B sayfasından devam
110-)
Fettehaztümuhüm sıhriyyen hattâ ensevküm zikriy ve küntüm minhüm tadhakun;
"Siz
onları alaya aldınız! Hatta (bu hâliniz) Zikrimi (hakikatinizdeki
varlığımı hatırlamayı) size unutturdu! Siz
onlara gülüyordunuz." (A.Hulusi)
110 -
Siz onları maskara yerine tuttunuz, hattâ size benim yâdımı unutturdular,
onlara öyle gülüyordunuz. (Elmalı)
Fettehaztümuhüm
sıhriyye ne var ki siz onlarla alay ettiniz. Evet, onlar Allah’a karşı
hadlerini bildikçe siz onları dalgaya aldınız. hattâ
ensevküm zikriy en sonunda onlarla alayınız size beni hatırlamayı
unutturdu. Yani onlarla alay edeyim derken Allah’ı unuttunuz. Haddi zatında
Allah ile alay etmiş gibi oldunuz. ve küntüm minhüm
tadhakun üstelikte onların halini gülünç buluyordunuz. Yani belki
zımnen söylenmek istenen şimdi onlar da sizin halinizi gülünç buluyorlar.
Aslında gülünç olan sizdiniz.
Tıpkı Abdullah İbn. Mes’ud o cüce
yapısıyla, o sıska yapısıyla ilk defa açıktan Kâbe’nin önünde Mekke de Kur’an
okurken, Ebu Cehil’in haşin ve gaddarca gelip de onu tokatlaması üzerine
Resulallah’ın Cibril’i gülerken gördüm demesine benziyor, onu hatırlatıyor. Meğer,
daha sonra Bedir savaşı meydanında aldığı ölümcül yaralarla can çekişmekte olan
Ebu Cehil’in göbeğinin üstüne oturan Abdullah İbn. Mes’ud’u görür ve
seyredermiş. Yani kimseyi ölmeden, mutlu diye adlandırma diyen Solon’un bu sözü
herkesin kulağına küpe olmalı. İşte bu noktada küfrün, kafirin gülünç bulduğu
öyle kimseler olacak ki hakikatte kendileri gülünç bulunacaklar. Hakikatte
aslında kendileri gülünç duruma düşmüş olacaklar.
Müminin bazı tavırlarını mümince
bakmayan, olayı anlayamaz. Bazen saflık, hatta bazen enayilik diye
nitelendirilebilir. Ama haddi zatında eğer hakikatlerin tümünün ortaya çıktığı
bir dünyaya yüründüğünde orada kimin saf, kimin enayi olduğu daha iyi ortaya
çıkacaktır.
111-)
İnniy cezeytühümül yevme Bima saberu, ennehüm hümül faizun;
"Muhakkak
ki sabretmelerinin karşılığını onlara bugün Ben verdim... Ki onlar kurtuluşa
erenlerin ta kendileridir." (A.Hulusi)
111 - İşte
onlara ben sabretmelerine mukabil bu gün bu mükâfatı verdim, onlardır onlar,
murada erenler. (Elmalı)
İnniy
cezeytühümül yevme Bima saberu bakın işte sabırlarından dolayı
onları bugün ödüllendirdim ennehüm hümül faizun
şüphesiz ki gerçek kurtuluşa erenler işte onlardır.
Kurtuluş ve başarı tasavvurunun
inşası yapılıyor burada. Hani ara ara anlatmışımdır Amir Bin Füheyre, Bir’i
meunede, meune kuyusunun yanında 70 arkadaşıyla birlikte pusuya düşürülüp
katledildiğinde onları pusuya düşüren çetenin elebaşlarından Cebbar isimli olan
müşrik şahıs şaşırıyordu. Onu ben öldürdüm fakat ne dedi biliyor musun lekad
füztu vallahi. Vallahi işte şimdi kazandım, işte şimdi başardım dedi ve dönüp
soruyordu;
- Ben öldüreyim, o ölsün de nasıl
o başarsın…!
Cebbar şaşırmasın da kim
şaşırsın. İşte bu. Burada da bakınız ayet faizun diye bitiyor. Yani başarı ne?
Kimin ki başarıdır, kiminki başarısızlık. Başarıyı nasıl tanımlayacağız.
Başarıyı tanımlarken kimin bak dediği yerden bakacağız. Allah’ın bak dediği
yerden bakınca başarısız olan öyle şeyler var ki..! Şeytanın bak dediği yerden
bakınca da başarılı gibi duruyor.Faiz yiyip de, haram yiyip de onunla semiren
insanlar kazandım diyorlar. Allah ona “kaybettin” diyor. Şimdi kim tanımlayacak
kazancı ve kaybı?
Başkalarının hakkını yiyenler kâr
ettim diyorlar. Allah ona zarar ettin diyor. Ama aynı insanlar; zekat veren,
malından tasadduk eden, infak edenlere kaybettin diyor. Malın eksildi. Fakat
Allah kazandın diyor, kâr ettin diyor. Şimdi kimin bak dediği yerden bakacağız?
Kimin bak dediği yerden bakarsanız öyle görürsünüz. Onun için Cebbar gibi
bakarsanız Cebbar gibi görürsünüz. Amir Bin Füheyre’nin baktığı yerden
bakarsanız öyle görürsünüz.
Fakat ilginç olan ne biliyor
musunuz Kur’an dostları Amir Bin Füheyre gibi Müslüman olduğunu söylemek, fakat
Cebbar gibi düşünmek. İşte asıl acı olan da bu. Bu günün Müslüman’ı için
düşündürücü olanda bu.
112-)
Kale kem lebistüm fiyl Ardı 'adede siniyn;
Dedi
ki: "Arz içinde (beden yaşamında) kaç sene kaldınız?" (A.Hulusi)
112 - Arzda
seneler sayısı ne kadar kaldınız? Buyurur. (Elmalı)
Kale
kem lebistüm fiyl Ardı 'adede siniyn Allah azaptakilere diyecek ki;
Kaç yıl kaldınız?
113-)
Kalu lebisna yevmen ev ba'da yevmin fes'elil 'addiyn;
Dediler
ki: "Bir gün ya da günün birazı kaldık... Sayanlara sor!" (A.Hulusi)
113 - Bir
gün veya bir günün birazı, sayanlara sor derler. (Elmalı)
Kalu
lebisna yevmen ev ba'da yevm onlar cevap verecekler; Bir gün ya da
bir günden daha az. fes'elil 'addiyn
istersen bu soruyu sayı sayabilenlere sor. Onlar cevap versinler.
114-)
Kale in lebistüm illâ kaliylen lev enneküm küntüm ta'lemun;
Dedi
ki: "Ancak az (bir süre) kaldınız, eğer gerçekten bilseydiniz!" (A.Hulusi)
114 - Buyurur
ki bilmiş olsanız cidden pek az kaldınız. (Elmalı)
Kale
in lebistüm illâ kaliylen lev enneküm küntüm ta'lemun Allah şöyle
diyecek;İ Yalnızca kısa bir süre kaldınız. Keşke siz bunu olsun
bilebilseydiniz.
Ahirette geçen bu temsili
diyalog, dünyada insanın algıladığı zamanın görece ve aldatıcı tabiatına bir
atıf. Mutlak zaman, gerçek zaman bu dünya da olan değil, ahirette olandır.
Dünya zamanını mutlak sananlar bir gün gelip aldandıklarını anlayacaklar ve bu
zamanın aslında bir gün gelmesine de gerek yok. Geçirdiği zamana bakarsa insan,
geçirdiği yıllara bakarsa söyleyeceği şey budur. Bir gün gibi geçti. Hangi
yaşta olursanız olun. Kaç yıl yaşamış olursanız olun, şöyle geriye dönüp
baktığınızda geçirmiş olduğunuz tüm ömrünüzün bir gün gibi ya da daha az
geçtiğini görecektir.
Ama bu asıl ukbada, ebedi hayatın
kapısından içeri girdiğimizde anlaşılacak. Dünyada ki zamanın aldatıcılığı,
yalancılığı, sahteliği, yüzünde ki o altın yaldız sıyrıldığında asıl orada
görülecek. Demek ki bir molaymış denilecek. Aslında bunun bir mola olduğunu
mukaddes kitaplar, vahiyler ve onları bize ulaştıran peygamberler haber
vermişlerdi.
Özellikle Peygamberlerin zirvesi
olan Hz. Muhammed AS. hayatı bir yolculuk, dünya hayatını da bir mola olarak
nitelendirmişti. Onun için hepimizi bu molada, sanki bir ağaç gölgesinde kısaca
durup dinlenmiş biri olarak hayatı değerlendirmemizi istiyor. Böyle bakan biri,
hayata mola olarak bakan biri hayatı sanki hiç ölmeyecekmiş gibi, sanki hiç
tükenmeyecekmiş gibi, sanki dünyaya ebediyen gelmiş gibi düşünür ve algılar mı?
Onun için bu dünyada bir garip yolcu gibi ol diyordu peygamber. “Kun, fiddünya
keabir issebiyl”. Bir garip yolcu. Yani şöyle uğrayıp geçen, bir mola verip
geçen bir yolcu. Keabir issebiyl. Hayatı bir mola bilen, bu hayatın da bir
ötesi olduğunu, bu yürüyüşün bir menzili olduğunu bilir ve unutmaz.
İşte o menzile kendisini
hazırlar, yola yatmaz, yoldan çıkmaz, yolu satmaz, yol üzerine nutuk atmaz,
yolda vur patlasın çal oynasın, çengi köçek kurmaz. Mola verdiği yolda inşaat
malzemesi siparişi vermez. Ya ne yapar? Varacağı menzile hazırlanır. Yolcu
olduğunu unutmaz, yolu unutmaz, yolsuz kalmaktan korkar ve yola revan olur.
Yolda yatanlara, yolda tafra satanlara, yoldan çıkanlara, yoldan çıkarmaya
çalışanlara, yola ev yapanlara aldırmaz. Yolcu olduğunu bilir. Hatta önü
tıkanmışsa servis yolu yapar. Heyelanlar olmuşsa servis yolu yapar ve
yolculuğunu sürdürür. Ne kadar zor, ne kadar uzun, ne kadar zorlu olursa olsun.
[Ek
bilgi; Size sorsam, kaç yaşındasınız,
desem; diyeceksiniz ki meselâ, otuz yaşındayım! Acaba öyle mi? Neye GÖRE, otuz
yaş? Veya gerçekten o kadar mı?
İşin önemli bir yanı burası!
Gerçekçi düşünmeye çalışalım.
Şu anda madde bedenle yaşamınızı sürdürdüğünüze; madde
bedeniniz de üzerinde yaşadığınız Dünya`ya bağlı olduğuna göre; dünya zaman
birimi itibariyle otuz yaşında olduğunuzu varsayıyorsunuz!
Bu hesapça
otuz sene daha yaşarsanız, diyelim ki altmış yaşında dünyadan ayrılacaksınız!
Peki, dünyadan ayrıldıktan sonra da hâlâ altmış yaşında olduğunuzu
düşünebilecek misiniz? Hatırlayınız ki, Dünya, Güneş`in yörüngesinde ve çekim
alanı içindedir!
Dünya
üzerinde var olan her canlı, hayatının kaynağı olan Güneş enerjisiyle var
olmuştur!.. Ki, Din dilinde buna Allâh`ın "hayat sıfatının"
sistemdeki zuhûr kaynağı "Güneş" isimli yıldızdır da denilebilir.. Ya
da "Güneş enerjisi-ışınları" yerine "o yıldızın varlığını
oluşturan olan melekî kuvvet" diyebiliriz!
Güneş
sistemi içindeki tüm uydularda bulunan canlılar, hayatiyetlerini ve yapılarını,
Güneşin boyutsal derinliklerinde var olan bu melekî kuvvetten alırlar ve
sürdürürler. Bireysel bilinci oluşturan beyin ise, çalışma kapasitesini
yönlendiren algılama devrelerine göre çeşitli boyutları değerlendirir; ve o
değerlendirmelere göre de kendini o boyutun mensûbu kabul eder!
Dünya
üzerinde var olan insan dahi, var oluş aşamasında her ne kadar biyolojik bir
bedenle oluşmuşsa da; yaşamın daha sonraki evresinde, biyolojik beynin ürettiği
astral-ışınsal bedenle hayatını sürdürür
Güneş zaman
biriminde bir yıl ne kadardır?
Dünya`nın
bir yılı, Güneş çevresindeki bir turudur; bilindiği üzere; Güneş`in bir yılı
ise, Samanyolu adını verdiğimiz Galaksimizin merkezi çevresindeki bir turudur!
Merkezden yaklaşık 32.000 ışık yılı uzaklıktaki yörüngede yapılan bir tur tam
255 milyon sene sürmektedir! Yani, bir Güneş yılı 255 milyon dünya senesi
olmaktadır!
Dünya
üzerinde bir insanın, dünya zaman birimine göre 70 yıl yaşadığını kabul
edersek; aynı insan gerçek boyutu olan Güneş zaman birimine göre sadece 8.6
saniye yaşamaktadır! Yani, bir insan yetmiş sene yaşadıktan sonra Dünya
yaşamından ayrılıp; Dünya`nın manyetik çekim alanının içinde yer aldığı, Güneş
yörünge ve enerji alanı olan platformdaki hayata geçtiği anda fark edecektir
ki, sadece 8.6 saniye yaşamıştır geçmişte!
İşte
gerçekte bu üç-beş saniyelik Dünya yaşam süresi, -teknik nedenlerine girmek
istemiyorum konuyu fazla yaymamak için- bize yıllar süren bir yaşam süreci gibi
gelmektedir!
Tıpkı en
fazla 50 saniye civarında gördüğümüz rüyaların, o rüya içindeyken çok uzun
süreler gelmesi gibi!.. Ne var ki bir de, uyanıp aradan bir zaman geçtikten
sonra, o rüyanın ne kadar sürdüğünü hatırlamaya çalışın! 50 saniyelik bir rüya,
uyandığımızda, hele ertesi gün ne ifade ediyor? Ya, 7-8 saniyelik bir
"Dünya rüyâsı", ölüm sonrası berzah âlemi -Güneş boyutu yaşamı-
içinde ne ifade edecek?.. Bir düşünün!..
(Ahmed
Hulusi)
115-)
Efe hasibtüm ennema haleknaküm abesen ve enneküm ileyNA lâ turce'un;
"Sizi
boş yere yarattığımızı ve sizin gerçekten bize rücu ettirilmeyeceğinizi mi
sandınız?" (A.Hulusi)
115 - Ya
zannettiniz mi ki biz, sizi sırf bir abes yarattık? ve siz, bize irca' edilmeyeceksiniz?
(Elmalı)
Efe
hasibtüm ennema haleknaküm abesen ve enneküm ileyNA lâ turce'un
şimdi siz bizim sizi amaçsızca bir oyun olsun diye yarattığımızı, dahası hesap
vermek için döndürülmeyeceğinizi tasavvur ediyorsunuz öyle mi?
Bu ayet bu surenin berceste
ayeti. Bütün bu surede anlatılan, ele alınan konuların merkezi bu ayet. Onun
içinde bu ayet çok iyi anlaşılmalı. Hayatın amacına, hayatın amaçlılığına atıf
yapan bir ayet. Ahirete yönelik her inkar hayatın amaçlılığını inkârdır diyor
bu ayet. Hesap vermek istemeyen, ahirete yönelik inkâr eden, Allah’a, nübüvvete
vahye yönelik her tür inkârcı duruşu temelde varlığın ve hayatın amaçsız
olduğunu düşünmekten dolayı kaynaklanır.
Onun için öncelikle bir inkârcı
mantığın inkarının kaynağını doğru tespit etmek lazım. Her inkarın kaynağı,
hayatın amaçsızlığı gibi sahte bir düşünceye yaslanır. Eğer hayat amaçsızsa
ancak insan ahireti inkâr edebilir. Yoksa kâfir dahi olsa, inkarcı dahi olsa,
ate dahi olsa; bir insan kendi varlığını, kendi hayatını nasıl bir sineğin
hayatıyla eşitleyebilir. Nasıl varlığın; Yaratılmışların şah eseri olan insan
ölünce her şeyin biteceğini düşünebilir. Yani bunu böyle düşünmek, değil bir
mümin için, bir inkârcı için dahi çekilmez bir ıstıraptır. Katlanılamaz bir
beladır.
Peki bir inkarcı ölünce her şeyin
biteceği gibi gerçekten katlanılamaz bir ıstıraba, böylesi bir düşünceye nasıl
saplanabilir. Bu kendi kendisine yaptığı en büyük hakaret olduğu halde nasıl
bir insan bu hakareti kendine reva görür?
Bir tek nedenle, o da hayatın
amaçsızlığını düşünerek. Peki bunun da altında yatan bir sebep var mı? Daha
gizli bir sebep var o da hayatının hesabını verme sorumluluğunu üstlenmemek.
Hesabı verilecek bir hayat yaşamayanlar, hesabı verilecek bir hayata
inanmazlar. Ahireti inkârdan başka çıkış yolu yoktur onun. Hangi çocuk ahireti
inkâr eder ki? Etmeye ihtiyaç duyar ki. Onun için dünyanın tüm çocukları
kardeşimizdir. Onun için dünyanın tüm çocukları mümindir. Çünkü hesabını
veremeyeceği bir hayat yaşadığını düşünmez.
Ancak öyle bir hayat yaşamış ki
hesabı verilemeyecek kadar kötü. Böyle biri bu hayatın hesabını vermek üzere
ebedi bir mahkemede yüzleşeceğini kabul etmeyecektir. İşte ahireti inkârın
temelinde bu yatar.
116-)
Fete'âllellahul MelikülHakk* lâ ilâhe illâ HU* Rabbül 'Arşil Keriym;
Melik
ve Hak olan Allâh pek yücedir! Tanrı yoktur, sadece "HÛ"! Keriym
Arş'ın Rabbidir. (A.Hulusi)
116 - Demek
ki Allah, o hak padişah yüksek çok yüksek, başka tanrı yok ancak o, o Arşı
kerîmin rabbi. (Elmalı)
Fete'âllellahul
MelikülHakk ama bakın Allah sizin düşünebileceğinizden çok daha yüce
ve uludur. Mutlak otorite ve aşkın gerçeklik sahibidir.
Yani bir önceki mantığa verilmiş
bir cevap aslında. O döndürülmeyeceğini zannediyordu. Aslın da bu zan Allah
hakkındaki suizandır. Allah sizin; sizi döndüremeyecek kadar güçsüz değildir.
Eğer böyle bir Allah tasavvuruna sahipseniz, Allah sizin düşündüğünüzden çok
daha yücedir diyor.
lâ
ilâhe illâ HU ondan başka ilah yoktur, Rabbül
'Arşil Keriym sınırsız lütuf ve merhamet tahtının tek sahibidir,
rabbidir.
117-)
Ve men yed'u meAllâhi ilâhen âhare lâ burhane lehu Bihi, feinnema hısabuhu
'ınde Rabbih* innehu lâ yüflihul kafirun;
Kim
Allâh ile yanı sıra başka tanrıya yönelirse -ki o konuda hiçbir kanıtı olamaz-
onun getirisi ancak Rabbinin indîndedir... Muhakkak ki hakikat bilgisini inkâr
edenler kurtuluşa eremezler! (A.Hulusi)
117 - Ve
her kim Allahın beraberinde diğer bir tanrı davâ ederse onun ona hiç bir
bürhanı yoktur ve ancak rabbinin indinde hesabı vardır, hak bu ki kâfirler
felâh bulmazlar. (Elmalı)
Ve men
yed'u meAllâhi ilâhen âhare lâ burhane lehu Bih şu halde her kim
konu hakkında hiçbir ikna edici delili olmaksızın Allah ile beraber başka bir
tanrıya dua ederse, yalvarıp yakarırsa feinnema
hısabuhu 'ınde Rabbih iyi bilsin ki bunun hesabını rabbinin
huzurunda mutlaka verecektir. innehu lâ yüflihul
kafirun şu kesin ki inkârı hayat tarzı haline getirenler asla
mutluluğa, saadete, kurtuluşa eremezler.
118-) Ve kul
Rabbiğfir verham ve ENTE hayrur rahımiyn;
De ki:
"Rabbim, mağfiret ve merhamet et! Sen Rahıym olanların en
hayırlısısın!" (A.Hulusi)
118 - Hem
şöyle de: «Râbbim! bana mağrifet, merhamet buyur, sen merhamet edenlerin en
hayırlısısın.» (Elmalı)
Ve kul
Rabbiğfir verham ve ENTE hayrur rahımiyn şimdi ey insan, ey bu
vahyin muhatabı, ey böyle olmak istemeyen mümin de ki; Bu vahye teslim olduğun
için, bu vahyi sana ulaştıran rabbine dön, sana tenezzül buyuran Allah’a yönel,
aç yüreğini ve ellerini de ki; Rabbim, bağışla, merhamet et zira merhamet
edenlerin en hayırlısı sensin.
Sadakallahül azim.
Devam ediyor D sayfasına geçiniz.
109/1 videoyu toplu olarak http://kurantefsir.wordpress.com/2012/08/10/islamoglu-tef-ders-muminun-093-1181091/ bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder