C sayfasından devam
65-)
Lâ tec'erul yevme inneküm minNA lâ tunsarun;
"Bugün
feryat etmeyin! Muhakkak ki siz bizden yardım alamazsınız!" (A.Hulusi)
065 - Feryat
etmeyin bu gün, çünkü siz bizden kurtarılamazsınız. (Elmalı)
Lâ
tec'erul yevme inneküm minNA lâ tunsarun bugün imdat dilemeyin,
çünkü bizden size asla, ama asla yardım ulaştırılmayacak. Bu da açık değerli
dostlar. Asla yardım ulaştırılmayacak. Yukarıda 62. ayette zulüm olunmayacaklar
diyordu, fakat burada yardım olunmayacaklar. Şimdi yardım da olunmayacak, zulm
olunmayacak ta. Yani Allah’ın yardımını çekmesi beladır zaten. Yani Allah’ın
var neye muhtaçsın, Allah’ın yok, neyin var sözü işte burada kendi gerçek
anlamını buluyor. Allah desteğini çekerse belasını bulmuş demektir o insan.
66-)
Kad kânet âyâtiy tütla aleyküm feküntüm alâ a'kabiküm tenkisun;
"İşaretlerim
size bildiriliyordu da, siz topuklarınız üzerine gerisin geri
dönüyordunuz." (A.Hulusi)
066 - Karşınızda
âyetlerim okunuyordu da siz ardınıza dönüyordunuz. (Elmalı)
Kad
kânet âyâtiy tütla aleyküm hem evvelce mesajlarımız size
ulaştırılmıştı. feküntüm alâ a'kabiküm tenkisun
buna rağmen siz ısrarla arkanızı dönüyordunuz.
67-)
Müstekbiriyne Bih* samiran tehcürun;
"Ona,
kibir taslayarak, geceleri hezeyan yaşıyordunuz!" (A.Hulusi)
067 - Ona
kafa tutarak, müsamere yaparak hezeyanlar ediyordunuz. (Elmalı)
Müstekbiriyne
Bih* samiran tehcürun ona karşı böbürlenerek, sokulduğunuz
karanlığın koynunda atıp tutuyordunuz. Samiran; Semera ak ın
zıddıdır. Kara demektir. Samir ise özü itibarıyla bu kelime geceleyin
karanlıktan faydalanmak için karanlığın en koyu yerinde toplanan insanlara, ya
da canlılara denir. Onun için en bilinen samir, yarasalardır. Burada adeta
yarasalar gibi ışıktan kaçıyordunuz, gece hikaye anlatan, gece kıssacılarına da
samir denirmiş Arapça da. Yani yarasalar gibi ışıktan kaçıp kendi yürek
mağaranıza, mağaraya döndürdüğünüz yüreğinize sığınıyordunuz ve orada da vahyin
arkasından, nebinin arkasından, gerçeğin arkasından atıp tutuyordunuz diyor.
68-)
Efelem yeddebberul kavle em caehüm ma lem ye'ti abaehümül evveliyn;
O sözü
gereğince düşünmediler mi? Yoksa atalarına gelmemiş bir şey kendilerine ilk
defa mı geldi? (A.Hulusi)
068 - Ya
hâlâ o kelâmı tedebbür etmezler mi? Yoksa onlara evvelki atalarına gelmemiş bir
şey mi geldi? (Elmalı)
Efelem
yeddebberul kavl iyi de, onlar bu sözü hiç mi düşünmediler. Bu
sözden kasıt vahyi, vahyin getirdiği şu ilkeleri, şu esasları hiç mi
düşünmediler. em caehüm ma lem ye'ti abaehümül
evveliyn ya da kendilerinden önce gelip geçmiş atalarına hiç
ulaşmamış olan bir şey mi gelmiş onlara? Yani aslında onlar vahyin mümkin
olduğunu çok iyi biliyorlar, atalarına da vahiy geldi. Çünkü geçmişte içinde
yaşadıkları o coğrafya da gelmiş geçmiş
peygamberler var. Şuayb peygamber gibi, Salih peygamber gibi. Bunların içinde
yaşadığı kentlerin halini biliyorlar, hatta ticaret yaparken belaya uğramış o
kentlerin içinden gelip gidiyorlar. Medaimi salih bugün bile hala
kalıntılarıyla ayakta. Lut gölü bugün bir bela vesikası gibi hala yerinde
duruyor. San’a, hadramed de ki, ahkaf çölünde ki o uğranılan belanın izleri hala var. Onun için
onlar biliyorlar aslında. Peygamberlerin getirdiği uyarıya kulak asmamanın
akıbetini.
69-)
Em lem ya'rifu Rasûlehüm fehüm lehu münkirun;
Yoksa
Rasûlleri tanımadıkları biri de, (bu yüzden) Onu inkâr mı ediyorlar? (A.Hulusi)
069 - Yoksa
Peygamberlerini tanımadılar mı da onun için inkâr ediyorlar? (Elmalı)
Em lem
ya'rifu Rasûlehüm fehüm lehu münkirun veya elçilerimi tanımadılar da
bu yüzden mi onu inkar ediyorlar. Tabii ki bu istifami inkar anlamında. Yani
hayır tanıyorlar, bilmedikleri değil. El emiyn ismini kendileri vermişti.
70-)
Em yekulune Bihi cinnetün, bel caehüm Bil Hakkı ve ekseruhüm lil Hakkı kârihun;
Yoksa:
"Onda bir cinnet var" mı diyorlar? Bilakis, O kendilerine Hak olarak
gelmiştir! Onların çoğunluğu Hak'tan hoşlanmazlar! (A.Hulusi)
070 -
Yoksa onda bir Cinnet var, mı diyorlar? Hayır, o onlara Hakk ile geldi fakat
ekserisi hakkı hoşlanmıyorlar. (Elmalı)
Em
yekulune Bihi cinne ya onu yoksa cinnet geçirmekle mi suçluyorlar,
delilikle mi suçluyorlar ki deli olmadığın onlardan daha iyi kim bilir. bel caehüm Bil Hakk yoo..! aksine o, onlara
gerçeği getirdi. ve ekseruhüm lil Hakkı kârihun
ama onların çoğu katıksız gerçeği sevmiyorlar. Bütün problem bu.
Neden katıksız gerçek diye
çevirdim? “Lil Hakk”, “el Hakk” ta ki “el” lamı tarifi.
Belirlilik takısı gerçeğin özü, tüm gerçek, katıksız gerçek anlamını zaten
veriyor. Onlar katıksız gerçeği sevmediklerine göre sanırım katıklı gerçeği
seviyorlar. Yani gerçeğin içine birazcık yalanı, hakkın içine birazcık batılı,
imanın içine birazcık küfrü karıştırdığınız zaman ortaya şirk şirketi çıkıyor.
Yani hakla batılın şirketi, evliliği çıkıyor, zaten onların yaptığı da buydu.
Onun için katkısız sevmiyorlar. Mutlaka hakikatin içine bir batıl pisliği
karıştırılsın istiyorlar, ki Allah’ta onu sevmiyor.
71-)
Ve levittebe'al Hakku ehvaehüm le fesedetis Semavatü vel Ardu ve men fiyhinne,
bel eteynahüm Bi zikrihim fehüm 'an zikrihim mu'ridun;
Eğer
Hak onların hevâlarına tâbi olsaydı; Semâlar, Arz ve onların arasında ne varsa
elbette bozulur giderdi... Hayır, onlara Zikirlerini (hakikatlerini hatırlatan bilgiyi) verdik... Onlar kendi Zikirlerinden (hakikatlerinin bilgisinden)
yüz çeviricilerdir. (A.Hulusi)
071 - Eğer
hak onların keyiflerine tâbi' olsa idi Semavât ve Arz ve bunlardaki kimseler
katiyen fasit olurdu, hayır, biz onlara unutulmaz ders olacak zikirlerini
getirdik de onlar zikirlerinden ı'raz ediyorlar. (Elmalı)
Ve
levittebe'al Hakku ehvaehüm le fesedetis Semavatü vel Ardu ve men fiyhinne
ne var ki eğer gerçek onların keyfine tabi olsaydı gökler, yer ve içindekiler
mahvolur giderdi.
İşte hakikat bu dostlar ve bu
hakikati hepimiz biliyoruz aslında. Görececi mantığa kesin bir rettir bu ayet.
Gerçek insana uysaydı ne olurdu? İnsan sayısınca doğru olurdu. 6.5 milyar doğru
olurdu. O zaman doğrunun kıymeti kalır mıydı. İnsanlar arasında ortak doğrular
olur muydu? Ortak doğruların olmadığı bir dünya nasıl bir dünya olurdu. Böyle
bir dünya da yaşanır mıydı. Böyle bir dünya da ahlaki davranmak ne demeye
gelirdi? Ahlaklı ol diye bir cümle kurulabilir miydi. Doğru davran diye bir
cümle kurulabilir miydi. İyi yap diye bir cümle kurulabilir miydi, yanlış yapma
diye bir cümle kurulabilir miydi. Değil. O sana göre yanlış der çıkardı. Benim
doğrum da bu der çıkardı. İnsanların tümünün böyle dediği bir dünya aslında
ahlaksızlığın, zulmün, anarşinin kol gezdiği bir dünyadan başka ne olurdu ki.
İşte bugünkü dünya o dünya ve
vahiylerin tamamı insanı ortak doğrulara, ortak güzelliklere davet eder.
Kaostan kaçıp hakikat ve adalete davet eder. Onun için öyle bir rölativizm,
öyle bir görececiliğin sonucu nihilizmdir. Yani hiççilik. Niçin yaşıyorsun?
Hiç. Neden yiyorsun? Hiç. Neden yapıyorsun? Hiç. Sen de bir hiçsin. Hiçin
hayatı da hiçtir. Hiç olan yeryüzünü nasıl inşa etsin, neden inşa etsin, niçin
inşa etsin. İşte nihilizm bu.
Yine agnosticism’e götürür. Yani
bilinmezciliğe, bilinemezciliğe. Bilemeyiz, doğruyu bilemeyiz, hakikati
bilemeyiz, iyiyi bilemeyiz. Bu da tam bir kaçak güreşmedir. Bilemeyiz, niye
bilemeyiz? Allah bunun için bildirmiş zaten. Vahye sırt dönerseniz tabii ki
bilemezsiniz. Onun için doğrunun temelinde Allah’a güven yatar. Allah’a
güvenmeyen elbette doğruyu bilemeyecektir.
bel
eteynahüm Bi zikrihim fehüm 'an zikrihim mu'ridun aksine biz onlara
insanlık şeref ve onurunu hatırlattık fakat onlar kendi şereflerini
hatırlamaktan yüz çevirdiler.
Değerli dostlar burada zikri;
şeref, onur manasına çevirdim. Bu bana ait bir çeviri değil aslında. Zikre
verilen bu anlam ilk otoritelerden itibaren tüm tefsir otoritelerinin hemen
hemen aldıkları bir anlamdır. Ferra, Taberi, Razi bunların başında gelir.
Zikre; insanın şerefi anlamını vermişlerdir bu ayette. Onun için insan şerefini
unutursa Allah’a yabancılaşır. Şirk aslında insanın kendi onuruna yapacağı en
büyük hakarettir. Burada bu gerçek dile getiriliyor.
Allah’tan gayrısına kulluk,
Allah’a değil, insanın onuruna hakarettir. Allah’ın nesi eksilir herkes
Allah’tan gayrısına kul olsa? Ama insanın onuru beş paralık olur. Tevhid insan
onurunu korumaktır aslında. Tevhidin maksadı insanın şerefini korumaktır. Şirk
beş paralık eder insan onurunu.
Zikir aslında hatırlamak manasına
gelir. Hatırlamak olmayan bir değeri yüklemek değil, zaten mevcut bir değeri
ortaya çıkarmaktır. Değil mi ama. Hatırlamak olmayan bir bilgiyi değil, olan
bir bilgiye işaret eder. Dolayısıyla zaten var olanı ortaya çıkarmaktır zikr.
72-)
Em tes'elühüm harcen feharacü Rabbike hayr* ve HUve hayrur razikıyn;
Yoksa
onlardan bir ücret mi istiyorsun? Rabbinin bağışı daha hayırlıdır... O, yaşam
gıdasıyla besleyen, en hayırlı olandır. (A.Hulusi)
072 - Yoksa
sen onlardan bir haraç mı istiyorsun? Rabbinin harâcı daha hayırlıdır, hem o,
Rezzakların en hayırlısıdır. (Elmalı)
Em
tes'elühüm harce yoksa sen onlardan davetine karşılık bir bedel mi
istiyorsun? feharacü Rabbike hayr hayır,
senin rabbinin ödeyeceği bedel daha hayırlıdır. ve
HUve hayrur razikıyn zira rızık verenlerin en hayırlısı O’dur.
in ecriye illâ alAllâh (Sebe’/47) diyorlardı
ya peygamberler; Ücretim sadece Allah’a aittir. Ama ücret değil de bir tek şeyi
istiyorlardı peygamberler. Şura/27.(hayır 23) ayetinde olduğu gibi;
kul
lâ es'elüküm aleyhi ecren illel meveddete fiyl kurba. (Şûra/23) ben sizden bir ücret istemiyorum davetime karşılık sevgi
istiyorum de emri veriliyordu nebilere ve son nebiye. İşte bunun gibi.
73-)
Ve inneke le ted'uhüm ila sıratın müstekıym;
Muhakkak
ki sen, onları sırat-ı müstakime davet edersin. (A.Hulusi)
073 - Doğrusu
sen onları dosdoğru bir caddeye çağırıyorsun. (Elmalı)
Ve
inneke le ted'uhüm ila sıratın müstekıym ve sen onları gerçekten de
dosdoğru bir yola çağırıyorsun.
74-)
Ve innelleziyne lâ yu'minune Bil ahireti anissıratı lenakibun;
Sonsuz
geleceklerine iman etmeyenler, o sırattan sapıyorlar. (A.Hulusi)
074 - Fakat
Âhirete inanmayanlar caddeden sapmaktadırlar. (Elmalı)
Ve
innelleziyne lâ yu'minune Bil ahireti anissıratı lenakibun ahirete
inanmamakta direnen kimselerse ısrarla ama ısrarla bu yoldan, yani senin
çağırdığın, vahyin davet ettiği yoldan sapmaktadırlar.
75-)
Velev rahımnahüm ve keşefna ma Bihim min durrin leleccu fiy tuğyanihim
ya'mehun;
Eğer
onlara merhamet edip de kendilerinden sıkıntılı hâllerini kaldırsak, mutlaka
kör ve şaşkın hâlde, tuğyanları (hakikatlerine
başkaldırı) içinde kalmaya devam ederler.
(A.Hulusi)
075 - Eğer
biz onlara acıyıp da baskılarını açıversek mutlaka tuğyanlarında inat eder hiç
bir şey görmezler. (Elmalı)
Velev
rahımnahüm ve keşefna ma Bihim min durrin leleccu fiy tuğyanihim ya'mehun
ve eğer onlara acıyarak başlarına gelen herhangi bir beladan kendilerini
kurtaracak olsak, şaşkınca saplandıkları inkar bataklığında debelenmekte ısrar
ederler. Yani o bataklıktan çıkmamak için ellerinden geleni yaparlar. Allah
onlara yardım edipte başlarına gelen belayı çekip alsa yine de akıllanmazlar.
Burada inkarcı aklın ihanete
yatkın yapısı dile getiriliyor. Bel ki acaba belanın ucunu görseler
akıllanırlar mı diye bir soru geçen peygamber ve etrafta ki müminlere bir cevap
olarak geliyor.
76-)
Ve lekad ehaznâhüm Bil azâbi femestekânu liRabbihim ve ma yetedarre'un;
Andolsun
ki onları azap ile yakaladık... Rablerine boyun eğmediler ve yakarmadılar!
(A.Hulusi)
076 - Filhakika
biz, onları azâba tuttuk da yine rablerine karşı uslanmadılar ve
yalvarmıyorlar. (Elmalı)
Ve
lekad ehaznâhüm Bil azâbi femestekânu liRabbihim doğrusu biz onları
azap ile kuşatmıştık ta yine de rablerine boyun eğmemişlerdi. Yukarıdaki
muhtemel bir soruya cevap. Acaba belayı görselerdi bu kadar direnirler miydi
diye soracak olursanız öncekilerden yola çıkarak vahiy cevap veriyor. Daha önce
azap ile kuşatmıştık ta yine de boyun eğmemişlerdi rablerine. ve ma yetedarre'un nitekim bundan böyle de
acziyetlerini itiraf edecek değiller.
Nasıl ki akletmeyene mucize bir
fayda vermiyorsa azapta bir fayda vermiyor. Belki bu öğüdü alıyoruz buradan.
77-)
Hattâ izâ fetahna aleyhim baben zâ azâbin şediydin izâ hüm fiyhi müblisun;
Nihayet
üzerlerine şiddetli bir azap sahibi bir kapı açtığımızda, birdenbire o azabın
içinde ümitsiz kalıverirler. (A.Hulusi)
077 - Nihayet
üzerlerine şedit azaplı bir kapı açtığımız vakit da onun içinde ye'se
düşüvereceklerdir. (Elmalı)
Hattâ
izâ fetahna aleyhim baben zâ azâbin şediyd ta ki vakti gelip te
onlar aleyhine bir azap kapısı açıncaya dek. Ta o zamana dek boyun eğmiyorlar
Allah’a, acziyetlerini itiraf etmiyorlar. Yalvarıp yakarmıyorlar. Fakat o
zaman, belki burada ki bir azap kapısından kasıt, artık ahirette
kaçamayacakları bela, kaçamayacakları cehennem azabı kastediliyor olsa gerek.
izâ
hüm fiyhi müblisun o zaman da onlar orada umutlarını yitiriverirler.
Müblisun; İblis te aynı kökten gelir. Umutsuzlaşırlar, yani iblisleşirler.
Umutsuzlaşmak, iblisleşmektir. Allah var, umut var. umutsuz olmak Allahsız
olmakla eş anlamlıdır. Allah’ı sonsuz bir imkan bilmeyenler umutsuzlaşırlar.
İmanı olanın imkanı onun için tükenmez.
78-)
Ve "HU"velleziy enşee lekümüs sem'a vel ebsare vel ef'idete, kaliylen
ma teşkürun;
"HÛ"dur
ki; sizin için sem' (algılama melekesi), basarlar (gözler) ve fuadlar (Esmâ mânâ
özelliklerini şuura yansıtıcılar - kalp nöronları) inşa etti... Ne az şükrediyorsunuz! (A.Hulusi)
078 - Halbuki
sizin için o kulağı, o gözleri, o Gönülleri inşa eden o siz, pek az
şükrediyorsunuz. (Elmalı)
Ve
"HU"velleziy enşee lekümüs sem'a vel ebsare vel ef'ideh
imdi, sözü toparladı sure ve bu noktada bize bütün bu anlatılanlardan
çıkarılacak sonucu veriyor. Sizi işitme, görme ve düşünme yeteneği ile inşa
eden O’dur.
İşte sonuç burada. Yukarıda her
türlü mucizeye, ilahi hitaba azaba, gazaba, belaya uğramış her türden inkarcı
bir bir sayıldıktan sonra, bunların probleminin temelde ne olduğu bu ayette
dile getiriliyor. Düşünmedikten sonra hakkı duyacak kulak olmadıktan sonra,
hakikati görecek göz olmadıktan sonra hiç kimseye hiçbir şey kâr etmez. O halde
hiç kimsenin de hakikat karşısında mazereti yoktur. Çünkü Allah akıl vermişse,
göz ve kulak vermişse, artık o insanın Allah’a karşı mazereti de kalmamış
demektir. aynı zamanda bunu ima ediyor ayet.
kaliylen
ma teşkürun ne kadar da az şükrediyorsunuz..!
Şükür, ne demek? Hakkı duymak
kulağın şükrü. Hakikati görmek gözün şükrü. Doğru düşünmek aklın şükrüdür. Eğer
düşünmüyorsa mucize de etkilemez, azapta.
Buradaki fe’d; fuad, fe’d
kökünden gelir. Yanma, pişme, kızartma anlamına gelir. Fuad, kalbin yanmada
sabitleşmiş hali de demektir. Yani işlevsel iç aleme bir atıftır. İçinde
faaliyet halinde olan bir yürek taşımıyorsa o adama söz geçmez denilmeye
çalışılıyor.
79-)
Ve "HU"velleziy zeraeküm fiyl Ardı ve ileyHİ tuhşerun;
"HÛ"dur
ki; sizi arzda (bedende) yaratıp çoğalttı... O'na haşr olunacaksınız! (A.Hulusi)
079 - Ve
sizi Arzda yaratıp yayan o, hep ona haşr olunacaksınız. (Elmalı)
Ve
"HU"velleziy zeraeküm fiyl Ard sizi yer yüzüne yayan da
O’dur. ve ileyHİ tuhşerun yine O’na
döndürüleceksiniz.
Devam ediyor E sayfasına geçiniz.
108. videoyu toplu olarak http://kurantefsir.wordpress.com/2012/08/03/islamoglu-tef-ders-muminun-042-092108/
bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder