, Allah saygısı, verirken şımaranlardan, tıpkı Meryem’in annesinin
karnında ki doğmamış yavrusunu Allah’a adadıktan sonra dönüp te vetekabbel minna, (Bakara/127) yani ben
canımdan bir parça sana verdim diye hava atmak yerine, çalım satmak yerine, Ya
rabbi benden kabul eder misin. Etmeyebilirsin de. Ben veririm de sen
reddedersin. Çünkü senin için ne değeri var, zaten senin verdiğini sana
veriyorum. Senin kapında olmayan bir şey değil ki.
Onun için sana orijinal bir
hediye verdiğimi düşünmüyorum. Senin için çok değerli bir şey verdiğimi
düşünmüyorum. Ama benim için çok değerli bir şey verdim yarabbi, sen kabul eder
misin, yüzüme çarpmaz mısın, vurmaz mısın yüzüme. Geri reddetmez misin ya
rabbi. İşte böyle vermek. Ürpererek vermek, vermek ve arkasından ne olur kabul
et diye yalvarmak. Allah için vermek ve verdim dememek. Allah için vermek ve
ondan sonra da utanmak. Senin verdiğini verdim, bir de tutup tafra mı satayım
ya rabbi diye utanmak. İşte bu.
61-)
Ülaike yüsari'une fiyl hayrati ve hüm leha sabikun;
İşte
onlar hayırlar için yarışırlar... Onlar hayır yapma yarışında öne geçenlerdir.
(A.Hulusi)
061 - İşte
bunlar hayırlarda sürat yarışı yaparlar ve hem onun için ileri giderler. (Elmalı)
Ülaike
yüsari'une fiyl hayrat neymiş bunları bekleyen gelecek. İşte
onlardır hayırlarda öne geçmek için can atan kimseler. Yani yukarıda ki
hakikati parçalayan insanların karşısında burada farklı bir grubun
niteliklerini saydı ve bu niteliklere sahip olanların da temelde ilkelerini
dile getiriyor bu ayette. Hayırda öne geçmek için yarışırlar. Bu ayet yukarıda
ki hangi mantığa bir cevap? Birbiri ile kavgada yarışanlara, birbiri ile
hakikati parçalamada yarışanların karşısında hayırda yarışanlar.
ve hüm
leha sabikun ve onlardır bu konuda öne geçecek olanlar. Yani
hayırlarda yarışanlar hepsi birden yarışı kazanmış sayılacaklar. Ayetin sonunda
ki bu ibareden zımnen anladığımız bu oluyor. Kendilerini peygamberlerine nispet
eden herkese ortak değerler sistemi sunuyor bu ayet. Hayırda yarış. Bu değer
sisteminin temeli bu. Hayırda yarış.
Eğer insanlar iddia ettikleri
nebevi nispetlerinde sahihi iseler, Kendilerini İsa’ya, Musa’ya, Muhammen AS. a
(hepsine salâtu selam olsun) nispetleri sahih ise o zaman onların hayırda
yarışmaları lazım. Çünkü peygamberleri hayrı tebliğ etti. Hayırla yarışırlarsa eğer, o zaman kendilerini nispet ettikleri
peygambere olan nispetleri sahihtir. Yoksa sahte bir nispettir bu. Yani altın
suyuna batırılmış bir tenekenin, bir demirin ben altınım denesine benzer. Ya da
bir sarının, bir pirincin altın tafrası satmasına benzer.
62-)
Ve lâ nükellifü nefsen illâ vüs'aha ve ledeyNA Kitabün yentıku Bil Hakkı ve hüm
lâ yuzlemun;
Hiçbir
bilince kapasitesinin üstündekini teklif etmeyiz... Hak olarak açığa çıkan (her birimin yaratılış amacına göre hak ettiğini gösteren) BİLGİ vardır... Onlara haksızlık yapılmaz! (A.Hulusi)
062 - Mamafih
biz kimseye vüs'unden başka teklif etmeyiz, ve nezdimizde bir kitap vardır
hakkı söyler, onlar da zulüm edilmezler. (Elmalı)
Ve lâ
nükellifü nefsen illâ vüs'aha peki bu hayırda yarışmak insanın
gücünün üstünde bir şey mi? Allah’ın verdiği bu emir insanı aşan bir emir mi
diyecek olursanız cevabı geldi. Ve biz hiç kimsenin gücünün üstünde güç
yüklemeyiz. ve ledeyNA Kitabün yentıku Bil Hakk
zira bizim katımızda hakkı, hakikati olduğu gibi dile getiren bir kayıt
tutulmaktadır. Burada ki kitaptan kasıt insanın eylemlerinin kayıt kuyudat
altına alınması. Yani ey insan aslında seni yaratan senin istiap haddini,
tonajını çok iyi bilir. Onun için sana verdiği emirler bu tonajı aşmamaktadır.
Ne yapıp yapmadığını da hangi bahane ile yapmadığını da çok iyi bilir ve kayıt
altında tutar. ve hüm lâ yuzlemun ve
sonuç bu; sonuçta onlar asla zulme uğramazlar, uğramayacaklar.
63-)
Bel kulubühüm fiy ğamretin min hazâ ve lehüm a'malün min duni zâlike hüm leha
amilun;
Fakat
onların şuurları bundan koza içindedir... Bundan başka (nefsanî dürtülerle, bedensel zaaflarla) yapa geldikleri o işler de vardır. (A.Hulusi)
063 - Fakat
onların kalpleri bundan bir dalgınlık içindedir, hem onların ondan başka bir
takım işleri vardır ki hep onlar için çalışırlar. (Elmalı)
Bel
kulubühüm fiy ğamretin min hazâ fakat kalpleri bu ilahi kayıt
işlemine karşı derin bir gaflet içinde olanlar, vurdum duymazlık içinde
olanlar, ki burada belki şöyle bir benzetme yapabiliriz; Kalbi beden ülkesinin
başkenti olarak görürsek eğer, bu başkentin kendisine saldırmaya hazır
düşmanlara karşı vurdum duymazlığı. Düşünün etraf düşmanla sarılmış fakat
başkent hiç kolu kıpramıyor, hiç tedbir almıyor. İşte böyle olanlar.
ve
lehüm a'malün min duni zâlik Bundan daha aşağılık işler de
çevirirler. Ya da şöyle de anlayabiliriz
bu ibareyi; Bundan daha beter olacaklar. Çünkü yüreklerine yönelik düşmanca
saldırıları engellemek için hiçbir şey yapmadılar, gaflete daldılar. Bu gaflet
onların daha da beter olmasına sebep olacak. hüm
leha amilun onlar da o yolda çabalayıp gidecekler. Yani
yukarıdakiler nasıl hayırda yarışmak için çabalayacaklarsa onlar da battıkları
bataklıkta çabalayarak boğulacaklar.
64-)
Hatta izâ ehaznâ mütrefiyhim Bil azâbi izâ hüm yec'erun;
Nihayet
onların pişmanlıktan doğan itirafları içinde azaplarıyla yakaladığımızda, hemen
yalvara-yakara feryat ederler. (A.Hulusi)
064 - Nihayet
refahlı olanlarını azâba çekiverdiğimiz zaman hemen feryada başlayacaklardır. (Elmalı)
Hatta
izâ ehaznâ mütrefiyhim Bil azâb ta ki onların servet ve iktidarla
şımarmış olanlarını azap ile çepeçevre kuşattığımız bir zamana dek. O zamana
dek böyle gaflet içinde debelenip gidecekler. Eğleniyoruz zannedecekler. Allah
a isyan edecekler, ondan keyif aldıklarını düşünecekler. Günah işleyecekler, zevk
aldıklarını düşünecekler. Aslında onun kendilerinin etrafını saran bir çamur
deryası olduğunu, içine düştükleri bir balçık olduğunu fark etmeyecekler. izâ hüm yec'erun fakat azap ile çepe çevre
kuşatıldıklarında imdat çığlıklarını koy verecekler.
Yec’erunİ; Ce’r, cü’r;
aslında öküz böğürmesine denir affedersiniz. Hatta belki car, cur da buradan
gelir. Yani basacaklar cayırtıyı, ne zaman? Ancak Allah’ın belasını
gördüklerinde. Belki bu; Allah kendilerinden tamamen desteği çektiğinde diye de
anlaşılmalı.
Mutraf; dünya ile tatmin
olan insana denir ayette geçen. Dünya ile tatmin olmuş, dünyevileşmiş bir
beşer, birey. Yoksa Mütref’in zıddı olmak için ille yoksul olmak şart değil.
Bunu söylemiyor Kur’an. Zaten büyük sûfi Cüneyd fakr’ı öyle tarif ediyor, tanımlıyor.
Fakr diyor yani fakirlik; İslâm’ın irfan boyutunun kastettiği manada fakr;
hiçbir şeye sahip olmaman değildir. Her şeye sahip olabildiğin halde hiçbir
şeyin sana sahip olmasına izin vermemendir. İşte İslâm irfanının Fakr tarifi
budur. Bu manada her şeye sahip olsan dahi hiçbir şeyin sana sahip olmasına
izin vermemen.
Mütref kim peki;İsterse hiçbir
şeye sahip olmasın fakat dünya ile tatmin olacak kadar küçük adam. Dünya ile
tatmin olabiliyor. Yani sahip olduklarını zannettiklerinin altına geçmiş, onları
sırtına almış, dünyalığı jokeyi olan suvarisi olan bir at gibi olan insan.
Devam ediyor D sayfasına geçiniz.
108.
videoyu toplu olarak http://kurantefsir.wordpress.com/2012/08/03/islamoglu-tef-ders-muminun-042-092108/
bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder