15 Ağustos 2012 Çarşamba

İslamoğlu Tef. Ders. MÜ’MİNUN (110-118)(109/1-C)


B sayfasından devam

110-) Fettehaztümuhüm sıhriyyen hattâ ensevküm zikriy ve küntüm minhüm tadhakun;

"Siz onları alaya aldınız! Hatta (bu hâliniz) Zikrimi (hakikatinizdeki varlığımı hatırlamayı) size unutturdu! Siz onlara gülüyordunuz." (A.Hulusi)

110 - Siz onları maskara yerine tuttunuz, hattâ size benim yâdımı unutturdular, onlara öyle gülüyordunuz. (Elmalı)


Fettehaztümuhüm sıhriyye ne var ki siz onlarla alay ettiniz. Evet, onlar Allah’a karşı hadlerini bildikçe siz onları dalgaya aldınız. hattâ ensevküm zikriy en sonunda onlarla alayınız size beni hatırlamayı unutturdu. Yani onlarla alay edeyim derken Allah’ı unuttunuz. Haddi zatında Allah ile alay etmiş gibi oldunuz. ve küntüm minhüm tadhakun üstelikte onların halini gülünç buluyordunuz. Yani belki zımnen söylenmek istenen şimdi onlar da sizin halinizi gülünç buluyorlar. Aslında gülünç olan sizdiniz.

Tıpkı Abdullah İbn. Mes’ud o cüce yapısıyla, o sıska yapısıyla ilk defa açıktan Kâbe’nin önünde Mekke de Kur’an okurken, Ebu Cehil’in haşin ve gaddarca gelip de onu tokatlaması üzerine Resulallah’ın Cibril’i gülerken gördüm demesine benziyor, onu hatırlatıyor. Meğer, daha sonra Bedir savaşı meydanında aldığı ölümcül yaralarla can çekişmekte olan Ebu Cehil’in göbeğinin üstüne oturan Abdullah İbn. Mes’ud’u görür ve seyredermiş. Yani kimseyi ölmeden, mutlu diye adlandırma diyen Solon’un bu sözü herkesin kulağına küpe olmalı. İşte bu noktada küfrün, kafirin gülünç bulduğu öyle kimseler olacak ki hakikatte kendileri gülünç bulunacaklar. Hakikatte aslında kendileri gülünç duruma düşmüş olacaklar.

Müminin bazı tavırlarını mümince bakmayan, olayı anlayamaz. Bazen saflık, hatta bazen enayilik diye nitelendirilebilir. Ama haddi zatında eğer hakikatlerin tümünün ortaya çıktığı bir dünyaya yüründüğünde orada kimin saf, kimin enayi olduğu daha iyi ortaya çıkacaktır.


111-) İnniy cezeytühümül yevme Bima saberu, ennehüm hümül faizun;

"Muhakkak ki sabretmelerinin karşılığını onlara bugün Ben verdim... Ki onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir." (A.Hulusi)

111 - İşte onlara ben sabretmelerine mukabil bu gün bu mükâfatı verdim, onlardır onlar, murada erenler. (Elmalı)


İnniy cezeytühümül yevme Bima saberu bakın işte sabırlarından dolayı onları bugün ödüllendirdim ennehüm hümül faizun şüphesiz ki gerçek kurtuluşa erenler işte onlardır.

Kurtuluş ve başarı tasavvurunun inşası yapılıyor burada. Hani ara ara anlatmışımdır Amir Bin Füheyre, Bir’i meunede, meune kuyusunun yanında 70 arkadaşıyla birlikte pusuya düşürülüp katledildiğinde onları pusuya düşüren çetenin elebaşlarından Cebbar isimli olan müşrik şahıs şaşırıyordu. Onu ben öldürdüm fakat ne dedi biliyor musun lekad füztu vallahi. Vallahi işte şimdi kazandım, işte şimdi başardım dedi ve dönüp soruyordu;

- Ben öldüreyim, o ölsün de nasıl o başarsın…!

Cebbar şaşırmasın da kim şaşırsın. İşte bu. Burada da bakınız ayet faizun diye bitiyor. Yani başarı ne? Kimin ki başarıdır, kiminki başarısızlık. Başarıyı nasıl tanımlayacağız. Başarıyı tanımlarken kimin bak dediği yerden bakacağız. Allah’ın bak dediği yerden bakınca başarısız olan öyle şeyler var ki..! Şeytanın bak dediği yerden bakınca da başarılı gibi duruyor.Faiz yiyip de, haram yiyip de onunla semiren insanlar kazandım diyorlar. Allah ona “kaybettin” diyor. Şimdi kim tanımlayacak kazancı ve kaybı?

Başkalarının hakkını yiyenler kâr ettim diyorlar. Allah ona zarar ettin diyor. Ama aynı insanlar; zekat veren, malından tasadduk eden, infak edenlere kaybettin diyor. Malın eksildi. Fakat Allah kazandın diyor, kâr ettin diyor. Şimdi kimin bak dediği yerden bakacağız? Kimin bak dediği yerden bakarsanız öyle görürsünüz. Onun için Cebbar gibi bakarsanız Cebbar gibi görürsünüz. Amir Bin Füheyre’nin baktığı yerden bakarsanız öyle görürsünüz.

Fakat ilginç olan ne biliyor musunuz Kur’an dostları Amir Bin Füheyre gibi Müslüman olduğunu söylemek, fakat Cebbar gibi düşünmek. İşte asıl acı olan da bu. Bu günün Müslüman’ı için düşündürücü olanda bu.


112-) Kale kem lebistüm fiyl Ardı 'adede siniyn;

Dedi ki: "Arz içinde (beden yaşamında) kaç sene kaldınız?" (A.Hulusi)

112 - Arzda seneler sayısı ne kadar kaldınız? Buyurur. (Elmalı)


Kale kem lebistüm fiyl Ardı 'adede siniyn Allah azaptakilere diyecek ki; Kaç yıl kaldınız?


113-) Kalu lebisna yevmen ev ba'da yevmin fes'elil 'addiyn;

Dediler ki: "Bir gün ya da günün birazı kaldık... Sayanlara sor!" (A.Hulusi)

113 - Bir gün veya bir günün birazı, sayanlara sor derler. (Elmalı)


Kalu lebisna yevmen ev ba'da yevm onlar cevap verecekler; Bir gün ya da bir günden daha az. fes'elil 'addiyn istersen bu soruyu sayı sayabilenlere sor. Onlar cevap versinler.


114-) Kale in lebistüm illâ kaliylen lev enneküm küntüm ta'lemun;

Dedi ki: "Ancak az (bir süre) kaldınız, eğer gerçekten bilseydiniz!" (A.Hulusi)

114 - Buyurur ki bilmiş olsanız cidden pek az kaldınız. (Elmalı)


Kale in lebistüm illâ kaliylen lev enneküm küntüm ta'lemun Allah şöyle diyecek;İ Yalnızca kısa bir süre kaldınız. Keşke siz bunu olsun bilebilseydiniz.

Ahirette geçen bu temsili diyalog, dünyada insanın algıladığı zamanın görece ve aldatıcı tabiatına bir atıf. Mutlak zaman, gerçek zaman bu dünya da olan değil, ahirette olandır. Dünya zamanını mutlak sananlar bir gün gelip aldandıklarını anlayacaklar ve bu zamanın aslında bir gün gelmesine de gerek yok. Geçirdiği zamana bakarsa insan, geçirdiği yıllara bakarsa söyleyeceği şey budur. Bir gün gibi geçti. Hangi yaşta olursanız olun. Kaç yıl yaşamış olursanız olun, şöyle geriye dönüp baktığınızda geçirmiş olduğunuz tüm ömrünüzün bir gün gibi ya da daha az geçtiğini görecektir.

Ama bu asıl ukbada, ebedi hayatın kapısından içeri girdiğimizde anlaşılacak. Dünyada ki zamanın aldatıcılığı, yalancılığı, sahteliği, yüzünde ki o altın yaldız sıyrıldığında asıl orada görülecek. Demek ki bir molaymış denilecek. Aslında bunun bir mola olduğunu mukaddes kitaplar, vahiyler ve onları bize ulaştıran peygamberler haber vermişlerdi.

Özellikle Peygamberlerin zirvesi olan Hz. Muhammed AS. hayatı bir yolculuk, dünya hayatını da bir mola olarak nitelendirmişti. Onun için hepimizi bu molada, sanki bir ağaç gölgesinde kısaca durup dinlenmiş biri olarak hayatı değerlendirmemizi istiyor. Böyle bakan biri, hayata mola olarak bakan biri hayatı sanki hiç ölmeyecekmiş gibi, sanki hiç tükenmeyecekmiş gibi, sanki dünyaya ebediyen gelmiş gibi düşünür ve algılar mı? Onun için bu dünyada bir garip yolcu gibi ol diyordu peygamber. “Kun, fiddünya keabir issebiyl”. Bir garip yolcu. Yani şöyle uğrayıp geçen, bir mola verip geçen bir yolcu. Keabir issebiyl. Hayatı bir mola bilen, bu hayatın da bir ötesi olduğunu, bu yürüyüşün bir menzili olduğunu bilir ve unutmaz.

İşte o menzile kendisini hazırlar, yola yatmaz, yoldan çıkmaz, yolu satmaz, yol üzerine nutuk atmaz, yolda vur patlasın çal oynasın, çengi köçek kurmaz. Mola verdiği yolda inşaat malzemesi siparişi vermez. Ya ne yapar? Varacağı menzile hazırlanır. Yolcu olduğunu unutmaz, yolu unutmaz, yolsuz kalmaktan korkar ve yola revan olur. Yolda yatanlara, yolda tafra satanlara, yoldan çıkanlara, yoldan çıkarmaya çalışanlara, yola ev yapanlara aldırmaz. Yolcu olduğunu bilir. Hatta önü tıkanmışsa servis yolu yapar. Heyelanlar olmuşsa servis yolu yapar ve yolculuğunu sürdürür. Ne kadar zor, ne kadar uzun, ne kadar zorlu olursa olsun.

[Ek bilgi; Size sorsam, kaç yaşındasınız, desem; diyeceksiniz ki meselâ, otuz yaşındayım! Acaba öyle mi? Neye GÖRE, otuz yaş? Veya gerçekten o kadar mı?
İşin önemli bir yanı burası! Gerçekçi düşünmeye çalışalım.
Şu anda madde bedenle yaşamınızı sürdürdüğünüze; madde bedeniniz de üzerinde yaşadığınız Dünya`ya bağlı olduğuna göre; dünya zaman birimi itibariyle otuz yaşında olduğunuzu varsayıyorsunuz!
        Bu hesapça otuz sene daha yaşarsanız, diyelim ki altmış yaşında dünyadan ayrılacaksınız! Peki, dünyadan ayrıldıktan sonra da hâlâ altmış yaşında olduğunuzu düşünebilecek misiniz? Hatırlayınız ki, Dünya, Güneş`in yörüngesinde ve çekim alanı içindedir!
        Dünya üzerinde var olan her canlı, hayatının kaynağı olan Güneş enerjisiyle var olmuştur!.. Ki, Din dilinde buna Allâh`ın "hayat sıfatının" sistemdeki zuhûr kaynağı "Güneş" isimli yıldızdır da denilebilir.. Ya da "Güneş enerjisi-ışınları" yerine "o yıldızın varlığını oluşturan olan melekî kuvvet" diyebiliriz!
        Güneş sistemi içindeki tüm uydularda bulunan canlılar, hayatiyetlerini ve yapılarını, Güneşin boyutsal derinliklerinde var olan bu melekî kuvvetten alırlar ve sürdürürler. Bireysel bilinci oluşturan beyin ise, çalışma kapasitesini yönlendiren algılama devrelerine göre çeşitli boyutları değerlendirir; ve o değerlendirmelere göre de kendini o boyutun mensûbu kabul eder!
        Dünya üzerinde var olan insan dahi, var oluş aşamasında her ne kadar biyolojik bir bedenle oluşmuşsa da; yaşamın daha sonraki evresinde, biyolojik beynin ürettiği astral-ışınsal bedenle hayatını sürdürür
        Güneş zaman biriminde bir yıl ne kadardır?
        Dünya`nın bir yılı, Güneş çevresindeki bir turudur; bilindiği üzere; Güneş`in bir yılı ise, Samanyolu adını verdiğimiz Galaksimizin merkezi çevresindeki bir turudur! Merkezden yaklaşık 32.000 ışık yılı uzaklıktaki yörüngede yapılan bir tur tam 255 milyon sene sürmektedir! Yani, bir Güneş yılı 255 milyon dünya senesi olmaktadır!
        Dünya üzerinde bir insanın, dünya zaman birimine göre 70 yıl yaşadığını kabul edersek; aynı insan gerçek boyutu olan Güneş zaman birimine göre sadece 8.6 saniye yaşamaktadır! Yani, bir insan yetmiş sene yaşadıktan sonra Dünya yaşamından ayrılıp; Dünya`nın manyetik çekim alanının içinde yer aldığı, Güneş yörünge ve enerji alanı olan platformdaki hayata geçtiği anda fark edecektir ki, sadece 8.6 saniye yaşamıştır geçmişte!
        İşte gerçekte bu üç-beş saniyelik Dünya yaşam süresi, -teknik nedenlerine girmek istemiyorum konuyu fazla yaymamak için- bize yıllar süren bir yaşam süreci gibi gelmektedir!
        Tıpkı en fazla 50 saniye civarında gördüğümüz rüyaların, o rüya içindeyken çok uzun süreler gelmesi gibi!.. Ne var ki bir de, uyanıp aradan bir zaman geçtikten sonra, o rüyanın ne kadar sürdüğünü hatırlamaya çalışın! 50 saniyelik bir rüya, uyandığımızda, hele ertesi gün ne ifade ediyor? Ya, 7-8 saniyelik bir "Dünya rüyâsı", ölüm sonrası berzah âlemi -Güneş boyutu yaşamı- içinde ne ifade edecek?.. Bir düşünün!..
                                                               (Ahmed Hulusi)




115-) Efe hasibtüm ennema haleknaküm abesen ve enneküm ileyNA lâ turce'un;

"Sizi boş yere yarattığımızı ve sizin gerçekten bize rücu ettirilmeyeceğinizi mi sandınız?" (A.Hulusi)

115 - Ya zannettiniz mi ki biz, sizi sırf bir abes yarattık? ve siz, bize irca' edilmeyeceksiniz? (Elmalı)


Efe hasibtüm ennema haleknaküm abesen ve enneküm ileyNA lâ turce'un şimdi siz bizim sizi amaçsızca bir oyun olsun diye yarattığımızı, dahası hesap vermek için döndürülmeyeceğinizi tasavvur ediyorsunuz öyle mi?

Bu ayet bu surenin berceste ayeti. Bütün bu surede anlatılan, ele alınan konuların merkezi bu ayet. Onun içinde bu ayet çok iyi anlaşılmalı. Hayatın amacına, hayatın amaçlılığına atıf yapan bir ayet. Ahirete yönelik her inkar hayatın amaçlılığını inkârdır diyor bu ayet. Hesap vermek istemeyen, ahirete yönelik inkâr eden, Allah’a, nübüvvete vahye yönelik her tür inkârcı duruşu temelde varlığın ve hayatın amaçsız olduğunu düşünmekten dolayı kaynaklanır.

Onun için öncelikle bir inkârcı mantığın inkarının kaynağını doğru tespit etmek lazım. Her inkarın kaynağı, hayatın amaçsızlığı gibi sahte bir düşünceye yaslanır. Eğer hayat amaçsızsa ancak insan ahireti inkâr edebilir. Yoksa kâfir dahi olsa, inkarcı dahi olsa, ate dahi olsa; bir insan kendi varlığını, kendi hayatını nasıl bir sineğin hayatıyla eşitleyebilir. Nasıl varlığın; Yaratılmışların şah eseri olan insan ölünce her şeyin biteceğini düşünebilir. Yani bunu böyle düşünmek, değil bir mümin için, bir inkârcı için dahi çekilmez bir ıstıraptır. Katlanılamaz bir beladır.

Peki bir inkarcı ölünce her şeyin biteceği gibi gerçekten katlanılamaz bir ıstıraba, böylesi bir düşünceye nasıl saplanabilir. Bu kendi kendisine yaptığı en büyük hakaret olduğu halde nasıl bir insan bu hakareti kendine reva görür?

Bir tek nedenle, o da hayatın amaçsızlığını düşünerek. Peki bunun da altında yatan bir sebep var mı? Daha gizli bir sebep var o da hayatının hesabını verme sorumluluğunu üstlenmemek. Hesabı verilecek bir hayat yaşamayanlar, hesabı verilecek bir hayata inanmazlar. Ahireti inkârdan başka çıkış yolu yoktur onun. Hangi çocuk ahireti inkâr eder ki? Etmeye ihtiyaç duyar ki. Onun için dünyanın tüm çocukları kardeşimizdir. Onun için dünyanın tüm çocukları mümindir. Çünkü hesabını veremeyeceği bir hayat yaşadığını düşünmez.

Ancak öyle bir hayat yaşamış ki hesabı verilemeyecek kadar kötü. Böyle biri bu hayatın hesabını vermek üzere ebedi bir mahkemede yüzleşeceğini kabul etmeyecektir. İşte ahireti inkârın temelinde bu yatar.


116-) Fete'âllellahul MelikülHakk* lâ ilâhe illâ HU* Rabbül 'Arşil Keriym;

Melik ve Hak olan Allâh pek yücedir! Tanrı yoktur, sadece "HÛ"! Keriym Arş'ın Rabbidir. (A.Hulusi)

116 - Demek ki Allah, o hak padişah yüksek çok yüksek, başka tanrı yok ancak o, o Arşı kerîmin rabbi. (Elmalı)


Fete'âllellahul MelikülHakk ama bakın Allah sizin düşünebileceğinizden çok daha yüce ve uludur. Mutlak otorite ve aşkın gerçeklik sahibidir.

Yani bir önceki mantığa verilmiş bir cevap aslında. O döndürülmeyeceğini zannediyordu. Aslın da bu zan Allah hakkındaki suizandır. Allah sizin; sizi döndüremeyecek kadar güçsüz değildir. Eğer böyle bir Allah tasavvuruna sahipseniz, Allah sizin düşündüğünüzden çok daha yücedir diyor.

lâ ilâhe illâ HU ondan başka ilah yoktur, Rabbül 'Arşil Keriym sınırsız lütuf ve merhamet tahtının tek sahibidir, rabbidir.


117-) Ve men yed'u meAllâhi ilâhen âhare lâ burhane lehu Bihi, feinnema hısabuhu 'ınde Rabbih* innehu lâ yüflihul kafirun;

Kim Allâh ile yanı sıra başka tanrıya yönelirse -ki o konuda hiçbir kanıtı olamaz- onun getirisi ancak Rabbinin indîndedir... Muhakkak ki hakikat bilgisini inkâr edenler kurtuluşa eremezler! (A.Hulusi)

117 - Ve her kim Allahın beraberinde diğer bir tanrı davâ ederse onun ona hiç bir bürhanı yoktur ve ancak rabbinin indinde hesabı vardır, hak bu ki kâfirler felâh bulmazlar. (Elmalı)


Ve men yed'u meAllâhi ilâhen âhare lâ burhane lehu Bih şu halde her kim konu hakkında hiçbir ikna edici delili olmaksızın Allah ile beraber başka bir tanrıya dua ederse, yalvarıp yakarırsa feinnema hısabuhu 'ınde Rabbih iyi bilsin ki bunun hesabını rabbinin huzurunda mutlaka verecektir. innehu lâ yüflihul kafirun şu kesin ki inkârı hayat tarzı haline getirenler asla mutluluğa, saadete, kurtuluşa eremezler.


 118-) Ve kul Rabbiğfir verham ve ENTE hayrur rahımiyn;

De ki: "Rabbim, mağfiret ve merhamet et! Sen Rahıym olanların en hayırlısısın!" (A.Hulusi)

118 - Hem şöyle de: «Râbbim! bana mağrifet, merhamet buyur, sen merhamet edenlerin en hayırlısısın.» (Elmalı)


Ve kul Rabbiğfir verham ve ENTE hayrur rahımiyn şimdi ey insan, ey bu vahyin muhatabı, ey böyle olmak istemeyen mümin de ki; Bu vahye teslim olduğun için, bu vahyi sana ulaştıran rabbine dön, sana tenezzül buyuran Allah’a yönel, aç yüreğini ve ellerini de ki; Rabbim, bağışla, merhamet et zira merhamet edenlerin en hayırlısı sensin.

Sadakallahül azim.


Devam ediyor D sayfasına geçiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder