9 Ağustos 2012 Perşembe

İslamoğlu Tef. Ders. MÜ’MİNUN (065-079)(108-D)


C sayfasından devam


65-) Lâ tec'erul yevme inneküm minNA lâ tunsarun;

"Bugün feryat etmeyin! Muhakkak ki siz bizden yardım alamazsınız!" (A.Hulusi)

065 - Feryat etmeyin bu gün, çünkü siz bizden kurtarılamazsınız. (Elmalı)


Lâ tec'erul yevme inneküm minNA lâ tunsarun bugün imdat dilemeyin, çünkü bizden size asla, ama asla yardım ulaştırılmayacak. Bu da açık değerli dostlar. Asla yardım ulaştırılmayacak. Yukarıda 62. ayette zulüm olunmayacaklar diyordu, fakat burada yardım olunmayacaklar. Şimdi yardım da olunmayacak, zulm olunmayacak ta. Yani Allah’ın yardımını çekmesi beladır zaten. Yani Allah’ın var neye muhtaçsın, Allah’ın yok, neyin var sözü işte burada kendi gerçek anlamını buluyor. Allah desteğini çekerse belasını bulmuş demektir o insan.


66-) Kad kânet âyâtiy tütla aleyküm feküntüm alâ a'kabiküm tenkisun;

"İşaretlerim size bildiriliyordu da, siz topuklarınız üzerine gerisin geri dönüyordunuz." (A.Hulusi)

066 - Karşınızda âyetlerim okunuyordu da siz ardınıza dönüyordunuz. (Elmalı)


Kad kânet âyâtiy tütla aleyküm hem evvelce mesajlarımız size ulaştırılmıştı. feküntüm alâ a'kabiküm tenkisun buna rağmen siz ısrarla arkanızı dönüyordunuz.


67-) Müstekbiriyne Bih* samiran tehcürun;

"Ona, kibir taslayarak, geceleri hezeyan yaşıyordunuz!" (A.Hulusi)

067 - Ona kafa tutarak, müsamere yaparak hezeyanlar ediyordunuz. (Elmalı)


Müstekbiriyne Bih* samiran tehcürun ona karşı böbürlenerek, sokulduğunuz karanlığın koynunda atıp tutuyordunuz. Samiran; Semera ak ın zıddıdır. Kara demektir. Samir ise özü itibarıyla bu kelime geceleyin karanlıktan faydalanmak için karanlığın en koyu yerinde toplanan insanlara, ya da canlılara denir. Onun için en bilinen samir, yarasalardır. Burada adeta yarasalar gibi ışıktan kaçıyordunuz, gece hikaye anlatan, gece kıssacılarına da samir denirmiş Arapça da. Yani yarasalar gibi ışıktan kaçıp kendi yürek mağaranıza, mağaraya döndürdüğünüz yüreğinize sığınıyordunuz ve orada da vahyin arkasından, nebinin arkasından, gerçeğin arkasından atıp tutuyordunuz diyor.


68-) Efelem yeddebberul kavle em caehüm ma lem ye'ti abaehümül evveliyn;

O sözü gereğince düşünmediler mi? Yoksa atalarına gelmemiş bir şey kendilerine ilk defa mı geldi? (A.Hulusi)

068 - Ya hâlâ o kelâmı tedebbür etmezler mi? Yoksa onlara evvelki atalarına gelmemiş bir şey mi geldi? (Elmalı)


Efelem yeddebberul kavl iyi de, onlar bu sözü hiç mi düşünmediler. Bu sözden kasıt vahyi, vahyin getirdiği şu ilkeleri, şu esasları hiç mi düşünmediler. em caehüm ma lem ye'ti abaehümül evveliyn ya da kendilerinden önce gelip geçmiş atalarına hiç ulaşmamış olan bir şey mi gelmiş onlara? Yani aslında onlar vahyin mümkin olduğunu çok iyi biliyorlar, atalarına da vahiy geldi. Çünkü geçmişte içinde yaşadıkları  o coğrafya da gelmiş geçmiş peygamberler var. Şuayb peygamber gibi, Salih peygamber gibi. Bunların içinde yaşadığı kentlerin halini biliyorlar, hatta ticaret yaparken belaya uğramış o kentlerin içinden gelip gidiyorlar. Medaimi salih bugün bile hala kalıntılarıyla ayakta. Lut gölü bugün bir bela vesikası gibi hala yerinde duruyor. San’a, hadramed de ki, ahkaf çölünde ki  o uğranılan belanın izleri hala var. Onun için onlar biliyorlar aslında. Peygamberlerin getirdiği uyarıya kulak asmamanın akıbetini.


69-) Em lem ya'rifu Rasûlehüm fehüm lehu münkirun;

Yoksa Rasûlleri tanımadıkları biri de, (bu yüzden) Onu inkâr mı ediyorlar? (A.Hulusi)

069 - Yoksa Peygamberlerini tanımadılar mı da onun için inkâr ediyorlar? (Elmalı)


Em lem ya'rifu Rasûlehüm fehüm lehu münkirun veya elçilerimi tanımadılar da bu yüzden mi onu inkar ediyorlar. Tabii ki bu istifami inkar anlamında. Yani hayır tanıyorlar, bilmedikleri değil. El emiyn ismini kendileri vermişti.


70-) Em yekulune Bihi cinnetün, bel caehüm Bil Hakkı ve ekseruhüm lil Hakkı kârihun;

Yoksa: "Onda bir cinnet var" mı diyorlar? Bilakis, O kendilerine Hak olarak gelmiştir! Onların çoğunluğu Hak'tan hoşlanmazlar! (A.Hulusi)

070 - Yoksa onda bir Cinnet var, mı diyorlar? Hayır, o onlara Hakk ile geldi fakat ekserisi hakkı hoşlanmıyorlar. (Elmalı)


Em yekulune Bihi cinne ya onu yoksa cinnet geçirmekle mi suçluyorlar, delilikle mi suçluyorlar ki deli olmadığın onlardan daha iyi kim bilir. bel caehüm Bil Hakk yoo..! aksine o, onlara gerçeği getirdi. ve ekseruhüm lil Hakkı kârihun ama onların çoğu katıksız gerçeği sevmiyorlar. Bütün problem bu.

Neden katıksız gerçek diye çevirdim? “Lil Hakk”, “el Hakk” ta ki “el” lamı tarifi. Belirlilik takısı gerçeğin özü, tüm gerçek, katıksız gerçek anlamını zaten veriyor. Onlar katıksız gerçeği sevmediklerine göre sanırım katıklı gerçeği seviyorlar. Yani gerçeğin içine birazcık yalanı, hakkın içine birazcık batılı, imanın içine birazcık küfrü karıştırdığınız zaman ortaya şirk şirketi çıkıyor. Yani hakla batılın şirketi, evliliği çıkıyor, zaten onların yaptığı da buydu. Onun için katkısız sevmiyorlar. Mutlaka hakikatin içine bir batıl pisliği karıştırılsın istiyorlar, ki Allah’ta onu sevmiyor.


71-) Ve levittebe'al Hakku ehvaehüm le fesedetis Semavatü vel Ardu ve men fiyhinne, bel eteynahüm Bi zikrihim fehüm 'an zikrihim mu'ridun;       

Eğer Hak onların hevâlarına tâbi olsaydı; Semâlar, Arz ve onların arasında ne varsa elbette bozulur giderdi... Hayır, onlara Zikirlerini (hakikatlerini hatırlatan bilgiyi) verdik... Onlar kendi Zikirlerinden (hakikatlerinin bilgisinden) yüz çeviricilerdir. (A.Hulusi)

071 - Eğer hak onların keyiflerine tâbi' olsa idi Semavât ve Arz ve bunlardaki kimseler katiyen fasit olurdu, hayır, biz onlara unutulmaz ders olacak zikirlerini getirdik de onlar zikirlerinden ı'raz ediyorlar. (Elmalı)


Ve levittebe'al Hakku ehvaehüm le fesedetis Semavatü vel Ardu ve men fiyhinne ne var ki eğer gerçek onların keyfine tabi olsaydı gökler, yer ve içindekiler mahvolur giderdi.

İşte hakikat bu dostlar ve bu hakikati hepimiz biliyoruz aslında. Görececi mantığa kesin bir rettir bu ayet. Gerçek insana uysaydı ne olurdu? İnsan sayısınca doğru olurdu. 6.5 milyar doğru olurdu. O zaman doğrunun kıymeti kalır mıydı. İnsanlar arasında ortak doğrular olur muydu? Ortak doğruların olmadığı bir dünya nasıl bir dünya olurdu. Böyle bir dünya da yaşanır mıydı. Böyle bir dünya da ahlaki davranmak ne demeye gelirdi? Ahlaklı ol diye bir cümle kurulabilir miydi. Doğru davran diye bir cümle kurulabilir miydi. İyi yap diye bir cümle kurulabilir miydi, yanlış yapma diye bir cümle kurulabilir miydi. Değil. O sana göre yanlış der çıkardı. Benim doğrum da bu der çıkardı. İnsanların tümünün böyle dediği bir dünya aslında ahlaksızlığın, zulmün, anarşinin kol gezdiği bir dünyadan başka ne olurdu ki.

İşte bugünkü dünya o dünya ve vahiylerin tamamı insanı ortak doğrulara, ortak güzelliklere davet eder. Kaostan kaçıp hakikat ve adalete davet eder. Onun için öyle bir rölativizm, öyle bir görececiliğin sonucu nihilizmdir. Yani hiççilik. Niçin yaşıyorsun? Hiç. Neden yiyorsun? Hiç. Neden yapıyorsun? Hiç. Sen de bir hiçsin. Hiçin hayatı da hiçtir. Hiç olan yeryüzünü nasıl inşa etsin, neden inşa etsin, niçin inşa etsin. İşte nihilizm bu.

Yine agnosticism’e götürür. Yani bilinmezciliğe, bilinemezciliğe. Bilemeyiz, doğruyu bilemeyiz, hakikati bilemeyiz, iyiyi bilemeyiz. Bu da tam bir kaçak güreşmedir. Bilemeyiz, niye bilemeyiz? Allah bunun için bildirmiş zaten. Vahye sırt dönerseniz tabii ki bilemezsiniz. Onun için doğrunun temelinde Allah’a güven yatar. Allah’a güvenmeyen elbette doğruyu bilemeyecektir.

bel eteynahüm Bi zikrihim fehüm 'an zikrihim mu'ridun aksine biz onlara insanlık şeref ve onurunu hatırlattık fakat onlar kendi şereflerini hatırlamaktan yüz çevirdiler.

Değerli dostlar burada zikri; şeref, onur manasına çevirdim. Bu bana ait bir çeviri değil aslında. Zikre verilen bu anlam ilk otoritelerden itibaren tüm tefsir otoritelerinin hemen hemen aldıkları bir anlamdır. Ferra, Taberi, Razi bunların başında gelir. Zikre; insanın şerefi anlamını vermişlerdir bu ayette. Onun için insan şerefini unutursa Allah’a yabancılaşır. Şirk aslında insanın kendi onuruna yapacağı en büyük hakarettir. Burada bu gerçek dile getiriliyor.

Allah’tan gayrısına kulluk, Allah’a değil, insanın onuruna hakarettir. Allah’ın nesi eksilir herkes Allah’tan gayrısına kul olsa? Ama insanın onuru beş paralık olur. Tevhid insan onurunu korumaktır aslında. Tevhidin maksadı insanın şerefini korumaktır. Şirk beş paralık eder insan onurunu.

Zikir aslında hatırlamak manasına gelir. Hatırlamak olmayan bir değeri yüklemek değil, zaten mevcut bir değeri ortaya çıkarmaktır. Değil mi ama. Hatırlamak olmayan bir bilgiyi değil, olan bir bilgiye işaret eder. Dolayısıyla zaten var olanı ortaya çıkarmaktır zikr.


72-) Em tes'elühüm harcen feharacü Rabbike hayr* ve HUve hayrur razikıyn;

Yoksa onlardan bir ücret mi istiyorsun? Rabbinin bağışı daha hayırlıdır... O, yaşam gıdasıyla besleyen, en hayırlı olandır. (A.Hulusi)

072 - Yoksa sen onlardan bir haraç mı istiyorsun? Rabbinin harâcı daha hayırlıdır, hem o, Rezzakların en hayırlısıdır. (Elmalı)


Em tes'elühüm harce yoksa sen onlardan davetine karşılık bir bedel mi istiyorsun? feharacü Rabbike hayr hayır, senin rabbinin ödeyeceği bedel daha hayırlıdır. ve HUve hayrur razikıyn zira rızık verenlerin en hayırlısı O’dur.

in ecriye illâ alAllâh (Sebe’/47) diyorlardı ya peygamberler; Ücretim sadece Allah’a aittir. Ama ücret değil de bir tek şeyi istiyorlardı peygamberler. Şura/27.(hayır 23) ayetinde olduğu gibi;

kul lâ es'elüküm aleyhi ecren illel meveddete fiyl kurba. (Şûra/23) ben sizden bir ücret istemiyorum davetime karşılık sevgi istiyorum de emri veriliyordu nebilere ve son nebiye. İşte bunun gibi.


73-) Ve inneke le ted'uhüm ila sıratın müstekıym;

Muhakkak ki sen, onları sırat-ı müstakime davet edersin. (A.Hulusi)

073 - Doğrusu sen onları dosdoğru bir caddeye çağırıyorsun. (Elmalı)


Ve inneke le ted'uhüm ila sıratın müstekıym ve sen onları gerçekten de dosdoğru bir yola çağırıyorsun.


74-) Ve innelleziyne lâ yu'minune Bil ahireti anissıratı lenakibun;

Sonsuz geleceklerine iman etmeyenler, o sırattan sapıyorlar. (A.Hulusi)

074 - Fakat Âhirete inanmayanlar caddeden sapmaktadırlar. (Elmalı)


Ve innelleziyne lâ yu'minune Bil ahireti anissıratı lenakibun ahirete inanmamakta direnen kimselerse ısrarla ama ısrarla bu yoldan, yani senin çağırdığın, vahyin davet ettiği yoldan sapmaktadırlar.


75-) Velev rahımnahüm ve keşefna ma Bihim min durrin leleccu fiy tuğyanihim ya'mehun;

Eğer onlara merhamet edip de kendilerinden sıkıntılı hâllerini kaldırsak, mutlaka kör ve şaşkın hâlde, tuğyanları (hakikatlerine başkaldırı) içinde kalmaya devam ederler. (A.Hulusi)

075 - Eğer biz onlara acıyıp da baskılarını açıversek mutlaka tuğyanlarında inat eder hiç bir şey görmezler. (Elmalı)


Velev rahımnahüm ve keşefna ma Bihim min durrin leleccu fiy tuğyanihim ya'mehun ve eğer onlara acıyarak başlarına gelen herhangi bir beladan kendilerini kurtaracak olsak, şaşkınca saplandıkları inkar bataklığında debelenmekte ısrar ederler. Yani o bataklıktan çıkmamak için ellerinden geleni yaparlar. Allah onlara yardım edipte başlarına gelen belayı çekip alsa yine de akıllanmazlar.

Burada inkarcı aklın ihanete yatkın yapısı dile getiriliyor. Bel ki acaba belanın ucunu görseler akıllanırlar mı diye bir soru geçen peygamber ve etrafta ki müminlere bir cevap olarak geliyor.


76-) Ve lekad ehaznâhüm Bil azâbi femestekânu liRabbihim ve ma yetedarre'un;

Andolsun ki onları azap ile yakaladık... Rablerine boyun eğmediler ve yakarmadılar! (A.Hulusi)

076 - Filhakika biz, onları azâba tuttuk da yine rablerine karşı uslanmadılar ve yalvarmıyorlar. (Elmalı)


Ve lekad ehaznâhüm Bil azâbi femestekânu liRabbihim doğrusu biz onları azap ile kuşatmıştık ta yine de rablerine boyun eğmemişlerdi. Yukarıdaki muhtemel bir soruya cevap. Acaba belayı görselerdi bu kadar direnirler miydi diye soracak olursanız öncekilerden yola çıkarak vahiy cevap veriyor. Daha önce azap ile kuşatmıştık ta yine de boyun eğmemişlerdi rablerine. ve ma yetedarre'un nitekim bundan böyle de acziyetlerini itiraf edecek değiller.

Nasıl ki akletmeyene mucize bir fayda vermiyorsa azapta bir fayda vermiyor. Belki bu öğüdü alıyoruz buradan.


77-) Hattâ izâ fetahna aleyhim baben zâ azâbin şediydin izâ hüm fiyhi müblisun;

Nihayet üzerlerine şiddetli bir azap sahibi bir kapı açtığımızda, birdenbire o azabın içinde ümitsiz kalıverirler. (A.Hulusi)

077 - Nihayet üzerlerine şedit azaplı bir kapı açtığımız vakit da onun içinde ye'se düşüvereceklerdir. (Elmalı)


Hattâ izâ fetahna aleyhim baben zâ azâbin şediyd ta ki vakti gelip te onlar aleyhine bir azap kapısı açıncaya dek. Ta o zamana dek boyun eğmiyorlar Allah’a, acziyetlerini itiraf etmiyorlar. Yalvarıp yakarmıyorlar. Fakat o zaman, belki burada ki bir azap kapısından kasıt, artık ahirette kaçamayacakları bela, kaçamayacakları cehennem azabı kastediliyor olsa gerek.

izâ hüm fiyhi müblisun o zaman da onlar orada umutlarını yitiriverirler. Müblisun; İblis te aynı kökten gelir. Umutsuzlaşırlar, yani iblisleşirler. Umutsuzlaşmak, iblisleşmektir. Allah var, umut var. umutsuz olmak Allahsız olmakla eş anlamlıdır. Allah’ı sonsuz bir imkan bilmeyenler umutsuzlaşırlar. İmanı olanın imkanı onun için tükenmez.


78-) Ve "HU"velleziy enşee lekümüs sem'a vel ebsare vel ef'idete, kaliylen ma teşkürun;

"HÛ"dur ki; sizin için sem' (algılama melekesi), basarlar (gözler) ve fuadlar (Esmâ mânâ özelliklerini şuura yansıtıcılar - kalp nöronları) inşa etti... Ne az şükrediyorsunuz! (A.Hulusi)

078 - Halbuki sizin için o kulağı, o gözleri, o Gönülleri inşa eden o siz, pek az şükrediyorsunuz. (Elmalı)


Ve "HU"velleziy enşee lekümüs sem'a vel ebsare vel ef'ideh imdi, sözü toparladı sure ve bu noktada bize bütün bu anlatılanlardan çıkarılacak sonucu veriyor. Sizi işitme, görme ve düşünme yeteneği ile inşa eden O’dur.

İşte sonuç burada. Yukarıda her türlü mucizeye, ilahi hitaba azaba, gazaba, belaya uğramış her türden inkarcı bir bir sayıldıktan sonra, bunların probleminin temelde ne olduğu bu ayette dile getiriliyor. Düşünmedikten sonra hakkı duyacak kulak olmadıktan sonra, hakikati görecek göz olmadıktan sonra hiç kimseye hiçbir şey kâr etmez. O halde hiç kimsenin de hakikat karşısında mazereti yoktur. Çünkü Allah akıl vermişse, göz ve kulak vermişse, artık o insanın Allah’a karşı mazereti de kalmamış demektir. aynı zamanda bunu ima ediyor ayet.

kaliylen ma teşkürun ne kadar da az şükrediyorsunuz..!

Şükür, ne demek? Hakkı duymak kulağın şükrü. Hakikati görmek gözün şükrü. Doğru düşünmek aklın şükrüdür. Eğer düşünmüyorsa mucize de etkilemez, azapta.

Buradaki fe’d; fuad, fe’d kökünden gelir. Yanma, pişme, kızartma anlamına gelir. Fuad, kalbin yanmada sabitleşmiş hali de demektir. Yani işlevsel iç aleme bir atıftır. İçinde faaliyet halinde olan bir yürek taşımıyorsa o adama söz geçmez denilmeye çalışılıyor.


79-) Ve "HU"velleziy zeraeküm fiyl Ardı ve ileyHİ tuhşerun;

"HÛ"dur ki; sizi arzda (bedende) yaratıp çoğalttı... O'na haşr olunacaksınız! (A.Hulusi) 

079 - Ve sizi Arzda yaratıp yayan o, hep ona haşr olunacaksınız. (Elmalı)


Ve "HU"velleziy zeraeküm fiyl Ard sizi yer yüzüne yayan da O’dur. ve ileyHİ tuhşerun yine O’na döndürüleceksiniz.



Devam ediyor E sayfasına geçiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder