B sayfasından devam.
11-)
İnnelleziyne cau Bil ifki usbetün minküm* lâ tahsebuhü şerren leküm* bel huve
hayrun leküm* li küllimriin minhüm mektesebe minel ism* velleziy tevella
kibrehu minhüm lehu azâbün azıym;
Muhakkak
ki zina iftirasıyla gelenler (Hz. Ayşe r.a.'a
iftira eden münafıklar) sizden sırf o çirkin
itham için bir araya gelen bir gruptur! Onu (iftirayı) sizin için bir şerr sanmayın! Bilakis o sizin için bir
hayırdır... Onlardan her bir kişinin o suçtan kazandığı kendisinindir. Onlardan
suçun büyüğünü üstlenen elebaşına gelince, onun için çok büyük azap vardır. (A.Hulusi)
11 - Haberiniz
olsun ki ifk ile gelenler içinizden bir takımdır; onu hakkınızda bir şer
sanmayın, belki o, hakkınızda bir hayırdır, onlardan her kişiye o vebalden
kazandığı, büyüğüne tesaddî eden, ona da büyük bir azâb vardır. (Elmalı)
İnnelleziyne
cau Bil ifki usbetün minküm Yeni bir pasaja girdi sure; 11. ayetle
girdiğimiz bu pasaj tarihsel bir olaya atıf olarak Kur’an a geçmiş bulunuyor.
Önce manasını verelim.
Gerçek şu ki iftirayı
tasarlayanlar içinizden bir güruhtur.
İfk; namusa yönelik iftira demektir,
yalan anlamına gelir. Asılsız söz ve söylenti anlamına gelir. Ama ıstılah
olarak insanın namusuna yönelik, insanın iffetine yönelik atılmış bir çamur
anlamına gelir. Burada sözü edilen şey Tarihsel bir olaydır.
11. ve 20. ayetler arasında ele
alınan bu olay Hicri 5. yılda yapılan Mustalik oğulları seferi dönüşünde
yaşanan Hz. Aişe’ye karşı, daha doğrusu Hz. Muhammed AS. a karşı ortaya konulan
bir iftira komplosudur.
Hz. Aişe bu sefer sırasında
Resulallah’ın yanında götürdüğü eşidir. Çünkü Resulallah her sefere çıkarken
hem bir eş, kendi sırası gelmişse onu da beraberinde götürürdü. Resulallah’ın
beraberinde ki eşi bir devenin üzerinde hevdeç denilen 4 tarafı bezlerle kapalı
bir hücre içinde yolculuk yapardı. Yahep hareket etsin, orada kendine özgü bir
mahrem oda gibi kullansın diye adeta küçük bir oda şeklinde yapılmış ve devenin
üzerine yerleştirilmiş adına hevdec denilen 4 tarafı kapalı hücrede taşınırdı,
gider gelirdi.
Ordu dönüşte mola vermişti
seferden. Mola yerinde Hz. Aişe ihtiyaç gidermek için ordugahtan ayrılmış fakat
yol üzerinde dönüşte gerdanlığı kırılmış, kırılan gerdanlığını toplayayım
derken gece karanlığında ordu sabaha doğru daha alaca karanlıkta hareket etmiş
o develerle görevli olan insanlar da hevdecin içinde kim var kim yok bilemedikleri
için yani böyle bir karambolda ordugah kalkmış ve hareket etmişti. Hz. Aişe
döndüğünde bakmıştı ki kimseler yok. Oraya oturmuş ve beklemişti.
Arkadan gelen ordunun
artçılarından Saffan Bin Muattal es Sülemi diye bilinen bir sahabi Hz. Aişe’yi
kendi devesine bindirdi, kendisi de devesinin yularını elinden tuttu hızlı bir
yürüyüşle orduya yetiştiler. Fakat öteden beri fırsat kollamakta olan Medine’de
ki münafıklar ve onların elebaşı Abdullah bin Ubey bin Selül için altın fırsat
doğmuştu ve öteden beri tezgahladığı kafasında kurduğu şeyi yaptı Resulallah’ın
pak eşine, aslında Resulallah’a iftirayı attı. İşte olay bu. aslında bu
Medine’de ki müşrik yandaşı olan iki yüzlülerin bir savaş taktiği idi.
Psikolojik savaş taktiği.
Bu çok daha gerilere giden bir
arka plana sahipti. Hendek savaşı müminlerle Mekke müşrikleri arasında ki
savaşların dönüm noktasıdır. Artık Hendek’ten sonra rüzgarın müşrikler aleyhine
döndüğü kesin olarak ortaya çıkmıştı ve hendek’ten sonra büyük bir taarruz
yapamadılar. Hendek dönüm noktasıdır, civar müşrik kabileler Hendek’ten sonra
hep savunma yapmışlardır. Artık saldırı yapamamışlardır. Hendek son saldırı
idi. Hem de ittifakla, müttefik güçlerle yapılmış saldırı idi.
Hendek’te hiçbir şey
koparamayınca Medine güçleri sağlam durunca Mekke müşrik toplumu müttefikleri
ile birlikte taktik değiştirdiler. Artık savaşı meydanlarda değil, artık savaşı
psikolojik harp biçiminde farklı bir boyut taşıyacaklardı. Bunu ilk defa
Resulallah’ın Hz. Zeynep ile evliliğini bahane bilerek Resulallah’ı yıpratma
savaşını uyguladılar Medine de.
Ahzap suresi onlara bir cevap
olarak geldi ve yine Resulallah’ı yıpratmayı başaramadılar. Bin bir dedikodu
çıkarmışlardı. Hiç aslı astarı olmayan. Güya öz akrabası olan kendi evinde,
elinde büyümüş olan Hz. Zeynep’i Resulallah’ın hiç görmediğini, ömründe
görmediğini varsayarak Leyla mecnun hikayeleri uydurmaya kalkmışlardı. Tabii
gerçekten de komik bir durumdu.
Bu tutmayınca işte ikinci büyük plan Ben-i
Mustalik gazvesinden dönüşte bu olay üzerine gerçekleşti ve münafık elebaşı sı
kendisine verilen görevi orada ifa etmiş Medine de Resulallah’a çirkin bir
çamur atmaya kalkmıştı. Bu ayetler bu olay üzerine indi fakat tabii ki sadece
tarihsel bir olayla sınırlandırılamayacak kadar evrensel bir durum, evrensel
hükümler içerdiği de bir gerçek.
lâ
tahsebuhü şerren leküm* bel huve hayrun leküm siz ey bu iftiranın
mağdurları sanmayın ki bu sizin için bir şerdir. Aksine bu sizin için bir
hayırdır.
Nasıl hayır olur değerli dostlar?
Birçok açıdan bireysel anlamda. İftira aslında bir mağduriyettir. Yani bir
sınavdır, sınanmadır. İftiraya uğrayan bir mazlum bir mağdur, bir mümin
Allah’ın sınavından geçiyor demektir. Her sınav eğer başarıyla ve sabırla
verilmişse sonuçta ödülü hak eder. Onun için 1. si olarak bireysel anlamda
haklarında hayırlıydı. Çünkü bu sınavla sınanmışlar, denenmişler,
saflaştırılmışlar, süzülmüşlerdi. Unutmayalım sınavın bir adı da fitnedir.
Fitne kelime olarak altın
madeninin potada eritilerek cürufunun hasından ayrılması işlemine denir.
saflaştırılması işlemine denir. İnsanda altın gibi saflaşmak istiyorsa yanmalı,
çünkü hamdır. Pişmeli ve saflaşmalıdır. Allah’ta insanı potada eritir, hayatın
potasında. Onu yüksek ayarlı bir altın yapmak için. 22 ayar altın yapmak için.
İnsanı acı yetiştirir, sevinç
insanı yetiştirseydi eğer gece gündüz çalıp oynayanlar yeryüzünün en büyük
hikmetine sahip olurlardı. Fakat bir acının verdiğini bin sevinç vermez. O
nedenle yer yüzünün ne kadar büyük ismini biliyorsanız onların hepsinin
hayatına bakınız, onları büyük kılan büyük acılar çekmiş olmasıdır.
İşte burada da büyük acılarla
büyük insanlar yetiştiriyordu rabbimiz ve o büyük insanlardan işte bir avuç
insanın tarihte yaşadığı o büyük acıları Kur’an ebedileştirdi. Haddi zatında
buna benzer acıları gelecekte de yaşayanlar için bir yol gösterme, bir örnek
sunma amacıyla yaptı bunu. Bu 1.si. Yani hayrınıza. Nihayetinde Allah sizi
saflaştırıyor, sizinle ilgileniyor.
İkincisi; tarihsel anlamda
hayrınıza. Münafıklar ortaya çıkarılmıştı böylece, yani toplumun içinde ki
çürük elmalar ortaya çıkarılmıştı. Kurtlu elmalar ortaya çıkarılmıştı. Tüm
toplumu kurtlandırmasın, çürütmesin diye çürükler sağlamlardan ayrılmıştı. Bu
da tarihsel olarak bir hayırdı.
Bir de evrensel hayır var ki bu
gibi tüm durumlarda geçerli olan kurallar, ilkeler konulmuştu. Başına buna
benzer hadise gelecek her insan bu olaya bakarak nasıl davranacağını ve ne gibi
bir sonuçla karşılaşacağını, dahası Allah’ın huzurunda kendisini ahirette nasıl
bir ödülün beklediğini bilmiş olacaktı. İşte bütün bu açılardan şer gibi görse
de bir hayır saklıydı.
li
küllimriin minhüm mektesebe minel ism onlardan her birinin kazandığı
günah oranında cezası vardır. Yani bu iftirayı yapan, tasarlayan, emrini veren,
iftirayı yapandan ayrı olarak onu taşıyan, bunu çoğaltan, hatta buna inanan.
Bütün bunlar günaha karıştıkları oranda elbette cezaları vardır.
velleziy
tevella kibrehu minhüm lehu azâbün azıym fakat onlar içerisinden bu
işin ele başı lığını üstlenen kişi var ya onu korkunç bir azap beklemektedir.
Yani iftirayı bizzat tasarlayıp atanın durumu, ötekilerden, yayanlardan falan
farklı olarak çok daha berbat olacaktır onun akıbeti. Tarihsel olarak biliyoruz
ki iki yüzlülerin ele başısı olan Abdullah bin Ubey bin Selül idi.
Her çağda iffete yönelik
saldırıyı planlayan psikolojik savaş çeteleri vardır. Bu çağda da olacaktır.
Bakınız müminlerle, iman sahipleri ile vahyin sadık taşıyıcıları ile.
Cephelerde yüz yüze savaşma cesaretini gösteremeyen tüm çağların iki yüzlüleri,
münafıkları. Onlara karşı kendi çağlarında psikolojik savaşlar başlatırlar.
Bunun için kendi çağlarının medyalarını kullanırlar. Basınını kullanırlar,
gazetelerini kullanırlar, Tv lerini kullanırlar. Aslında Medine de Resulallah’a
ve onun temiz ehline yapılan bu iftira salvosu o günden bu güne Abdullah Bin
Ubey Bin Selül gibi iki yüzlülük çetelerinin elebaşları tarafından
Resulallah’ın izinden yürüyen tüm alimlere, önderlere, salihlere karşı
yapılmayı sürdürülmüş devam edilmiştir ve bugünde buna benzer psikolojik harp
yöntemlerini çokça görürsünüz.
Görürsünüz çünkü onların hiçbir
kutsalı yok. Kendileri için geçerli olan şeyi herkes için geçerli zannederler.
Kendileri iffetsizlik ve onursuzluk içinde yüzdüklerinden, karşılarındakine
iffetsizlikle suçlamanın ne büyük bir suçlama olduğunu tahmin edemezler. Onun
içinde böyle bir yöntemi basit görürler. Yani basitçe yaparlar. Her an böyle
bir yöntemi uygularlar.
Fakat onların bu yöntemlerle
savaştığı hiçbir mümin onlara iftira edemez. Düşmanı olduğu halde edemez. Çünkü
müminin kullanamayacağı savaş yöntemleri vardır. Bunların başında iftira gelir.
İftira bir müminin en azılı düşmanı da olsa, en azılı kafir de olsa düşmanına
karşı uygulayamayacağı savaş yöntemlerinden biridir. İşte fark, asıl fark
buradadır.
12-)
Levla iz semı'tümuhü zannel mu'minune vel mu'minatu Bi enfüsihim hayren, ve
kalu hazâ ifkün mubiyn;
Onu (iftirayı) işittiğinde iman
eden erkekler ve iman eden kadınların birbirleri hakkında hayır zannında
bulunup: "Bu apaçık iftiradır" demeleri gerekmez miydi? (A.Hulusi)
12 - Ne
vardı onu işittiğiniz vakit erkek ve kadın mü'minler kendi kendilerine hüsnü
zan etselerdi de bu açık bir ifk tir deselerdi ya. (Elmalı)
Levla
iz semı'tümuhü zannel mu'minune vel mu'minatu Bi enfüsihim hayren, ve kalu hazâ
ifkün mubiyn şimdide savaş yöntemi olarak iftirayı uygulayan bu
psikolojik savaş yöntemi münafıklarından sözü aldı, bu psikolojik savaş
yönteminin muhatapları durumunda olan müminler ne yapmalılar. Ona getirdi sözü
Kur’an ve şöyle dedi; Bu iftirayı işittiğinizde mümin erkekler ve mümin
kadınlar birbirleri hakkında iyi zanda bulunup ta, hüsnü zanda bulunup ta bu
düpedüz bir iftiradır demeleri gerekmez miydi. Evet, bu apaçıkça hazâ ifkün mubiyn apaçık, düpe düz bir iftira
demeleri gerekmez miydi diye soruyor Kur’an.
Burada sui zan ve hüsnü zan gibi
iki karşıt kavram geliyor önümüze. Suizan; Kötü zanda bulunmak, Hüsnü zan; iyi
zanda bulunmak. Peygamberimiz şöyle buyurur:
- Müminin mümine kanı, malı, ırzı
ve suizannı haramdır.
Çok ilginç, ilk üçünü anlıyoruz.
Kan, mal ve ırz. Fakat suizan ilginç gerçekten suizannı hamdır. Neden suizan
haramdır? Çünkü hüsnü zan esastır. Hüsnü zandan hesap sorulmaz. Suizandan hesap
sorulur. Bir kimse kötü ise ve siz onu iyi biliyorsanız neden iyi bildin diye
hesap vermezsiniz. Ama bir kimse iyi ise, bir şeyi irtikap etmemişse kötülüğü,
fakat onu kötü biliyorsanız siz bundan hesap verirsiniz. O nedenle hüsnü zan
esastır.
Neden esastır sadece bu mudur
delil? Hayır çünkü insan özü itibarıyla iyi bir varlıktır. İslam’ın insana
bakışıyla, Pavlusyen Hıristiyanlığının insana bakışı arasındaki fark budur.
Yani insan günahla doğmaz. İnsan pırıl pırıl doğar. İnsan özü itibarıyla
iyidir. Kötülük sonradan ve arizidir. İslam’ın insan düşüncesi insanın iyiliği
özünde iyi oluşuna dayanır.
Dolayısıyla insan hüsnü zannı hak
eder. İyi zannedilmeyi hak eder. İç dünyası hakkında örtülü bir itiraftır
suizan. Suizan eden bir insan kendi iç dünyası hakkında örtülü bir itirafta
bulunuyor demektir. Evet, eğer ben olsaydım bu pisliği yapardım, bu kötülüğü
yapardım demezse bir insan karşısındakine suizan edemez. Onun için iç
dünyasındaki kokuşmuşluk hakkında bir örtülü itiraftır diyorum her suizan.
Başkasını kendiniz gibi bilmektir. Eğer iç dünyanız pırıl pırılsa insanlara da
iyi zanla bakarsınız.
..inne ba'dazzanni ismün..
(Hucurat/12) zannın bazısı günahtır. Ve bu da o günah olan bazı
zanlardandır. Onun için özellikle de güvenmeniz gereken biri hakkında.
Güvenmemeniz gereken bir kanaldan bir haber gelmişse. Tutalım ki güvenmeniz
gereken biri hakkındaki o güveni haydi parantez içine aldınız. Fakat haberin
geldiği kaynak, güvenmemeniz gereken bir kaynak ve siz aslında bir münafığın
ağzı ile, bir mümin hakkında karar veriyorsunuz. Ve bu Kur’an ın getirdiği
temel bir kurala aykırıdır.
..in caeküm fasikun Bi nebein fe tebeyyenu..
(Hucurat/6) Eğer size bir fasık, yoldan çıkmış biri. Yani kendisi iyi bir
ayakkabı değil aslında. Kendisi dürüst değil. Birini bir şeyle suçlayan bir
adam, o suça uzak yakın hiç dokunmamış olması lazım. Ama kendisinin böyle bir
niteliği yok, fakar birini bir şeyle suçluyor. Böyle bir haber getirdiğinde fe
tebeyyenu.. öyle araştırmadan, soruşturmadan bu haberine itibar etmeyin.
Mümin bir kula kafir bir ağza dayanamaz. Bir mümin hakkında bir kafir referans
olamaz. Bir fasık bir facir referans olamaz.
Bir fasığın bile haberi araştırılmadan
reddedilmesi isteniyorsa, bir kafirin haberini varın siz düşünün. Kaldı ki
biraz önce okuduğum ayette ki size bir
fasık haber getirdiğinde diye başlayan ayet teki o fasık Resulallah’ın
döneminde yaşamış, onu görmüş biri idi. Düşünün, ya dininize ve imanınıza
düşman olan bir kanaldan, -bu kanal basın olur yayın olur, medya olur, şu olur
bu olur- bir mümin hakkında gelen bir habere siz nasıl kulak verebilirsiniz.
Nasıl onunla değerlendirebilirsiniz ve bunun vebalini nasıl kaldırırsınız, İşte
aslında Kur’an la düşünmeye başladığımızda problem temelden hallolmuş oluyor.
Devam ediyor D sayfasına geçiniz.
110. videoyu toplu olarak http://kurantefsir.wordpress.com/2012/08/17/islamoglu-tef-ders-nur-04-26110/
bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder