22 Ağustos 2012 Çarşamba

İslamoğlu Tef. Ders. NÛR (11-12)(110-C)


B sayfasından devam.


11-) İnnelleziyne cau Bil ifki usbetün minküm* lâ tahsebuhü şerren leküm* bel huve hayrun leküm* li küllimriin minhüm mektesebe minel ism* velleziy tevella kibrehu minhüm lehu azâbün azıym;

Muhakkak ki zina iftirasıyla gelenler (Hz. Ayşe r.a.'a iftira eden münafıklar) sizden sırf o çirkin itham için bir araya gelen bir gruptur! Onu (iftirayı) sizin için bir şerr sanmayın! Bilakis o sizin için bir hayırdır... Onlardan her bir kişinin o suçtan kazandığı kendisinindir. Onlardan suçun büyüğünü üstlenen elebaşına gelince, onun için çok büyük azap vardır. (A.Hulusi)

11 - Haberiniz olsun ki ifk ile gelenler içinizden bir takımdır; onu hakkınızda bir şer sanmayın, belki o, hakkınızda bir hayırdır, onlardan her kişiye o vebalden kazandığı, büyüğüne tesaddî eden, ona da büyük bir azâb vardır. (Elmalı)


İnnelleziyne cau Bil ifki usbetün minküm Yeni bir pasaja girdi sure; 11. ayetle girdiğimiz bu pasaj tarihsel bir olaya atıf olarak Kur’an a geçmiş bulunuyor. Önce manasını verelim.

Gerçek şu ki iftirayı tasarlayanlar içinizden bir güruhtur.

İfk; namusa yönelik iftira demektir, yalan anlamına gelir. Asılsız söz ve söylenti anlamına gelir. Ama ıstılah olarak insanın namusuna yönelik, insanın iffetine yönelik atılmış bir çamur anlamına gelir. Burada sözü edilen şey Tarihsel bir olaydır.

11. ve 20. ayetler arasında ele alınan bu olay Hicri 5. yılda yapılan Mustalik oğulları seferi dönüşünde yaşanan Hz. Aişe’ye karşı, daha doğrusu Hz. Muhammed AS. a karşı ortaya konulan bir iftira komplosudur.

Hz. Aişe bu sefer sırasında Resulallah’ın yanında götürdüğü eşidir. Çünkü Resulallah her sefere çıkarken hem bir eş, kendi sırası gelmişse onu da beraberinde götürürdü. Resulallah’ın beraberinde ki eşi bir devenin üzerinde hevdeç denilen 4 tarafı bezlerle kapalı bir hücre içinde yolculuk yapardı. Yahep hareket etsin, orada kendine özgü bir mahrem oda gibi kullansın diye adeta küçük bir oda şeklinde yapılmış ve devenin üzerine yerleştirilmiş adına hevdec denilen 4 tarafı kapalı hücrede taşınırdı, gider gelirdi.

Ordu dönüşte mola vermişti seferden. Mola yerinde Hz. Aişe ihtiyaç gidermek için ordugahtan ayrılmış fakat yol üzerinde dönüşte gerdanlığı kırılmış, kırılan gerdanlığını toplayayım derken gece karanlığında ordu sabaha doğru daha alaca karanlıkta hareket etmiş o develerle görevli olan insanlar da hevdecin içinde kim var kim yok bilemedikleri için yani böyle bir karambolda ordugah kalkmış ve hareket etmişti. Hz. Aişe döndüğünde bakmıştı ki kimseler yok. Oraya oturmuş ve beklemişti.

Arkadan gelen ordunun artçılarından Saffan Bin Muattal es Sülemi diye bilinen bir sahabi Hz. Aişe’yi kendi devesine bindirdi, kendisi de devesinin yularını elinden tuttu hızlı bir yürüyüşle orduya yetiştiler. Fakat öteden beri fırsat kollamakta olan Medine’de ki münafıklar ve onların elebaşı Abdullah bin Ubey bin Selül için altın fırsat doğmuştu ve öteden beri tezgahladığı kafasında kurduğu şeyi yaptı Resulallah’ın pak eşine, aslında Resulallah’a iftirayı attı. İşte olay bu. aslında bu Medine’de ki müşrik yandaşı olan iki yüzlülerin bir savaş taktiği idi. Psikolojik savaş taktiği.

Bu çok daha gerilere giden bir arka plana sahipti. Hendek savaşı müminlerle Mekke müşrikleri arasında ki savaşların dönüm noktasıdır. Artık Hendek’ten sonra rüzgarın müşrikler aleyhine döndüğü kesin olarak ortaya çıkmıştı ve hendek’ten sonra büyük bir taarruz yapamadılar. Hendek dönüm noktasıdır, civar müşrik kabileler Hendek’ten sonra hep savunma yapmışlardır. Artık saldırı yapamamışlardır. Hendek son saldırı idi. Hem de ittifakla, müttefik güçlerle yapılmış saldırı idi.

Hendek’te hiçbir şey koparamayınca Medine güçleri sağlam durunca Mekke müşrik toplumu müttefikleri ile birlikte taktik değiştirdiler. Artık savaşı meydanlarda değil, artık savaşı psikolojik harp biçiminde farklı bir boyut taşıyacaklardı. Bunu ilk defa Resulallah’ın Hz. Zeynep ile evliliğini bahane bilerek Resulallah’ı yıpratma savaşını uyguladılar Medine de.

Ahzap suresi onlara bir cevap olarak geldi ve yine Resulallah’ı yıpratmayı başaramadılar. Bin bir dedikodu çıkarmışlardı. Hiç aslı astarı olmayan. Güya öz akrabası olan kendi evinde, elinde büyümüş olan Hz. Zeynep’i Resulallah’ın hiç görmediğini, ömründe görmediğini varsayarak Leyla mecnun hikayeleri uydurmaya kalkmışlardı. Tabii gerçekten de komik bir durumdu.

 Bu tutmayınca işte ikinci büyük plan Ben-i Mustalik gazvesinden dönüşte bu olay üzerine gerçekleşti ve münafık elebaşı sı kendisine verilen görevi orada ifa etmiş Medine de Resulallah’a çirkin bir çamur atmaya kalkmıştı. Bu ayetler bu olay üzerine indi fakat tabii ki sadece tarihsel bir olayla sınırlandırılamayacak kadar evrensel bir durum, evrensel hükümler içerdiği de bir gerçek.

lâ tahsebuhü şerren leküm* bel huve hayrun leküm siz ey bu iftiranın mağdurları sanmayın ki bu sizin için bir şerdir. Aksine bu sizin için bir hayırdır.

Nasıl hayır olur değerli dostlar? Birçok açıdan bireysel anlamda. İftira aslında bir mağduriyettir. Yani bir sınavdır, sınanmadır. İftiraya uğrayan bir mazlum bir mağdur, bir mümin Allah’ın sınavından geçiyor demektir. Her sınav eğer başarıyla ve sabırla verilmişse sonuçta ödülü hak eder. Onun için 1. si olarak bireysel anlamda haklarında hayırlıydı. Çünkü bu sınavla sınanmışlar, denenmişler, saflaştırılmışlar, süzülmüşlerdi. Unutmayalım sınavın bir adı da fitnedir.

Fitne kelime olarak altın madeninin potada eritilerek cürufunun hasından ayrılması işlemine denir. saflaştırılması işlemine denir. İnsanda altın gibi saflaşmak istiyorsa yanmalı, çünkü hamdır. Pişmeli ve saflaşmalıdır. Allah’ta insanı potada eritir, hayatın potasında. Onu yüksek ayarlı bir altın yapmak için. 22 ayar altın yapmak için.

İnsanı acı yetiştirir, sevinç insanı yetiştirseydi eğer gece gündüz çalıp oynayanlar yeryüzünün en büyük hikmetine sahip olurlardı. Fakat bir acının verdiğini bin sevinç vermez. O nedenle yer yüzünün ne kadar büyük ismini biliyorsanız onların hepsinin hayatına bakınız, onları büyük kılan büyük acılar çekmiş olmasıdır.

İşte burada da büyük acılarla büyük insanlar yetiştiriyordu rabbimiz ve o büyük insanlardan işte bir avuç insanın tarihte yaşadığı o büyük acıları Kur’an ebedileştirdi. Haddi zatında buna benzer acıları gelecekte de yaşayanlar için bir yol gösterme, bir örnek sunma amacıyla yaptı bunu. Bu 1.si. Yani hayrınıza. Nihayetinde Allah sizi saflaştırıyor, sizinle ilgileniyor.

İkincisi; tarihsel anlamda hayrınıza. Münafıklar ortaya çıkarılmıştı böylece, yani toplumun içinde ki çürük elmalar ortaya çıkarılmıştı. Kurtlu elmalar ortaya çıkarılmıştı. Tüm toplumu kurtlandırmasın, çürütmesin diye çürükler sağlamlardan ayrılmıştı. Bu da tarihsel olarak bir hayırdı.

Bir de evrensel hayır var ki bu gibi tüm durumlarda geçerli olan kurallar, ilkeler konulmuştu. Başına buna benzer hadise gelecek her insan bu olaya bakarak nasıl davranacağını ve ne gibi bir sonuçla karşılaşacağını, dahası Allah’ın huzurunda kendisini ahirette nasıl bir ödülün beklediğini bilmiş olacaktı. İşte bütün bu açılardan şer gibi görse de bir hayır saklıydı.

li küllimriin minhüm mektesebe minel ism onlardan her birinin kazandığı günah oranında cezası vardır. Yani bu iftirayı yapan, tasarlayan, emrini veren, iftirayı yapandan ayrı olarak onu taşıyan, bunu çoğaltan, hatta buna inanan. Bütün bunlar günaha karıştıkları oranda elbette cezaları vardır.

velleziy tevella kibrehu minhüm lehu azâbün azıym fakat onlar içerisinden bu işin ele başı lığını üstlenen kişi var ya onu korkunç bir azap beklemektedir. Yani iftirayı bizzat tasarlayıp atanın durumu, ötekilerden, yayanlardan falan farklı olarak çok daha berbat olacaktır onun akıbeti. Tarihsel olarak biliyoruz ki iki yüzlülerin ele başısı olan Abdullah bin Ubey bin Selül idi.

Her çağda iffete yönelik saldırıyı planlayan psikolojik savaş çeteleri vardır. Bu çağda da olacaktır. Bakınız müminlerle, iman sahipleri ile vahyin sadık taşıyıcıları ile. Cephelerde yüz yüze savaşma cesaretini gösteremeyen tüm çağların iki yüzlüleri, münafıkları. Onlara karşı kendi çağlarında psikolojik savaşlar başlatırlar. Bunun için kendi çağlarının medyalarını kullanırlar. Basınını kullanırlar, gazetelerini kullanırlar, Tv lerini kullanırlar. Aslında Medine de Resulallah’a ve onun temiz ehline yapılan bu iftira salvosu o günden bu güne Abdullah Bin Ubey Bin Selül gibi iki yüzlülük çetelerinin elebaşları tarafından Resulallah’ın izinden yürüyen tüm alimlere, önderlere, salihlere karşı yapılmayı sürdürülmüş devam edilmiştir ve bugünde buna benzer psikolojik harp yöntemlerini çokça görürsünüz.

Görürsünüz çünkü onların hiçbir kutsalı yok. Kendileri için geçerli olan şeyi herkes için geçerli zannederler. Kendileri iffetsizlik ve onursuzluk içinde yüzdüklerinden, karşılarındakine iffetsizlikle suçlamanın ne büyük bir suçlama olduğunu tahmin edemezler. Onun içinde böyle bir yöntemi basit görürler. Yani basitçe yaparlar. Her an böyle bir yöntemi uygularlar.

Fakat onların bu yöntemlerle savaştığı hiçbir mümin onlara iftira edemez. Düşmanı olduğu halde edemez. Çünkü müminin kullanamayacağı savaş yöntemleri vardır. Bunların başında iftira gelir. İftira bir müminin en azılı düşmanı da olsa, en azılı kafir de olsa düşmanına karşı uygulayamayacağı savaş yöntemlerinden biridir. İşte fark, asıl fark buradadır.


12-) Levla iz semı'tümuhü zannel mu'minune vel mu'minatu Bi enfüsihim hayren, ve kalu hazâ ifkün mubiyn;

Onu (iftirayı) işittiğinde iman eden erkekler ve iman eden kadınların birbirleri hakkında hayır zannında bulunup: "Bu apaçık iftiradır" demeleri gerekmez miydi? (A.Hulusi)

12 - Ne vardı onu işittiğiniz vakit erkek ve kadın mü'minler kendi kendilerine hüsnü zan etselerdi de bu açık bir ifk tir deselerdi ya. (Elmalı)


Levla iz semı'tümuhü zannel mu'minune vel mu'minatu Bi enfüsihim hayren, ve kalu hazâ ifkün mubiyn şimdide savaş yöntemi olarak iftirayı uygulayan bu psikolojik savaş yöntemi münafıklarından sözü aldı, bu psikolojik savaş yönteminin muhatapları durumunda olan müminler ne yapmalılar. Ona getirdi sözü Kur’an ve şöyle dedi; Bu iftirayı işittiğinizde mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirleri hakkında iyi zanda bulunup ta, hüsnü zanda bulunup ta bu düpedüz bir iftiradır demeleri gerekmez miydi. Evet, bu apaçıkça hazâ ifkün mubiyn apaçık, düpe düz bir iftira demeleri gerekmez miydi diye soruyor Kur’an.

Burada sui zan ve hüsnü zan gibi iki karşıt kavram geliyor önümüze. Suizan; Kötü zanda bulunmak, Hüsnü zan; iyi zanda bulunmak. Peygamberimiz şöyle buyurur:

- Müminin mümine kanı, malı, ırzı ve suizannı haramdır.

Çok ilginç, ilk üçünü anlıyoruz. Kan, mal ve ırz. Fakat suizan ilginç gerçekten suizannı hamdır. Neden suizan haramdır? Çünkü hüsnü zan esastır. Hüsnü zandan hesap sorulmaz. Suizandan hesap sorulur. Bir kimse kötü ise ve siz onu iyi biliyorsanız neden iyi bildin diye hesap vermezsiniz. Ama bir kimse iyi ise, bir şeyi irtikap etmemişse kötülüğü, fakat onu kötü biliyorsanız siz bundan hesap verirsiniz. O nedenle hüsnü zan esastır.

Neden esastır sadece bu mudur delil? Hayır çünkü insan özü itibarıyla iyi bir varlıktır. İslam’ın insana bakışıyla, Pavlusyen Hıristiyanlığının insana bakışı arasındaki fark budur. Yani insan günahla doğmaz. İnsan pırıl pırıl doğar. İnsan özü itibarıyla iyidir. Kötülük sonradan ve arizidir. İslam’ın insan düşüncesi insanın iyiliği özünde iyi oluşuna dayanır.

Dolayısıyla insan hüsnü zannı hak eder. İyi zannedilmeyi hak eder. İç dünyası hakkında örtülü bir itiraftır suizan. Suizan eden bir insan kendi iç dünyası hakkında örtülü bir itirafta bulunuyor demektir. Evet, eğer ben olsaydım bu pisliği yapardım, bu kötülüğü yapardım demezse bir insan karşısındakine suizan edemez. Onun için iç dünyasındaki kokuşmuşluk hakkında bir örtülü itiraftır diyorum her suizan. Başkasını kendiniz gibi bilmektir. Eğer iç dünyanız pırıl pırılsa insanlara da iyi zanla bakarsınız.

..inne ba'dazzanni ismün.. (Hucurat/12) zannın bazısı günahtır. Ve bu da o günah olan bazı zanlardandır. Onun için özellikle de güvenmeniz gereken biri hakkında. Güvenmemeniz gereken bir kanaldan bir haber gelmişse. Tutalım ki güvenmeniz gereken biri hakkındaki o güveni haydi parantez içine aldınız. Fakat haberin geldiği kaynak, güvenmemeniz gereken bir kaynak ve siz aslında bir münafığın ağzı ile, bir mümin hakkında karar veriyorsunuz. Ve bu Kur’an ın getirdiği temel bir kurala aykırıdır.

 ..in caeküm fasikun Bi nebein fe tebeyyenu.. (Hucurat/6) Eğer size bir fasık, yoldan çıkmış biri. Yani kendisi iyi bir ayakkabı değil aslında. Kendisi dürüst değil. Birini bir şeyle suçlayan bir adam, o suça uzak yakın hiç dokunmamış olması lazım. Ama kendisinin böyle bir niteliği yok, fakar birini bir şeyle suçluyor. Böyle bir haber getirdiğinde fe tebeyyenu.. öyle araştırmadan, soruşturmadan bu haberine itibar etmeyin. Mümin bir kula kafir bir ağza dayanamaz. Bir mümin hakkında bir kafir referans olamaz. Bir fasık bir facir referans olamaz.

Bir fasığın bile haberi araştırılmadan reddedilmesi isteniyorsa, bir kafirin haberini varın siz düşünün. Kaldı ki biraz önce  okuduğum ayette ki size bir fasık haber getirdiğinde diye başlayan ayet teki o fasık Resulallah’ın döneminde yaşamış, onu görmüş biri idi. Düşünün, ya dininize ve imanınıza düşman olan bir kanaldan, -bu kanal basın olur yayın olur, medya olur, şu olur bu olur- bir mümin hakkında gelen bir habere siz nasıl kulak verebilirsiniz. Nasıl onunla değerlendirebilirsiniz ve bunun vebalini nasıl kaldırırsınız, İşte aslında Kur’an la düşünmeye başladığımızda problem temelden hallolmuş oluyor.


Devam ediyor D sayfasına geçiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder