A sayfasından devam
100-)
Lealliy a'melü salihan fiyma terektü kella* inneha kelimetün huve kailuha* ve
min veraihim berzehun ila yevmi yüb'asûn;
"Tâ
ki (önemsemeyip)
uygulamadığım şeylerde (iman üzere yaşamda,
kuvveden fiile çıkarmadıklarımda) sonsuz
geleceğime yararlı çalışmalar yapayım!"... Hayır (geri dönüş asla mümkün değil)!
Öyle bir şey söyler ki geçerliliği yoktur (sistemde
yeri yoktur)! Arkalarında yeniden bâ's
olunacakları sürece kadar, bir berzah (boyutsal
farklılık) vardır (geri dönemezler; reenkarnasyon da {ikinci defa dünya yaşamı}
mümkün değildir)! (A.Hulusi)
100 - Belki
ben o baktığımda salih bir amel işlerim, hayır hayır! O bir kelimedir ki onu o
söyler, ötelerinden ise bir berzah vardır, tâ ba's olunacakları güne kadar. (Elmalı)
Lealliy
a'melü salihan fiyma terektü belki ben daha önce yapmadıklarımın
yerine, doğru dürüst bir şeyler yaparım. Yani son pişmanlıktır, fayda vermez
ama, son pişmanlığın fayda vermeyecek olduğunu önceden hesap etmemiş bir aklın
işte dar-ı Beka da, ebedi yurtta düştüğü acınası durumu sergiliyor ayet.
kella*
inneha kelimetün huve kailuha yo..! hayır, zira onun dile getirdiği
sadece muhatabı etkilemek için edilmiş bir laftır. Önce asla olmaz deniliyor.
Olmayacak, ve arkasından da neden olmayacağı, onun dile getirdiği bu şeyin
temelinde yatan gerçek söylenerek izah ediliyor. O da ne? Onun dile getirdiği
şey sadece muhatabı etkilemek için söylenmiş bir laf.
Bu tercümeyi Kelimetün sözcüğünün
etimolojisine dayanarak yaptım. Kelime Arap dilinde tüm kombinezonlarıyla
birlikte; ke l eme, me le ke, le ke me, le me ke, 6 kombinezonla birlikte ortak
anlamı etki, te’sir yani. Etki ve şiddettir. Muhatabı etkilemeye yönelik bir
söz olarak anlaşılmalıdır burada.
ve min
veraihim berzehun ila yevmi yüb'asûn nitekim bu tiplerin ardında
diriliş gününe kadar aşamayacakları bir engel vardır.
Aslında bu ibare 100. ayetteki şu
okuduğum ibare tüm yeniden bedenlenme teorilerini içeren reenkarnasyon inançlarının, tezlerinin
hepsini kökten reddeden bir ibaredir. Yani ölen ve cesedini bırakan bir ruh,
bir başka cesette, bir başka bedende tekrar dirilmeyecektir. O kıyamet günü
gelinceye kadar gittiği yerde, olduğu yerde, eğer günahkarsa tutuklu olarak
kalacaktır ki bu ibarenin aynı zamanda ima ettiği bir gerçekte ve min veraihim berzehun bu berzah adeta
hapishane duvarı gibi anlaşılmalıdır. Yani günahkar insanların ruhlarının
tutuklu kalacağına, mahkemeyi bekleme süresi içinde ki tutukluluklarına bir ima
olsa gerektir.
[Ek
bilgi; Reenkarnasyon hakkında bir yazı; “Kainattaki adalet sistemi bütün
kullara hak geçirmeden sunulur. Yaratılmış bütün Ruhlara aynı şartlar sağlanır.
Sınavın sonuçları bir sonraki yaşam şeklini belirler. Eflatun’a göre; Tanrının
kullarına sağlayacağı adalet, ancak reenkarnasyon yasası ile sağlanabilmesi
mümkündür.”
[Ek
bilgi- 2; BERZAH, ONUN SIFATI, NİCELİĞİ.
- Berzah
âlemi alt kısmından dar olup yukarıya doğru çıkıldıkça genişleyen ve zirvesine
ulaşınca da üzerinde fener kubbesine benzer kubbe bulunan bir âlemdir. Bunu biz
ağaçtan mamul büyük bir dibeğe benzetebiliriz. Nitekim dibeğin de alt kısmı
dar, yukarıya yükseldikçe genişler. Böylece büyük bir dibeğin üzerine bir fener
kubbesi koyacak olursak BERZAH âlemine benzetmiş oluruz. Tabii bu benzetme
sadece şekildedir, büyüklükte değil. Çnkü BERZAH âleminin temeli dünya semasındadır.
Bizden yana ondan bir şey çıkmamış ve uzanmamıştır.
İkinci
semayı delip geçecek kadar yüksektir. İkinci semadan da yükselip üçüncü semayı
delip geçer. Sonra dördüncü, beşinci, altıncı, yedinci semayı delip geçer ve
oradan da sayılmayacak kadar yükselir ve kubbesi de üzrine konulmuştur. İşte bu
BERZAH âleminin uzunluğudur. Bu anlatılan Berzah; Beyt-ül Ma’murdur.
- Bilindiği
üzere Bet-ül Ma’mur yedinci semadadır. Berzah ise temeli dünyada olup yedinci
semayı da aşmaktadır. Böylece berzah her semada var demektir. (Böyle mi
anlamalıyız.)
- Yedinci
göğün üstüne yükseldiğiyle yetinmelerinin sebebi çünkü orada sözü edilen kubbe
mevcuttur. Şüphesiz ki bu yedinci semada olan en şerefli yerdir. Çünkü bu
kubbede ancak önde gelenlerle sonra gelenlerin efendisi Resulallah (S.A.V.)in
ruhu şerifleri bulunmaktadır.
Ayrıca
Cenab-ı Hakkın Resulallah’ın fazilet ve kerametiyle kendisine ikramda bulunduğu
onun zevceleri, kızları ve zamanındaki nesli ondan sonra da onun soyundan Hakk
ile gelip geçenlerin ruhları bulunmaktadır. Ayrıca o kubbede dört halifenin
ruhları da bulunuyor.
Bir de
Resulallah’ın huzurunda Allah yolunda şehit olanların ve kendilerini O’nun
yolunda seve seve verenlerin ruhları yer almaktadır. Bunların ruhlarında
başkasında bulunmayan yüksek ölçüde bir güç ve kuvvet vardır ki onların güzel
amellerine karşılık verilmiştir. Allah hepsinden razı olsun.
Yine sözü
edilen kubbede Resulallah’a varis olan Kâmil velilerin ruhları da bulunuyor.
Gavs ve Kutup bu cümledendir. Şüphesiz ki Berzah âleminde en şerefli makam bu
kubbedir.
Berzah
âleminin genişliğine gelince; Bu hususta dördüncü semada bulunan güneşin Berzah
âleminin çevresinde tavaf yapan kimse gibi dönmesi ve bir yılda bu hareketini
tamamlaması bilgi bakımından sana yeter sanırım. Berzah’ın her tarafı deliktir.
Nitekim ileride cennetin sıfatları konusunda bu husustan söz edilecektir
inşallah. Berzahta bulunan bu deliklerde ruhlar eyleşmektedir.
Sözünü
ettiğimiz kubbe yedi kısma ayrılmıştır, cennet tabakalarının sayısına eşittir.
Her kısmı yedi cennetten birine benzer.
Resulallah
efendimizin ruh-u şeriflerinin makamı her ne kadar Berzah’ın kubbe kısmındaysa
da orada devamlı bulunmaz. Çünkü ne o kubbe ne de başka bir yaratık
Resulallah’ın ruhunu taşımaya güç yetiremez. Onun ruhunda sayılmayacak kadar
esrar vardır. O ruhu ançak onun tertemiz zatı taşıyabilir.
Berzah’ın
dördüncü semada olan kısmındaki ruhların nurları yukarıya doğru yükselir.
Üçüncü sema kısmında ki ruhların çoğu mahcup durumdadır, nurları yoktur.
Berzahta
bulunan delikler Adem yaratılmadan önce de mevcuttu ve ruhlara bayındır halde
idi. O ruhların nurları vardı fakat bedenleri terk ettikten sonraki nurlarında
daha düşük seviyede bulunuyordu. Adem babamızın ruhu inip zatına girince
Berzahtaki yeri boş kaldı. Bunun gibi oradan ayrılıp yeryüzünde bedenlere giren
her ruhun yeri boş kalmaktadır. Ölümden sonra ruh berzah âlemine dönünce daha
önce ayrıldığı deliğe değil layık olduğu başka bir deliğe yerleşmektedir. Eğer
mü’min ise daha yüce bir mevkie Kafir ise daha aşağı bir mevkie döner.
(Şehy Abdülaziz
Debbağ Hz. El İBRİZ 2. cilt/471-474)
101-)
Feizâ nüfiha fiys Suri fela ensabe beynehüm yevmeizin ve lâ yetesaelun;
Sur'a
üflendiğinde (yeni bir bâ's için süreç
başladığında), o gün aralarında nispetler (beşerî mensubiyetler, akrabalıklar, etiketler; dünyada
birbirlerini tanımalarını sağlayan görünümleri)
olmayacak! Sualleşmezler de (dünyadaki
nispetlere/iletişime göre birbirlerini sormazlar da). (A.Hulusi)
101 - O
vakit Sûr üfürüldü mü artık beyinlerinde o gün ne ensab vardır ne de
soruşurlar. (Elmalı)
Feizâ
nüfiha fiys Suri fela ensabe beynehüm yevmeizin ve lâ yetesaelun ve
kalk borusu çaldığı zaman artık o gün ne aralarında ki soy yakınlığı işe yarar,
ne de birbirlerine olan iten hakkında soru sorabilirler.
Soy yakınlığı, kan bağı,
sıhriyet, akrabalık, hısımlık işe yaramaz. Diyor ayet. Sorumluluk şahsidir
diyor yani. Ne peygamber oğlu olmanız sizi kurtarır Nuh’un oğlu Kenan gibi, ne
peygamber babası olmanız sizi kurtarır Hz. İbrahim’in babası azer gibi. Ne
peygamber karısı olmanız sizi kurtarır Hz. Lut’un karısı gibi. Ne peygamber
amcası olmanız sizi kurtarır Hz. Muhammed’in amcası Ebu Lehep gibi.
Bir gün kızı Fatıma’ya yönelerek “Kızım
Fatıma nefsini Allah’tan satın al, kendi varlığını Allah’tan satın al, yani
Allah ile sözleşmene ihanet etme, babam peygamber diye güvenme. Vallahi yarın
senin içinde bir şey yapamam.” demişti. İşte sevgili nebinin bu canhıraş
haykırışları bu tür ayetleri doğru anlamış olup onu sindirmesinin bir
sonucuydu. Bu ayetlerin inşa ettiği Hz. Peygamberin tasavvuru işte böyle sesleniyordu
kızına. Kendini Allah’ın elinden satın al ey Fatıma, yarın senin içinde bir şey
yapamam.
102-)
Femen sekulet mevaziynuhu feülaike hümül müflihun;
Kimin
ölçüm değerleri (tartısı) ağır gelirse, işte onlar kurtulacakların ta kendileridir.
(A.Hulusi)
102 - O
zaman her kimin tartıları ağır gelirse işte onlar o felâh bulanlardır. (Elmalı)
Femen
sekulet mevaziynuhu feülaike hümül müflihun kimin iyilikleri tartıda
ağır gelirse işte kurtuluşa erenler onlar olacaktır. Yani biraz önceki ayetle
birlikte düşünüldüğünde sorumluluğun kişisel, şahsi olduğu gerçeği. Herkes
kendi eylemini kendisi hazırlayacak. Kendi eyleminin hesabını kendisi verecek.
Hiç kimse bir başkasına fatura edemeyecek.
Yevme yefirrulmer'u min ahıyh,
Ve ümmihi ve ebiyh,
Ve sahıbetihi ve beniyh. (‘Abese/34-35-36) O
gün kişi kendi kardeşinden kaçacak. Annesinden, babasından, kaçacak. Kölesinden
ya da efendisinden kaçacak. Yani herkes, herkesten kaçacak. Çünkü artık
sorumluluk bireysel olarak insan canı derdine düşecek. İnsan kendi paçasını kurtarmanın derdini yaşayacak.
Kıyamet
sahnesini anlatan bu ayetler aslında yine tek bir cümleye bizi gönderiyor o da
insanın Allah karşısındaki sorumluluğu şahsidir.
103-)
Ve men haffet mevaziynuhu feülaikelleziyne hasiru enfüsehüm fiy cehenneme
halidun;
Kimin
ölçüm değerleri hafif gelirse, onlar da nefslerini hüsrana uğratanların ta
kendileridir... Yanma ortamında sonsuza dek kalırlar! (A.Hulusi)
103 - Her
kimin de tartıları yeğni gelirse işte onlar kendilerine yazık edenler,
Cehennemde kalanlardır. (Elmalı)
Ve men
haffet mevaziynuhu ama kiminki de hafif gelirse, yani kimin
iyilikleri tartısı hafif gelirse feülaikelleziyne
hasiru enfüsehüm fiy cehenneme halidun cehennemde yerleşip kalmak
üzere kendilerini harcayanlar da işte onlar olacak.
104-)
Telfehu vucuhehümünnaru ve hüm fiyha kâlihun;
Onların
vechlerini o ateş yalar... Onların suratları orada azapla gerilip dişleri öne
fırlar! (A.Hulusi)
104 - Ateş
yüzlerini yalar, o halde ki içinde dişleri sırıtır. (Elmalı)
Telfehu
vucuhehümünnar ateş onların yüzlerini kavuracak ve hüm fiyha kâlihun sırıtan dişleriyle kavrulmuş
yüzlerinden, dudaklarından sırıtan dişleriyle öylece kala kalacaklar.
105-)
Elem tekün âyâtiy tütla aleyküm feküntüm Biha tükezzibun;
"İşaretlerim
size bildirilmedi mi? Ve siz onları yalanlamadınız mı?" (A.Hulusi)
105 - Değil
mi idi âyetlerim size okunuyordu siz onları tekzip ediyordunuz? (Elmalı)
Elem
tekün âyâtiy tütla aleyküm feküntüm Biha tükezzibun ve Allah diyecek
ki ayetlerim size okunmamış mıydı? Gelmemiş miydi? Uyarmamış mıydım sizi
peygamberlerim aracılığı ile. Ama siz onları ısrarla yalanladınız.
106-)
Kalu Rabbena ğalebet aleyna şıkvetüna ve künna kavmen dalliyn;
Dediler
ki: "Rabbimiz! Mutsuzluğa yol açan arzularımız ağır bastı; sapıp kaybolmuş
bir topluluk olduk." (A.Hulusi)
106 - Rabbimiz!
derler: bize şekavet imiz galebe etti ve biz bir sapkın bir kavim idik. (Elmalı)
Kalu
onlar şöyle savunacaklar kendilerini Rabbena ğalebet
aleyna şıkvetüna ve künna kavmen dalliyn rabbimiz diyecekler
talihimiz yaver gitmedi, bahtımız ağarmadı, şansımız yoktu bu yüzden biz de
sapıtan bir güruh olup çıktık.
İşte tasavvuru ters dönmüş bir
insanın ahiret ve akıbeti bu. Mazeret ileri sürecek, yani alını dünyada
kullanmayanlar, Allah’ın kendisine kullansın diye verdiği aklı doğru
kullanmayanlar kötü akıbetle karşılaştıklarında kusuru şansa, talihe, uğura,
kadere, kısmete, feleğe vs. ye
bulacaklar.
Aslında bu mantık dünyada da
böyle yapmıyor mu? Yatanlar, görevlerini yapmadıkları için çok kötü şeylerle
karşılaşanlar. Üzerlerine düşen sorumluluğu yerine getirmedikleri için başarılı
olamayanlar, kaybedenler daima başarısızlıklarının faturasını yıkacak mevhum ya
da müşahhas bir günah keçisi bulurlar. Ama hiçbir mazeret insanı
sorumluluğundan kurtarmaz. Çünkü Allah’ın verdiği hür irade ve sorumluluk
bilincinin yerini hiçbir sahte mazeret doldurmaz.
107-)
Rabbena ahricna minha fein 'udna feinna zâlimun;
"Rabbimiz...
Çıkar bizi oradan... Eğer döner (aynısını yapar) isek, muhakkak biz zâlimleriz." (A.Hulusi)
107 - Ey
bizim rabbimiz! çıkar bizleri bundan, döner bir daha edersek her halde bizler
zalimiz. (Elmalı)
Rabbena
ahricna minha ve yine devam edecek onlar. Dünyada Allah’a yalvarmaktan
çekinenler, Allah’a tenezzül etmeyenler tabir caizse, Ukbada böylesine yerlerde
adeta sürünerek yalvaracaklar; Rabbimiz diyecekler bizi buradan çıkar. fein 'udna feinna zâlimun eğer tekrar dönersek,
-burada bir açıklama yok ama neden dönersek? Sana verdiğimiz sözden tekrar
dönersek anlamı. Neden tekrar? Çünkü daha önce bir kez döndüler.
Peki daha önce söz mü
vermiştiler? Evet söz vermiştiler. Buna Kur’an misak diyor. Söz vermiştiler
aslında hayata gelmek Allah’ın açtığı kredi ile yaşamaktır. Allah’ın açtığı
krediyi almak, Allah’a borçlu olduğunu bilmektir. Allah’a borçlu olduğunu bilen
bir insan hiç olmazsa, borcunu ödeyemese dahi Allah’ın kendisine verdiği bu
hayatın, bu varlığın, bu ömrün borcunu ödeyemese dahi en azından borcunu
ödeyemediğinin bilincinde olun. Bundan dolayı Allah’a borçlu olduğunu unutmaz
hep yalvarma makamında olur. Acziyetini itiraf eder. Boynunu büker ve kulluğunu
bilir. Allah’ın da istediği budur zaten. Bunu dahi beceremeyen insanların fayda
vermeyen son pişmanlık sonrasında işte yalvarışları-
Tekrar döndür, eğer bir daha
dönecek olursak bizler o zaman gerçek zalimlermişiz, o zaman anlaşılacak. Yani
kendiler kendilerine karar verecekler. Ama tabii Allah onların öncelerini
bildiği gibi eğer tekrar döndürmesi durumunda ne yapacaklarını,nasıl
davranacaklarını da bilmekte. Çünkü tasavvurlarını, hayata yaklaşımlarını bakış
açılarını çok iyi bilmekte. Öyle bir bakış açısının sonucu farklı olmaz. Eğer
bir insan şu açıdan bakıyorsa mutlaka göreceği şey baktığı açıya dönük yüzüdür
hakikatin. Onlar yanlış açıdan bakıyorlar. Şeytanın gör dediği yerden
bakıyorlar, Allah’ın gör dediği yerden değil. 50 kez hayata döndürülseler yine
de yapacakları şey farklı olmayacaktır. Çünkü kendilerini değiştirmeye aday
değiller. Onun için cevaplarını şöyle alıyorlar;
108-)
Kalahseû fiyha ve lâ tükellimun;
Dedi
ki: "Sinin orada... Bana da yönelmeyin!" (A.Hulusi)
108 - Buyurur
ki sinin orada, söylemeyin bana. (Elmalı)
Kalahseû
fiyha ve lâ tükellimun Allah buyuracak ki; kalın tıkıldığınız yerde,
bana cevap yetiştirmeye kalkmayın.
109-)
İnnehu kâne feriykun min ıbadiy yekulune Rabbena amenna fağfir lena verhamna ve
ENTE hayrur Rahımiyn;
"Gerçek
şu ki kullarımdan bir kısmı: 'Rabbimiz, iman ettik... Bizi mağfiret et ve bize
rahmet et... Sen Rahıym olanların en hayırlısısın' derlerdi (de)..." (A.Hulusi)
109 - çünkü
kullarımdan bir fırka vardı «Rabbena amenna fağfirlena verhamna fein udna
feinna zalimun» diyorlardı da. (Elmalı)
İnnehu
kâne feriykun min ıbadiy çünkü kullarımın arasında bir grup vardı,
onlar da sizi gibi insandı, onlar da sizinle beraber aynı toplumu
paylaşıyorlardı. Onlara gelen peygamber size de geldi. Onlar da sizin
gördüğünüzden fazlasını görmüş değillerdi. Ama onlar farklı davrandılar.
yekulune
Rabbena amenna fağfir lena verhamna ve ENTE hayrur Rahımiyn peki; ne
idi onların farklılığı; İşte bu ayet o farklılığı dile getiriyor. Yani onlar
melek değillerdi. Onlar hiç günah işlemez değillerdi. Onlar mükemmel
değillerdi. Fakat onların tek bir özellikleri vardı; Haddini bilen insanlardı.
Allah’ın büyüklüğünü bilen, kendi yetersizliklerini bilen insanlardı. Onun
içinde onlar şöyle diyorlardı; Biz iman ettik rabbimiz. O halde bizi bağışla,
bize merhamet et. Zira merhametlilerin em hayırlısı sensin.
İşte buydu haddini bilmek, işte
budur günahını ve kusurunu bilmek. Mükemmel olanlar böyle demezler. Onlar
mükemmel değildi, hiç günah işlemeyenlerin af dilemeye ihtiyacı olmaz. Onlar
hiç günah işlemeyen insanlar değillerdi. Günah işleyebilirler di, işliyorlardı
fakat işledikleri günahı savunmuyorlardı, suçu savunmuyorlardı. Onlar Adem gibi
idiler iblis gibi değil. Ademle İblis arasında ki benzerlik ikisinin de Allah’a
karşı hata etmiş olması, isyan etmiş olması. Ama Adem’i adam eden, İblisi
şeytan eden şey ise, İblis’in hatasını savunup, Adem’in hatasından dolayı af
dilemesiydi.
Devam ediyor C sayfasına geçiniz.
109/1
videoyu toplu olarak http://kurantefsir.wordpress.com/2012/08/10/islamoglu-tef-ders-muminun-093-1181091/
bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder