Sevgili Kur’an dostları geçen
dersimizde Mü’minun suresinin 41. ayetine kadar işlemiştik. Bugün aynı surenin
42. ayeti ile dersimize devam edeceğiz.
Hatırlayacak olursanız geçen ders
işediğimiz ayetler geçmiş ümmetlerin hayatını naklediyordu. Özellikle bu
ayetlerin maksadı vahyin ilk muhatabı olan Hz. Peygamberin şahsiyetini inşa idi.
Geçmiş ümmetlere gönderilen peygamberlerin başına neler geldiğini nakledilerek
Resulallah teselli ediliyordu. Özellikle Hz. Nuh ve ondan sonraki gelen
peygamberlerin getirdikleri vahye karşı toplumlarının nasıl direndiği dile
getirilerek Resulallah’a;
Bu senin başına gelen ne ilktir,
ne de son olacaktır. Vahye karşı, hakikate karşı muhatapların tamamının evet
dediği bir toplum olmamıştır. Mutlaka yer yüzünde aydınlık olduğu sürece
karanlıkta var olacaktır. İman olduğu sürece küfür de var olacaktır. Hakikat
olduğu sürece batıl da, yalan da var olacaktır. Bu hayatın yasasıdır.
Dolayısıyla senin karşılaştığın bu durum senden kaynaklanmıyor. Senin kusurun
değil. Bu konuda kendine haksızlık etme. Senden önceki peygamberlerin tamamının
karşılaştığı bir durumdur ki bu sünnetullahtır. İlahi yasadır. Denilmeye
getiriliyordu. Şimdi bakalım yeni pasajda ne var;
42-)
Sümme enşe'na min ba'dihim kurunen âhariyn;
Sonra,
onların ardından başka nesiller inşa ettik. (A.Hulusi)
042 - Sonra
arkalarından başka karnlar inşâ ettik. (Elmalı)
Sümme
enşe'na min ba'dihim kurunen âhariyn
Yukarıda ki olayların, yukarıda
anlatılan peygamberlerin ve onların ümmetlerinin ardından başka bir takım
nesiller. Kurun; nesil, soy, hatta uygarlık, medeniyet, ülke, insan
toplulukları bir çok anlama gelir. İşte onların ardından yepyeni, başka
nesilleri tarih sahnesine çıkardık.
43-)
Ma tesbiku min ümmetin eceleha ve ma yeste'hırun;
Hiçbir
topluluk ne ömrünü aşabilir, ne de erken gidebilir! (A.Hulusi)
043 - Hiç
bir ümmet, ecelini sebk edemez ve geriletemezler. (Elmalı)
Ma
tesbiku min ümmetin eceleha ve ma yeste'hırun herhangi bir toplum
sonu yasa ile belirlenmiş, süresini ne savuşturabilir, ne de erteleyebilir.
Burada bir ecelden söz ediliyor.
Zaten yukarıda ki pasajların da devamı olan bu pasajda bir toplumdan söz
ediliyordu. Burada bahsedilen ecel de bireyin eceli değil, insan tekinin eceli
değil. İnsan topluluklarının, uygarlıkların, ülkelerin eceli. Dolayısıyla
Kur’an da ecel sadece birey için kullanılmaz. Hatta bu kalıpta Kur’an da gelen
3 ayet vardır. Ne bir an geri kalır, ne bir an ertelenebilir. Bir topluluğun
eceli geldiğinde;
Ve li külli ümmetin ecel* feizâ cae ecelühüm lâ
yeste'hırune saaten ve lâ yestakdimun; (A’raf/34) İşte bu ayette
olduğu gibi. Her bir toplumun yasa ile belirlenmiş süresi vardır. Eceli yasa
ile belirlenmiş süre, yani ilahi yasaya bağlı bir süre olarak tercüme ettim.
Ecel; Vakit
anlamına, miad anlamına, süre anlamına geliyor kelime olarak. Neden süresi yasa
ile belirlenmiş vakit diye tercüme ettim? Çünkü bir toplumun ne zaman öleceği,
ne zaman yıkılacağı, ne zaman fena bulacağı, bir uygarlığın hangi şartlar
altında yok olacağı ilahi yasa ile bildirilmiştir. Mesela bunların en başında
bir toplumun ecelinin geldiğini, o toplumda adaletin yerini zulmün almasından
anlarız.
Adeta
bununla anlatılmak istenen şu gibidir. İnsanın kalbi ne ise toplumun kalbi de
adalettir. Eğer bir kalp bütün bir bedene kan pompalamayı durdurursa o bedenin
ölümü gelmiştir. Bir toplumda da kalp mesabesinde olan adalet durursa, çökerse
ve onun yerini zulüm alırsa o toplumun eceli gelmiş demektir. artık o toplum
ölmek üzeredir. Onun için Kur’an da bireylerin ecelinden daha kesin ve keskin
ifadeler kullanılır toplumların eceli hakkında. Ve bu tip, bu kalıbın
kullanıldığı 3 ayetin 3 ü de birey eceli için değil, toplum eceli için gelir.
Demek ki
asıl organizmanın kaderi anlamına gelen asıl kesin ve keskin ecel bireyden daha
çok toplumlar için geçerlidir. Bu da Kur’an ın adil bir toplumun vücuda
getirilmesine verdiği önemi gösterir. Çünkü eğer insanlar adaleti hayatlarına
hakim kılamıyorlarsa, bu insanların yaşıyor olmalarının çok fazla bir anlamı
yok. Eğer manevi değerler ölmüşse organizmanın kendi halinde yaşıyor olması,
insanın nefes alıyor olması yaşadığı anlamına gelmiyor. Kur’an zaten ölümü ve
hayatı manevi eksende yepyeni bir tanımla tanımlıyor. Onun için bizim ölü gibi
baktığımız bazılarına Kur’an diridir diyor. Fakat siz farkında değilsiniz,
çünkü Allah’ın gör dediği yerden bakmıyorsunuz. Fakat tersi de geçerli; Kur’an
ın ölü olarak gördüğü birilerine biz diri olarak ta bakıyor olabiliriz. İşte
burada bir tasavvur inşası, vahyin akıl inşasını görüyoruz.
44-)
Sümme erselna RusüleNA tetra* küllema cae ümmeten Rasûlüha kezzebuhü feetba'na
ba'dahüm ba'dan ve cealnahüm ehadiys* febu'den likavmin lâ yu'minun;
Sonra
Rasûllerimizi birbiri ardınca irsâl ettik... Her bir topluluğa kendi Rasûlü
geldikçe, Onu yalanladılar... Biz de onları art arda helâk ettik (yaptıklarının sonucunu yaşattık); onları ibretlik hikâyeler kıldık... Uzak olmanın
sonuçlarını yaşasınlar, iman etmeyen kalabalıklar! (A.Hulusi)
044 - Sonra
ardı ardına Resullerimizi gönderdik, her ümmetle Resulü geldikçe onu tekzip
ettiler, biz de onları birbiri ardınca yuvarladık ve hepsini birer efsâne
yaptık, artık defolsun öyle bir kavim ki imana gelmezler. (Elmalı)
Sümme
erselna RusüleNA tetra daha sonra birbiri ardınca elçilerimizi
yolladık, gönderdik. küllema cae ümmeten Rasûlüha
kezzebuh her ne zaman hangi topluma kendi elçisi geldiyse onu
yalanlayıverdiler. Hemen onu yalancı çıkarmaya kalktılar. feetba'na ba'dahüm ba'dan ve cealnahüm ehadiys bu
da gerçekten insanı iliklerine kadar titreten tarihsel bir gerçek. Bu yüzden
biz de akıbetlerini birbirine benzettik ve onları efsaneye çevirdik. Yani adeta
yaşamamış oldular.
Belki;
ve cealnahüm ehadiys onları tarihe gömdük diye de çevrilebilir.
Artık tarihin tozlu yapraklarına kavuştular ve gittiler. Eğer onları yaşarken
görseydin nasıl tafra satıyorlardı. Küçük dağları ben yarattım havalarına
giriyorlardı. İnsanların tepesinde boza pişiriyorlar, Allah’ın kullarını
kendilerine kul ediyorlar ve yer yüzünü fesada veriyorlardı. Fakat bak şimdi
onlara. Dön ve bak, Mısır’dan geriye ne kaldı, Firavunlardan geriye ne kaldı,
eski Asur’dan, Babil’den, Nemrut’lardan geriye ne kaldı. Bizans’tan, Roma’dan,
Pers’ten geriye ne kaldı. İskender’den geriye ne kaldı. Yeryüzünün doğusuna ve
batısına hakim olmuştu. Cihangirlerden geriye ne kaldı? Hiçbir şey. Sadece bir
ad. Yani efsane.
Onun için şimdinin ve burada nın
Firavun ve Nemrut’larına seslenen Kur’an sizden önceki Firavun ve Nemrut’ların
akıbetini hatırlayın da Allah’a karşı Nemrut’laşmayın. Firavunlaşmayın mesajı
veriyor.
febu'den
likavmin lâ yu'minun “Artık uzak olsun bu imansızlar güruhu.” Dedik.
Uzak olsun, yani olmaz olsun. Bu bir ilenç ifadesi olarak ta çevrilebilir,
eksik olsunlar, yok olsunlar, kahrolsunlar anlamına. Zaten Allah’ın lanetine ve
gazabına uğramış, yani rahmetinden dışlanmış olmak, kahrolmaktır. Ona başka bir
bela gerekmemektedir.
45-)
Sümme erselna Musa ve ehahu Harune Bi âyâtiNA ve sultanin mubiyn;
Sonra
Musa'yı ve kardeşi Harun'u, delillerimiz ve karşı konulamaz potansiyel olarak,
karşılarına çıkardık. (A.Hulusi)
045 - Sonra
bir takım âyetlerimiz ve açık bir ferman ile Musâ’yı ve kardeşi Harûn’u
gönderdik. (Elmalı)
Sümme
erselna Musa ve ehahu Harune Bi âyâtiNA ve sultanin mubiyn hatta
ayete devam edelim, çünkü mana bitmedi.
46-)
İla fir'avne ve meleihi festekberu ve kânu kavmen aliyn;
Firavun'a
ve onun ileri gelenlerine... Sadece kibirlilik tasladılar ve baş eğmeyen bir
topluluk oldular. (A.Hulusi)
046 - Firavuna
ve cemiyetine de bunlar kibirlerine yediremediler ve dik başlı bir kavim
idiler. (Elmalı)
Sümme
erselna Musa ve ehahu Harune Bi âyâtiNA ve sultanin mubiyne İla fir'avne ve meleih
Ardından, yani yukarıda
gönderilen toplumların, uygarlıkların, medeniyetlerin ardından yepyeni bir
hikayeye geçti Kur’an. Bir peygamberin gerçekten de ibretlik ve örneklik
öyküsüne.
Musa ve kardeşi Harun’u mesajlarımızla
ve destekleyici bir güçle. Burada ki ve sultanin mubiyn apaçık bir
destekleyici güç diye çevirebilirim. Bunu mucize olarak anlamamız mümkin. Allah
Musa ve Harun A.S. ın mesajlarını bir takım olağanüstü mucizelerle
desteklemişti. Onun içinde ilk aklımıza gelen Hz. Musa’ya verilen asa gibi, 7
Beyza gibi mucizeler olmalı. Onları destekleyici güçle, Firavun ve onun önde
gelen çevresine, yani onun etrafında ki aristokrat sınıfa, yönetici elitlere
göndermiştik.
Festekberu
peki ne yapmıştılar Hz. Musa ve kardeşi kendilerine ilahi vahiyle üstelik onu
destekleyen bir güçle geldiği halde? Neden bunun özellikle belirtildiğini
anlıyoruz aslında. Bu ayetin ilk muhatabı olan Hz. peygambere; sana vahyi
verdik fakat onun yanında ondan ayrı olarak bir destekleyici güç vermememiz, aslında senin için bir noksanlık
değil. Çünkü daha önce bunu verdiğimiz Musa’ya firavun ve hempaları iman
etmedilerdi ki. Onun için bunun eksiklik olduğunu düşünme. Daha önceki bu
tecrübeyi hatırla sana bu ilahi vahyin Kur’an gibi bir mucizenin yettiğini,
eğer adam olacaklar, yola gelecekler, akıllanacak ve uslanacaklarsa bu kitabın
onlara yetip te arttığını unutma. Yani verilen mesaj bu.
Onlar büyüklük taslamışlardı,
kibirlenmişlerdi. ve kânu kavmen aliyn ve
öteden beri tepeden bakan bir topluluktu onlar.
47-)
Fekalu enu'minu libeşerayni mislina ve kavmühüma leNA 'abidun;
Hatta
şöyle dediler: "Onların halkı bize kulluk ederken, bizim benzerimiz olan
iki beşere mi iman edeceğiz?" (A.Hulusi)
047 - Onun
için biz, dediler, bizim gibi iki beşere iman mı ederiz? Halbuki onların kavmi
bize kulluk ediyor. (Elmalı)
Fekalu
enu'minu libeşerayni mislina ve kavmühüma leNA 'abidun peki ne
dediler? Vahiyle ve üstelik mucizelerle gelmiş olan Hz. Musa ve onun
yardımcısı, ağabeyi si. Kendisi Hz. Harun’dan küçüktü. Ağabeyi si Harun bu
ilahi vahyi getirince nasıl karşı çıktı firavun ve yönetici eliti? Aynen bugün
ve her çağda geçerli olan bir küfür mantığı ile karşı çıktılar. Neydi o? Onlar
dediler ki;
- Ne yani o ikisinin kavmi bizim
kölelerimiz oldukları halde, yani bizden aşağı sınıfa tabi oldukları halde
bizim yönetimimiz altında bulundukları halde, biz kalkıp ta bizim gibi iki
ölümlü insana mı inanalım.
İki şey var. onlar bizden aşağıda
bir sınıflar. Biz yönetici elitiz, seçkinleriz. Yani biz bu memleketi yönetmek
için yaratıldık onlar da yönetilmek için. Dolayısıyla biz onlara tabi olmayız,
onların bize öğreteceği hiçbir şey yok.
Bu nedir? Bu aslında her çağda
geçerli olan sakat ve hastalıklı bir mantığı ele vermekte. O mantık ta şu;
sosyal statüyü hakikatin ölçüsü zannetmek. Madem makamım üstün, o halde hakikatte
senin tekelinde olmalı. Madem sen yöneticisin yönettiğin sana hiçbir hakikati
getiremez. Madem sen güçlüsün, o zaman haklısın. Bir başkasının sana öğreteceği
bir şey yoktur. İşte tam müstekbir mantığı. Tam hakikate karşı baş kaldıran
firavun mantığı bu.
Her firavun’un bir Musa’sı olduğu
gibi tüm çağlarda bu tip müstekbirce düşünen her çağın firavununun da mutlaka
bir Musa’sı bulunur. Eğer siz bilmiyorsanız acaba şu çağda ben bir Musa
görmedim. Bir firavun var ama diyorsanız tanımıyorsunuz demektir. Mutlaka bir
Musa’sı da vardır. Çünkü hiçbir çağ tufan olup ta Nuhsuz kalmaz. Firavunu olup
ta Musasız kalmaz. Nemrut’u olup ta İbrahimsiz kalmaz. Çünkü gece ve gündüz var
oldukça iman ve küfür de var olacak.
48-)
Fekezzebuhüma fekânu minel mühlekiyn;
O
ikisini yalanladılar; bu yüzden de yok edilenlerden oldular. (A.Hulusi)
048 - Bu
suretle onları tekzip ettiler de helâk edilenlerden oldular. (Elmalı)
Fekezzebuhüma
fekânu minel mühlekiyn ve sonuç böylece o ikisini yalanladılar
bundan dolayı da helak edilenlerden oldular. Sonuç bu. Zaten kısaca Kur’an ın
maksadı, hikayenin ayrıntılarını vermekten daha çok bu tip bir çizginin
akıbetini vermek. Küfür çizgisinin tarihte ki akıbeti ne olmuş, onu ibreti alem
olarak insanlığın nazarına sunmak.
49-)
Ve lekad ateyna MuselKitabe leallehüm yehtedun;
Andolsun
ki, (İsrailoğulları) hakikate ersinler diye Musa'ya hakikat BİLGİsini verdik.
(A.Hulusi)
049 - Şanım
hakkı için berikiler doğru yolu tutabilsinler diye Musâ’ya o kitabı da verdik. (Elmalı)
Ve
lekad ateyna MuselKitabe leallehüm yehtedun burada adeta bir ilave
bilgi, daha doğrusu bir bilginin yenilenmesi olarak ilk muhatabı olan Hz.
peygambere bir şey daha hatırlatılıyor. Biz Musa’ya mesajı belki onlar doğru
yolu bulurlar diye vermiştik. Yani mucizeler fayda vermediği gibi, ilahi vahiy
de fayda vermedi.
Tabii eğer insanlar akıllarını
kullanmıyorlar, eğer insanlar hakkı ve hakikati aramıyorlar, eğer insanlar
varlık sancısını yaşamıyorlarsa neticede onlara ilahi mucizelerde, ilahi
kelamda hiçbir şey söylemiyordu.
Devam ediyor B sayfasına geçiniz.
108. Videoyu toplu olarak http://kurantefsir.wordpress.com/2012/08/03/islamoglu-tef-ders-muminun-042-092108/
bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder